HAVÂÎ HAT
Alm. 1. Drahtseilbahn (f), 2. Hochverlegte Fernsprechleitung, Oberleitung (f), Fr. 1. Funiculaire; télépherique (m), 2. Caténaire, ligne aérienne (f), İng. Overhead railway. Ulaştırma vâsıtası olarak veya elektrik enerjisini bir yerden diğer bir yere nakletmekte kullanılan direkler arasına çekilmiş hat. Ulaştırma için; mâden, kireç, kömür, çimento ve buna benzer malzemelerin bir yerden başka bir yere taşınmasında kullanılır.
Bunlar tek veya çift çelik hatlar şeklindedir. Bu hatların üzerinde taşıyıcılar hareket eder. Tek hat kullanıldığında bu bir çark vâsıtasıyla devamlı döndürülür. Dönen çelik hattın sarkık olmaması ve çarktan çıkmaması için devamlı gergin tutulması gerekir. Halatın devamlı dönmesi neticesinde üzerinde belli aralıklarla konan taşıyıcı, istenilen yere kadar getirilir ve boşaltılır. Taşıyıcılara halat üzerinde hareketi sağlıyan tekerlekler de konur. Böylece malzeme, yük boşaltılacak yere gelince halattan ayrılabilir. Taşıyıcıların büyüklüğüne, yerin uzaklığına göre bunlarla saatte 50-100 ton yük taşınabilir.
Çift hatlarda ise, ikisi de sâbittir. Taşıyıcılar bunların üzerinde hareket eder. Taşıyıcıların halat üzerindeki kaymasını önlemek için ayrıca devamlı hareket halinde olan başka bir halat kullanılır. Çift hatlı havâî hatlarda kullanılan taşıyıcılar en fazla beş ton yük taşıyabilir. Bunlar boşalacak yere gelince aynı kalınlıktaki bir demir yolu üzerinde hareket edebilecek şekilde yapılmıştır. Bu yol vâsıtasıyle boşalacak yere kadar gidebilir.
Yolcuları dağlara çıkarıp indirmek için yapılan teleferikler de bir nevi havâî hattır (Bkz. Teleferik). Son yıllarda şehirlerarası çalışan trenler için de havâî hatlar yapımı çalışmaları sürdürülmektedir.
Alm. Konvulsion, Muskelverkrampfung (f), Fr. Convulsion (f), İng. Convulsion. Çeşitli sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan, birdenbire başlayan ve birkaç saniyeden 1-2 dakikaya kadar sürebilen, şuur kaybı, nefes alamama, kasılma ve çırpınmalarla seyreden durum. Tıp dilindeki adı “konvülsiyon”dur.
Havâle sebepleri yaşa göre değişiklikler gösterir. Hayâtın ilk iki senesinde havâle görülmesi diğer yaşlara göre daha fazladır. Yeterli oksijen alamama ve kanamanın tesirlerinin görüldüğü doğum sırasında çocuğun geçirdiği zor durumlar, beynin doğuştan bâzı hastalıkları ve enfeksiyon hastalıkları(mikrobik hastalıklar), süt çocuklarındaki en sık havâle sebepleridir. Süt çocukluğunun ileri dönemlerinde ve erken çocukluk çağında had ateşli hastalıklar en sık havâle sebebidir. Süt çocuklarında havâleye sebeb olan rahatsızlıklar içinde sebebi meçhul sara, kanda şeker seviyesinin düşüklüğü, beyin urları, böbrek yetmezliği, zehirlenmeler, nefes alamama, kafa içi kanamalar, kafa içi damar tıkanıklıkları da önemli yer tutar. Çocukluk çağının ortalarına doğru had kafa içi enfeksiyonlar (mikrobik ve ateşli hastalıklar) nâdiren havâleye yol açarken, hayâtın üçüncü senesinden îtibâren sebebi meçhul sara, en önemli havâle sebebi haline gelir. Bu devredeki ve oyun çocukluğu devresindeki diğer havâle sebepleri arasında; doğuştan beyin hastalıkları, doğumun yol açtığı ve sonradan olan beyin hasarları, enfeksiyon hastalıkları, kurşun zehirlenmesi, beyin urları ve ilaç zehirlenmeleri de önemli yer tutar.
Yetişkinlerdeki havâle sebepleri arasında kadınlarda gebelik zehirlenmesi, sebebi meçhul sara, kafa içinin ur, kanama gibi durumları, kan şekeri düşüklüğü, kan kalsiyum seviyesi dengesizliği en önemlileridir.
Havâleler daha ziyâde çocukluk dönemlerinde ortaya çıktığından bu dönemin en sık havâle sebebi olan ateşli hastalıklara bağlı havâleleri daha teferruatlı incelemek icab eder.
Ateşli hastalıklara bağlı havâlelere en çok altı ay ile üç yaş arasında rastlanır. Tıp dilindeki ismi “febril konvülsiyon” olan bu tip havâlelere, erkek çocuklarında daha sık rastlanır. Âilenin diğer fertlerinde de havâleler olması fazla görülmesinde etkili olabilir; yâni irsî bir yatkınlık söz konusudur. Bu havâlelerin en çok rastlanan sebebi, üst solunum yolunun ateşli hastalıklarıdır. Ateşe bağlı olarak ortaya çıkan havâlelerde, ateşin çok yükselmesinden ziyâde âniden yükselmesi rol oynar. Febril konvülsiyonlar oldukça kısa sürer. Bir dakikayı geçmesi nâdirdir. Nöbetten sonra herhangi asabî, ruhî bir araz kalmaz.
İlk aylardaki bebeklerde tipik havâle nöbetleri şeklinde ortaya çıkmayabilir. Bunlarda, sıçrama, ağızdan salya akması, gözlerin kayması, hareketsizlik, ağızda irâde dışı çiğneme ve emme hareketleri şeklinde nöbetler ortaya çıkabilir. İlerleyen süt çocukluğu ve çocukluk devrelerinde ise tipik havâle nöbetleri görülür. Önce çocuğun kolları ve bacakları ânî olarak kasılır, sonra, çırpınmalar başlar. Bu sırada şuur kaybolur, gözler kayar, yüz solar, dilini ısırabilir, nefesini bir süre alamadığından morarır. Başlangıcı çığlık atarak olabilir, bu sırada gaitasını ve çişini kaçırabilir. Kısa süren bu tip bir havâle nöbetinden sonra şaşkınlık ve birkaç saat sürebilen uyku durumu ortaya çıkabilir. Nöbetten sonra çocuk geçici bir süre için elini kolunu oynatamayabilir.
Havâle için bünyesi müsâit ve âilevî yatkınlığı olan çocuklarda nöbetler tekrarladıkça artık ateş yükselmeden de çocuk havâle geçirmeye başlar. Tedbir alınmadığı takdirde bu tip çocuklarda nöbetler ilerki yaşlarda da devam eder ve sara hastalığı sözkonusu olur.
İlk defa ateşe bağlı havâle geçiren çocuklarda beyin elektroansefalografisi ve diğer tetkikler tamamen normal çıkar. Ancak bunların yapılması havâle sebebini diğerlerinden ayırd etmede işe yarar.
Havâle geçirmekte olan çocuğun solunum yolları açık tutulmalıdır. Dilini ısırması önlenmeli, mümkünse hemen diazepam iğne yapılmalıdır. Ayrıca mevcut olan ateşli hastalığı da uygun antibiyotiklerle tedâvi edilmelidir.
Havâleye yol açan ateşli hastalık dışı bir sebep tesbit edilirse, o da ortadan kaldırılmalıdır. İkinci defa havâle geçiren çocuklara iki sene müddetle hekim kontrolünde nöbet önleyici ilâç verilmelidir. Özellikle küçük çocukları havâlelerden korumak için ateş yükselince soymalı, soğuk kompreslerle ve ateş düşürücülerle ateşin yükselmesi önlenmelidir. Bu arada ateşli hastalığın tedâvisi için de mutlaka bir hekime mürâcaat edilmelidir.
Daha ziyâde yetişkinlerde rastlanan ve havâle nöbetleri ile seyreden “sar’a hastalığı” çok önemli bir hastalıktır. (Bkz. Sara)
Alm. Anweisung, Überweisung, (f) Postauftrag (m), Übertragung (f), Fr. Assignation (f), virement (m), mandat (m) postal, transmission, İng. Assignment, transfer, postal money-order, forwarding. Bir işi başkasına yaptırma. Bir kimsenin, kendi adına diğer bir kimseye nakit, kıymetli evrak veya sâir mislî (benzeri bulunan) şeyler vermeye, bir üçüncü şahsı mezun (yetkili) kılmasıdır.
Borçlunun alacaklıya, borcumu falan kimseden al deyip, bu ikinci kimsenin yâni alacaklının bu teklife sözleşme yerinde râzı olmasına “havâle etmek” denir. Bu da borcun, bir şahıstan başka bir şahsa devri demektir.
“Havâle” kelimesi, sonradan borç devrini tevsik eden yazılı belgelere delâlet etmesi yönüyle, havâlenâme (hâmiline yazılı havâleler); çek ve bedeli üçüncü bir şahıs tarafından ödenecek (tesviye olunacak) senet, poliçe ve resmî bir vezneden ödenecek meblağ için tediye (ödeme) emri mânâlarını da almıştır.
Havâle, borcun ödenmesinde, kredi alınmasında veya herhangi bir alacağın tahsilinde kolaylık sağlayan hukûkî muameledir. Bankaların ve postanelerin, havâle işlemlerini yürütmeye tahsis ettiği Havâle servisleri vardır. Ödenmesine yetki verilen havâle, alıcısına ilgili servis tarafından haber gönderilerek servise çağırılır. Hüviyet tesbitinden sonra havâle o şahsa ödenir. Banka ve PTT, gördüğü hizmet karşılığı belli bir tarife üzerinden havâle ücreti alır.
Borçlar hukûkunda havâle: Borçlar Kânunu’nun 457-462. maddeleri havâle hükümlerini düzenlemektedir. Hâmile muharrer (yazılı) havâleler bu bâbın hükümlerine tâbidir. Çekler ile kambiyo senedi niteliği taşıyan havâleler hakkındaki husûsî hükümler ayrıca mevcuttur. Poliçe, çek ve diğer kambiyo senetlerine ilişkin hükümler de Türk Ticâret Kânunu’nda düzenlenmiştir (mad. 583 ve devamı).
Havâle akti ile bir kimse, kendi namına diğer bir kimseye nakit veya kıymetli evrak (bono, çek) ve sair şeyler vermeye bir üçüncü şahsı yetkili kılmaktadır. Havâle yolu ile muhakimleri olan alacaklı havâleyi kabul etmek istemediği takdirde, borçluyu derhal haberdar etmesi lazımdır. Aksi takdirde zarar ve ziyân ile mesul olur (B. Kânunu mad. 458).
İslâm hukûkunda havâle:Borçlunun alacaklıya, borcumu filân kimseden al deyip, bu ikinci kimsenin, yâni alacaklının, bu teklife sözleşme yerinde râzı olmasıdır. Mecelle’nin 673-700. maddeleri İslâm hukûkuna âit havâle hükümlerini beyan etmektedir. Havâleyi veren ile alanın akıllı olması, kabul edenin ise hem akıllı hem de bâliğ (ergenlik büluğ çağına girmiş) olması lazımdır. Havâle verenin, alanın ve kabul edenin üçünün de sözleşmesi ile olabileceği gibi yalnız veren ile alanın veya veren ile kabul edenin, yâhut alan ile kabul eden arasındaki sözleşme (anlaşma) ile de olur. Havâle sözleşmesinde borçlu ve borcu ödemeyi kabul eden üçüncü şahıs sözleşirken alacaklı hazır bulunmazsa, haber alınca izin verse de havâle geçerli olmaz. Sözleşme yerinde bulunup râzı olması lâzımdır.
Havâle üç şekilde olabilir:
1. Mutlak havâle, havâleyi veren birinci kimsenin havâleyi kabul eden üçüncü kimseden alacağı veya onda vediası (emânet bıraktığı bir şeyi) olduğu bildirilmeyen havâledir. Alacağı veya onda vediası olup da bildirilmedi ise havâleyi alan da havâleyi veren de alacaklarını ondan isterler.
2. Kabul edendeki alacağı paradan ödenmek üzere verilen havâledir.
3. Kabul edende emânet bulunan veya gasp ettiği maldan, paradan ödenmek üzere verilen havâledir. Alacaklıya verilen banka çeki böyledir.
Havâle iki sebeple bozulur, yok olur: 1) Kabul edendeki alacağın telef olması, yok olması, inkâr edilip ispat edilemeyen alacaklar ve havâle kabul edenin iflâs etmesi, alacağın telef olmasıdır. 2) Havâle feshedilmekle bozulur.
Bu durumla da alacaklı alacağını havâle eden bir önceki kimseden veya ilk borçludan alır.
İçinde sert şeyleri dövüp ufalamaya yarıyan ağaç, taş, plâstik veya mâdenden yapılan oldukça çukur ve kalın kap. Aslen Farsçadaki “hâven” kelimesinden gelmedir.
İnsanlar tarafından değişik biçimde yapılanları çok uzun zamandan beri kullanılmaktadır. Havanın târihi Hititler ve Urartulara kadar uzanmaktadır. En güzel örnekleri İslâm metal sanatının işlenmeye başlandığı Karahanlılar, Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları ve Osmanlılarda görülmektedir. Bilhassa Osmanlılarda Türk geleneklerini temsil eden havan çeşitleri, işlemeli sanat güzellikleriyle meşhurdur. Bilhassa Anadolu’da pek yaygın olarak kullanılan sarı renkteki havanlar pirinçten yapılırdı. Bunun yanında zarîf mermerden yapılanlara da rastlanırdı. Ayrıca eski eczahânelerde yeşim, porselen ve akik gibi taşlardan yapılan havanlar kullanılırdı. Havanlar tek başlarına bir işe yaramadıklarından “havan eli” tâbir edilen, sap biçimindeki bir âletle berâber kullanılır. Bunlar havanın yapıldığı maddenin cinsinden olur. Havan ve havan elleri ne kadar ağır olursa dövülmek istenilen şeyler o kadar rahat dövülür. Havan elleri ağaçtan da yapıldığı gibi, derelerden alınan uzun ve ince taşların da el olarak kullanıldığı görülmektedir. Havan eli hafif olursa onunla sert şeyleri ezmek güçleşir. Dövülmek istenen sert şeyler kabuklarından ayıklandıktan sonra havana konur. Sol el, havanı üstten örtecek, havan elinin hareketini sağlayacak şekilde konur. El böyle konmazsa, dövülen parçalar sağa sola sıçrayabilir.
Günümüzde havanla dövme işinde daha geniş araçlar kullanılmaya başlandı. Evlerde ve eczâcılıkta hâlâ havandan faydalanılmaktadır. Büyüklerine dibek ve soku denilmektedir.
Alm. Mörser (m), Fr. Mortier, (m), İng. Mortar. Barutun keşfinden sonra üst açı grubuyla atışlar yapmak üzere îmâl edilen ilk ateşli silâh. Namlusu yerdeki bir tabloya istinat eden, önden veya arkadan doldurulabilen mermi yolu dik toptur. Namlu ağzı veya ilk hızı diğer toplara nisbetle genellikle daha düşüktür. İstanbul’un fethinde ilk defâ kullanılan havan toplarını, Fâtih Sultan Mehmed Han plânlarını ve hesaplarını bizzat kendisi yaparak döktürmüştü. Bugün askerî müzelerde muhâfaza edilen bu toplar; büyüklük, teknik ve yapılış olarak görenleri hayrette bırakmaktadır. Osmanlı Devletinin ilimde, fende ve askerlikte asırlar boyu bırakmadığı birinciliğin sayısız misallerinden biri olan havan topu, askerî birliklerde hâlâ kullanılmakta ve önemini kaybetmemektedir.
On altıncı ve on yedinci asırlarda çok büyükleri yapılan havanlarla, taş gülleler atılmıştır. Eskiden havan vâsıtasıyla atılan mermilere humbara denilirdi. Humbaralar, top mermileri gibi boş olarak yapılır, içlerine eczâ doldurulurdu. Humbaralar, düştükleri yerlerde patlamak sûretiyle tesir yaparlardı. Büyük havan toplarından başka çakmaklı havan, el havanı isminde ayrıca iki küçük havan vardı.
On dokuz ve yirminci asrın başlarında gelişen havanlar, Birinci Dünyâ Harbinden önce 2-4 km, menzile sâhip 45°-60° lik açılar arasında atış yapabilen silahlardı. Topçu sınıfında aşırma atış yapabilen “obüs topları”nın kullanılmaya başlanmasıyla, havan topu piyâde sınıfına verildi. Birinci Dünyâ Harbinde hâkim olan mevzi harbi doktrini havanın gelişmesini sağlamış, daha kolay taşınabilir, portatif havanların yapılmasına yol açmıştır. Ordumuzda hâlen 60 mm’lik, 81 mm’lik, 106 mm’lik ve 120 mm’lik olmak üzere dört çeşit havan mevcuttur.
Havan umûmiyetle üç parçadan meydana gelir: Namlu, çatalayak, döşeme. Namlunun isnad ettiği çatal ayaklarda yan ve yükseliş ayarı bulunur. Ayrıca milyem adı verilen bir ölçü birimi cinsinden ayarlanarak silahın üzerine portatif olarak monte edilebilen dürbün vâsıtasıyla yakın hedeflere nişan almak kolaylaştırılmıştır.
Havan, umûmiyetle bir sütre gerisinde bulunması ve hedefi görmemesi sebebiyle, hedefi görebilecek ve silâhın ayarlanmasını sağlayabilecek ileri gözetleyici ismi verilen personele ihtiyaç duyar. Bu personel havan topunun gözü gibidir. Silahın hedefe yöneltilmesini yapabilmek ve ileri gözetleyici personelin bildirdiği şekilde havanı ayarlayabilmek için silahın hemen gerisinde ateş idâre hesapçıları bulunur. Günümüz ordularında bu hesaplama işlemi bilgisayarlarla sürdürülmektedir.
Nisbeten büyük çaplı; meselâ 120 mm çapında ve daha yukarı çaplı havanlarda, döşeme tertibatı bulunduğu gibi bunların namlularına takılabilen çeki halkasıyla, havan motorize araçları arkasından çekilebilir. Küçük çaplı havanlarda mermiyi ateşlemeye yarayan iğne, namlunun dibinde sâbit ve çıkmış bir halde bulunurken, daha büyük havanlarda ateşleme tetik vâsıtasıyla da sağlanabilir.
Havan topunun en belirgin özelliği mermisinin namlu ağzından dolmasıdır. Yivsiz havanlarda merminin havada muntazam gitmesi için mermi dibine takılan ve merminin dönerek gitmesini sağlayan bir kuyruk kısmı bulunurdu. Eski tip havanlarda barut miktarını ayarlamak sûretiyle yapılan mesâfe ayarı, yeni ve büyük çaplı havanlarda kuyruksuz ve sâbit hâle dönüşmüştür. Kullanılan mermi tipleri muhtelif olup hedefin cinsine ve meydana getirilmek istenen tesire göre değişmektedir. Bunlar arasında tahrip mermisi, sis mermisi, kudretli tahrip vs. gibileri sıralanabilir.
Alm. Apostel, Jünger (m.pl.), Fr. Douze Apôtres (m.pl.), İng. Apostles disciple. Hazret-i Îsâ’nın kendisinden sonra Îsevîliği dünyâya yaymak için eshâbı arasından seçtiği on iki mümin.
Îsâ aleyhisselâmın eshâbı, yâni kendisini görüp de îmân edenler azdı. Çünkü Yahûdîlerin çoğu inanmadı. Îsâ aleyhisselâm da, kendisine inananlar arasından on iki kişiyi seçti. Bunlara; “Allahü teâlânın dînine hizmette ve onu muhâfaza edip korumada kim bana yardımcı olacak?” buyurdu. Hepsi birden; “Bizler, Allahü teâlânın dînine yardımcılarız. Bizler, Hak teâlâ hazretlerine inanıp îmân ettik. Bütün varlığımızla, her şeyimizle Allahü teâlânın dînine yardım edeceğiz, bu yola destek olacağız. Allahü teâlânın dîninin yardımcıları olmamız elbette lâzımdır. Çünkü biz, Allahü teâlâya îmân ettik. O’na îmân ise, O’nun dînine yardımcı olmayı, O’nun sevdiklerini himâye ve müdâfâ etmeyi, Allahü teâlânın dîninin düşmanları ile muhârebe etmeyi îcâb ettirir.” dediler. Bu on iki mümine “Havârî” veya “Ensârullah” denir. Havârî, Allahü teâlânın dîninin yardımcısı demektir. Çoğulu Havâriyyûndur.
Havârîlerin isimleri şunlardır:
1. Petrus veya Pierre: Asıl adı Kâmûs’ta (Şem’ûn), Lexicon’da (Simon), Müncid’de ise (Sim’ân) olarak yazılıdır. Pekçok kimsenin îmâna gelmesine sebeb oldu. Antakya’da büyük bir mâbed yaptı. Kırkıncı senede Roma’ya gitti. Birkaç kere Kudüs’e geldi. Altmış beşte Neron tarafından haça gerilerek îdâm edildi. Îsâ aleyhisselâm sanarak, “Yehûdâ”yı da böyle çarmıha germişlerdi. Papaların birincisi sayılmaktadır. Mezarı üzerine “Saint Pierre” kilisesi yapılmıştır. Haziran ayının 29’unda yortusu yapılır.
2. Yuhannâ: İbrânî dilinde “Yahyâ” demektir. Buna “Johannes”, “Jean” ve “Jani” de denir. Ortodokslar “Juvan”, İngilizler “John”, Ermeniler de “Ohannes” derler. Dört İncîl’i yazanlardan biridir. Îsâ’nın aleyhisselâm teyzesinin oğludur. Yüz senesinde Efes’te ölmüştür. Aralık ayının 27’sinde yortusu yapılır.
3. Büyük Ya’kûb:İngilizler “James”, Fransızlar “Jacque” diyor. Yuhannâ’nın kardeşidir. Temmuzun 25’inde yortusu yapılmaktadır.
4. Filip: Anadolu’da öldü. Mayıs ayının 5’inci günü yortusu yapılmaktadır.
5. Toma veya Thomas: İran ve Hind taraflarına gidip, oralarda şehid edilmiş, Urfa’ya getirilmiştir. Aralık ayının 21’inde yortusu yapılır. Barnabas İncîli’nde bunun ismi yazılı değildir.
6. Andreas:Petrus’un kardeşidir. André de denir. X şeklindeki çarmıha gerilerek öldürüldü. Kasım ayının 30’unda yortusu yapılır.
7. Bartelemi veya Bartolome: 71 senesinde Erzurum’da şehid edildi. Ağustos ayının 24’ünde yortusu yapılır.
8. Matthias veya Mathias: Dinden ayrılan, yâni mürted olan ve Îsâ aleyhisselâmın bulunduğu yeri az bir menfaat karşılığı, Yahûdîlere haber veren ve Allahü teâlâ tarafından onun şekline çevrilerek çarmıha gerilen Yudas Ishar Yot da denilen Yehûdâ’nın yerine, Havârîler tarafından havârî seçilmiştir. Habeş’e ve İran’a gitmiş, 61’de İran’da şehid edilmiştir. Şubat ayının 24’ünde yortusu yapılır. Îsâ aleyhisselâmdan sekiz sene sonra, ondan işittiklerini yazmış olan Mettâ veya Matthius (= Mathieu) başka olup, havârîlerden değildir ve yortusu Eylül ayının 21’indedir.
9. Küçük Ya’kûp veya Jacque: 62 senesinde şehid edildi. Mayıs ayının ilk günü yortusu yapılır.
10. Simon veya Şem’ûn:Hazret-i Meryem’in kız kardeşinin oğlu olduğu ve 107 senesinde şehid edildiği Kâmûs’ta yazılıdır. Müncid’de ise buna Sim’ân denilmektedir. Ekim ayının 28’inde yortusu yapılmaktadır.
11. Yehûda veya Yudaş: Küçük Ya’kûb’un kardeşidir. Ekim ayının 28’inde yortusu yapılmaktadır.
12. Taddeus (Thaddeus): Bunun havârî olduğu Markus’un İncîl’inde yazılıdır. Luka’nın İncîl’inde, bunun yerine Judas Yakobi yazılıdır. Mettâ’nın İncîl’inde ise (Lebbaus) denildiğini Knaurs Lexion bildiriyor.
Îsâ aleyhisselâmdan gördüklerini ve işittiklerini doğru olarak yazmış olan Barnabas, kendisinin on iki havârîden biri olduğunu bildiriyor (Bkz. Barnabas). Hıristiyan kitaplarında ise bunun yerinde Thomas yazılıdır. Îsâ aleyhisselâmdan işittiklerini yazmış olan Mettâ, Marko ve Luka’nın havârî olmadıkları, yalnız Yuhannâ’nın havârî olduğu kaynaklara göre bellidir.
HAVLICAN (Alpinia officinarum)
Alm. Galgant m, Fr. Alpinia, İng. Galingale. Familyası: Zencefilgiller (Zingiberaceae). Türkiyede yetiştiği yerler: Yerli bitkimiz değildir.
Bir çenekliler sınıfının Zencefilgiller familyasından güzel çiçekli, ıtırlı, çok yıllık, otsu bitki. Diğer ismi galangal veya Çin zencefilidir. Toprak üstü sapları çok fazla dallanmış rizomlardan (kök saplarından) çıkar, ilâve sapları da olabilir. Bir metreden fazla yüksekliği vardır. Kırmızı çizgili, çiçekleri beyaz yaprakları bulunur. Havlıcan çok cazip çiçeklerinin ve kokusunun güzelliği sebebiyle aranan bir bitkidir.
Kullanıldığı yerler:Kurutulmuş rizomları hamur işlerinde kullanılır. Bu rizomlardan elde edilen yağ sarı sıvıdır. Serinletici olup, kâfur benzeri kokuya sâhiptir. Kurutulmuş rizomları ve türevleri acımtrak aromalıdır. Havlıcan kökü, meşrubatlarda, dondurma, şekerlemeler, tarım ürünleri, çikolata çeşitlerinde kullanılabilir. Rizomları ayrıca zencefil gibi baharat olarak da kullanılır.
Tıbbî faydasının çok olduğu bilinmektedir. Kaynatılan suyu bir miktar içilirse mîde ağrılarına, romatizma ve kulunca iyi gelir. Bel gevşekliği, çocukların yatağı kirletmesini önler. Balgam söktürür, tükürük ifrâzâtını arttırır. Ağız kokusunu giderir. Mafsal ağrılarına ve mîde ekşimesine iyi gelir.
Alm. Mohrrübe, Fr. Carotte (f), İng. Carrot. Familyası: Maydanozgiller (Umbelliferae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Yerli bitki değildir. Doğu Anadolu hâriç bütün Anadolu.
Kökleri sebze olarak yenen iki yıllık bir kültür bitkisi. Havucun vatanı Orta Avrupa’dır. Yabânî olarak Avrupa, Kuzey Afrika ve Asya’da rastlanır. Memleketimizde de rastlanmaktaysa da kültür havucu özelliğinde değildir. Bitki 1-1,5 m kadar boylarında, az dallı, parçalı yapraklıdır. Çiçekleri yazın açan küçük, beyazımsı renkli şemsiye durumunda toplanmışlardır.
Elverişli topraklarda ana kök bir metre kadar derine inebilmektedir. Havucun kazık şeklindeki etli kökleri kültür sâyesinde meydana gelmiştir. Havucun açık sarı-turuncu renkteki dış kısmı kabuk kısmıdır. Kök meyveleri farklı türleri sebebiyle çeşitli şekil ve büyüklüktedir. Koyu sarımsı-turuncu renkte olan iç kısmı odun dokusuna tekâbül etmekle birlikte genellikle parankimatik hücrelerden yapılmıştır.
Havucun topraktan çıkarılması sonbaharda, havaların soğumasına kadar devam eder. Topraktan çıkarılan havuçlar, çamur ve yapraklarından temizlenir, yıkanır depo edilir veya tâze halde pazarlara sevk edilir. Havuçlar kazılan hendeklerde sıralar hâlinde dizilerek depo edilebilir.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin tohumları ve kazık kökleri (havuç) kullanılır. Tohumlar eterik yağ ihtiva eder ki, bu da geraniol elde etmekte kullanılabilir. Ayrıca konserve ve parfümeri sanâyiinde kullanılır. Kültür kök meyveler likopin, karotin provitamin A, B1, B2, C vitaminleri, % 7 oranında şeker, % 29 kadar fosfor ve mâdenî tuzlar ihtiva eder. Bu kök meyveler ham madde olarak karotin elde etmede, gıda olarak tâze ve turşu hâlinde kullanılır. Provitamin A, vücutta vitamin A hâline geçer. Vitamin A, hastalıklara karşı mukâvemet kazandıran, göz ve cilt hastalıklarını önleyen çok faydalı bir maddedir. Tâze havuç, güneş yanıkları vak’alarında lapa hâlinde kullanılır. Havuç unu ve suyu çocukların beslenmesinde çok faydalıdır.
Alm. Teich (m), Fr. Bassin (m), İng. (Artificial) basin. İçine su toplanan yer. Evlerin bahçelerinde, parklarda, bâzı meydanlarda süs için çeşitli geometrik şekillerde inşâ edilerek içine su doldurulur. Su, umumiyetle fıskıyeli bir yerden fışkırarak dolar ve tahliye deliklerinden boşaltılır.
Bahçe zirâati yapılan yerlerde sulama suyu ve bâzı sanâyi dallarında çeşitli sıvıların biriktirildiği bölümlere de bu isim verilir.
Gemileri havuzlamada kullanılan yerlere de bu ad verilmektedir. Gemiler suda bulunduğu müddetçe tekne kısmının su içinde kalan bölümünün temizliği yapılamaz. Şimdiye kadar yapılan araştırmalarda su altında hiç bozulmadan, koruyucu tabaka olarak kalabilecek herhangi bir madde bulunamamıştır. Bu bakımdan gemi teknelerinin suda kalan kısımları önceden zehirli boya ile boyanmakla beraber, zamanla bu zehirli boyaların etkisi azalmaktadır. Neticede boyayla koruması yapılan teknenin su içinde kalan bu bölümlerine çeşitli deniz hayvanları ve bitkiler yapışmaktadır. Bu sebeple geminin su altı kesimlerinin temizlenmesi, lâzımdır. Bunun için tekneyi belli zamanlarda sudan çıkarıp yeniden bakımını yaparak, koruyucu maddelerle bu kısmı kaplamak gerekmektedir. Bu iş için geminin havuza alınmasına “geminin havuzlanması” denir.
Gemileri havuzlamanın çok çeşitli yolları vardır. En basit yol, gelgit olaylarından faydalanarak gemiyi kumsala doğru çekmek ve sonra da temizlemektir. Ancak bu, küçük gemiler içindir. Büyük gemiler için de raylı gemi kızakları, yüzer ve sâbit havuzlar kullanılır.
Havuz çeşitleri:
Raylı kızak: Raylı gemi kızaklarına normal büyüklükte bir gemi, bir beşiğin üzerine oturtulmak sûretiyle çekilir. Beşik, ray üzerinde ilerleyen tekerlekler üstündedir. Bu şekilde bakım, tâmir ve temizliği yapılır.
Yüzer havuz: Yüzer havuzlar şekil îtibâriyle dikdörtgen biçiminde, önden ve arkadan açık, iki duvarlı olup, birkaç bölümden meydana gelir. Tâmir edilecek geminin büyüklüğüne göre bu bölümlerden birkaçı bir araya getirilerek havuz hazırlanır.
Havuza, geminin rahatlıkla girmesini sağlamak için gereken evsafta su sarnıçlara basılır. Gerekli su derinliği sağlanınca gemi havuza alınır. Daha sonra sarnıçlar boşaltılarak havuz su yüzüne çıkarılır. Yüzer havuzların kullanışlı olması, bunların istenilen yere çekilebilmesindendir. Bu havuzların baş tarafları gemi başı gibidir. Burada dönen dümen donanımları vardır. Yedekte çekmeyi kolaylaştırmak için büyük yüzer havuzlara da gemi başı gibi bölüm yapılabilir. Yüzer havuzların ekserisinde bölümlerin çalıştırılması kendi donanımları ile yapılır. Bunların sarnıçları boşaltmakta kullanılan kendi tulumları, kendi makinaları, atölyeleri ve ayrıca mürettebât için dinlenme yerleri vardır. Bu havuzlarda bakım, tâmir ve temizlik çok rahat olur.
Sâbit havuz: Birçok tersânelerde bugün hâlihâzırda sâbit havuzlar vardır. Bunlar, genel olarak, betonarme duvarlarla tabandan ibârettir. Gemiler denizden havuzun içine alınır. Sonra havuzdaki suların dışarı basılmasıyla gemi takozlar üzerine oturtularak gerekli tâmirât yapılır.
Geminin havuzlanması:
Bir havuzda, havuzun içine gemi almak için, ilgili geminin omurgasını ve yan omurgalarını taşıyacak olan havuz iskemleleri, gerekli yerlere gereken yükseklikte yerleştirilir. Sonra havuza su doldurulur. Bu arada kapağı yüzdürülerek yerinden çıkarılır. Ama genellikle römorkörler yardımıyla gemi havuzun ağzına getirilir. Geminin ön tarafı (baş kısmı), havuz eşiğinden geçtikten sonra, artık sorumluluk havuz müdürlüğüne âit olur.
Gemi havuza, iskemleler üzerine alınır. Nişan tutma çubukları ve şaküllerle yeri ayarlanır, halatlarla bağlanır. Daha sonra kapağı kapatılır. Tulumbalar çalıştırılır ve su boşaltılır. Böylece gemi aşağıya indirilir. Havuz iskemlelerine oturtulur. Bu arada yan omurgaları olmayan gemiler, yalnız omurga üzerine oturtulduklarından devrilme tehlikesi olabilir. Bu durumdan korunmak için gerekli yerlere dayaklar, sintine iskemleleri yerleştirilir.
Gemi havuzda kaldığı müddetçe üzerindeki ağırlıkların yeri değiştirilmez. Kurallarına uyulmadan yapılan bir değiştirmede gemi, tekrar yüzdürülürken yan yatar, havuzun ve kendisinin hasara uğramasına sebeb olur. Geminin bakım, tâmir ve temizlik işlemleri sona erdikten sonra tekrar yüzdürülmesi için havuza gerekli su alınır, yeterince su yüksekliği sağlandıktan sonra gemi omurga iskemlelerinin üzerinden kalkar ve suda yüzmeye başlar. Daha sonra açık denizce çıkarılır.
HAVUZBALIĞI (Carassius auratus)
Alm. Goldfisch (m), Fr. Carassin doré (m), İng. Goldfish. Familyası: Sazangiller (Cyprinidae). Yaşadığı yerler: Çin ırmaklarında bolca bulunur. Havuz ve akvaryumlarda süs balığı olarak yetiştirilir.
Sazan balığına benzeyen, 15-25 cm boyunda kırmızı renkli bir tatlı su balığı. Bıyıkları bulunmaz.
Ömrü: 20 yıl kadar. Çeşitleri: Japon ve Çinliler bundan teleskop gözlü, tül kuyruk, peçeli, altın balık gibi bir çok akvaryum soyları elde etmişlerdir.
Anayurdu Çin olan, havuz ve akvaryumda yetiştirilen bir süs balığı. Kemikli balıklar takımındandır. Pullu vücudu kırmızı altın renginde, yüzgeçleri yağlıdır. Akvaryumlarda boyu 10-15 cm’yi geçmez. Renginden dolayı “kırmızı” veya “altınbalık” da denir. Japonlar senelerce yaptıkları genetik çarprazlamalar sonucu bundan kırmızı, turuncu renkli çeşitli boyda birçok ırklar elde ettiler.
Güney Çin’de hâlen önemli bir besin kaynağı olarak avlanır. Eti sazan kadar makbul değildir. Zor şartlara rahatlıkla uyar. Oksijen ihtiyâcı çok az olduğundan, bataklık sularda ve kanallarda kolayca hayâtını sürdürür. Bıyıksız ve dişsizdir. Diplerde çürümüş, organik bitkiler ve hayvanî artıklar, larva ve kurtçuklarla beslenir. Besinlerini boğazında gırtlağa âit kemiklerle (yutak dişleri) öğütür. Pek nâdir olarak boyu 30 cm’yi, ağırlığı 1 kg’ı geçer. Havuz ve akvaryum sularında kırmızımtrak altın rengini muhâfaza eder. Nehir ve göllere bırakıldığında soğuk suların etkisiyle rengi kirli beyaza döner.
Nisan ve mayısta ürer. Yumurtalar 20 gün zarfında açılır. Akvaryumlarda 20 yıl kadar yaşadığı tesbit edilmiştir.
Âdem aleyhisselâmın zevcesi (hanımı). İnsanoğlunun annesidir. Cenâb-ı Hak, Âdem aleyhisselâmı topraktan yarattıktan sonra, göğüs kemiğinden hazret-i Havvâ’yı yarattı. İkisini Cennet’e koydu. Cennet’te bin yıl kadar yaşadılar. İblisin (şeytanın) yalan yeminine inanarak yasak edilen meyveden önce Havvâ, sonra da unutarak Âdem aleyhisselâm yedikleri için Cennet’ten çıkarıldılar. Âdem aleyhisselâm Hindistan’da Seylan (Serendip) adasına, Havvâ ise Cidde’ye indirildi. İki yüz sene ağlayıp yalvardıktan sonra tövbe ve duâları kabûl olup, hazret-i Âdem ile Arafat Ovasında buluştu. Sonra Şam’a geldiler. Burada İbn-i İshak’a göre 40 kız ve 41 erkek oldu. Kitapların çoğuna göre ise yirmi kız, yirmi bir erkek çocukları oldu. Çocukları Şit aleyhisselâm hâriç, hepsi ikiz olarak dünyâya geldiler. Hazret-i Havvâ, Âdem aleyhisselâmdan sonra Cidde’de vefât etti.
Alm. Kaviar (m), Fr. Caviar (m), İng. Caviar. Mersin, kefal, sazan gibi büyük balıkların temizlenmiş ve tuzlanmış yumurtaları. Balık yumurtalarını tâze olarak muhâfaza etmek zor olduğundan ancak birtakım işlemlerden sonra havyar adıyla piyasaya sürülür. Besin değeri yüksek ve sindirimi kolay olduğundan kıymetlidir. Hazırlanması emek gerektirdiğinden pahalı yiyecekler arasındadır. Yumurtalar dişi balıkların yumurtalıklarından çıkarıldıktan sonra süzülür ve tuzlanır. Daha sonra paket hâline getirilir. En az tuzlanan balık yumurtaları, en iyi kalite sayılır.
Birçok havyar çeşidi vardır. Siyah havyar, kırmızı havyar ve kefal havyarı meşhurlarıdır. En makbulü Mersin balığından çıkarılan siyah havyardır. Balığın dörtte birini yumurtaları teşkil eder. Mersin balıkları ilkbaharda yumurtlamak için denizlerden nehir ve göllerin içlerine girerler. Mayıs sonunda yumurtlama işlemleri biter ve yazdan önce denize dönerler. Yurdumuzda Samsun civârındaki Çarşamba Gölü ve çevresinde tutulduğu gibi Karadeniz’e dökülen Kızılırmak, Yeşilırmak ve Sakarya’da da çıkarılır. Karadeniz’de tutulan mersinbalıkları 25-150 kg kadar ağırlıktadır. Yumurta ağırlıkları da 6 kg’dan fazladır. Temizleme ve tuzlama işlemlerinden sonra fıçı veya kutularda satışa arz edilir.
İyi ambalajlanmış havyarlar senelerce bozulmadan dayanabilir. Hava aldığı takdirde, tadı acılaşarak kısa zamanda bozulur.
Kırmızı havyara “tarama”da denir. Su balıklarından veTurna balığından da çıkarılabilir. Mumlu olarak piyasaya sevk edilen havyarlar kefal balığından çıkarılır. Memleketimizde bol üretildiğinden “Türk havyarı” adıyla da meşhurdur. İstanbul piyasasına en lezzetli havyar Küçükçekmece kefallerinden sağlanır. Kefaller, beslenmek ve kışlamak için denizden nehir ve göllere geçerler. Haziran başından ağustos ortasına kadar yumurtlamak için denize dönerler. Bu sırada balıkçılar tatlı su ağızlarını tutarak yumurtalı kefalleri çökertme usûlüyle avlarlar. Göl veya nehirlerin denize yakın bir kısmında kurulmuş olan geçitler mayısın son haftasından ağustos ortasına kadar kapalı tutularak kefaller tutulur. Küçükçekmece gölünde tutulan kefaller 40-65 cm boyundadır. Bunlardan ağırlıkları 150-750 gr arasında değişen yumurtalıklar çıkarılır.
Haskefal (Mugil cephalus)den havyar hazırlanması:
Havyarın lezzet ve değerinin artması için canlı balıktan çıkarılır. Yakalanan dişi kefaller sırtüstü bir tahtaya yatırılır. Karnı yarılarak seri bir halde karın boşluğundan yumurtalıklar alınır. Üstündeki kan damarları temizlendikten hemen sonra tuza yatırılır. Kan damarları temizlenmiş havyar lekesiz olacağından piyasa değeri fazladır. Bir iki saat tuzda kaldıktan sonra el parmakları arasında ovalanarak yumurtalık içindeki yumurtaların her tarafa eşit olarak dağılması sağlanır. İkinci defa tuza yatırıldıktan sonra bir daha parmaklar arasında yoğurulur. Bundan sonra gölgedeki temiz tahtalar üzerine dizilerek açık havada kurumaya bırakılır. Zaman zaman çevrilerek yassı olması sağlanır. Birkaç gün sonra ağdan yapılmış sepetlere dizilerek bir hafta da güneşte kurutulur. Bu işlemden sonra satışa hazır sayılır. Bu şekilde hazırlanan kefal havyarları ençok bir buçuk ay dayanabilir. Bundan sonra tadı acılaşmaya başlar. Daha uzun süre dayanması isteniyorsa mumlanma işlemine tâbi tutulur. Bunun için kaynar suda eritilen balmumu ateşten alınarak biraz soğutulur. Tuzlanarak kurutulmuş havyar yumurtalıkları sıcak balmumuna birkaç defa batırılarak çıkarılır. Havyarlar sıcak balmumu eriyiğinden çıkarıldıkça soğuk suya atılır. Yumurtalığın üstünde hasıl olan 2 mm kalınlığındaki balmumu tabakası havyarın havayla temasını keser. Mumlanan kefal havyarları renkli selefonlara sarılarak “Türk havyarı” adıyla piyasaya arz edilir.
Yüzden fazla adadan müteşekkil, ABD’nin ada halinde tek eyâleti. Pasifik Okyanusunun orta kısmında yer alır. Aralarında kayalıkların da bulunduğu adalar dizisi 2400 km2lik bir hat üzerinde uzanır. Bu adalar topluluğunun toplam yüz ölçümü 16.700 km2 ve nüfusu 800.000’dir.
Kuzeybatıda Ocean (Küre) adı verilen adayla başlayan dizide, güneybatıya doğru Midway ve Gardner adaları, Friench, Frigate Shoal, Necker, Nihao ve Kavla adaları yer alır ki bunlar yüksek olmayan ufak adalardır. Bir adadan ziyade kayalığı andırırlar. Daha sonraki sekiz tânesi gerçek ada karakterinde kara parçaları olarak dikkati çekerler. Bunlar da sırayla Niihau, Kauai, Oahu, Molakai, Lanai, Kahoolawe, Mavi ve Hawai adalarıdır.
Hawai Adası; Hawai Adalarının en güneyinde en büyük ve en genç olanıdır. 10.458 km2 yüzölçüme sâhiptir. Kuzey-güney arası uzunluğu 145 km, genişliği 120 km’dir. Kuzey Pasifikte en dikkati çeken adalar gurubu olan Hawai Adaları, 1778’de Kaptan Cook tarafından keşfedilmiştir. Topoğraf bir Pasifik haritası üzerinde çok küçük benekler hâlinde görülen Hawai Adaları, gerçekte volkanik dağlar zincirinin doruklarıdır. Dünyâdaki en büyük dağ zincirlerinden biri olan bu adalar, okyanusun tabanından îtibâren binlerce lav akıntısının üst üste yığlıması sonucu meydana gelmiştir. Ortalama bir değerle 4500 m derinlikteki okyanus tabanından yükselirler. Bu durumda adaların deniz üzerindeki en alçak kısımları bile 4500 m’den daha fazla yüksekliktedir. Deniz seviyesinden îtibâren en yüksek tepeleri Mauna Kea 4205 m ve Mauna Leo 4170 m’dir. Zirveleri buzullarla kaplıdır. Mauna Kea (BeyazDağ)da 4000 m yükseklikte yazın bile buzları çözülmeyen bir göl vardır. Hâlen Hawai Adasında faal volkan bulunmaktadır. Yağış oranı bölgelere göre değişir. Meselâ; kahvesiyle meşhur batı sâhilindeki Kono bölgesi, yazın, kışdan daha çok yağış alan, adalar grubundaki tek yerdir. Normalde çok az akarsu vardır. Bunun bir sebebi kayaçların ve toprağın geçirgen oluşudur. Diğer bir sebebi de rüzgâra açık yerlerde çok az yağış olmasıdır. Başlıca ürünleri, şeker ve ananastır. Macadamia, ceviz üretiminde adalar içinde başta gelir. Yüksek otlaklarında sığır ve koyun yetiştirilir. Hawai volkanları, Millî Parkı büyük ve görülmeye değer muazzam bir yerdir. Bu bakımdan adalar grubu, çok turist çekmektedir.
Alm. Scham (-gefühl n) (f), Verschamtheit (f), Fr. Honte, pudeur (f), İng. Shame. Sâdece insana mahsûs olan utanma duygusu, Allahü teâlânın râzı olmadığı çirkin şeyleri yapmaktan sakınma, başkalarının kötülemelerinden korkma, kötü iş yapınca utanma; utanmak, sıkılmak.
Dinde hayâ; Allah korkusu sebebiyle günâh işlemekten kaçınmak demektir. İslâm dîninde hayâ sâhibi olmak üzerinde önemle durulmuştur. Tam bir hayâ sâhibi olmak için Allah’a inanmak, O’nun emir ve yasaklarını öğrenip yapmak ve O’nun azâbından korkmak lâzımdır. Bunun için de din, îmân ve ahlâk bilgilerinin öğrenilmesi ve çocuklara, gençlere öğretilmesi gerekir. Aksi hâlde hayâlarının ve iffetlerinin yok edilmesine sebeb olunabilir.
İslâm ahlâkını bildiren temel kitaplarda hayâ konusu geniş olarak açıklanmış ve pekçok şey yazılmıştır. Kısaca bildirildiğine göre hayâ üç çeşittir: Birincisi, Allahü teâlâdan utanmak olup hayânın en kıymetlisi budur. İkinci olarak, Resûlullah’tan (sallallahü aleyhi ve sellem), utanmak gelir. Bu da çok kıymetlidir. Üçüncüsü ise insanlardan hayâ etmektir.
Her hususta olduğu gibi hayâ bakımından da Peygamber efendimiz bütün insanlardan üstündür. Eshâb-ı kirâmdan Ebû Saîd-i Hudrî hazretleri; “Resûlullah’ın hayâsı, bâkire İslâm kızlarının hayâsından daha çoktur.” buyurarak buna işâret etmiştir. Dört büyük halîfe, diğer Eshâb-ı kirâm ve daha sonra gelen âlim ve velîler de hayâlarının çokluğu ile meşhur olmuşlardır. Ayrıca hayâ sâhibi olmak, asırlar boyunca bütün Müslümanların şiârı olmuştur.
Hayâ hakkında Peygamber efendimizin buyurduğu hadîs-i şerîflerden bâzıları şunlardır:
Hayâ îmândandır. Fuhuş(çirkin söz) söylemek cefâdandır. Îmân Cennet’e, cefâ Cehennem’e götürür.
Fuhuş, insanın lekesi; hayâ, zîneti (süsü) dir.
Cennet’e gitmek isteyen, haram işlemekten, Allah’tan hayâ etsin.
Allahü teâlâdan hayâ ediniz!
Allahü teâlâdan, hakîkî mânâda hayâ etmek, emir ve yasaklarına uymak kötü düşüncelerden uzak durmak, helâl lokma yemek ve ölümü hatırlamaktır. Âhireti isteyenler, dünyânın süsünden, zînetinden uzaklaşır. İşte bunları yapmak, Allahü teâlâdan hakkıyla korkmak demektir.
Hayâ ve îmân birlikte bulunur. Biri yok olursa, diğeri de yok olur. Kadının hayâsı, erkeğin hayâsından dokuz kat fazladır. Günah işleyecek kimsenin, bu günâhtan vazgeçmesi, Allah’tan korktuğu için veya insanlardan hayâ ettiği, utandığı için yâhut başkalarının yapmalarına sebeb olmamak için olur. Allah’tan korkarak terk etmenin alâmeti, o günâhı gizli olarak işlememektir. İnsanlardan hayâ etmek, onların kötülemelerinden korkmak demektir. Başkalarının günâh işlemesine sebep olmak, yalnız yapmaktan daha çok günâhtır. Başkalarının bu günâhı işlemelerinin günahları, kıyâmete kadar bunlara sebeb olana da yazılır. Bir hadîs-i şerîfte: “İnsan günâhını (bir daha işlemeyip) dünyâda gizlerse, Allahü teâlâ da kıyâmet günü, bu günâhı kullarından saklar.” buyruldu. Herkese takvâ ve verâ sâhibi olduğunu bildirmek için günâhını saklamak ve gizli olarak devâm etmek, bu hadîs-i şerîfe dâhil değildir. Bu, riyâ (gösteriş) olur.
İbâdetlerini başkalarına göstermekten hayâ etmek câiz değildir, uygun olmaz. Hayâ, günâhlarını, kusur ve kabâhatlarını göstermemeye denir. Bunun için, insanlara Allahü teâlânın dînini öğretmekten (nasîhat etmekten), din kitabı yazmaktan ve satmaktan, namaz kılmak için câmiye gitmekten, imâmlık, müezzinlik yapmaktan, Kur’ân-ı kerîm ve mevlid okumaktan, İslâmiyetin emrettiği gibi giyinmekten hayâ etmemek (utanmamak) lâzımdır. Çünkü bunlar Allahü teâlânın emirleridir. Bunların tersini, zıddını yapmak günâh olur. “Hayâ îmândandır.” hadîs-i şerîfiyle bildirilen hayâ, kötü, günâh olan şeyleri göstermekten utanmak demektir. Müslümanın, önce Allahü teâlâdan hayâ etmesi lâzımdır. Bunun için, ibâdetlerini tam bir sadâkat ve ihlâs ile yapmalıdır.
On altıncı yüzyıl divan şâiri. Kânûnî Sultan Süleymân Han devrinde şöhrete erişerek pâdişâhın teveccüh ve iltifatını kazanan şâir.
Asıl adı Mehmed’dir. Vardar Yenicesi’nde doğmuştur. Şiir sanatına çocuk denecek bir yaşta başlamış ve daha, genç yaştayken güzel şiirler söylemiştir. Memleketinde Haydarî Şeyhi Baba Ali Mest’in talebesi olmuş, tasavvufu bu zâttan öğrenmiştir. Daha sonra hocasıyla birlikte İstanbul’a gelmiştir.
Hayâlî, İstanbul’da bâzı tesadüflerle şiir ve sanat hâmilerinin dikkatini çekmiş, sırasıyla Defterdar İskender Çelebiye, Sadrâzam İbrâhim Paşaya intisâb etmiş ve İbrâhim Paşa vasıtasıyla da Kânûnî Sultan Süleymân Han tarafından tanınmıştır. Böylece şâir pâdişâhın kendisiyle görüşmekten zevk aldığı, şiir ve sanat müsâhipleri arasına girmiştir.
İskender Çelebi ile İbrâhim Paşanın îdâmlarından sonra yıldızı sönmüş ve bâzı rakiplerinin saldırısıyla hayli sıkıntılı zamanlar yaşamıştır. Vakur ve hakîkî bir kalender olan şâir, çok defâ rakiplerine cevap vermeye tenezzül etmemiştir. Hayâtının sonlarında kendisine Kânûnî Sultan Süleymân Han tarafından bir Sancak ve Bey ünvanı verilen Hayâlî 1557 yılında Edirne’de ölmüştür.
Hayâlî, hayâlinin zengin, lirizminin gür ve kuvvetli oluşuyla divan şiirimizin üstün şahsiyetlerinden biridir. Tasavvufla beslenmiş ince, zarîf ve âhenkli gazelleri onu devrinin, Necâtî ile Bâkî arasında yetişmiş en büyük şâiri mertebesine yükseltmişti. Dîvân’ı vardır.
GAZEL
Cihân-ârâ cihân içindedür ârâyı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredür deryayı bilmezler
Harâbât ehline dûzah azâbın anma ey zâhid
Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyı bilmezler
Şafak-gûn kan içinde dâğını seyr eyler âşıklar
Güneşde zerre görmezler felekde ayı bilmezler.
Hamîde kadlerine rişte-i eşki takub bunlar
Atarlar tîr-i maksûdu nedendür yayı bilmezler
Hayâlî fakr şâlına çekenler cism-i uryanı
Anunla fahr ederler atlas ü dibâyı bilmezler