HAFNİYUM
Alm. Hafnium (n), Fr. Hafnium (m), İng. Hafnium. Parlak ve sert bir metalik element. Hf kimyasal sembolüyle gösterilir.
İlk defa 1922’de Kopenhang’da Alman fizikçi D. Coster ve Macar kimyacı G. de Hevesy tarafından keşfedildi. Hafniyum ismi de Kopenhang’ın Latince ismi “Hafnia”dan gelir.
Özellikleri: Hafniyum, sünek (şekil verilebilen) paslanmaz çelik renginde bir metaldir. Atom numarası 72, atom ağırlığı da 178,49’dur. Erime sıcaklığı 2222°C ve kaynama sıcaklığı da 3100°C’dir. Özgül ağırlığı 12,1 g/cm3tür. 174, 176, 177, 178, 179 ve 180 kütle numaralı izotopları vardır. Bileşiklerinde (4+) değerlikli olup kuvvetli elektropozitiftir. Derişik sülfürik asidde yavaşca çözünür. Metalik halde 500°C’deki erimiş NaOH’den bile etkilenmez.
Bulunuşu ve elde edilişi: Hafniyum yer kabuğunda çokluk bakımından elementler arasında 47. sırayı alır. Tabiatta ayrı ve belirli bir mineral hâlinde bulunmayıp hemen hemen daima zirkonyumla birlikte ve mineralleri içinde % 1-2 konsantrasyonlarında bulunur. Bunlara badelyit (ZrO2) ve zirkon (ZrSiO) başlıca misâllerdir. Hafniyumun zirkonyumdan ayrılması, potasyum hekzaflorürlerin (K2HfF6 ve K2ZrF6) defalarca kısmî kristallendirmelere tabi tutulmasıyla sağlanır. Ayrılan K2HfF6’nın sonra çelik bombada (kap) sodyum ile indirgenmesiyle metalik hafniyum elde edilir. Hafniyum keza ekstraksiyon işlemiyle de zirkonyumdan ayrılabilir.
Kullanılışı: Hafniyum iyi bir nötron tutucu olduğu için nükleer güç reaktörlerinde kullanılır. Ayrıca refrakter alaşımlarında mukavemet verici olarak kullanılır. 2812°C erime sıcaklığına sâhib olan hafniyum oksid bileşiği de refrakter maddesi olarak kullanılır. Hafniyum bâzan bazı lamba tiplerinde oksijen ve azotu gidermede de kullanılır.
Alm. Ausschachtung (-en pl.) (f). Fr. excavation (f), İng. Excavation (s). Toprak, taş veya kayalık zeminleri kazma, taşıma, yumuşatma gibi ameliyelerle şekillendirme işi. Karayolu, baraj, demiryolu, madencilik ve bina inşaatı gibi projelerin önemli bir kısmı hafriyattır. Zamanımızda büyük hafriyatlar genellikle modern makina ve taşıtlarla yapılmaktadır. Hafriyatta değişik maksat ve şartlarda çalışan çeşitli iş makinaları kullanılmaktadır.
Yükleyiciler: Önlerinde geniş bir kova bulunan paletli yâhut lâstik tekerlekli hafriyat makinalarıdır. Hidrolik kumandalı ön kovaları aşağı yukarı eğilip kalkabilir. Yükleyicinin öne hareketi ile toprak, moloz vs. dolan kova kaldırılıp kamyon veya uygun yer üzerine aşağı eğilerek boşaltılır. Umumiyetle kayalık, beton, moloz gibi engebeli arazilerde paletli yükleyiciler, düzgün zeminlerde ise tekerlekli yükleyiciler kullanılır. Lâstik tekerlekli yükleyicilerin arkasına bâzan bir hidrolik kepçe takılır.
Buldozer: Önüne itici, kazıcı bir bıçak monte edilmiş, umumiyetle paletli olan bir hafriyat makinasıdır. Bıçağın hareketi hidrolik mekanizma ile sağlanır. Zemin seviyesinin altında tutulan bıçak, buldozer ilerlerken kazar, zemin seviyesindeyken toprağı iterek taşır, daha yukarıda tutulan bıçak ise toprağı dağıtır. Çeşitli hafriyat işlerinde kullanılan bir iş makinasıdır. Sığ kazı, yakın mesafe toprak taşıma, kamyonların döktüğü toprağı dağıtma, ağaç sökme, kaya çıkarma, araç kurtarma, zemin düzeltme gibi işlerde kullanılır.
Skreyper: Ön tarafı açık, açık tarafın alt kenarı keskin geniş bir kazana benzer. Keskin kenar aşağıda, kazma yukarıda tutularak taşıma yapılır. Kazanın arka ucunda bir tekerlek, ön tarafta ise iki yahut dört tekerlekli yahutta paletli çekiciler tarafından taşınır. Öne çekilen kazan, keskin açık ucu tarafından toprakla dolar. Skreyper ancak bir buldozer tarafından itilerek kazı işlemi tam kapasite ile yapılabilir. Kazanı dolan skreyper, kazanın ön kapağını kapatarak yükünü boşaltacağı alana gider ve düzgün bir şekilde toprağı yayarak boşaltır.
Greyder: Ön ve arka tekerlekleri arasında 3-4 metrelik bıçak taşıyan bir hafriyat makinasıdır. Bıçak mekanik ve hidrolik olarak her iki tarafta öne, arkaya, aşağı, yukarı eğilebilir. Bu hareketiyle sıyırdığı yükü sağa ve sola dağıtabilir. Açılan yolların son düzeltmesinde kullanılır.
Ekskavatör: Kazı işlerinde kullanılan, sürekli çalışabilen ve çok çeşitli kazma işlerinde kullanılabilen önemli bir makinadır. Paletli veya lâstik tekerlekli olabilir. Mafsallı bir kol üzerinde hareket edebilen bir kazıcı kepçeye sahiptir. Mafsallı kol, genellikle hidrolikle veya kablolu olarak tahrik edilir. Küçük tiplerde kepçe, aracın ön veya arkasına hidrolik olarak tahrik edilen mafsallı kollarla bağlıdır. Arkaya takılan kepçeler, toprağı ters yöne hareketle doldurarak kaldırır ve başka bir yere boşaltır. Uzun hidrolik kollarla tahrik edilen bu tip ekskavatörler kanal kazma işlerinde kullanılır. Ön tarafa monte edilen yüz kepçesi öne itilerek kazma yapar. Genellikle sert yerlerin kazılmasını gerektiren ağır işlerde bunlardan istifade edilir. Sürücü kabini ve motorun da bulunduğu bir döner platform üzerine monte edilen kablolarla idare edilen büyük kepçeli ekskavatörler büyük hafriyat kapasiteleriyle kendi alanlarında rakipsizdirler. Bunlarda döner platform, yürütücü sistemi ihtiva eden tertibatın üstünde bulunduğundan kepçe istenilen yöne serbestçe dönebilir.
Hafriyat işlerinde yapılan değişik birçok işlem için çeşitli araçlar da kullanılır.
Delme: Sert kayaların hafriyatı doğrudan yapılamaz. Bunun için ilk defa seyyar matkaplarla delinerek dinamitlenir. Parçalanan kayaların hafriyatı yapılabilir.
Yığma ve kaldırma: Bilhassa karayolu yapımında tepelerden alınan toprak, çukurlara yığılarak yolun düz seviyeye getirilmesine çalışılır. Burada çok büyük toprak yığınlarının oynatılmasına gerek olduğundan yol güzergâhının ve kaldırılan toprağın en uygun şekilde tesbiti önemlidir.
Yerleştirme ve Sıkıştırma: Yığılan toprağın yerleşmesi uzun zaman alır. Bunu çabuklaştırmak için yığılan toprak, silindirler ve tırnaklı demir tekerlekli özel araçlarla sıkıştırılır. Bu şekilde ilk hacminin % 90’ı oranında sıkışan toprak daha kararlı bir hâl alır.
Mâdenler: Buralarda özel amaçlı tünel kazıcılar kullanıldığı gibi açık mâdenlerde çok büyük döner kepçeli kazıcılar da kullanılır.
Resûlullah efendimizin mübârek hanımlarından. Hazret-i Ömer’in kızı olup, annesinin ismi Zeyneb binti Maz’ûn’dur. Bi’set’ten yâni Peygamber efendimize peygamberliğin bildirilmesinden beş sene önce doğdu. 665 (H.45) senesinde Medîne-i münevverede vefât etti.
Hazret-i Hafsâ, babası hazret-i Ömer, İslâmiyeti kabul edince, Müslüman oldu. Huneys bin Huzâfe ile evlendi. Huneys ile önce Habeşistan’a sonra Medîne’ye hicret etti. Huneys, Bedr ve Uhud gazvelerine katıldı. Uhud’da yaralanıp, Medîne’de şehid olunca, hazret-i Hafsâ genç yaşta dul kaldı.
Hicretin üçüncü yılında Peygamber efendimiz ile nikâhlanmakla şereflendi.
Peygamber efendimiz kendisine hitâben; “Ey Hafsa! Sakın çok konuşma! Allahü teâlâyı anmadan çok konuşmak, kalbi öldürür. Allahü teâlânın zikri ile çok konuşmak ise kalbi diriltir.” buyurdu.
Peygamber efendimizin sabah namazı için kalktığında, abdest aldıktan sonra sabahın sünnetini evinde kıldığını o haber vermiştir. “Peygamber efendimizin oturarak tesbih namazı (nâfile) kıldığını görmedim. Ancak, vefâtından bir sene önce tesbih namazlarını oturarak kılmaya başladı” buyurdu.
Peygamber efendimiz, hazret-i Hafsa’ya husûsî olarak, kendisinden sonra; hazret-i Ebû Bekr ve Ömer’in halîfe olacağını bildirdi.
Hazret-i Hafsa, irâdesi kuvvetli, özü sözü bir idi. Peygamber efendimiz onun hakkında; “Hafsa tam mânâsıyla babasının kızıydı.” buyurdu. Dînî vecîbeleri hakkıyla yerine getirirdi. Geceleri ibâdet eder ve senenin çoğunu oruçlu geçirirdi. Çok bilgiliydi. Abdullah bin Ömer, Safiyye binti Ebû Ubeyde, Ümmü Mübeşşir, Hamza bin Abdullah, Hârise bin Vehb, Abdurrahmân bin Hâris talebeleri olup, pekçok husûsu rivâyet ederek haber verdi. Hazret-i Hafsa’ya Peygamberimiz vefât edince, Beytülmâl’den tahsîsât ayrıldı. Hazret-i Ömer’in hilâfetinde ise kendisine dîvândan on bin dirhem tahsisât bağlanarak geçindi. Babası şehid olurken, hazret-i Ebû Bekr’in toplattığı Kur’ân-ı kerîmi muhâfaza etmekle vazifelendirildi. Hazret-i Osmân’ın hilâfetinde Kur’ân-ı kerîmin çoğaltılması esnâsında muhâfaza ettiği nüshayı halîfeye teslim etti.
Hazret-i Hafsa 665 (H. 45) senesi Şâban ayında Medîne-i münevverede vefât etti. Cenâze namazını Medîne vâlisi Mervân bin Hakem kıldırdı. Bakî Kabristanlığına defnedildi.
Peygamber efendimizden altmış hadîs-i şerîf rivâyet etmiş olan hazret-i Hafsa’dan; Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmüzî, Nesâî ve İbn-i Mâce hadîs-i şerîf nakletmişlerdir.
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları:
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, yataklarına yattıkları zaman mübârek sağ ellerini başlarının altına koyar ve şöyle duâ ederdi: “Rabbi kınî azâbeke yevme teb’asü ıbâdeke” (Yâ Rabbî! Kullarını dirilteceğin gün, beni azâbından koru) (3 defâ). Peygamber efendimiz sağ eliyle yer, sağ eliyle içer, abdeste, giyinmeye, almaya ve vermeye sağdan başlardı.
Bir gün Resûl-i ekrem, elbisesini diz kapaklarının altına kadar sıvayıp istirahat ediyordu. Hazret-i Ebû Bekr gelip izin istedi. Habîb-i ekrem izin verdiler. Hâllerini değiştirmediler. Sonra hazret-i Ömer gelip izin istedi. Ona da izin verdiler ve hâllerini değiştirmediler. Bir grup Eshâb-ı kirâm da gelip izin istedi. Onlara da izin verdiler ve hâllerini değiştirmediler. Daha sonra hazret-i Osmân gelip izin isteyince, Resûl-i ekrem hemen toparlandı. Elbisesini düzelttiler. Hepsi gittikten sonra, Resûlullah’a; “Ey Allah’ın Resûlü, hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer ve diğer Eshâb-ı kirâm geldiler. Durumunuzu değiştirmediniz. Sonra hazret-i Osmân geldi. Elbisenizi düzelttiniz.” deyince, Resûlullah; “Meleklerin bile hayâ ettiği Osman’dan hayâ etmeyeyim mi?” buyurdu.
Yavuz Sultan Selim Hanın hanımı, Kânûnî Sultan Sülyemân Hanın annesi. Kırım hanı Mengli Giray’ın kızıdır. Oğlu Şehzâde Süleymân (Kânûnî)ın sancakbeyliği sırasında uzun yıllar Manisa’da bulundu. Bu sırada, cami, medrese, imâret, hankâh, dârüşşifâ, hamam ve sıbyân mektebinden ibaret kendi adı ile anılan Külliyeyi yaptırdı. Yaptırdığı eserlerin faaliyetlerini devam ettirebilmesi için Urla’daki çiftliklerin gelirlerini vakfetti. Burada bir de mescid yaptırdı. 1533 yılında İstanbul’da vefât edince Yavuz Sultan Selim Câmii bahçesindeki türbesine defnedildi.
On üçüncü asırda Tunus’ta kurulan ve üç asır devâm eden bir devlet. Devlet, adını, Hintataların reisi olan Şeyh Ebû Hafs Ömer’den almıştır.
Ebû Hafs Ömer, Muvahhidler hareketinin lideri olan İbn-i Tumart’ın talebesi ve Abdülmü’min’in kumandanlarındandı. Bu yüzden Ebû Hafs’ın torunları, Muvahhidler nezdinde çok îtibârlı olduklarından, Afrikiyye vâliliğine tâyin edilirlerdi. 1207 senesinde Ebû Hafs’ın oğlu Ebû Muhammed, Muvahhidler sultânı Nâsır tarafından Afrikiyye vâliliğine getirildi. Ebû Muhammed, Murâbıtlar üzerine başarılı seferler düzenledi ve ölümüne kadar bu vazifede kaldı. Muvahhid sultânı tarafından, yerine oğlu Ebû Zeyd tâyin edildi. Arkasından, Ebû Muhammed’in diğer oğulları Ebû MuhammedAbdullah, Afrikiyye; Ebû Zekeriyyâ ise, Gabes vâliliğine, Muvahhid sultânı Âdil tarafından tâyin edildiler.
Bu döneme kadar Hafsîler, Muvahhidlerin hâkimiyeti altındaydılar. Ebû Zekeriyyâ, bu hâkimiyetten Hafsîleri kurtararak müstakil bir devlet kurdu. Bir süre sonra, Muvahhid sultânının Ehl-i sünnet îtikâdına uymayan bid’atleri yapmasını bahâne eden Ebû Zekeriyyâ, adını hutbeden çıkardı. Kendisi emîr ünvânını aldı. 1236 senesinde hutbeyi kendi adına okuttu. Başarılı seferler netîcesinde, Kostantina, Bicâye ve Cezâyir şehirlerini ele geçirdi. Baş kaldıran Huvaraların isyânı bastırıldı ve 1242 senesinde Tilemsan zabtedildi.Merînîler ve Miknasa ahâlisi, Trablus’tan Sebte ve Tanca’ya ve Akdeniz’den Zâb ve Sicilmâsa’ya kadar olan topraklarda hüküm süren Tunus emîrinin hâkimiyetini tanıdılar. Hıristiyanların tehdidine mâruz kalan Velencia, Murcia, İşbiliye gibi çeşitli Endülüs şehirleri, Hafsî Sultânı Ebû Zekeriyyâ’dan yardım istediler ve ona tâbi oldular. Ebû Zekeriyyâ 1249 senesinde vefât ettiği zaman,Afrika’nın en kuvvetli ve kudretli sultânı hâline gelmişti.
Ebû Zekeriyyâ’nın yerine geçen oğlu Ebû Abdullah’ın devri de, babasınınki gibi parlak geçti. Amcasının oğlu Lihyânî’nin ve çeşitli kabîlelerin isyânlarını başarı ile bastırdı ve bütün Afrikiyye’de hâkimiyet sağladı. Saint Louis ve Charles d’Anjou komutasında 1270 senesinde Tunus’a gelen Hıristiyan ordusunu büyük bir mağlûbiyete uğrattı. Ebû Zekeriyyâ Emîr ünvânı ile yetindiği hâlde, oğlu Ebû Abdullah, Halîfe ve Emîr-el-mü’minîn ünvânını aldı. Bağdat, Moğollar tarafından zaptedilince, Ebû Abdullah, Mekke şerîfinden kendisinin Abbâsî halîfelerinin vârisi olduğunu bildiren bir berat getirtmişti.
Hafsîler Devletinin parlak devri, Ebû Abdullah’ın vefâtı ile sona erdi ve iç isyânlar başladı. Ebû Abdullah’ın yerine geçen oğlu El-Vasik, amcası Ebû İshâk tarafından 1279 senesinde tahttan indirildi. Ebû İshâk, dört sene saltanat sürdükten sonra, İbn-i Ebû Amara tarafından tahttan indirilerek, Bicâye’de îdâm edildi. Çok geçmeden Hafsî Devleti ikiye bölündü. Ebû Hafs, Tunus’ta bağımsız devlet kurarken, Ebû Zekeriyyâ da Bicâye Devletini kurdu. Afrikiyye’de kabîleler arasında Tilemsan Abdülvâdilerînin de katılmasıyla yirmi üç sene süren savaşlardan sonra anlaşma sağlanabildi. Tunus Sultânı Ebû Asîde Muhammed ile Bicâye Sultânı Ebü’l-Bekâ arasında yapılan antlaşmaya göre; sultanların birinin vefâtı hâlinde, bütün ülkenin hayatta kalanın idâresine geçmesi hükme bağlandı. Ebü’l-Bekâ böylece kısa bir süre de olsa, Hafsî birliğini tekrar kurdu. 1311 senesinde Hafsî emirlerinden Ebû Zekeriyyâ bin Lihyanî, Tunus’u zabtederek Ebü’l-Bekâ’yı îdâm ettirdi. Bu olay üzerine Ebû Yahyâ, Bicâye’de sultanlığını îlân etti. 1318 senesinde Tunus’u da ele geçirerek Afrikiyye ve Tunus’u hâkimiyeti altında yeniden birleştirdi. Fakat bu hâkimiyeti kısa sürdü. Abdülvâdiler ile anlaşan Koublular ve diğer Sulemî kabîleleri ve eski Tunus sultânı Ebû Dabbe ile savaşmaya mecbûr kalan Ebû Yahyâ, dört sefer tahttan uzaklaştırıldı ise de, Merînîlerin yardımı ile bütün düşmanlarını yendi. Merînîler ile sıkı bir dostluk kurdu. Hafsî emîrlerinden birinin kızını, Merînî sultânının oğlu ile evlendirdi. Ebû Yahyâ, saltanatının son devirlerinde âsâyişi sağlamayı başardı. Karışıklıklardan faydalanan ve müstakil beylik hâlini alan Cerîd kasabalarını idâresi altına aldı. Trablus’u kaybetti ise de Hıristiyanların zaptettikleri Cerba’yı geri aldı.
Ebû Yahyâ’nın, 1346 yılında vefâtı ile devlette yine iç karışıklıklar başladı. Tahta geçmesi gereken Ebü’l-Abbâs’ın saltanatı Ebû Hafs tarafından gasb edildi. Ebû Hafs, Hafsî emîrlerinin bir kısmını katledince, Merînîler, müdâhalede bulundular ve Hafsî topraklarını istilâ ettiler (1347).
1357’de Merînî Devleti içerisinde başgösteren karışıklıklardan istifâde eden hafsî emîrlerinden İkinci Ebû İshâk, Tunus’a tekrar girdi.
Buna rağmen, Hafsî Devletinde iç karışıklıklar devâm ediyordu. İkinci Ebû İshâk Tunus’ta, Ebû Abdullah Bicâye’de, Ebü’l-Abbâs ise Kostantine’de saltanat sürüyorlardı. Bir süre sonra Ebü’l-Abbâs, 1369 senesinde Hafsî Devletinin bütün topraklarına tek başına hâkim oldu. Bütün saltanatı boyunca sulh ve sükûnu sağlamaya çalıştı. Kabîlelerin ayaklanmalarını bastırdı. Carid, Gafra ve Gabes şeyhlerini itâati altına aldı. Devletin bu sûretle yeniden tesis edilmesine oğlu Ebû Fâris Abdülaziz’in saltanatı devrinde de devâm edildi. Ebû Fâris, Tunus’ta büyük bir nüfûz ve güç kazandığından, Tlemsan’ın iç işlerine karıştı. Tlemsan Emîri Abdülmelik ölünce, Tlemsan’ı zabtetti. Ebû Fâris’ten sonra sırasıyla tahta geçen Ebû Ömer Osman (1434-1488), Ebû Zekeriyyâ Yahyâ (1488-1494), Ebû Abdullah Muhammed (1494-1526) Hıristiyanlara karşı daha önceki sultanların uyguladıkları siyâseti aynen tatbik ettiler. On üçüncü asırda Cenevizliler ve Pisalılar ile yapılan ticâret antlaşmasını 16. asırda yenilediler. Aragon, Mayerka, Montepelliler, Venedik ve Floransa ile yeni ticârî andlaşmalar yapıldı. Bununla berâber Hıristiyanların bâzı bölgelere saldırmaları ve 16. asrın son senelerinden îtibâren Afrika sâhillerinde büyüyen korsanlık hareketleri, ticârî münâsebetleri gittikçe güçleştiriyordu. Hafsî Devletinin limanları, korsanların sığınakları hâline geldi. Bundan dolayı da Hafsî ülkesi, Akdeniz sâhillerindeki en önemli noktalara yerleşmeyi düşünen İspanyolların taarruzlarına uğradı.
İspanyollardan daha önce davranan Barbaros Hayreddîn Paşa, 1534 senesinde, Ebû Abdullah Muhammed’in halefi Mevlay Hasan’dan Tunus’u zabtetti. 1535 senesinde Mevlay Hasan, Tunus’u ele geçiren Charles Quint’in yardımı ile tekrar ülkesine girdi ve İspanya’yı cizye vermeye mecbûr etti. Mevlay Hasan, Tunus’ta, Goulette’de bulunan İspanyol garnizonu sâyesinde durabildi. Tunus ile Bizerta arasında bir şerit hâlinde uzanan arâzinin hâricindeki bütün Tunus toprakları, idâresinden çıkmıştı. Mevlay Hasan, oğlu Ahmed Sultan tarafından tahttan indirilerek gözlerine mil çekildi (1542). Ahmed Sultan, 1569 senesine kadar saltanat sürdü. 1569 yılında Osmanlı Donanmasının kaptan-ı deryâsı Kılıç Ali Reis, İspanyolların Türklere karşı hareket üssü olarak kullanmalarına mâni olmak için, Tunus’un tamâmını ele geçirdi. 1573 senesinde Don Juan’ın seferi üzerine, Hafsîler son olarak bir defâ daha iktidârı ele geçirdiler. Lâkin, ertesi sene Sinan Paşa, Tunus ile La Goulette’yi zaptetti. Hafsî Hânedânının son temsilcisi olan Mevlay Muhammed esir edilerek İstanbul’a gönderildi. Böylece Hafsî Devleti tamâmen ortadan kaldırılınca, Türkler kat’î olarak Tunus’a yerleştiler.
Hafsî Devletinin kurulması, Tunus’ta senelerce süren gerçek bir refâhı te’min etti. Tunus şehri sâdece siyâsî yönden değil, ticâret ve ilim bakımından da bütün ülkenin merkezi oldu. Hânedânın ilk iki sultânı, Tunus’ta pek çok saray, câmi, zâviye, su kemeri ve kütüphâneler inşâ ettirdiler. İslâm âleminin her tarafından gelen bir çok âlim ve şâir, Tunus’a yerleşti. Hıristiyanlarla ticârî antlaşmalar yapıldı. Devleti yeniden eski hâline getirmeye çalışan Ebû Fâris, atalarının geleneğine uyarak sanat ve ilim dostu olduğu için, ülkenin çeşitli yerlerinde câmiler, zâviyeler, mektepler, kütüphâneler ve hastahâneler inşâ ettirdi. İslâm âleminde daha önce bilinen medrese usûlü eğitimi, 13. asırda Tunus’a yerleştirenler Hafsîler oldu.
HAFSÎ HÜKÜMDARLARI
Ebû Zekeriyyâ Yahyâ-I |
1228-1249 |
Ebû Abdullah Muhammed-I |
1249-1277 |
El-Vâsik |
1277-1279 |
Ebû İshak İbrâhim-I |
1279-1282 |
Ebû Hafs Ömer-I |
1282-1295 |
Ebû Abdullah Muhammed-II |
1295-1309 |
Ebû Yahyâ Ebûbekir-I |
1309 |
Ebü’l-Bekâ Hâlid-I |
1309-1311 |
Ebû Zekeriyyâ el-Lihyani |
1311-1317 |
Ebû Dabbe Muhammed |
1317-1318 |
Ebû Yahyâ Ebûbekir-II |
1318-1346 |
Ebû Hafs Ömer-II |
1346 |
Ebü’l-Abbas Ahmed-I |
1346-1350 |
Ebû İshak İbrâhim-II |
1350-1368 |
Ebü’l-Bekâ Halid-II |
1368-1370 |
Ebü’l-Abbas Ahmed-II |
1370-1394 |
Ebû Fâris Abdülazîz |
1394-1434 |
Ebû Ömer Osman |
1434-1488 |
Ebû Zekeriyyâ Yahyâ-II |
1488-1494 |
Ebû Abdullah Muhammed-III |
1494-1526 |
Mevlay Hasan |
1526-1542 |
Ahmed Sultan |
1542-1569 |
Mevlay Muhammed |
1569-1573 |
Alm. Woche (f), Fr. Semaine (f), İng. Week. Birbirini tâkib eden yedi günden meydana gelen zaman parçası. Farsçada yedi mânâsına gelen “hefte” kelimesinden dilimize geçmiştir. Hafta; gün, ay, sene gibi astronomik bir periyoda tekabül etmez. Hafta kavramının ilk defa ne zaman ve kimler tarafından kullanıldığı bilinmemekle birlikte, M.Ö. 10. yüzyılda Asurluların bu şekilde birbirini tâkib eden yedi günlük bir zaman parçası kullandığı anlaşılmıştır. Haftanın tâtil günü İbrânîler tarafından kullanılmaya başlanmış ve Hıristiyanlar tarafından da tasdik edilmiştir. M.S. 321 yıllarında Roma İmparatoru Kostantin tarafından getirilen bir düzenle yedi günlük haftanın başlangıcı olarak Pazar günü kabul edilmiştir. Hafta tâtili Yahûdîlerce Cumartesi, Hıristiyanlarca Pazar, Müslümanlar nezdinde ise Cumâ günü olarak kabul edilmiştir. Memleketimizde 1926 yılına kadar hafta tâtili Cumâ günüydü. Bu târihte çıkarılan bir kânunla bu tâtil Pazar olarak kabul edildi.
DEVLETİN ADI |
Haiti Cumhuriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Port au Prince |
NÜFÛSU |
6.764.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
27.750 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Fransızca |
DÎNİ |
Hıristiyanlık |
PARA BİRİMİ |
Gourde |
Karaib Denizinde Hisponida Adasının batı kısmında kurulmuş olan bağımsız bir devlet. Doğusunda Hisponida Adasının bir kısmına hâkim olan Dominikan Cumhûriyeti vardır.
Târihi
1492’de Avrupalılar tarafından ilk uğranan ada, önce Hisponiola ismini almıştır. Sonra Santo Domingo ismi verilmiştir. Bu adaya ilk yerleşenler İspanyollardır. 1535’te buraya gelen İspanyollar, yerlilerin çoğunu öldürerek adanın doğu kesimine yerleştiler. Korsanların yatağı olan batı kesimi 1697’de Fransa’yla yapılan bir anlaşmayla Fransızlara bırakıldı. İspanyollar çalıştırmak üzere adaya çok miktarda zenci köle getirdiler. Fransızlar Haiti’yi zengin bir koloni hâline getirdikten sonra, Fransa ile adanın münâsebetleri bozulmuş, beyazların muhtariyet için çıkardıkları karışıklıkları(1790), bir zenci köle olan Toussaint Louverture’in isyânı tâkib etmiştir (1792). Louverture, isyânında başarılı olmuş ve 1802’ye kadar ülkenin hükümdârı olmuştur. Napolyon’un emri üzerine yakalanarak Fransa’da hapsedilmiş (1802) ve orada ömrünü tamamlamıştır. Zenci general Dessalinea, Toussaint Louverture’nin yerini alarak Fransızları adadan kovmuş ve 1804’de bağımsızlığını îlân etmiştir. Bunun öldürülmesinden sonra, bir başka zenci olan Henri Christophe, Birinci Henri ismiyle kral ünvânını almıştır (1811-1820). 1820’de intihar eden Birinci Henri’den sonra Boyer, ülkede birliği kurdu.
Adanın batısındaki Haiti Devleti, 1847 ile 1849 yılları arasında bir Cumhûriyet, 1849-1859 yılları arasında bir İmparatorluk olarak yönetilmiştir. Birinci Faustin’in hükümdarlığından sonra tekrar cumhûriyet îlân edilmiştir. Bu târihten sonra sürekli suikastlar ve kargaşalıkların hüküm sürdüğü Haiti’de birbirini hızla izleyen fakat hiçbiri reform programları îlân edemeyen cumhurbaşkanları bulunmuştur.
1915’te başkan V.G. Sam’ın öldürülmesi, daha önce Dominika Cumhûriyetini de vesâyeti altına almış bulunan ABD’nin müdâhalesine yol açmıştır. Amerikalılar 1934 senesine kadar adada kaldılar. 1934-1946 yıllarında demokrasi yönünden gelişen anayasalar çıkarılmış ve melezler idâreye hâkim olmuşlardır. 1946’dan sonra da, zenciler idâreye hâkim olmaya başladılar. 1949’da cuhurbaşkanı seçilen Maglorie’nin 1957’de istifâsından sonra Dr. François Duvallier başkan seçildi ve ülkede diktatörlük îlân etti. Elinde bulundurduğu polis teşkilâtı ile kendine karşı gelenleri sindirdi. Zenciliğin savunucusu oldu. 1971’de yerine oğlu Jean Claude Duvallier geçti. Ekonomiyi düzelten Duvallier, muhâlefetin güçlenmesi üzerine 1985’ten sonra sertliğe yöneldi. 1985 sonlarına doğru kötü hayat şartlarına ve siyâsî baskılara karşı başlayan gösterilerin bastırılamaması üzerine, Duvallier 1986 başlarında Haiti’den kaçtı. Demokrasiye geçiş için kurulan geçici yönetim konseyinde ve hükûmette eski yönetim yanlıları olduğu için, ayaklanmalar bastırılamadı. 1987’de yapılan halk oylamasıyla yeni anayasa kabûl edildi. 1988 Ocak ayında başkanlığa seçilen Leslie Manigat aynı senenin Haziran ayında Genelkurmay başkanı Henri Namphy tarafından devrildi. 1989’da devlet başkanlığına Prosper Avril getirildi. Aynı yılın Nisan ayında devlet başkanına karşı başarasız iki darbe girişiminde bulunuldu. Darbelerin ardından Avril 1987 Anayasasını yeniden yürürlüğe koydu. Başkanlık seçimlerinin 1990 sonbaharında yapılacağını açıklamasına rağmen 1990 Ocak ayında sıkıyönetim îlân etti ve birçok politikacı tutuklandı. Aleyhinde yapılan gösterilen neticesinde Mart 1990’da Avril istifa etmek mecburiyetinde kaldı ve ardından sürgüne gönderildi. Avril’in yerine Genelkurmay Başkanı General Herard Abraham geçti ise de kısa bir süre sonra yönetimi Bayan Ertha Pascal Trouillot başkanlığındaki geçici hükümete devretti. Trouillot ülkeyi çeşitli bölgelerin ve meslek gruplarının temsilcilerinden meydana gelen 19 kişilik bir konseyle yönetmeye başladı.
Aralık 1990’da yapılan başkanlık seçimlerini Katolik papaz Jean-Bertrand Aristidei kazandı. 7 Ocak 1991’de Duvallier yanlısı olan Roger Lafontent başarısız bir darbe girişiminde bulundu. 7 Şubat 1991’de resmen görevi devr alan Aristide başbakanlığa René Préval’ı getirdi. Aynı senenin Eylül ayında bir darbe ile başkanlığı ele geçiren askerler Genelkurmay Başkanı Raoul Cédras’ı yönetimi devralmaya râzı ettiler. Ayaklanma sırasında ve sonraları çıkan olaylarda çok sayıda insan öldü. Bâzı batılı ülkelerin ve Amerikan Devletleri Örgütünün çabaları ile Aristide serbest bırakıldı ve başkanlığa tekrar getirildi. Bir süre sonra meclise düzenledikleri baskınla Aristide’yi görevden alan ordu, geçici başkanlığa Yüksek Mahkeme Yargıcı Joseph Nerette’ye getirdi. Bu durum üzerine ABD, Haiti’ye ticâret ambargosu uygulamaya başladı. 1992 Haziranında 1990 başkanlık seçimlerinde kaybeden adaylardan Mare Bazin devlet başkanlığına getirildi. Bu iç karışıklık yüzünden ülke akonomisi durma noktasına geldi. Halkın bir kısmı küçük teknelerle kaçtı. Ülkede iç karşıklıklar hâlâ devam etmektedir.
Fizikî Yapı
Haiti topraklarının beşte dördü dağlıktır. Kıyılarda yer yer ovalar bulunmaktadır. Başlıca iki sıradağ vardır. Kuzeybatıdan güneydoğuya doğru uzanan sıradağlara Orta Kordillera, Thiboran Yarımadasına kadar uzanan dağ silsilesine ise Güney Kordillera denilmektedir. Haiti’nin en yüksek yeri 2700 m ile Piç-la-Selle’dir. Ülkenin tek önemli akarsuyu Artibonite’dir. Adanın güneyinde ülkenin en büyük gölü olan, 170 km2 genişliğinde Savmâtre Gölü yer alır.
İklim: Haiti’de tropikal iklim hüküm sürer. Yükseklik ve Atlas Okyanusunun tesiriyle iklim mûtedildir. Ormanlarla kaplı yamaçlar bol yağmur alır.
Yıllık ortalama yağış miktarı 1400 milimetredir. Yaz aylarında sıcaklık ortalaması 27, -31°C, kış aylarında ise 17-27°C arasındadır.
Tabiî Kaynakları
Bitki örtüsü ve hayvanlar: Ormanlar ülkenin dörtte birini kaplamaktadır. Yüz yıl öncesine kadar ülkenin her tarafı ormanlarla kaplıydı. Ormanlarda maun, sedir, palmiye, abanoz ve çam gibi değerli ağaç türleri bulunur. Dominika sınırının yakınındaki Cul de Sac Ovasında ağaçlı bozkırlar vardır. Ormanları kuş ve böcek türleri bakımından zengindir. Memeli hayvanlar yok denecek kadar azdır.
Mâdenler: Yeraltı kaynakları arasında altın, gümüş, bakır ve kükürt vardır. Yeraltı kaynakları zengin değildir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Haiti’nin nüfûsu 6.764.000 olup, yüzölçümü 27.750 km2dir. Nüfus yoğunluğu 244’tür. Halkın % 62’sini zenciler, % 30’unu melezler, geri kalanını Avrupalılar teşkil etmektedir. Zenciler Afrika’dan çalıştırılmak üzere adaya getirilmişlerdir. Nüfûsun büyük bir kısmı kıyı kesiminde toplanmıştır. Melezlerin çoğunluğu şehirlerde yaşamaktadır. Zenciler ise köylerde tarla işçisi veya çiftliklerde çalışırlar. Hayat düzeyi çok düşüktür. Önemli şehirleri Le Cap Hatien, Gonoives, Les Cayes’tir. Ülkede Fransızca konuşulmakta ise de Fransız Fransızcasına yerli kelimeler katılarak, onunla hiç alâkası kalmamıştır.
Eğitimi: 6-12 yaş arasında eğitim parasız ve mecbûrî olmasına rağmen eğitim ve öğretim hiç gelişmemiştir. Halkın ancak % 35’i okuma-yazma bilmektedir. Port-au-Prince’de bir üniversite vardır.
Dîni: Haitili zenciler Vodu dînine bağlıydılar. Bölgeye Avrupalıların gelmesi üzerine Hıristiyanlık hızla yayıldı. Fakat zamanla adada Vodu ile Hıristiyanlığın karışımı olan adaya has bir din doğmuştur.
Siyâsî Hayat
Haiti’de başkanlık sistemine dayanan bir cumhûriyet vardır. Teorik olarak yetki, bir cumhurbaşkanı, meclis ve adliye arasında bölüşülmüştür. Seçimlerde ancak şehir ve kasabalarda oturan halkın küçük bir kısmı oy kullanma hakkına sâhiptir. Parlamento üyeleri bölge meclisleri tarafından 6 yıllık bir süre için seçilir. Parlamento 57 üyeden müteşekkildir. Anayasasında cumhurbaşkanlığı 6 sene olup, cumhurbaşkanı iki kez üstüste seçilemez maddesi olduğu hâlde, 1971’de başa geçen Claude, anayasada değişiklik yaparak kendini ömür boyu başkan seçtirmiştir. 1986’da ülkedeki karışıklıklardan dolayı Claude yurt dışına kaçtı. 1987’de halk oylaması ile yeni anayasa kabul edildi.
Ekonomi
Lâtin Amerika’nın en fakir ülkesidir. Ekonomisi tarıma dayalıdır. Halkın % 80’i tarımla uğraşmaktadır. Fakat ülke topraklarının ancak % 15’i tarıma elverişlidir. Belli başlı tarım ürünleri kahve, pamuk, şekerkamışı, pirinç, mısır, muz, fasulye ve tütündür.
Sanâyi gelişmemiş olup, şeker, tekstil, çimento fabrikaları, elektrik cihazları imâlâthâneleri bulunmaktadır.
Boksit, kahve, şeker, kabuklu deniz ürünleri ve meyve ihrâç eder. Buğday, balık, hayvânî, nebâtî yağ, kâğıt, taşıma vâsıtaları, akaryakıt ve hammadde ithâl eder.
Ülkede turizm önemli yer tutmaktadır. Fakat tesisler daha çok Amerikan sermâyesine dayanmaktadır.
Ulaşım: Karayollarının uzunluğu 3000 km olup, ancak bunun 600 kilometresi asfalttır. Demiryollarının uzunluğu 350 km olup, bunun 120 kilometrelik bir kısmı şekerkamışı nakliyatına tahsis edilmiştir. Üç tâne limanı bulunmaktadır. Haiti’nin başşehri Port-au-Prince milletlerarası bir hava ve deniz limanıdır.
Alm. Recht (n), Gerechtigkeit (f), Wahrheit (f), Fr. Droit (m), Justice (f), İng. The right, Justice, Equity, Law, Truth. Kullanıldığı yerlere göre, çeşitli mânâlara gelen bir kelime. Hakîkat ve hukûk kelimeleri de hak kelimesinden türemiştir. Dinde de hak bâzı mânâlara gelir:
1. Allahü teâlânın esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) biri. Vâcib-ül-vücûd, yâni varlığı lâzım olan, hiç yok olmayan, dâimâ var olan ve kendisinden başkası yaratmaya lâyık olmayan, demektir. Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: “...Allah, Hak’tır. (Müşriklerin) Allahü teâlâdan başka taptıkları bâtıldır (yok olucudur).” (Hac sûresi: 62)
İbrâhim Hakkı hazretleri şöyle buyurur:
Hak, şerleri hayreyler,
Zannetme ki gayr eyler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
2. İslâmiyet. “Hak gelince, bâtıl (şirk, puta tapmak) gider. Bâtıl her zaman gidicidir.” (İsrâ sûresi: 8) meâlindeki âyet-i kerîmede İslâmiyet mânâsına kullanılmıştır.
3. Gerçek, doğru. “Cennet ehli (Cennet’e girince) Cehennem ehline: Biz Rabbimizin bize vâdettiğini (Cennet’i) hak bulduk. Siz de Rabbimizin size vâdettiğini (azâbı) hak buldunuz mu? diye seslenir. (Onlar da) evet derler.” (A’râf sûresi: 44) meâlindeki âyet-i kerîmede hak kelimesi bu mânâdadır.
Yine îtikâd, îmân bilgilerini anlatan şu ifâdelerde de hak bu mânâdadır: Ölüm haktır. Kabir haktır. Kabirde, Münker ve Nekir denilen iki meleğin meyyite (ölüye) suâl sorması haktır. Haşr (kabirden kalkıp Arasât meydanında hesâb vermek için toplanmak) haktır. Neşr haktır. Dünyâda yapılan amellerin işlerin hesâbını vermek haktır. Amellerin tartılması haktır. Cehennem üzerinde bulunan ve üzerinden geçilecek, Sırat denilen köprü haktır. Cennet’in müminler (inananlar) için, Cehennem’in kâfirler için olduğu haktır.
4. Bir kimsenin başkasından alacağı. Bir kimse, peygamberlerin (aleyhimüssalevâtü vesselâm), yaptığı ibâdetleri yapsa, fakat üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe Cennet’e giremeyeceği bildirilmiştir. Bu ifadede hak kelimesi “alacak”mânâsında kullanılmıştır.
5. Hâtır, gönül, hürmet. Peygamber efendimiz; “Allahümme innî es’elüke bilhakkıssâ’ilîne aleyke.” yâni; “Yâ Rabbî! Senden isteyip de verdiğin kimselerin hakkı için, senden istiyorum.” derdi ve; “Böyle duâ ediniz.” buyururdu. Mevlid’de geçen hak kelimesi de bu mânâlarda kullanıldı:
Yâ ilâhî Ol Muhammed hakkı-çün
Ol şefâat kânı Ahmed hakkı-çün
Biz günahkâr âsî mücrim kulları
Yarlığayup kıl günâhlardan berî
Kabrimiz îmân ile pür nûr kıl
Mûnis-i gılmân ile hem-hûr kıl.
6. Yerine getirilmesi lâzım gelen şey. Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Müslümanın Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selâmına cevap vermek, hastalığında arayıp sormak, cenâzesinde bulunmak, dâvetine gitmek, aksırıp elhamdülillah deyince, yerhamükallah, diye karşılık vermek.” Burada yerine getirilmesi lâzım olan şey mânâsındadır.
Hak kelimesi yukarıda belirtilen mânâlarından başka hukuk ilminde adâlet, doğruluk ve fertlere tanınan menfaat ve yetkiler mânâsına da kullanılır. Hak kavramında üç unsur vardır: 1) Hak sâhibi için bir menfaatin bulunması. 2) Hakların, hak sâhibine belirli bir kudret ve yetki vermesi. 3) Hakkın, hukuk nizâmı tarafından verilmesi.
İslâm hukûkunda da hakkın sâhibi açısından değerlendirilmesi ve kısımlara ayrılması vardır. Buna göre:
a) Hukûkullah: Allah’a âit haklar. Allahü teâlânın bildirdiği emirlerin, yasakların çiğnenmesi durumunda, bunlara verilecek cezâyı hiç kimse değiştiremez, affedemez.
b) Hukûk-ı ibâd: Kulun sâhib olduğu haktır. Bu haklar, insanların menfaatleri ile ilgili haklardır. Umûmî ve husûsî olmak üzere ikiye ayrılır. Umûma âit yollardan istifâde, avlanma, mübahları kullanma umûmî haklardandır. Husûsî hakları ise, evi, işi, eşi üzerindeki hakları ile şahsî ihtiyaç ve menfaati sebebiyle mevcut haklarıdır.
c) Karma nitelikteki haklar: İçinde Allah ve kul hakkının müşterek bulunduğu haklardır. İnsanın kendi hayâtını, aklını ve sağlığını koruması, hürriyet hakkına sâhib olması, malını boş yere telef etmekten koruması gibi... Bütün bunlarda, “İnsan hayâtının ve dünyâ nizâmının korunması” diye ifâde edilen Allah hakkı yanında, bizzat kişiyi, hayâtı, sıhhati ve malı ile ilgili konularda şahsen alâkadar eden menfaatler vardır.
Günümüzde hukûkun üstünlüğü sağlanmış toplumlarda, şahısların kendi hür irâdesiyle faydalanabileceği bir takım imkânlar tesbit ve temin edilmiştir. Hakların kullanılması, şahsın (kişinin) tercih ve isteğine bırakılmıştır. Hukûka dayalı toplumlarda, bâzı imkânlardan faydalanmak hem bir hak, hem de bir vazîfedir. Her hakkın bir sâhibi vardır. Hak sâhibi şahıslardır. Bunlar da hakîkî ve hükmî şahıslar olmak üzere ikiye ayrılır. Haklar; amme ve husûsî (özel) haklar olmak üzere de ikiye ayrılır.
Amme (Kânunu) hukûkunda kişinin hakları: Devlet ile fertler arasındaki münâsebetleri düzenleyen anayasalarda yer almıştır. 1982 târihli T.C. Anayasası ile fertlere birçok kamu hakları tanınmıştır. Milletvekili seçme ve seçilme hakkı (mad. 10-11), Milletvekillerinin kânun teklif etme hakkı (mad. 15), İspat hakkı (mad. 39), Mülkiyet hakkı (mad. 49), Sendika kurma hakkı (mad. 53-54), Vatandaşlık hakkı (mad. 66), Siyâsî faaliyette bulunma hakkı (mad. 167), Kamu hizmetlerine girme hakkı (mad. 70), Dilekçe hakkı (mad. 74)... şahıslara tanınan haklardan bâzılarıdır.
Husûsî haklar: Şahıslar arasındaki özel münâsebetleri düzenleyen hukuk kuralları, hakları çeşitli ayırımlara tâbi tutmuştur. Birinci olarak; mal varlığı hakları (mülkiyet, irtifa gibi) aynî haklar, alacak hakları, fikrî haklar, yenilik doğuran haklar, beklenen haklar gibi) ve şahıs varlığı hakları(isim, nâmus, şeref gibi şahsiyet hakkı, çocuklar üzerindeki velâyet hakkı gibi) olmak üzere ikiye ayrılır. İkinci olarak, mutlak haklar (mülkiyet hakkı, irtifa hakkı ve rehin hakkı, fikrî hak, şahsiyet hakkı gibi) ve nisbî haklar (alacak hakkı, karı kocanın birbirine yardım hakkı gibi) olarak ayrılır. Daha başka birçok ayırımlar yapılmıştır.
Ayrıca hak kelimesi, ortaklar arasındaki pay (hisse) ve bir iş yapma karşılığında alınan ücret mânâlarında kullanılmaktadır.
(Bkz. Sendika)
Alm. Herrscher, Sultan (m), Fr. Souwerain, monarque sultan (m), İng. Khan, Sultan; emperor. Eski Türk ve Moğol imparatorlarına verilen ünvan. Osmanlı pâdişahları hakkında hürmet için kullanılan ünvanlardan biri. Eski Türk devletlerinde büyük han veya hanlar hanı karşılığı olarak kullanılır, bâzan imparator anlamına gelirdi. Avrupa dillerinde imparator, kayser; Fars dillerinde pâdişâh, hükümdâr; Arap dilinde sultân, melik sözlerinin karşılığıdır. Eski Türkçe kağan sözünden türemiştir. Türk, Moğol ve Tatar hanları, Çin İmparatorlarına gâlip gelip müstakil olunca hakan ünvanını kullanırlardı.
İslâmiyetin kabûlünden evvel hâkanlık, Türkler için çok ulvî bir mevkı idi. Türkler, hâkanlarını inandıkları tanrının yeryüzünde vekili, bütün milletin öz babası, büyük velînimet sayarlardı. Hâkanın huzuruna çıkan eğilir, huzurlarında aslâ yüzüne bakamazlar, hâkan müsâade etmedikçe oturamazlardı. Bu ünvânın, Osmanlı Devletinde son pâdişâha kadar kullanılmasına devam edildi.