ISIRGAN OTU (Urtica)
Alm. Brennessel (f), Fr. Ortie (f), İng. Nettle. Familyası: Isırganotugiller (Urticaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Hemen hemen bütün Anadolu.
Mayıs-ağustos ayları arasında çiçek açan, 20-100 cm boyunda, virânelik, yol kenarları ve duvar diplerinde bulunan bir senelik tek evcikli otsu bir bitki.Gövdeleri dik, 4 köşemsi, basit veya tabandan îtibâren dallanmıştır. Üzerinde yakıcı tüyleri bulunur.Yapraklar saplı, oval şekilli ve dişli kenarlı, üst tarafı koyu yeşil renkli ve parlak olup, yakıcı tüylerle kaplıdır. Erkek ve dişi çiçekler bir arada olmak üzere yaprakların koltuğunda uzunca saplı küçük durumlar teşkil ederler.Çiçek örtüsü 4 parçalıdır.Meyveleri esmer renkte ve fındıksıdır.Tohum, yağ ihtiva eden bir besi dokuya sahiptir.
Kullanıldığı yerler:Tâze ve güneşte kurutulmuş dalları kullanılır.Yapraklarında formik asit ve nitratlar bulunmaktadır. Bu bitkinin yakıcı tüylerinde formik asit bulunduğu birçok yerlerde kayıtlı ise de tüylerin taşıdığı usarede asetilkolin ve histamin vardır.
Eskiden romatizma ve siyatikte kullanılırdı. Yapraklarından hazırlanan infüzyon saç dökülmesine karşı tatbik edilir.Köklerinden sarı renkli boya elde edilmektedir.
Alm. Heizung (f), Fr. chauffage (m), İng. heating. Sıcak hale getirme. İnsanların ısınma ihtiyacı, çeşitli ısıtma sistemlerinin ortaya çıkmasına ve gelişmesine yol açmıştır.Önceleri, evlerin dışında ve içinde kurulan ocaklarla ısınılırken daha sonra mâdenî sobalar yaygınlaşmış ve hâlen bu sobalar büyük ölçüde kullanılmaktadır. Bunlardan başka zaman zaman, bir fırın vâsıtasıyla ısıtılan havanın, ısıtılacak odaların duvarlarının etrafından geçirilerek ısınmanın sağlandığı sistemler de kullanılmıştır. Başlangıçta odun yakmak üzere dizayn edilen sobalar, daha sonra, kömür ve gaz yakacak şekilde geliştirilmiştir.
Merkezî Isıtma Sistemleri
İnsanlar normal olarak 18°-22°C arasında kendilerini kafi derecede ısınmış ve rahat hissederler. Bu sıcaklığın temini için de senenin soğuk mevsiminde ısıtma tesisatına ihtiyaç vardır.İyi bir ısıtma tesisatında, dış sıcaklığa bağlı olarak, içeride de daima arzu edilen sıcaklığı sabit tutması istenir.Muhtelif yerlere kurulacak sobalarla bunu temin etmek hem zor hem de külfetlidir.Onun için bugün, merkezî ısıtma tesisatı yapmak bir zaruret hâlini almıştır.
Her ne kadar kitaplarda, kalorifer ile ısıtmanın 19. yüzyılda Almanya’da başladığı yazılıyorsa da, 17. yüzyılda yapılan İshakpaşa Sarayında, kalorifer tesisatının mevcut olduğu bilinmektedir.
Merkezî ısıtma sistemlerinde prensip, bir kazan veya grubunda elde edilen ısının; sıcak su, buhar veya sıcak hava ile, ısıtılacak mahallere iletilmesidir.Isıyı iletmek için su ve buharlı sistemlerde borular, sıcak havalı sistemlerde hava kanalları kullanılır.On sekizinci yüzyılda buharlı makinalar için geliştirilen buhar kazanları bir müddet sonra merkezî ısıtma sistemlerinde de kullanılmaya başlandı. Yirminci yüzyılda ise, sirkülasyon pompaları ve fanları da devreye girerek, sistemdeki su ve havanın cebri dolaşımı sağlandı. Bu sistemlerde kömür, tabiî gazlar ve fuel-oil, kullanılan başlıca yakıtlardır.
Merkezî ısıtma tesisatları, sobalara nazaran çok avantajlıdırlar.Isı kaynağı bir merkezde olduğu için bakımı ve çalıştırılması kolaydır.Yanma sonucu hasıl olan kül, cüruf, duman vs. gibi pislikler oturulan yerlerden uzaktır. Binanın ısıtılması bir merkezden olduğu için sıcaklığın kontrolü kolaydır. Binanın banyo, hela, koridor, hol gibi kısımlarını da ısıtmak mümkündür.Isıtıcılar az yer işgal ederler, kullanılışları da kolaydır.
Bugün, kalorifer sistemi ile tek bir binayı ısıtmaktan başka, bloklar hâlindeki binalar da bir merkezden ısıtılıyor.Hattâ bâzı ülkelerde kasabalar dahi bir merkezden ısıtılmaktadır. Bunun için kızgın su veya buhar kullanılıyor.
Merkezî ısıtmayı sağlamak için çeşitli enerji kaynaklarından faydalanılır. Elektrik enerjisi, katı yakacaklar (odun, kömür vs.), sıvı yakacaklar (gazyağı, mazot, fuel-oil, vs.), gaz yakacaklar (havagazı, tabiî gaz vs.) ve güneş enerjisi en çok kullanılanlarıdır.Her yakacak cinsine göre, kazanlar imal edilmiştir.Sıvı yakıtlı kazanları yakmak için brülörler kullanılır. Brülörler; kazan içine yakıt hava karışımını püskürtürler ve ateşlemeyi sağlarlar. Bunlar otomatik kontrol cihazlarıyla donatılmış olduğundan, şalteri bir defa açmak suretiyle kendisi devreye girer ve çıkar.Kalorifer tesisatına otomatik kontrol cihazları monte edildiğinde dış hava sıcaklığına göre binanın iç sıcaklığını ayarlamaları mümkündür.Kömürlü kazanlar da ya elle yüklemeli veya otomatik yüklemeli olur.İçlerinde ızgaralar bulunur.Genellikle küçük tesislerde, apartmanlarda elle yüklemelidir. Büyük tesislerde kazanlar otomatik olarak yüklenir.Petrolün pahalanmasıyla birlikte kazan imâlâtçısı firmalar, kömürlü kazanları daha da geliştirmiş ve kömürlü brülör imal etmişlerdir.Toz kömür ve sanayi artıkları yakan kazanlar da olup, bunlar sanayi tesislerinde yaygınlaşmaktadır. Ayrıca hem kömür hem de fuel-oil yakan paket kazanlar da vardır.Güneş enerjisinden faydalanmak için güneş kollektörleri yapılmıştır. Bu kollektörlerde ısınan su, binanın ısınma ve sıcak su ihtiyacını karşılar.Sıcak su, kaynar su ve buharla çalışan merkezî ısıtma sistemlerinde odaların ısıtılması için çeşitli ısıtıcılar kullanılır. Bunlar:
a)Boru ısıtıcılar: Eski tip ısıtıcılardır.Hamamların ve atölyelerin ısıtılmasında kullanılır.İçinden genellikle buhar geçirilir.
b)Radyatörler: En çok kullanılan çeşidi de bunlardır. Bunlar da îmâlat durumuna göre çeşitli isimler alırlar:Panel radyatör, dökme dilimli radyatör, dilimli çelik radyatör, dilimli alüminyum radyatör gibi. Bunların dilim sayıları odanın büyüklüğüne ve ısı ihtiyacına göre seçilir. Büro, hastane, ev, spor salonları gibi yerlerde kullanılırlar.
c)Konvektörler:İçlerinde serpantinler vardır. Sıcak su, kaynar su ve buharla çalışır. Fan vasıtasıyla, dışardan emilen hava serpantinlerden geçirilerek, ısıtılacak yere sıcak hava üflenir. Bunlar genellikle fabrikalar, atölyeler, ambarlar ve spor salonları gibi yerlerde kullanılırlar. Bunların yere, duvara ve tavana monte edilenleri vardır.
Isıtma sistemlerinin dizaynı için önce ısı kaybı hesabı yapılır. Bu hesaptaki dış hava sıcaklığı her şehir için başka başkadır. Binânın etrafının korunmuş olup olmaması, cephesi, yüksekliği gibi faktörler de bu hesapta etkili olur.
Isı kayıpları hesaplandıktan sonra ısıtma sisteminin tipi seçilir. Isıtıcılar, mimari plân üzerine işlenir ve ısıyı iletecek boru veya kanalların hesabı yapılır.Sıcak hava ile ısıtmada, otomatik kontrol sistemi, filtreleme ve nemlendirme cihazları gibi yardımcı techizât seçilir.
Merkezî ısıtma sistemleri aşağıdaki gruplarda toplanabilir:
Sıcak su ile ısıtma: Bu sistemde 90°C yi geçmeyen su kullanılır. Bu sistemler, ısınan suyun yükselmesi ve soğuyan suyun geri inmesinden faydalanılarak tabiî sirkülasyonla çalıştığı gibi, bir pompa vasıtasıyla, cebrî sirkülasyonla da çalışır. En çok kullanılan sistemdir.
Isıtıcı yüzey sıcaklıklarının düşük olması (azamî 90°C) sebebiyle sıcak sulu tesisatlar sıhhîdir. Dış hava sıcaklığına bağlı olarak su sıcaklığı ayarlanabilir. Bu suretle hem yakıttan tasarruf edilmiş hem de binâ sıcaklığı istenilen değerde tutulmuş olur.Yapılışlarının basit, teferruatsız ve çalışmalarının emniyetli oluşu açısından hastane, okul, resmî daireler, bürolar, moteller, evler ve apartmanlarda kullanılır.
Binanın plânına göre çeşitli tesisât şekilleri vardır; alttan dağıtmalı, alttan toplamalı, üstten dağıtmalı, üstten toplamalı, üstten dağıtmalı alttan toplamalı, çift ve tek borulu tesisâtlar gibi.Genellikle çift borulu tesisât tercih edilir.
Alttan dağıtmalı tesisâtta ısınan su; bodrum katında ana dağıtım borularıyla kolonlara yükselir. Radyatörleri ısıttıktan sonra dönüş borusuyla tekrar kazana döner. Bu tesisâtta gidiş kolonlarının bitiminden sonra havalık boruları devam ettirilir ve genleşme deposuna bağlanır.Tesisâttaki hava, genleşme deposu vâsıtasıyla dışarı atılır. Özel hallerde hava tüpleri ve pürjörler kullanılır. Büyük ve bilhassa geniş saha işgal eden ve teras katı olan binâlarda bu tesisât şekli kullanılır.
Üstten dağıtmalı tesisâtta ısınan su; direk olarak çatı arasına çıkar ve ana dağıtım borusuyla, iniş kolonlarına sevk edilir.Isısını radyatörlerde bırakan su, dönüş borusuyla kazana döner.Çatıda direkt olarak iniş kolonlarına bağlantı yapılır. Bağlantı yapılırken bir boru da genleşme deposuna bağlanır. Aynı zamanda bu genleşme deposu vâsıtasıyla kazan açık hava ile serbestçe temasta olduğundan, lüzumundan fazla ısıtılması hâlinde de basınç fazla artmaz. Bu tesisât şekli ufak ve orta büyüklükteki ve teras katı olmayan binalarda kullanılır.
Her iki tesisat şeklinde de radyatör kolonlarından ayrı olarak kazan genleşme deposuna, direkt olarak emniyet gidiş ve dönüş boruları bağlanır. Bu emniyet borularına vana konmaz. Ayrıca genleşme deposundan kazan dairesine ince bir boru iner ki bu, haberci borusudur. Tesisâtın su ile dolu olup-olmadığını bildirir.
Kat kaloriferi: Dâire, bir katlı müstakil ev, villa vesaire gibi ufak binâların kendi ağırlığı tesiriyle veya pompalı devreden sıcak su vâsıtasıyla ısıtılması için hususî bir tesisât şekli ortaya çıkmıştır ki, bunun özellikleri şunlardır:
Bu tesisâtta kazan, bodrum katına kurulmayıp, ısıtılacak odalardan birine veya baca ve su ikmal imkânı olan yerlere konur. Pompasız tesisatta boruların sirkülasyona gösterdikleri mukavemeti asgariye indirmek için radyatörler pencere altına değil, mümkün olduğu kadar kazanın bulunduğu yere yakın olan iç duvarlara yerleştirilir. Tesisât pompalı ise radyatörler pencere altlarına ve ısı kaybının çok olduğu yerlere konur.
Kat kalorifer kazanları; katı, sıvı ve gaz yakıt yakanları olmakla birlikte, üç özelliği birlikte taşıyan kazanlar da mevcuttur. Ayrıca paket tipi kazanlar da olup; binanın ısıtılmasından başka sıcak su ihtiyacını da karşılar. Böylece, termosifon ve şohben görevini de görür.Genellikle evlerde sıvı yakıt yakanları tercih edilmektedir.
Kat kaloriferinde boru sistemi, merkezî tesisâtın aksine dikey kolonlu üstten dağıtmalı yerine, yatay kolonlu alttan dağıtmalı yapılınca daha ekonomik olup, odanın estetiğini bozmaz.Radyatörlerin, su hacmi küçük olanları tercih edilir ve boru çapları küçük tutulur, yâni şebekedeki su hacmi artırılmaz.
Kızgın su ile ısıtma: Suyun sıcaklığı 100°C’den yüksektir.Suyun buharlaşmasını önlemek için sistemin atmosferle teması kesilmeli, kızgın su tamâmen kapalı devrede dolaşmalıdır. Az kullanılan bu sistemde ısıtıcı yüzeyleri daha küçüktür.
Buhar ile ısıtma: Geniş sahaya yapılmış tesislerde kullanılan bu sistemde, ısıtıcılara kadar gelen buhar burada yoğunlaşır ve kondens boruları ile kazanlara geri döner. Kaza ihtimali, diğer sistemlerden yüksek olduğu için, daha fazla emniyet tedbiri gerektirmektedir.
Alçak basınçlı ve yüksek basınçlı olmak üzere iki çeşit yapılırlar.
Her iki tesisât şekli de sanâyi tesislerinde, hastânelerde, kışlalarda ve buhar ihtiyacı olan diğer kuruluşlarda kullanılırlar. Hem ısıtma hem de buhar ihtiyacını karşılarlar.Yüksek basınçlı buhar, icab ederse alçak basınçlı hâle dönüştürülebilir.
Buharlı tesisâtlar daha ziyâde uzak mesafelerdeki ısıtma sistemlerinde kullanılır. Fakat oturulan hacimlerin ısıtılmalarında tercih edilmez.Çünkü ısıtıcı yüzeyindeki yüksek sıcaklık, sıhhî bakımdan arzu edilen bir şey değildir. Endüstri tesislerinde buhar, direkt olarak ısıtmada kullanılmak istenirse, ısıtıcılardan buhar geçirilir.Isıtıcıda ısısını bırakan buhar, kondenstop vâsıtasıyla suya dönüşür ve kondens deposuna dökülür.
Bir başka ısıtma şeklinde de sıcak sulu tesisât döşenmiş binaların altına eşanjör dâiresi yapılır. Eşanjörler, ısıtma merkezinden gelen buharın verdiği ısıdan faydalanarak sıcak su elde ederler. Elde edilen sıcak su, radyatörlerde dolaştırılarak binânın ısınması sağlanır.Çalışma şekli, sıcak sulu kalorifer tesisatının aynısıdır. Eşanjör içindeki serpantinleri dolaşan buhar, kondenstop vasıtasıyla suya çevrilir ve bu su kondens deposuna gider.Kondens deposundaki su bir pompayla ya buhar kazanına veya uzak mesafede ise ısı merkezindeki kondens deposuna gönderilir.
Uzak mesafelere giden bu borular, yer altına yapılan özel kanallara döşenir.Kanallarda, boruların uzamasına ve ısı kaybına karşı gerekli tedbirler alınır.
Sıcak hava ile ısıtma: Bâzı gelişmiş ülkelerde yaygın olarak kullanılan bu sistemde, kazan içinde bir hücrede ısıtılan hava, hava kanalları içinde, ısıtılacak mahallere, bir fan vâsıtası ile gönderilir. Başka kanallar ile de mahallin havası emilerek yine kazana getirilir. Böylece aynı hava, sistemde devreder. Dış hava sıcaklığına bağlı olarak ve arzu edilen havalandırmayı sağlamak üzere bu dolaşıma dış hava da katılabilir.Isıtılan mahallere konan termostatlar ile kazandaki yanmaya kumanda edilir.
Tabandan veya tavandan ısıtma (Panel ısıtma):Bu sistemde döşeme altına veya tavan içine yerleştirilen hava kanalları, su boruları veya elektrik rezistansları ile ısıtma sağlanır. Döşeme veya tavanın 30°-60°C arasında ısıtıldığı bu sistemde ısıtma geniş bir yüzeyden yapıldığı için oda içindeki sıcaklık dağılımı, bütün sistemler içinde en homogen şekilde sağlanabilmektedir.Tesis masraflarının yüksek olması yüzünden uygulanmamaktadır.
Elektrik ile ısıtma: Bu sistem, elektrik üretiminin bol olduğu ülkelerde, bu enerjinin ucuzluğu nispetinde yaygınlaşmaktadır. Kontrolü en kolay sistemdir.
Isı pompası sistemi:Bu sistemin prensibi, düşük sıcaklıktaki ortamdan alınan ısıyı yüksek sıcaklıktaki ortama nakletmektir. Bu işlem, buharlaşma ve yoğuşma sıcaklığı uygun bir sıvı ile gerçekleştirilir. Kışın ısıtma için kullanıldığı gibi, yazın soğutma için de kullanılabilir. (Bkz.Isı Pompası)
Isıtma sistemlerinin geleceği: Isıtma sistemlerinin geleceği, tabiî gaz (doğal gaz) ve petrol üretiminin ve elektrik enerjisi mâliyetinin geleceği ile ve yeni geliştirilecek ısıtma teknikleri ile ilgilidir.
Kamuoyunun çevre kirliliğine göstereceği hassasiyet de, kullanılacak yakıtlar bakımından konuyla ilgilidir.Güneş enerjisi ile ısıtma, her yerde ekonomik olmamaktadır.Gelecek asırda atom enerjisi, elektrik enerjisine çevrilerek, yaygın şekilde kullanılabilecektir. (Bkz. Air Conditioning)
Ölen bir kimsenin farz veya vâcib borçlarından kurtarılması ümîdiyle yapılan muâmele. Iskat sözlükte, düşürmek, bir şeyden bir şeyi çıkarmak mânâlarında kullanılır.İslâmiyette ise, bir kimsenin, âkıl ve bâliğ yâni mükellef, yükümlü olduktan sonra üzerine farz ve vâcib olan dînî bir emri, sağlığında, özrü sebebiyle yapamadığı zaman, ölmeden önce vasiyetle veya vârisi tarafından dînin belirttiği bir bedel ödenerek, borcundan kurtarılmasıdır. Bu bedele “sadaka” denir. Borçtan kurtulma iki türlü olur:
1. Vaktinde ödenmeyen ibâdetleri ölmeden önce kazâ etmek ve ayrıca ihmâl ve kusurlarından dolayı Allahü teâlâya tövbe ederek bağışlanmasını istemek.
2. Kazâ edilmemiş ise, o kimsenin vefâtından sonra, malının üçte birinden fidye verilmesini vasiyet etmesi.
Bunun hangisini yaparsa, bedeli ödenmiş ve ıskâtı yerine getirmiş olur.Nitekim Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “İhtiyarlık ve devamlı hastalık gibi sebeplerle oruç tutmaya gücü yetmeyenlerin üzerine, bir yoksul doyuracak kadar fidye vermek lâzımdır.” (Bakara sûresi: 184) buyurarak, özürle yerine getirilmeyen oruç ibâdeti için fidye verilmesini emir buyurmaktadır. Bu hususta Peygamberimiz aleyhisselâm da; “Bir kimse başkasının yerine oruç tutamaz ve namaz kılamaz. Fakat, onun orucu ve namazı için, fakîri doyurur.” buyurmaktadır.Namaz oruçtan daha mühim bir ibâdet olduğundan dînin bildirdiği bir özürle kılınamamış ve kazâ etmek istediği hâlde ölüm hastalığına yakalanmış olanın kazâ edemediği namazları için de oruçta olduğu gibi ıskat yapılmasını ve bütün ibâdet borçları için ıskat yapılabileceğini İslâm âlimleri bildirmişlerdir.Yukarıdaki âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf, âlimlerin böyle ictihâd etmelerinin delîlidir.
Devir: Lügatte, dolaşmak, dolaştırmak, bir şeyi elden ele aktarmaktır. Dînî mânâsı ölünün vâsi veya velîsi, ölünün fidyelerini borcu olmayan ve dînini bilen bir fakire; “Şu parayı sana namaz fidyesi olarak verdim.” diye teslim ettiğinde, fakir de kabul ettikten sonra; “Ben de sana hediye ettim.” diye vâsi veya vekîline geri vermesine denir. Devir yapmak için, velî, bir aylık veya bir senelik ıskat için lâzım olan altın (liralık) bulur veya ödünç alır.Ölen erkek ise, yaşından on iki sene, kadın ise dokuz sene düşerek kaç senelik namaz borcu olduğunu hesâb eder. Namaz ıskatı bittikten sonra tutulmayan, kazâ edilmeleri lâzım olan oruçların ıskatı yapılır.
Böylece namaz, oruç, zekât, kurban, sadaka-i fıtır, adak, kul ve hayvan hakları için devir yapılır. Devir yaparken velî, altınları fakirlere her verişte namaz veya oruç ıskatı, diye niyet eder. Altınlar hangi fakirde kalırsa, lütuf edip arzusu ve rızâsı ile velîye hediye eder.Velî alıp, kabul ettim, der. Fakîr hediye etmezse kendi malıdır. Zorla alamaz. Devirden sonra velî bir mîktar parayı devre katılan fakirlere verip bu sadaka sevâbını da ölenin rûhuna hediye eder. Devri yapmakla ümid edilir ki,Allahü teâlâ devire katılan fakirlerin sevinçleri sebebiyle o vefât etmiş kulunu affeder.Yemin ve oruç keffâretleri için devir yapılmaz.Iskat, definden önce yapılmalıdır. Definden sonra da olabilir.
Iskat ve devrin nasıl yapılacağı fıkıh kitaplarında (meselâ, İhlâsA.Ş. tarafından bastırılmış olan Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye’de) uzun ve teferruatlı olarak yazılmıştır. Iskat ve devrin makbul olması ve borçtan kurtulunması için şartlarına muhakkak uyulmalıdır.
ISLAHATÇI DEMOKRASİ PARTİSİ (IDP)
12 Eylül 1980’den sonra kurulan Türk siyâsî partilerinden. Aykut Edibali’nin başkanlığında 1970’li yıllarda Yeniden Millî Mücâdele Dergisi etrâfında toplananlardan 48 kişinin katılımıylaMart 1984’de Islahatçı DemokrasiPartisi (IDP) kuruldu.
Parti, kısa zamanda ülke genelinde teşkilatlanmaya başladı. 1 Aralık 1985’te yapılan birinci olağan genel kurul kongresinde Aykut Edibâli tekrar partinin genel başkanı seçildi.
Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP), Haziran 1986’da yapılan Belediye Başkanlığı seçimleriyle Eylül 1986’da yapılan milletvekilliği ara seçimlerine katılma hakkını elde etti, ancak seçimlerden umduğu başarıyı alamadı. 29 Mart 1989’da yapılan belediye başkanlığı seçimlerinde Islahatçı DemokrasiPartisi oy yüzdesini ülke genelinde 1,0’a çıkardı. Üç ilçe ile 3 belde belediye başkanlıklarını kazandı. 20 Ekim 1991 milletvekili erken genel seçimine, Islahatçı Demokrasi Partisi, Refah Partisi, Milliyetçi Çalışma Partisi üçlü ittifak olarak katıldılar. Anayasaya göre iki ve daha fazla partinin birleşerek seçime katılmalarının yasak olması sebebiyle bu üç partinin ittifakları kâğıt üzerinde resmî bir belgeye dayanmamaktadır. Bu sebeple IDP ve MÇP’nin milletvekili adayları seçime katıldıkları bölgelerden Refah Partisi listelerinden aday olarak katılmışlar ve böylece IDP üç milletvekili çıkarmıştır. Bir müddet sonra RP’den istifâ ederek kendi partilerine döndüler.
Partinin programları arasında; milliyetçi ve mukaddesâtçı görüşlere yer verilmektedir. Her alanda reform yapma taraftarıdırlar.
1992’de yapılan kongrede Millet Partisi kendisini feshederek Islahatçı Demokrasi Partisine katılma kararı aldı. Bunun üzerine 22 Kasım 1992’de yapılan büyük kongrede Islahatçı Demokrasi Partisi isim değiştirerek Millet Partisi ismini aldı.
Millet Partisi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde hâlen 3 milletvekili ile kendisini temsil etmektedir (1993).
Kırım Savaşının son yıllarında Batılıların etkisiyle sadrâzam Âlî Paşa tarafından gayri müslimlere daha fazla hakların verilmesi için hazırlanıp, 1856’da yayınlanan ferman.Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu gibi, imparatorlukta yapılması kararlaştırılan yeni bir düzenin prensiplerini ve programını içine alır. Bu ferman esas olarak Tanzimât hükümlerini tekrarlayan, onları açıklayan ve genişleten bir fermandır.
Kırım Savaşını doğuran olaylar,Osmanlı Devleti içindeki Hıristiyan ahâlinin imtiyazları (hakları) meselesine de bağlı olduğundan, barışı düzenleyen PârisKongresinde bu mesele de ele alındı. Nitekim İngiltere, Fransa ve Avusturya daha Nisan 1855’te Viyana’da Kırım Savaşı sonrasında yapılacak antlaşmanın esaslarını görüşerek bâzı kararlar almışlar ve 16 Aralık 1855’te bir antlaşmaya varmışlardı. Bu kararlar dört madde olup,Avusturya imparatorunun ültimatomuyla çara bildirildi. Bu kararların dördüncü maddesi; “Osmanlı memleketlerinde bulunan Hıristiyan tebeanın hakları, pâdişâhın istiklâl ve hâkimiyetine aslâ dokunulmamak şartıyla tasdik olunacak, pâdişâh bu hususta Rusya’nın muvâfakatını îcâb ettiren bir taahhütte bulunacak.” idi. Bu maddede de görüldüğü üzere Osmanlı ordusunun kazandığı zafer bile, gayri müslimlere imtiyaz sebebi oluyordu.Rusya, kurulacak Avusturya, Fransa, İngiltere ittifâkı tehlikesi karşısında bu kararları kabul etti.Osmanlı hükûmeti, kendi Hıristiyan tebeası ile ilgili maddenin devletin iç işlerine karışma anlamına geleceğini bildirerek, 16 Aralık târihli kararlar arasında yer almamasına çalıştıysa da başarılı olamadı. Netîcede bu maddenin programlaştırılması için şu tezler ortaya atıldı:
Rus tezi: “Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Hıristiyanların hak ve imtiyazları Avrupa devletlerinin müşterek garantileri altına alınmalıdır.”
İngiliz tezi: “Tam ölçüde bir din serbestliği ve hukûk eşitliği sağlanmalıdır.”
Fransız tezi:“Müslüman tebea ile Hıristiyan tebea arasında cemiyet, haklar, vergiler, millî eğitim ve devlet memurluklarına geçme bakımından sürüp gelen farklar, bir ferman ile kaldırılarak Gülhâne Hattı’nda işâret edilen tebea eşitliği tam mânâsıyla geliştirilmelidir.”
Bâbâlî, Rusya’nın teklifini, hükümrânlık haklarına müdâhale,İngiliz teklifini de İslâmiyeti küçültücü gördüğü için,Fransız teklifini kabul etti. Ayrıca yapılacakPâris Konferansında Rusların gayri müslimler konusunda bir istekleri ile karşılaşmak istemiyordu. Fransız tezinin kabulü üzerine, bunun bir ferman hâline getirilmesi Bâb-ı âlî’ye bırakıldı.
Âlî Paşa hükûmeti tarafından îlân edilen bu fermânın hazırlanmasında İngiliz ve Fransız elçileri de bulunmuştu. Bu şekilde hazırlanan ferman, PârisKonferansından önce, 28 Şubat 1856’da Bâbıâlî’de IslâhâtHatt-ı Hümâyûnu adıyla devlet erkânı, şeyhülislâm, patrikler, hahambaşı ve cemâatlerin ileri gelenleri önünde okunarak îlân edildi.Otuz beş maddeden meydana gelen fermânın getirdiği önemli hususlar özetle şunlardı:
1. Tanzimât fermânı ile değişik din ve mezheplerdeki bütün tebeaya verilen teminât, bu fermanla yenilendiğinden, bunların uygulaması için gerekli tedbirler alınacaktır.
2.Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar kânun önünde eşit olacaklardır.
3.Patrikhânelerde yeni meclisler kurulacak ve bu meclislerin verecekleri kararlar Bâbıâlî tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girecektir.
4. Patrikler kayd-ı hayat şartıyla bu makâma seçileceklerdir.
5. Cemâatlerin rûhânî reislerine verdikleri cevâiz (bahşişler, hediyeler) ve âidâtlar tamâmiyle kaldırılarak hepsi maaşa bağlanacaktır.
6. Şehir ve kasabalarda bulunan azınlıklara âit kilise, manastır, mezarlık, okul ve hastahâne gibi yerlerin tâmir ve yeniden yapılmasına izin verilecektir.
7. Hiç kimse din değiştirmeye zorlanmayacaktır.
8. Devlet hizmetlerine, askerlik görevine ve okullara bütün tebea eşit olarak kabûl edilecektir.
9. Irk, din, dil farkı gözetilmeyecek ve hiçbir mezheb diğerine üstün sayılmayacaktır.
10. Bütün toplumlar okul açabilecektir.
11. Hangi uyruktan olursa olsun her vatandaşın eşit ve serbest şekilde ticâret ve ekonomik girişimlerde bulunması sağlanacaktır.
12. Müslümanlar ile gayri müslimler arasındaki dâvâları görmek üzere, karışık mahkemeler kurulacaktır.
13. Yabancı devlet ile yapılacak antlaşmalar gereğince yabancılar da Osmanlı Devleti sınırları içerisinde mülk sâhibi olabileceklerdir.
14. Her cemâatin rûhâni reîsiyle, devlet tarafından bir sene müddetle tâyin edilecek birer memuru, bütün tebeayı ilgilendiren meselelerde Meclis-i vâlâ-yı ahkâm-ı adliye müzâkerelerine iştirâk ettirilecektir.
Islâhât Fermânı da, maddelerinden anlaşılacağı üzere Tanzimât Fermânı gibi Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki gayri müslimleri, özellikle Hıristiyanları Müslümanlarla aynı haklara kavuşturmayı esas almıştır. Bu iki fermânın görünürdeki gâyeleri, bütün Osmanlı toplumunu; ırk, din ve dil ayrımı gözetmeden kaynaştırmayı sağlamak idiyse de tatbîki aksi oldu. Bu ferman, gayri müslimlere Müslümanları kaynaştırmak şöyle dursun, çeşitli gayri müslim unsurların hattâ aynı mezhepten olan çeşitli ırkların bile birbirleriyle bir arada yaşamalarını sağlayamadı.
Bu ferman, konu olarak, sâdece Müslüman olmayan uyruğun ayrıcalıklarını genişletmiştir. Nitekim Tanzimâtın ve arkasından 1856 Islâhât Fermânı’nın getirdiği yeni haklarla, Osmanlı tebeası içindeki gayri müslimlerin durumu Müslümanlara nazaran çok daha iyi bir duruma geldi. Avrupa’nın himâye siyâseti sâyesinde büyük ekonomik güce siyâsî haklara da kavuşuyorlardı. Artık resmen millet terimiyle tanımlanan dînî cemâatlerin gelişme ve genişleme imkânları artmış bulunuyordu. Öte yandan Avrupa devletlerinin,Osmanlı hükûmetini böyle bir fermânı îlâna mecbur bırakması, kendilerine siyâsî, ekonomik, hukûkî kültür alanlarında yeni çıkarlar sağlamayı hedef alıyordu.İngiltere, Kırım Savaşı ile Rusların sıcak denizlere inmesini önlemiş, Fransa da Akdeniz ticâretini emniyete almış, ayrıca katoliklerin hâmiliğini üzerine almıştı. Rusya ise savaşta kaybettiğini bu fermanla masa başında kazanmıştı. Ayrıca Âlî Paşanın bu fermânı Pâris Antlaşması maddeleri içinde yer almasını istemesi, batılı devletlerin iç işlerimize müdâhalesine imkân verdi.
Islâhât Fermânı, Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnugibi sessizlikle karşılanmamış ve çeşitli yönlerden eleştirilmiştir. En büyük eleştiriyi Fransız elçisi; “Devlet-i âliyyenin bu kadar fedâkârlık edeceğini me’mûl etmez idik (ummazdık).Canning (İngiliz elçisi) ne dediyse vükelâ-yı devlet-i âliyye (Osmanlı devlet adamları) kabul etti. Eğer biraz dayanılmış olsaydı, ben bâzı mertebe kendilerine yardım ederdim.” diyerek olmaması gereken bir gafleti dile getirmiştir.Cevdet Paşa da; “Bu Islâhât Fermânı’ndan dolayı millet-i İslâmiyye dilgîr (gönlü yaralı) olarak vükelâyı hâzırayı fasl ve mezemmet (kötüler) oldular.” diyerek fermânın nasıl karşılandığını ifâde etmektedir.Hâriciye Nâzırı Fuâd Paşa ise aksine bu belgenin anlaşmaya konulması ile yabancı müdâhalenin önleneceğini savunmuştur.
Islâhât Fermânı’nda gayri müslim vatandaşların lehine olduğu kadar, onları tedirgin eden hükümler de bulunmaktaydı. Askerlik mükellefiyeti, Fâtih devrinden beri bahşedilen dînî imtiyazlarla muâfiyetlerin yeni şartlar dâhilinde tedkiki, papazların öteden beri cemâatlerinden almakta oldukları haraç ve keyfî âidâtın ilgâsıyla aylığa bağlanmaları ve bütün rûhânî reislerin sadâkat yeminiyle mükellef tutulması gibi esaslar, onlara çok ağır gelen hükümlerdi. Bu yüzden Müslümanlar kadar gayri müslimler de (Tanzimât Fermânı’nda olduğu gibi) Islâhât Fermânının aleyhinde bulunmuşlardır. Devlet içerisinde bu şekilde karşılanan Islâhât Fermânı, uygulamada da birçok güçlüklerle karşılaştı. Bunlar, Osmanlı Devletinin yapısı, Avrupa’nın siyâset, cemiyet ve ekonomi alanında geçirdiği gelişme ve Pâris Antlaşmasına imzâ koyan devletlerin işlerine karışmalarından doğuyordu. Bu sebeple de bâzı hükümleri kâğıt üzerinde kaldı.
Mustafa Reşid Paşa tarafından hazırlanan Tanzimât Fermânı ile onun yetiştirmesi Âlî Paşa tarafından hazırlanan Islâhât Fermânı arasındaki fark, hazırlık safhasında kendisini gösterir. Tanzimât Fermânı hazırlanırken açık bir yabancı tesiri görülmezken, Islâhât Fermânı Âlî Paşa ile İstanbul’daki Fransız ve İngiliz elçileri arasında kararlaştırılmıştır.Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu yayınlandıktan sonra yabancı elçilere sâdece bilgi edinmeleri için bildirildiği hâlde, Islâhât Fermânı PârisKonferansına katılan devletlere, Pâris Antlaşmasının bir maddesinde işâret edilmek için gönderilmişti. Bu durum, Osmanlı Devletinin iç ve dış siyâsetinde bir yabancı müdâhalesine yer vermişti.
Bâzı batı tarzı kuruluşların ülkeye girmesi ile cemiyetteki kuruluş ve anlayış farklılaşması, İslâmî müesseselerin yanında batı taklitçisi bir anlayış ve batı taklidi kuruluşların tesisine sebeb olmuştur.Tanzimât ve Islâhât Fermanları devletin çöküşünü engellemesinde hiçbir müsbet tesiri olmamış, aksine ülkedeki tebea ve cemiyetler arasında yeni ve daha büyük problemlerin çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Meselâ Sûriye’de büyük bir galeyân başladı. Arkasından 1858’de Cidde’de Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında çatışma çıktı. Fransız ve İngiliz konsolosları öldürüldü. Bunun üzerine İngiliz ve Fransız donanmaları Osmanlı Devletine sormadan şehri bombaladılar. Fâillerden on kişiyi yakalayarak îdâm ettiler. Cidde bir Osmanlı toprağı idi. Bağımsız bir devletin topraklarında işlenen bir suçun fâilini ancak o devletin cezâlandırması milletlerarası bir kâide, teâmül olduğu hâlde, batılı devletlerin buna aldırdıkları bile yoktu. Nihâyet, Lübnan’da da büyük bir isyân patlak verdi. Uzun mücâdelelerden sonra 9Haziran 1861’de Lübnan Nizamnâmesi imzâlandı. Buna göre; Hıristiyan bir vâlinin başkanlığında Lübnan muhtar eyâlet hâline getirildi. Böylece Islâhât Fermanı batılı devletlerin istediği şekilde meyveler vermeye başladı.
Osmanlı Devletinde kurulan sanat okullarına verilen ad. İlk olarak Tuna vilâyetinde açılan okula kimsesiz ve yardıma muhtaç çocukların alınması ve bunların hâl ve geleceklerinin düzeltilmesi düşünüldüğünden ıslahevi mânâsına gelen bu tâbirin kullanıldığı zannedilmektedir. Bir de Türkçenin Rumeli şîvesinde ıslâh “iyi, güzel mânâsına geldiğinden, memlekette ilk defâ açılan güzel ve iyi müessesenin halkın hoşuna giden bir isimle adlandırılması uygun görülmüş olduğu düşünülmektedir.
Tuna vilâyetinden sonra Rusçuk, Halep, Selânik ve İstanbul’da da açılan bu okullara, daha sonraları Sanâyi Mektebi adı verildi. 1868’den sonra Bursa, İzmir, Bosna, Trabzon, İşkodra, Kastamonu, Erzurum ve Diyarbekir’de açılan okullarla bu faaliyet genişletildi.
Islahhânelerde öğrencilere ilköğretim seviyesinde dersler okutulduğu gibi, bulunduğu bölgenin ihtiyâçlarına göre terzilik, kunduracılık, mürettiplik, demircilik ve marangozluk gibi sanat eğitimi de veriliyordu. Okulların giderleri halkın yardımları ve ıslahhânelerde yapılan eşyânın satışlarından elde edilen kârla karşılanırdı. Islahhânelerin yerini sonraları sanat mektepleri almıştır.
ISLÂHİYE TEŞKİLÂTI (Fırka-i Islâhiyye)
Abdülazîz Han devrinde güney ve güneydoğudaki âsileri yola getirmek için kurulan özel askerî birlik. İskenderun’dan Maraş ve Elbistan’a, Kilis’ten Niğde ve Kayseri’ye, Adana sâhillerinden Sivas’a kadar olan bölgedeki âsileri ıslâh etmek için kuruldu. Kumandanı Müşir Derviş Paşa, komiseri de Ahmed Cevdet Paşa olup, on beş piyâde taburu ve iki süvâri alayından meydana geliyordu.
Kırım Harbi (1853-1856) devâm ederken, Osmanlı ordusunun cephede olmasından istifâde eden fırsatçı eşkıyâlar ile Ermeni âsileri Halep, Kozan ve Adana bölgelerinde isyâna, ahâliyi katletmeye başladılar. Bu katliamlar üzerine 1866’da bölgede harekâta başlayan Fırka-i Islâhiye, Halep, Kozan, Adana ve çevresinde faaliyette bulunan eşkiyâyı kısa sürede ortadan kaldırdı. Hac yolunu kesen Küçük Alioğullarının tehditlerine son verdi. Fırka-i Islâhiye, Cevdet Paşanın başkanlığında bölge aşîretlerinin ileri gelenleriyle, toplantılar ve görüşmeler yaparak göçebe halkı büyük ölçüde yerleşik düzene geçirmeyi başardı. Heyeti bir beyannâme yayınlayarak pâdişâha bağlılıkla kusur gösterilmesine izin verilmeyeceğini buna karşılık şahsî hukûkun korunacağını ve o güne kadar işlenen suçların affedileceğini duyurdu. Aşîret önde gelenlerine çeşitli devlet kademelerinde ve ordu içinde görevler verildi. Bunlar İstanbul, Kütahya ve Rumelide iskân edildi.
Bölgede asâyişin sağlanması ve Fırka-i Islâhiyenin İstanbul’a dönmesi ile teşkilâtın görevi sona ermiş oldu (1867).
(Bkz. Uluslararası Standartlar Teşkilâtı)
Alm. Spinat (m), Fr. épinard (m), İng. spinach. Familyası: Ispanakgiller (Chenopodiaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Sebze olarak heryerde yetiştirilir. Anavatanı Kafkasya ve Afganistan’dır.
Kış sebzesi olarak yetiştirilen, iki evcikli, kazık köklü, otsu bir bitki. Mutedil, serin rutubetli havalardan hoşlanır. -5 dereceden sonra zarar görmeye başlar. Kurak ve sıcaklık ise yapraklarını sertleştirip tohuma kalkmasını teşvik eder. Bu sebeble ziraatı sonbahar ile ilkbahar arasında yapılır.
Suyu süzen, killi-kumlu toprakları sever. Çok kumlu, kuru ve fakir topraklarda büyümez. Killi ağır topraklarda sarılığa yakalanır. Yapraklarından istifade edildiği için azotlu gübreye ihtiyaç gösterir. Ispanağın enli geniş yaprakları vardır. Sebze olarak da daha çok bu geniş yapraklar ve genç yaprak sapları kullanılmaktadır. Bir sap üzerinde salkım durumunda sarımsı renkte çiçekler açar. Çiçeklerin taç yaprakları yoktur. Erkek ve dişi çiçekler ayrı ayrı bitkilerde bulunur. Şâyet ıspanak zamanında toplanmazsa tohuma kaçar ve kartlaşır.
Memleketimizde sonbaharda ekimi yapılır. İki-üç ay içerisinde ürün alınır. Kumlu-killi ve gübreli topraklarda iyi ürün alınabilir. Dikenli ve dikensiz tohumlu iki çeşidi vardır.
Dikenli ıspanak: Tohumları köşeli ve dikenli, yaprakları yırtmaçlı, uçları ise mızrak gibidir. Kışa dayanıklı (-8, -10 dereceye dayanır), lezzetlidir.
Dikensiz ıspanak: Tohumları dikensiz, yuvarlakça, yaprakları geniş ve yırtmaçsız ince naziktir. En fazla ekilen bu çeşittir.
Ispanak ekilecek toprak daha önceden bol miktârda iyi çürümüş hayvan gübresi ile gübrelenir, derince sürülür, tesviye edilir. Serpme veya çizgi usulü tohum ekilir. Çizgiye ekimde sıra arası 20-30 cm, sıra üzeri 10 cm olmalıdır. Tohumlar 10-15 günde çimlenir. Toprak iyi hazırlanmış, havalar da uygun gidiyorsa ekimden 1-1,5 ay sonra hasadı başlar. Kış boyu tâze ıspanak bulundurmak isteniyorsa, tohum ekiminin 20-30 gün fasıla ile tekrarlanması icab eder. Dekardan 500-2000 kg arasında mahsul alınır.
Tohum elde etmek için, kış sonunda seyrek olarak ve tercihen çizgiye ekilen tohumlardan elde edilen fideler seyreltilir. İlkbaharda büyüyüp gelişir. Yaz sıcaklarında çiçeğe kalkar, döllenme bitip tohum bağlayınca erkek çiçek açmış olanlar sökülüp atılır. Sararıp olgunlaşan tohumlar çiçek saplarıyla kesilip iyice kurutulduktan sonra ovalanıp temizlenir. Tohum olarak kullanılır.
Kullanıldığı yerler: İçinde A,B,C,D vitaminleri vardır. Proteince de zengindir. Daha çok sebze olarak, pişirilerek veya salata hâlinde yenilir. C vitamini ve demirce zengin bir kış sebzesidir.
ISPANAKGİLLER (Chenomopodiaceae)
Alm. Chenopodiazeen. Gänsefussgewächse. Fr. Chènopodiacées, İng. Chenopodiaceae. Çoğunluğu tarla ve yol kenarlarında, virânelerde yabânî olarak yetişen otsu bitkiler. Bâzı cins ve türleri tuzlu topraklarda, çorak alanlarda, deniz sâhillerinde yetişen tuzcul bitkilerdir. Yaprakları basit ve sarmalı dizilişli, çiçek örtü yaprakları birbirinin aynı olan çok basit çanak yaprak yapısında, çiçekleri bâzılarında bir cinsli küçük yeşil topluluklar durumunda, bir kısmında erdişidir. Meyveleri fındıksıdır. Bu familyada 100 cins, 1400 tür vardır. Hayvan pancarı, şekerpancarı, kazayağı, karapazı, ıspanak bu familya bitkilerindendir.