HAKAS MUHTARİYETİ

Güneydoğu Sibirya’daki Krasnoyarsk bölgesinde Rusya Federasyonuna bağlı bir Türk muhtar bölgesi. Yenisey Irmağının yukarı kesimindeki geniş Minusinsk Havzasının batısında yer alır.

Hakas bölgesinde Kırgız kökenli Türk boyları yaşar. Bu boylar için M.Ö. 2. asırda ilk defa Çinliler, bu ismi kullanmışlardır. Kırgızlar (Hakaslar) M.S. 4. asra kadar Çinliler ile yakın ilişkide bulundular. Altıncı asırda Göktürkler ile uzun süren savaşlar yaptılar. Sekizinci asırda Yenisey Irmağı boylarından Sibirya’ya kadar uzanan bozkırlarda yarı bağımsızlıklarını kazandılar. Cengiz Han döneminde Kırgızların yaşadığı bölge Moğol eyâleti oldu. On altıncı asırda dağılan Kırgız boyları, Kalmuk-Oyrat Hanlığına vergi vermek mecburiyetinde kaldılar. Ondokuzuncu asırda Rus Çarlığının sömürgesi hâline gelen bölgede verimli topraklar Ruslara dağıtıldı. 1917 devriminden sonra Yenisey Türkleri ve Minisun Tatarları Hakas adını kabul ederek, M.Ö. 2. asırdan beri ayrı bir millet oldukları tezini ortaya attılar. Yaşadıkları bölgeye Hakasya ismini verdiler. 1930’da Hakas Özerk Bölgesi kuruldu. Eski Sovyetler Birliğinin 1991’de dağılmasından sonra Rusya Federasyonuna bağlı bir muhtar bölge olarak kaldı.

Yüzölçümü 61.900 km2 olan bölge topraklarını Yenisey Irmağının kollarından olan Abakan Irmağı ve kolları sular. Abakan Irmağı Vâdisinin güneyinde Batı Seyan Dağları yer alır. Bu dağ grubunun en yüksek noktası Karagoş Dağıdır (2930 m). Kuzeyinde ise Abakan ve Kunetsk Alatau Dağları vardır. Bu dağların en yüksek noktası ise 2178 m ile Verhni Zub Dağıdır.

Kapalı bir havza görünümünde olan bölgede sert ve kurak bir iklim hâkimdir. Bu yüzden alçak kesimler bozkırlar ve bozkır ormanları ile kaplıdır. Dağlarda çam, köknar ve ladin ağaçlarından meydana gelen ormanlar yer alır. 1954 senesinden sonra çayırların büyük kısmı tarıma açılmıştır.

Bölge nüfûsu 575.000 civârındadır. Bu nüfûsun % 11’ini Hakaslar, % 79’unu Ruslar meydana getirir. Başşehri Abakan’dır. Hakaslar târih boyunca 1917 devrimine kadar küçükbaş hayvan besiciliği ile tanınmış göçebe bir Türk boyu idi. Hakas adıyla anılan Türk boyları Sapaylar, Kaçinler, Koyballar, Beltirler ve Kızıllardır. Bölgede 269 ortaokul, 7 teknik okul, 1 üniversite vardır.

Bölge ekonomisinde hayvancılık önemli yer tutar. Koyun ve keçi besiciliği yaygın olarak yapılır. Alçak kesimlerde uygulanan sulama projeleri ile tarım alanları arttırılmıştır. Başlıca tarım ürünleri buğday, yulaf, patates ve darıdır. Ruslar bölgeye yerleştikten sonra bakır mâdenleri bulunmuş ve işletilmeye başlanmıştır. Abhaza ve Teya’da zengin demir, yukarı Çulım’de altın, Çernogorsk’ta kömür Askız’da barit yatakları vardır ve işletilmektedir. Ayrıca bölgede molibden, tungsten-bakır, yatakları vardır. Ormanlar önemli kereste kaynağıdır. Yenisey Irmağı üzerine yaptırılan hidroelektrik santrali sanâyi için gerekli elektriği sağlar.

HÂKİM İMÂDÜDDÎN ŞÎRÂZÎ

İran’da yetişen tıp âlimlerinden. İsmi, İmâdüddîn bin Mes’ûd Şîrâzî’dir. İmâdüddîn Şîrâzî, 1515 (H.921) senesinde doğup 1592 (H. 1000) yılında vefât etti.

Âile mesleği olan tıp tahsîlini tamamladıktan sonra, Şirvan Vâlisi Abdullah Hân İstâclî’nin emrine girdi. Daha sonra Şah Tahmasb’ın (1524-1576) emriyle Meşhed’de İmâm-ı Ali Rızâ’nın kabrine yakın kurulan hastânede çalıştı.

İmâdüddîn Şîrâzî, sâhasına hâkim ve çok bilgili bir tabib, ileri gelen bir yazar olduğu için; Hâce Hând Mahmûd, Bâbür Hükümdârı Ekber Şahın sarayının ileri gelen tabiblerinden Ebü’l-Feth Geylânî ve Safevî devrinin tanınmış tabibi Gıyâseddîn Mansûr Şîrâzî derslerinde bulundular. Tıb alanında yaptığı çalışmaların tamâmına eserlerinde yer verdi. Kendisi gibi oğlu Hâkim Muhammed Bikâî de tabib olup, göz hastalıklarında söz sâhibiydi. İmâdüddîn Şîrâzî’nin belli başlı eserleri şunlardır:

1. Şerhu Tasrîh-i Kânûn: İbn-i Sînâ’nın El-Kânûn adlı eserindeki anatomi ile ilgili bölümün açıklamasıdır.

2. Risâle-i Afyon: Farsça yazılan bu eserde, afyonun özellikleri, fayda ve zararları bildirilmektedir.

3. Risâlât-i Atşâk: Frengi hastalığı hakkında yazılan ilk eserdir. Ona göre daha önceki tabipler, bu hastalığı bildirmemiştir.

4. Kitab-üt-Teşrîh: Anatomiyi konu alır.

5. Risâle-i Cudrî: Çiçek hastalığı hakkında bir eserdir. İmâdüddîn, çiçek hastalığından bahseden pek az tabipten biridir.

6. El-Mürekkebât-uş-Şâhiyye: Şah Tahmasb’a ithâf edilen eser, İmâdüddîn’in en önemli eserlerinden biridir. 108 sahifeden meydana gelen eser, bir önsöz, yirmi beş bölüm ve bir sonsözden ibârettir.

Bunlardan başka:

1) Risâle-i Fâd-ı Zehr, 2) Risâle-i Yakûtî, 3) Risâle-i Cüb-i Çinî, 4) Risâle-i Atrilâl, 5) Risâle der Bâb-ı Kal’a-i Âsâr, 6) Risâle-i Emrâz-ı Sıbyân, 7) Risâle der Bâb-ı Semûm, 8) Sahîfet-üş-Şifâ, 9) Şerh-i Kanûnce, 10) Risâle-i Evzân ve Mikâ’îl, 11) Mücerrebât-i İmâdüddîn adlı eserleri vardır.

HAKÎM SÜLEYMÂN ATÂ

Mutasavvıf, hikmetler şâiri. Türkistan’da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Ahmed Yesevî hazretlerinin ileri gelen talebelerindendir. Süleymân Bağırgânî olarak da bilinir.

Süleymân Hakîm Atâ, küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi okumaya başladı. Kur’ân-ı kerîmi hürmetle başında taşır ve hiç sırtını dönmezdi. Bir gün Ahmed Yesevî hazretleri bu hâlini gördü çok hoşuna gitti. Kur’ân-ı kerîmöğretmek için yanına aldı.

Ahmed Yesevî hazretleri Süleymân Atâ ile berâber birkaç çocuğu odun almaya gönderdi. Odun getirirken yağmur başladı. Odunlar ıslandı. Yalnız Süleymân Atâ’nın odunları ıslanmadı. Hızır aleyhisselâm da oradaydı. Süleymân Atâ’ya odunlarının niçin ıslanmadığını sordu. O da elbisesi ile örttüğünü söyledi. Bu cevâb Hızır aleyhisselâmın çok hoşuna gitti. Süleymân Atâ’ya, “Bundan sonra senin ismin Hakîm olsun.” dedi. Sonra ağız suyundan Süleymân’ın ağzına bıraktı. Süleymân’ın kalbi birden nûra gark oldu. Hikmet (ilim) söylemeye başladı. Ahmed Yesevî’den duyduklarını şiirle insanlara anlatmaya başladı.

Bir kurban bayramıydı. Ahmed Yesevî imâm olup bayram namazı kıldırdı. Namazda hocadan bir ses çıktı. Cemâat; “İmâmın abdesti bozuldu.” diye namazı terk ettiler. Hakîm Atâ namazını bozmadı. Ahmed Yesevî selâm verince; “Ben sizin bu yoldaki derecenizi anlamak istedim. O ses benden değil, belime bağladığım odundan çıktı. Sizin bu hâlinizden, bir tek müridim, bir de yarım müridim olduğu anlaşıldı.” Hakîm Atâ’ya; “Yarın seher vakti sana bir deve gelecek, ona bin, nerede durursa, orada inersin.” dedi. Ertesi sabah bir deve geldi. Hakîm Atâ deveye binip ipini salıverdi. Deve istediği gibi gitti. Harezm taraflarında bir yerde çöktü. Kaldırmak istedi kalkmadı ve bağırdı. Bundan dolayı “Bağırgânî” dendi. Oraya da “Bağırgan”  ismi verildi.

Süleymân Atâ, Ahmed Yesevî tarzında şiirler yazmıştır. Hece vezni ile yazdığı bu şiirlerinde Kul Süleymân, Hakîm Süleymân, Hakîm Hoca Süleymân ve Hakîm Atâ gibi mahlaslar kullanmıştır. Şiirlerini Ahmed Yesevî’nin hikmetlerinden ayırmak mümkün değildir. Bunlar tamâmen Dîvân-ı Hikmet rûhunu taşırlar.

Hakîm Süleymân Atâ, 1186 (H. 582) yılında vefât etti. Harezm ülkesindeki Akkurgan (Bakırğan)a defnedildi. Bakırgan Kitâbı, Âhirzaman Kitâbı, Meryem Kitâbı belli başlı eserleridir.

HAKÎM-İ TİRMİZÎ (Muhammed bin Ali)

Velî ve büyük hadis âlimi. İsmi, Muhammed bin Ali bin Hasan bin Bişr ez-Zâhid, künyesi Ebû Abdullah’tır. Doğum târihi bilinmeyen Hakîm-i Tirmizî, doğum yeri olan Tirmiz’de uzun müddet kaldı. Sonra Belh’e gitti. Orda bir müddet kaldıktan sonra Nişâbûr’a geldi. 932 (H. 320) senesinde şehid edildi.

Hakîm-i Tirmizî; babasından, Kuteybe bin Sa’îd, Hasan bin Ömer, Sâlih bin Abdullah Tirmizî, Sâlih bin Muhammed Tirmizî, Ali bin Hucr es-Sa’dî, Yahyâ bin Mûsâ, Utbe bin Abdullah el-Mervezî, Abbâd bin Ya’kûb ed-Devrâk, Süfyân bin Vekî ile Horasan ve Irak’taki muhaddislerden hadîs-i şerîf öğrenmiştir. Yahyâ bin Mansûr el-Kâdı, Hasan bin Ali, Nişâbûr âlimleri ve daha pekçok âlim de ondan hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir. Pekçok kitâbı olan Hakîm-i Tirmizî, Ebû Türâb Nahşebî, Ahmed bin Hadraveyh ve İbn-i Celâ gibi evliyâ ile sohbet etmiş, berâber bulunmuş ve onlardan çok faydalanmıştır. Çok hadîs-i şerîf toplamış, zâhit ve âbit bir zât olan Hakîm-i Tirmizî’nin yazdığı kitapların ekserisi basılmıştır.

Sünnet-i seniyyeye tam uyan, ilmiyle âmil, ümmet-i Muhammed’in büyüklerinden olan Hakîm-i Tirmizî, zamânın evliyâsından olup, herkes tarafından övülmüştür. İnce mânâları açıklama ve îzâh husûsunda üstat, hadis ilminde ise sika (sağlam, güvenilir) bir âlimdi. Sözleri kıymetli olup, hilmi (yumuşaklığı) pek ziyâde, şefkati çok ve ahlâkı pek güzeldi. Peygamberimizin mübârek ahlâkı onda görülürdü.

Buyurdu ki:

“Âhirette kurtulmak, ibâdet ve amelin çok olmasıyla değil, amellerin ihlâslı ve edeblerine uygun yapılması iledir.”

“Mü’minin neş’esi yüzünde, hüznü kalbindedir.”

“Nefsin, sende olduğu hâlde, Allahü teâlâyı tanımak istiyorsun. Halbuki nefsin, daha kendisini bile tanımamıştır. Rabbini nasıl tanısın?”

“Kanâat nedir?” diye sorulunca, “İnsanın kısmetine düşen rızkına râzı olmasıdır.” cevâbını vermişti.

Kendisine; “Îmânın gitmesine en çok sebeb olan günah nedir?” diye sordular. Buyurdu ki: “Üç günah vardır: Birincisi, îmân nîmetine kavuştuğuna şükretmemek; ikincisi, îmânın gitmesinden korkmamak; üçüncüsü, mü’minleri incitmek ve onlara eziyet etmek. Biliniz ki, haksız yere bir Müslümanı incitmek, Kâbe’yi yetmiş defâ yıkmaktan daha büyük günahtır. Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem böyle buyurmuştur.”

Eserleri:

Hakîm-i Tirmizî’nin pekçok risâleleri mevcud olmakla berâber, yazdığı meşhur kitapları; Kitâb-ül-Furûk, Hatm-ül-Vilâye ve’l-İ’lel-üş-Şer’iyye, Nevâdir-ül-Usûl fî Ehâdis-ir-Resûl, Gars-ül-Muvahhidîn, Er-Riyâdatü ve Edeb-ün-Nefs, Gavr-ül-Umûr, El-Menâhî, Şerh-üs-Salât, El-Mesâil-ül-Meknûne, El-Ekyâs ve’l-Mu’terrîn, Beyân-ül-Fark Beyn-es-Sadr, El-Akl ve’l-Hevâ’dır. Bunların dördü hâriç, diğerleri basılmıştır. Bâzı risâleleri de, yakın zamanda Şam’da tekrar basılmıştır.

HAKKÂRİ

Yüzölçümü :  7217 km2

Nüfûsu        :    172.479

İlçeleri        :    Merkez, Çukurca, Şemdinli, Yüksekova

Anadolu’nun güneydoğusundaki bir ilimiz. Van, Mardin, Siirt, Irak ve İran sınırları ile komşu olan Hakkâri çok engebeli bir arâzi üzerindedir. Güneydoğunun sarp ucudur. 42°10’ ve 44°50’ doğu boylamları ile 36°57’ ve 37°48’ kuzey enlemleri arasında yer alır. Trafik numarası 30’dur.

İsminin Menşei

Osmanlı Devleti bu toprakları ele geçirdiğinde bu bölgede “Hakkâriye Beyleri” bulunuyordu. Yavuz Sultan Selim Han, bu beylere Osmanlı Devleti adına bölgeyi idâre etme hakkı tanıdı. 127 sene içinde 77 bey burayı Osmanlı Sultanının temsilcisi olarak idâre ettiler. Hakkâriye Beylerine izâfeten bu bölgeye “Hakkâriye” dendi. Halkın dilinde bu kelime, zamanla “Hakkâri” şeklini aldı. Hakkâriye, Arapça “Hakarların şehri” demektir.

Târihi

Hakkâri’nin târihi çok eski devirlere dayanır. Mağaralar içinde bulunan eşyâlar ve kaya resimleri bu bölgenin eski yerleşim merkezi olduğunu gösterir. Bölgeye Sümerler, Âsuriler, Bâbilliler, Medler hâkim olmuştur. M.Ö. 6. asırda Medler bölgeyi Bâbillilerden ele geçirdiler. M.Ö. 4. asırda, Makedonya Kralı İskender, Medleri yenerek İran’ı ve bu bölgeyi ele geçirdi. Fakat iskender ve Bizanslılar bu bölgeye fiilen hâkim olamadılar. İskender’in ölümünden sonra Makedonya Krallığı, generalleri arasında taksim edildi. Bu bölge, Selevkos (Asya) İmparatorluğunda kaldı. Selevkos’un mîrâsına Roma İmparatorluğu sâhip oldu. Fakat bölge Roma ile Partlar, sonra da Sâsânîler arasında devamlı el değiştirdi. M.S. 395’te, Roma İmparatorluğu bölününce Doğu Roma (Bizans), bu topraklara sâhip olmak istedi, fakat hiçbir zaman bu bölgeye hâkim olamadı.

Hazret-i Ömer zamânında bölge, İslâm orduları tarafından 640 senesinde feth edildi. Selçuklu Türkleri Anadolu’ya geldiklerinde Hakkâri bölgesi, Bağdat’taki Abbâsi halîfelerine bağlı idi. 1054’te Selçuklular, Hakkâri bölgesine hâkim oldular. 1122-1262 arasında Selçuklulara bağlı Musul Atabegleri (Zengiler), bu bölgeyi Selçuklular adına idâre ettiler. 1142 senesinde Atabeg İmâdeddîn Zengi. Aşip Kalesi yerine İmâdiye Kalesi ve şehrini kurdu. 1262’de İlhanlılara bağlanan Hakkâri’yi Abbâsî âilesinden gelen Hakkâri Beyleri idâre ettiler.

Karakoyunlu Bayram Hoca’nın hâkimiyeti sırasında 1349’da Celâyirlilerin eline geçen Hakkâri, 1366’da yeniden Karakoyunluların, 1387’de Tîmûr Hanın, 1405’te yeniden Karakoyunluların eline geçti. 1468’de Uzun Hasan’ın gönderdiği Sofi Halil ve Arabşah Beylerin Hakkâri Beylerini yenmesi üzerine Dümbüllü Türkmenleri bölgeye hâkim oldular. Bu hâkimiyetleri sırasında 1472’de Çölemerik’te “Meydan Medrese”yi yaptırdılar.

Hakkâri Beylerinden Gübâli oğlu Esedüddîn, 1468’de gizlice Mısır’a gitti. Kölemenlerin emrine girdi. Mısır’daki Nasturîlerin yardımı ile Hakkâri’ye geldi. Tiz Kalesine girerek Dümbüllü Türkmenlerini bozguna uğrattı ve bu bölgeyi ele geçirdi. Ölümünden sonra yerine Zâhid Bey geçti. Esedüddîn’in sülâlesine Şenbolar dendi. Zâhid Bey, Gevar (Yüksekova) ile Akdamar’ı elegeçirdi. Zâhid Beyin oğulları Seyyid Mehmed Vastan’da, Mâlik Bey Çölemerik’e 4 km uzaklıktaki Bay Kalesinde hüküm sürdüler. Yeğenleri Zeynel, bir baskınla Bay Kalesini ele geçirdi. Mâlik Bey, Vastan’a gitti. Bir müddet sonra Seyyid Mehmed Bey, Bay Kalesini ele geçirerek bütün Hakkâri’ye hâkim oldu.

Yavuz Sultan Selim Hanın 1514 Çaldıran Seferinden sonra bölge, 1534’te Van bölgesi ile birlikte Osmanlı hâkimiyetine girdi. Safevîler, bir ara Hakkâri’ye hâkim olmuşsa da, Kânûnî Sultan Süleymân Hanın 1548’de Van fethi ile birlikte Hakkâri yeniden Osmanlı idâresine bağlanmıştır. Seyyid Mehmed Bey, Osmanlılar adına bu bölgeyi idâre etmiştir. Fakat Seyyid Mehmed Bey ile oğlunun bâzı hareketleri sebebiyle bölge yeğeni Zeynel Beye Ocaklık olarak verildi. Zeynel Bey, Çölemerik Kalesini merkez edinmiş, burasını onarmış, Dize’deki (Üzümcü köyü) kurşun ve başka bir yerdeki kükürt ocaklarını işlettirmiştir. Tebriz Seferi sırasında 1583’te şehid olmuş ve yerine oğlu Zekeriya Bey geçmiştir. Son “Ocaklı” Hakkâri Beyi Şenbolu Nurullah ile Cizreli Bedirhan Beyler birleşerek, 1843’te Tiyari ve 1846’da Tohum Ocaklarında oturan Nasturîleri yenerek ocaklarını yağma ettiler. Osman Paşa gelerek her ikisinin ocaklık hakkını kaldırdı (1847).

Osmanlı idâresinde Hakkâri, Van Beylerbeyliğinin 14 sancağından (vilâyetinden) birini teşkil etti. Tanzimattan sonra da Van vilâyetine bağlı 2 sancaktan biriydi. 5 kazâsı vardı. Bu kazâlardan biri “İmâdiye” Irak’ta kaldı. “Başkale” ise Van’a bağlandı.

Hakkâri’nin merkezi “Çölemerik” kasabası idi. Süryânilerin “Gülârmak”, Ermenilerin “İlmar” ve Türklerin de “Çölemerik” dedikleri bu kasabanın Koçanis Manastırında Birinci Dünyâ Harbine kadar Nasturî patriği oturdu.

Rusların 1858’de Türklere savaş açması sonunda Dağıstandaki Şeyh Şâmil ile işbirliği yapan Şemdinlili Seyyid Tâhâ, Ruslara savaş îlân etti. Vefâtı üzerine kardeşi Şeyh Sâlih, Âzerbaycanlıları ve Hakkârilileri Ruslara karşı ayaklandırdı. Bu sırada Cizre’de bulunan İzzeddîn Şir, Yezîdî ve Nastûrîlerle işbirliği yaparak Rusya adına Musul ve Bitlis bölgesini 1854’te işgal ve yağma ettiler. Diyarbakırlı Hacı Tîmûr Ağa, bu hâinleri 1855’de yendi ve cezalandırdı. 1855-1865 arasında Van sancağına bağlı olan Albak, Çölemerik, Gevaş (Yüksekova), Beytüşşebap, Çal-Tiyari, Şemdinan (Şemdinli) ve Kotur ilçeleri Erzurum’a bağlandı. 1865’te Van vilâyeti yeniden kurulunca tekrar Van’a bağlandılar.

Birinci Dünyâ Harbinde Ruslar, Çölemerik’i 24 Mayıs 1915’de işgâl ettiler. Nasturî lideri Merşamun’u Hoy’a götürdüler. Onun vâsıtasıyla bütün Nastûrîler ayaklandı ve silahlı çeteler kurarak Türk ordusuna ve halkına saldırdılar. Müslüman ve Türk halkı, Rus ve Nastûrî zulmünden civar bölgelere kaçtılar. 1918’de Çölemerik ve Gevaş (Yüksekova) Türkler tarafından kurtarıldı. İsyancı Nastûrî ve Ermeniler, Urmiye bölgesine çekildiler. Eski yerlerine gitmek isterken Vâli Haydar emrindeki Türkler, Nastûrîleri yendiler.

Millî mücâdele (İstiklâl Harbi) sıralarında Şemdinlili Seyyid Tâhâ ile Şahaklı Simiko, Yirminci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ile işbirliği yaptılar ve onu desteklediler. Böylece Seyyid Tâhâ kuvvetleri, Nastûrî ve Ermeniler’in bölgeye girmelerini önlediler. 1926’da yapılan Ankara Antlaşması ile Musul ve Hakkâri’nin beş bölgesi sınır dışında kaldı. Çölemerik, Gevaş (Yüksekova) ve Şemdinan (Şemdinli) ilçelerinden meydana gelen Hakkâri vilayeti kuruldu. Bir ara Van’a bağlanan Hakkâri 4.1.1936 târih ve 2885 sayılı kânunla vilâyet (il) oldu.

Bu bölgede yaşayan Kürt ve “Kurdak” diye anılan kimselerin Oğuz Türklerinden ve Türkmen soyundan bir boy olduğu; târih, antropoloji, etnoloji, din, dil, sosyoloji ve folklor gibi çeşitli araştırmalarla ilmî olarak ortaya konmuştur. Orta Asya’da Yenisey Kitâbelerinde şu satırlar vardır:

“Men Kürt Elkan Alp-Urungu Altunluğ Keşiğim Banım Belde Elim tukuz-Kırk Yaşım”(Ben Kürt İlhanı Alp Urunguyum. Altunlu beldesini ülke edindim. Kırk dokuz yaşında öldüm.)

Târihte Oğuz Türklerinin Türkmen soyundan Kürt ve Kurdak boylarının yaşadığı gerçektir. Fakat doğu ve güneydoğu Anadolu’da Kürt diye isimlendirilen kimseler, Oğuz Türklerinin muhtelif boy ve aşîretlerinden ibârettirler. Bu Türk boy ve aşîretleri bu bölgenin muhtelif ülkeler arasında defâlarca el değiştirmesi sebebiyle asıllarını ve bilhassa lisanlarını unutmuşlar ve bilhassa gramer bakımından Farsçanın geniş tesirinde kalarak çoğu Farsça olan Türkçe-Arapça karışımı bir lisan ile konuşmaya başlamışlardır. Türkiye üzerinde emperyalist niyetler besleyen ülkeler, bilhassa 18. asırdan sonra Oğuz Türklerine dayanan bu aşîretleri ayrı bir millet gibi göstermeye çalışmışlardır.

Fizikî Yapı

Hakkâri çok engebeli bir bölgedir. Yüzölçmüünün % 87,5’u dağlardan % 10,5’u yaylalardan ibâret olup, ovaları sâdece % 2’dir.

Dağları: Hakkâri’deki dağlar Güneydoğu Torosların uzantısıdır. Dağların çoğu 3000 metreden yüksektir. 3500 metreden yüksek on doruk vardır. 4000 m’den yüksek dağlar da vardır. Bu dağların dorukları devamlı karla örtülüdür. Cilo Dağının Reşko (Gelyaşin) Doruğu 4135 metredir. Tepede 4 km uzunluğunda Gelyaşin buzulu ile onun batısında 4060 metrede Suppa Durek Tepesinde daha küçük buzul bulunur. Dağlar derince akarsu vâdileri veya çanaklarla birbirinden ayrılır. Bu vâdilerden dağların görünüşü çok heybetlidir. Dağların çoğu volkanik kökenlidir. Türkiye’nin volkanik kökenli olmayan en yüksek dağı Cilo Dağlarının Reşko Tepesinden ayrıca 3000 m yüksekliği aşan dağlar şunlardır: Sümbül Dağı (3467 m), Buzul Dağı (Uludoruk Tepe 4135 m), Gare Dağı (Karadağ Tepe 3460 m), Mordağ (3807 m), Beyazdağ (3008 m), İkiguka Dağı (Celimirya Tepe 3540 m), Türemiş Dağı (Geçit Tepe 3031 m), Leyzok Tepe (3264 m), Koctepe (3262 m), Çimen Dağı (3170 m), AltınDağları (Busindidağı Tepe 3253 m).

Yaylaları: Hakkâri dağlar bakımından olduğu gibi yaylalar bakımından da çok zengindir. Hakkâri dağlarının çevresinde hafif dalgalı yüksek düzlükler de vardır. Bu düzlükler birçok yerde çöküntü veya akarsu yatakları ile parçalanmış olup yayla hâline gelmiştir. Başlıca yaylalar şunlardır: Nordüz Yaylası en alçak yeri 2100 metredir. Toprak 7 ay karla örtülüdür. Mirgazer Yaylası 2700-3000 m arasındadır. Faraşin ve Mendin Yaylası 2000 m yüksekliktedir.

Diğerleri ise Avahark, Berçelen, Çelesur, Kani Kurgan, Kanimehan, Kanicemet, Meydan-ı Beybur, Meydan-ı Casus, Meydan-ı Davut, Meydan-ı Kuli, Meydan-ı Suran, Meydan-ı Zengil, Servisi, Semedar, Meydan-ı Melham, Ceytez, Mergezer, Meydan-ı Belek, Mordağı ve Vargeniman yaylalarıdır.

Hakkâri’de çok sayıda tepelikler vardır. Vatan, Molla Ahmed, Suvari Halil, Gençlik, Ayı İni, Tavşan, Üzümlü, Çağlayan, Ballı, Uzunsırt ve Taşyazı tepeleri başlıcalarıdır.

Ovaları: Hakkâri’de yüksek ve haşin dağların arasında çukur ovalar da vardır. Buların en önemlisi Yüksekova ilçesinin bir kenarında kurulduğu, Büyük Zap’ın sağ kollarından Nehil Çayı etrâfında uzunluğu 40 kilometreye yaklaşan, genişliği 15 kilometreyi bulan ve tabanı 2000 metreye yakın bir yükseklikte olan Gevaş Ovasıdır. Bu ova kapalı bir havza durumundadır. Nehil Suyu ve havzanın sularını Zap Vâdisine boşaltır. Gevaş Ovası, Zapsuyu Vâdisi ile birleşir. Bu ova çok verimlidir. İklim çok sert olduğundan her tarafında tarım yapılamaz. Otlak bakımından zengin olan ovada koyun, keçi ve sığır beslenir. Zap Suyu, Habur Çayı, Nehil Suyu yatakları boyunca uzanan dar düzlükler ve Avarobisin, Şemdinli ve Hacıbey vâdileri başlıca düzlüklerdir.

Akarsuları: Hakkâri, Dicle Havzası içinde kalır. Akarsuların başlıcaları: Zap Suyu(Büyük Zap): Van’ın Haravil Dağı eteklerinden çıkar. Başkale yakınında Hakkâr’ye girer. Güneybatı istikâmetinde akar. Üzümcü yakınında dirsek yaparak güneydoğuya döner ve Çukurca yakınında Irak’a girer. Hakkâri sınırları içinde 100 km yol kat eder. Habur Çayı: Nordüz ve Faraşin Platosundan çıkar güneye doğru akar, Ardaç batısında Irak’a girer. Hakkâri sınırları içinde uzunluğu 60 kilometredir. Botan Suyu: Şatak ve Pervari’den geçerek Siirt aşağılarında Dicle’ye katılır. Diğer akarsular Zap’a karışan Otluca Deresi ile Katil Suyu, Nehil Suyu, Oramar Suyu, Şemdinli Çayı ve Rubozik Suyudur. Akarsuların rejimi düzensizdir. Karların erime zamânı sular boldur. Akarsu tabanları çok derin olduğu için sulama işinde kullanılması güç olmaktadır. Otluca Deresinde kurulan hidroelektrik santral ile il merkezi aydınlatılmaktadır.

Gölleri:Hakkâri’de büyük göller yoktur. Cilo, Sat ve Karadağ gibi yüksek dağ doruklarında buzul ve krater göller vardır. Gelyaşin, Sat Reşko, Bay ve Supadurak, Seyyid Han ve Golan gölleri bunların en önemlisidir.

İklim ve Bitki Örtüsü

İklimi: Hakkâri bölgesinde çok sert kara iklimi hüküm sürer. Kışlar çok sert ve soğuk geçer. Kış erken gelir ve uzun sürer. Kasım-mart arası devamlı kar yağar. 7 ay kar altında kalan yerler çoktur. Kar kalınlığı 217 cm olan bölgeler vardır. Yağmur ilkbahar ve sonbaharda yağar. Senelik yağış ortalaması 580-792 mm arasındadır. Yazlar sıcak ve kurak geçer. Yaz ile kış arasında büyük ısı farkı vardır. Bu fark 63°C’dir. Hakkâri, Doğu Anadolu gibi kışın Sibirya üzerinde teşekkül eden kara hava kitlesinin, yazın da “Tropikal” bölgelerde kara iklimi tesiri altındadır.

Bitki örtüsü: Hakkâri topraklarının % 59’u çayır ve mer’alardan, %25’i orman ve fundalıklardan, % 2’si ekili ve dikili alanlardan ibârettir. Tarıma elverişli olmayan arâzi ise % 14’tür. Dağların çoğu çıplaktır.

Ekonomi

En az gelişmiş illerimizden biridir. Faal nüfûsun % 90’ı tarımla (hayvancılık ve ormancılıkla) uğraşır. Halkın ihtiyaçlarının çeşit ve değişiklik bakımından düşüklüğü, esasen nüfûsun azlığı sebebiyle ticârî hayâtın gelişmemiş olmasındandır. Ovaları ve vâdileri arâzinin % 2’sidir. Ova ve vâdiler verimli ise de iklimin çok sert ve arâzinin engebeli oluşu, akarsuların derin vâdilerden akışı ve sulamaya elverişli olmaması sebebiyle geniş çapta tarla tarımı sâdece Yüksekova’nın Gevaş Ovasında yapılır.

Tarım: Hakkâri’de uğraşıldığı takdirde birçok tarım ürünü (tahıl-meyve-sebze) yetiştirmek mümkündür. Yetişen tarım ürünleri arasında buğday başta gelir. Diğer tarla bitkileri arpa, darı, mısır, çavdar, çeltik (pirinç), nohut, fasulye, mercimek, patates, soğan ve tütündür. Sebze olarak domates başta gelerek az miktarda biber, patlıcan, hıyar, kabak, tâze fasulye, tâze soğan, lahana, marul ve sarmısak yetişir. Bağcılık Hakkâri’de çok eski bir târihe sâhiptir. Fakat zamanla üzüm yetiştirilmesi azalmıştır.

Hayvancılık: Hakkâri ekonomisinin temeli hayvancılığa dayanır. Yaylaları, çayır ve mer’aları ve suyu boldur. Bu geniş imkânlarına rağmen hayvan potansiyeli az sayılır. Koyun, keçi, sığır beslenir. Arıcılık gelişmektedir.

Ormancılık: Ormanlık saha 200 bin hektarın üzerindedir. Fundalık saha ise 30 bin hektardır. 52 köy orman içinde ve 29 köy orman bitişiğindedir. Bu ormanların % 90’nı baltalık, % 10’u bozuk koruluktur. Ormanlardan sanâyi için istifâde edilmeyip, yakacak olarak senede 40 bin ster odun elde edilmektedir.

Mâdenleri: Hakkâri mâden bakımından fakir sayılır. Çıkarılan tek mâden, kömürdür. Petrol, kurşun, linyit, krom, asbest ve kükürt için arama ruhsatı verilmişse de henüz bulunamamıştır.

Sanâyi: Sanâyi bakımından en az gelişmiş illerimizden biridir. Başlıca sanâyi kuruluşları Yüksekova Süt Fabrikası, Şemdinli Tekel Yaprak Tütün Bakımevidir. Et kombinası, halı dokuma atelyeleri, köylerde halı ve kilim atelyeleri ile hızar atelyesi ve un değirmenleri vardır. Beytüşşebab’ın yünlü ve simli kilimleri meşhurdur.

Ulaşım:Hakkâri’de ulaşım meselesi henüz halledilmiş değildir. Demiryolu ve havayolu ulaşımı yoktur. Sâdece karayolu ile ulaşım sağlanır. Köyleri, ilçe ve ile bağlayan yollar kışın uzun müddet kapalıdır. Siirt-Şırnak-Uludere yolu yalnız yaz aylarında kullanılabilir. Van-Başkale-Hakkâri yolunun bir tarafı uçurum olup, pekçok yerde kayalar içine oyulmuş tünellerden geçer. Kara yolları, buraları kışın devamlı trafiğe açık tutmaya çalışmaktadır. Meşhur Suvâri Halil Geçidi çığ tehlikesi ve kar yağışı sebebiyle sık sık kapanarak ilçe ve köylerle irtibat kesilir. Yüksekova-Bacirge yolu İran’ın Urmiye şehrine varır. Birçok yerde ulaşım vâsıtası katırdır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Nüfûsu: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 172.479 olup, 71.099’u ilçelerde, 101.380’i köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 7217 km2 olup, nüfus yoğunluğu 24’tür.

Örf ve âdetleri: Hakkâri 640 senesinde hazret-i Ömer zamânında İslâm orduları tarafından fethedilmiş ve 1054 senesinde Türkler yerleşmeye başlamıştır. 1534’te bölgeye hâkim olan Osmanlı Devleti, Türk-İslâm kültürünü yaymış ve daha önceki kültürler unutulmuştur. Hakkâri’de hayvancılık ekonominin temeli olduğundan halkın çoğu senenin yarısını yaylalarda geçirir. “Zoma” denilen yazlıkta (yayla) hayvanlarını kırkar, yünlerini eğirir, peynir ve yağını yapar ve yaylada çadırlarda yaşar. Böylece bir nevi aşiret hayâtı yaşanır.

Hakkâri’nin kendine özel mahallî kıyâfeti vardır. Erkekler en iyi cins yünden yapılmış desenli ve renkli “şeli şepik” giyerler. Üzerine şaldan kuşak bağlarlar. Kuzu yününden yapılmış “kerik” denilen cepken kullanırlar. Başa ise bir nevî sarık bağlanır. Ayağa yün çorap ve “sak” denilen püsküllü, renkli ve desenli tozluk giyilidir. Kışın keçi kılından yapılmış “reşik”, yazın ise tabanı lastik, kenarları örme yünden pabuç giyilir. Kadınlar, fistan denilen ayak bileklerine sarkan uzun entâri giyerler. Baş ise puşi ile örtülür.

Mahallî yemekleri: Gulul, mertuğa, kıris, kepaye ve kutuldevktir. El sanatları: Kilim, kuşak ve elbise yapımında el sanatları çok meşhurdur.

Folklor: Hakkâri ve çevresi mahalli oyunlar bakımından çok zengindir. Oyunlar az figürlüdür, çalgısız oynanır. Çalgının yerini birlikte söylenen ritmik sözler ve oyun havaları tutar. Oyunlar kalabalık ekipler hâlinde oynanır. Erkek ve kadınlar kendi aralarında oynarlar. Başlıca oyunlar Gülşeni Yargüzel, Gani Bergani, Hayşere, Şemu, Davato Güvey Paşa oluyor, Birani, Siri Kalep ve Basu’dur. Halk edebiyâtı ve halk şâirleri bakımından zengindir. Hakkâri’de kız isteme, düğün, ölüm, doğum ve diğer sosyal münâsebetlerde örf ve âdetler devâm etmektedir. Kayak sporu yaygındır.

Eğitim: Hakkâri’de okur-yazar nisbeti henüz yüzde 50’nin altındadır. Sert iklim, kış şartları, yol durumu ve ekonomik şartlar sebebiyle okur-yazar nisbeti diğer illere nazaran azdır. İlde 13 anaokulu, 248 ilkokul, 10 ortaokul, 3 meslekî ve teknik ortaokul, 6 lise, 4 meslek ve teknik lise vardır (1993).

Yetişen meşhurlar:Beytüşşebap ilçesinin Güneykaya (Bate) köyünde doğup orada vefât eden (1417-1494) Dîvân ve Mevlid müellifi Molla Hüseyin; Çukurca ilçesinin Han köyünde doğup Doğubeyazıt’ta vefât eden ve adını taşıyan câminin yanında türbesi bulunan Memu-Zin ve Nevbahar isimli eserlerin sâhibiAhmet Hânî (Hânî Baba); büyük velîlerden Şemdinlili Seyyid Abdullah ve Seyyid Tâhâ, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî, şâir Şahpattan Abdullah Bey; Şeyh Rızâ ve Tâhir Beydir.

İlçeleri

Hakkari’nin biri merkez olmak üzere dört ilçesi vardır:

Merkez: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 52.906 olup, 30.407’si ilçe merkezinde 22.499’u köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 17, Bağışlı bucağına bağlı 4, Geçitli bucağına bağlı 8 köyü vardır. Yüzölçümü 2.265 km2 olup nüfus yoğunluğu 23’tür. İlçe toprakları dağlıktır. Kuzeyinde Karadağ, güneyinde Sünbül Dağ, Buzul Dağ yer alır. Zap Suyu Vâdisinde küçük düzlükler vardır.

Ekonomisi hayvancılığa dayalıdır. Ençok küçükbaş hayvan beslenir. Ekime müsait alan az olduğundan üretim düşüktür. Akarsu vadilerinde iç tüketim için tarım yapılır. Canlı hayvan ticâreti yaygındır. El tezgahlarında halı ve kilim dokumacılığı yapılır.

İlçe merkezi Zap Suyu Vâdisinde Reşko, Cilo, Karadağ ve Sünbül Dağları arasında kalan bir düzlükte kurulmuştur. Eski ismi Çölemeriktir. İlçe belediyesi 1936’da kurulmuştur.

Çukurca: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 20.351 olup, 5205’i ilçe merkezinde 15.146’sı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 13, Çaplı bucağına bağlı 4 köyü vardır. Yüzölçümü 1009 km2 olup, nüfus yoğunluğu 20’dir. İlçe toprakları yüksek dağlarla kaplıdır. Kuzeyinde Altındağları, kuzeydoğusunda Gare Dağı, batısında Konaklı Dağı yer alır. Dağlar derin ve dik vâdilerle parçalanmıştır. Yüksek kesimlerde hayvancılığa müsâit düzlükler vardır. Dağlardan kaynaklanan suları Habur ve Zap suları toplar.

Ekonomisi hayvancılığa dayalıdır. Yaylacılık metodu ile çok sayıda küçükbaş hayvan beslenir. Tarıma elverişli arâzi az olduğundan üretim düşüktür. En çok mısır, üzüm, ceviz ve sebze yetiştirilir. İlçe merkezi Ciği Suyunun suladığı bir ovanın kıyısında Türk-Irak sınırından 500 m içeride yer alır. Eski adı Çal’dır.

Şemdinli: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 30.219 olup, 7001’i ilçe merkezinde, 23.218’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 21 köyü vardır. Yüzölçümü 1.652 km2 olup, nüfus yoğunluğu 18’dir. İlçe topraklarını Hakkari Dağları engebelendirir. Batısında İkiyaka (Sat) Dağı, doğusunda Çimen Dağı, güney kesiminde Karadağ yer alır. Dağlar akarsu vadileri tarafından derin bir şekilde parçalanmıştır. Dağlardan kaynaklanan suları Şemdinli deresi toplar. Dağların yüksek kesimlerinde hayvancılık açısından önem taşıyan yaylalar vardır.

Ekonomisi hayvancılığa dayalıdır. Yaylacılık metodu ile küçükbaş hayvan besiciliği yapılır. En çok koyun ve kıl keçisi beslenir. Canlı hayvan ticâreti yaygındır. Tereyağ, peynir başlıca süt ürünleridir. Arıcılık gelişmiştir. Balı bölge ve Türkiye çapında meşhurdur. Ekime müsâit alan az olduğundan; az miktarda buğday, arpa, patates, soğan, elma, ceviz üzüm, nohut ve pirinç yetiştirilir. El tezgahlarında halı ve kilim dokunur.

İlçe merkezi, Şemdinli Çayı vâdisinde İran sınırına yakın bir yerde kurulmuştur. Eski ismi dağlararası mânâsında Nav Çiya idi. Daha sonraları sırasıyla Navşar, Şemdinan ve Şemdinli isimleri kullanıldı. Gelişmemiş, küçük bir yerleşim merkezidir. İl merkezine 128 km mesâfededir. Belediyesi 1936’da kurulmuştur.

Yüksekova: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 69.003 olup 28.486’sı ilçe merkezinde 40.517’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 15, Esendere bucağına bağlı 1, Dağlıca bucağına bağlı 11 köyü vardır. Yüzölçümü 2.291 km2 olup, nüfus yoğunluğu 30’dur. İlçe toprakları yüksek engebeli alanlardan meydana gelir. Kuzeyinde Mordağ, doğusunda Karadağ, güneyinde İkiyaka Dağı, batısında Cilo Dağı yer alır. Dağlardan kaynaklanan suları Zap Suyu toplar. İlçe topraklarının orta kesiminde Türkiye’nin en büyük ve en yüksek düzlüklerinden biri olan ve ilçeye adını veren Yüksekova (Gevar Ovası) yer alır.

Ekonomisi hayvancılık ve ticârete dayalıdır. Yaylacılık yöntemi ile çok sayıda küçük baş hayvan beslenir. Canlı hayvan ticâreti yaygındır. Süt, süt ürünleri ve yağ başlıca hayvansal ürünlerdir. Hayvanlardan elde edilen yünler eğrilerek kilim, çadır dokunur ve çorap örülür. Arıcılık gelişmiştir. Ekime müsâit alan az olduğundan üretim düşüktür. Az miktarda buğday, patates, soğan, elma, ceviz ve üzüm yetiştirilir. Süt fabrikası ve et kombinası başlıca sanâyi kuruluşlarıdır.

İlçe merkezi, Nehil Çayı vâdisinde kurulmuştur. Hakkâri’nin nüfus ve yüzölçümü bakımından en büyük ilçesidir. Eskiden Gevar ve Dize adları kullanıldı. Esendere sınır kapısından İran’a geçen transit yolun önem kazanmasından sonra ilçe gelişti ve ticaret merkezi haline geldi. İl merkezine 76 km mesafededir. Belediyesi 1936’da kurulmuştur.

Târihi Eserler ve Turistik Yerleri

Hakkâri, ulaşım ve haberleşmesi en güç olan bir ilimizdir. Modern konaklama ve dinlenme tesisleri ve turizm alt yapı tesisleri olmadığı için turizm sektörü gelişmemiştir. Anadolu’nun her köşesi gibi Hakkâri’de 5 bin yıl öncesine kadar uzanan târihî geçmişi, paha biçilmez arkeolojik ve tabiî güzellikleri ile turistler için aranan bütün imkânlara sâhiptir. Bâzılarında 4 km’yi aşan 20 buzul ve krater gölleri, kış ve dağ sporları ve avcılık bakımından zengin bir turizm potansiyeline sâhiptir. Hakkâri dört mevsimi bir arada yaşayan nâdir bir bölgedir. Târih öncesi çağlardan kalma buzulların az ötesinde kır çiçeklerine rastlanır. Dünyânın hiçbir yerinde bulunmayan balık, çiçek ve bitkiler bu bölgede bulunmaktadır.

Eski eserler:

Melik Muhammed Esad Medresesi: Hakkâri beylerinden Melik Muhammed Esat tarafından 13. asırda yaptırılmıştır. Medresenin yanında Melik Muğhammed Esat ve âile fertlerinin mezarları da vardır. 1910 senesine kadar medrese olarak hizmet gören eser, daha sonraları uzun bir müddet vîran halde kaldı. Vakıflar Genel Müdürlüğünce 1984’te eski mîmârisi üzerine yeniden restore edilen medrese, hâlen câmi olarak faaliyet hâlindedir.

Zeynel Bey Medresesi: Hakkâri beylerinden Zeynel Bey tarafından yaptırılmıştır. Sultan Üçüncü Murâd zamanında Tebriz Seferine katılan Zeynel Bey bu seferde şehid düşmüş, Pâdişahın emri üzerine yaptırdığı medreseye defnedilmiştir. GÜnümüzde harâbe hâlindedir.

Meydan Medresesi: Kitâbesinden 1700 senesinde yaptırıldığı anlaşılan eser, Biçer Mahallesindedir. İki katlı, orta avlulu medreseler planındadır. Cumhûriyet döneminde bir süre cezâevi olarak kullanılan medrese, 1984’te Vakıflar Genel Müdürlüğünce restore edilmiştir.

Kayme Sarayı: İki katlı olan sarayın kitâbesinde 1910 târihi vardır. Seyyid Abdullah Efendiye âittir. Sarayın kuzey ve batı duvarı günümüze ulaşabilmiştir.

Kelat Sarayı: Bölgedeki sivil mîmârî örneklerinin en önemlilerinden biridir. Günümüzde sâdece güney cephesi ayakta kalabilmiştir.

Taşköprü: Osmanlılar döneminde Şemdinli Deresi üzerinde kurulan köprü, 10.80 m yüksekliğnde 21.60 m uzunluğunda 2.90 m genişliğindedir. Köprünün iki tarafında zeminle irtibâtı sağlayan dolgu kısımlar yıkılmıştır. Günümüzde dallarla yapılmış eğreti bir kaplamayla geçişler sürdürülmektedir.

Gülüreş Baba Türbesi: Hakkâri’nin BiçerMahallesindedir. Türbe 1982’de Câmiler Derneği tarafından tâmir ettirilmiştir. Kitâbesi olmayan türbe kapısındaki tabelada Gülüreş Baba Doğum H. 465 (1074), ölüm H. 555 (1165) târihleri vardır.

Seyyid Abdullah Türbesi: Şemdinli’nin 17 km batısında bulunan Bağlar (Nehri) köyündedir.Türbe mezarlık içindedir.Türbede Seyyid Tâhâ-i Hakkârî’nin amcası büyük âlim ve velî Seyyid Abdullah medfundur.

Seyyid Tâhâ-i Hakkârî Mezarlığı: Şemdinli’nin Bağlar (Nehri) köyündedir.Mezarlıkta 16 civârında, üzerinde bitkisel motifler, âyet ve sözler bulunan mezar taşı vardır.Seyyid Tâhâ-i Hakkârî’nin mezar taşı ayakta olup, üzerinde;”Merkadi hafîdi Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî-eş-Şeyh Seyyid Tâhâ bin Molla Ahmed (1269)” yazmaktadır.

Kaya resimleri: Cilo ve Sat dağları arasında kalan Bevarik Vâdisi ilk insanların yaşadığı yerlerden biridir. Bu vâdide yalçın kayalara çizilmiş en az 8 bin hattâ 10 bin yıllık resimler vardır. Bu resimler, dünyânın en değerli ve en eski târihî belgeleri sayılmaktadır. Şimdiye kadar 1179 kaya resmi bulunmuştur. Sıkı bir araştırma ile bu sayı artabilir. Bu resimler çok eskiden yaşamış insanlara âittir. Bu bölge gibi Geşitli bucağı çevresinde Feraşin ve Meydan-ı Zengil yaylalarında kaya resimleri olduğu ifâde edilmektedir. Resimler, hayvan resimleri ve geometrik desenlerden ibârettir. Resimlerden bâzılarının M.Ö. 5300-5500 senesinde çizildiği tesbit edilmiştir.

Dev evleri: Hakkâri’nin birçok yaylasında bilhassa Bezirgan Çayırı, Faraşin Yaylasında, Gürpınar-Hakkâri dağ yolunda rastlanan bu eserler üç veya dördü bir arada olan kayalara oyulmuş dev yapılardır. Bunların Asur saldırılarına karşı haber alma kaleleri veya yaylaya salınan sürülerin gözetlenmesi veya korunması için yapıldığı sanılmaktadır.

Eski kitap depoları: Hakkâri Dağlarında kaya sığınaklarda değeri çok kıymetli (paha biçilemeyen) kitap depoları vardır. Yerleri meçhuldür. Avrupalı antikacılar, Dağlıca (Oramar)da bulunan bir kaya sığınağındaki kitap deposundaki kitapları yurt dışına kaçırırken yakalanmışlardır.

Târihî Sid ve arkeolojik şehirleri: Hakkâri’de eski çağlara âit şehir kalıntıları oldukça fazladır. Yüksekova ilçesinin Büyük Çiftlik köyü yakınında “Musasir” şehri ile Şemdinli’nin Nehri köyünde Huri Devletinden kalma târihî kalıntılar (yazı, oyma taş, mezarlar) bulunur. Örençik köyünde dikili taş, Hurgain mevkiinde 15 m uzunlukta bir binâ kalıntıları vardır. Kapıları arkadan kapatılan merdivenli oyma mağaralar. Oğul (Tal) Deresinde kayalara oyularak yapılan ve çarşısı bulunan Nastûrî kilisesi ile Hakkâri Merkez, Konak, Zap, Çanaklı ve Geçimli’de Nastûrî kiliseleri vardır.

Kaleler: Hakkâri Kalesi harâbeleri ve sarnıçları park hâline getirilmiştir. Buradan Hakkâri kuş bakışı seyredilir. Uzungeçit ve Dağaltı köylerinde “kelâmeme” ve “keâtivuri” kaleleri vardır.

Tabiî güzellikler ve mesîre yerleri: Hakkâri, haşin tabiatlı ve heybetli görünüşlü yüksek dağları ve derin vâdileri ve dünyâda eşine az rastlanan tabiî güzelliklere sâhiptir. Cilo ve Sat dağlarına “Türkiye’nin Himalayaları” denir. Devamlı karlı tepeleri, 20’den fazla dağ buzulu ve 20’ye yakın buzul gölleri, 4 bin metreden aşağıya sarkan buzulları ile küçük Asya’nın bir nevî millî parkıdır. Dağları görmek ve dağ havasını teneffüs etmek isteyenler için en ideal yer Hakkâri Dağlarıdır. Hakkâri av hayvanı bakımından zengindir. Dağ keçisi, dağ koyunu, ayı, kurt, vaşak, porsuk, sansar, tilki, keklik, kaz, ördek, turaç, toy, angut, turna, bıldırcın ve tavşan bulunur. Dağ keçisi ve dağ koyununun nesli tükenmek üzeredir.

Zap Vâdisi: Zap Suyu eşsiz tabiî güzellikler arasından geçer. Heybetli dağlar, yemyeşil vâdi ve yamaçları ile dünyâda ender rastlanan güzel bir yerdir.

Cilo ve Sat Dağları: Yüksek dağlar, karlı tepeler, vâdi ve yamaçlarda bol sular, buzul gölleri ve yaylaları ile çok güzel bir bölgedir. Dağ ve kış sporları ile av turizmine de müsâittir. Cilo-Sat Dağlarının Millî Park hâline getirilmesi için 1945’ten bu yana çalışmalar vardır.

HAKKI DURSUN YILDIZ

İslâm târihi sahasındaki eserleriyle tanınan ilim adamı. 1937 yılında Artvin’in Şavşat kazâsında doğdu. Babası Osman Efendi, annesi Seyhat Hanımdır. 1946 yılında başladığı tahsilini 1961 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden mezun olarak tamamladı. 1966 yılında Mu’tasım Devrinde Abbâsî İmparatorluğu isimli teziyle Târih Doktoru pâyesini aldı. 1969-70 yılları arasında Fransa’da ilmî araştırmalarda bulundu.Kasım 1972’de Samerra Devletinin Sonuna Kadar İslâm Devletinde Türkler adlı teziyle Doçent oldu. 1979’da Profesör olan Hakkı Dursun Yıldız, 3 Eylül 1982 târihinde Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesine kurucu dekan tâyin edildi. 1992’de Marmara Üniversitesi Rektörü seçilinceye kadar bu görevi devam ettirdi. Üç aylık Rektörlük vazifesinden sonra 23 Ekim 1992 târihinde vefât ederek Zincirlikuyu Kabristanında defnedildi.

Hakkı Dursun Yıldız; samimi, açık sözlü, mütevâzi, dürüst, hizmet aşkıyla dolu, idealist bir şahsiyete sâhipti. İslâm inançlarına bağlı bir ilim adamıydı. Üniversitedeki görevleri yanında Türk Târih Kurumu, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Türk Arap İncelemeleri Vakfı Mütevelli Heyeti, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Mütevelli Heyeti üyeliklerinde bulunmuştur. İlmî çalışmalarını Türklerin İslâm dünyâsı ile ilişkileri, Müslüman olmaları ve İslâm devleti hizmetindeki faaliyetleri üzerinde yoğunlaştırmıştı. En önemli eserleri İslâmiyet ve Türkler, Moğol İstilasına Kadar Türkistan (V.V. Barthold’dan tercüme) ve Târihte Araplar (B. Lewis’ten tercüme)dır. Arapça, Fransızca ve Almanca bilen Hakkı Dursun Yıldız’ın şu sözleri târih şuuru ve düşüncesini ortaya koymaktadır:

“Târih kültürün temel unsurlarından biridir. Bir topluluğun millet olabilmesi için târih şuuruna sâhib olması gerekir. Bu bakımdan bütün yüksek tahsil dallarında (tıp, mühendislik vs.) öz olarak bir Türk târihi vermek lâzım. Özellikle politikacıların aşağılık kompleksinden kurtulması ve tecrübe kazanması için Türk-İslâm târihini öğrenmesi gerekmektedir.”