HAREZMŞAHLAR
On birinci yüzyıl sonlarında Harezm bölgesinde kurulan Türk devleti.
Harezmşahların atası Anuştegin, bir Türk kölesiydi. Büyük Selçuklu emirlerinden Bilgetegin, onu satın alarak, saraya getirmiş ve özel olarak yetiştirmiştir. Selçuklu sarayında taştdârlık vazîfesinde bulunan Anuştegin, gösterdiği başarılar netîcesinde Harezm vâliliğine getirildi. Ölümünden sonra oğlu Kutbeddîn Muhammed, Harezmşah ünvânı ile Sultan Sencer tarafından aynı vazîfeye tâyin edildi. Büyük Selçuklu Devletinin vâlisi sıfatıyla 30 yıl Harezm’i idâre eden Kutbeddîn aynı zamanda Harezmşahlar Devletinin kurucusudur. Kutbeddîn saltanatı müddetince mükemmel bir idâreci olarak âdilâne hareketleri ile halkı kendisinden hoşnûd etti. Her ne kadar müstakîl bir hükümdâr olarak hüküm sürmedi ise de, oğullarının gelecekteki faaliyetleri için sağlam bir zemin hazırladı. Onun idâresi zamânında Harezm ülkesinin Selçuklulara tâbi ülkelerle ticârî faaliyetleri yoğunlaştı. Harezm maddî ve mânevî yönden gelişmeler gösterdi.
1127 yılında Kutbeddîn Muhammed’in ölümü üzerine yerine büyük oğlu Alâeddîn Atsız tâyin olundu. Küçüklüğünden îtibâren iyi bir tahsil ve terbiye görmüş olan Atsız, aynı zamanda Sultan Sencer’in şahsî teveccühüne mazhar olmuştu. Nitekim Atsız, ilk devirlerde Sultan Sencer’in seferlerine bizzât ordusuyla katıldı ve onun başarılarında büyük yardımı oldu. Atsız, aynı zamanda kendi siyâsî nüfûzunu genişletmeye de çalışıyordu. Bu sebeple Cend ve Mangışlak gibi askerî bakımdan mühim merkezleri zaptetti. Ancak Atsız’ın bu faaliyetleri Sultan Sencer’i kızdırdı ve tekdir edilmesine yol açtı. Atsız, Sultân’ın bu tutumu üzerine kesin olarak bağımsızlığını îlân etti. Sultan Sencer bu duruma nihâî bir çözüm getirmek amacıyla 1138 yılında büyük bir ordunun başında Harezm üzerine yürüdü. Yapılan savaşta Sencer, Atsız’ın ordusunu hezîmete uğrattı. Atsız’ın kardeşi Atlığ da ölenler arasındaydı. Harezm’in idâresini Süleymân bin Muhammed’e veren Sencer, onun başkanlığında vezir, atabey ve hâcib adı verilen memurlardan müteşekkil bir dîvân kurdu ve 1139 yılında Merv’e döndü.
Harezm’de işbaşına geçen yeni idâre Atsız ve taraftârlarının da karşı faaliyetleri üzerine halkı memnun etmekten uzak kaldı. Harezm halkı huzur dolu eski idâreyi aramaya başladı. Bu sebeple Atsız’ın Harezm’de hâkimiyeti ele geçirmesi uzun sürmedi. 1140 yılında devletin başına geçen Atsız, Sencer’in yeni bir seferinden çekinerek onu metbu tanımayı ve ona uymayı ihmâl etmedi. Fakat bu durum uzun sürmedi. Sencer’in 1141 yılında Karahitaylarla yaptığı savaşı kaybetmesi üzerine Atsız, büyük bir orduyla Horasan’a gelerek Merv’i zaptetti. 1142 yılında ise Nişapur’u alarak adına hutbe okuttu. Bu arada, Sencer Horasan’da yeniden hâkimiyetini kurmaya muvaffak olunca, Atsız geri çekilmeye mecbur kaldı ve yeniden Sultan’a bağlılığını arz etti (1144). Atsız’ın Sencer’e karşı giriştiği isyânlar Sultân’ı üçüncü defâ Harezm ülkesine girmeye mecbûr etti. Hazarasp Kalesini fetheden Sultan Sencer, Harezmşahların merkezi Gürgane önüne geldi ise de, Müslümanlar arasında kan dökülmesini istemeyen bir dervişin ricâsını kırmayarak Atsız’ın kendisini metbu tanıdığını bildirmesi ve affını ricâ etmesi üzerine geri döndü.
1156 yılında Atsız’ın vefâtı üzerine yerine velîaht Ebû Feth İl Arslan geçti. İl Arslan daha hükümdârlığının başında saltanatta hak sâhibi olabilecek durumda bulunan amca ve kardeşlerini ortadan kadırdı. İl Arslan’ın hükümdârlığını Sultan Sencer de kabul etti. Ancak Sencer’in çok geçmeden vefât etmesi ile Doğu İran sâhasında Selçukluların etkisi kalmadı. Böylece bölgede Harezmşahlar kuvvetli duruma geldiler ve Selçuklularla bağlarını kopararak müstakîl bir devlet oldular. Nişapur’u kendisine merkez yapan İl Arslan, 1170 yılında Tus, Bistam ve Damgan taraflarını fethetti. Bu arada Harezmşahların Karahitaylara ödedikleri vergiyi kesmeleri iki devleti karşı karşıya getirdi. Karahitayların üzerlerine gelmesi üzerine onlar her zaman olduğu gibi yine istilâ sâhalarını su altında bırakmak sûretiyle kendilerini korudular. İl Arslan, 1172 yılında vefât etti.
İl Arslan’ın vefâtı ülkeye yeniden kardeş kavgalarını getirdi. İl Arslan’ın küçük oğlu ve velîaht olan Sultan Şah, annesi Terken Hâtun’la berâber Harezm’de bulunuyordu. Babasının ölümüyle tahta oturan Sultan Şah’a kardeşi Tekiş itâat etmedi.Tekiş, kardeşinin kendi üzerine kuvvet sevk etmesi üzerine Karahitaylara mürâcaat ederek kendisini desteklemelerini istedi. Her fırsatta Harezmşahların iç işlerine karışan Karahitaylar bu talebi severek kabul etti. Tekiş’in çok kuvvetli bir Karahitay ordusunun başında olarak Nişapur’a geldiğini duyan Sultan Şah, taraftârlarıyla birlikte Irak Selçukluları’nın nâibi olan Melik Ayaba’nın da kuvvetlerini yanına alarak, sultanlığını îlân eden Tekiş üzerine birçok kereler sefere çıktı ise de, hemen hepsinde başarısızlığa uğradı. Hattâ bu seferlerden birinde yakalanan Ayaba öldürüldü (1174). Terken Hâtun ve Sultan Şah Dihistan’a kaçtılar.
Bundan sonra tahta geçen Alâeddîn Tekiş, Harezmşahlar sülâlesinin en kudretli şahsiyetlerindendir. Harezmşahlar Devleti onun sâyesinde imparatorluk hâlini aldı. Tekiş ilk olarak Karahitaylar ile mücâdeleye girişti. Harezmşahlardan vergi istemeye gelen Karahitaylı sefirin gururlu oluşu ve edepsizliği Tekiş’in onu öldürtmesine yol açtı. Bu şekilde başlayan çarpışmalar, Harezmşahların başarısıyla sonuçlandı. 1187 yılında kardeşi Sultan Şahın ölümü Tekiş’i daha rahatlattı. Doğu İran ve Horasan’ı tamâmen emri altına alabilmek için faaliyetlere girişti. Selçuklu Sultânı İkinci Tuğrul Şahı giriştiği muhârebede öldürttü. Tekiş artık kendisini Selçukluların vârisi sayıyordu. Bağdat halîfesinden Irak, Horasan ve Türkistan sahalarının hâkimiyetini tasdik eden saltanat menşûrunu (fermanını) aldı. İsmâilîler elinde bulunan bâzı kaleleri geri aldı. Bu geniş fütûhâtları gerçekleştiren Tekiş, Harezm’e döndüğü 1200 yılında vefât etti.Yerine bu sırada Turziz muhâsarasında bulunan oğlu Muhammed, Alâeddîn ünvânı ile tahta çıktı.
Alâeddîn Muhammed’in ilk devirleri daha babasının sağlığında istiklal emelleri besleyen Melikler ve Gur sultanları ile mücâdele hâlinde geçti. Bilhassa tehlikeli bir vaziyet hâlini almış bulunan Gur istilâsını güçlükle önlemeye muvaffak oldu. Gur sultanı Şehâbeddîn’in ölümü üzerine Alâeddîn Herat’a hâkim oldu (1207). Gurluların tehlikesiz bir hâle getirilmesinden sonra Harezmşahlar için en büyük tehlike Karahitaylar idi. Mâverâünnehr’i hâkimiyetleri altında bulunduran bu dinsiz devletin nüfuzunu kırmayı ve İslâm dünyâsını böyle bir dertten kurtarmayı amaçlayan Alâeddîn, kendisi için pek mühim bir vazîfe biliyordu.
Nitekim 1207 yılında Mâverâünnehr’e karşı giriştiği sefer ile bu büyük hareketi başlattı. 1208 yılında Karahitay ordusunu büyük bir hezîmete uğratan Alâeddîn, Buhâra’yı zaptetti. Yine bu sırada Cengiz’in önünden kaçan Naymanların Karahitay ülkesine girişi ile Karahitaylar bir daha kendilerini toparlayamadılar ve tamâmen Harezmşahlar’a tâbi hâle geldiler(1212). Harezmşahların nüfuz ve kudreti İran ve Afganistan sâhalarında mütemâdiyen artmaktaydı. 1225 yılında Gazne’yi alan Alâeddîn bu bölgenin idâresini oğlu Celâleddîn’e verdi. 1217 yılında İran’a bir sefer yaptı. Ancak bu sefer diğerleri gibi başarılı geçmedi ve ordu büyük zâyiata uğradı.
Harezmşahların bu haşmetli devresinde doğuda büyük bir tehlike başgösterdi. Bu tehlike doğuda yalnız Harezmşahları ortadan kaldırmakla kalmayacak, bütün dünyânın târihî mukadderâtı üzerinde derin izler bırakacaktır. Çünkü tam bir çapulcu sürüsü olan Moğol ordusu, önüne gelen her yeri yakıp yıkmakta, girdikleri memleketlerde kültür ve medeniyetten eser bırakmamaktaydı. Başlangıçta Harezmşahlarla Moğollar arasında dostluk ve ticârî ilişkilerin geliştirilmesi gâyesiyle elçiler gelip gittiyse de, bir Moğol kervanının, Otrar Vâlisi İnalcık tarafından câsusluk iddiâsı ile tevkif edilip tâcir ve kervancıların öldürülmesi araya soğukluk getirdi. Cengiz, Harezmşah’a bir elçi göndererek İnalcık’ın teslimini ve malların tazmînâtını istedi. Sultan Alâeddîn’in bu teklîfi reddetmesi, iki devlet arasında harbi kaçınılmaz kıldı. Her ne kadar Alâeddîn’in bu teklifi reddetmesi ile yüzbinlerce Müslümanın kanını akıtacak bir olaya sebebiyet verdiği iddiâ edilmekteyse de, bu teklifin kabûlü netîcesinde gurur ve kibir timsâli Cengiz’in daha da şımaracağı, yeni istekler peşinde koşarak harbe sebebiyet vereceği belliydi. Nitekim 1216 yılından îtibâren uzun askerî hazırlıklar içinde olan Cengiz’in hedefi İslâm âlemi idi.
Gerçekten de Cengiz 1219 yılı sonlarına doğru 200 bin kişilik ordusuyla ilk olarak Harezmşahlara karşı harekete geçti. Harezmşahların kuvvetlerini büyük şehir ve kalelere dağıtmasından da istifâde ederek önemli merkezleri tek tek ele geçirmeye başladı. Mukâvemet gösteren mevkîler korkunç bir katliama uğratılıyordu. Kısa bir süre içinde Buhara, Semerkand-Otrar, Sığnak, Berakend ve Hocend gibi şehirler Moğolların eline geçti. Harezm müdâfaa kuvvetlerinin büyük kahramanlıklar göstermesine rağmen sonuç değişmiyordu. Sultan Alâeddîn son olarak Devletâbâd yakınlarında Moğolların karşısına çıktı ve tekrar yenildi. Abiskun’da bir adaya sığınan Alâeddîn çok geçmeden burada hastalanarak 1220 yılında vefât etti ve yerine oğlu Celâleddîn tahta çıktı.
Harezmşahların bu son hükümdârının hayâtı mâcerâlar ve kahramanlıklar ile dolu geçmiştir. Celâleddîn Harezmşah, saltanatının daha ilk yıllarında kendisini tanımak istemeyen Türk kumandanlarının suikast tertipleri netîcesinde Horasan’a çekildi. Burada toparlayabildiği kuvvetlerle berâber gece-gündüz demeden var gücüyle Moğollara karşı çarpıştı. Netîcede batıya doğru yayılan bu istilâ selini bir müddet geciktirmeye muvaffak oldu. Celâleddîn ile birlikte Harezmşahlar Devleti de son buldu (1230). (Bkz. Celâleddîn Harezmşah)
Kültür ve teşkilât: Harezmşahların askerî ve idârî teşkilâtı ana hatları ile Büyük Selçuklulardan alınmıştır. Harezmşahların ordusu Tekiş zamânında doğunun en büyük askerî kuvveti hâlini almıştı. Harezmşahlarda mâlî işler Dîvân-ı İstifâda, askerî işler ise Dîvân-ı Arz’da görülürdü. Dîvâna sultanın vekîli sıfatı ile vezîr-i âzam başkanlık ederdi.
Harezmşahlarda ordu, hassa ordusu ve eyâlet askerlerinden meydana geliyordu. Memleketin her tarafına dağılmış hâldeki ıktâ sâhiplerinden teşekkül eden muazzam bir süvâri kuvveti bulunuyordu. Ayrıca muhtelif eyâletlerde askerî vâlilerin emri altında özel kuvvetler vardı. Bunlar sultâna tam bağlı olup, istenildiği yere kuvvet sevk ederlerdi.
Harezmşahlar Devletinin adlî teşkilâtı bütün Müslüman-Türk devletlerinde olduğu gibi şer’î ve örfî kânunlar idi. Memlekette en çok Hanefî ve kısmen de Şâfiî mezhebinin hükümleri uygulanırdı. Şer’i mahkemelere kâdılar bakmaktaydı. Orduya mensub olanların şer’î meselelerini halletmek için kazaskerler yâni ordu kâdıları vardı.
Harezmşahlar devrinde başkent Cürcan başta olmak üzere Herat, Belh, Merv, Nişâbur, Buhâra ve Semerkand bir bilim ve sanat merkezi hâline gelmişti. Cürcan’da on büyük vakıf kütüphâne vardı. Nişabur ilim ve sanat adamlarının toplandıkları parlak bir medeniyet merkezi olmuştu. Eski binâlar tâmir edilmiş, yeni yeni medreseler, hangahlar ve saraylar ile süslenmişti. Hükümdar ve şehzâdeler umûmiyetle iyi tahsil görmüş kültür sâhibi insanlardı. Âlimleri ve şâirleri saraylarında topluyor, onlara en büyük değeri veriyor ve himâye ediyorlardı. Meselâ Atsız, Horasan seferinden dönüşte Zemahşerî, Fahreddîn Râzî, Şemseddîn Muhammed gibi âlim ve bilginleri Harezm’e getirmişti. Avfi Harezm’deki ilim ve sanat adamlarına gökteki yıldızlara benzetmektedir. Bu durum Moğol istilâsından evvel Harezm’in medenî inkişâfını çok iyi belirtmektedir. Memleketin her tarafında kütüphâneler, hastâneler, eczâneler ve hanlar yapılmıştı.
Harezmşah Sultanları Tahta Geçişi
Anuştegin |
1077 (H.470) |
Kutbeddîn Muhammed |
1097 (H.490) |
Alâeddîn Atsız |
1127 (H.521) |
İl Arslan |
1156 (H.551) |
Alâeddîn Tekiş |
1172 (H.567) |
Alâeddîn Muhammed |
1200 (H. 596) |
Moğol İstilâsı Celâleddîn Harezmşah |
1220..31 (H.617...628) |
Peygamberimizin ve eshâbının gösterdiği doğru yoldan ayrılmış olan fırkalardan biri. Hazret-i Ali ile hazret-i Muâviye arasında 657 târihinde yapılan Sıffîn harbinde, hazret-i Ali hakem tâyinine râzı olup karşı tarafla sulhu kabul ettiği için yanında olanlardan bir kısmı ondan ayrıldılar. Onun için bunlara “Hâricî” denilmiştir. Hâricî, “ayrılan, dışarı çıkan” demektir. Doğru yolda bulunan Ehl-i sünnet âlimlerine göre bunlar “Fırak-ı dâlle” denilen bozuk fırkalardan sayılmışlardır. Hâricîler, “Hâkim, ancak Allah’tır. Hazret-i Ali iki hakemin hükmüne uyarak, hilâfeti hazret-i Muâviye’ye bırakmakla büyük günâh işledi.” dediler. Onunla harp etmelerine, bu yanlış düşünüşleri sebeb oldu. Bâzı âyet-i kerîmelere ve meşhur olan hadîs-i şerîflere yanlış mânâlar vererek, kendileri gibi inanmayanlar için, “Kâfir oldular, onları öldürmek, mallarını, kadınlarını ganîmet olarak almak helâldir.” dediler.
Hâricîler, Emevî ve Abbâsî devletlerinde çeşitli bölgelerde sık sık isyânlar çıkararak çeşitli fitnelere ve huzursuzluklara sebeb olmuşlardır. Bâzı şehirler bir süre Hâricîlerin eline geçmiştir.
Hâricîler yedi fırkadır. Bunlardan İbâdiye fırkası, Abdullah bin İbâd adındaki kimsenin adamlarıdır. Bu fırka dörde ayrılmış ve günümüze kadar devâm etmiştir (Bkz. İbâdiyye). Bunlardan Yezîd bin Enise’nin adamlarına Yezîdî denildi. (Bkz. Yezîdîlik)
Önce dînî bir hüviyetle ortaya çıkan Hâricîler, kısa zamanda siyâsî bir mâhiyete bürünmüşler, ortaya attıkları sapık fikir ve görüşlerden dolayı pekçok kimsenin Ehl-i sünnet yolundan ayrılmasına sebeb olmuşlardır.
Hâricîlerin Ehl-i sünnet îtikâdına uymayan inanışlarından başlıcaları şunlardır:
1. Mümin, haram ve şüpheli şeylerden sakınandır. Büyük günâhı işleyen bir Müslüman, dinden çıkar.
2. Hâricî olmayan bütün Müslümanlar dinsizdir. Harp edilerek öldürülmesi câizdir. Malları ve kadınları ganîmet olur.
3. Büyük günâh işleyen halîfeye, devlet başkanına isyân etmek vâciptir.
4. Hazret-i Ali hakem tâyin etme olayında hatâ etmiş,büyük günâh işlemiştir. Hükmü ancak Allah verir. Hakem tâyinine râzı olanlar dinden çıkmıştır. Çünkü hazret-i Ali, Allah’ın işine kulları karıştırmıştır.
5. Kur’ân-ı kerîmin bâzı âyetlerini (hâşâ) hazret-i Ömer ilâve etmiştir.
Âlim, mutasavvıf. 1850 senesinde İstanbul’da doğdu. Asıl adı MehmedKemâleddîn’dir. Babası Halepli Şeyh Abdurrahmân Harîrî’dir.İlk tahsilini babasında yaptı ve onun yol göstermesiyle Rifâî ve Halvetî tarikatlarına girdi. Babasının ölümünden sonra, Şanlı MehmedEnîsEfendiden Halvetî yolunu tamamladı ve icâzet (diploma)aldı. Abdullatîf-i Buhârî’den fıkıh ve hadis öğrendi. Kâdirî yolunda icâzet aldı. Seyyid Muhammed Nûr’a talebe olarak Melâmîlik yoluna girdi. 1873’te Üsküp’ten Muhammed’ Nûr’u ziyâretten dönerken,Selânik’te Ali isimli bir zâttanSinâniyye, Ramazaniyye yollarında icâzet aldı.
Çok genç yaşta 1881 yılında vefât etmesine rağmen otuz yedi eseri vardır.
Eserleri:
Tıbyân-ül-Vesâil:En mühim eseri. Yüz elli kadar tarikat ve tarikat kurucularının hayâtını anlatır. Henüz neşredilmemiş olup, Süleymâniye Kütüphânesi İbrâhim Efendi kısmı 430 numarada yazması mevcuttur. Fütuhât-ı İlâhiyye Şerh-i Vâridât-ı İlâhiyye li’ş ŞeyhBedreddînSimâvî, Mir’ât-ı Hakîkat,Şerh-i Gazel-i Sezâî, Fecrü’l-Esmâ ve Subhi’l Müsemmâ, Sırru’lEsrâr ve Nûrü’l-Envâr, Hadîkat-ül Hakîkat, Tahkîkâtü’t-Tarîk,Niyâzî-i Mısrî hazretlerinin üç adet gazellerinin şerhi, Kemâlnâme-i âl-i Abâ.
Evliyânın büyüklerinden. Künyesi Ebû Abdullah’tır.Nefsini çok hesâba çektiği içinMuhâsibî lakâbı ile meşhur oldu. Basra’da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. AslenBağdatlı olup, zamânında Bağdat’ın en büyük âlimlerindendi. 857 (H.243) de Bağdat’ta vefât etti.
Yezîd binHârun gibi zamânının âlimlerinden ilim öğrendi. Kendisinden de Ebû Abbâs bin Mesrûk,Ahmed binHasan binAbd-ül-Cebbâr es-Sûfî,Cüneyd-i Bağdâdî, İsmâil bin İshâk es-Serrâc,Ebû Ali Hüseyn bin Hayrân el-Fakîh ve daha başka büyük âlimler ilim öğrendiler. İmâm-ı Şâfiî hazretleri ile aynı asırda yaşamıştır. Şâfiî mezhebindendir.
İlimde yetişip, tasavvufta yükseldikten sonra, insanlara doğru yolu göstermekle meşgul olmaya başladı. Ahmed bin Hanbel hazretleri onun sohbetlerinde bulundu. 857senesinde Bağdat’ta vefât etti.
Hâris el-Muhâsibî hazretleri nefsini devamlı hesâba çeker, kötülüklere meyletmemesi için elinden geleni yapardı. Bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Nefsini hesâba çekenlerin bir takım güzel husûsiyetleri vardır.Onlar, bu hasletleri sebebiyle yüksek derecelere kavuşmuşlardır.Onlara göre, insan azmedip, nefsinin arzu ve isteklerine uymazsa, mânevî yönden ilerlemesi mümkündür. Şu hasletleri elde etmeye çalışan, faydalarını görür: 1) Doğru ve yalan yere yemin etmemek, 2) Yalan söylememek, 3)Verdiği sözde durmak, 4) Lânet etmemek, 5) Kimseye beddûa etmemek. 6)Allahü teâlânın rızâsı için sabırlı ve tahammüllü olmak, 7)Haramlardan sakınmak, 8)Kendisini başkasından büyük görmemek, 9) Kimsenin kalbini kırmamak, 10)Gelen belâ ve musîbetlere sabretmek, 11) Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmek.”
Yine buyurdu ki:
“Kim cennetliklerden olmayı isterse, sâlih kimselerle berâber bulunsun.”
“Kulluk, insanın, âcizliğini idrâk edip anlamasıdır.”
“Eziyetlere katlanmak, kızmamak, güler yüzlü ve tatlı sözlü olmak, güzel ahlâktandır.”
“Her şeyin bir cevheri, özü vardır. İnsanın cevheri de akıldır. Aklın cevheri sabırdır.Kim Allahü teâlânın verdiği nîmetlere şükretmezse, o nîmetin elinden alınmasını istemiş olur.”
“Günahlar gaflet getirir.Gaflet ise, kalbin katılaşıp kararmasına sebeb olur. Bu hâl, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Allahü teâlâdan uzaklık ise, Cehenneme götürür.”
“Câhillerin ahlâkından, günahkârların meclisinden, kendini beğenenlerin iddiâlarından, mağrûrların isteklerinden, ümitsizlerin ümitsizliklerinden sakın ve uzak dur. Hak ile amel et. Allahü teâlâya güven. Emr-i mârûf ve nehy-i anil münker yap.”
Hâris el-Muhâsibî hazretlerinin eserleri:
1) Âdâb-ün-Nüfûs, 2) Şerh-ul-Mârifet, 3)El-Menâzil-fi’z-Zühd ve Gayrihî, 4)El-Ba’s ve’n-Nüşûr, 5)Er-Riâye li-Hukûkillah Azze ve Celle, 6)El-Halvet ve’t-Tenekkul fi’l-İbâdet, 7) Muâtebet-ün-Nefs, 8) Risâlet-ül-Müsterşidîn’dir.
Alm. Karte (f), Fr. Carte (f), plan(m), İng.(Geographic) map,(topographic) plain.Yeryüzünün tamamının veya bir kısmının bir ölçeğe göre küçültülerek bir plân üstünde gösterildiği çizim.Yunanca HARTEN, Fransızca CARTE kelimelerinden gelmektedir. İsviçreli Prof. Eimhof haritayı şöyle târif etmektedir: Yeryüzünün veya muayyen bir parçasının küçültülmüş, genelleştirilmiş ve bütünlenmiş olarak düz zemin üzerine iki boyutta gösterilme tekniği.
İnsan ve cemiyet hayatında önemli bir yeri olan harita çeşitli maksatlar için kullanılmaktadır. Arâziden faydalanmak, kurutma, sulama, ormancılık, mâden arama, şehirlerin îmârı, tapu kadastro işleri, yol yapımı, arkeolojik ve jeolojik araştırmalar ile yurt savunması gibi sahalarda haritanın önemli yeri vardı. Ekonomik faaliyetlerin organizesi de buna dâhildir.
Haritanın doğru, tam, gâyeye uygun, açık, anlaşılabilir, kolay okunabilir ve güzel olması aranır.Haritadan faydalanırken önce ölçeğinin bilinmesi gerekir ve bu, haritanın bir köşesinde gösterilir.Haritaların ölçekleri de “kesirli ölçek” ve “grafik ölçek” diye ikiye ayrılır.Kesirli ölçekte pay haritanın üzerindeki, payda ise arazi üzerindeki uzunluğu gösterir.Grafik ölçekte uzunluk, üzeri bölmelere ayrılmış bir doğru parçasında gösterilir.
Haritalar genellikle gösterdikleri arazi parçasına tam olarak benzemez.Çünkü küre şeklindeki bir arazi bir düzlem üzerine aynen geçirilemez. Dolayısıyla aslına en uygun harita küre şeklinde bir yüz üzerinde gösterilen haritadır.
Harita çeşitleri:
Haritalar, genel ve topografik isimleriyle iki sınıfa ayrılır.Genel haritalar da kendi arasında kullanılış ve yapılışlarına göre ikiye ayrılır ve bunlar özel maksatlarla kullanılırlar. Bu haritalar umumiyetle topografik haritaların küçültülmüş şeklidir veya hususî olarak hazırlanmışlardır.Topografik haritalar, büyükçe bir ölçekte çizilen ve cisimlerin çoğunun tabiattaki büyüklüğünü tafsilâtlı olarak gösteren haritalardır.Haritalar ölçeklerine, kullanıldıkları yerlere, hazırlanış şekline göre de sınıflandırılabilirler.Ölçeklerine göre haritalar; büyük ölçekli haritalar(1/100.000’e kadar),orta ölçekli haritalar (1/100.000 ile 1/1.000.000 arası), küçük ölçekli haritalar (1/1.000.000 dan küçükler) olmak üzere üçe ayrılır.
Kullanılış amaçlarına göre ise kara, deniz, hava, kadastro, beşerî coğrafya, askerî,siyâsî, jeolojik, orman, bitki, meteoroloji, yol ve ekonomik haritalar gibi sınıflara ayrılır.
Haritalar yapılış şekillerine göre de topografik, planimetrik, fotogrametrik ve istikşaf haritaları gibi çeşitlere ayrılır.Planimetrik haritalar yatay durumu, topografik haritalar yatay ve düşey durumu, kabartma haritalar da üç boyutlu (gövdeli) olarak yer şekillerini gösterirler.
Haritanın yapım târihi: Harita yapımı çok eski devirlere kadar uzanmaktadır. Bu uzun târihi süre içinde haritalar gittikçe tekamül etmiştir. Bu gelişmeyi şöyle üç döneme ayırabiliriz:
1.İlk haritalar: M.Ö. 2400’de Mezopotamya ve M.Ö. 1300’de Mısır Firavunu İkinci Ramses zamanında çizilen Mısır haritalarının dünyânın en eski haritaları olduğu sanılmaktadır. Bu haritalardaki dağlar, bir yolun sağında ve solunda profiline göre yan yatırılmış gibi gösterilmiştir.
2. Yan ve eğik görünüşlü haritalar: Ortaçağda ve takriben 1500 yıllarında harita üzerindeki arazi detayları çok basit çizgiler halinde gösterilmeye başlanmış, dağ ve tepeler profil olarak yandan görünüşleri ile tabiî şekillerine uygun bir şekilde çizilmiştir. Bu şekildeki haritaların en önemlisi 1568’de Aplan tarafından yapılan ve ortalama 1/140.000 ölçeğindeki Bavyera eyaleti haritasıdır. Yandan görünüşlü haritaların bir eksikliği, tepeler arkasında kalan örtülü bölgelerin gösterilmemesiydi.On yedinci yüzyıldan îtibâren bunu gidermek maksadıyla haritaların yapımında, durulan noktanın daha yüksek bir yerde olması düşünülmüş, böylece eğik perspektifin kullanılmasına geçilmiştir. Daha sonra ölü noktaların tamâmen ortadan kaldırılması için duruş noktasının daha yüksekte olması arzu edilerek kuşbakışı perspektif metodu uygulanmıştır. Bütün bu haritaların üzerinde geometrik ölçülerin yapılması mümkün değildi. Sâdece görünümü aksettirmekteydi.
3. Düşey görünüşlü haritalar:Kuşbakışı perspektiften daha gelişmiş haritaların yapımında kullanılan paralel ışınlı (oztoponal) projeksiyona geçilmesi, gerek arâzi üzerindeki objelerin(binâ, yol, köprü vb. konumlarına uygun olarak belirtilmesi ve gerekse bu metodla birlikte ortaya çıkmış olan üçüncü boyutun, yâni yüksekliğin doğru olarak gösterilmesini mümkün kılmıştır.Yüksekliğin doğru olarak gösterilmesi için gelişim sırasına göre tarama, yalama, münhaniler, gölgeleme, renk kademeleri ve renk kombinasyonları gibi çizim şekilleri uygulanmıştır.
Bu maksada, son olarak geliştirilen plâstik kabartma haritalar çok iyi cevap vermektedir. Plastik kabartma haritaların yapımı ise şöyle olmaktadır:Münhani kalıbı çizilir. Alçı bloku hazırlanır vemünhanilere göre basamaklı model hâline getirilir. Basamaklar arası mumlanır. Kazıma ve retuşla arazi modeli ortaya çıkarılır. Bundan sonra dışı ve biçimlendirme modellerinin üretilmesi ve bunlardan faydalanmak suretiyle de plâstik biçimlendirilmesi yapılır.
Harita bildirim sistemleri: Dünyâ üzerindeki bir noktanın hakîkî yerini herhangi bir karışıklığa meydan vermeden doğru olarak bildirmede kullanılır.Üç çeşit harita bildirim sistemi vardır:Grid bildirim sistemi, coğrafî koordinatsistemi, georef sistemi.
1. Grid bildirim sistemi: Universal Transvers Merkator(UTM) gridi (GAUSS-KUGER) projeksiyonuna dayalı olup arzın 84° kuzey, 80° güney enlemleri arasındaki bölgede kullanılmaktadır. Bu sistemde dünyâ milletlerarası gün dönümü hattı olan 180° güney enlemleri arasındaki doğuya doğru 6°lik 60 dilime, ayrıca ekvatordan başlamak üzere 84° kuzeyden bölünmüştür.Meydana gelen 6°x8°lik dikdörtgenlere sağ istikamette numara, yukarı istikamette büyük harf verilmiştir. Bunların her birine “grid bölgesi” denir.Grid bölgeleri çok geniş alanları kapsadığı için, bunlar 100.000 metrelik karelere taksim edilmiş ve harflendirilmiştir. 365 DC 27.387.63656°x8° lik grid bölgesi DC 100.000 metrelik kare harfleri 27.3 km noktanın 100.000’lik kare içindeki sağa değeri 87.6 km noktanın 100.000’lik kare içindeki yukarı değeri ifade eder.
Kutbî gridi sistemi: UTM grid sisteminin kuzey ve güneyinde kalan kutup bölgelerinde UPS (Universal Kutbi Stereografik) grid sistemi uygulanır.
80 derece güney enleminden Güney Kutbuna kadar olan alanı içine alan (A: Batı) ve (B: Doğu) ile 84°C kuzey enleminden Kuzey Kutbu’na kadar olan alanı içine alan(Y: Batı) ve (Z: Doğu) bölgelerine ve ayrıca 100.000 metrelik karelere bölünmüştür.
A KI 39.2 71.9 A:Güney Kutbunun batı bölgesi KL:100.000 metrelik kare harfleri 39,2 km 100.000 m’lik kare içerisinde sağa değeri. 71,9 km 100.000 m’lik kare içerisinde yukarı değeri belirtir.
2.Coğrafî koordinat sistemi: 1/250.000’den küçük ölçekli haritalarda uygulanır.Herhangi bir noktadan geçen enlem çizgisinin ekvatordan derece cinsinden uzaklığına o noktanın enlemi, aynı noktadan geçen boylam çizgisinin, başlangıç boylam çizgisinden açı cinsinden uzaklığına boylam denir. Bu değerlerin bir arada ifadesine coğrafi koordinatları denir (40°30’ 12”N, 32° 14’ 18”E gibi).
3.Geroef sistemi: Bu sistemde dünyâ yüzeyi, kenarları enlem ve boylam çizgilerinden meydana gelen 15 derecelik karelere ve bunlar da 1 derecelik karelere bölünmüş ve harflendirilmiştir.
QJBI 36°. 1’, 44°.8’
QJ 15°lik kare harfleri BI 1°lik kare harfleri
36°.1’ noktanın sağa değeri (dakika ve ondası cinsinden).
44°.8’ noktanın yukarı değeri (dakika ve ondası cinsinden).
Türklerde haritacılık:En eski Türk haritasıbüyük dil bilgini Kaşgarlı Mahmûd’un Dîvân-ü Lügat-it Türk adlı eserindeki dünyâ haritasıdır. Bu harita on birinci asrın ikinci yarısındaki bilgilere göre çizilmiştir.Yazar bu haritada o zamanki dünya kavimleri arasındaki Türklerin yayılmış olduğu yerleri belirtmektedir.İlmî çevrelerce büyük bir ilgi gören bu harita, 1935 senesinde İmago Mundi Dergisi’nde Albert tarafından yayınlanmıştır.İslâm ilimlerinin ve kültürünün Akdeniz’de yayılması için Türk denizcileri bu denizdeki ada, liman ve kıyıları büyük bir dikkatle incelemişler, haritalarını çizmişler ve bu hususta değerli eserler bırakmışlardır.
1456 senesinde İbrahimMürsel,Akdeniz haritasını; 1513’te Pîrî Reis Amerika,Afrika ve Atlas Okyanusunu içine alan renkli haritasını, deniz klavuzları ve plânlarını yapmıştır.Seydi Ali Reis ise Basra Körfezi ve Hind Denizine âit Mir’ât-ül-Memâlik isimli coğrafya kitabı ile haritacılığa ait Mir’ât-ül-Kâinat adlı kitabını yazmıştır.Ceylan veya deve derisi üzerine çizilen dokuz renkli Pîrî Reis haritasının sâdece bir paftası elimizde mevcuttur ve Topkapı Sarayı Müzesinde saklanmaktadır. Bu haritanın bugünkü haritalardan bazı bakımlardan daha mükemmel olduğu söylenmektedir. Akdeniz kıyılarını en ince teferruatına kadar çizdiği gibi deniz dibini de çok iyi bir araştırma ile tesbit etmiştir. Zamanımızda boş ve temelsiz iddialara dayalı bâzı eserleri ülkemizde de yayınlanan Alman Romancı Erich Von Daniken, bir kitabında, Pîrî Reis’in haritalarının mükemmeliyetini inkar edememiş ancak o zamanki Pîrî Reis’in ilmî seviyesini bilmediğinden bu haritayı çizerken Pîrî Reis’in ruhu vücudunu terk edip yükseklere çıkarak, “Bu haritayı çizmiştir!” şeklinde bir safsata yazmaktan kendini alamamıştır.
Türkiye’de ilk mükemmel atlas 1803 senesinde Dâr-üt-Tıbât-il-Âmire isimli matbaanın müdürü Müderris Abdurrahman Efendi tarafından Üsküdar’daki Tabhâne-i Hümâyunda basılmıştır. Atlasın başında astronomi ve coğrafya bilgilerini ihtiva eden 79 sayfalık bir bölüm mevcuttur. Abdurrahman Efendi,Üçüncü Selim Han zamânında Mühendishâne-i Berr-i Hümâyunda geometri öğretmenliği yapmıştır.
1880 senesinde Genel KurmayBaşkanlığı 5. şubesi Harita ve Fen İşleri olarak kurulmuş ve bu şube Batı Anadolu ve Balkanlardaki Türk topraklarının haritalarını yapmakla görevlendirilmiştir. Baz ve nirengi şebekesine dayanan ilk modern harita çalışmaları Vardar havzasında başlamıştır. Uzun yıllar haritacılığa gereken önem verilmiş ve Türk haritacılığı hâlen dünyâ milletleri arasında en baştaki yerini muhafaza etmiştir.
Projeksiyonlar:
Geoide benzeyen yer küresinin bir parçasının, bir düzlem üzerine sistematik yolla aktarılması, çeşitli izdüşümler(projeksiyonlar) ile mümkün olmaktadır. Meridyen ve paralellerden ibâret olan coğrafî sistem,bir küre üzerine kolayca çizilebilir. Fakat küre yüzeyindeki bütün ayrıntıların bir düzlem üzerine geometrik bağıntılarda geçirilebilmesi mümkün değildir. Bu bozulmalar uzunlukta, açıda ve alanda olmak üzere üç grupta toplanmaktadır. Bu düzlem üzerine yeryüzünün bir parçasını mümkün olduğu kadar az hata ile nakledebilmek için çeşitli izdüşüm sistemlerinden faydalanılır.İzdüşüm sistemlerinde esas; yer yuvarlağı üzerinde tasarlanmış enlem-boylam dâireleri ile var olan ayrıntıları, o sistemde yapılacak haritaların kullanılma maksatlarına en uygun düşecek şekilde en az hatalı olarak bir yüzey üzerine geçirmektir.Seçilen yüzey düzlem olmayıp, silindir veya koni ise sonra bu yüzey bir ayrıntı boyunca kesilerek açılır ve düzlem hâle sokulur.
İzdüşüm sistemleri birkaç ayrı şekilde sınıflandırılırlar:
1. Tasarlanışa göre:
a) Gerçek izdüşümler,
b) Gerçek olmayan (hesâbî) izdüşümler.
2. Yüzey cinsine göre:
a)Düzlem üzerine izdüşümler,
b) Koni üzerine izdüşümler,
c) Silindir üzerine izdüşümler,
3. Eksendurumuna göre:
a) Kutbî (azimutal)izdüşümler,
b)Ekvatoralizdüşümler,
c) Eğik durumlu izdüşümler,
4.Sadık kaldığı özelliğe göre:
a) Açısı doğru izdüşümler,
b) Alanı doğru izdüşümler,
c) Ortaya uzaklığı doğru izdüşümler.
İzdüşüm sistemlerinden biri ile enlem ve boylam daireleri düzlem üzerine taşındıktan sonra yeryüzünün bir parçası üzerindeki noktaların bir düzlem olan haritalara aktarılması mümkün olur.
Harita kullanılacağı yer ve maksada göre izdüşüm sistemi seçilir. Bunların çeşidine göre haritalarda açıya sâdık kalma,(arazi ve harita üzerindeki aynı doğruların meydana getirdikleri açıların birbirine eşit olması); uzunluklara sadık kalma, alana sadık kalma şartları temin edilebilir.Hiçbir izdüşüm usulü bütün bu şartları aynı zamanda tam olarak karşılayamaz. Değişik ülkeler, yer yüzündeki konumlarına ve kapladıkları alanın genişliğine göre değişik izdüşüm yollarından faydalanmaktadırlar.
Türkiye’deki uygulanan Merkator projeksiyonu, azimutal-silindirik-açısı doğru, gerçek ve perspektif bir izdüşüm sistemidir.
Paralel ve meridyen dâirelerinin, yeryüzüne ekvatorda teğet olan bir silindir üzerine izdüşürülmesi prensibine dayanan bir usuldür. Silindir, düzlem hâlinde açıldığı zaman meridyenlerin birbirine paralel ve eşit aralıklarla, paralel dâirelerin ise meridyenlere dik ve ekvatordan kutuplara gidildikçe aralıkları açılan paralel doğrular hâlinde izdüşümlendiği görülür. Bunun için bu projeksiyon sisteminde kesin bir ölçek olmayıp ölçekler meridyen ve paralel dâireleri boyunca değişik olarak düzenlenir. Örnek olarak izdüşüm düzlemi üzerinde 60° paralel dâiresinin aralıkları ise her paralel dâire üzerinde birbirine eşit olduğundan 60° enleminde haritanın ölçeği iki defa büyümüş olur. 80° enleminde haritanın ölçeği iki defâ büyümüş olur. 80° ise büyüme 6 defâdır. Paralellerin genişlemesi gittikçe artacağından kutuplar bu projeksiyon sisteminde gösterilemez. Bu sebeple Merkator projeksiyon sistemi ancak 80° kuzey ve 80° güney enlemleri arasında kalan bölgeler içinde kullanılabilir.
Ancak Merkator projeksiyonunun esas hatası yüzey ve mesafelerdeki büyük yanlışlıklardır. Bu projeksiyon ile yapılmış haritalarda Afrika kıtası (30 milyon km2) Eski SSCB’den (22,5 milyon km2) küçük; Grönland (2,1 milyon km2) Çin’den (9,5 milyon km2) büyük; G. Amerika (17,8 milyon km2) Avrupa’dan (9,7 milyon km2) küçük gözükür. Tabiî olarak, alanlardaki bu çok büyük yanlışlıklar, alanı yanlış hesaplanan bölgelerin içindeki yerler ve buralara komşu olan araziler arasındaki mesafelere de yansımıştır.Örnek olarak Merkator haritasında Grönland,K. Amerika’ya olduğundan daha yakın görünür.
Bütün bunlara rağmen haritalar hangi şekilde yapılırsa yapılsın bazı hatâlar sâhib olabilirler. Haritacılıkta yeni tekniklerden biri olan hava fotoğrafçılığı ile bu, büyük ölçüde önlenmektedir. Böyle haritaların çiziminde özel uçaklardan faydalanılır. Belli bir yükseklikten çekilen fotoğraflar yeryüzünün dar bir alanını ihtiva eder. Bu işlem komşu bölgelerde de aynı şartlar altında sürdürülerek haritası yapılmak istenen bölgenin kuşbakışı görünüşü kâğıt üzerine düşürülmüş olur. Bu türlü yapılan haritalar da birleştirilerek ülkeler, kıtaların hattâ dünyânın da haritaları doğru olarak elde edilebilir.
New York şehrinde bir gel-git kanalıdır.Hudson’la doğu nehirlerini bağlar. Manhattan kasabasıyla Bronx kasabasını ayırır.Kuzey-güney genel istikametinde 11 km uzunluğundadır.Küçük gemilerle ve mavnalarla üzerinde ulaşım yapılmaktadır. Hudson Körfeziyle bağlanan kuzey ucu 1895’te düz bir hat hâline getirildi.Nehir üzerinde demiryolu köprülerinden otoban köprülerine kadar değişik maksatlı, çok çeşitli köprü vardır.
Alm.Harmonische Reihe (f), Fr.Progressio harmonique etasérie, İng.Harmonic progression and series.Tersleri bir aritmetik dizi meydana getiren dizi.Meselâ; 2,4,6,8 aritmetik dizi olurken 1/2, 1/4, 1/6, 1/8 bir harmonik dizidir. İki terim arasında bulunan terim, bu terimlerin harmonik ortalamasını meydana getirir. r ve s sayılarının harmonik ortalaması p ise bu:
1 1 1 1
¾¾ = ¾¾ x (¾¾ + ¾¾) formülüyle bulunur.
p 2 r s
Meselâ 1/4 sayısı, 1/2 ve 1/6’nın harmonik ortalamasıdır.
1 1 1 1 1
1 + ¾¾ + ¾¾ + ¾¾ + ¾¾ ...... + ¾¾ + .......
2 3 4 5 n
şeklindeki seriye de hormonik seri denir. Bunun özelliği terimleri gittikçe küçülmelerine karşılık, toplamının sonlu bir limiti yoktur.
Alm.HarmonischBewegung (f), Fr. Mouvenment(m) harmonique, İng. Harmonic motion. Bir cismin periyodik salınım hareketi. Bir sarkacın salınımı ve bir keman telinin titreşimi harmonik harekettir.
Gerçek basit harmonik hareketin, salınımda alınan yoldan bağımsız bir sabit periyodu vardır.Cisim bu harekette bir denge konumu etrâfında hareket eder. Bu denge konumundan uzaklaşma miktârı onun aplitudü (genlik) olarak isimlendirilir. Denge konumundan en uzak noktada cismin hızı sıfır olup, ivmesi maksimumdur. Buna karşılık denge konumundan geçerken hızı en büyük, ivmesi sıfırdır.
Basit harmonik hareket, cisme denge konumundan uzaklığı ile orantılı bir çekim kuvveti tesir ettiğinde ortaya çıkar. Harmonik hareketin klasik örneği bir yaya asılmış kütlenin hareketidir.Kütle hafifçe çekilip bırakılırsa, denge konumu etrâfında salınım yapar. Eğer sönüm kuvvetleri ihmâl edilebilecek kadar küçükse hareket basit harmonik harekettir. Bu hareketin periyot denklemi:
m
T=2p √ ¾¾
k
şeklindedir. Burada (m) cismin kütlesi, (k) ise yay sâbitidir.
Harmonik harekette, hareketli cismin orijine uzaklığı (uzanım) x, genliğiA, açısal hızı w, zaman t, başlangıç fazı Ø, peryodu T, frekansı f, hızı v, ivmesi a, etki eden kuvvet F ile gösterilirse; uzanım denklemi:
x = A sin (wt + Ø)’dir.
2p
Açısal hız: w = 2pf = ¾¾ dir.
T
Cismin herhangi bir t zamânındaki hızı:
v = AwCos(wt+Ø)
Zamansız hız denklemi:
v=w.√A2 – X2
İvme denklemi:
a = -Aw2 sin(wt+Ø) veya
a = -Aw2 . x
cisme etki eden kuvvet
F = m.a = -mAw2 . x dir.
Diğer bir örnek de, bir sarkacın hareketidir. Ancak basit harmonik hareket olması için hareketin amplitudünün, sarkaç boyuna nazaran küçük olması gerekir. Yerçekimi ivmesinin (g) olduğu bir yerde, boyu (l) olan bir sarkacın periyot denklemi:
l
T=2p √ ¾¾
9
şeklindedir.
Sarkaçlı hassas saatlerde, sarkaç uzun ve hareketin amplitudü küçüktür. Bu sebepten hareket basit harmonik hareket olup, salınımın periyodu sabittir.
Alm. Karobbaum (r) Jahonnisbrotbaum (r), Fr. Caroubier (m), İng. Carob; carob tree. Familyası:Baklagiller(Leguminosae). Türkiye’de yetiştiği yerler:Akdeniz bölgesi.
Temmuz-ağustos aylarında, yeşilimsi renkli, çok küçük çiçekler açan, 3-10 m boyunda ağaç veya ağaççıklar.Yaprakları 5-11 yaprakçıklı, derimsi, üst tarafları parlak, alt yüzleri donuk yeşil renklidir.Çiçekleri poligamdır, yâni aynı ağaçta erdişi, dişi ve erkek çiçekler bulunmaktadır. Yaşlı gövde ve dallardan çıkan çok sayıdaki yeşil çiçekleri salkım veya kedicik durumundadır. Çanak yaprakları küçük, taç yaprakları yoktur.Meyveleri 10-20 cm uzunlukta fasulye meyvesine benzer. Meyvelerinde sert, esmer renkli ve oval şekilli tohum taşır.Meyveler bir sene sonra olgunlaşır.
Kullanıldığı yerler:Meyvelerinde yağ, şekerler, selüloz ve azotlu bileşikler vardır.Olgun meyveleri gıda olarak kullanılır. Kuru meyvelerin temizlenmiş unu bilhassa süt çocuklarının mide ve barsak bozukluklarında kullanılır. Tohumları eskiden kuyumculukta ağırlık ölçüsü (kırat) olarak kullanılırdı.
Alm. Krieg (m), Fr. Guerre (f), İng. War, battle. Barış yolu ile çözümlenemeyen hususların halledilmesi için devlet veya devletler topluluğunun diğer devlet veya devletler topluluğu ile topyekün çarpışması hâli.Cemiyet hâlinde yaşıyan insanlar, târih boyunca durumlarına göre birbiriyle harp yapmışlardır. Târih boyunca harplerin çoğu bulundukları çağdaki silahların niteliklerine ve ordularının miktârına göre korkunç neticeler meydana getirmiştir. Bir kısmı ise târihin akışını değiştirmesine sebep olmuştu.
Harplerin, incelendiğinde genel olarak şu sebeplerden çıktığı söylenebilir: Toprak, ganîmet, şan, şöhret kazanmak; bâtıl ve hakîkî dinleri yaymak ve sömürge hâlinde veya istilâ edilen devletlerin istiklâllerini kazanmak.
Yirminci asırda arka arkaya devâm eden harpler ise bütün dünyâyı içine aldığından bunlara “Cihan” (Dünyâ) Harbi isimleri verilmiştir.Önceleri cephelerde olan harpler günümüzde harp araçlarının son derece gelişmesiyle bütün topraklarda olmaktadır. Bu bakımdan bir ülkenin sâhib olduğu bütün kaynak ve vâsıtalar harbe iştirâk ettiğinden böyle harplere, topyekün harp denilmektedir. Devletler veya bloklar arasında silahsız, siyâsî, ekonomik ve psikolojik güçler arasında yapılan harplere “soğuk harb” adı verilir.Silahlı bir çatışma hâlinde olmayan rakîb devlet ve blokların bugün uyguladıkları soğuk harp usulleri o devleti içten yıkma veyıpratma esâsına dayanmaktadır.
Harp oyunları: Nazarî olarak dost ve düşman kuvvetlerinin imkân ve kabiliyetleri ortaya dökülerek harp başlatılarak sevk ve idâre edilir.Hakîkî savaşta olabilecek bütün ihtimaller ortaya atılarak durum muhâkemeleri yapılır ve kararlar alınır. Harekât müdürlüğünün sevk ve idâresinde yapılan harp oyunlarında karşılıklı fikir tartışması açılır ve sonunda en iyi neticeye varılır. Belli günler içinde oynanan harp oyunları sonunda genel bir tenkit yapılarak eksiklikler belirtilir. Bu aksaklıkların kaldırılması için tedbirler tesbit edilir. Böylece çok faydalı bir askerî eğitim sağlanmış olur. Harp oyunlarının yapıldığı birliklerin büyüklüğüne göre uygun rütbedeki subaylar ve birlik komutanları katılırlar.