İBN-İ CEVZÎ
On ikinci yüzyılda yetişmiş, tefsîr, hadîs, fıkıh âlimi ve târihçi. İsmi Abdurrahmân bin Ali bin Muhammed’dir. Künyesi Ebü’l-Ferec’dir. Büyük dedesi Câfer el-Cevzî’ye âit El-Cevzî nisbetinden dolayı, İbn-i Cevzî diye meşhur olmuştur. Soyu Ebû Bekr-is-Sıddîk’a dayanmaktadır. 1114 (H.508) ile 1202 (H.597) seneleri arasında yaşamıştır. İbn-i Cevzî’yi, İbn-i Teymiyye’nin talebesi İbn-i Kayyîm el-Cevziyye ile karıştırmamalıdır.
Küçük yaştan îtibâren ilim tahsiline başladı. Hemen Kur’ân-ı kerîm’i ezberledi. Zamânının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri öğrendi. Derslerini dinlediği âlimlerin hepsinden icâzet (diploma) aldı. İbn-ül-Hüseyin, Kâdı Ebû Bekr Ensârî, Ebû Bekr Mervezî, Ebû Kâsım Harîrî, Ali bin Abdülvâhid Dîneverî, İbn-i Cevzî’nin ders aldığı seksen yedi âlimden bâzılarıdır. İbn-i Cevzî ilim öğretip talebe yetiştirdi. Pekçok âlim ondan hadîs-i şerîf rivâyet etti. Oğlu Sâhib Muhyiddîn, torunları, Ebü’l-Muzaffer, Sıbt ibn-ül-Cevzî, İbn-i Neccâr, El-Fahr Ali bin Buhârî, Necib Abdüllatîf-il-Harrânî gibi âlimler yetiştirdiği talebelerindendir. Beş medresede ders veren İbn-i Cevzî halka vaaz ve nasîhatlerde bulundu. Vaazlarını halktan pekçok kimse dinlediği gibi, halîfe, vezir ve büyük âlimler de bulunurdu. Eshâb-ı kirâm düşmanı pekçok kimse onun vaazları sebebiyle tövbe edip, bozuk inanışlarından vazgeçti. Bilhassa Ehl-i sünnetten ayrılıp mücessime ve müşebbihe yoluna gidenlere cevaplar vermiştir.
Yüksek ilim ve güzel ahlâk sâhibi olan İbn-i Cevzî, her yedi günde bir Kur’ân-ı kerîm’i hatmederdi. Cumâ namazı ve vaaz verme dışında evinden çıkmazdı. Aslâ kimseyle şaka yapmaz, helâl olduğu kesin bilinmeyen şeyi yemezdi. Bu âdetini ömrünün sonuna kadar devâm ettirdi.
İbn-i Cevzî buyurdu ki: “Kim kanâat ederse, geçimi iyi olur. Kim tamâ ederse (dünyâ lezzetlerini haram yollardan ararsa) geçim sıkıntısı çeker.”
Eserleri:
Üç yüz kırktan fazla eser yazmıştır. Eserlerinden bâzıları şunlardır: 1) Zâd-ül-Mesîr fî İlm-it-Tefsîr, 2) Teysîr-ül-Beyân fî Tefsîr-il-Kur’ân, 3) Fünûn-ül-Efnân fî Uyûni İlm-il-Kur’ân, 4) Umdet-ür-Râsih fî Mârifeti’l-Mensûh ven-Nâsih, 5) El-Muntazam ve Mültekat-ül-Muntazam (Târihe dâirdir. On cilt hâlinde basılmıştır.), 6) El-Muğnî fî Ulûm-il-Kur’ân, 7) El-Vefâ bi-Ahvâl-il-Mustafâ, 8) Def’uş-Şübhe anit-Teşbîh.
Kur’ân-ı kerîm’in okuma kâidelerini anlatan kırâat ilmi âlimlerinden. İsmi, Muhammed bin Muhammed’dir. Dedelerinden bir tânesinin ismine nisbetle İbn-i Cezerî diye meşhur olmuştur. Künyesi, Ebü’l-Hâyr, lakabı Şemseddîn’dir. 1350 (H.751) senesinde Şam’da doğdu. 1429 (H.833) senesinde Şîrâz’da vefât etti.
Küçük yaştan îtibâren ilim tahsiline başlayan İbn-i Cezerî, on dört yaşındayken Kur’ân-ı kerîm’in tamâmını ezberledi. Bir müddet hadis ilmi öğrendikten sonra, Kur’ân-ı kerîm’in muhtelif kırâat (okuma) usûllerini tahsile başladı. On sekiz yaşındayken Kırâat-i Seb’ayı (yedi okuyuş usûlünü) öğrendi. Hac ibâdeti için Mekke’ye, oradan da Kâhire’ye gitti. Oradaki kırâat âlimlerinden çeşitli kırâat şekillerini öğrendi. Sonra Şam’a gidip, oranın âlimlerinden hadis ve fıkıh ilmini öğrendi. Tekrar Mısır’a gidip, fıkıh, fıkıh usûlü ve edebî ilimleri tahsil ettikten sonra, İskenderiye’ye geçti. Pekçok âlimden ilim tahsil etti ve hadîs-i şerîf dinledi. Kendisine, Şeyh Ziyâüddîn ve Şeyhülislâm Şirâcüddîn Bülkînî tarafından, fetvâ vermek husûsunda icâzet (izin) verildi. Sonra Kur’ân-ı kerîm okutmakla meşgul oldu. Şam’daki çeşitli medreselerde kırâat ilmi okuttu. Birkaç kere Mısır’a gidip geldi. Bir ara Şam kâdılığı vazîfesine getirildi. 1395 senesinde Mısır ve İskenderiye üzerinden deniz yoluyla Anadolu’ya, Bursa’ya geldi. Osmanlı Pâdişâhı Yıldırım Bâyezîd Han kendisine çok iltifât edip ihsânlarda bulundu. İbn-i Cezerî’nin şöhreti her tarafta duyulup, Bursa’dan ve diğer şehirlerden pekçok kimse gelerek, ondan kırâat ilmini öğrendiler.
1402 senesinde Yıldırım Bâyezîd Han ile Tîmûr Han arasında meydana gelen Ankara Savaşından sonra, Tîmûr Hanla birlikte Mâverâünnehr’e gitti. Kaş ve Semerkant şehirlerinde kalıp, kırâat ilmi okuttu ve pekçok âlim yetiştirdi. Büyük âlim Seyyid Şerîf Cürcânî hazretleri ile görüştü. Tîmûr Han vefât ettikten sonra Herat, Yezd, İsfahan ve Şîrâz şehirlerine gitti. Her gittiği şehirde çeşitli kırâat usûllerini öğretti. Kırâat ve hadis ilimlerini her yere yaydı. Şîrâz kâdılığına tâyin edildi. Tîmûroğullarının hâkim olduğu birçok beldede kâdılık yaptı. Sonra hacca gitmek niyetiyle vazîfeden ayrılıp Basra’ya ve oradan da Yenbû’ya geldi. Bir müddet orada ikâmet ettikten sonra, 1420 senesinde Medîne-i münevvereye ve Mekke-i mükerremeye geçti. Çok kimseler onun yanına gelip, ilminden istifâde ettiler. Bir müddet mübârek topraklarda kaldı. Bu sırada iki ciltlik Kitâb-ül-Beşer fî Kırâat-il-Aşer adlı eserini yazdı. Daha sonra bu eserini kısaltıp Takrîb adını verdi. Başka kitaplar da yazdı. Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevverede birkaç sene kaldıktan sonra, Şîrâz’a oradan da Şam’a döndü. Kâhire’ye giderek, Sultan Eşref ile sohbetlerde bulundu ve Kâhire’de sultanın yaptırdığı medreseye tâyin edildi. Kırâat ilmi ve hadis öğretmesi için vazîfelendirildi. Bir müddet sonra hac için Mekke’ye giden İbn-i Cezerî, hacdan sonra Yemen’e gitti. Orada da birçok âlim ondan kırâat ilmini öğrendi. Tekrar Mekke’ye, oradan da Şam’a döndü. Basra’ya ve Şîrâz’a gitti. Vefâtına kadar Şirâz’da kalıp, ilim öğretti ve eser yazdı. 1429 senesinde Şîrâz’da vefât etti. Kendisinin yaptırdığı medresenin bahçesine defnedildi.
Eserleri: Ömrünü ilme bilhassa kırâat ilmine sarf etmiş olan İbn-i Cezerî’nin yazdığı pekçok eserinden bâzıları şunlardır:
1. Kitâb-ün-Neşr fil-Kırâât-il-Aşr:Bin beyitlik manzum bir eserdir. İki cilttir.
2. Tayyibet-ün-Neşr fil-Kırâât-il-Aşr:Kur’ân-ı kerîmin kırâat-i aşere (on türlü okunuşu) hakkında yazılmış olup, bin beyitten meydana gelmiştir.
3. Ed-Dürret-ül-Mudıyye fî Kırâat-il-Eimmet-is-Selâset-il-Mardıyye: Üç büyük kırâat âlimine göre Kur’ân-ı kerîmin okunuşundan bahseden 241 beyitlik eserdir.
4. Et-Temhîd fî İlm-it-Tecvîd: Kur’ân-ı kerîmin tecvîdine dâir bir eserdir.
5. El-Mukaddimet-ül-Cezeriyye fit-Tecvîd:Kur’ân-ı kerîmin kırâati hakkında 110 beyitlik bir eserdir.
6. Gâyet-ün-Nihâye fî Tabakât-il-Kurrâ:Meşhur kırâat âlimlerinin hâl tercümelerini ve kırâatlerinin hangi yollardan geldiğini anlatan eserdir.
7. Mukaddimetü İlm-il-Hadîs: Hadis usûlü ilmine dâir bir eserdir.
8. Er-Risâlet-ül-Beyâniyye fî Hakkı Ebeveyn-in-Nebî: Resûlullah efendimizin, anne ve babasının Müslüman olduklarını ispat için yazılmış bir risâledir.
9. Zât-üş-Şifâ fî Sîret-il-Mustafâ ve minba’dıhî minel-Hulefâ,
10. Et-Takrîb fî Şerh-it-Teysîr.
Onuncu asrın sonlarında yetişmiş meşhur Müslüman tabip. İsmi, Ahmed bin İbrâhim bin Cezzâr olup, künyesi Ebû Câfer’dir. İbn-i Cezzâr diye meşhur olmuştur. Avrupalılar L’Algizhar diye bilirler. 920 (H. 307) senesinde Kayravan’da doğdu. 1005 (H. 395) senesinde orada vefât etti.
Dedesi ve babası zamânın meşhur hekimlerinden (doktorlarından) olan İbn-i Cezzâr, Kayravan’da zamânın din ve fen ilimlerini tahsil ettikten sonra, çalışmalarını tıp ve eczâcılık alanında yoğunlaştırdı. Tıp ile eczâcılığın birbirinden ayrılmasını ve başlı başına birer ilim olmaları gerektiğini savundu. Kayravan’daki evinde açtığı eczânesinden, muâyene ettiği hastalara gerekli ilâçları hazırlatıp verirdi. Birçok yerleri gezip, gezici doktorluk yaptı. Bu vesîle ile Kuzey İtalya, Güney Fransa ve Kuzey İspanya sâhillerine kadar gitti. Bir defâsında merkezi Buhârâ olan Sâmânî Sultânı onu sarayına dâvet etti. Fakat İbn-i Cezzâr bizzât yazmış olduğu 12.500 kilo parşomen tomarları ve on ton ağırlığındaki kütüphânesini taşımak için yüz deveye ihtiyâcı olduğundan dâveti kabul edemedi. Vefâtından sonra evinde herbiri birkaç kişi tarafından taşınan altı yüz sandık kitabı olduğu ortaya çıktı.
İbn-i Cezzâr bütün İslâm âleminde tıp ve eczâcılık sâhasında üstad olarak tanınmıştır. Eserleri elden ele asırlarca dolaşmıştır. Endülüs’te yetişen âlimlerin çoğu ondan ders almıştır. Meselâ meşhur tabip ve cerrah Ebü’l-Kâsım Zehrâvî bunlardandır.
Tıb alanında geniş araştırmalar yapıp, hastalıkların teşhis ve tedâvisini yapan ve asrın mütehassıs doktoru olan İbn-i Cezzâr, en önemli çalışmasını cüzzam hastalığı üzerine yaptı. Bu hastalığın teşhisini yapıp, sebeplerini inceledi ve tedâvi şekillerini gösterdi. Bu konu ile ilgili eser yazdı. Bu zamâna kadar cüzzamlı hastalar, insanlardan uzak yerlerde ölüme terk edildiği hâlde, İbn-i Cezzâr, cüzzam hastalarını diğer hastalardan ayırıp, özel hastânelerde tedâvi etti ve hastalığın diğer insanlara bulaşmasına mâni oldu.
Eserleri:
İbn-i Cezzâr başta, tıp ve târih alanında olmak üzere diğer ilim dallarında da eserler yazmıştır. Bu eserlerden bâzıları şunlardır:
1) Zâd-ül-Müsâfir ve Kût-ül-Hâdır: İki cilt ve yedi bölüm olarak yazılan bu eserde, karın, sırt, tenâsül yolları, cilt hastalıkları ile ateşli hastalıklar ve zehirlenmelerin tedâvisi gibi ana konular yer almıştır. İnsan vücudunu baştan ayağa ele alarak kısım kısım hastalıklarını, ilâçlarını ve tedâvi yollarını anlatan bu eser, Lâtince, Yunanca ve İbrâniceye tercüme edilmiştir.
2) Tıbb-ul-Fukarâ vel-Mesâkîn: İlâç almaya gücü yetmeyen fakirler için yazılmış olan bu eserde, bâzı önemli ve yaygın hastalıkların pratik tedâvî usûlleri anlatılmaktadır. Halkın bizzat yapabileceği ucuz ilâçların târif ve kullanışları îzâh edilmektedir.
3) El-Îtimâd fî-Edviyet-il-Müfrede, 4) El-Buğye fî Edviyet-il-Mürekkebe, 5) Kût-ül-Mukîm: Yirmi ciltlik tıp ilimleri ansiklopedisidir, 6) Kitâb-üt-Târif bi Sahîh-it-Târih: Târihle ilgilidir, 7) Risâletün fin-Nefs: Psikoloji ile ilgilidir, 8) Kitâbün fî Mîdeti ve Emrâziha ve Müdâvâtihâ: Mîde sağlığı ve hastalıklarına dâirdir, 9) Kitâb-ül-Bulga fî-Hıfz-is-Sıhha, 10) Kitâb-ül-Cüzzâm ve Esbâbühû ve ilâcühû: Cüzzam hastalığı, sebepleri, teşhis ve tedâvisiyle ilgilidir.
Edip ve seyyâh. İsmi, Muhammed bin Ahmed bin Cübeyr el-Kinânî, künyesi Ebü’l-Hüseyin’dir. 1145 (H. 540) senesinde Valancia’da doğdu. 1217 (H.614) de vefât etti. Babasının Jativa’da devlet hizmeti zamanlarında iyi bir tahsil yaptı. Din ilimlerini öğrendi. Bilhassa edebiyâtta yetişti. Çok güzel şiirler yazdı. Kâbiliyeti ve başarısı sâyesinde Granada vâlisi Ebû Sa’îd Osmân bin Abdülmü’min’e sekreter oldu.
Seyâhate çok meraklı olan İbn-i Cübeyr, doğuya üç ayrı seyâhat yaptı. Seyâhatlerinin ilkine 1183’te çıktı ve Rihletü İbn-i Cübeyr adlı seyâhatnâmesini yazdı. Birinci seyahatine Granada’dan başladı. Sardunya, Sicilya ve Rodos yoluyla İskenderiyye’ye ulaştı. Kâhire’ye gitti ve Kızıldeniz’i geçerekCidde’ye vardı. Mekke’ye giderek hac ibâdetini yaptı veMedîne-i münevvereye gelip Peygamber efendimizi ziyâret etti. Sonra Kûfe, Bağdat, Musul, Cizre, Haleb ve Şam’a gitti. Memleketine dönmek üzere Akra’ya vardı. 1185 senesinde Sicilya’ya hareket etti. Kazâ sonucu gemi değiştirerek Cartagenat’a geldi.
İbn-i Cübeyr, bundan dört sene sonra ikinci bir seyâhate daha çıktı. Ancak; 1189 ve 1191 yılları arasında geçen bu seyâhati ile ilgili herhangi bir yazı bırakmadı. Nihâyet 1217 senesinde tekrar seyâhatle müderrislik için gittiği İskenderiye’de vefât etti.
İbn-i Cübeyr’in Rihle adlı seyâhat kitâbı, konusundaki eserlerin en iyilerinden olup, seyâhat türünün örneğini teşkil etmiştir. Eser, Haçlı seferleri târihi, ortaçağda Akdeniz’deki gemi trafiği, tasvir ettiği memleketlerin siyâsî ve sosyal durumu, ayrıca yolculuğu için kıymetli bir kaynaktır.
İbn-i Cübeyr’in bu meşhur seyâhatnâmesi Rihle, 19. asır ortasında Avrupa’da tanınmış; Fransızca, İtalyanca ve İngilizceye tercüme edilmiştir.
On dördüncü yüzyılda yetişmiş zoolog ve fıkıh âlimi. İsmi, Ali bin Muhammed bin Abdülazîz bin Fütûh es-Sa’lebî olup, lakabı Tâcüddîn’dir. İbn-i Düreyhim veya İbn-i Ebi’l-Hayr diye bilinir. 1312 (H.712) senesinde Musul’da doğdu. 1360 (H. 762) senesinde Habeşistan’a elçi giderken Kus şehrinde vefât etti.
Küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı. Kırâat ilmini Ebû Bekr bin Sencer el-Mûsulî’den, fıkıh ilmini Şeyh Nûreddîn Ali bin Şeyh-ul-Uyeyne’den öğrendi. El-Hâvî ve İbn-i Mu’tî’nin Elfiye kitabını ezberledi. Alâaddîn ibni Türkmânî ve Şemseddîn el-İsfehânî’den ilim öğrendi. Nûreddîn el-Hemedânî’den Sahîh-i Buhârî’yi dinledi. Ebû Hayyan ve başka âlimlerden çok sayıda kitab okudu.
Küçük yaşta babasını kaybetti. Yetim olarak yetişti ve çok çalışarak fen ve din ilimlerinde söz sâhibi oldu. İlim tahsili için Dımaşk’a oradan da Kâhire’ye gitti. Daha sonra Şam’a döndü. Bir ara evi basılarak kitapları alınıp, Şam’dan çıkarılınca Mısır’a gitti. Bir süre sonra elinden alınan kitapları geri almak için tekrar Şam’a döndü. Bu sırada Şam’daki Emevî Câmiinde müderris olarak vazîfelendirildi. Daha sonra tekrar Mısır’a gitti. Mısır sultânı Nâsır, onu Habeşistân’a gönderdi. Kus şehrine vardığında hastalandı ve 1360 senesi Safer ayında vefât etti.
İbn-i Düreyhim, fıkıh, hadis, usûl-i fıkıh, kırâat, tefsir ilimleri yanında fen ilimlerine vâkıf olan büyük bir âlimdi. Hâfızası çok kuvvetliydi. Hitâbeti ve konuşması çok güzel olup, birçok eser yazdı: 1) El-İnsâf bid-Delîl fî Evsâf-in-Nîl, 2) Kenz-üd-Dürer fî Hurûfi Evâil-is-Suver, 3) Gâyet-ül-Mağnem fil-İsm-il-A’zâm, 4) El-Menhec-üs-Savâb fî Kubhi-İstiktâbi Ehl-il-Kitâb yazdığı eserlerden bâzılarıdır.
İbn-i Düreyhim, hayvanlar hakkında Kitâbü Menâfi-ül-Hayevân isimli bir eser yazmıştır.
Arapça olan bu eserde, altın zemine çizilmiş ve hayvanları en ince detayına kadar gösteren 250 civârında minyatür vardır. Eser, 154 yaprak olup, her sayfada on üç satır bulunmaktadır. Baş kısmı kaybolmuştur. İnsan vücudunun sıvılarını ve gizliliklerini bildirmekle başlayan eserde, ehil ve vahşî hayvanlar ile, kuşlar, balıklar, sürüngenler, solucanlar, böcekler ve diğer hayvanlar ele alınmaktadır. Eserin çok güzel bir yazması, Escorial Kütüphânesindedir.
On üçüncü yüzyılda yetişmiş ve İslâm âleminde tanınmış en meşhur tıp âlimlerinden. İsmi, Ahmed bin Kâsım es-Sâdi el-Hazrecî, künyesi Ebü’l-Abbâs, lakabı Muvaffaküddîn’dir. Kendisi gibi tabip olan dedesinin lakabı olan İbn-i Ebî Usaybia adıyla meşhur oldu. Babası ve amcası da devrin ileri gelen tabiplerindendiler. Meşhur eseri Tabakât-ül-Etibbâ’da kendi hayâtı hakkında biraz bilgi bulunmaktadır. Bu bilgiye göre, 1203 (H.600) senesinde Kâhire’de doğmuş, 1269 (H.668) senesinde Şam’da vefât etmiştir.
Büyük bir kâbiliyete sâhib olan İbn-i Usaybia, Mâristan-ı Nûriyye’de tıp ilmini öğrendi. Ruhbî, Kullî, İbn-i Baytâr ve Dahvar gibi büyük hekimlerden tıp dersleri aldı. Ayrıca İbn-i Baytâr ile berâber botanikle ilgili çalışmaları oldu. Daha sonra Kâhire’deki Nâsırî Hastahânesinde göz doktorluğu, 1237 senesinde Sarhad’da, Emir İzzeddîn ile Aydemir’in özel doktorluğunu yaptı.
Bir taraftan mesleği ile ilgili çalışmalarına devâm ederken, diğer yandan Tabakât-ül-Etibbâ adlı eserini yazdı. Tıp bilginlerinin biyografilerini veren bu eser, aynı zamanda fizikçi, filozof, astronom ve matematikçilerin de hayâtlarını anlattığı için, vazgeçilmez bir kaynak olarak günümüze kadar kullanılmıştır. Daha çok tıp târihiyle ilgili olan bu eser, sâhasında tektir. İbn-i Ebî Usaybia, eserini 1242 senesinde bitirdiği hâlde, esere ölümünden bir sene öncesine kadar çeşitli ilâvelerde bulunmuştur.
Dört yüz kadar doktorun hayâtına yer verilen bu eserde ayrıca Hint ve Yunan tıbbı ve doktorları hakkında da bilgi verilmiştir. Eser, İslâm âleminin ilmî ve sosyal durumu hakkında da geniş bilgiler vermektedir. Eserin en faydalı taraflarından biri de günümüze ulaşamamış eserlerden bâzı parçalara yer vermesidir. Son derece sağlam kaynaklara ve vesikalara dayanan eserde, hekimlerin hayâtları hakkında verdiği bilgiler şüphe edilemiyecek derecede doğru ve sağlamdır. İbn-i Ebî Usaybia, hekimlerin hayâtlarını ele aldığı her kısmın sonuna, faydalandığı kaynakları da yazmıştır. Hekimlerin büyük ilmî faâliyetlerini, en doğru şekilde nakletmiştir.
İbn-i Ebî Usaybia’nın bundan başka tıbba âit eserleri şunlardır: 1) Kitâb-ü Hikâyât-il-Etibbâ fî İlâcât-il-Edvâ, 2) Kitâb-ül-İsâbât-ül-Müneccim, 3) Kitâb-üt-Tecârib vel-Fevâid (Bu eserini tamamlayamamıştır).
Dokuzuncu yüzyılda yetişen hadîs, siyer ve târih âlimi. İsmi, Abdullah bin Muhammed, künyesi Ebû Bekr’dir. İbn-i Ebiddünyâ diye meşhur olmuştur. 823 (H.208) senesinde Bağdat’ta doğdu, 894 (H.281) senesinde Bağdat’ta vefât etti.
İbn-i Ebiddünyâ, babasından ve Ahmed bin İbrâhim el-Mûsulî, Süleymân el-Vâsıtî, El-Begâvî, Ebû Dâvûd es-Sicistânî gibi birçok âlimden ilim öğrendi ve rivâyette bulundu. Büyük bir ilmî olgunluğa ulaşıp, halîfelerden ve devlet adamlarından iltifât gördü. Halîfelerin çocuklarını terbiye edip, onlara dînî bilgiler öğretti. İbn-i Mâce, Vekî’, Ebû Bekr Ahmed bin Mervân ed-Dîneverî ve başka pekçok âlime hadîs-i şerîf ve ilim öğretti. Âlimler arasında iyi bir intibâ bıraktı.
İbn-i Ebiddünyâ, çok güzel konuşur, isterse kendisini dinleyenleri güldürüp, ağlatırdı. Güzel ahlâk sâhibi olup güzel ahlâkı yaymak için çalışırdı.
Eserleri: İbn-i Ebiddünyâ, üç yüze yakın kitâb yazmış ve kitablarında birçok hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Yazdığı eserlerin bir çoğu günümüze kadar ulaşamamıştır. Bir kısmı Mısır’da ve Hindistan’da basılmıştır. Bu eserlerden bâzıları şunlardır: 1) Mekârim-ül-Ahlâk, 2) Kitâb-üz-Zühd, 3) Kitâb-üs-Sumt, 4) El-Müsned-ü Kebîr, 5) Mekâyid-üş-Şeytân, 6) Kitâb-ül-İhvân, 7) Kitâb-ül-Kubûr, 8) En-Nevâdir, 9) Er-Regâib, 10) Ahbâr-ul-Kureyş, 11) Kitâb-üş-Şükr.
İbn-i Ebiddünyâ’nın rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları şunlardır:
Tövbe eden Allah’ın sevgilisidir. Günâhlardan tövbe eden hiç günâh işlememiş gibidir.
Kul haklı da olsa, münâkaşayı terk etmedikçe îmânı kemâle ermez.
Her kim Allah için bir dost edinirse, Allahü teâlâ onun için Cennet’te yeni bir derece (makam) yaratır.
Açı doyur, susuza su ver, ma’rûfu (iyiliği) emret, münkerden (kötülükten) nehyet (sakındır). Bunlara gücün yetmezse hayır olmayan sözlerden dilini çek.
Seyâhatnâme müellifi. Abbâsî halîfesi Muktedir’in 921 (H.309) senesinde Bağdat’tan İdil Bulgar Kralına gönderdiği elçilik heyetinin kâtibi. Halîfenin, Bulgar Kralına yazdığı mektubu krala okuyup, anlatarak hediyeleri vermek; muallim ve fakihlere nezâret etmekle vazîfelendirilmişti. Dönüşünde, yolculuğu esnâsında şâhid olduğu hâdiseleri renkli bir şekilde kaleme aldı. Eserindeki bilgilerden, din ilimlerinde âlim bir zât olduğu anlaşılmaktadır.
Bulgar Kralına gönderilen elçilik heyeti ile birlikte 921 senesinde Bağdat’tan hareket eden İbn-i Fadlân; Rey, Nişâbur, Merv, Buhârâ ve Harezm yolu ile 922 senesinin Mayıs ayında, o zaman çadırlarda yaşayan Bulgar Kralının karargâhına ulaştı. Horasan’da Şiî isyânına şâhid oldu. Buhârâ’da büyük Sâmânî emîri Nasr bin Ahmed’in ve onun veziri meşhur coğrafyacı Ceyhânî’nin misâfiri oldu. Harezm vâlisi Muhammed bin Irâk’ın, şimdiki Batı Kazakistan’ın Ural vilâyetlerinde Oğuz Yabgusu nâibinin (kuzerkin) ve onun subaşısının misâfiri oldu. Subaşıya halîfenin dost ve müttefîki olmayı teklif eden bir mektubunu verdi. Ural vilâyetinde Başkırtlardan bir kısmını gördü. Yayık Nehri civârında Peçeneklerin ülkesinden geçti. Bu ülkeler ve kavimler hakkında, Bulgar ülkesi ve halkı hakkında önemli mâlûmâta sâhib oldu. Elde ettiği bilgileri Seyahatnâme’sinde yazdı.
Zamânında milletlerarası münâsebetlerden geniş ölçüde haberdâr bir diplomat olan İbn-i Fadlân, Abbâsî halîfesinin zor durumda olduğu bir zamanda Türklerle dostluk kurulmasını sağladı. Risâle veya Rıhle adıyla anılan seyâhatnâmesinin aslı bulunarak çeşitli dillere tercüme edilmiştir.
Dokuzuncu yüzyılda yetişen ve ilk uçağı yapıp uçmayı başaran Müslüman astronomi âlimi. İsmi, Abbâs bin Firnâs olup, künyesi Ebü’l-Abbâs’tır. Doğum târihi bilinmemektedir. Kurtuba’da doğmuştur. Âilesi, Berâbir Kabîlesindendir. Halîfe İkinci Abdurrahmân bin Hakem’in zamânında yaşadı. Hayâtı hakkında fazla bir bilgi yoktur. 887 (H.274) senesinde doğduğu Kurtuba’da vefât etti.
İbn-i Firnâs, o zamâna kadar görülmemiş bir âlet yaparak, üzerine kumaş geçirdi ve kuş tüyleri taktı. Bu âleti çalıştırmayı, peşinden de havalanmayı başardı. Uzun süre havada kaldı. Daha sonra bir kuş gibi yere indi. Sâdece yere inerken hafifçe yaralanmıştı. Bunun sebebi de uçağın bir kuyruklu olmasıydı. İbn-i Firnâs, bu uçmayı, Avrupa’da uçakla uçmayı ilk defâ gerçekleştiren Wright kardeşlerden tam 1023 sene önce gerçekleştirmiştir.
İbn-i Firnâs’ın, keşifleri sâdece bununla kalmadı. Taşlardan cam yapma usûlünü buldu. O, tamâmen kendine has bir metodla kum ve taşlardan cam ve kristal yapmayı başardı. Sülfirik nitrik, nitro hidroklorik asitleri keşfetmiş, ayrıca birçok kimyevî maddeyi de ortaya çıkarmıştır. Ayrıca güneş ve gezegenleri hareket hâlinde gösteren bir Plenatarium yaptı. İbn-i Firnâs, bu cihazla yıldızlardan başka bulutları, hattâ şimşekleri de inceledi. Aynı zamanda şâir olan İbn-i Firnâs’ın itikâdının bozuk olduğu söylenir.
Hadis âlimlerinin büyüklerinden ve Şâfiî mezhebinde meşhur fıkıh âlimi. İsmi, Ahmed bin Ali bin Muhammed bin Muhammed bin Ali bin Ahmed olup, künyesi Ebü’l-Fadl’dır. Lakabı Şihâbüddîn olup; El-Kınânî, El-Askalânî, El-Mısrî ve El-Kâhirî nisbetleri vardır. 1376 (H.778) senesinde Kâhire’de doğdu. 1449 (H.852)da orada vefât etti.
Küçük yaşta babasını ve annesini kaybeden İbn-i Hacer, dokuz yaşındayken El-Muhtasar-üt-Tebrîzî adlı eseri şerh eden Sadreddîn-i Saftî’nin yanında Kur’ân-ı kerîm’i ezberledi. Az zaman sonra fıkıh ve sarf ilimlerini öğrenmeye başladı. Daha sonra uzun müddet, zamânın en meşhur âlimlerinden ders aldı. El-Bülkinî, El-Bermâvî, İbn-i Mülakkın ve İbn-i Cemâ’a’dan hadis ve fıkıh ilmini öğrendi. Sadreddîn İbşîtî, Şemseddîn el-Kattân’dan fıkıh, Arap dili ve edebiyâtı ile hesap ilimlerini tahsil etti. Nûreddîn el-Ebnâsî’nin fıkıh derslerini dinledi. Hümâm el-Harezmî, Kanber el-Acemî, İbn-i Sâhib, Şihâbüddîn Ahmed bin Abdullah el-Bûsırî ve Cemâlüddîn el-Mardînî’den ilim öğrendi. Lügat, Arap dili ve edebiyâtının inceliklerini El-Gamârî ve İbn-i Hişâm’dan; aruzu, Bedreddîn el-Beştekî’den; hat (yazı) ilmini, Ebû Ali ez-Zeftâvî, Nûreddîn Bedmâsî’den; kırâat ilmini de Et-Tenûhî’den öğrendi.
1390 senesinden sonra bilhassa hadis ilmi tahsili ile meşgul oldu. Mısır, Sûriye, Hicâz ve Yemen’e ilmî seyâhatler yaptı. Yemen’de Kâmûs müellifi Fîrûzâbâdî’nin derslerine devâm etti. Şam, Gazze, Remle, Kudüs, Dımaşk gibi yerleri dolaşarak birçok âlimden ilim öğrendi ve hadîs-i şerîf rivâyet etti. On sene müddetle Zeyn-ül-Irâkî’den hadis tahsil etti. Hocalarının hepsi ona fetvâ verme ve ilim öğretme husûsunda icâzet (diploma) verdiler.
İbn-i Hacer, birçok ilmî eseri ezberledi. Râvîlerin hâl tercümelerini bilmede ve târih ilminde eşi yoktu. Cemâiliyyet-ül-Cedîde Medresesinde hadis dersleri okuttu. 1411 senesinde, buradan ayrılıp eser yazmakla meşgul oldu. Baybarsiyye Medresesinde şeyhlik (rektörlük) yaptı. Daha sonra Müeyyidiyyet-ül-Cedîde Medresesinde Şâfiî fıkhını okuttu.
İbn-i Hacer, kendisine Mısır’da teklif edilen kâdılık vazifesini önce kabul etmedi. Sonra Kâdılkudât el-Bülkînî’nin ısrârına dayanamayarak, 1423’te kâdı oldu. Kâdılık vazifesinden birkaç defâ ayrılıp, tekrar o göreve getirilmek sûretiyle yirmi bir sene kâdılık yaptı. Ayrıca, muhtelif câmi ve medreselerde tefsir, hadis ve fıkıh okuttu.
Zamânın en büyük hadis âlimlerinden olan İbn-i Hacer’in dersleri çok büyük rağbet görüp mütehassıslar tarafından takib edilirdi. İbn-i Hacer; Dârüladl’de müftî, Baybarsiyye Medresesinde müdür ve müfettiş, Ezher ve Amr ibni Âs câmilerinde hatip ve Mahmûdiyye Kütüphânesinde hâfız-ı kütüb oldu. O kütüphânedeki eserleri ve içindeki bilgileri bilirdi. Şâir ve yazar olarak da takdîre mazhâr olan İbn-i Hacer’in edebî yönü büyüktü. Yazdığı eserlerin çoğu, İslâmiyetin anlatılması ve öğretilmesi husûsunda olup çok kıymetlidir. Eserleri, daha hayattayken yayıldı. Hükümdârlar ve emîrler, birbirlerine hediye olarak gönderdiler.
İbn-i Hacer-i Askâlânî 1449 senesinde Kâhire’de vefât etti. Cenâze namazında sultan da bulundu. Halîfenin izniyle cenâze namazını El-Bülkînî kıldırdı. Karâfe Kabristânında İmâm Leys bin Sa’d’ın kabri yakınına defnedildi.
Eserleri:
İbn-i Hacer-i Askalânî, yüz elliden fazla eser yazdı. Bunlardan en önemlileri şunlardır:
1) Feth-ul-Bârî li Şerh-il-Buhârî:Sahîh-i Buhârî’nin şerhi olan bu eser çok meşhurdur. Bu eserini tamamladıktan sonra, beş yüz altın harcayıp büyük bir ziyâfet verdi. Çok kıymetli olan bu eserin çeşitli yerlerde baskısı yapılmıştır. 2) Tehzîb-üt-Tehzîb, 3) Lisân-ül-Mîzân, 4) Ta’cîl-ül-Menfea, 5) Takrîb-üt-Tehzîb, 6) El-İsâbe fî Temyîz-is-Sahâbe: Bu eserinde İbn-i Hacer, Eshâb-ı kirâmın hayâtlarını çok güzel anlatmaktadır. Dört cilt olan bu eser, İbn-i Esîr’in Üsüd-ül-Gâbe kitabından daha mükemmeldir. 1863 (H.1280) senesinde Hindistan’da ve 1910 (H.1328) yılında Mısır’da ve Beyrut’ta basılmıştır. 7. Ed-Dürer-ül-kâmine: Dört cilttir. Sekizinci asırda yaşayan meşhur âlim, devlet adamı ve ileri gelenlerin hayatlarını anlatmaktadır, matbûdur. 8) Ref-ül-Isr, 9) Nüzhet-ül-Elbâb fil-Elkâb, 10) Tebsîr-ül-Müntebih, 11) Zehn-ül-Firdevs, 12) Müsned-ül-Bezzâz, 13) El-Münebbihât alel-İsti’dâdi li Yevm-il-Meâd gibi eserlerinden başka, bir Dîvân’ı, târihle ilgili bir kitabı ve pek güzel hutbeleri vardır.
On altıncı yüzyılda yetişen büyük İslâm âlimlerinden. Adı, Ahmed bin Muhammed’dir. Künyesi Ebü’l-Abbâs, lakabı Şihâbüddîn’dir. Dedelerinden birisinin ismine nisbetle İbn-i Hacer nisbesiyle meşhur olmuştur. Mısır’da Heytem denilen yerde doğduğu için Heytemî, Mekke’ye yerleştiği için Mekkî nisbeleriyle tanınmıştır. 1566 (H.974) senesinde Mekke-i mükerremede vefât etti. Cennet-ül Muallâ Kabristanındaki Taberiyyîn türbesine defnedildi.
Küçük yaşta babası vefât edince, bakımı ve yetişmesi ile, Şemsüddîn bin Ebü’l-Hamâil ve Şemsüddîn Şenâvî, onu Heytem’den Tanta’ya götürdü. Orada Kur’ân-ı kerîm’i ezberledi ve bir müddet tahsil gördü. Daha sonra Mısır’a gidip Kâhire’de Zekeriyyâ Ensârî, Abdülhak Sünbâtî, Şihâbüddîn Tablâvî, Ebü’l Hasan-el Bekrî, Şihâbüddîn Neccar, Şihâbuddîn Remlî, El-Bulkînî gibi meşhur âlimlerden sarf, nahiv, meânî, mantık, ferâiz, hesab, fıkıh usûlü, hadis, tefsir, kelâm ve tasavvuf ilimlerini öğrendi. Şâfiî mezhebinde ve diğer mezheplerde büyük bir âlim olarak yetişti. Yirmi yaşındayken talebe yetiştirmek ve fetvâ vermek üzere icâzet (diploma) aldı. Bir müddet bu hizmetleri yaptıktan sonra, birkaç sene arayla, iki defâ hacca gitti. Sonra Mısır’a dönüp, üç sene daha kitap yazdı ve diğer hizmetlerine devâm etti. Sonra Mekke’de yerleşti. “İmâm-ül-Haremeyn” ismiyle meşhur oldu. Mekke’de halka fetvâ ve ders verdi. Bir taraftan da kıymetli eserlerini yazdı. Hicâz ve diğer beldelerde şöhreti yayıldı. İnsanlar, ondan istifâde etmek için yanına toplanırlardı. İslâm âlimleri; “İbn-i Hacer-i Mekkî’nin sözleri, yazıları, dört mezhepte de hüccettir, senettir.” buyurdular. O zamanlar Mısır ve Hicaz, Osmanlı Devletine bağlı olduğundan, Osmanlı pâdişâhı Kânûnî Sultan Süleymân’dan ve diğer devlet adamlarından son derece saygı ve iltifât gördü.
Yaşadığı asırda büyük hizmetler yapan İbn-i Hacer-i Mekkî insanları irşâd etti ve eşsiz eserler yazdı.
Eserleri:
Es-Savâik-ül-Muhrika adındaki kitabı, iki kısımdır. Birinci kısmında; dört halîfenin hilâfetlerinin hak üzere olduğu, bu büyüklerin ve Eshâb-ı kirâmın üstünlüklerini, onları sevmemiz lâzım geldiğini, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerle isbât etmektedir. Şiîlerin, bid’at sâhibi olduklarını, sapık ve yanlış yolda bulunduklarını, İslâmiyete çok zarar verdiklerini yazmaktadır. İkinci bölümünde Tathîr-ül-Cenân ismi ile meşhur olup, hazret-i Muâviye’nin ve Amr ibni Âs hazretlerinin Eshâbın büyüklerinden oldukları, İslâmiyete yaptıkları hizmetleri ve Eshâb-ı kirâmın üstünlüğü hakkında çok faydalı ve lüzumlu açıklama yapmaktadır. Bu eser İhlâs A.Ş. tarafından ofset yoluyla basılmıştır.
Ayrıca fıkıha dâir yetmiş kadar eserlerinden başka, Şâfiî mezhebinde en güzel fıkıh kitabı olan dört ciltlik Minhâc şerhi Tuhfet-ül Muhtâç, büyük günahları bildiren iki ciltlik Zevâcir adlı eseri, İmâm-ı A’zam’ın büyüklüğünü anlatan Hayrât-ül-Hisân, El-Fetevâ-yı Kübrâ, Nasîhat-ül-Mülûk, El-Fetâvâ-yı Hadîsiyye, Mehdî aleyhisselâmın ikiyüz kadar alâmetini bildiren El-Kavl-ül-Muhtasar fî Alâmât-il-Mehdî onun eserlerinden bâzılarıdır.
Büyük İslâm târihçisi, kırâat ve fıkıh âlimi, devlet adamı, sosyolog. İsmi, Abdurrahmân bin Muhammed Hadramî, künyesi Ebû Zeyd, lakabı Veliyyüddîn’dir. Aslen Yemen’in Hadramut şehrinden olduğu için Hadramî, âilesi Tunus’a hicret etmeden önce Endülüs’ün İşbiliyye şehrinde oturduklarından İşbilî isimleriyle de anıldı. 1332 (H. 732) senesinde Tunus’ta doğdu. 1406 (H. 808) senesinde Kâhire’de vefât etti.
İbn-i Haldûn, çocukluğundan olgunluk yaşına gelinceye kadar, babası Muhammed Vâbilî’nin nezâretinde yetişti. Ondan terbiye görüp, ilim öğrendi. Önce Kur’ân-ı kerîm’i ezberledi. O zamânın en meşhur kırâat âlimi olan Şeyh Ebû Abdullah Muhammed bin Bezzâl-i Ensârî’den kırâat-i seb’a’yı öğrendi. Arap dili ve edebiyâtını babası ile Muhammed el-Arabî, Muhammed Şevvaş ve Ebû Abbâs Ahmed bin Kassâr’dan öğrendi. Fıkıh ve hadis ilmini; Şemseddîn Ebû Abdullah Muhammed bin Câbir, Ebû Abdullah Muhammed bin Abdullah, Ebû Kâsım Muhammed Kusayr’dan okudu. Bunlardan başka, zamânındaki meşhur âlimlerin ilim meclislerine devâm edip, bilgi edep ve fazîletlerinden istifâde etti. Her birinden icâzetnâme (diploma) alarak, aklî ve naklî ilimlerde âlim oldu.
İbn-i Haldûn, ilimde şöhret ve fazîlet sâhibi olması sebebiyle, zamânın hükümdârlarınca takdir edilip sevildi ve önemli vazifelere tâyin edildi. Yirmi yaşlarında Tunus Hükümdârı Ebû İshak’a kâtib oldu. Sohbetlerine hayrân kalan, Fas hükümdârı Ebû İnân, 1349 senesinde Fas’a dâvet ederek, nişancılığa, her türlü yazışma, kânun ve nizâmların tanzim ve tasdikine memur etti. Böylece onun yakın adamlarından oldu. Fakat, onun bu derece yükselmesini çekemeyenler, sultana çeşitli şikâyetlerde bulunarak, suçsuz olduğu hâlde, 1360 senesinde hapse atılmasına sebeb oldular. Fas sultânının vefâtına kadar hapiste kaldı. Sonra sultânın veziri hapisten çıkarıp eski görevine tâyin etti. Fas’ın idâresi Sultan Ebû Sâlim’in eline geçince ona önce nişancılık, sonra da zabtiye ve dâvâlara bakma vazifesini verdi. Sultânın ölümünden sonra, vezir Ömer bin Abdullah hükümdâr oldu. Bu vezirle aralarında soğukluk hâsıl olunca, İbn-i Haldûn Fas’tan ayrılarak Endülüs’e gitti. Endülüs Sultânı Ebû Abdullah bin Ahmed, onu büyük bir alâkayla karşıladı ve bir müddet ilminden istifâde etti. Daha sonra Bicâye Sultânı Ebû Abdullah dâvet ederek, merâsimle karşıladı ve memleketinin idâresini ona teslim etti.
Bu sırada dağlarda yaşayan Berberî eşkıyâları isyân hâlindeydi. İbn-i Haldûn bizzat eşkıyâların üzerine yürüdü. Bâzan yumuşaklık ve şefkatle bâzan da şiddetle muâmelede bulunarak, âsîlerin hakkından geldi. Bicâye hükûmetinin durumunu düzeltmek üzereyken Sultân Ebû Abdullah öldürüldü. Tlemsan Hükümdârı Ebû Hamun’un dâveti ile 1371 senesinde Bicâye’de Biskrâ şehrine vardı. Burada da bâzı görevlerde bulunduktan sonra, Benî Tucin ilinde, “Selâmeoğulları Kalesi” adıyla tanınan şehre gitti.
Devlet memûriyetlerini bırakarak bir köşeye çekilip, ilim ve ibâdetle meşgul oldu. Bu kalede dört sene kaldı. Bu müddet içinde ilim âlemince takdir edilen mühim eseri Mukaddime’yi yazdı ve eserini 1378 senesinde Tunus Sultânı Ebû Abbâs’a takdim etti. Tunus Sultânı, Mukaddime’de ortaya koyduğu usûller çerçevesinde, bir de târih kitabı yazmasını ricâ etti. Bundan sonra da umûmî târihi yazdı.
Hacca gitmek maksadıyla Tunus’tan çıkıp Mısır’a gitti. Kâhire’de talebelerin ricâsıyla Câmi-ul-Ezher’de ders okutmaya başladı. Kısa zamanda şöhreti yayıldı ve Ezher Medresesine müderris (profesör) oldu. 1384 senesinde de kâdılığa tâyin edildi. İki sene kadar bu vazifede kaldı. Âdil kararları ile herkesin sevgisini kazandı. Büyük bir İslâm hukukçusu olarak tanındı. Kendisini çekemeyenlerin şikâyeti üzerine, sultânın huzûrunda onlarla muhâkemeye çıktı. Hasımlarının iddiâlarını kesin delillerle çürüttü. Bu hâdiseden sonra kâdılığı bıraktı. Bir müddet daha ders okuttu. Tîmûr Han Şam’ı alınca, onunla görüşüp hürmet ve ikrâmına kavuştu.
Ömrünün son senelerini Mısır’da geçiren İbn-i Haldûn’a, Sultan Nâsıreddîn Ferec devrinde de hürmet ve saygı gösterildi. Sultan Sâlih’in türbesinin yanındaki medresede fıkıh ve hadis dersleri okuttu ve defâlarca Mâlikî kâdılığında bulundu. Kâdılığı esnâsında, 1406 senesinde Kâhire’de vefât etti. Nasr kapısı dışında Sofiyye Kabristanına defnedildi.
İbn-i Haldûn, sosyoloji ilminin kurucusu olarak tanınmıştır. O, sosyoloji ilmine İlmu Tabiat-il-Umrân adını vermiştir. İnsanların cemiyetler hâlinde birbiriyle yardımlaşarak memleketlerini îmâr etmelerini ve yaşayışları için gereken geçinme vâsıtalarını, sebepleri ve âletleri hazırlamalarını “umrân” kelimesiyle ifâde etmiştir. Kendinden önce sosyoloji ilmine temas edenlerden farklı olarak, bu ilmin, siyâset, ahlâk, hitâbet ve başka ilim ve fen cümlesinden olmayıp kendi başına bir ilim olduğunu ortaya koymuştur.
İbn-i Haldûn’un sosyoloji ilmi ile ilgili görüş ve düşünceleri meşhur Mukaddime kitabındadır. Bu kitap, yazdığı târih kitabının önsözü mâhiyetinde olup, iki cilt hâlindedir. İbn-i Haldûn, târih ilminde belli metodlar bulunmasını ve târih yazarlarının bu metodlara uymasını açıklamalı bir şekilde misallerle yazmıştır. Gördüğü ve yaşadığı siyâsî hâdiseler, sultânlar ve idârecilerle irtibât hâlinde bulunması eserin yayılmasında büyük rol oynamıştır. İbn-i Haldûn yine, psikolojiyi târihe uygulayan ilk ilim adamıdır.
İbn-i Haldûn’un manzûme, risâle, İbn-i Rüşd ve Fahreddîn Râzî’nin eserlerine yazdığı özetlerin yanında, matematik ve mantığa dâir eserleri de vardır. Fakat bunlar günümüze kadar gelememiştir. Günümüze ulaşan tek eseri yedi ciltlik Kitâb-ul-İber’dir. Bir târih kitabı olan bu eser, üç bölümden meydana gelmiştir. Birinci bölüm, Mukaddime’dir. İkinci bölümde Arapların târihi yanında, Sûriye, Pers, Yahûdî, Kıpt, Yemen, Roma, Türk ve Franklılar târihi; üçüncü bölümde ise Berberîlerin ve güney Afrika’daki Müslüman hânedânların târihi anlatılmaktadır. Eser, inceleme ve araştırma yönünden emsâlsizdir. Bütün Avrupa târihçilerinin birçok konularda mürâcaat ettikleri ana kaynaktır. Yedi cilt hâlinde Mısır’da basılmıştır.
Bu târih kitabının girişi olan Mukaddime başlı başına meşhur bir eserdir. Çeşitli yönleriyle insan cemiyetlerinin târif ve açıklaması ile başlayan Mukaddime, altı bölümden ibârettir. Birinci bölümde medeniyet; ikinci bölümde göçebe ile şehirli kültürlerinin karşılaştırılmaları, zıtlıklardan ortaya çıkan çatışmaların sosyolojik târihî sebepleri ve sonuçları; üçüncü bölümde hânedânlar, krallıklar, halîfeler, sultanların asâlet sıralaması, idârenin temelleri, bâzı Hıristiyan ve Yahûdî olanlar da dâhil olmak üzere çeşitli mevzûların açıklanması; dördüncü bölümde köy ve kasabalardaki hayâta dâir müşâhadeleri; beşinci bölümde geçim araçları, meseleler, sanat ve ticâret, iş hayâtı, zirâat, dış ticâret, inşâat; altıncı ve son bölümde ise çeşitli bilimler, öğrenme ve öğretme, psikoloji ve bilimlerin sınıflandırılması anlatılmaktadır.
Mukaddime, değişik konular ve bilgiler hakkında bir hazînedir. Özellikle İbn-i Haldûn’un kullandığı araçların antik ve ortaçağ batı târihçi ve sosyologlarına çok farklı gelmesi, bu eseri onlara çok değerli kılmıştır. Bâzı batılı târihçiler tarafından ortaçağın en önemli eseri olarak görülen bu kitap, târihî metodları açıklayan modern bir el kitabına benzemektedir.
Mukaddime’nin ilk iki kısmı Şeyhülislâm Pîrîzâde; üçüncü kısmı da Cevdet Paşa tarafından; daha sonraki yıllarda ise, başka mütercimlerce tercüme edilerek yayınlanmıştır. Târihinin bir kısmını da Sabîhî Paşa tercüme etmiştir. Bu eserler, ayrıca Avrupa dillerine de çevrilmiştir. Bu kitaplarından başka eserleri de olduğu rivâyet edilen İbn-i Haldun’un mûteber olmayan görüş ve fikirleri de vardır.
İbn-i Haldûn, Anadolu’da Kâtib Çelebi tarafından tanıtıldı. Nâimâ, Pîrîzâde Mehmed ve Ahmed Cevdet Paşa gibi Osmanlı târihçilerinde İbn-i Haldûn’un tesirleri görüldü. Batı dünyâsı ise İbn-i Haldûn’la 19. asırda tanışabildi. İlk defa Hammer 1812 senesinde onun önemini anlamış ve onu“Arap Montesquiesü” olarak isimlendirmiştir. Batı tarafından tanınması, İslâm dünyâsında ününü bir kat daha arttırmıştır.
On üçüncü asırda yetişen Şâfiî mezhebi fıkıh ve târih âlimi. İsmi, Ahmed bin Muhammed bin İbrâhim bin Ebû Bekr bin Hılligân bin Bavel bin Abdullah el-Bermekî el-İrbilî’dir. Künyesi Ebü’l-Abbâs olup, lakabı Şemsüddîn’dir. Erbîl’de (Dicle Nehrinin doğu kıyısında bulunan Musul’un yakınında) 1211 (H. 608) yılında doğdu ve 1282 (H. 681) senesinde burada vefât etti.
Başta babası olmak üzere Ebû Muhammed bin Hibetullah, Müeyyed Tûsî, Abdülmu’iz Hirevî gibi âlimlerden dînî ilimleri tahsil etti. İlim öğrenmek için Şam, Musul ve Haleb’e giderek Kemâlüddîn bin Yûnus’tan ve Behâüddîn bin Şeddâd’dan ilim öğrenip, icâzet (diploma) aldı. Şam ve Mısır’da kâdılık yaptı. Sonra kâdılığı bırakarak, Eminiyye denilen yerde ölümüne kadar ders okuttu ve talebe yetiştirdi. Sultan Zâhir Şah için yazdığı târih kitâbı çok beğenilip, kendisine vezirlik teklif edildi ise de hased edenleri çok olduğundan vezirliği gerçekleşmedi.
En meşhur eseri, Vefeyât-ül-A’yân ve Enbâu Ebnâ-iz-Zemân adlı târih kitâbıdır. Bu eserin, Berlin, Gothe ve Britanya müzesinde nüshaları mevcuttur. Dr. İhsân Abbâs, muhtelif yerlerde bulunan nüshalarından faydalanarak, eseri tahkikli olarak yedi cilt hâlinde bastırmış, sekizinci cildi, geniş bir fihrist olarak vermiştir.
Osmanlılar zamânında yetişen matematik âlimi. İsmi Ali bin Vâli bin Hamza olup, İbn-i Hamza adıyla meşhur oldu. On altıncı asırda yaşayan doğum ve vefât târihleri belli olmayan İbn-i Hamza Mağribi, aslen Cezâyirlidir. Hayâtı hakkında çok az bilgi olan İbn-i Hamza, bir müddet İstanbul’da kaldı. Bu zaman zarfında ilim öğrenip icâzet (diploma) aldıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. Fevkalâde güzel Türkçe öğrenen İbn-i Hamza, İstanbul’dayken Tuhfet-ul-A’dâd li-Zev-ir-Rüşdi ves-Sedâd adlı matematik ve cebire dâir meşhur eserini o devrin Türkçesiyle hazırladı. 1590 (H.999) târihinde sağ olduğu bilinmektedir.
İbn-i Hamza, çalışmalarında özellikle sayısal ve geometrik süreklilikler ve uygunluklar konusu üzerine ağırlık vermiş ve logaritma ilminin gelişmesindeki temel konularda başarılı olmuştur. Bu çalışmalarında sayısal süreklilikler ile geometrik süreklilikler arasında bağlantı kurmuş ve ikisini birbirine tatbik etmiştir. Böylece o, logaritmayı geliştirmede hakîkî öncü sayılmaktadır.
İbn-i Hamza muhtelif ilim dallarında çalışmış olmakla berâber, özellikle matematik alanında mütehassıs olmuştur. Bu çalışmaları onu çözülmesi güç problemlerin hallini kolaylaştıran logaritmanın temel bilgilerini bulmaya sevk etmiştir. Batı ilim adamları John Hagien’i logaritmanın kurucusu olarak ortaya atarlarsa da, çalışmalarından ve eserlerinden İbn-i Hamza’nın modern logaritmanın kurucusu olduğu görülür. Logaritmanın esaslarını ortaya koyan Sinan bin Feth el-Harrânî ve İbn-i Yûnus es-Sadefî el-Mısrî, İbn-i Hamza’nın hocalarıdır. İbn-i Hamza bu âlimlerden öğrendiklerini sistematize etmiş ve bu alanda yeni keşifler yapmıştr.
Mağribî, ilmî haysiyet ve dürüstlüğü ile meşhûrdu. Sinan bin Feth Harrânî, İbn-i Yûnus, İbn-ül-Hâim, İbn-i Gâzi el-Meknâsî gibi devrin meşhûr âlimleri eserlerinde ondan bahsederken, bunu açıkça ifâde ile kendisinden istifâde ettiklerini, ilme yaptığı hizmetleri dile getirirler. İbn-i Hamza, zekâsının keskinliği ile de meşhurdu. Çok dikkatli olup, her sözü ve araştırmayı sâhibine nisbet etmekte çok titizdi.
Eserleri:
1) Tuhfet-ül-A’dâd li Zev-ir-Rüşdi ves-Sedâd: Matematikle ilgili olup, bir giriş dört makâle ve bir sonuç bölümünden meydana gelmiştir. Bu eserde asal sayılar ve bunlarla yapılan dört işlem hakkında bilgi verilmektedir. Bayağı kesirler, kökler ve bunlarla yapılan dört işlem hakkında bilgi verilmekte ve asal sayıların kareköklerinin alınması üzerinde durulmaktadır. Ayrıca üslü sayılarla yapılan dört işlem usûllerini ve üçüncü, dördüncü kuvvetleri bulunan sayıların köklerinin alınması yolları îzâh edilmektedir. Bilinmeyenlerin hesaplanması metodları üzerinde durulmakta ve bunun için de simetrik metodu ve olmayana ergi metodu uygulanmaktadır. Geometrik cisimlerin ve şekillerin alan ve hacim hesapları ile bunların usûl ve çözüm yolları üzerinde durulmaktadır. Kendinden önce ve devrinde yaşayan matematikçilerin çözemediği geometri ve cebirle alâkalı problemlerin çözümünü anlatmaktadır. Bu problemleri daha önce kimsenin ortaya koyamadığı matematik metodları ile çözmüştür.
2) El-Mesdet-ül-Mekkiyye.
On dördüncü asırda Endülüs’te yetişen târihçi, tıp âlimi ve ediplerden. İsmi, Ahmed bin Ali bin Muhammed bin Ali bin Hâtime’dir. Künyesi, Ebû Câfer olup, Ensârın soyundan olduğu için Ensârî adıyla bilinir. İbn-i Hâtime diye meşhûr olmuştur. 1324 (H.724)te El-Meriyye’de doğdu. 1369 (H.770) da vefât etti.
Hayâtının büyük bir kısmını doğduğu yer olan El-Meriyye’de geçiren İbn-i Hâtime, zamânının âlimlerinden çeşitli ilimleri tahsil etti. Gırnata’ya giderek ileri gelen kimselerle görüştü. Ebü’l-Berekât el-Belâfikî, İbn-i Lûyîn, İbn-i Câbir, İbn-i Şu’ayb ve İbn-i Ferhûn gibi âlimlerden ilim öğrendi. El-Meriyye Câmiinde hatib ve mukrî (Kur’ân-ı kerîm okuyucusu) vazifelerinde bulundu. Târih ve tıb ilimlerinde eserler yazıp, meşhur oldu. Yazdığı kıymetli şiirlerle devrinin insanları arasında îtibâr sâhibi oldu. Tıb ilminde, Avrupa’da o güne kadar bilinmeyen karantinayı uyguladı. Salgın hâlde olan vebânın sebepleri, belirtileri ve tedâvi şekillerini tesbit ederek tıpta yenilikler ortaya koydu.
Çeşitli ilimlere dâir yazdığı eserleri şunlardır:
1. El-Meziyyet-ül-Mer’iyye alâ Gayrihâ Minel-Bilâd-il-Endelüsiyye;
2. Tahsîl-ül-Garad-il-Kâsid fî Tafsîli-Marad-il-Vâfid: 1349 senesinde Endülüs’te görülen vebâ salgınını bu eserinde anlatmıştır. Umûmî olarak bulaşıcı hastalıkların meydana geliş sebeplerini, belirtilerini ve tesirlerini tıbbî olarak îzâh etmiştir. Siyah ölüm denilen vebâ hastalığı üzerinde özellikle durduğu eseri, bu sâhada yazılanların ilkidir.
3. Dîvân; Reyhânetün min Edvâh ve Nesemetün min Ervâh;
4. Kitâb-ür-Râik-ut-Takiyye fî Fâik-it-Tevriyye;
5. El-Fasl-ül-Âdil Beyn-er-Rakîb vel-Vâsî vel-Âdil;
6. İbâd-ül-Leâl fî İnşâd-id-Davâl;
7. İlhak-ül-Akl bil-His.