I
Türk alfabesinin on birinci harfi ve bu harfin işâret ettiği ses. Vokal (sesli, ünlü)lerin üçüncüsüdür. Ağızda ön damak kavsi içinde teşekkül eder. Türkçeye mahsus bir sestir.
I fonetik bakımından, düz vokallerden kalınların darını gösterir.Türkçede normal olarak orta uzunlukta söylenen bu ses, eski ve yeni bütün Türk ağızlarında tesbit edilmiştir. Ancak hece taşıma özelliği az olduğu için kelime başında ya “i” ye dönüşür veya kendinden önce y gelir. Bu durum ilan, yılan, ilduz, yıldız vs.) Özbekçe Türkçesinde tamâmen “i”ye dönüşmüş; Çuvaşçada birbirine benzer iki “ı” sesi teşekkül etmiştir. Anadolu’da çoklukla olduğu gibi muhâfaza edilmesine rağmen yine de “i” olduğu ve “y” aldığı görülür. Bilhassa kelime içlerinde sık sık kullanılır.Kelime başında kullanılışı daha azdır.
Türkçe’de “ı” sesini gösteren bu işâret yalnız Türk alfabesinde vardır.Öteki milletlerin kullandığı Lâtin alfabesinde yer almaz. Bilhassa Avrupa’da ı sesi kullanılmadığı için bu ses i ile temsil edilir.
İlin Kimliği
Yüzölçümü: 3539 km2
Nüfûsu: 142.601
İlçeleri: Merkez, Aralık, Karakoyunlu,Tuzluca
Doğu Anadolu’da yer alan bir ilimiz.Kars iline bağlıyken 27 Mayıs 1992’de il oldu. Kuzey ve doğusunda Ermenistan, güneydoğusunda Nahçıvan ve İran, güney ve batısında Ağrı, kuzeybatısında Kars yer alır. Trafik numarası 76’dır.
Târihi
Iğdır çok eski târihe sâhiptir. İlk bilinen sâkinleri Hurrilerdir. Daha sonra Urartuların hâkimiyetine girdi. Bölge daha sonra Urartuların işgâline uğradı. Asurlular ve Babilliler bölgeye hâkim olmak istedi iseler de başarılı olamadılar. M.Ö. 7. asırda Perslerin istilâsına uğradı. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Persleri yenerek burasını ele geçirdi. M.S. 2. asırda bölge Roma İmparatorluğunun hâkimiyetine girdi. M.S. 395’te Roma ikiye bölününce, bu bölge de bütün Anadolu gibi Bizans İmparatorluğunun payına düştü. Sultan Alparslan Iğdır’ı fethederek Türk topraklarına kattı. Daha sonra bir süre Gürcülerin elinde kalan Iğdır, 13. asırda Moğol istilâsına uğradı. Moğollardan sonra bölgeye Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safevîler hâkim oldu. Kânûnî Sultan Süleyman devrinde düzenlenen İran Seferi sırasında fethedilerek Osmanlı topraklarına katıldı. Bölge 19. asra kadar birkaç defa İran saldırıları neticesinde el değiştirdi. 1878’de Rusların eline geçen Iğdır, 1918’e kadar 40 sene boyunca işgal altında kaldı. Ermeniler tarafından 1919’da işgal edilen Iğdır, 13 Kasım 1920’de kurtarıldı. Kars iline bağlı iken 27 Mayıs 1992’de yeni düzenlemeyle il oldu.
Fizikî Yapı
İl topraklarının güney ve batı kesimi yüksek dağlarla çevrili olup, kuzey ve doğu bölümleri ovalıktır. Ovalar ile dağlar arasında yükseklik farkı çoktur.Karasu-Aras Dağları il topraklarını engebelendirir. Başlıca dağları Perili Dağı ile Zor Dağıdır. Ağrı Dağının doruğu 5137 m olup, dağ Ağrı-Iğdır sınırı üzerindedir. Doruk Iğdır il sınırları içinde kalır. Ağrı Dağının Iğdır iline bakan yamaçlarının büyük kısmı beş bin metreden yüksektir.
İl topraklarının büyük kısmını Iğdır Ovası kaplar. Ova, Ağrı Dağının kuzeyinde olup, 750 km2 civârında genişliğe sâhiptir. Ovanın ortalama yüksekliği 850 m civârındadır. Verimli bir ova olan Iğdır Ovasının Nahcıvan sınırına doğru uzanan bölümüne Dil Ovası ismi verilir.
Dağlardan kaynaklanan suları Aras Irmağı toplar. Aras Irmağı, Iğdır Ovasını suladıktan sonra ülke topraklarından çıkana kadar tabiî sınır çizer.
İklim ve Bitki Örtüsü
İlin düz kesimleri, Doğu Anadolu bölgesinin diğer bölümlerinde görülen şiddetli kara ikliminden etkilenmez. Kuytu olması yüzünden Iğdır Ovasında ortalama sıcaklık 11,6°C’dir. Kuytuluğu yüzünden Iğdır Ovası ülkemizin en az yağış alan bölgelerinden biridir. Yazlar uzun ve sıcak geçer.
Iğdır, orman bakımından çok fakirdir. Gerek dağlık ve gerekse ovalık bölgelerde tabiî bitki örtüsü bozkır görünümündedir.
Ekonomi
Iğdır ilinin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır. Sanâyi ve turizm sektörü fazla gelişmemiştir.
Tarım: Aras Nehrinin suladığı Iğdır Ovası, önemli tarım alanıdır. İklimin uygun olması yüzünden ovada pamuktan şeftaliye kadar çeşitli bitki yetiştirilir. Başlıca tarım ürünleri şekerpancarı, buğday, arpa, patates ve pamuktur.
Hayvancılık: Geniş yaylalara sâhib olan Iğdır’da hayvancılık önemli gelir kaynağıdır. En çok koyun yetiştirilir ve canlı hayvan ticâreti yapılır. Hayvanlardan elde edilen sütlerden tereyağı ve kaşarpeyniri üretilir.
Sanâyi: Sanâyi oldukça fakir olan Iğdır’da küçük işletme olarak 6 adet çırçır fabrikası ile bir adet pamuklu dokuma tekstil fabrikası vardır. Ayrıca Tuzluca ilçesinde tekel tarafından işletilen tuzlalar vardır.
Ulaşım: Yaygın bir karayolu ağına sâhiptir. Ağrı, Kars, Erzurum, Ermenistan, Nahcıvan ve İran karayolu bağlantılarının merkezidir. Demiryolu bağlantısı ve hava alanı yoktur. Iğdır ilinde bulunan iki sınır kapısından Ermenistan’a açılan Alican sınır kapısı günümüzde kapalıdır. Nahcıvan sınır kapısı ise 1992’de açılmıştır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
1990 sayımına göre toplam nüfûsu 142.601 olup, 51.867’si ilçe merkezinde, 90.734’ü köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 3539 km2 olup nüfus yoğunluğu 40’tır.
Örf ve âdetleri: Eski devirlerden bu yana pekçok kavim, millet ve medeniyetlerin gelip geçtiği bölgede Türk-İslâm kültürü hâkimdir. Diğer kültür ve milletlerin örf ve âdetleri unutulmuştur. Bölgede Âzerî kıyâfetleri hâkimdir. Erkekler başlarına körpe kuzu derisinden yapılan kalpak giyerler. Alt kısımlarına Âzerî şalvarı, sırta açık renkli kumaştan uzun kollu bileksiz ve yakasız köynek giyilir. Kadınlar ipekten “kalağı” denen bir tür başlık kullanırlar. Kalağı fes veya dar kasnak üstüne örtülür. Üstlerine boylama denen uzun entariler giyerler.
Eğitim: Iğdır ili eğitim bakımından bölge illerine nazaran oldukça ileridir.
İlçeleri
Iğdır’ın biri merkez olmaz üzere dört ilçesi vardır.
Merkez: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 79.306 olup, 35.858’i ilçe merkezinde, 43.448’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 42 köyü vardır. İlçe toprakları orta yükseklikte engebeli topraklardan meydana gelir. Güneyinde Aras Güneyi Dağları yer alır. Başlıca akarsuyu Aras Irmağıdır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Iğdır Ovasında çok çeşitli ürün yetiştirilir. Ova, Kuzey Anadolu’nun Çukurovası sayılır. Sebzecilik ve meyvecilik gelişmiştir. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, şekerpancarı, pamuk, patates, elma, kayısı ve armuttur. Hayvancılık da önemli gelir kaynağıdır. En çok koyun ve sığır beslenir. Hayvancılık daha çok canlı hayvan ticâretine yöneliktir.
İlçe merkezi, Kars’ı Aralık ve Doğubeyazıt üzerinden Gürbulak sınır kapısına bağlayan yolların kavşağında Iğdır Ovasının orta kesiminde kurulmuştur. Eskiden kervan yolları üzerinde önemli konaklama merkeziydi. Denizden 872 m yüksekliktedir. İlçe belediyesi 1924’te kurulmuştur. 1992 senesinde il olan Iğdır’ın merkezi oldu.
Aralık: 1990 sayımına göre toplan nüfûsu 17.983 olup, 4201’i ilçe merkezinde, 13.782’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 23 köyü vardır. Yüzölçümü 611 km2 olup, nüfus yoğunluğu 29’dur. İlçe toprakları 1500-2000 m yükseklikteki platolardan meydana gelir. Güneyinde Ağrı Dağı yer alır. Başlıca akarsuyu Aras Nehridir.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri pamuk, çilek, üzüm, buğday, arpa, patates ve şekerpancarıdır. Hayvancılık gelişmiş olup küçükbaş ve büyükbaş hayvancılık yapılır. İlçede devlet üretme çiftliği vardır. İklimi her türlü tarıma müsaittir.
İlçe merkezi Aras Nehri kıyısında kurulmuştur. İl merkezine en uzak ilçe olup 219 km mesâfededir. 1960’ta ilçe olan Aralık’ın belediyesi aynı sene kurulmuştur.
Karakoyunlu: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 16.426 olup, 4110’u ilçe merkezinde, 12.316’sı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 11 köyü vardır. İlçe toprakları orta yükseklikte engebeli topraklardan meydana gelir.
Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, şekerpancarı, patates, elma ve armuttur. En çok koyun ve sığır beslenir. Merkez ilçeye bağlı bucakken 1992 senesinde ilçe oldu. Eski ismi Taşburun’dur.
Tuzluca: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 28.886 olup, 7698’i ilçe merkezinde, 21.188’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 50, Gaziler bucağına bağlı 30 köyü vardır.Yüzölçümü 1236 km2 olup, nüfus yoğunluğu 23’tür. İlçe toprakları dağlıktır. Güney ve güneybatısında Perlit Dağı, batısında Aşağıdağ, Kuruzdağı ve kuzeyinde Iğdır Ovasının bir bölümü yer alır. Başlıca akarsuyu Aras Irmağıdır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, şekerpancarı, arpa, patates ve kayısı olup, ayrıca az miktarda pamuk, pirinç ve erik yetiştirilir. Yaylacılık metoduyla hayvancılık yapılır. En çok koyun, kıl keçisi ve sığır beslenir.Tekele âit tuzla ve tuğla-kiremit fabrikası başlıca sanâyi kuruluşudur.
İlçe merkezi Iğdır Ovasının batısında Ermenistan sınırı yakınında kurulmuştur. Kars’ı Digor üzerinden Doğubeyazıt’a bağlayan karayolu ilçeden geçer. İl merkezine 94 km mesâfededir. Belediyesi 1923’te kurulmuştur.
Târihî Eserler ve Turistik Yerleri
Iğdır târihî eserler yönünden fazla zengin değildir. Günümüze ulaşan sâdece Selçuklu dönemine âit bir kervansaraydır. Selçuklu kervansarayı, il merkezine 25 km uzaklıkta Kervansaray köyü yakınlarındadır. Boyuna yapılan binânın beş kulesi vardır. On üçüncü asırda yapıldığı tahmin edilmektedir.
Alm. Linde (f), Fr. Tilleul (m), İng. Linden tree, linder tree. Familyası: Ihlamurgiller (Tiliaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara ve Karadeniz bölgesi.
Haziran-ağustos ayları arasında beyazımsı-sarı renkli, hoş kokulu çiçekler açan, yüksek boylu ağaçlar. Genellikle ormanlarda tabiî olarak bulunursa da, süs ağacı olarak park ve bahçelerde de yetiştirilmektedir. Yaprakları saplı, ucu sivri, kenarları dişli, taban kısımları kalp biçiminde, üst yüzü yeşil, alt yüzü beyazımsı yeşil ve tüylüdür. Çiçekler, en az üçü bir arada olmak üzere sarkık durumlar teşkil eder. Çiçek örtüsü kayık şeklinde, sarımsı-yeşil renktedir. Meyveleri küre şekilli ve tek tohumludur.Ihlamur ağacı filizden iyi büyür. Azamî bir sene yaşar.
Ihlamurun, kış ıhlamuru (T. cordata), yaz ıhlamuru (T. platyphyllos), kırmızı ıhlamur (T. rubra) ve gümüşî ıhlamur (T. tomentosa) gibi türleri bulunmaktadır.
Kullanıldığı yerler: Güzel kokulu çiçeklerinden dolayı ve bir gölge ağacı olarak yetiştirilir. Doğramacılıkta kıymetli olan beyaz ve hafif bir odun verir.Ihlamur kabuğundaki lifler ip ve kaba dokumalarda kullanılır.Çiçek durumları tıbbî olarak kullanılır.Ihlamur çiçeği yatıştırıcı, idrar verici, göğüs yumuşatıcı ve balgam söktürücü olarak çay halinde kullanılır.Ihlamur çiçeği banyosunun da yatıştırıcı bir özelliği vardır.
İç Anadolu bölgesinde târihî ve tabiî güzelliği ile meşhur bir vâdi. Aksaray iline bağlı Güzelyurt ilçesinin batısındadır. Vâdi, Selime köyünden başlayıp, Ihlara köyünde son bulur.
Ihlara Vâdisine dar bir boğazla girilir. Ihlara köyüne kadar içinden 26 menderes çizerek Melendiz Çayının aktığı vâdi, dar tabanlı çok dik yamaçlı ve derindir. Bu dik yamaçların Melendiz Çayına bakan kısmında çeşitli manastır, kilise ve mağaralar oyulmuştur.
Vâdide iklim, ilin diğer bölgelerine nazaran daha ılımandır.Vâdinin dar tabanında bağlar ve bahçeler sıralanmıştır. Vâdinin başlangıcı olan Selime ve Yapraklıhisar köylerinde tüf konileri ve peribacaları vardır.Kalınlığı genelde 100 m olan peribacaları ve tüf konileri kuzeye ve kuzeybatıya gidildikçe incelir. Kızılkaya köyü yakınlarında 5 metreye iner. Bu peribacalarının, Ürgüp Peribacaları ile aynı zamanda meydana geldiği zannedilmektedir.
Ihlara Vâdisinde zengin şifâlı su kaynakları vardır.Yaprakhisar köyüne 3 km uzaklıktaki Ziga Kaplıcasının, banyo kürleri, romatizma ve kadın hastalıklarına, içme kürleri ise mîde, barsak, karaciğer ve safra kesesi hastalıklarına faydalıdır.
Devlet tasarrufunda bulunan bir toprağın mülkiyetinin veya sâdece gelirinin sivil veya askerî şahıslara verilmesi. Bu sistem, Resûlullah efendimizden, Osmanlı Devletine kadar,İslâm devletlerinde uygulanmıştır. Osmanlılarda ıktâ karşılığı olarak timar kullanılmıştır (Bkz.Timar). Iktânın; her türlü arâzi vergileri, mâden işletmeleri, gümrük resimleri, cizye ve hayvan vergileri iltizâmı (mukâtaa) mânâsında kullanıldığı da görülmektedir.
Iktâlar, İslâm târihi boyunca umûmiyetle, devlet gelirlerini arttırmak, başta mevât (ölü) topraklar olmak üzere memleket arâzisini ihyâ etmek, faydalı hâle getirmek, askerin ve hizmet ehlinin masraflarını devlet hazînesine yük olmadan temin etmek, devlet gelirlerini ıktâ sâhipleri vâsıtasıyla kolayca toplamak, merkezî idârenin işlerini hafifletmek maksatları için yapılmıştır.
Devlet başkanının toprağın mülkiyetini vermek şeklinde yaptığı ıktâya temlikî; sâdece gelirini verdiği şekline ise, istiğlâlî ıktâ denilir.
Temlîkî ıktâ: Bu ıktâ şeklinde toprak kime verilirse, onun mülkü olur. Şahsî mülkiyetin en bâriz vasıfları olan satmak, mîras bırakmak ve vakfetmek gibi tasarruflarda bulunulabilir. Iktâ edilen toprak, öşürlü yerlerden ise öşrü, haraclı arâzî ise harâcı verilir.
Devlet başkanı temlîkî ıktâyı; kendi mülkünden, mevât arâziden, mîrî arâziden verebilir. Mîrî arâziyi, ancak devletin menfaati bulunan kimselere verebilir.
İstiğlâlî ıktâ: Toprağın mülkiyetinin devlete âid olup, sâdece intifâ hakkının ıktâ edilmesidir. Toprak işlenir, mahsûlünden istifâde edilir.Öşürlü topraklardan öşür, haraclı olanlardan ise harac verilir. Böyle ıktânın sâhibi, arâziyi satamaz, mîras bırakamaz, vakfedemez. Ancak kirâya verebilirdi.
Abbâsîler ile başlayan, Selçuklu ve Osmanlılarda yerleşmiş olan, farklı bir istiğlâlî ıktâ şekli daha vardır. Bu, toprak vergilerinin, masraflarına karşılık ordu mensûblarına tahsis edilmesidir. Ancak bu ıktâ şekli, Selçuklularda hem mîrî (devlet arâzileri) ve hem de fertlerin mülkiyetinde bulunan öşürlü ve haraclı toprakların gelirinden olabilmekteydi. Selçuklulardan önce Gazneliler ve Büveyhîlerde askere ıktâ değil, maaş verilirdi. Fakat maaş verilmediği zamanlarda kumandanlar, muayyen bir mıntıkanın devlete âit gelirlerini toplamakla vazîfelendirilirdi. Bunların topladıkları, senelik olarak, kendilerine tahsis edilirdi. Fakat bunda askerin, toprakla ve halkla irtibâtı olmadığı gibi, arâzinin îmârında faydaları da olmazdı. Çünkü ıktâ mıntıkası ile irtibâtları geçici bir zaman içindi. Selçuklular, bundan farklı bir ıktâ usûlü ortaya koydular.Köylerdeki halkın devlete vereceği vergileri, o mıntıkadaki askere tahsis ettiler.
Iktâ sâhipleri, uymaları icâb eden şartlara uydukları, vazîfeleri hâricine çıkmadıkları müddetçe, ıktâlar ellerinde bırakılırdı. Hattâ ıktâlar, devlet başkanının müsâdesi dâhilinde babadan oğula bile intıkâl edebilirdi. Bu durum ıktâ sâhiplerini, topraklara daha iyi sâhib olmaya, halk ile daha iyi münâsebetler kurmaya, toprağın işlenmesinde halka daha çok faydalı olmaya sevkederdi.
Iktâ sâhipleri devletin memuruydular. Devlet, onları kontrol ederdi. Tâyin edilen vergiden başka talebde bulunmazlardı. Bu sebeble köylünün durumu ortaçağ Avrupasında derebeylerin elinde inleyen toprak kölelerinden tamâmen farklıydı. Çünkü derebeyler, hem toprağın hem de burada çalışanların sâhipleriydiler. Hâlbuki ıktâlardaki halk hür idi.Iktâ sâhipleri, onlar üzerinde istedikleri gibi tasarrufta bulunma haklarına sâhip değillerdi. Iktâ sâhiplerinin halka zarar vermemeleri, onları rahatsız etmemeleri için devlet tarafından gerekli tedbirler alınmıştı. Nitekim büyük âlim, kıymetli devlet adamı Nizâm-ül-Mülk, Siyâsetnâme adlı eserinde; “Iktâ sâhipleri, halktan mükellef oldukları vergileri toplarken, güzellikle, rıfk ve yumuşaklıkla muâmele etmek mecbûriyetinde olduklarını bildirmektedir. Vergiler toplandıktan sonra, mükelleflerin, mallarına, çoluk-çocuğuna dokunulmamalı, huzur ve emniyetleri aslâ bozulmamalıdır. Eğer halk, pâdişâh sarayına gelmek ve hâlini arz eylemek isterse, kimse mâni olmamalıdır. Bunun aksine hareket eden ıktâ sâhiplerinin eli kısaltılmalı, ıktâsı elinden alınmalı, kendisine de gerekli cezâ verilmelidir ki, başkaları bundan ibret alıp böyle bir şeye teşebbüs etmeye cür’et edemesinler. Iktâ sâhipleri ve vâliler, halkı himâye ve korumakla memurdur. Pâdişâh da, âhiret azâbından kurtulabilmesi için iyi muâmelesiyle halkı memnûn etmelidir.
Her iki yâhut üç senede bir, vâlileri ve ıktâ sâhiplerini değiştirmelidir ki, kendilerini kuvvetli, yerlerini sağlam görüp, halka eziyet etmesinler. Böyle yapılırsa ister istemez halka iyi muâmele ederler, memleket mâmur ve huzûrlu olur.” şeklindeki sözleri ile devrin ıktâ sahipleri, memur ve tebea anlayışı hakkında en açık bilgileri vermektedir.
Iktâ şekli ve esasları zamanla devletin her tarafında yerleşti. Iktâ sistemi vâsıtasıyla Selçuklularda, halk ile devlet arasında askerî ve idârî bir kadrolaşma meydana geldi. Devlet ile halk arasında daha yakın münâsebetler doğdu. Orta Asya’dan mer’a sıkıntısı ile göç eden Türkmenler, kendilerine muayyen topraklar ıktâ edilmek (verilmek) sûretiyle iskân edildiler. Bu sûretle harp zamânında onlardan da istifâde edildi. Ayrıca boş duran memleket arâzileri mâmur hâle getirildi.
Selçuklulardan sonra ıktâ sistemi biraz daha değişik, fakat gelişmiş şekilde Türkiye Selçukluları’nda da uygulandı. Fakat Selçuklulardan edinilen tecrübe ile ıktâlar küçültüldü.
Moğol istilâsı sonrası Anadolu’da kurulanOsmanlı Devletinde de ıktâ sistemi, timâr sistemi şeklinde devâm etti. (Bkz.Timar)
Batı Karadeniz bölgesinde güzelliği ile meşhur bir sıradağ.Her tarafı bir başka güzel olan Anadolumuzun en şirin köşelerinden biri olan Ilgaz Dağlarının kuzey sınırını Araç Nehri ve GökırmakNehrinin açtığı vâdiler, doğu sınırını Kızılırmak Vâdisi, güney sınırını Devrez ve Ulusu nehirlerinin vâdileri, batı sınırını ise Büyüksu tayin eder. Dağın doğu-batı istikametindeki uzunluğu 200 km kuzey-güney istikametindeki genişliği ise 60 km’dir.
Ilgaz Dağları, batıdan doğuya doğru yükselen ve nadir geçit veren bir dağ silsilesidir.Mevcut geçitlerden en mühimi şimdiki Ankara-Kastamonu karayolunun üzerinden aştığı Ilgaz Dağı geçididir. (1775 m). Batı Karadeniz bölgesindeki dağların en yüksek noktaları Ilgaz Dağlarının doğu bölümü üzerinde toplanmıştır. Bunlar 2587 m yüksekliğindeki Çokal Ilgaz, 2570 m yükseklikteki Ilgaz Haceti ve 2312 m yükseklikteki Hacettepe’dir. Batıda bulunan en yüksek noktası 1980 m ile Kel Tepedir.Ilgazların ortalama yüksekliği 1500 m civârındadır.
Ilgaz Dağları bölgesinde çok ılımlı bir kara iklimi hüküm sürer.İlkbahar ve yaz mevsimleri uzundur. Bölge çok az yağış alır. Bu sebepten dağlar gür olmayan ormanlar ve ağaçlıklarla kaplıdır.Çok zaman yeşil görünür.Güney yamaçları meşe ağaçlıkları, kuzey ve yüksek bölgeler köknar ve ladin ağaçları, batı kesim gürgen ve akasya ağaçları ile kaplı olup, doğu kesimde bozkır alanlar mevcuttur.
Tabiat güzellikleri ile meşhur olan dağ, yerli ve yabancı turistlerin alâkasını çekip gezilmektedir.
Alm. Tamarinde (f), Fr. tamarin, tamarinier(m), İng. tamarisk. Familyası: Ilgıngiller (Tamaricaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Hemen hemen bütün Anadolu.
Belli başlı dere yataklarında, kumluk yerlerde, deniz kenarlarında veya tuzlu bataklıklarda yetişen, renkli çiçekler açan, alçak boylu çalılar.Kumlu nehir yataklarında, çorak yerlerde yetiştiklerinden, kuru kumlu toprakları tutmada, tuzlu çorak toprakların yeşillendirilmesinde önemli bir bitkidir.Türkiye’de Anadolu ve Trakya’daki büyük nehir yataklarında tabiî olarak yetişen çeşitli türlerine rastlanır.Yaprakları küçük ve pul şeklindedir.Çiçekler küçük ve bol miktardadır.
Kullanıldığı yerler: Park ve bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir.
Sultan Dağlarının doğusunda küçük tektonik bir çukura yerleşmiş göl. Yükseklikleri 1300-1400 metreye varan tepelerin arasındaki bu gölün ekseni kuzey-güney doğrultusunda uzanır. Uzunluğu 18 km, genişliği 2.5-3 kilometre, rakımı 1025 m, yüzölçümü 51 km2dir. Bu göle Çavuşçu Gölü de denir.
Batı kenarında, Sultan Dağlarından inen Ilgın Çayının göle kavuştuğu yerde meydana getirdiği delta çıkıntısı dikkati çeker; gölün bu kenarında bir de sıcak su kaynağı vardır.Göl sığ olup, bâzı seneler yaz aylarında sular iyice çekilmektedir.Gölün dışarıya akıntısı yoktur. Yalnız tabandaki arazi yapısı itibariyle su kaybettiği tahmin edilmektedir. Göl suyunun tatlı olması bu tahmini kuvvetlendirmektedir. Fazla yağışlı olan senelerde su seviyesi yükselmekte ve güneydeki kanal vasıtası ile boşaldığı da olmaktadır. Göl kıyısı sazlıktır. Bunlardan halk sepet yapımında, yakacak ve yapı işlerinde istifade etmektedir.
Alm. Tamariske, Fr. Tamaricacées, İng. Tamaricaceae. Bu familya bitkilerinin çoğu Akdeniz bölgesinde yayılmış olan, sarkık ince dallı, tuzcul veya nemli yerlerde yetişen küçük ağaçlar veya çalılardır. Yaprakları pul şeklindedir.Çiçekler küçük ve yoğun başaklar hâlinde toplanmışlardır.Meyveleri kapsüllüdür. Dünyâ üzerinde 4 cins ve takriben 100 türü vardır.Memleketimizde 3 cins ve 7 türü yetişir.
(Bkz. Uluslararası Çalışma Örgütü)
(Bkz. Uluslararası Para Fonu)
(Bkz. Uluslararası Fonetik Alfabe)
DEVLETİN ADI |
Irak Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Bağdat |
NÜFÛSU |
18.838.000 (1993) |
YÜZÖLÇÜMÜ |
438.317 |
RESMÎ DİLİ |
Arapça |
DÎNİ |
İslâm (% 95), Hıristiyan (% 5) |
PARA BİRİMİ |
Dinar |
Türkiye’nin güneyinde bir Ortadoğu ülkesi.Kuzeyde Türkiye, doğuda İran, güneydoğuda Basra Körfezi ve Kuveyt, güneyde Suudi Arabistan, batıda Ürdün ve Suriye ile sınırlanmış ve 38°-48° doğu meridyenleri ile 28°-38° paralelleri arasında yer almaktadır. Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bir geçit kabûl edilmektedir. Birleşmiş Milletler ve BağlantısızlarPaktı üyesi, sosyalist bir ülkedir.
Târihi
Irak’ın bulunduğu Mezopotamya bölgesi dünyânın ilk önemli yerleşim merkezlerinden biridir.M.Ö. 7. yüzyıla kadar Sümer-Akad, Bâbil ve Asurların elinde kalmış, bu târihte ise Perslerin eline geçmiştir. Bölgede İslâmiyetten önceki Araplar da Main,Sebai ve Himyeri devletlerini kurdular. İslâmiyetin doğuşu ve hızla gelişmesi ile birlikte Müslümanlar uzun süre bölgeye hâkim oldular.Müslümanların dördüncü halîfesi hazret-i Ali’nin kabri Necef’tedir.Oğlu hazret-i Hüseyin de burada Kerbelâ’da şehid olmuştur.İmâm-ı A’zâm Ebû Hanîfe,Ahmed bin Hanbel, Abdülkâdir Geylânî gibi büyük âlim ve velîler Bağdat ve Kûfe’de yetişmişler, insanlığa ilim ve hikmet yaymışlardır. Bu üç zâtın türbesi hâlen Bağdat’tadır.
Bağdat 762’den îtibâren yeni baştan îmâr edilerek Abbâsîlerin yâni, İslâm dünyâsının başşehri oldu ve dünyânın en önemli kültür merkezlerinden biri hâline geldi. Bilhassa 786-809 seneleri arasında halîfelik yapan Hârunürreşîd ve oğlu Me’mûn zamânında Irak dünyânın en parlak ilim ve kültür merkezi oldu. Ancak 1258’de Irak’a girenMoğol hükümdarı Hülâgü, şehirleri yakıp yıkmış, binlerce Müslümanı öldürmüştür. Daha sonraki târihlerde de eski günleri bulamayan Irak, sırasıyla Celâyirliler,Tîmûroğulları, Karakoyunlular,Akkoyunlular, ve Safevîlerin hâkimiyeti altında kaldı. 1515’te Kuzey Irak’ın Osmanlı topraklarına katılmasını tâkiben Kânûnî Sultan Süleymân Han 1534’te ülkenin tamâmını fethetti.Irak,Osmanlı hâkimiyetinde kaldığı yaklaşık beş asırlık süre zarfında en parlak dönemlerini yaşadı. Kıymetli âlimler İstanbul’a götürülerek, çalışmaları için her türlü imkân temin edildi.Osmanlı Sultanı Dördüncü Murâd Han zamânında Bağdat ikinci defâ fethedildi. Bu fetihte pâdişâh bizzat harbe iştirak etmiş, kale kapısı yıkılırken elindeki gürzle o da yardım etmişti.Kalenin fethinden sonra Şiîlerin yıktığı İmâm-ı A’zam türbesini yeniden inşâ ettirdi.Irak’a göz koyan İngilizler,Birinci Dünyâ Savaşı sırasında 20Kasım 1914’te Basra’ya girdiler. Ancak 29 Mayıs 1916’da Irak ve Osmanlı Kuvvetleri “Selman Pak” meydan savaşında İngilizleri yenerek tamâmını esir ettiler. Birinci Dünyâ Savaşından sonra Osmanlılar bölgeden çekildiklerindenIraklılar yalnız ve zayıf kaldılar. Bunu farkeden İngiltere 1918’de ordularını Musul’a soktu. 1920’de yapılan son Roma Konferansında da Irak’ın İngiliz mandası altına girmesi kararlaştırıldı. 1930’da İngiltere Irak’a sözde bağımsızlık tanıdı. 1933’te de Faysal’ın oğlu Gâzi, kral oldu. Irakİkinci Dünyâ Savaşına girmedi. Ancak bütün İngiliz sömürgeleri gibi savaştan etkilendi. 14 Temmuz 1958’de Irak ordusu, 22 yaşındaki Kral İkinci Faysal’ın da öldürüldüğü kanlı bir darbe ile yönetime el koyarak cumhuriyeti ilân etti. Ancak darbeci Abdülkerîm Kasım tam bir diktatör olduğundan,Irak’a İngilizlerden fazla bir hürriyet vermedi. Bunun üzerine SosyalistArap Baas Partisi aynı senenin 8 Şubatında yönetimi ele geçirdi. 18 Kasım 1963’te işe Arif Kardeşler, karşı darbe ile başa geçti. Beş sene sonra 30Temmuz 1968’de de BaasPartisi yeni bir darbe yaparak ikinci defâ yönetimi ele geçirdi. Saddam Hüseyin’in başkanlığındaki Devrim Komuta Konseyi ve Sosyalis ArapBaasPartisi bugün de işbaşındadır. 22 Eylül 1980’de başlayan Irak-İran savaşı ülkede yüzbinlerce insan kaybına, milyarlarca dolarlık zarara huzûrun, barışın ve düzeninin bozulmasına yol açtı.Sekiz sene gibi uzun bir savaş sonunda, 20.8.1988’de ateşkes imzâlandı.
1990 ortalarında Irak orduları Kuveyt’e girerek burayı işgâl etti. Bunun üzerine başlayan Körfez Krizi petrol fiatlarının artmasına ve ekonomik dalgalanmalara sebeb oldu. ABD-Suudi Arabistan’ın güvenliğini sağlamak için 500.000 asker, birçok Avrupa devleti de Basra Körfezine donanma gönderdi.Irak’a, Kuveyt’i boşaltmak için verilen sürenin bittiği 16 Ocak 1991 günü, Müttefik güçler askerî harekata başladı. Bir ay zarfında Irak mağlub olarakKuveyt’ten çekilmek mecburiyetinde kaldı. Ateşkes antlaşması imzalanarak barış görüşmelerine başlandı. Amerika Irak’ın kuzey sınırındaki kürtleri korumak için askerî birlik bulundurmaktadır.
Fizikî Yapı
Irak fizikî yapı bakımından genelde dört bölgeye ayrılır:Bunlar, kuzey ve kuzeydoğuyu kaplayan dağlık bölge; bu bölgenin güneyinde yeralan,Basra Körfezi kıyısındaki bataklıklar; güney ve batıdaki çöllerle sınırlanmış olanMezopotamya arâzisi ve Ürdün, Suudî Arabistan, Güney Suriye sınırlarına yakın bölgelerden başlayarak komşu ülkelerin içlerine doğru uzanan step ve çöllerdir.Ülkenin en büyük platosu kuzeyde bulunan Cezire’dir.Yine kuzeydeki Alp-Himalaya dağ dizisi üyeleri Zagros Dağları Irak’ın en yüksek bölgeleri olup, 5605 m’ye kadar yükselirler. Dicle ve kolları, Fırat,Irak ve Mezopotamya’nın hayat kaynağıdır. Bu iki ırmak bölgeyi suladıktan sonra,Basra Körfezine 150 km kala Şattülarap su yolunda birleşirler. Bu yol Irak’ın en önemli limanı olanBasra’yı körfeze bağladığından çok önemlidir. Dicle ve Fırat yüzyıllardan beri Türkiye ve Suriye’den, Irak’ın kuzeyinden taşıdıkları topraklarla denizi doldurarak Aşağı Mezopotamya’nın ucundaki deltanın alüvyonal özellikte çok verimli bir ova hâline gelmesine sebep olmuşlardır. Ülkenin diğer önemli akarsuları Büyük Zap, KüçükZap ve Uzuym nehirleridir. Ülkede çok sayıda göl bulunmasına rağmen, tam bir göl özelliği göstermezler. Bir çoğu yağmur suyu ile dolan sathî (yüzeysel) çukurluklardır. Basra Körfezine yakın göllerin çoğu da sazlarla kaplı bataklıklar hâlindedir. Irak’ın en büyük gölü Şattülarap su yolu ile Fırat Nehri arasındaki Hürülhammar Gölüdür.
İklimi
Irak’ta iklim kış-yaz mevsimleri ve güney-kuzey bölgeleri arasında büyük değişiklik gösterir.Yaz mevsimi güneyde uzun, sıcak ve kuraktır.Sıcaklık bölgede ortalama 46°C’yi bulur. Kuzeyde ise serince ve kısa sürer. Kış mevsimi ise güneyde kısa sürer ve serin geçer.Kuzey bölgelerde ise kış çok karlı ve uzundur. Bu bölgelerde kış aylarındaki sıcaklık ortalaması sıfırın altındadır. Yağış ise ülke genelinde kış aylarında olur.Mezopotamya’da senelik ortalaması 178 mm olan yağış, dağlık bögelerde 1016 mm’yi bulur.Yağışlar güneyde yağmur, kuzeyde kar şeklinde olur.Çöl bölgelerinde ise ancak dünyâ çapında büyük bir kış olduğu zamanlarda kısa süreli yağışlar tesbit edilmiştir.
Tabiî Kaynaklar
Irak bitki örtüsü bakımından da iklime bağlı olarak bölgelere göre dağişiklik gösterir. Dağlık bölge, yamaçlarda çam, meşe, fıstık ağaçları, daha yukarılarda diken ve çalılıklarla kaplanmıştır.Suriye sınırı yakınlarındaki kısımlarda bir iki yıllık cılız bitkilere rastlanır.Güneydeki steplerde bozkır bitkileri, çöllerde ise dikenli bitkiler görülür. Aşağı Mezopotamya’nın bir kısmı ve Basra Körfezi kıyısı bataklık özelliği gösterdiğinden buralar söğüt, kavak ağaçları, yeşillikler, su otları ve sazlarla kaplıdır.
Ülkedeki vahşî ve yabânî hayvanların en bol bulunduğu yerler dağlardır. Buralarda çakal, sırtlan ve yabânî tavşana rastlanır.Çöllerde çölyılanı, çölfâresi, Dicle ve Fırat gibi büyük ırmak boylarında ise kurbağa, yılan ve yabânî ördek görülür.
Irak’ın en önemli tabiî kaynağı petroldür.Petrol, Kerkük,Musul ve Basra olmak üzere üç bölgeden çıkarılır.Ülkenin senelik petrol istihsali 31 milyon varil civârındadır.Kuzeyden çıkarılan petrol, petrol boru hattı ile Suriye’nin Baniyar,Lübnan’ın Trablus-şam limanlarına ve ülkemizin Yumurtalık tesislerine pompalanır.Güneyden çıkarılan petrol ise körfez kıyısındaki limanlardan borularla sevk edilir.
Irak’tan çıkarılan, değeri petrolle yakın diğer bir tabiî servet kükürttür. Bunu, senede 12 bin ton çıkarılan asbest takib eder.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Irak, ender rastlanacak bir târihe sâhib olduğundan ülke nüfûsunu meydana getiren gruplar da kendisine has özellikler gösterir. Birinci Dünyâ Savaşı sırasında 2,5 milyon olan ülke nüfûsu % 35’lik artış oranı ile günümüzde 17.215.000’e ulaşmıştır.Halkın % 80’i Araptır. Geri kalan % 20’lik kısmı, kuzey bölgelerde yaşayan Kürtler,Kerkük ve Musul’daki Türkler ve çeşitli yerlerde yerleşmiş bulunan Ermeni, Yahûdi, Yezîdi, Süryâni ve Asurî azınlıklar teşkil eder. Türkler okullarında Türkçe öğretim yapabilme, diğer azınlıklar da bâzı konularda özerk davranabilme hakkına sâhiptir. Arapça resmî dil olması ve halkın büyük çoğunluğunun Arap olması sebebiyle en çok konuşulan lisandır.IrakArapçası yazıda modern, telaffuzda mahallî sitili benimsemiştir. Arapçayı, sırasıyla Kürtçe, Türkçe ve Ermenice tâkip eder.İngilizce ise en çok kullanılan batı lisanıdır.
Halkın çoğu Müslümandır.Müslüman olan Araplar, Türkler ve Farslar toplam nüfûsun % 95’ini meydana getirirler. 1960’a kadar Müslüman toplumunun yarısına yakını Şiîydi. Ancak bu yıllarda çeşitli siyâsî sebeplerden dolayı ülkeden fazla miktarda Şiî çıkarıldığından bugün ülkede sâdece Kerbelâ ve Necef civârında Şiî bulunmaktadır. Hıristiyan toplumu da, Katolik olan Musul’daki bir kısım Araplar, Ortodoks olan Ermeniler, kendi kiliselerine bağlı olan Süryâni ve Yezidiler meydana getirir. Ülkedeki diğer iki dînî grup ise Yahûdîler ve ilkel dinleri olan Asurîlerdir.
Ülkede eğitim parasız ve mecbûriyet olmadan yürütülmektedir. İlk ve Orta öğretim seviyesi komşu ülkelere nazaran düşüktür. 1959 senesinde başlatılan okuma yazma seferberliği ile okur-yazar oranı 1979’da % 30’a çıkmış, günümüzde ise % 40’ı aşmıştır.
Siyâsî Hayat
Irak, tek partili cumhuriyet sistemi ile yönetilmektedir.Ülke idâresinin görüşüldüğü 250 kişilik bir meclis vardır. Seçimler tek parti ve tek liste ile yapılır.Cumhurbaşkanı 1968 ihtilâlini yapan Devrim Komuta Konseyinin başkanlığına 1979’da getirilen Saddam Hüseyin’dir.
Irak’taki idârî taksimât, Osmanlılar zamânındakinin devâmı olup, batı sistemlerinden hemen hiç etkilenmemiştir. 16 şehrin en önemlileri Bağdat, Basra, Kerkük, Musul, Necef, Kerbelâ, Hillâ ve El-Kâzimeyn’dir. Şehirlerin başında, ülkemizdeki vâliye karşılık olan mutasarrıflar bulunur. Şehirlerden sonra kaymakamların idâre ettiği kazâlar gelir. Nâhiyeler ise, müdürlerin yönettiği köyden büyük yerleşim merkezleridir. Köy idârecisi olan muhtarlar genellikle halk tarafından işbaşına getirilir.
Ekonomi
Tarım: Irak petrolünün keşfine kadar, ülke tamâmen bir tarım ülkesi idi. Tarım eskisi gibi olmamakla berâber bugün de önemini korumaktadır.Petrolden elde edilen gelirin büyük bir bölümü tarımın modernizasyonunda kullanılır. Tarım arâzileri genelde Mezopotamya bölgesi ve büyük ırmaklar boyunda toplanmıştır. Ancak buralardaki yüksek vasıflı topraklardan gerektiği kadar faydalanılmamaktadır. Ülkenin 430.000 km2’ye yakın olan arâzisinin % 43’ü tarıma elverişli olmasına rağmen, ancak % 8’inden düzenli olarak faydalanılmaktadır.
Irmak boylarındaki vâdiler ve kuzeydeki yaylalar daha çok tahıl, tütün ve meyve üretimine elverişlidir. Daha güneydeki bölgelerde ise buğday, arpa, mısır, pirinç, susam, fındık, sebzeler, meyveler, tütün ve afyon yetişir.Hurma hemen hemen bütün bögelerde yetişen millî bir üründür.Irak tek başına dünyâ hurma üretiminin yüzde yetmiş beşini karşıladığından, hurma ekonomiye en büyük katkısı olan tarım ürünüdür.
Hayvancılık ve tarım: Irak halkının hayâtı ile büyük ölçüde parelellik gösterir.Sığır, eşek, katır kuzey bölgelerinde; deve, Asur arâzisi, çöller ve Mezopotamya’nın bir bölümünde; koyun Mezopotamya’nın batısında yetiştirilir. Ülkedeki büyükbaş hayvanların sayısı toplam dört milyon, küçükbaşlarınki ise üç milyon civârındadır.
Balıkçılık: Daha çok kuzey bölgelerin merkezî kısımlarındaki ırmaklarda gelişmektedir. Irmak ve göllerde sazan balığı, ve tatlısu balıkları bulunur. Daha önceleri balıkçılık körfez kıyısında da önemli bir geçim kaynağı iken savaş ve savaşın sonucu olan deniz kirlenmesi buradaki balık neslini tüketmiştir.
Sanâyi: Irak’ta çıkarılan petrolün mühim bir kısmının ham olarak ihraç edilmesine rağmen, sanâyinin en önemli kolu petrol rafinerizasyonu vepetro-kimyâdır. Petrol rafinerileri Bağdat, Basra, Kerkük ve Musul’da; petro-kimyâ tesisleri ise,Bağdat’ta bulunur.Sanâyiin bu kolunda genelde Rus teknolojisi kullanılmaktadır.Petrolü pamuklu, yünlü ve ipekli dokuma tâkib eder. Tekstil sanâyii Bağdat, Musul ve Hilla’da toplanmıştır.Yakın târihte büyük ilerleme gösteren diğer sanâyi dalları, çimento ve sun’î gübre üretimidir. Konserve, şeker, sigara, nebâtî yağ ağaç ürünleri imâlatı da tarıma bağlı olarak gelişmektedir.Ülke diğer birçok sanâyi kolunda olduğu gibi tarım araçları ve otomotiv sanâyiinde de Sovyet teknolojisinden faydalanmaktadır. Körfez savaşı ile sanayi ve ekonomik durumu güçlüklerin içine düşmüştür.Memleket bir baştan bir başa harap olmuştur.
Ticâret: Irak’ta ülke içi ticâret eski metodlarla yapılmakta, nakliye ve tabiat şartları sebebiyle her bölge kendisini beslemek zorunda kalmaktadır. Dış ticâret ise yeni yeni gelişmeye çalışmaktadır. İhrâcatında büyük payı ham petrol tutar. Bunu hurma ve çimento izler. İthâlat ise daha çok teknoloji transferi ve ağır sanâyi ürünleri şeklinde olmaktadır. Önemli ithâl ürünleri makina, araç, yiyecek maddeleridir.
Ulaşım: Irak’ta ulaştırma genelde karayolu ile yapılır. En önemli yolları:Sınırları ve petrol bölgelerini Bağdat’a bağlayan yollardır.Karayollarının toplam uzunluğu 33.238 kilometredir. Ülke içi ulaşımda demiryolu ikinci sırayı alır. 1914’te yapılmaya başlanan demiryolları bugün 2439 km uzunluğa ulaşmış olup, hemen hemen bütün büyük şehirleri birbirine bağlar. Büyük ırmaklar ve sun’î su yolları da şartların uygun olduğu zamanlarda ulaşımda önemli yer tutabilmektedir . Irak, Basra körfezinde sâdece 100 kilometrelik bir kıyısı olmasına rağmen her türlü deniz vâsıtasına hizmet verebilecek iki büyük limana sâhiptir. Bunlar körfez kıyısındaki Ümm-ül-Kasr ile Şattülarap su yolu kıyısındaki Basra limanlarıdır.Ülke içi ulaşımda havayolu konusuna önem verilmemesine rağmen,Bağdat ve Basra milletlerarası hava trafiğinin mühim durak yerleridir.
Selçuklu topraklarının batı kısmında kurulan hânedân. Sultan Mehmed Tapar’ın 1118 senesinde vefâtıyla meydana gelen iç hâdiseler neticesinde, Sencer ile Mahmûd arasında 11 Ağustos 1119 târihinde yapılan Sâve Savaşından sonra, Büyük Selçuklu Devletinin başına Sencer geçti. Sultan Sencer yeğeni Mahmûd bin Muhammed’e ise Hemedan, Kirmanşah ve İsfehan dâhil olmak üzere Batı İran ile Irak topraklarının idâresini verdi. Böylece Irak Selçukluları Devleti kuruldu.
Sultan Mahmûd’un zamânında en tehlikeli bölge, kuzeybatı, yâni Erran ve Kafkasya’ydı. Bu bölgede Dördüncü David idâresindeki Gürcüler faaliyet gösteriyorlardı. Gürcülerin Tiflis’i ele geçirmelerine karşılık Sultan Mahmûd bir sefer düzenledi ise de başarı sağlayamadı. Büyük Selçuklu Sultanı Sencer’e tâbi olarak saltanat süren Mahmûd 1181 senesinde henüz 27 yaşındayken vefat etti.
Sultan Mahmûd’un ölümü üzerine, Hemedân’da bulunan genç yaştaki oğlu Dâvûd, Sultan îlân edildi. Dâvûd’un sultanlığı Cibâl ve Âzerbaycan’da tanınırken, amcası Mesûd daIrak’ta hükümdârlığını îlân etti. Bunların arasındaki taht mücâdelesinin kızışması üzerine ultan Sencer, Irak Selçuklu Devletindeki karışıklıklara son vermek için bir sefer düzenledi. Dinever yakınlarında yapılan savaşı Irak Selçukluları kaybetti. Mesûd kaçtı. Sencer yeğeni Tuğrul’u Irak Selçuklu tahtına oturttu ve vezirliğe de Ebü’l-Kâsım Dergüzini’yi tâyin etti.
Sultan Tuğrul tahta geçtikten sonra, Fars Hâkimi Emir Mengübars, bir mektup yollayarak Şehzâde Alparslan’ı yanına göndermesi hâlinde, itâate hazır olduğunu bildirdi. Sultan, oğlu Alparslan’ı Fars’a yolladı ve Emir Mengübars’a atabeg ünvânı verdi. Böylece çıkacak bir karışıklığı önlemiş oldu.
Sultan Tuğrul’un saltanatına ilk itiraz Dâvûd’dan geldi. Sultan Mahmûd’un oğlu Dâvûd, topladığı orduyle Tuğrul üzerine yürüdü. Ancak Hemedan önlerinde yapılan savaşı kaybetti. Bağdat’a kaçtı. Bu durumu öğrenen Mesûd da Bağdat’a geldi.Mesûd, Dâvûd ile Halife, Sultan Tuğrul’a karşı bir ittifak kurdular. Halife, Mesûd’u sultan ilân etti. Mesûd’un hazırladığı müttefik ordu, 1133 senesi Mayıs ayında Hemedân civârında yapılan muharebede Tuğrul’a karşı bir zafer kazandı. Mağlub olan Sultan, önce Rey’e, oradan da İsfehan’a gitmek mecbûriyetinde kaldı.Sultan Mesûd’un tâkibi üzerine Fars eyâletine çekildi. Adamlarının karşı tarafa geçmesi üzerine Sultan Tuğrul, kardeşinin eline esir düşmemek için tekrarRey şehrine döndü. Bu sırada başarısızlıklarına sebeb olarak gördüğü veziri Ebü’-Kâsım Dergüzini’yi öldürttü. Tuğrul, Rey şehri yakınlarında,Mesûd ile tekrar harb etti ve yenilerek Taberistan’da hüküm süren Bâvendiler’e sığındı. Daha sonra Dâvûd’un Âzerbaycan’da, Mesûd’a karşı isyân etmesi üzerine Sultan Tuğrul bir ordu toplayarak Mesûd’a karşı bir sefer düzenledi. İki ordu Kazvin yakınlarında karşılaştı. Ordusundaki bazı komutanların Tuğrul’un tarafına geçmesi yüzünden Mesûd, 1134 yılında yapılan bu muhârebeyi kaybetti ve Bağdat’a kaçtı. Bu gâlibiyet üzerine Sultan Tuğrul, sağlam bir şekilde Hemedân’a, Irak Selçuklu tahtına oturdu. Fakat kısa bir süre sonra 1134 senesi Ekim ayında hastalanarak öldü.
Mesûd, Sultan Tuğrul’un ölüm haberini aldığı zaman, derhal Hemedân’a giderek Irak Selçuklu tahtına oturdu.Sultan Mesûd’un ilk işi yeğeni Dâvûd’un isyânını önlemek oldu. bu maksatla kızını Dâvûd ile evlendirdi ve veliaht tâyin etti.
Sultan Mesûd’un saltanatı isyan eden emirlerle mücâdele içerisinde geçti. Îmâdeddîn Zengi, Atabeg Mengübars ve Emir Bozala’nın kuvvetleriyle defalarca yapılan savaşlar Irak Selçuklu Devletini yıprattı. Bu mücâdeleler sırasında Veliahd Dâvûd da 1143 senesinde Tebriz’de Bâtınîler tarafından öldürüldü. Uzun süren mücâdeleler sonunda iç karışıklıkları tamâmen ortadan kaldıran Mesûd, çok yaşamadı, hastalanarak 1152 yılında Hemedan’da öldü.
Sultan Mesûd’un ölümü üzerine, Melikşâh bin Mahmûd, Emir Has beg tarafından sultan ilân edildi. Fakat onun hükümdârlık için yetersiz olduğunu gören Emirler, kardeşi Mehmed’i Huzistan’dan getirterek Irak Selçuklu tahtına oturttular. Sultan Mehmed’in tahta geçtikten sonra ilk işi, tahta geçmesini sağlayan Has Begi öldürmek oldu. Daha sonra Selçuklu otoritesini Irak’ta yeniden canlandırmaya çalıştı. Irak’ta bulunan Türk unsurlarına karşı cephe alan Abbâsi Halîfesi Müktefi ile arası açıldı. Musul Hâkimi Mevdûd’un yardımıyla Halife’nin ordusunu mağlûb etti ve Bağdat’ı kuşattı. Kuşatma uzun sürdü. Bu sırada Halife’nin kışkırtmasıyla Şehzâde Melikşah bin Mahmûd ve Atabeg İldeniz, 1157 yılında Cibal bölgesinde harekete geçerek Hemedân’ı zabtettiler. Bu durumu öğrenen Sultan Mehmed, kuşatmayı kaldırarak Hemedân üzerine yürüdü. Atabeg İldeniz, Âzerbaycan’a geri döndüğü için, askerî kuvvetten mahrûm kalan Melikşah da Hemedân’ı terk etti. Sultan Mehmed, onların taraftarlarını Rey ve İsfehan bölgesinden temizledi. Bir süre sonra hastalandı ve 1159 senesinde Hemedân’da öldü.
Sultan Mehmed’in ölümünden sonra yerine kimin geçeceği konusunda Selçuklu emîrleri tam bir anlaşmazlığa düştüler. Bir süre sonra Musul’da hapiste bulunan Muhammed Tapar’ın oğlu ve Sultan Mehmed’in amcası Süleymân Şâh serbest bırakılınca, Hemedan’a gelerek Irak Selçuklu tahtına oturdu. Arslan-Şâh’ı kendisine veliaht tâyin etti. Süleymân Şâhın devlet işlerinde yetersiz kalması, emirlerin desteğini kaybetmesine sebeb oldu. Başlarında Gürd-bâzû’nun bulunduğu emîrler, Arslan-Şahı sultan yapmak için İldeniz’i dâvet ettiler. Gürd-bâzû, Süleymân Şahı yakalayıp hapsetti ve bir süre sonra da 1161 yılında öldürdü.
Arslan Şah, Atabeg İldeniz ile berâber Hemedan’a giderek tahta oturdu. Şemseddîn İldeniz, Sultânın atabegi olarak idâreyi tamâmen ele geçirdi. İldeniz’in devlet işindeki kuvvet ve kudretini çekemeyen bazı emîrler, hânedân mensuplarıyla anlaşarak karşı çıktılar. Neticede Arslan Şahı (1161-1176) ve onun yerine geçen İkinci Tuğrul (1176-1194) dönemleri saltanat kavgaları ile geçti. Bu şekilde zayıflayan devlet, 1193 senesinde Harzemşahlar tarafından tehdit edilmeye başlandı.
Harezmşâh Sultânı Tekiş, Irak’ı ele geçirmek istiyordu. Sultan Tuğrul bu tehlikeyi önlemek için Rey’e gitti. Neticede iki tarafa rasında barış yapıldı. Yapılan antlaşmaya göre, Rey, Sultan Tekiş’e bırakıldı. Bu antlaşmadan bir süre sonra 1193 senesinde doğuya sefer düzenleyen Sultan Tuğrul, Rey şehrini ele geçirdi ve buradaki Harezmlilerin bir kısmını öldürdü. Ertesi sene Kutluğ İnanç, Sultan Tekiş’ten aldığı yardım ile birlikte Rey üzerine yürüdü. Sultan Tuğrul, kumandanlarının tavsiyelerine rağmen çekilmeyi kabûl etmedi. Barış görüşmeleri neticesiz kaldı. Nihâyet Sultan Tuğrul, Rey şehri önünde 1194 yılında yapılan muhârebede yenildi ve Kutluğ İnanç tarafından öldürüldü. Onun ölümü ile Irak Selçukluları Devleti târihe karıştı.
Irak Selçuklularının devlet teşkilatı, mâhiyet îtibâriyle Büyük Selçuklların bir kopyasıydı. Yalnız devletin başında Sultân-ül-Muazzam lakabı ile bulunan sultan, Büyük Selçuklu Sultânına tâbiydi. Bu durum Büyük Selçuklu Devletinin 1157 senesinde yıkılışına kadar devâm etti. Bu târihten itibâren Irak Selçuklu sultanları, bağımsız birer sultan hâline geldiler.
Irak Selçuklularında, hükümet işleri Büyük Dîvân tarafından yürütülmekteydi. Bu dîvâna ise, mâlî işlere bakan Dîvân-ıİstifâ, mâli ve idârî işlerin kontrolünü yapan Dîvân-ı İşrâf, yazışma işlerini yürüten Divân-ı Arız gibi dîvânlar bağlıydı. Irak selçuklu ordusu da, Büyük Selçuklu gibi üç kısımdı. Ordunun esâsını sipâhiler meydana getirmekteydi. Bunun yanında merkeze bağlı atabeglikler ile eyâletlerde de asker beslenmekteydi.
Devletin hâkim olduğu topraklar üzerindeki en önemli yerleşme merkezleri; Hemedan, İsfehan, Musul, Samarra, Erbil ve Haleb gibi şehirlerdi. bu merkezlerin bir kısmı doğrudan doğruya merkeze bağlı, bir kısmı ise, tâbi atabeglerin idâresi altında bulunuyordu. Her biri ticâret merkezi olan bu şehirlerde dokumacılık ve el sanatlarının yanısıra zirâat da çok gelişmişti. Kuzey Irak bölgesi coğrafî bakımdan dağlık ve yaylalık bir yapıya sâhipti. Bu yüzden bu bölgede hayvancılık ve deri sanâyii gelişmişti.
Irak’ta iktisâdî hayâtın gelişmesi, içtimâî hayâtın da yükselmesini sağladı. Ahmed bin Münir, El-Kaysarânî, Müslim bin el-Hıdır gibi şâirlerin yanısıra El-Azîmî ve İbn-ül-Esîr gibi târihçiler de bu devirde yetişmiştir.
Irak Selçuklu Sultanları
Tahta Geçişi
Mahmûd |
1119 |
Dâvûd |
1131 |
Birinci Tuğrul |
1132 |
Mesûd |
1134 |
Melikşah |
1152 |
Mehmed |
1153 |
Süleymân Şah |
1160 |
Arslan Şah |
1161 |
İkinci Tuğrul |
1176 |
Harezmşah istilası |
1194 |