ISTRANCALAR
Trakya’nın kuzeydoğusunda bulunan ve yüksekliği fazla olmayan bir dağ silsilesi. Yıldız Dağları adı da verilir.
Kuzeyinde Rezue Deresi, doğusunda Karadeniz, güneyinde ve batısında Ergene Ovası bulunur. Binkılıç-Kofçaz hattı sırt olup, doğuya ve güneye doğru yamaçlar halinde iner. Binkılıç bölgesinde dar olan Istrancalar, Bulgaristan’a yaklaştıkça genişler. Kofçaz-Binkılıç hattında dağın uzunluğu 120 km’dir. Bulgaristan sınırına yakın bölgelerde genişliği 100 km’’ye ulaşır. Istranca Dağları yüksekliği az olan dağlar olup, en yüksek noktası Büyük Mahya olup (1031 m) ortalama yüksekliği ise 400 m’dir. Dağ bir yayla görünümündedir.
Dağın, Karadeniz’e bakan yamaçları daha dik, gür ormanlarla kaplı ve bol yağış almaktadır. Yağış alan bölgeler çok gür çam ve gürgen ormanları ile kaplıdır. Güney yamaçları daha az meyilli, bahçeler ve bağlarla kaplıdır. Bölgede Akdeniz iklimi hüküm sürer. Dağın büyük bir bölümü ormancılık ve tarım maksatlarıyla kullanılmaktadır.
Alm. Rhabarber, Fr. rhubarbe (f). İng. rhubarb. Familyası: Kuzukulağıgiller (Polygonaceae) Türkiye’de yetiştiği yerler: Orta ve Doğu Anadolu ile Akdeniz bölgesi.
Mayıs-haziran aylarında çiçek açan, 100-150 cm boyunda, çok yıllık, otsu bir dağ bitkisi. Yapraklar bitkinin taban kısmında toplanmışlardır. Yaprak, kalp veya böbrek şeklinde, 30-60 mm ebadında, kenarları dişli, damarlar alt yüzden dışarı doğru çıkıktır. Çiçekleri geniş bir bileşik salkım durumunda toplanmıştır. Çanak yaprakları 6 parçalıdır. Meyveleri 10-15 mm uzunluğunda, kırmızımtrak renkli ve kanatlıdır. Toprak altında etli bir rizomu bulunmaktadır.
Kullanıldığı yerler: Tâze sürgün ve yaprakları sebze olarak yenir. Kökleri ise kabız edici özelliktedir.
Alm. Licht (n), Fr. lumière (f), İng. light. Çevremizdeki cisimleri görmemize ve renkleri ayırd etmemize yarayan enerji şekli.
Işığın yapısı: Işığın ilk teorileri metafizik fikirlerin tesiri altında o kadar kalmıştı ki, ışığı anlamada bu fikirler herhangi bir fayda getirmemiştir. On yedinci yüzyılda Avrupa’da genel kanaat, ışık kaynağından göze bir şey taşındığı veya yayıldığı şeklindeydi. Bu tür düşünce tarzı iki farklı fikrin meydana gelmesine sebeb oldu. Bunlardan birincisi; “Işık, doğru boyunca çok hızlı hareket eden küçük zerreciklerden ibarettir.” şeklindeydi. Bunu destekleyen en yaygın gözlem, ışığın önüne konan cisimlerin gölgelerinin meydana gelmesiydi. İkinci hipotez ise, ışığı bir dalga şeklinde kabul etmekteydi. Bunu destekleyen gözlem ise, birbirlerini kesen iki ışık hüzmesinin birbirlerinden etkilenmemeleriydi. Bu hipoteze göre ışık eğer maddeciklerden (zerreciklerden) ibaret olsaydı, söz konusu iki ışık hüzmesinin birbirinden etkilenmeme hâlinin mümkün olmayacağı düşünülmekteydi. Ancak bu ilk fikirler, uygun matematik metodlarının ve deney tekniklerinin eksik olması sebebiyle ilerleme gösterememiştir.
Isaac Newton (1642-1727) beyaz güneş ışığının kırmızıdan mora kadar tam bir renkler grubundan ibâret olduğunu göstermiştir. Bu konuda Newton’dan çok önceleri, İslâm âleminin yetiştirdiği fen âlimlerinden İbn-i Heysem (965-1051)de çalışmalar yapmıştır. Hattâ ekseri ilim adamları onun modern anlamdaki geometrik optiğin kurucusu olduğunu, ışığın yansıma ve kırılma kânunlarını ilk defâ bulduğunu kabul etmektedirler. Newton, ışığın kırılmasını, daha yoğun bir ortama girerken ışığı meydana getiren parçacıkların hızının arttığı şeklinde açıklamıştır. Ayrıca, ışığın, saydam ortamların yüzeyinden kısmen yansıyıp kısmen de kırılmasını, ışık tâneciklerinin zamanla periyodik olarak değişen bir özelliği olduğunu kabul ederek açıklamaya çalıştı. Kendi adı verilen ve bir girişim olayı olan Newton halkalarını ilk defa bulduysa da, bunların dalga teorisindeki önemini fark edememiştir. Newton’un bu tanecik teorisi ışığın bir engele rastlayınca kırınıma (difraksiyon) uğraması ve benzer olayları açıklamaktan uzak kalmıştır.
Newton ile aynı devrede yaşayan Christian Huygens (1629-1695) yaptığı çalışmalarıyla, dalga teorisini kabul edilen seviyeye getirmiştir. Huygens prensibi olarak isimlendirilen basit bir ilkenin kabulü ile yansımayı, kırılmayı ve tam yansımayı açıklamak mümkündü. Kendisi aynı zamanda çifte kırılmayı incelemiş ve bu olayı doğru bir şekilde açıklamak için ilk temeli atmıştır. Huygens’in ışığın kırılmasını açıklamasında, ışık hızının yoğun ortamda havadakine göre daha az olduğunu kabul etmek gerekiyordu. (Bkz. Huygens, Christian).
Optik ilmi, 19. yüzyıla kadar önemli bir ilerleme kaydetmemişti. 1801’de Thomas Yougn aynı bir yüzeye düşen ışık ışınlarının birbirlerini yok edebilip, karanlık bölgeler meydana getirebileceğini göstermiştir. Bu ise dalga teorisini desteklemekteydi. Çünkü iki parçacık akışının birbirlerini yok edebileceği mümkün görülmemekteydi. Young, ışık dalgalarının titreşimlerinin birbirine ve hareket doğrultusuna dik olduğunu öne sürmüştür. Bu şekilde ışığın polarizasyonunu açıklamaya çalışmıştır.
Augustin Fresnel’in de çalışmalarıyla dalga teorisi daha çok rağbet gördü. Kendisi ayrıca ışık hızının yoğun ortamlarda daha düşük olduğunu deneysel olarak göstermiştir.
Bu arada elektrik ve manyetizma konusunda da ilerleme kaydedilerek ikisini bir teoride toplama çalışmaları ilerlemiştir. 1864’te bir İngiliz fizikçisi olan James Clerk Maxwell, yeni bir teori ortaya atarak, elektrik ve manyetik olaylarını beraberce açıkladı. Tamâmen teorik yolla, bir elektrik devresinin bazı durumlarda enine dalgaları uzaya yayacağını ortaya koydu. Buraya kadar Maxwell’in teorisinin ışıkla, doğrudan bir ilgisi yoktur. Ancak, ışığın ölçülen hızının, sâdece manyetik ve elektrik ölçülerden elde edilen teorik elektromanyetik dalgalarının hızı ile aynı olduğu bulundu. Yaklaşık yirmi yıl sonra Heinrich Hertz, elektromanyetik dalgalar üzerine yaptığı deneylerden, bunların ışık dalgaları ile aynı özelliğe, fakat buna karşılık daha büyük dalga boylarına sâhib olduklarını gösterdi. Bunlar ve diğer bir çok fizikçiler ışığın bir elektromanyetik radyasyon olduğunu ortaya koydu.
Dalga olarak ışık: Işığın dalga şeklindeki yapısı gözlendikten sonra, sorular dalganın ne olduğu konusuna yöneldi. Bütün mekanik dalga hareketleri, bir ortamın düzenli periyodik titreşimini gerektirdiğinden, ışığın boşlukta da yayılması için maddî bir ortamın bulunması gerektiği sonucuna vardılar. Böylece tamâmen tasavvur olan Ether’invarlığını kabul ettiler. Kabullere göre Ether, bütün uzayı doldurmakta ve elektromanyetik dalga yayılışını mümkün kılmaktaydı.
Diğer tür dalga hareketleri ile ışığınki kıyaslanarak, dünyânın Ether içindeki hareketinin, hareket yönünde ve ona dik yönde ışığın hızını değiştireceği sonucu ortaya kondu. Ancak 1887’de yapılan hassas deneyler böyle bir farklılığın olmadığını ve ışığın her yöndeki hızının aynı olduğunu gösterdi. Bu elde edilen sonuç Albert Einstein’in “İzâfiyet Teorisi” (Rölativite Teorisi)nin doğmasına sebeb oldu.
Enerji parçacığı olarak ışık: Bu arada dalga teorisiyle açıklanamayan bazı olaylar ortaya çıktı. Atom fiziği ile ilişkili olan bu deneyler ise ışığın foton, (enerji yüklü parçacıklar) şeklinde yayıldığına işâret etmekteydi. Bu ise eski teoriye dönüşü gerektirmekteydi. Ancak, bu ikisi Kuantum Teorisi’yle bir araya getirilmiştir (Bkz. Kuantum). Kuantum Teorisi, dalga teorisinde değişiklik meydana getirmemekte, ışık yayılışında, dalga biçiminde olduğu halde, maddeyle olan karşılıklı ilişkilerinde enerji kuantası şeklinde davranmaktadır.
Işığın hızı: İlk ölçümler, ışığın hızının, sesinkinden çok fazla olduğunu ortaya koymakla kaldı. İlk başarılı ölçüm 1676’da Danimarkalı astronom Roemer tarafından yapılmıştır. Jüpiterin uydularının bazan yavaş ve bazan hızlı hareket ettiklerini gözlemiş ve bunun Dünyâ ile Jüpiter arasındaki mesâfenin değişmesinden olduğunu keşfetmişti. Bu kabullerle yaptığı hesaplar sonucu ışığın yaklaşık olarak dünyânın yörüngesinin çapı olan 300.000.000 km’yi 1000 sâniyede aldığını gözlemiştir. 1849’da A.H.L. Fizeau yaptığı deneyde ise, ışık sürekli açılıp kapanan bir delikten geçirilmekte ve uzak bir aynadan yansıtıldıktan sonra, tekrar eğer delik açık ise, ışık geçebilmekte, yoksa arada kalmaktadır. Fizeau, bir dişli çarkı çevirerek dişlerinin arasındaki aralıkları açılıp kapanan delik olarak kullanmıştır. Işık bir aradan geçip aynaya gitmekte ve aynadan yansıyıp geldiğinde, çarkın devri uygun olduğunda, müteakip aralıktan geri dönmektedir. Mesâfe ve çarkın dönme hızının bilinmesiyle ışık hızı hesaplanabilir. Fizeau, yaptığı hesaplar sonucunda ışığın hızını saniyede 313.300 km olarak ortaya koymuştur.
1862’de J. B.L. Foucault, Fizeau’nun deney düzenini geliştirmiş, dönen dişli çark yerine dönen ayna kullanarak hızı, sâniyede 298.000 km olarak bulmuştur.
Daha sonra yapılan ölçümler ışığın, boşluktaki hızının 299.792 km/saniye olduğunu ortaya koymuştur. Işığın boşluktaki hızı, diğer bütün ortamlardaki hızlarından daha büyüktür. Bu hız, camdaki hızının 1,5-1,8 katı ve sudaki hızının 1,33 katı civârındadır.
Işık ve renk: Renk terimi iki anlamda kullanılır. Fizik bakımından dalgaların frekansları ve şiddetleriyle belirlenir. Fizyolojik bakımdan göze gelen bu dalgalar tarafından uyandırılan etkiye bağlıdır. Görünür ışınlar, yaklaşık olarak 4000-7000 Angstrom dalga boyları arasındaki ışınlardan meydana gelir. Bu ışınlar; kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lâcivert ve mordan hâsıl olan bir spektrum tayfı meydana getirirler. İnsan gözü en çok sarı-yeşil (5500 A°) ışığa duyarlıdır. Ultra-viole (morötesi) ışınları 4000 Angstromdan 3000 Angstroma kadar uzanır. Enfraruj (kızılötesi) ışınları 7000-15000 Angstrom arasında yer alır.
Güneş ışığı, yani beyaz ışık saydam bir prizmadan geçirilerek ekran üzerine düşürülürse, ekran üzerindeki ışığın beyaz olmadığı ve gökkuşağındaki yedi renge ayrıldığı görülür.
Beyaz ışığın prizmadan geçerken yedi değişik renge ayrılmasının sebebi, beyaz ışığı meydana getiren farklı dalga boylarındaki renklerin prizmadan geçerken değişik oranlarda kırılarak birbirlerinden ayrılmasıdır. Bundan da anlaşılacağı gibi beyaz ışık, tek bir renk değil, bir çok renklerin birleşmesinden meydana gelen bir renktir.
Işık kaynağı olmayan cisimlerin renkleri, üzerlerine düşen ışığın rengine bağlı olarak değişir. Bir cismin rengi, beyaz ışık içindeki renklerden geçirdiği veya yansıttığı renktir.
Renkler |
Yaklaşık |
Dalga Boyları |
Mor |
3800 |
4400 A° |
Lacivert |
4400 |
4800 A° |
Mavi |
4800 |
5200 A° |
Yeşil |
5200 |
5600 A° |
Sarı |
5600 |
5900 A° |
Turuncu |
5900 |
6300 A° |
Kırmızı |
6300 |
7800 A° |
Işık renk niteliği: Fotoğrafçılık alanında ışık kaynaklarını birbirinden ayıran özellik, sağladıkları ışık miktarı olduğu kadar, sağladıkları ışığın renk niteliği, kısacası verdikleri ışığın sarımsı veya mavimsi nitelikte olmasıdır.
Günümüzde fotoğrafçılıkta aydınlatma amacıyla tungsten fitili, elektrik lambaları, elektronik flaş, gün ışığı, lamba ışığı, neon ışınları vb. değişik ışık kaynakları kullanılmaktadır. Bu aydınlatma kaynaklarının her birinin sağladığı ışık, renk niteliği bakımından birbirinden farklıdır.
Görünür spektrumun kırmızı, yeşil ve mavi olmak üzere üç ana banda ayrıldığı göz önüne alınırsa bir ışık kaynağının verdiği ışığın renk niteliği kırmızı, yeşil ve mavi ışınların % oranlarıyla tanımlanabilir. Normal gün ışığında üç ana rengin eşit oranlarda bulunduğunu farz edersek, yaklaşık ve basit bir analiz bize şu değerleri verir:
Işık Kaynağı |
Mavi Işık |
Yeşil Işık |
Kırmızı Işık |
Gün ışığı |
% 33 |
% 34 |
% 33 |
Berrak flaş lambası |
% 26 |
% 34 |
% 40 |
Ptotoflood |
% 21 |
% 34 |
% 45 |
Normal ev lambası |
% 11 |
% 34 |
% 55 |
Renk ısı derecesi: Işık kaynaklarının renk niteliği, sağladıkları ışığın renk ısı derecesiyle tanımlanır. Renk ısı derecesi birimi Kelvin’dir (°K). Renk ısı derecesinin özellikle renkli fotoğrafta büyük önemi vardır. Renkli filmler ancak belirli renk ısı derecelerindeki ışık şartlarında konunun renklerini aynen tesbit etmek üzere hazırlanmıştır. Renk ısı derecesi farklı bir ışık altında elde edilecek görüntünün renk tonu, gerçek renk tonundan farklı olur.
İnsan gözünün farklı renk ısı derecelerine büyük bir uyum kâbiliyeti vardır. Beyazdan biraz farklı ışığı beyaz ışık olarak kabul edebilir. Bir ışıktan diğerine geçme durumunda uyum çok kısa zamanda olur. Genellikle bilinç üstü bir etki uyandırmaz. Gündüz pencereden gün ışığı gelirken, elektrik lambasının turuncu bir ışık verdiği görülür. Aynı şekilde elektrik lambasıyla aydınlatılmış bir odadan aya bakıldığında, ay mâvimsi renkte görülür.
Gün ışığında kullanılmak üzere hazırlanmış renkli bir film, gün ve ay ışığını beyaz, tungsten elektrik lambası ışığını ise turuncu olarak tesbit eder. Bu tip film tugnsten lambası ışığında kullanılırsa beyaz olarak gördüğümüz cisimler, fotoğrafta turuncu renkte, diğer renkli cisimler de turunculaşmış olarak görülür. Renkli fotoğrafçılıkta bunu önlemenin iki yolu vardır; ya film, hazırlandığı ışık şartlarında kullanılır veyahut farklı ışık şartlarında kullanılıyorsa, objektif önüne takılan özel düzeltme filtreleri yardımıyla, renk filmin hazırlandığı ışık şartına çevrilerek kullanılır.
Renk ısı derecesinin ölçülmesi için “Color Temperature Meter” denilen ve ilke olarak pozometreye benzeyen âletlerden istifade edilir.
Gün ışığı niteliğinin geçirdiği değişmeler:Güneş doğduktan sonraki ve batmadan önceki bir saat içinde güneş ışınları atmosferde daha çok dağılır. Beyaz ışığı meydana getiren spektrumun çeşitli bantlarının dağılmaları farklı olur. En çok mavi ışığın dağılması sebebiyle bu saatlerde gün ışığında mavi ışık miktarı çok azalır. Yeşil ışık, mavi kadar dağılmamış olmakla birlikte gene de azdır. Bu saatlerde çekilen fotoğrafta konunun direkt ışık alan kısımları normal renginden daha turuncumsu-sarımsı görünüştedir. Konunun direkt ışık almayan kısımları da anormal olarak mavi çıkar.
Ana kural olarak, güneşin ufuk çizgisinden 15°-20° den daha yüksek olmadığı durumlarda, çekilecek fotoğraflar sıcak renk balansında çıkar. Bulutlu veya puslu bir günde, büyük beyaz bulutlar veya pus, gün ışığını konunun gölgeli kısımlarına yansıtırlar. Böylece gökte hiç bulut olmadığı zaman çekilen fotoğraflarda konunun gölgeli kısmında meydana gelen maviliği azaltırlar. Konunun renklerinin gerçeğe en yakın şekilde tesbit edilmesi istenildiğinde, puslu, güneşli günler seçilmelidir.
Diğer taraftan tamâmen kapalı bir günde bu iki ışık kaynağı ortadan kalkmış, bunun yerine yaygın ışık veren tek bir ışık kaynağı meydana gelmiştir. Böyle bir günde çekilen renkli fotoğrafta, gölgelerin veya güneşle aydınlanmış parlak kısımların olmayışı fotoğrafta cansızlık meydana getirir.
Bulutsuz bir günde, gün ışığının renk ısı derecesi daha yüksektir. Açık havada bir konunun gölgede kalan kısımları sâdece çevreden yansıyan ışınlarla ve gök yüzünden düşen ışınlarla aydınlatılmıştır. Bu sebeple gölgede bulunan konuların fotoğrafları çekildiğinde mavimsi renk niteliğinde olduğu görülür.
Işığın yutulması, yansıması ve kırılması:Işık bir yüzeye çarptığında, yüzeyin özelliğine göre yutulur, yansıtılır veya kırılarak cismin içinde iletilir. Hemen hemen hiç yansıtmayan siyah kadife gibi yüzeylerde ışığın yutulması açıkça görülür.
Yüzeyin rengi koyulaştıkça daha çok, açıldıkça daha az ışık yutar. Parlak yüzeyler mat ve pürüzlü yüzeylerden daha az ışık yutarlar. Çok ışık yutan yüzeylerin görülebilmeleri ve fotoğraflarının çekilebilmeleri için daha çok ışık gerekir. Aynada veya parlatılmış yüzeylerde yansıma düzenli olur. Düzgün olmayan yüzeylerde yansıma gelişi güzeldir. Bazı cisimler beyaz ışıkta bakıldığında spektrumun kendi rengi olan kısmını yansıtması ve tamamlayıcı renkleri tutması sebebiyle renkli görünürler ve fotoğrafları çekilebilir.
Saydam bir cisme çarpan ışınların bir kısmı yansır, bir kısmı da cismin içine girip geldiği doğrultudan biraz kayarak yoluna devam eder. Işığın bu şekilde yol değiştirmesine kırılma denir. Işığın kırılması, içinden geçtiği cismin kırılma indisine bağlı olarak değişir. Suyun kırılma indisi 1.33’tür. Camın kırılma indisi bileşimine bağlı olarak 1.5-1.9 arasında değişir.
ŞEKİL VARR!!!!...........
Aydınlatma ve aydınlanma şiddeti: Üzerlerine ışık düşen bütün cisimler aydınlanırlar. Aydınlanma şiddeti, cismin yüzeyine gelen ışınların “gelme açısı”na, ışık kaynağına olan uzaklığına ve ışık kaynağının şiddetine bağlıdır. Aydınlatma birimi olarak mum-metre veya lüks kullanılır. Bu birim, bir mum şiddetindeki ışık kaynağından bir metre uzaklıkta olan bir metre karelik yüzeyin aydınlanma miktarını gösterir. Bir yüzeye ne kadar çok ışık düşerse aydınlanma o kadar çok olur. Aydınlatma şiddeti cismin ışık kaynağına olan uzaklığının karesiyle ters orantılıdır.
Evlerde aydınlatma amacıyla kullanılan tungsten fitilli elektrik lambalarının her wattı, bir mumdan biraz daha çok ışık verir. Mesela, 75 watt’lık bir lambanın ışık şiddeti yaklaşık olarak 83 mumdur. Fluoresans lambalarının ışık şiddeti yüksektir ve watt başına 4 mum kadardır.
Alm. Lichtjahr, Fr. année de lumière, İng. Light year. Işığın uzayda bir yılda aldığı yol. Yıldızlar arasındaki uzaklıklar çok büyük olduğundan km ile ölçmek mümkün değildir. Gezegenler arasındaki uzaklıklar yer-güneş mesâfesi cinsinden ölçülür. Bu mesâfeye “astronomi birimi” denir.
1 Astronomi Birimi= 150.000.000 km’dir. Astronomi birimi kısaltılmış olarak a.b. ile gösterilir.
Yıldızlar arasındaki uzaklıklar Güneş sistemindeki gezegenler arası uzaklıklardan çok büyüktür; bunun için ışık yılı denen bir uzaklık ölçüsü kullanılır. Işığın saniyedeki hızı 300.000 km/s dir. Buna göre ışığın 1 yılda aldığı yol;
365,242 x 24 x 3600 x 300.000= 9,467.1012 km’dir. Yani 9467 milyar km’dir.
Yıldızlar arası uzaklığı ölçmede “Parsek” denilen bir uzaklık ölçüsü daha kullanılır. Yıllık paralaksı 1 saniye olan bir yıldızın uzaklığına 1 parsek denir. Paralaks, yıldızdaki bir gözlemcinin, yer yörüngesinin yarıçapını gördüğü açıya denir.
1 parsek= 206265 a.b.= 3,26 ışık yılıdır. 1 parsek km olarak,
1ps= 206265 x 150.000.000= 30940 milyar km’dir.
Alm. Scheinwerfer (m), Fr. projecteur (m), İng. serachlight projector, spotlight. Karanlıkta, uzaktaki cisimleri aydınlatmak için kullanılan ve hortum biçiminde dar ve uzun bir ışık demeti çıkaran âletler.
Işıldak, ilk olarak 1853 ve 1856 yılları arasında düşünülmüş ve elektriğin tatbikinden önce 1856 yılında ark lambalı ışıldak yapılmıştır. Bu ışıldaklar ilk defa 1879’da “City of Berlin” ve “Hanover” adı verilen ticâret gemilerinde, ayrıca 1882’de bir savaş gemisinde denenmiştir. Jeneratörün yapılması ile önceleri gemilerde, kara istihkâmlarında, jeneratörlerin otomobillere monte edilmesinden sonra, uçaksavar bataryalarında ve sahra ordularında kullanılmaya başlanmıştır. Işıldıklarda ışık kaynağı ark lambasıdır. Bu lamba, arkasında bir çukur ayna ve önünde bir cam kapak bulunan bir silindir içine monte edilir. Bu silindir elektrik veya el yardımı ile istenilen yöne çevrilerek, içinde bulunan lambaların yakılmasıyla uzaktaki cisimleri parlak bir şekilde gösterir.
Işıldak aynalarının ön satıhları parlak mâdenlerden, arka kısmı ise gümüş kaplamalı camdan yapılır. İlk ışıldaklarda görüş mesâfesi çok kısa olup, bu mesafe ışıldağın çapına göre değişmekteydi. Ark lambası kömürlerinde yapılan değişikliklerden önce, görüş mesâfesi 5 ilâ 6 km arasında değişmekteydi. Daha sonraları gemilerde kullanılan ışıldakların görüş mesâfesi 10 km’yi geçmiştir. Işıldaklar genellikle barış zamanlarında gemilerin rıhtıma veya iskeleye yanaşma esnasında, manevralarda, gösterilerde, uzak mesâfelerle mors usûlü konuşmalarda, millî günlerde gece ışıklandırması yapıldığı zamanlarda kullanılır.
Radarın bulunuşu ile ışıldak önemini hemen kaybetmiş gibidir. Şimdi ise ışıldağın en yaygın olarak kullanıldığı yer, tiyatro sahneleri, bayramlar, balıkçı tekneleri ve bazı mühim yerlerin aydınlatılmasıdır.
Alm. Strahl (m), Fr. rayon (m), İng. rays. Işık kaynaklarından çıkan hayâli ışık çizgileri. Homojen bir ortamda doğrusal bir yol tâkip ederek yayılan ve bir ışık demetini meydana getiren elemanlardır. Işın terimi ışınımların (radyasyon) yollarından başka bizzat kendilerini de belirtmek için kullanılmaktadır. Radyoaktif cisimlerden yayılan a, b, g ışınları, röntgen (X) ışınları, katot ışınları, kanal ışınları veya pozitif ışınlar, kozmik ışınlar birer şua (ışın) çeşididirler. Atomik veya moleküler ışınlar, içerisinde ileri bir boşluk meydana getirilmiş bir kap içerisinde diffüze edilmiş moleküllerden hasıl olurlar. Moleküller kademeli olarak incelen aralıklardan geçirilerek, neticede kâfi derecede dar bir ışın demeti elde edilir.
On dokuzuncu yüzyıl sonlarına doğru uranyum tuzlarının fotoğraf kâğıdına etki edecek şekilde ışın yaydığı ve gazları iyonize ettiği fark edildi. Bu radyasyon, maddenin bileşiminden ziyade miktarı ile alâkalı idi. Daha sonra bu radyasyonun muhtelif ışınlar taşıdığı kuvvetli manyetik saha tatbiki ile meydana çıkarıldı. Bu ışınlar; alfa, beta ve gamma ışınları idi.
Alfa ışınları, elektromanyetik saha içinde artı yük taşıyan parçacıklar şeklinde hareket ediyordu. Daha sonra bu parçacıkların iki protonlu ve iki nötronlu helyum atomu çekirdeği olduğu anlaşıldı. Alfa ışınları çok ağır olduğu için, kütleleri delip geçme özelliği zayıftır. Yalnız delerek geçebildiği maddelerde kuvvetli iyonizasyona sebeb olur.
Beta ışınları, elektromanyetik saha içinde eksi yük taşıyan parçacıklar şeklinde hareket ediyordu. Daha sonra yapılan tespitlerde bu parçacıkların elektron olduğu anlaşıldı. Nötron yüksüz olmasına rağmen radyoaktif reaksiyon neticesinde proton ve elektrona dönüşür. Elektron beta ışını olarak yayılır. Beta ışınları alfa ışınlarına nazaran daha delici özelliğe sahiptir.
Gamma ışınları, röntgen ışınları ve ışık gibi enerjinin elektromanyetik dalga şekillerinden biridir. Radyoaktif reaksiyon esnâsında alfa ve beta ışınları yayılırken radyoaktif maddenin kütlesinde çok az miktarda bir azalma olur. Bu azalan kütle, gamma ışınları hâlinde enerjiye dönüşerek çevreye yayılır. Çok delici bir özelliktedir.
X ışınları, on dokuzuncu asrın sonlarında Röntgen tarafından bulunmuştur.
Özellikleri, ışık ışınları ile hemen hemen aynıdır. Fakat yüksek frekanslı elektromağnetik radyasyonlardır. Mor ötesi ışınlarının dalga boyu 3000-4000 angstrom arasında olmalarına karşılık X ışınlarınınki 20 angstromu geçmez. Bir X ışını demeti, şeffaf olmayan bir cisimden geçerken enerjisini yavaş yavaş bırakır. Absorbe edilen (yutulan) enerji, geçilen madde kalınlığı ile doğru orantılı olarak artar. Şâyet bir elementin yutma tayfı incelenirse dalga boyunun bazı değerleri için ânî değişimlere uğradığı görülür. Bu özel değerler, atom çekirdeğini saran farklı elektronların enerji seviyeleri ile alâkalıdır. Bu sebepten X ışınlarının spektrumları (tayf) incelenerek atomların yapısı hakkında gerçekçi bilgiler elde edilebilir.
X ışınlarının maddenin içine işleme kâbiliyeti fazladır. Muhtelif organik maddeler X ışınlarını büyük ölçüde yutarlar. İşte bu özellik X ışınlarının tıpta büyük ölçüde kullanılmasına sebeb olmuştur. Bilhassa insan vücudunun incelenmesinde kullanılmaktadır. X ışınlarının insan vücudunda biyolojik etkileri de vardır. Tümör (kanserli bölge) gibi zararları yok edebileceği gibi kan çıbanı, bez iltihabı, siyatik şeklindeki ağrılı ve iltihaplı kısımları da iyileştirme işleminde kullanılabilirler.
Katot ışınları, havası boşaltılmış bulunan lambaların katodundan yayıldıkları için bu ismi alırlar. Elektronlardan meydana gelirler. (Bkz. Katot Işınları)
Kanal ışınları: Bunlara pozitif ışınlar da denmektedir. Havası boşaltılmış lambaların katotları delikli olunca bu deliklerin arkasından kanal ışınları görülebilir. Her bir delikten bir ışın demeti çıkar ve katot ışınlarının aksi istikametinde yayılırlar. Bu ışınlar pozitif yüklü iyonlardan meydana gelirler.
Kozmik Işınlar: (Bkz. Kozmik Işınlar)
Alm. Pelargonium (n), Fr. pélargonium (m), İng. pelargonium. Familyası: Turnagagasıgiller (Geraniaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Her yerde süs bitkisi olarak yetiştirilir.
Yaprakları güzel kokulu çok yıllık süs bitkisi. Bileşik çiçekleri basit şemsiye durumundadır. Çiçeklerin taç ve çanak yaprakları düzensiz ve büyüktür. Yapraklarının şekli güzel olup, Türk süslemeciliğinde motif olarak kullanılır.
Kullanıldığı yerler: Çiçekleri esans yapımında; yaprakları, bilhassa Ege bölgesinde, hoş bir koku vermesi için pekmezin kaynatılması esnâsında kullanılır. Ayrıca evlerde çok yetiştirilen makbul bir süs bitkisidir.
ITRÎ (Buhûrîzâde MustafaEfendi)
Klâsik Türk mûsikisinin en meşhur bestekârı. 1640 senesinde İstanbul’da doğdu. 1711’de İstanbul’da vefât etti. Yenikapı Mevlevihânesinde tahsile başladı. Siyâhî Ahmed Efendiden hat ve edebiyat, Hâfız Post’tan da mûsikî dersleri aldı. Ömrünün büyük bir kısmını mûsikî ile uğraşarak geçirdi. Arada sırada şiirler yazdığı da olurdu. Kırım Hanı Birinci Selim Giray tarafından himâye edildi.
Çeşitli konularda bin civârında eseri olduğu söylenir. Fakat bugün Itrî’ye âit olan en fazla 50 kadar eser mevcuttur. Mevlevî tarikatına girmiştir. Mûsikî ile uğraşmasının, mensub olduğu tarikatın aslı ile hiçbir alâkası yoktur (Bkz. Celâleddîn Rumî). Enderûnda mûsikî dersleri verdiği rivâyet edilir. Daha sonra esir ticâreti kâhyalığı yapmıştır. Itrî, kâbiliyetli bir bestekâr, edebiyata ve yazı sanatına çok düşkün olduğu için, bunlar üzerinde çalışmış bir hattattır. Ayrıca meyve ve çiçekçiliğe merakı vardır. Mustafa Bey armudu denilen kendi ismiyle yetiştirdiği armudu meşhurdur. Din âlimi değildir. Meşhur Beethoven gibi bir mûsikî üstadı idi. İslâm tekbirini segâh makâmına bestelemekle İslâmiyete bir hizmet yapmamış, dîne bir bid’at karıştırmıştır. Tekbir, segâh makâmında okunurken müzik perdelerine uyulmak için kelimeler değiştirilmekte ve mânâ bozulmaktadır. Böylece tekbirin ruhlara tesir eden asıl şeklini bozmuştur.
En tanınmış eserleri: Irak Kurban Bayramı Tekbiri, Dilkeş Haverân Cumâ Salâtı, Segâh Salâtı Ümmiyye, Segâh Mevlevî Âyini, Rast Naat, Arazbar Muhammeskâr, Hahur Çenber, Bayatî Çenber.
1712 senesinde İstanbul’da ölmüştür. Edirnekapı Mezarlığındadır.
Alm. Grill, Gitter (n); Ofenrost (m), Fr. gril (m); grille (f), İng. gridiron; grating. Mâden veya ağaç çubukların aralıklı olarak sıralanması ile meydana getirilen parmaklık veya kafes şeklindeki âlet.
Çeşitli işlerde kullanıldığı için büyüklükleri ile yapılış tarzları değişiktir. Mutfakta et, balık ve köfte kızartmak için kullanılanlar, tel ve demirden yapılır. Dikdörtgen veya dâire şeklinde olanları vardır. Tutmak için bir de sapları bulunur. Sobalarda biriken külleri aşağıdan almak için kullanılan ızgaralar; lâğım, yalak gibi yerlere çeşitli maddelerin girerek tıkanmasına mânî olmak için konan ızgaralar değişik tiplerde imâl edilir. Bir de inşaatlarda temeli sağlam oturtmak için ağaç, demir ve betondan yapılan temel ızgaralar; alt katlardaki havalandırmayı sağlamak için demirden aralıklı konan ızgaralar bir başka değişik tipleridir.
Izgaranın belli başlı bu kullanma şekillerinden başka, pekçok yerde değişik şekilleri de mevcuttur.
Alm. Eruca, Fr. eruca, İng. Eruca. Familyası: Turpgiller (Cruciferae). Türkiye’de yetiştiği yerler: İç Anadolu.
Nisan-haziran ayları arasında beyaz veya sarımsı renkli ve mor damarlı çiçekler açan, 20-80 cm boyunda 1-2 yıllık otsu bir bitki. Yapraklar derin parçalı ve kenarları dişlidir. Meyveleri iki sıra tohum taşır.
Kullanıldığı yerler: Izgın bitkisi ve tohumları eskiden uyarıcı, idrar söktürücü ve midevî olarak kullanılmıştır. Tohumları yağ bakımından değer taşımaktadır. Piyasada ızgın yağı genellikle keten ve pelemir yağları ile karışık olarak bulunur. Izgın yağı, asitliği giderildikten sonra iyi bir makina yağı olarak değerlendirilebilir. Hâlen macun yapmakta, araba tekerleklerini ve mandaları yağlamakta ve nâdiren de yemek yağı olarak kullanılmaktadır.