HINZIR DAĞLARI

İç Anadolu bölgesinin yukarı Kızılırmak bölümünde yer alan dağ silsilesi. Kayseri'nin doğusunda yer alan bu dağlar, kırıklı-kıvrımlı dağlar özelliğini taşır. Kıvrılma hareketleri sırasında katmanların duruşlarını değiştirmesi ve daha sonra yerkabuğu hareketleriyle kıvrılmalara uğraması netîcesinde yükselmiş dağlardır.

Hınzır Dağları, Uzunyayla Platosunun batısında 2641 metreye ulaşır. Bu dağ silsilesi üzerinde, Kayseri ulaşımı açısından önem taşıyan iki geçit bulunur. Beştepeler Geçidi, kuzeybatıda ve 1350 m yüksekliktedir. Lâlelibeli Geçidi ise yaklaşık aynı yükseklikte ve batıda bulunmaktadır.

Hınzır Dağları genelde çıplak bir görünüm arz eder. Kuytu yerlerinde çalılıklar veya lekeler hâlinde orman kalıntıları vardır. Yastık şeklinde gruplar meydana getiren geven adlı step bitkileri geniş bir alanı kaplar. Hınzır Dağlarının batısında bulunan Akkışla ilçesi ve buna bağlı köylerde hayvancılıkla uğraşanlar yaz başında bu dağlardaki yaylalara çıkarlar.

HIRİSTİYAN YORTULARI

(Bkz. Hıristiyanlık)

HIRİSTİYANLIK

Alm. Christentum (n), Fr. Christianisme (m), İng. Christianity. Îsâ aleyhisselâma gönderilen hak din Îsevîliğin bozulmuş hâline verilen ad. Aslı bozulmuş semâvî dinlerdendir. Semâvî din, değeri üstün ve yüce olan, ilâhî bir kaynağa dayanan ve tek Allah'a inanmayı kabul eden "hak din" demektir. Hıristiyanlığın aslı, ilâhî vahye dayanır. Bizzat Allahü teâlâ tarafından hazret-i Îsâ'ya gönderilmiştir.

Hıristiyan sözü, Yunancadaki Khristianos kökünden gelir. Îsâ aleyhisselâmın adı "Khristos" olarak da geçtiği için, hazret-i Îsâ'ya (Khristos'a) bağlanan, onun yolundan gidenler mânâsında "Khristianos" veya "Khristiyan" kelimeleri kullanılmıştır. Günümüzde ise Hıristiyan sözü yaygın olarak kullanılmaktadır. Hıristiyan kelimesi M.S. birinci yüzyıl ortalarına doğru Yunanca konuşan topluluklar aracılığıyla yayılmış ve bir dînî terim olarak ortaya çıkmıştır.

Hazret-i Îsâ otuz yaşında iken, Benî isrâil'e peygamber olarak gönderildi. Bozulan Yahûdîliğin hükümlerini neshedip yürürlükten kaldırdı. Kendisine İncîl kitabı verildi. İncîl'de, Allahü teâlânın birliği, Îsâ aleyhisselâmın Allah'ın kulu ve peygamberi olduğu ve bundan sonra âhir zamanda Ahmed (diğer adı Muhammed) isminde bir peygamber geleceği yazılıydı.

Başlangıç ve yayılışı: Îsâ aleyhisselâm Kudüs şehri yakınlarında bulunan Nasırâ kasabasında yerleşmişti. Peygamber olarak görevlendirilince, önce bu şehir halkına dîni tebliğ etmeye başladı. Bu şehirden dolayı hazret-i Îsâ'nın dînine "Nasrânîlik" veya "Nasrâniyyet" adı verildi. Bugün Hıristiyanlık denilmektedir. Îsevîlik, Îsâ aleyhisselâmın dîninin bozulmamış şekline denir. Mûsâ aleyhisselâmın gösterdiği doğru yoldan ayrılan Yahûdîler, bundan sonra çok sıkıntı çektiler. Zulüm ve işkence gördüler. Çeşitli devletlerin esâreti altında yaşadılar. Kendilerini bu esâretten ve zulümlerden kurtaracak bir peygamber bekliyorlardı. Kendilerine yeni bir peygamber olarak gönderilen hazret-i Îsâ'yı beğenmediler. Çünkü bekledikleri kurtarıcının çok şiddetli, sert, kavgacı, tuttuğunu koparan, Yahûdîleri diğer milletlerin esâretinden kurtaracak bir şahsiyet olmasını umuyorlardı. Hazret-i Îsâ'yı çok yumuşak bulup inanmadılar. Kendisine çok az kimse inandı. Bu dîni, kendisinden sonra insanlara öğretmek ve yaymak için eshâbı arasından on iki havârî (yardımcı) seçti. (Bkz. Havârîler)

Kurtarıcı olarak dünyâya gelen Îsâ aleyhisselâm, dünyâda sulh ve selâmet hisleri yerleştirmeye, insanları birbirleriyle barıştırmaya çalıştı. Yahûdîlere dalâlette, sapık yolda olduklarını, yaptıkları ibâdetin doğru olmadığını, ahlâklarının bozulduğunu, doğru yolun kendisinin gösterdiği yol olduğunu bildirmeye çalıştı. Hazret-i Îsâ'ya inanmayan Yahûdîler, onu Romalılara şikâyet ettiler. O devirde Romalılar kendilerinden olmayan suçluları çarmıha gererek öldürüp cezâlandırıyorlardı. Kudüs'teki Romalıların Yahûdî asıllı vâlisi Pilatus, hazret-i Îsâ'nın yakanalıp çarmıha gerilmesini emretti. Havârîlerden biri olan Yehûda (Judas), onu az bir para, menfaat karşılığı Romalılara ihbâr etti. Askerlerle berâber yerini göstermeye gidince, Allahü teâlâ Yehûda'yı hazret-i Îsâ'nın şekline çevirdi. Askerler aradıkları hazret-i Îsâ'nın bu olduğunu sanarak, Yehûda'yı çarmıha gerdiler. O anda Allahü teâlâ hazret-i Îsâ'yı göğe çıkardı. Böyle olduğunu Kur'ân-ı kerîm meâlen şöyle bildirmektedir:

Bu (onları lânetlememiz), bir de, inkârlarından, Meryem'e büyük iftirâda bulunmalarından, Allah'ın resûlü Meryem oğlu Îsâ'yı "öldürdük" demelerinden ötürüdür. Yoksa onu öldürmediler ve haça germediler. Fakat onlara öyle göründü (onlardan biri Îsâ aleyhisselâm şeklinde kendilerine gösterildi ve bu adam öldürüldü). Bu husustaki bilgileri, ancak zannetmekten ibârettir. Onu asmadılar, onu öldürmediler. Bilakis, Allah onu kendi katına yükseltti. Allah her şeye kâdirdir, hakîmdir. (Nisâ sûresi: 156-157)

Hazret-i Îsâ göğe çıkarıldıktan 40 sene sonra Romalılar, Kudüs'e hücum ettiler. Yahûdîlerin kimini öldürdüler, kimini esir aldılar. Kudüs'ü yağma ettiler, yakıp yıktılar. Tevrât nüshalarını ve başka din kitaplarının hepsini yaktılar. Kudüs şehri çöl hâline geldi. Yahûdîler bundan sonra derlenip toparlanamadılar. Bir hükûmet kuramadılar. Dağıldıkları yerlerde hor, hakir, aşağılanarak yaşadılar. Hazret-i Îsâ'ya inanan 12 havârîden birisi olan Yehûda mürted olunca yerine Matthias'ı havârî seçtiler ve etrâfa dağılıp Îsevîlik dînini yaymaya başladılar. Bunlardan Barnabas, havârîlerin en eskilerindendir. Kıbrıslıdır. Anadolu'yu ve Yunanistan'ı dolaşmıştır. 63 senesinde Kıbrıs'ta şehid edildi (Bkz. Barnabas). Îsevîlik yayılmaya başlayınca, Yahûdîler ile putperest Yunanlılar ve Romalılar onun karşısına çıktılar.

Hazret-i Îsâ'nın dînine inananlar tutulup öldürüldü. Arenalarda vahşî hayvanlara yedirildi. Fakat hak olan bu din kendini tanıtmakta ve sevdirmekte gecikmedi. Îsevîler dinlerini gizli gizli sürdürmeye başladılar, gizli yerlerde kurdukları mâbetlerde ibâdet ettiler.

Îsevîliğin bozulması: Hazret-i Îsâ'nın hak olan dîni, az zaman sonra Yahûdîler tarafından sinsice değiştirildi. Bolüs (Pavlos) adındaki bir Yahûdî; Îsâ'ya inandığını söyleyerek ve Îsevîliği yaymaya çalışıyor görünerek, asıl İncîl'i yok etti. Dört kişi ortaya çıkıp on iki havârîden işittiklerini yazdılar. Böylece İncîl adında dört kitap meydana geldi ise de Bolüs'ün yalanları, bunlara da karıştı.

Bir Yahûdî olan Bolüs, Yunan felsefesi ile meşgûl oluyordu. Havârîlerden Barnabas ile senelerce arkadaşlık yaptı. Yıkıcılık taşıyan bozuk fikirlerini ona aşılamak istedi, muvaffak olamayınca, açıkça düşmanlık yapmaya başladı. Îsâ aleyhisselâma îmân etmeyen Bolüs, Îsevî (yâni hakîkî Hıristiyan) görünüp kendisini din âlimi tanıtarak; "Îsâ, Allah'ın oğludur." dedi. Daha başka şeyler de uydurup, söyledi. Şarabın ve domuzun helâl olduğunu bildirdi. "Allah'ın zâtı birdir, sıfatları üç türlüdür." dedi. Bu sıfatlara "Uknûm" adı verildi. Bolüs'ün sapık fikirleri, Yunan filozofu Eflâtun'un felsefesine dayanıyordu. Münâfık olan Bolüs'ün  "Îsâ'nın haça gerilmesi, hikmet ve kurtuluştur." diyerek ortaya attığı mânâsız bir iddiâ; bugünkü Hıristiyanlığın esas felsefesini ve bu dinde insanlara verilen yeri tâyin etti.

Barnabas (Barnabe) adındaki havârî, hazret-i Îsâ'dan işittiklerini ve gördüklerini doğru olarak yazdı ise de, bu Barnabas İncîli de yok edildi. Günümüze kadar ancak bir nüshası gelmiştir (Bkz. Barnabas). Uydurma İncîller zamanla çoğalarak, her yerde başka bir İncîl okunur oldu. Büyük Konstantin putperestken mîlâdın 313. senesinde Hıristiyanlığı kabul etmiş, İstanbul şehrini büyütüp îmâr etmiş ve Konstantiniyye ismini vermişti. Konstantin 325 senesinde bir konsil toplayarak mevcud İncilleri dörde indirtmişti. Ayrıca Noel gecesinin yılbaşı olmasını da kabul etmiş, böylece yeni bir Hıristiyanlık dîni kurulmuştu. Îsâ aleyhisselâmın bildirdiği İncîl'de ve Barnabas'ın yazdığı İncîl'de Allah'ın bir olduğu bildirilmişti. Fakat bu İncîl elde bulunmadığı için, filozof diyerek kıymet verdikleri Eflâtun'un ortaya attığı teslis (üçlü tanrı) fikri ilk yazılan dört bozuk İncîl'de yer almıştı. Aryûs ismindeki bir papaz bunun yanlış olduğunu, Allah'ın bir olup, Îsâ aleyhisselâmın O'nun oğlu değil, kulu olduğunu söyledi ise de, bunu dinlemediler. Hattâ afaroz ettiler. Aryûs, Mısır'a kaçtı ve orada tevhîdi (tek Allah inancını) neşretti ise de öldürüldü.

Konstantin'den sonra gelen krallar, Aryûs'un mezhebi ile, yeni Hıristiyanlık arasında şaşkına döndüler. İstanbul'da ikinci ve sonra üçüncü, daha sonra, İzmir ile Aydın arasında bulunan Efes (Ephesus)de dördüncü, Kadıköy'de beşinci ve İstanbul'da altıncı meclisler kurulup,yeni yeni İncîller meydana çıktı. Böylece, Hıristiyanlık ismiyle, akıl ve hakîkat dışında, bir din meydana geldi. Bu sebeplerden Avrupa'da Hıristiyanlığa karşı, yerinde olarak yapılmış olan hücumlar, hâlâ devâm etmektedir.

Bu dînin kitabı olan İncîl, önce İbrânice neşredildi. Sonra Lâtince ve Yunancaya çevrildi. İbrânice nüshası, Yunancaya çevrilirken birçok yanlışlıklar yapılmış, çeşitli putlara tapan Yunanlıların, Tek Allah inancına ısınamayışından ve İncîl'i de, Eflâtun'un felsefesine uydrumak isteyişlerinden dolayı "üçlü tanrı" fikri meydana çıkmıştır. Eflâtun felsefesine göre birçok puta tapmak, her tanrı için ayrı bir put yapmak doğru değildir. İlâhlar hakîkatte üçtür: 1) Bunlardan en büyüğü, görünmez yaratıcı ilâh (Ekkinom), 2) Görünen veya hissedilen ve birincisinin vezîri, yardımcısı olan logos (mantık), 3) Görünen ve bilinen kâinât (tabiât)tır. İşte Yunanlılar ve Romalılar da, Hıristiyanlığı buna benzetmek istemişlerdir. Hazret-i Îsâ; "Ben ancak sizin gibi bir insanım." dediği hâlde, onu "Allah'ın oğlu" olarak kabul etmişler, buna bir de "Rûhulkudüs" ekleyerek "Baba-Oğul-Kutsal Ruh" adı altında üçlü tanrı manzumesi meydana getirmişlerdir.

Halbuki, İbrânice İncîl'de "Baba" kelimesi cenâb-ı Hakk'ın büyük kudret sâhibi olduğunu, hazret-i Îsâ hakkında kullanılan "oğul" kelimesi ise, Allahü teâlânın vücutça oğlu değil, sevgili kulu olduğu anlamına geliyordu. "Rûhulkudüs" ise, cenâb-ı Hakk'ın hazret-i Îsâ'ya verdiği peygamberlik kudretiydi. Kur'ân-ı kerîm'de bu husus meâlen şöyle açıklanmaktadır: "Îmân edenlere misâl olanlardan biri de, İmrân kızı Meryem, nâmusunu muhâfaza etti. Ona (yarattığımız) ruhtan üfledik. Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etmiştir." (Tahrim sûresi: 12)

Hıristiyanların, bu mantığa uymayan üçlü tanrı inancını ortaya koyması ve böylece Îsevîlik dîninin esâsını değiştirmesi, din adamları olan papayı günahsız kabul etmesi, insanların günahkâr olarak doğduklarını iddiâ etmesi, hak dînini doğru yoldan çıkartmış, hele İncîl'de yazılı olduğu hâlde son peygamber Muhammed aleyhisselâmı kabûl etmemeleri, bugün bile İncîl'de mütemâdiyen değişiklikler yapmaları, cenâb-ı Hakk'ın gazâbına mûcib olmuştur. Nitekim Kur'ân-ı kerîm'in birkaç yerinde bu hususta meâlen şöyle buyrulmuştur: "Ey kitap ehli! Dîninizde haddi aşmayın ve taşkınlık etmeyin. Allahü teâlâyı hak üzere bilin (şirk koşmayın). O'nu tenzih edin. Allahü teâlâya karşı ancak hak olanı söyleyin. Muhakkak ki Meryem oğlu Îsâ, Allah'ın ancak peygamberidir. O'nun Meryem'e ilkâ edip bıraktığı kelimesidir. Allahü teâlâdan bir rûhtur. Allah'a ve peygamberlerine inanın! İlâh üçtür demeyin. Böyle söylemekten çok sakının ki, bu sakınmanız sizin için pek hayırlıdır. Muhakkak ki Allah bir tek ilâhtır. Çocuğu olmaktan münezzehtir (uzaktır). Göklerde ve yerlerde olanları O yarattı." (Nisâ sûresi: 171)

"De ki, Allah birdir. Her şeyden müstağnî (hiç bir şeye muhtaç değildir) ve her şey O'na muhtâc olandır. Doğurmamış ve doğurulmamıştır. O'na benzeyen (O'nun dengi olan) kimse yoktur." (İhlâs sûresi: 1-4)

Bütün bunlara rağmen Bolüs (Pavlüs)ün sapık fikirleri zamanla yayıldı. Birçok kilise papazları tarafından tasvip gördü. Böyle inanan Hıristiyanlar, Avrupa krallarını elde edip kuvvetlendiler. Zamanla Hıristiyanlık büyük devletlerin resmî dîni hâline gelince, ortaçağda karanlık bir devir başladı. Hazret-i Îsâ'nın telkin ettiği; "İnsanlık, merhamet, şefkat, sağ yanağına tokat atana sol yanağını da uzat!" esasları tamâmen unutuldu.

Bunun yerine Hıristiyanlar, kin ve nefreti, düşmanlığı ve zulmü ele aldılar. Hıristiyanlık adı altında akla sığmaz zulümler, haksızlıklar yaptılar. İnsanın tüylerini ürperten Engizisyon Mahkemeleri kurarak yüzbinlerce insanı haksız yere ve çok kereler sırf servetlerini ele geçirmek için "dinsiz" adı altında türlü türlü işkenceler yaparak öldürdüler. Galileo gibi dünyânın döndüğünü bildiren bir bilgini, dinsizlikle itham ederek, sözünü geri almazsa, öldüreceklerini söyleyip tehdid ettiler. Allah'a mahsus olan "günâh affetmek" kudretini papazlara verdiler. Bunlar da, para karşılığı günahları affettiler. Hattâ Cennet'ten yerler sattılar. Papalar, türlü bahânelerle kralları bile aforoz ettiler. Hıristiyanlık dînine papazların evlenmemesi, evlenmiş kimselerin katiyyen boşanmaması, günâh çıkarmak mecbûriyeti gibi, mantık dışı kâideler konuldu. Dünyâda yaşamak âdetâ günâh sayıldı.

Bugünkü Hıristiyanlığın Kabul Ettiği Başlıca Esaslar:

1. İnsanlar günahkâr olarak doğar. Çünkü ilk insan hazret-i Âdem, Allah'ın sözünü tutmamış ve onun için Cennet'ten koğulmuştur.

2. Hazret-i Âdem'den sonra gelen bütün insanlar bu günâhı taşırlar.

3. Hazret-i Îsâ, insanları bu günahtan kurtarmak için, dünyâya gelmiş olan Allah'ın oğludur.

4. Cenâb-ı Hak, insanların günâhını affettirmek için, kendi oğlunu haça gerdirmiştir.

5. Dünyâ, bir çile yeridir. Dünyâda zevk ve safâ yasaktır. İnsanlar çile çekmek ve ibâdet etmek için yaratılmıştır.

6. İnsanlar, doğrudan doğruya, Allah ile temas edemezler. Allah'tan bir şey isteyemezler. Ancak râhipler, insanların yerine, Allah'a yalvarabilirler ve onların günâhını affedebilirler.

7. Hıristiyanlığın başında Papa bulunur. Papa günahsızdır. Onun her yaptığı iş doğrudur.

8. İnsanlarda ruh ve vücud ayrıdır. İnsanın rûhunu ancak papazlar temizler. Vücud ise, dâimâ günahkâr kalan bir çirkin et parçasından ibârettir.

Bu akıl ve mantığa sığmayan iddiâlardan dolayıdır ki, Yahûdîliğin düzeltilmesi için uğraşan hazret-i Îsâ'nın ortaya koyduğu din, esasından uzaklaşmış, büsbütün çığrından çıkmıştır. Hıristiyanlığın tekrar doğru yola girmesi için, çok çalışmalar yapılmış, reformlar meydana gelmiştir. Luther isminde bir papaz, Protestanlığı kurarak bâzı düzeltmeler yapacağım derken, bu ilâhî dîni, büsbütün tahrib etmiş, bozmuştur. İşte İslâm dîni, hazret-i Îsâ'dan sonra, bütün bu hatâları düzeltmek, yolundan çıkmış olan ve gittikçe daha da bozulan, "Tek Allah" inancını tekrar ilâhî ve mantıkî bir şekle koymak için Allahü teâlâ tarafından gönderilmiştir.

Hıristiyanlıkta Büyük Mezhepler

Bugün herbiri ayrı bir dînin ortaya çıkışı gibi görülen bu mezheplerin en mühimleri Katolik mezhebi, Ortodoks mezhebi ve Protestanlıktır. Bunlar, çok sayıda kollara ayrılmıştır.

Katolik mezhebi: Bu mezhebi temsil eden Katolik Roma Kilisesinin zirvesinde papa bulunur. Papa, rûhânî bir devletin başkanıdır. Papadan sonra kardinaller, piskoposlar ve râhipler gelir. Bunlar ruhban sınıfını teşkil ederler. Râhiplerin özel görevleri arasında evlenmemek de vardır. Katolik inancında teslis (baba-oğul-kutsal ruh) esastır. Başlıca takdis âyinleri; vaftiz, tövbe, çile, evlenme, papazlığa tâyin ve ölülere yağ sürme gibi törenlerdir. Hıristiyanların, papazlara günâh çıkartma mecbûriyetleri vardır. Merkezi Vatikan olan Katolik Kilisesi, kendini Hıristiyanlığı dünyâya yayan tek evrensel kilise sayar. Katolik Kilisesine Batı ve Lâtin Kilisesi dendiği gibi, Petrus'un Kilisesi de denir.

Ortodoks mezhebi: Bu mezhebi temsil eden kiliseye Ortodoks Kilisesi dendiği gibi Şark ve Yunan Kilisesi de denir. Merkezi İstanbul'dur. Doğu Kilisesi Katolik Kilisesinden kesin olarak 11. asırda (M. 1054) ayrılmıştır. Katolik Kilisesine göre kutsal ruh, baba ile oğuldan çıkmıştır. Ortodoks Kilisesine göre ise, yalnız babadan çıkmıştır. Ortodoks Kilisesi, A'raf, Meryem'in bir erkekle münâsebette bulunmadan gebe kalışı ve papanın yanılmazlığı gibi görüşleri reddeder. Papazlar genellikle evlenir. Halk, ekmek ve şarapla kominyon âyini yapabilir.

Protestanlık: Bu mezhebi temsil eden kiliseye, İncîl Kilisesi adı verilir. Bu isim, bu kiliseye mensup olanların İncîl'den başka bir şeye inanmadıklarına işâret eder. Protestanlarca, herkes İncîl'i okuyup anlayabilir.

Luther ismindeki Alman papazı 1517 senesinde Roma'daki papaya isyân edince, kiliselerin bir kısmı buna uydu. Bunlara da Protestan Kiliseleri denildi. Luther'in başlattığı bu hareket, İngiltere'de Anglikanizm Kilisesini, Fransa ve İsviçre'de de Kalvinizm'i ortaya çıkarmıştır.

Protestan kiliseler papa otoritesini reddederler. Tanrıya ulaşabilmek için hiçbir kilise adamının aracılığını kabul etmezler. Papaslar evlenirler. Günah çıkartmak umumiyetle kaldırılmıştır. En yüksek otorite kitaptır. Protestanlık, Almanya'da, Kuzey Avrupa memleketlerinde ve Kuzey Amerika'da yayılmış bulunmaktadır.

Hıristiyanlık mezhepleri arasında târihte çok şiddetli mücâdele olmuştur. Meselâ Saint Bartelemy yortu günü olan 1572 yılı 24 Ağustosunda Dokuzuncu Şarl ve Kraliçe Katerin'in emri ile Paris ve civârında 60.000 protestan öldürüldü. Böyle nice işkencelerde dökülen Hıristiyan kanları, Müslümanların harp meydanlarında döktükleri Hıristiyan kanlarından kat kat fazladır.

Hıristiyanların İbâdetleri

Hıristiyanların ibâdet yerlerine kilise adı verilir.

Hıristiyanlıkta kilise, toplumun rûhânî ve cismânî bütün hayâtına hâkim olmuştur. Bu hâkimiyet şunlardan ibârettir.

1. Günahların îtirâfı: Kilisenin günahları îtirâf ettirmesi ve papazın günah çıkarması, en az hayatta bir defâ olarak kabul edilmiştir.

2. Vaftiz: Hıristiyanlıkta baba, oğul ve kutsal ruh adına vaftiz olmak kilisenin emridir. Bu, yüze su serperek veya vücudu suya batırarak yapılır. Su ile yıkamak sûretiyle yapılan vaftiz, Îsâ'nın kanalıyla insanların kirlerinin temizlenmesini sembolize eder. Böyle vaftiz olan kimse kilise önünde îmânını îlân etmiş olur.

3. Communion âyini: Bu, ekmeği kırıp üzerine şarap dökerek yemektir. Güyâ Îsâ'nın taraftarlarıyla birlikte son gece yediği yemeği sembolize eder.

4. Nikâh kıymak: Nikâh kilisede kıyılır. Kilise dışında yapılan nikâhlar meşrû değildir. Böyle yapmayanlar nikâhsız kabul edilir.

5. Ölüye mukaddes yağ sürmek: Ölüm döşeğindeki bir kişiye din adamının zeytinyağı sürmesi vazîfesidir.

Hıristiyanlıkta kilisede yapılan günlük ve haftalık ibâdetlerden başka senelik bayramlar da vardır:

a) Günlük ibâdet evvelce yedi defâyken, bugün hergün kilisede iki vakit ibâdet ve duâ vardır. Sabah ve akşam yapılan bu ibâdetler için tesbit edilmiş bir vakit yoktur. Günlük ibâdet bir saat sürer. Toplu ibâdet, ferdî ibâdetten daha makbuldür.

b) En büyük ibâdet pazar günü yapılan ibâdetin topluca yerine getirilmesidir. Pazar âyininde vaaz ve nasîhatlara da yer verilir. Vaftiz ve diğer merâsimler hep pazar günleri yapılır. Düğün merâsimleri, dünyevî olduğu için ikindiden sonra yapılır.

Hıristiyan Bayramları

1. Noel Bayramı: Hazret-i Îsâ'nın doğum yıl dönümü olarak kabul edilir. Her sene aralık ayının sonunda yapılır.

2. Paskalya Yortusu: Hıristiyanlıkta hazret-i Îsâ'nın ölümünden üç gün sonra dirildiğine inanılır. Paskalya bunun hâtırasıdır. Nisanın 15'inden sonraki pazara tesâdüf eder.

3. Transfiguration Günü: Paskalyadan yüz gün sonradır, şekil değiştirme günüdür.

4. Meryem Ana Günü: 15 Ağustosa yakın pazar günü yapılır. Bu günde kadınlar ve kızlara Meryem Ananın iffeti, temsîlî olarak gösterilir.

5. Haç Yortusu: Eylülün 15'inde olur. Kudüs'ten İran'a götürülen haçların alınmasıyla ilgilidir. Genelde Hıristiyan ibâdetleri bunlardır.

Hıristiyanlıktaki Son Gelişmeler

Hıristiyanlık âleminde son zamanlarda Allah inancı husûsunda önemli değişmeler ve gelişmeler olmaktadır. Katolik Kilisesinin ve Vatikan'ın papadan sonra en önde gelen rûhânî lider ve bilim adamlarından meydana gelen dört kişilik bir heyetin yedi yıllık bir araştırma neticesinde hazırladığı Evrensel Kateşizm (Tebliğ) adlı el kitabında Katoliklerin de İslâmiyetteki gibi "Tek Allah" inancında olmaları gerektiği belirtildi. Papalığın direktifi ile yedi yılda hazırlanan kitap 1992 yılında Fransa'da pisayasaya çıktı.

Hıristiyanların yeni el kitabı denilebilecek eserin şimdiye kadar bu gâye ile hazırlanan diğer papalık yayınları arasındaki en önemli farkı, Allah inancının "Baba-oğul-Rûhu'l-Kudüs" şeklinde olmaması gerektiğinin açıkça belirtilmesidir.Kitapta; Allahü teâlâya yaratılmış varlıkların sıfat ve sûretlerinin hiçbirisinin yakıştırılamayacağı, çünkü Allahü teâlânın ne erkek, ne kadın ne de insan sûretiyle ilgisi bulunmayan tek yaratıcı olduğu ifâde ve kabul edilmektedir. Bu yeni inancın İslâmiyetteki Allah inancı gibi olması gerektiği açıkça belirtilmektedir.

Asırlardır "Baba-oğul-Rûhu'l-Kudüs" şeklindeki teslis inancı taşıyan Katoliklerin bu inançlarının yanlış olduğu, Vatikan Rûhânî Meclis sorumluları Honore ve Konstant, eserin kontrolörü Kardinal Law, redaksiyon sekreteri Papaz Mgr Schönborn'un Papa'nın da tasdikiyle yayınladıkları Evrensel Kateşizm adlı eserde açıkça belirtildi. Bu kitapta, haklar, kilise ve Katoliklik, Protestanlık ve Ortodoksluk, Yahûdîlik, İslâmiyet ve diğer dinlerde Allah inancı olduğu gibi ele alınıyor ve yorumlanıyor. Netice olarak en doğru Allah inancının İslâmiyetteki gibi olması gerektiği kararlaştırılarak, Katoliklerin Tek Allah'a inanmaları gerektiği belirtiliyor.

Âile çevre meseleleri, işsizlik, insan hakları, yaratılış esasları ile günümüz dünyâsında çok tartışılan cinsiyet konuları üzerinde durulan, Vatikan'ın bu yeni eserinde; "Huzurlu yaşamanın anahtarı Yaratan'ı benimsemek ve Tek Allah'ın varlığına inanmaktır." denilmektedir.

Hıristiyan dünyâsında bomba tesiri meydana getiren bu eserin yayınlanması ve dağıtımına başlanması bilim adamlarınca çok önemli bir gelişme olarak kabul edilmekte, doğacak netice merak ve ilgiyle beklenmektedir.

Bundan 359 yıl önce Müslüman âlimlerin kitaplarından iktibas ederek dünyânın güneş etrâfında döndüğünü söyleyen ve Kopernik Teorisini açıkça müdâfaa eden Galileo, fikirlerinden vaz geçmesi ve dîne karşı gelmemesi için papalık tarafından uyarıldı. Hattâ geçmiş hatâlarından pişmanlık duyduğuna dâir bir yazıya imzâ koyması için Engizisyon'un baskısına mâruz bırakıldı. Ancak Galileo son nefesinde "Eppur si Mouve=Dünyâ hep dönüyor!" diye fısıldayarak ömrü boyunca fikrine sâdık kaldığını gösterdi. "Allah dünyâyı bir daha hareket etmemek üzere durağan bir temel üzerine oturtmuştur." şeklindeki İncil'in tahrif edilmiş bir cümlesiyle çelişkili fikirler ihtivâ eden İki Kâinât Sistemi Üzerine Konuşmalar adlı kitabından dolayı Engizisyon'ca müebbed hapse mahkum edilen Galileo, gözleri kör olduktan sonra 1642'de öldü. Galileo'nin ölümünden 350 yıl geçtikten sonra Papalık Bilimler Akademisinin bir oturumunda onun dâhî bir fizikçi ve sâdık bir Hıristiyan olduğuna karar verildi. Papa John Paul'ün bir konuşmasıyla 1992 senesinde Galileo temize çıkarıldı. John Paul, Hıristiyan dünyâsındaki din-bilim çatışmasının dillere düşmüş bir örneği olan Galileo meselesinin tarafların birbirlerini yanlış anlamalarından kaynaklandığını iddiâ etti.

HIRKA-İ SAÂDET

Peygamber efendimizin Topkapı Sarayında altın ve gümüş sandık içerisinde muhâfaza edilen hırkasına verilen ad. Yazdığı güzel kasîdesinden dolayı, Eshâb-ı kirâmdan Ka'b ibni Zübeyr'e Peygamber efendimiz tarafından hediye edilmişti. Asırlardan beri İslâm devletleri tarafından büyük bir ihtimamla saklanan Hırka-i Saâdet, Mısır'ın fethi üzerine Mekke Şerîfi tarafından diğer mukaddes emânetler ile birlikte Yavuz Sultan Selim Hana teslim edildi.

Peygamber efendimize âit mübârek eşyâlarının bütün Müslümanlarca çok büyük değeri ve bunların arasında bilhassa Hırka-i Saâdetin husûsî bir yeri vardır. Bunun sebebi, hırkanın halîfelik alâmeti sayılmasıdır. Yavuz Sultan Selim Hanın Mısır'dan İstanbul'a getirdiği mukaddes emânetler, bir müddet Harem'de kaldı. Daha sonra Topkapı Sarayında Hırka-i Saâdet Dâiresi yaptırılarak orada muhâfaza edilmeye başlandı.

Her yıl Ramazan ayının on ikinci günü Hırka-i Saâdetin içinde bulunduğu sanduka, Revan Odasına taşınır, umûmî bir temizlik yapılır; bu arada duvarlar gülsuyu ile yıkanır, öd ağacı ve buhurlar yakılır, dâirenin direkleri cilâlanırdı. Ramazanın 15. günü devlet ileri gelenleri, âlimler, yeniçeri ve sipâhî ağaları, Bâbüssaâde önünde öğleden önce toplanırlardı. Sadrâzam, Ayasofya Câmiinde şeyhülislâm ile birlikte namaz kıldıktan sonra, alay hâlinde Arz Odasına gelirlerdi. Pâdişâh ile maiyetindekiler de Hırka-i Saâdet Dâiresine geldikten sonra, yeşil ipek kadifeden som sırmalı, ince işlemeli ve yedi bohçaya sarılı altından yapılmış bu çekmece pâdişâhta bulunan altın bir anahtar ile açılır ve Hırka-i Saâdet ortaya çıkarılırdı. Bu işler yapılırken, pâdişâhın birinci ve ikinci imâmları ile has oda imâmı ve ayrıca güzel sesli müezzinler, Kur'ân-ı kerîm okurlardı. Önce pâdişâh, sonra işâret ettiği kimseler sıra ile Hırka-i Saâdete yüzlerini ve gözlerini sürerlerdi. Pâdişâh üzerlerinde Seyyid Şeyhülislâm Ârif Hikmet Beye âit olan şu beyitlerin yazılı olduğu tülbentleri, Hırka-i Saâdete sürüp, ziyârete gelenlere dağıtırdı.

Beyitler:

Hırka-i hazret-i Fahr-i rusûle,

Atlas-ı çarh olamaz pâye endâz.

Yüz sürüp zeyline takbîl ederek,

Kıl şefî'-i ûmeme arz-ı niyâz. 

Mânâsı:

Mâvi gök bile bütün peygamberlerin kendisiyle öğündüğü Muhammed aleyhisselâmın hırkasına yaygı olamaz. O'nun eteğine yüz sürerek, ümmetlerin şefâatçısına yalvar.

Bu merâsimden sonra Vâlide Sultanın öncülüğünde harem halkı da Hırka-i Saâdeti ziyâret ederdi. Pâdişâh bu ziyârete nezâret ederdi. Merâsim bitince bizzat pâdişâh sandukayı kilitlerdi.

HIRKA-İ ŞERÎF

Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem tarafından büyük velî Veysel Karânî'ye hediye edilen hırka. Peygamber efendimiz vefâtına yakın sırtlarındaki hırkanın Veysel Karânî'ye verilmesini hazret-i Ömer ile hazret- i Ali'ye vasiyet ettiler. Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem vefâtından sonra hazret-i Ömer ile hazret-i Ali bu mübârek emâneti götürüp Veysel Karânî'ye teslim ettiler. (Bkz. Veysel Karânî)

Veysel Karânî'ye hediye edilen bu Hırka-i Şerîf Van civârında İrisân Beylerine kadar gelmiş ve bunlardan Şükrullah Efendi 1618 (H. 1027) senesinde Osmanlı Sultanı İkinci Osman Hana getirip hediye etmiştir. Sultan Abdülmecîd Han, bu Hırka-i Şerîf için, Fâtih civârında Hırka-i Şerîf Câmiini yaptırmıştır. Her sene Ramazân-ı şerîf ayında camekân içinde olarak, Şükrullah Efendinin torunları tarafından halka ziyâret ettirilmektedir. Bu Hırka-i Şerîf, Topkapı Sarayındaki Hırka-i Saâdetten başkadır.

Hırka-i Saâdet ve Hırka-i Şerîf, Osmanlı dönemi boyunca, Ramazân-ı şerîfin 15. günü başta pâdişâh olmak üzere devlet ileri gelenlerince ziyâret edilmiştir. Hırka-i Şerîf günümüzde Ramazânın başında ilk Cumâ günü ziyârete açılıp, Bayram akşamına kadar ziyârete açık tutulmaktadır.

HIRVATİSTAN

DEVLETİN ADI

Hırvatistan Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ

 Zagrep

NÜFÛSU

 4.808.000

YÜZÖLÇÜMÜ

 56.538 km2

RESMÎ DİLİ

 Hırvatça

RESMÎ DÎNİ

 Hıristiyanlık

PARA BİRİMİ

 Yugoslavya Dinarı

 Balkan Yarımadasının kuzeybatısında yer alan bir Avrupa devleti. Kuzeybatısında Slovenya, kuzeyinde Macaristan, güneyinde Bosna-Hersek, batısındaAdriya Denizi, kuzeydoğusunda Sırbistan yer alır.

Târihi

Hırvatlar, günümüzde Ukrayna toprakları içinde bulunan Yuğni ve Dinyeper nehirleri arasında kalan Beyaz Hırvatistan'dan 6. yüzyılda göç ederek eski Roma illeri olan Pannonia ve Dalmaçya'ya yerleştiler. Dalmaçya'ya yerleşen Hırvat kabileleri Prens Trpimir idâresinde birleştiler. Yedinci asırda Katolikliği benimseyen Hırvatlar ile Ortadoks olan komşuları Sırplar arasında sürekli bir mücâdele oldu. Bütün Hırvat topraklarına hâkim olan Kral Tomislav 925 senesinde kendini Hırvatistan kralı îlân etti. Tomislav Bulgarlar, Macarlar ve Bizanslılarla savaşmak mecburiyetinde kaldı. Hâkimiyetini Bosna, kıyı şehirlerine ve adalara kadar genişletti. Kral Kreşimir zamanında Hırvatistan Bizans hâkimiyetini kabul etti. Macaristan Kralı I. Ladislas 1091'de Hırvatistan'ın büyük bölümünü ele geçirdi. Son olarak seçilen Hırvat Kralı Petar Svacié, Macarlarla savaşırken 1097'de öldü. Macaristan Kralı Kalman 1102'de Biograd na Morida Hırvatistan kralı olarak taç giydi.

Bu târihten îtibâren Macaristan ile olan birlik sekiz yüz yıl devam etti. Bu birlik döneminde kendi meclisi bulunan Hırvatistan'da idâreden ban ismi verilen kralın yerel temsilcisi sorumluydu. Varna (1444) ve İkinci Kosova (1448) muhârebeleri sonunda Osmanlı Devleti, Hırvatistan'ın güney bölümünü hâkimiyeti altına aldı. Mohaç Meydan Muhârebesinde (1526) Macaristan Kralı Lajos mağlup olunca, Hırvat topraklarının büyük bölümü Osmanlı hâkimiyeti altına girdi. On altıncı asrın sonlarına kadar Hırvatistan sancak beyleri tarafından idâre edildi. 1583'te eyalet durumuna getirilerek beylerbeylerinin idâresine verildi.

İkinci Viyana Kuşatmasının ardından, Osmanlı Devletinin Avrupa'da gerilemesinden faydalanan Avusturya, Prens Eugéne komutasındaki orduları ile Hırvatistan topraklarını işgal etti (1697). Karlofça Antlaşmasıyla Besarabya'dan çekilen Osmanlılar, Pasarofça Antlaşmasıyla da Sava Nehrinin güneyinde kalan toprakları kaybettiler. Böylece Hırvatistan'daki Osmanlı hâkimiyeti son bulmuş oldu. Osmanlıların bölgeyi bırakmalarından sonra Hırvat toprakları özellikle Hırvat olmayan soylulara verildi. On sekizinci asrın sonlarına doğru Avusturya'nın mutlakiyetçi idâresi Macar ve Hırvat soyluları birbirine yaklaştırdı. Hırvat Meclisi 1790'da Macar Meclisi menfaatine bâzı yetkilerinden vazgeçti. Napoleon I, 1805'te Hırvat ve Sloven topraklarını İllirya eyâletine kattı isede bu toprakları 1813'te kaybetti. 1822'de eski sınırlarına kavuşan Hırvatistan, Macaristan ile bağlarını yeniden kurdu. Bölge 1849'da Avusturya taht topraklarına katıldı. Hırvatistan 1868'de özerk statülü Macar taht toprağı îlân edilerek Hırvatistan-Slovenya Krallığı adını aldı.

Birinci Dünyâ Savaşının ardından Hırvat Meclisi, 29Ekim 1918'de Avusturya ve Macaristan ile olan bağlarını kopararak bağımsızlığını ve Sırp, Hırvat, Sloven krallığına bağlandığını îlân etti. Bu krallık daha sonra Yugoslavya adını aldı. İkinci Dünyâ Savaşı sırasında Yugoslavya'nın Almanya tarafından işgal edilmesinden bir süre sonra, 10 Nisan 1941'de Zagreb'de bir Bağımsız Hırvatistan Devletinin kurulduğu îlân edildi. Bu devlet İtalya veAlmanya tarafından hemen tanındı. Devlet; Slovenya, Bosna-Hersek ve Dalmaçya'nın bir bölümünü içine alıyordu. Yeni devletin başına getirilen, Ustana adlı Alman yanlısı terör örgütünün lideri Aute Paveliç aşırı zorbalığa ve şiddete dayalı bir diktatörlük rejimi kurdu. Savaş sırasında komünist partizanlar birçok bölgeyi ele geçirdiler. Bu bölgelerde "Ulusal Kurtuluş Konseyi" kurdular. Zagreb'in 1945'te partizanların eline geçmesinden sonra Konsey halk hükümeti hâlini aldı. Daha sonra bir halk cumhuriyeti olarak Yugoslavya ile birleşti.

1980'li yılların sonlarında görülen komünist ülkelerdeki demokratikleşme hareketi Hırvatistan'da da etkili oldu. 1989'da Sırbistan ile Hırvatistan ve Slovenya'nın ilişkileri bozuldu. Aynı sene Hırvatistan Komünist Partisi kongresinde çok partili sisteme geçme kararı alındı. Nisan 1990'da yapılan seçimleri Hırvatistan Demokratik Birliği kazandı. Hırvatistan 1991 Temmuzunda bağımsızlığını îlân etti. Bunu eski Yugoslavya'yı meydana getiren Cumhûriyetler tâkib etti. Yugoslav ordusunun desteğini alan Sırp çeteleri Slovenya ve Hırvatistan'a karşı saldırıya geçti. 1992'de Slovenya ve Hırvatistan ile Sırplar arasında barış sağlandı ise de arasıra çatışmalar sürmektedir.

Fizikî Yapı

Ülke toprakları; Dalmaçya, Birinci Dünyâ Harbi öncesinde Avusturya toprağı olan Istria'nın büyük bölümü ve eskiden Macaristan'a âit olan Slovenya topraklarını içine alır. Doğuda Tuna, Drova ve Sava ırmakları arasında kalan verimli ovalardan başlayıp, batıda Adriya Denizi boyunca Karadağ'a kadar bir hilal şeklinde uzanır. Dinar Alpleri güneybatı topraklarını engebelendirir. Dalmaçya kıyıları açıklarında kıyıya paralel birçok ada vardır.

İklim

Istria Yarımadası ile Dalmaçya kıyılarında Akdeniz iklimi hüküm sürer. Buralarda yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı geçer. İç kesimler ve dağlık bölgelerde iklim daha serttir.

Tabiî Kaynakları

Mâdenler: Medjimurjo ve Slovenya'da petrol, Dalmaçya'da ise kömür ve boksit yatakları vardır.

Bitki örtüsü ve hayvanlar: Ülke topraklarının % 37'si ormanlarla kaplıdır. Kıyı bölgesinde yaygın olarak maki örtüsü görülür. Ormanlarda çok çeşitli yabanî hayvan yaşar.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Nüfûsu yaklaşık 4.808.000 olan Hırvatistan'ın yüzölçümü 56.538 km2dir. Nüfus yoğunluğu 85'tir. Hırvatlar ülke nüfûsunun % 75'ini meydana getirir. Sırplar ise % 12'sini teşkil eder. Halkın yaklaşık % 77'si Katoliktir. Nüfûsun % 51'i şehirlerde yaşar. Başkent Zagrep dışında başlıca şehirleri Rijeka, Fiume, Zadar, Sibenik, Dubrovnik'tir. Eğitim gelişmiş olup, çok yaygındır. Okur-yazar oranı % 99.4 civârındadır. En önemli yüksek öğretim kurumu Zagrep Üniversitesidir.

Ekonomi

Hırvatistan ekonomisi tarım ve sanâyiye dayalıdır. Ekonomisi İkinci Dünyâ Savaşı öncesine kadar tarım ve sığır besiciliğine dayanırken, savaş sonrası, sanâyi hızla gelişti. Ülkenin çeşitli yerlerinde çıkarılan petrol işletilmektedir. Başkent Zagreb önemli sanâyi merkezidir. Varazdin ve Karlovak'ta dokuma, Petrinija ve Koprivnica'da besin, Sisak'ta demir-çelik, Kutina'da kimyâ sanâyileri gelişmiştir. Geniş ovalardan meydana gelen Slovenya büyük tarım sanâyi kombinalarını kapsayan zengin bir tarım bölgesidir. Gemi taşımacılığı ve turizm önemli gelir kaynaklarındandır. 1991'de başlayan iç savaş turizme büyük sekte vurmuştur. İç savaş dolayısıyle ekonomi ve turizmdeki istikrarsızlık ve gerileme devam etmektedir.

HIYAR (Cucumis sativus)

Alm. Gurke (f), Fr. Concombre (m), İng. Cucumber. Familyası: Kabakgiller (Cucurbitaceae). Türkiye'de yetiştiği yerler: Soğuk bölgeler hâriç bütün Türkiye.

Kabakgiller familyasından, uzun, sürüngen gövdeli bir yıllık otsu bitki. Anayurdu Hindistan olup memleketimizde bilhassa Ege ve Trakya'da bol miktarda yetiştirilmektedir. Çiçekleri tek eşeyli, sarı renkli, meyveleri tüylü, oldukça uzun ve çok tohumludur. Yaprakları geniş, parçalı ve serttir. Hıyar, mutedil sıcak iklim ister. Soğuktan, durgun, rutubetli havalardan, rüzgârdan çabuk etkilenir. Kumlu-killi, suyu süzücü, humuslu, gübrece zengin topraklarda iyi yetişir. Toprağın çok iyi hazırlanmış olması, evvelce çiftlik gübresi ile gübrelenmesi, azot, fosfor ve potaslı gübrelerle takviye edilmesi gerekir.

Hıyar, tohumları ile yetiştirilir. Kavun tohumuna benzerse de hıyar tohumu daha küçük, ince kabuklu ve hafiftir. Umûmiyetle ilkbaharda toprak sıcaklığının 10-12°C olduğu zaman ekilir. Tavalarda ekilirse mutlaka herek verilmesi lâzımdır. Herek verilmezse meyve çiçekleri su ve çamur içinde kalır. Bu sebeple ekseri tahtalara dikim yapılır. Ekimde verilecek mesâfe 40-50 cm kadardır. Fide dikiminden veya tohum ekiminden önce ocaklar açılarak içlerine bir kürek kadar çürümüş gübre atılır. 

Hıyar çok muntazam su isteyen bir bitkidir. Eğer bol suyu köklerinden alamazsa acılık yapar. Sulamayı, zamânında ve yeterince yapmak lâzımdır. Ayrıca öz su damarları zedelenmemelidir. Zira bu da acılığa sebeb olur. Kötü bakım, kötü hava şartları, susuzluk, kartlaşma, kök ve gövde üzerinde eziklik ve yaralanma acılığın belli başlı sebepleridir.

Hıyar çeşitleri:

1. Langa hıyarı: En fazla Marmara bölgesinde yetiştirilir. Yeşil renkte 30-40 cm kadar uzunlukta olup gevrek, çekirdeği az, lezzetli bir çeşittir.

2. Kornişon hıyarı: 10-15 cm boyunda, üzeri ufak kabarcıklı, çok lezzetlidir. Körpe iken koparılıp turşu yapılmaktadır.

3. Acur hıyarı: 80-120 cm kadar uzayabilen, açık yeşil renkli, hafif çizgili, eti sert bir çeşittir.

4. Maraş hıyarı: Küçük, yeşil renkli ve fazla verimlidir. Erkenci olduğundan güneyde ilk turfanda olarak yetiştirilir.

Kullanıldığı yerler: İçinde bol miktarda su vardır. A ve C vitaminleri çoktur. Genellikle çiğ sebze olarak yenilir. Turşusu yapılarak kışın yenmek üzere saklanır. Ayrıca yatıştırıcı ve deriyi yumuşatıcı etkisi vardır. Deri merhemlerinin yapımında ve kozmetik sanâyiinde kullanılır.

HIZ

Alm. Geschwindigkeit (f), Fr. Vitesse, velocite (f), İng. Speed, velocity. Bir hareketlinin birim zamanda aldığı yol. Alınan yolun zamâna göre değişimi olarak da târif edilebilir. Alınan yol doğrusal ise hız çizgisel, dâiresel ise açısal olur. Hareketlinin herhangi bir andaki hızına âni hız, yol boyundaki hızların ortalamasına da ortalama hız adı verilir. Hız, vektörel bir büyüklüktür. Yönü ve şiddeti ile ifâde edilir. Hız birimleri C.G.S. (cm, g, sâniye) sisteminde cm/s, M.K.S. (metre, kg, saniye) sisteminde m/s, İngiliz ölçü sisteminde feet/s = 30,6 cm/s veya mil/saat = 1,6 km/saat'dır. Yaygın olarak kullanılan hız birimi 1 saatte alınan yolu kilometre cinsinden ifâde eden kilometre/saat kısaca km/h olarak gösterilir (1m/s = 3,6 km/h).

Bir hareketlinin hızı, ya sâbit veya değişen hızdır. Değişen hız ise düzgün değişen (sâbit ivmeli) veya gelişi güzel değişen hız şeklindedir. Değişen hız da artan ve azalan hız şeklindedir.

Serbest düşen bir cismin hızı düzgün değişen ve artan hız, düz bir yolda belirli bir zaman 70 km/h hızla giden arabanın hızı sâbit hız, yukarıya doğru düşey olarak fırlatılan bir cismin hızı ise düzgün değişen ve azalan hızdır. Virajlı yollarda veya engebeli bir arâzide seyreden vâsıtanın hızı ise değişen hızdır. Normal yürüyen bir insanın hızı 5 km/h, ses hızı 340 m/s=1224 km/h=1mach, ışık hızı ise 300.000 km/s'dir.

Bâzı Hareketlilerin Erişebildiği En Büyük Hızlar

İnsan (100 m'lik yolda)

 36 km/h

Bisiklet

 40 km/h

Yarış atı

 70 km/h

Leopar

 96 km/h

Balık

 109 km/h

Yarış otomobili

 413 km/h

Yarış motosikleti

 513 km/h

Özel yarış botu

 556 km/h

Özel sürat otomobili

 1016 km/h

Tabanca mermisi (Namludan çıkış hızı)

3500 km/h

Uçak

 3,32 mach=3529 km/h

İnsanlı uzay aracı

 39.897 km/h

İnsansız uzay aracı

 240.000 km/h

 Hareketlilerin kat ettiği yol doğrusal değil de dâiresel ise açısal hız sözkonusudur. Dünyânın ekseni etrâfındaki açısal hızı 7,25 x 10-5 rad/s, Ekvator üzerindeki çizgisel hız ise 1667 km/h'dır. Atmosfer de dünyâ ile berâber aynı hızla döndüğü için dünyânın döndüğünü fark edemiyoruz.

HIZIR ALEYHİSSELÂM

İbrâhim aleyhisselâmdan sonra yaşamış bir peygamber veya velî. Avrupa ve Asya kıtalarına hâkim olan Zülkarneyn aleyhisselâmın askerinin kumandanı ve teyzesinin oğludur. İsminin, Belkâ bin Melkan, künyesinin Ebü'l-Abbâs olduğu ve soyunun Nûh aleyhisselâmın Sam isimli oğluna dayandığı bildirilmiştir. Bâzıları da Hızır aleyhisselâmın İsrâiloğullarından olduğunu söylemişlerdir.

Hızır lakabıyla meşhur olmasının sebebi, kuru bir yere oturup kalktığı zaman, oranın yeşerip yemyeşil olmasından dolayıdır. Sahîh-i Buhârî'de bildirilen bir hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz; "Hızır (aleyhisselâm), otsuz kuru bir yerde oturduğunda, o yer birdenbire yemyeşil olur, peşi sıra dalgalanırdı." buyurdu. Mûsâ aleyhisselâmla görüşüp yolculuk yaptı. Fakat vefâtından sonra rûhu insan şeklinde gözüküp, garîblere yardım etmektedir.

Hızır aleyhisselâm, Allahü teâlânın sevgili kullarındandı. Doğdu, büyüdü ve vefât etti. Ancak Allahü teâlâ onun rûhuna insan şeklinde görünmek ve kıyâmete kadar yardım isteyen Müslümanların imdâdına yetişmek, yardım etmek, konuşmak, ilim öğrenmek ve öğretmek özelliklerini verdi. Bâzı âlimler "nebî" (peygamber), bâzı âlimler de "velî"dir dediler. Hızır aleyhisselâmda, yaşayan insanlarda görülen hâller bulunduğu için yaşıyor zannedilmektedir.

Hızır aleyhisselâm, güzel ahlâk sâhibi, cömert ve insanlara karşı çok şefkatliydi. Allahü teâlânın izni ile kerâmet ehli olup, kimyâ ilmini bilirdi. Hak teâlânın bildirmesiyle ledünnî ilme sâhipti.

Hızır aleyhisselâmın Mûsâ aleyhisselâm ile buluşması, görüşmesi ve yolculuk yapması Kur'ân-ı kerîm'de Kehf sûresi 60 ve 80. âyetlerinde ve hadîs-i şerîflerde bildirilmiştir.

Peygamber efendimiz Eshâb-ı kirâm ile Tebük Harbindeyken ikindi namazını kıldıktan sonra iki beyit işittiler. Fakat şiiri söyleyeni göremediler. Resûlullah efendimiz; "Bu iki beytin söyleyicisi kardeşim Hızır'dır. Sizi övüyor." buyurdu.

Hızır aleyhisselâm birçok zâtın tasavvufta yetişmesine rehberlik etmiş, feyz vermiştir. Hızır aleyhisselâmın tasavvufta yetiştirdiği en meşhûr âlim ve velîlerden biri Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleridir.

Hızır aleyhisselâm, İlyâs aleyhisselâmla birlikte Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vefâtında hâne-i saâdetlerine gelip Ehl-i beyt için sabır tavsiyesinde bulundu. Onların geldiklerini ve sabır tavsiye ettiklerini hazret-i Ebû Bekr, Ehl-i beyte bildirdi.