GÜRGEN (Carpinus)
Alm. Heinbuche, Fr. Charme (m), İng. Hornbeam. Familyası: Huşgiller (Betulaceae) Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara ve Karadeniz bölgesi.
Kışın yaprağını döken ağaç veya boylu çalı hâlindeki bitkiler. Dallar nârin, kabuk gri renkli, düzgün veya levhalar hâlinde çatlaklıdır. Sürgünlerde iki sıralı sarmal olarak dizilmiş olan sivri uçlu tomurcuklar, bol sayıda kiremitvârî dizilmiş olan pullarla örtülmüştür. Kayınlarda olduğu gibi sürgünler dar bir açı yapmaz. Onlarda yatmış vaziyettedir. Uzun saplı yapraklar iki sıra hâlinde dizilmiştir. Kenarları keskin, çift dişlidir.
Erkek ve dişi çiçekler ilkbaharda açar. Bunlarda birinciler geçen yılın kısa sürgünlerinin ucunda aşağı sarkan yalancı başak durumları meydana getirirler. Boyları 4-6 cm kadardır. Silindirik yapıda ve seyrek çiçeklidir. Dişi çiçekler, son yıla ait yeni teşekkül etmiş olan uzun sürüngenlerin ucunda bulunur ve aşağı sarkan durumlar meydana getirirler. Meyveleri yassı, sivri uçlu, sert kabuklu küçük fındıksı şekillidir. Meyve örtüsü, onun etrafa dağılmasına yarayan kanat vazifesi görür. Çiçek açma ilkbaharda yapraklanma ile bir arada olur. Meyveler ise sonbaharda olgunlaşır.
Gürgen ağaçlarının ışık istekleri azdır. Gölgeyi severler. Bu sebeple meşe ormanları için kıymetli bir dolgu ağacıdır. Fakat nem ve toprak istekleri yüksektir. Kütük sürgünü verme özelliği fazladır. Meyveleri ekildiği zaman genellikle gelecek baharda çimlenir ve çıkar.
Gürgen cinsinin halen Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika’da tabiî olarak yetişen 26 kadar türü vardır. Bunlardan yalnız ikisine Türkiye’nin değişik orman bölgelerinde rastlanır.
Kullanıldığı yerler: Gürgenlerin beyaz renkli, ağır odunları gayet dayanıklıdır. Eskiden beri yakacak olarak çok değerlidir. Bilhassa tornacılıkta mekik ve benzeri araçların yapılmasında fazla kullanılır.
Türkiye’de yetişen gürgen ağacı çeşitleri şunlardır:
Âdi gürgen (C. betulus): 20 m’ye kadar boylanan ortalama 150 yıllık ömre sahip, yuvarlak tepeli bir orman ağacıdır. Gövdenin gri renkli, ince ve düzgün kabuğu vardır. Trakya-Karadeniz-Marmara çevresi kıyı ormanlarında bazan saf bazan kayın, meşe, kestane gibi diğer yapraklı ağaç türleri ile karışık olarak bulunur. Odunu çoğunlukla yakacak olarak kullanılırsa da mekik yapımında çok aranır.
Doğu gürgeni (C. orientalis): Çoğunlukla boyu çalı, bâzan 5-6 m yüksekliğinde ufak bir ağaç hâlinde görülür. Gövdenin kabuğu düzgün, açık kül rengindedir. Genç sürgünleri kırmızımsı kahverengi, yaprak sapı yumuşak tüylüdür. Yapraklar eliptik, sivri uçlu, dip tarafı yuvarlakça, kenarları keskin çift dişlidir. Üst yüzü parlak koyu yeşil ve tüysüz, alt yüzü tüylüdür. Türkiye’nin hemen hemen bütün sahil bölgeleri ormanlarında görülürse de Güney Anadolu’nun alçak ve tepelik kısımlarında yayılmıştır. Daha çok kurak yamaçlarda görülür. Yakacak odunu olarak ve parkçılıkta süs bitkisi olarak kullanılır.
Alm. Lärm (m), Fr. Bruit, vacarme, tapage (m), İng. Noise, uproar. Şiddeti dolayısıyla iç kulağa zarar veren ses veya insanlarda organizmayı baskı altında tutacak derecede şiddetli ve jetetatif tepkiler meydana getiren ses. Ses şiddeti decibel ile ölçülür. En şiddetli duyum ve ağrı dalgası 150 decibeldir. Meselâ, yoldan geçen bir kamyon 80 decibellik bir gürültü yapar. Uçmak üzere olan bir jet uçağı 120-145 decibelle ağrı eşiğine varmış demektir.
Mâden ocaklarında veya daha başka endüstrilerin bâzı dallarında çalışan işçilerin çoğunluğunun ağır işittiği görülmektedir. Bu iç kulakta duyma organının zamanla bozulmasından veya hasara uğramasından ileri gelir. Buna gürültünün “aural” etkisi sebeb olur.
Yapılan araştırmalar ve deneyler ile, uzun süren gürültülerin kalp, kan dolaşımı, metabolizma bozukluklarıyla deri sıcaklığının düşmesine ve mide salgılarının azalmasına sebeb olduğu ispatlanmıştır. Bunun yanında gürültünün endirekt damar sertliği ve korener kalp yetersizliklerini kötü şekilde etkilediği tesbit edilmiştir. Gürültülü yerlerde çalışan insanların çoğunun asabî olduğu görülmüştür.
Almanya’da yapılan araştırmada 13-15 saatleri arasında trafiğin sıkışık olmadığı zamanlarda bile, camları kapalı bir evde 56 decibellik bir gürültü tesbit edildi. Bu, arzu edilen gürültüden % 25 oranında daha fazla idi. Trafiğin sıkışık olduğu 16-18 saatleri arasında ise gürültünün 64 decibel olduğu ve bunun arzu edilen gürültüden % 40 oranında daha fazla olduğu görüldü.
Bu araştırma sonunda gürültü yüzünden insanların dinlenme ve gece rahatça uyumalarının mümkün olamıyacağı açıklandı. Bu gürültü yalnız meskun bölgelerde ve kalabalık şehirlerde kalmamakta, plansız bir yerleşim sebebiyle yeşillik araziye de yayılmaktadır. Eskiden Çinliler, ölüme mahkûm suçluları boru ve davul gürültüleriyle öldürürlerdi. Bu, insana en çok ızdırap veren bir ölüm şekliydi. Bugün ise, uzay çağının getirdiği tekniklerde ve endüstriyel gelişmesiyle, kullanılan araçların çıkardığı gürültüler had safhaya varmış, bir çok bölgeleri yaşanılamaz, oturulamaz ve çalışılamaz hâle getirmişlerdir.
Gürültünün zararlı etkisi şu belirtilen faktörlere dayanır:
Ferdî hassasiyet; gürültünün şiddeti ve frekansı; gürültüye maruz kalınan toplam süre; herhangi bir defa gürültüye maruz kalma süresi; sürekli ve süreksiz gürültü.
Gürültüyü önleme metodları: Gürültüyü önlemenin veya azaltmanın çeşitli yolları bulunmaktadır: 1) Gürültünün yerinde önlenmesi. İyi bir mühendislik projesi, gürültünün çoğunu önleyebilir. 2) Gürültü çıkaran makinaları sayıca az işçinin bulunduğu yere nakletmekle ve izole edilmiş bölmeler ve iyi kapanan kapılar kullanmakla. 3) Duvarlarda ses emici malzeme kullanılmakla. 4) Kulak koruyucuları kullanmakla. 5) İşçileri nöbetleşe çalıştırmakla. Böylece gürültünün zararları kısmen azaltılmış olur.
Bugün gelişmiş ülkelerde insanlara zarar veren gürültüyü azaltma ve yayılmasını önleme çabaları artmış, gürültüye karşı çeşitli dernekler kurulmuş ve kânunlar çıkarılmıştır. Gürültü Türkiye’de ceza kânunu ile yasaklanmış ve gürültü edenlerin cezâlandırılacakları belirtilmiştir. Medenî Kânun’un komşuluk ilişkilerine dâir maddesinde ise komşular arasında hoş görülebilecek dereceyi geçen ölçüde gürültü çıkarmak yasaklanmıştır.
Alm. Guttapercha (f), Fr. Guta-Percha (m), İng. Guttapercha. Elâstik olmayan, kauçuğa benzeyen bir madde. Malezya ve diğer tropikal ülkelerde yetişen Sapotaceae familyasından olan ağaçların sütlü sıvısından elde edilir. Normal sıcaklıkta sert olan gütaperka ısıtılınca yumuşar ve esneklik kazanır. Çok iyi bir elektrik yalıtkanıdır ve ayrıca tuzlu suya son derece dayanıklıdır. Bu özelliklerinden dolayı elektrik tellerinin ve denizaltı kablolarının tecrid edilmesinde (yalıtkan olarak) kullanılır.
Diş hekimliğinde, diş çürüğü boşluklarının geçici olarak doldurulmasında ve asıl dolgudan önce kök kanallarının kapatılmasında antiseptik bir macunla karıştırılarak kullanılmaktadır. Ayrıca golf toplarının, telefon ahizelerinin îmâlinde ve sanâyide pekçok yerlerde gütaperkadan istifade edilmektedir.
Alm. Motte (f), Fr. Teigne; mite, İng. Moth. Familyası: Güvegiller (Tineidae). Yaşadığı yerler: Tahıl ve meyve güveleri ambar ve depolarda; elbise, kürk ve halı güveleri, dolap ve evlerde yaşar. Özellikleri: Kurşûnî renkli, küçük gece kelebekleridir. Kurtçuklar (larva) deri, yünlü kumaş, tahıl, meyve, mantar vs. ile beslenir. Erginleri bir şey yemez. Çeşitleri: 2000 kadar türü vardır. Elbise güvesi (Tineola biselliella), kürk güvesi (Tinea pellionella), halı güvesi (Trichophaga tapetzella) ve buğday güvesi (Tinea granella) en çok bilinenleridir.
Pulkanatlılar (Lepidoptera) takımına bağlı bâzı küçük gece kelebekleri ve kurtçuklarına verilen genel ad. Kanatları uzun, dar ve kenarları saçak gibi tüylüdür. Gündüzleri giyim dolaplarında, kiler ve depolarda saklanarak gece veya alaca karanlıkta faaliyet gösterirler. Gündüz gardroptan palto alınırken rahatsız edildiğinden, kanat çırparak havalanan küçücük kelebek elbise güvesinden başka bir şey değildir. En küçüklerinin boyu 5 milimetre kadardır. En büyüklerinin kanat açıklığı 2,5 santimetreye ulaşır.
Bu kelebeklerin larva denen küçük tırtılları ölü böcek, deri, yapağı, yünlü kumaşları yediklerinden büyük zararlara yol açarlar. Un, makarna, buğday, zeytin, fındık, kuru üzüm yiyen çeşitleri de vardır. Buğday güvesi, buğday, çavdar, arpa ve yulaf gibi bitkilerin tânelerini oyarak ziyân verir. Ergin kelebeklerin hortumları kısa ve körelmiş olduğundan bir şey yemezler. Yalnız üremeyi sağlarlar.
Pupa devresinden çıkar çıkmaz eşleşerek dişiler birkaç dakika sonra yumurtlamaya başlarlar. Zararlı olanlar “güve” olarak bilinen kurtçuklardır. Dişiler bilhassa mayıs ve haziran aylarında yumurtalarını kürk, elbise ve halıların arasına bırakır. Yumurtadan çıkan kurtçuklar, güçlü çeneleri ile kumaş, halı ve kürkleri tahrip etmekle kalmayıp, bunların parça ve liflerinden kendilerine bir kılıf örer. Gizlendikleri bu kılıfı gittikleri yere berâberlerinde sürüklerler.
Halı güvesinin kılıf örme âdeti yoktur. Buna karşılık halının içinde rahat geçeceği tüneller açar. Larva devresinden sonra kurtçuklar kendi salgı ve barındığı ortamın liflerinden koza örerek içinde pupa dönemini geçirirler. Koza içinde metamorfoza (değişim) uğrayarak pupa devresi sonunda kozadan kanatlı kelebek şeklinde çıkarlar. Büyüteçle incelendiğinde kürk güvesinin kahvemsi-sarı kanatlarının üstünde siyah benekler görülür. Halı güvelerinin sarımsı-beyaz kanatlarının ucunda birer gri leke bulunur. Kahvemsi-sarı (saman renginde) kanatlı elbise güvesi beneksizdir. Elbise güveleri uygun şartlarda yılda 3-4 döl verebilirler. Bir dişi her defâsında 100 kadar yumurta bırakır. Bir yılda üreyen nesli, 40 kg kadar yünlü kumaşı yiyip tahrip edebilir. Avrupa ve Amerika’da yaşayan elbise güveleri yılda iki döl verirler. Bâzan kış mevsiminde bile sıcak odalarda güvelere rastlamak mümkündür.
Yıllarca önce bâzı kişiler Amerikan kaktüsünün tohumlarını Avustralya’ya getirip ektiler. Fakat bu kaktüs kısa zamanda âfet hâline dönüştü. Binlerce dönümlük kurak alanları bir anda kaplayıverdi. Kaktüs güvesi imdada yetişmeseydi bu âfetin önüne belki de geçilemeyecekti. 1925’te Arjantin’den 2750 kaktüs güvesi yumurtası Avustralya’ya gönderildi. Yumurtalardan çıkan tırtıllar, kaktüsleri kemirerek kısa zamanda kaktüs istilâsını önlediler.
Ev güvelerinden en iyi korunma çâreleri, bilhassa mart ve ağustos arasında eşyaları havalandırmak ve fırçalamaktır. Haşere ilaçları da büyük fayda sağlar. Naftalinin fazla bir etkisi yoktur.
Alm. Baumtaube, Fr. Pigeon, İng. Pigeon. Familyası: Güvercingiller (Columbidae). Yaşadığı yerler: Kutup bölgeleri dışında bütün dünyâ. Özellikleri: Gri, kahverengi ve beyaz renkli olup, kısa boyunlu, küçük başlı kıvrık gagalı kuşlar. Ömrü: 40-50 yıl. Çeşitleri: 289 türü bilinmektedir. Bunların arasında en çok rastlanan, kaya güvercini, gergedanlı güvercin, kovuk güvercini, Türk güvercinidir.
Yağmurkuşları takımının, güvercingiller familyası türlerine verilen genel ad. Boyunları ve ayakları kısa, başları küçük, vücutları tombul ve etleri lezzetlidir. Gagaları kıvrıkça olup, uç kısımları serttir. Türlerinin uzunlukları 15-85 cm arasında değişir. En irileri Yeni Gine’de yaşayan “Coura” cinsinden olan taçlı güvercinlerdir. Güvercinler Kuzey Kutbu ve bâzı okyanus adaları hâriç, bütün dünyâya yayılmıştır. Renkleri çok farklı olup, türlere göre değişir. Genellikle kurşunî, kahverengi, beyaz renkli olanlar çoğunluktadır. Çoğunda erkekler dişilerden daha renkli olurlar. Tüyleri parlak, sık ve yumuşaktır. Kanat uçları sivri ve uzun olduğundan süratli uçarlar. Güvercinlerin kısa ayakları güçlüdür.
Güvercinler çeşitli yerlerde yaşarlar. Büyük bir kısmı ağaçlar üzerinde, bir kısmı tarlalar veya kayalar üstünde yuva yaparak toplu hâlde bulunurlar. Tahıl, kayın kozalağı, ceviz, tomurcuk, palamut tohumları, kiraz, fındık, yeşil bitkiler ve tohumlarını yerler. Bâzı cinsleri ise, sümüklü böcek, tırtıl, solucan ve bâzı böcekleri de yer. Besinlerini yumuşatmak için evvelâ kursak bölümünde biriktirirler. Çekirdekli meyvelerin etli kısımlarını sindirdikten sonra, çekirdeklerini dışarı atarlar. Yedikleri sert tâneleri şişirerek çabuk sindirmek için bol su içerler. Su içerken diğer kuşlardan farklı olarak başlarını havaya kaldırmadan gagalarını daldırarak suyu emerler.
Güvercin, ortalama olarak her defâsında iki yumurta yumurtlar. Yılda 3-5 kere kuluçkaya yatar. Gündüzleri erkek, geceleri dişi güvercin kuluçkaya yatar. Kuluçka süresi 17-18 gündür. Ana ve baba kursaklarında biriktirdikleri yiyeceklerden meydana gelen güvercin sütü ile yavrularını bir hafta devamlı beslerler. Yavru 3-4 haftalık olunca, kendi yiyeceğini kendisi sağlamaya başlar. 3-4 ay içinde ergenleşir. Yavru 2-3 aylık olunca, anne tekrar yumurtlar ve kuluçkaya yatar. Bir çiftten her sene bir düzine yavru alınabilir.
Güvercinler sürüler hâlinde yaşayıp, göçmen ve yerleşik olanları vardır. Eski çağlardan beri evcilleştirilen güvercinler, sulh sembolü olarak kabul edilir ve haberleşme işlerinde de kullanılırdı.
Güvercinin ilâhî dinler arasında yeri vardır. Hazret-i Nûh zamânında olan tufandan sonra, hazret-i Nûh, suların çekilip çekilmediğini anlamak için bir güvercin gönderdi. Güvercin zeytin yaprağını alıp gelirken, ayağını çamura batırarak suların çekildiğini gösterdi. Hazret-i Nûh ona insanlardan ve bütün korkulardan emin olması için hayır duâ etti.
Peygamber efendimiz, Medîne’ye hicret ederken, müşriklerden gizlenmek için hazret-i Ebû Bekr ile Sevr Dağındaki bir mağaraya girdiler. Mağaranın önüne kadar gelen müşrikler, mağaranın ağzına yuva yapıp, yumurtlayan güvercin ve ağ ören örümceği görerek içeri girilmediğine kanâat edip geri döndüler. Bu yüzden mübârek sayılan güvercinler, Türkiye’de en çok başta İstanbul olmak üzere Edirne, Bursa gibi şehirlerimizde sürüler hâlinde yaşarlar ve halk tarafından sevilerek korunurlar.
Güvercin yön bulma ve kolay evcilleşme özelliğinden dolayı çok eski çağlardan beri haberleşme vâsıtası olarak kullanılmıştır. Posta güvercinlerinden bilhassa ordu hizmetlerinde faydalanılmış, Birinci ve İkinci Dünyâ Savaşlarında büyük faydalar sağlanmıştır. Eğitilen posta güvercini gittiği yerden tekrar geri döner ve tuzaklardan korunurdu. Bâzı posta güvercinlerinin 100 km hızla hiç durmadan 15 saat uçtuğu, 1500 km yolu bir anda katettiği görülmüştür. Ancak posta güvercinleri gece uçamazlar.
Bu hayvanlar hiç yollarını şaşırmazlar mı? Ellerinde pusulası varmış gibi hiç yanılmadan gidecekleri yeri nasıl bulurlar? Araştırmacılar birçok hayvanın vücutlarında biyolojik pusulalara sâhib olduklarını ortaya çıkarmaktadır. Göçmen kuşların kafa yapısında demir açısından zengin bir mineral olan manyetit bulunur. Bunun sâyesinde dünyânın manyetik alanından istifâde ederek yönlerini bulurlar. Tabiî alanın kuvvet çizgilerine göre kendi durumlarını ayarlarlar. Kafalarının içindeki tabiî pusulaları sâyesinde bulutlu bir günde bile yönlerini şaşırmazlar. Fakat başlarına kuvvetli bir mıknatıs bağlanınca, bulutlu günlerde güvercinler yollarını tamâmen kaybederler. Çünkü takılan mıknatısın meydana getirdiği sunî alan, tabiî manyetik alanı değiştirir. Onlara evlerini bulduracak hiçbir ipucu bırakmaz. Deneyler, güvercinlerin polarize ve ultraviole ışınları da gördüklerini ortaya çıkardı. Bu ışıklardan, denizlerden uçarken faydalanırlar. Ayrıca, frekansı çok düşük uzun dalga alt sesleri de duyarlar. Güvercinlerin boyun kısmında pusula vazîfesi gören “manyetit” adlı mâden zerreciklerinin keşfinden sonra, kuşların yönlerini koku alarak da bulabildikleri ortaya çıkarılmıştır.
İnsanlar arasında zevk ve ticâret için beslenmekle berâber, güvercinler bâzı yerlerde gübresi için de beslenir. Yurdumuzda en çok Göreme dolaylarında güvercin gübresi toplanır ve kullanılır.
Türkiye’de en çok rastlanan türleri, tahtalı güvercini, kaya güvercini, mavi güvercin ve kumrudur.
GÜVEYFENERİ (Physalis alkekengi)
Alm. Gemeine Judenkirsche (f), Fr. Alkekenge (m), İng. Alkekeng. Familyası: Patlıcangiller (Solanaceae). Türkiyede yetiştiği yerler: Marmara, kuzey Anadolu ve Akdeniz bölgeleri.
Haziran, eylül ayları arasında beyazımtrak renkli çiçekler açan, 30-60 cm yüksekliğinde, çok senelik otsu bir bitki. Kireçli yerleri sever. Gövdeleri dik, köşeli ve üst kısımları tüylüdür. Çiçekler üst yaprakların koltuğunda tek tek bulunur. Aşağı doğru kıvrık birer sapları vardır. Çanak yaprakları çan şeklindedir. Zamanla büyüyerek meyvenin üstünde kırmızı bir örtü meydana getirir. Meyveleri turuncu-kırmızı renkli ve çok tohumludur. Tohumlar sarımsı-beyaz renkte ve böbrek şeklindedir.
Kullanıldığı yerler: Kullanılan kısımları meyveleri ve yapraklı dallarıdır. Bütün bitkide fisalin isimli bir alkaloit vardır. Meyvelerde boya maddesi ve organik asitler bulunur. Meyvelerinden bilhassa el ve ayak parmaklarında, topuklarda ve eklemlerde meydana gelen hastalıklarda ve idrar söktürücü olarak istifade edilir. Yaprakları yumuşatıcı ve yatıştırıcı olarak kullanılmaktadır.
Alm. Dost (m), Fr. Origan (m), İng. Wild marjoram, origan. Familyası: Ballıbabagiller (Labiatae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara, Kuzey Anadolu ve Akdeniz bölgesi.
Haziran-ekim ayları arasında çiçek açan, 25-80 cm boyunda, çok senelik, otsu bir bitki. Keklik otu, merzengüş, mercanköşk olarak da bilinir. Kurak yerlerde, tepelerde ve dağ sırtlarında bulunur. Gövdeleri dört köşeli, tüylü ve kırmızımsı renklidir. Çiçekler çok kısa saplı olup, uzunca durumlar yapar.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin çiçekli dalları çiçek açma aylarında çiçekli olarak toplanır. Kurutulur veya tâze hâlde kullanılır.
Terkibinde uçucu yağ bulunur. Midevî, yatıştırıcı ve antispazmotik tesiri vardır. Öksürüğe karşı çok iyidir. Parfümeride de kullanılır.
Alm. Die bildenden (schönen) Künste (f.pl.), Fr. Beaux-art (m.pl.), İng. Fine arts. Şiir, müzik, resim, heykel, mîmârî, tiyatro gibi insanlarda estetik yönden bir zevk duygusu uyandıran sanatlara verilen isim. Güzel sanatların gâyesi, güzelliği ifâde etmek ve yorumlamaktır.
Avrupa milletlerinde yukarıda sayılan dalların hemen hepsi vardır. Geçmişten kalan ve günümüzde ortaya konan eserler, bu dalların birine ve kendi içlerindeki bölümlerine âittir.
Güzel sanatların bâzılarına Türk-İslâm medeniyetinde rastlanmaz. Bunlar, İslâm dîninin yasak ettikleridir. Güzellik; cemiyetlere, zamâna ve bâzan insana göre değişen izafî bir kavramdır. Güzellik, eşyâ ve olayların insan tarafından tefsirinden doğan bir anlayış ve hükümdür. Bu anlayış ve hüküm, her zaman değişebildiğinden, bâzı cemiyetler için güzel bilinen şeyler, bir başka cemiyet için çok çirkin olabilir. İnsanların sâhib olduğu inançların da, “güzel”in târif, tesbit ve ifâdesinde büyük tesiri vardır. Asırlar boyunca Müslümanlarda, İslâmiyetin bildirdiklerine ters bir güzellik olamayacağı anlayışı hâkim olmuştur.
Bu bakımdan Türk-İslâm medeniyetinde güzel sanat dallarının Avrupa’da da bulunan şiir, mîmârî gibi dalların yanısıra hatt, tezhib, tezyinât, hakk, oyma vs. gibi orijinal ve fevkalâde güzel sâhaları doğmuştur. Asırlar boyunca bu sahalarda gelişen ve paha biçilmez eserler verilen güzel sanat dallarına, Meşrûtiyetten sonra Avrupa’dan yavaş yavaş resim, heykel ve bunlara benzer sanatlar da dâhil edilmiş, zamanla yaygınlaşmıştır. Son yıllarda asıl Türk-İslâm güzel sanat dalları tamâmen unutulmuş, yerlerini Avrupa menşeli olanlar almıştır.
Güzel sanatların gâyesi insanlarda estetik heyecan uyandırmaktır, denilebilir. Ancak bu sanatların gâyesi ve târifi târih boyunca filozoflar arasında ihtilâflara yol açmıştır. Her felsefî akım, hattâ her filozof, kendine mahsus bir amaç ve târifle ortaya çıkmıştır. Bu da târih boyunca gereksiz tartışmaları ortaya çıkarmıştır.
(Bkz. Atropin)