GÜBRE
Alm. Dunge mittel (n), Fr. Fumier, engrais (m), Fiente (f), İng. Fertilizer, dung, manure. Bitkinin beslenmesinde lüzumlu olan kimyâsal elementleri sağlamak için toprağa ilâve edilen herhangi bir madde.
Hayvan pislikleri, saman ve diğer bitki artıkları binlerce yıldan beri tabiî gübre olarak kullanılmaktadır. Eski zamanlarda toprağın asitliğini azaltmak ve kalsiyum temin etmek için kireçli maddeler kullanılmıştır. Kullanılan ilk kimyevî gübreler, sodyum nitrat ve kemikler olmuştur.
Bugün tabiî ve sun’î gübrelerin her ikisi de değişik şekillerde elde edilmektedir. Bitkinin beslenmesi öncelikle sun’î gübre dediğimiz azot, fosfor ve potasyum tarafından sağlanır. Genellikle sun’î gübrelerin ihtivâ ettiği besin, azot (N), fosfor pentoksit (P2O5) ve potas (K2O) olarak ifâde edilir. Sun’î gübrelerin ticârî ambalajlarında bir veya daha fazla madde bulunur. Karışık gübrelerin bileşimi ekseriya gübre ambalajlarının üzerindeki bir seri numara ile belirtilir. İlk sayı azotun yüzdesini, ikincisi fosfor pentaoksidin yüzdesini ve üçüncüsü de potasın yüzdesini belirtir. Böylece 5-10- 10 şeklinde işâretlenmiş bir karışık gübre % 5 azot, % 10 fosfor pentaoksit ve % 10 potas ihtivâ eder.
Bitkinin Beslenmesi
Bitkiler karbon, hidrojen ve oksijeni, hava ve sudan; diğer bütün besinleri ise topraktan temin ederler. Bitkinin en çok ihtiyaç duyduğu besinler, kalsiyum, azot, fosfor ve kükürttür. Bu elementlerden genellikle hektar başına 11.2 kg’dan 440 kg’a kadar gerekir. Bitkilerin daha az ihtiyaç duyduğu besinler ise, bor, klorür, kobalt, bakır, demir, manganez, molibden ve çinkodur. Bunlardan molibdene hektar başına 15 gr, demir ve mangana ise 700 gram ihtiyaç vardır.
Bitkilerde Besin Eksikliğinin Belirtileri
Bitkiler, temel besinlerini yeterli alamadıkları zaman, çok defâ eksiklik belirtileri gösterirler.
Bitki Bileşeni, Gıdâ Eksikliği Ârızaları, Eksiklik Belirtileri
Azot : Yetişmeengellenir, bitkinin rengi sararır. Yaprak uçları bitkinin altındaki yapraklarından başlayarak kırmızımsı kahverengi olur.
Fosfor : Kökgelişmesi engellenir, saplar uzar, bitkinin olgunlaşması gecikir. Bitkinin rengi morumsu olur.
Potasyum : Yaprakuçları kavrulur, sararır, saplar zayıflar. Meyve çekirdekleri kuruyup büzülür.
Kalsiyum : Yaprakuçları tarak dişi gibi parçalanır. Uç tomurcuklar ölür, çiçekler olgunlaşmadan taç yapraklarını kaybederler.
Mağnezyum : Yapraklar ince ve gevrek olurlar; uçlarında ve damar aralarındaki bölgede renklerini kaybederler, soluk yeşil renk alırlar.
Kükürt : Bitkinin alt kısımlarındaki yaprakları sararır, kökler ve sapların çapları küçülür.
Bor : Uçtomurcuklar açık yeşildir. Köklerde koyu lekeler görülür. Saplar çatlar.
Bakır : Bitkilerinrenkleri ağarır. Turunçgiller kırmızımsı kahve renkte, anormal şekilde büyüme gösterir.
Demir : Yapraklarsararır. Fakat damarlar yeşil kalır. Yapraklar yukarı doğru kıvrılır.
Mangan : Arazlardemirdekine benzer. Yapraklarda ölü dokular görülerek, yaprağa pürüzlü bir görünüş verir.
Molibden : Azoteksikliği gibidir.
Çinko : Uçyaprakları çok küçülür. Yaprak lar ölü bölgelerde benekli hâle gelir. Tomurcuk teşekkülü azalır.
Gübreler genel olarak iki sınıfta incelenir: Tabiî ve sun’î gübreler.
Tabiî Gübreler
Tabiî gübreler bitki ve hayvanlardan sağlanır. Bunların en önemlisi guano denilen kurutulmuş kuş gübresidir. Bu gübrede % 12 azot ve % 12 fosfor pentaoksit vardır. Bütün tabiî gübreler azot ve fosfor temin ederler. Fakat sentetik gübrelerden daha pahalı oldukları için, modern zirâatte çok az kullanılırlar. Bununla berâber tabiî gübreler daha yavaş tesirli oldukları, suda daha az çözündükleri için, çim tohumlarına, yeni filizlerin köklerine zarar vermezler. Bu özellikleri dolayısıyle sebze ve çiçek yetiştiriciliğinde tercih edilirler.
Tabiî gübrelerden en önemlileri; ahır gübresi, kompostlar ve yeşil gübredir.
Ahır gübresi: Ahır gübresi, terkibinde bulunan azot, fosfor ve potasyum gibi bitki besin elementleri dolayısıyle, toprağı besin maddelerince zenginleştirir.Toprağa humus vererek de toprağı ıslah eder. Ahır gübresi, toprağın işlenmesini kolaylaştırır. Toprağın su tutma kabiliyetini ve havalanmasını arttırır.
Genel olarak mahsul artışında gübre faktörü, % 40 gibi bir artış sağlar. Memleketimizde takriben 150 milyon ton ahır gübresi istihsal edilmektedir. Bunun 80-100 milyon tonu tezek olarak yakılmaktadır. Halbuki yakılan miktarın gübre olarak kullanılmasıyla elde edilebilecek mahsul artışı iki milyon ton kadardır.
Toprağa verilen gübrenin ilk üç sene verim üzerine tesir ettiği, üç seneden sonra da bu tesirin giderek azaldığı müşâhade edilmiştir. Dekara verilen iki ton iyi ahır gübresiyle, toprağa 10 kg azot, 5 kg fosfor, 11 kg potas verilmiş olur. Memleketimiz şartlarında ahır gübresi genel olarak ahırdan dışarı atıldıktan sonra ekim zamânına kadar açıkta bırakılmaktadır. Bu durumda yağışlar ve fermantasyon gazlarıyla gübre içinde bulunan besin maddelerinin büyük bir kısmı zâyî olmaktadır. Onun için ahır gübresinin iyi muhâfaza edilmesi lâzımdır. Ahır gübresini gâyet sıkı bir yığın hâlinde biriktirip, içine hava girmesine mâni olacak şekilde sıkıştırmak masrafsız ve en pratik bir muhâfaza yoludur.
Kompostlar: Çiftlikte meydana gelen bitki ve hayvânî menşeli artıkların bir araya toplanıp, gübre yapmak üzere çürümeye terk edilmesiyle elde edilir.
Çiftlikteki bitki ve hayvan artıkları takriben 30 cm yüksekliğinde yayılır. Üzerine su serpilerek iyice ıslatılır ve sıkıştırılır. Bunun üzerine 5-15 cm yüksekliğinde, varsa ahır gübresi, yoksa toprak veya odun külü yayılır. Bunu tâkiben yine 30 cm’lik bitki artığı konur. Sulandıktan sonra, tekrar 5-15 cm toprak veya odun külü ilâve edilerek istenilen yükseklikte bir kompost yığını yapılır. Yığına yukarı doğru daralan bir şekil verilir. Rutubet kaybını önlemek için en üste toprak serilir. Hazırlanan kompost yığını 3-4 hafta kendi hâline bırakılır. Bundan sonra birer ay ara ile bir veya iki defâ alt üst edilerek yığının her tarafının çürümesi sağlanır. 3-4 ay sonra kompost gübre kullanılmaya hazır bir hâle gelir.
Yeşil gübreler: Ekilmiş bir mahsulün hasat edilmeden, toprağı ıslah etmek maksadıyla, toprağa gömülmesine yeşil gübreleme ve bu maksat için kullanılan bitkilere ise yeşil gübre adı verilir.
Yeşil gübre bitkileri, toprakta çürüyerek, toprağı organik maddece zenginleştirir. Bünyelerinde bulunan besin maddeleri de toprağa geçer. Toprağın yapısı düzelir.
Yeşil gübrelemede, daha ziyâde fiğ, bakla, soya fasulyesi, taş yoncası gibi havanın azotundan istifâde ederek, köklerinde azot biriktiren ve bu sebeple toprağı azotça zenginleştiren bitkinin seçilmesi en uygundur. Yapılan birçok denemeler netîcesinde, bunların kendilerinden sonra gelen mahsulün verimini % 20-100 arasında arttırdığı görülmüştür.
Sun’î Gübreler
Sun’î gübreler, sıvı ve katı hâlde bulunur. Genellikle taşınması ve depolanması kolay olduğundan, katı ve granül hâldekiler tercih edilir. Eskiden kimyevî gübreler toz hâlinde yapılmaktaydı. Toz hâlindeki gübreler çok nem çekici ve taşınması zor olduğundan terk edilmiştir. Sıvı gübreler ise gün geçtikçe önem kazanmaktadır.
Gübreleme, genellikle ilkbaharda yapılır. Fakat kışın hafif ve yağışlı geçtiği bölgelerde sonbaharda yapılmaktadır. İstenirse ekstra olarak bitkinin büyüme mevsiminde katı gübre, mevsim ortasında ise sıvı gübre kullanılır. Uçucu özellikte olan gübreler, toprak altına konur. Bitki köklerinin, toprağın derinliklerine gitmesi sağlanır.
Toprağın yapısına ve yetiştirilen bitkinin çeşidine göre azot, fosfor ve potas ihtivâ eden sun’î gübrelerin dekara verilecek miktarları hesap edilir ve buna göre verilir.
Sun’î gübreler şunlardır:
a. Azotlu gübreler: Azotlu gübrelerin çeşitli tipleri vardır. Bunlardan amonyak sıvı, diğerleri ise katı olup, amonyaktan elde edilirler. Kalsiyum nitrat ve potasyum nitratın dışındaki bütün azotlu gübreler toprağı asidik yaparlar. Fakat bu asitlik uygun kireçleme ile kolaylıkla düzeltilebilir.
Amonyak: % 82 azot ihtivâ eden amonyak, normal sıcaklıkta bir gazdır ve basınç altında taşınmalıdır. Amonyak gazı direkt gübre olarak kullanılacağı zaman, toprağın 15-20 cm kadar altına gönderilir. Böylece buharlaşıp gitmesine mâni olunur. Sıvı amonyak, amonyak gazının suda çözünmesi ile elde edilir. Bu durumda % 20-28 azot ihtivâ eder. Sıvı amonyağın buhar basıncı az ve taşınması kolaydır. Ayrıca toprağın derinliğine gönderilmesine gerek yoktur.
Amonyum nitrat: Amonyağın oksitlenmesiyle elde edilen nitrik asit, amonyakla birleştirilerek amonyum nitrat elde edilir. Amonyum nitrat % 32-33,5 azot ihtivâ eder. Çok geniş bir kullanma sâhası vardır. Pekçok ürün için faydalıdır. Yalnız pirinç yetiştirilmesinde kullanılmaz. Çünkü su baskını olan sâhalarda mikrobik denitrifikasyon işlemi ile nitrat, azot gazına dönüşür ve kaybolur. Amonyum nitrat, granül hâlinde ve kireç ile karıştırılarak satılır.
Üre: % 45-46 azot ihtivâ eden konsantre edilmiş azotlu bir gübredir. Amonyak ile karbondioksidin basınç altında birleştirilmesiyle elde edilir. Toprakta hızla amonyum karbonata hidroliz olur. Bu sebepten kararsız olup, amonyak gazı salıverir. Amonyak kılcal kökleri tahrip ettiği için üre, tohumun veya genç bitkinin yakınına konulmaz.
b. Fosfatlı gübreler: Fosfatlı gübrelerin îmâlinde çeşitli kaynaklar vardır. Bunlar tabiî trikalsiyum fosfatlar, hayvan kemiklerinden elde edilen fosfatlar ve tomas çelik üretim konverterlerinden çıkan curuflardır. Tabiî fosfat yataklarının en önemlileri Amerika’da ve Fas’ta bulunmaktadır. Bu fosfatlar ince bir şekilde öğütülerek başka işlem yapılmadan asidik topraklara kullanılabilir.
Süperfosfatlar: Süferfosfatlar, tabiî fosfatlar üzerine sülfat asidi etkisiyle meydana getirilir. İlk süperfosfat fabrikası, İngiltere’de 1855 yılında kurulmuştur. Bunu 1868’de Almanya ve Fransa, 1870’te Amerika tâkip etmiştir. Trikalsiyum fosfat Ca3(PO4)2 suda çözünmez, dolayısıyla bitkiler tarafından emilemez. Trikalsiyum fosfatın sülfat asidi ile muâmelesinden suda çözünebilen monokalsiyum fosfat elde edilir, buna süperfosfat denir.
En çok kullanılan fosfatlı gübre % 18-20 fosforpentaoksit (P2O5) ihtivâ eden normal süperfosfattır. % 45-50 fosforpentaoksit ihtivâ eden zenginleştirilmiş süperfosfat gün geçtikçe daha fazla önem kazanmaktadır. Fosfor yüzdesi zengin olan fosfat gübreleri yalnız başına kullanıldığı gibi diğer gübrelerle karıştırılarak da kullanılır.
Amonyum fosfat: Azot ve fosfor gibi iki faydalı elementi ihtivâ etmesi bakımından çok önemlidir. Monoamonyum fosfat ve diamonyum fosfat olmak üzere iki çeşittir. Amonyum fosfat üretmek için önce trikalsiyum fosfattan, elektrik fırınında fosfor elde edilir. Fosfor su buharı ile muamele edilerek fosfat asidi hâline çevrilir. Fosfat asidi (H3PO4)nin uygun miktardaki amonyak ile muamelesi neticesinde amonyum fosfat elde edilir. Bu işlemler fazla miktarda elektrik enerjisine ihtiyaç gösterir. Amonyum fosfat gübreleri % 11-14 azot, % 48 civârında fosfatpentaoksit ihtivâ ederler.
Kemik fosfatları: Kemikler kalsiyum karbonat, kalsiyum fosfat, yağ ve aseinden meydana gelmiştir. Yağlı kısımlar kaynatma veya çözücüler vâsıtasıyla alınır, kemikler toz hâline getirilir. Bu toz % 24-25 fosforpentaoksit ve % 3-4 azot ihtivâ eder.
c. Potasyumlu gübreler: Bütün potasyum gübreleri suda çözünürler. Potasyum tuzlarının çoğu, esas îtibâriyle (% 91-93 nisbetinde) gübre olarak kullanılırlar. Potasyum ihtivâ eden yatak ve kayalardan üretilerek zenginleştirilir ve gübre şekline getirilirler.
Potasyum tuzlarının üretimi: Denizlerdeki oranı düşük olan potasyum tuzları, tuzla ana sularında biriktirilerek çıkarılır. Böyle bir biriktirme bâzı kapalı deniz veya göllerde de tabiî bir sûrette vukua gelerek kaya tuzu gibi yataklar teşekkül eder. Stassfurt ve Alzas potas mâdenleri buna güzel birer misâl teşkil eder.
Denizlerde uzun yıllar boyunca sodyum klorür çöker ve ana sular kalsiyum, mağnezyum ve potasyum tuzlarınca zenginleşir. Açık denizle olan bağlantı kesilince ana sular zenginleşmeye devâm eder ve mağnezyum ile tuzlardaki sıraya göre çökmeğe başlarlar. Meselâ, Stassfurtta çöken ham ürünlerin bileşimi şöyledir:
1. Silvinit (% 18-20 K2O)
2. Karnalit (% 9-10 K2O)
3. Kainit (% 13-14 K2O)
4. Hartsalz adı verilen bir silvinit + kieserit karışımı (% 12 K2O)
Bu tuzların uzun mesâfelere nakli için zenginleştirilmeleri lâzımdır. İşlemler ilkel maddelerin cinsine göre şöyle yapılır:
Potasyum sülfat üretimi: İlkel madde olarak kainit kullanılır. Bunun sıcak suda eritilmesi ve çözeltinin soğutulmasıyla % 55 potasyum sülfat ihtivâ eden bir ürüne varılır. Yeni bir kristalizasyondan sonra da sanâyide kullanılan % 90’lık tuz elde edilir.
Potasyum klorür üretimi: Zenginleştirilmiş potasyum klorür, en çok kullanılan potaslı gübreyi teşkil eder. Bunun üretimi için de madenden gelen ve ortalama % 50 karnalit, % 20 kieserit ve % 30 silvinit ihtivâ eden ham ürün, birkaç kademe kristalizasyon işlemlerinden geçirilerek % 90’lık potasyum klorür elde edilir.
Alzas yataklarının en önemli ürünü ortalama % 30-60 KCl, % 50-65 NaCl, % 0,1-0,7 MgCl2 ve % 9-14 çözünmeyen kısım ihtivâ eden “silvinit”tir. Bu madde sâdece parçalanıp öğütüldükten sonra bileşimine göre % 20-22 veya % 14-16 K2O’lu gübre olarak satılır veyahut zenginleştirilerek özel gübreler hazırlanır. Alzas ürünlerinde mağnezyum bulunmadığından, bu işlem Stassfurttaki üretime nazaran ana suların buharlaştırılmasına lüzum olmaksızın hâsıl olması sebebiyle basittir. İşlemin esası sodyum ve potasyum klorürlerinin soğukta ve sıcaktaki çözünürlük farkına dayanır.
Stassfurt ve Alzastan başka Amerika’da (Teksas), Afrika’da Tunus ve Avrupa’da (Fransa, İspanya) diğer bâzı potasyum tuzu mâdenleri mevcuttur.
Potasyum tuzlarının kayalardan çıkarılması: Potasyum tuzları bâzı kayalardan da çıkarılmaktadır. Fakat pek bol değildirler. Önemli bir mâden feldispattır ki ortalama % 2,4 K2O ihtivâ eder. Ancak bu oran üretim masrafını karşılayamaz. Buna karşılık İtalya’da bulunan ve leucit (4SiO2Al2O3K2O) ihtivâ eden bazaltlar (Bkz. Bazalt) bu hususta daha elverişlidir. Burada potasyumun kazanılması için yapılan bir usûlde (blanc usûlü), leucitli taşlar kum şekline getirilerek, bazaltı çeken ve leuciti bırakan bir elektro mıknatıs tesiriyle zenginleştirme yapılır. Bu suretle % 23 Al2O3, % 18 K2O ve % 55 SiO2 ihtivâ eden bir ürüne varılır. Klorür asidi tesiriyle silis çöker ve potasyum klorürle alüminyum klorür ihtivâ eden bir çözelti meydana getirir. Bu iki tuz da billurlaşma işlemleriyle birbirinden ayrılarak % 90’lık potasyum klorür, öte yandan bir çöktürme ile alüminyum üretimine elverişli saf alüminyum elde edilir.
Alm. Starke, Arbeitsleistung (f), Fr. Puissance (f), İng. Power. Birim zamanda yapılan iş miktarı. Enerji, iş yapabilme kâbiliyeti kapasitesi, güç ise, belli bir işi yapmanın hızıdır. Birimi Erg/s veya Newton. metre/saniye=Joule/s (J/s)dir. Yaygın olan güç birimleri ise, Watt (W) ve Beygir Gücü (Buhar Beygiri, BG, BB, PS, CV)dür. Güç ile ilgili bağıntılar:
Güç = İş/Zaman = KuvvetxHız
1W = 1J/s = 107 Erg/sn
1BG = 736 W
1HP = 1 İngiliz Beygir Gücü = 746 W
Elektrikte güç, akım ve gerilim (voltaj) çarpımından ibârettir. Bir doğru akım devresinden geçen akım amper, gerilim de volt cinsinden ölçüldüğünde, bunların çarpımıyla elde edilen güç, watt olarak çıkar. 1000 watta eşit olan kilowatt ise daha sık kullanılan bir birimdir.
P=I.V=I2.R
Değişken (alternatif) akım devrelerinde güç hesâbı ise farklıdır. Akım ve gerilim değerleri her an değişeceğinden, güç değeri de değişecektir. Bu yüzden alternatif akım devrelerinde “ortalama güç”ten bahsedilir. Bir alternatif akım devresinde akımın etkin değeri (Ie), potansiyel farkının etkin değeri (Ve), akım ile gerilim arasındaki faz farkı j ise güç:
P=Ie.Ve.Cosjşeklinde ifâde edilir. Burada Cosj”güç çarpanı” adını alır.
Evlerde kullandığımız elektrik sayaçları şehir şebekesinden çektiğimiz güçle orantılı olarak dönen bir disk esâsına göre çalışır. Böylece sonuç kilowatt-saat (kWh) olarak numaratörde görünür. Enerji değerleri; kilovolt-amper-saat (KVAh) olarak da verilebilir. Bu kWh’e eşit değildir.
On yedinci yüzyıl tezkirecisi ve divan şâiri. Edirne’de doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Asıl adı Ali’dir. Tahsilini Edirne’de tamamladı.
Çeşitli yerlerde kâdılık yaptı. Selânik Seyâhatnâmesi isimli eserinden, Selânik’te de kâdılık yaptığı anlaşılmaktadır. Devrindeki şâirlerden Vâhid, Tâlib ve Neşâtî ile yakın ilişkisi vardı. Sofyalı Fethi’yi yetiştirdi. Şeyhülislâm Bahâî Efendi ile dostlukları vardı. Ömrü yokluk içinde geçti. Hicve düşkünlüğü ile dikkati çekti. Çağdaşları arasında ikinci derecede şâirdir. Güzel bir üslûbu olmasına rağmen Fârisî bildiği için şiirlerinde İran şâirlerinin tesiri görülür. Gazel ve rubâîlerinde muvaffak olmuş, fakat kasîdelerinde o kadar başarılı olamamıştır. 1677 senesinde vefât etmiştir.
Eserleri:
Dîvân, Gamnâme (manzum bir şikâyetnâme), Şâh ü Derviş(tercüme bir mesnevî), Zellenâme (hezel türünde bir eser). Güftî’nin asıl şöhretini sağlayan eseri, Teşrîfatü’ş-Şuarâ adlı manzum tezkiresidir.
Alm. Kessel (m), Fr. Cruche (m), İng. Spout. Genellikle su taşıma ve ısıtmaya yarayan, şekil olarak testiye benzer, ekseriya bakır ve alüminyumdan yapılan boyun kısmı ince ve uzunca kulplu bir kap. Ağızları umûmiyetle geniş ve kapaklıdır.
Büyük ve küçük olarak iki kısma ayrılan güğümlerin su, süt, salep, kahve, mürekkep güğümleri gibi çeşitleri de vardır. Bunların içerisinde su, salep, bozacı güğümleri büyük, diğerleri küçük tiptir. Su güğümlerinde suyu düzgün akıtmak için bir oluk bulunur. Pekmez, kahve ve salep güğümleri birbirine benzer. Bunların içinde yalnız pekmez güğümlerinin ağzında oluk yoktur. Kahve güğümleri eskiden konaklarda birçok kişiye hizmet etmek îcâb ettiğinde kullanılırdı. Salep güğümleri ise, altında mangala oturtulmak için yeri olan bugün de kullanılan güğümlerdir. Bunlardan başka mürekkep saklamak için kullanılan güğümler de vardı. Oluksuz olan bu güğümlerin kapağı sıkı sıkıya otururdu. Eskiden pirinç, gümüş, bakır hattâ altından yapılan güğümler, günümüzde umûmiyetle alüminyum ve galvanizli tenekeden îmâl edilmektedirler. Bugünkü güğümlerin en yaygın olarak kullanılanları, alüminyumdan yapılan su ve süt güğümleridir. Eskiden güğümlerin üzerleri kakma, çakma, kalem veya hat ile bâzıları da civa yaldızı ile süslenirdi. Bu tip güğümler çeyizlerin ihmâl edilmeyen bir eşyâsıydı. Antika güğümler çok kıymetlidir.
Bugün dünyânın çeşitli yerlerindeki müzeleri süsleyen güğümler, Türk-İslâm sanatının güzel örneklerinden kabûl edilmektedir.
Alm. Rosa (f), Damaszener Rose, Hundsrose, Fr. Rose (f), İng. Rose, damask rose; dorgrose, herbrose. Familyası: Gülgiller (Rosaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu ve Trakya.
Mayıs-haziran ayları arasında, pembe, beyazımsı, sarı, kırmızı renkli çiçekler açan, güzel kokulu çok senelik, çalımsı ve dikenli bir bitki. Gövdeleri silindir biçimli, yeşilimsi, esmer renkli, çok dallı ve dallar sık dikenlidir. Dikenlerin uçları kıvrık ve genellikle kırmızı renktedir. Yapraklar saplı ve kulakçıklı, 5-7 yaprakçıklıdır. Çiçekler dallarında tek tek veya kümeler hâlinde bulunur. Çanak yaprakları 5 parçalı, taç yaprakları ise çok parçalıdır. Çiçek tablası zamanla etlenerek, kırmızımtrak bir renk alır ve kuşburnu adı ile bilinir.
Deniz seviyesinden îtibâren, 3500 m yüksekliğe kadar, kâfi derecede rutûbetli ve geçirgen topraklarda yetişir.
Türkiye’de yabânî olarak yetişen 23 türü bulunmaktadır. Çok eski bir kültür bitkisidir. Menşei kesin olarak bilinmemekle birlikte, çoğu gül çeşitlerinin menşeinin Asya’nın mutedil bölgeleri olduğu kabul edilmektedir.
Güller çiçeklerine göre: Yalın kanat, yarım katmerli ve katmerli güller. Boylarına göre: Bodur, yüksek ve sarılıcı güller. Çiçeklenme zamânına göre: Yılda bir çiçek açanlar, yılda birden fazla çiçek açanlar ve yediveren güller diye sınıflandırılmaktadırlar.
Anadolu, yabânî gül bakımından çok zengindir. En yaygın olan Rosa canina (köpek gülü veya yabânî gül)dır. Gülyağı çıkarılmasında en elverişli olanı pembe renkli, kuvvetli kokulu ve yarım katmerli olan Rosa damascena (Isparta gülü, yağ gülü, sakız gülü)dır.
Gül yetiştiriciliği: Gül fidanı; ısı derecesi yüksek olan, çok kırağı ve don yapmayan, çiçek zamânında çiğ yapan yerlerden hoşlanır. Güllerin toprağı, kâfi derecede humuslu ve kireçli geçirgen tınlı ve derin olmalıdır. Bol gübreli killi-kumlu ve içerisinde demir maddeleri bulunan kırmızı renkteki topraklarda iyi yetişmektedir.
Bütün gül çeşitleri; tohum, çelik, daldırma ve aşı şekillerinden birisi ile üretilir. Güllerin çoğu çelikle üretilmektedir. Yalnız bâzı türleri çeliğe gelmezler. Çelik alma zamânı, ağustos-eylül aylarıdır. Çelikler senelik ve odunlaşmış sürgünlerden âdi çelik tarzında alınır. Alınan çeliklerin üzerindeki yapraklar makasla kesilir. Bunu yaparken gözleri bozulmamalıdır. Hazırlanan çelikler alaca gölgeli yerlerde yapılan köklendirme tavalarına iki göz dışarda kalacak şekilde, 10 cm aralıkla dikilir. Suyuna, yabancı otlara ve toprağına dikkat edilerek, çeliklerin köklenmesi sağlanır. Köklenen bu çelikler mart ayında tavalarından dikkatlice sökülerek esas yerlerine dikilir. Aşı ile üretme şeklinde, en fazla göz aşısı uygulanmaktadır. Mayıs-haziran ayında sürgün, ağustos ayında durgun göz aşısı yapılmaktadır.
Gül fidanlarının dikileceği yerlerin derinliği 60 cm, genişliği 40x50 cm olmalıdır. Çukuru, dikimden 1-1,5 ay evvel açmak iyi olur.
Güllerde budama: Güllerin budaması kolay, fakat teknik isteyen bir iştir. Gelişigüzel budama, gülün ömrünü kısaltır. Budama ile güllerin iyi kalitede çiçek verimi sağlanır. Gül fidanları ekildiği yıl, dalları iki göz üzerinden, ikinci yıl 3-4 göz üzerinden, üçüncü yıl 5-6 üzerinden, dördüncü yıl 2-3 göz üzerinden sarılıcı ve çardak güllerinde ise 6-7 göz üzerinden budanmalıdır.
Kullanılan kısımları: Gülün kullanılan kısımları çiçeği, çiçeklerinden elde edilen gülyağı ve gülsuyudur. Çiçekler sabahın erken saatlerinden güneş doğmadan toplanıp gölgede kurutulur. Su buharı ile distilasyona tâbi tutulur. Elde edilen kısmın üst tarafında gül yağı toplanır. Alttaki sulu kısım ise gül suyunu teşkil eder. Genellikle 3000-3500 kg çiçekten, 1 kg gülyağı, 500 kg gül suyu elde edilmektedir.
Kullanıldığı yerler: Gül çiçeğinin taç yapraklarında uçucu yağ, tanen, gallik asit, kuarsitrin, siyanin, şeker ve mum vardır. Gülyağı tıbbî bir tesire sâhib olmamakla berâber, bilhassa parfümeri ve kozmetik sanâyiinde bâzı pomatlar ile galenik preparatların kokusunu değiştirmede çok kullanılır. Dâhilen ise hafif müshil etkilidir. Gülsuyu, gül reçelleri halk arasında yaygın olarak kullanılır.
Isparta gülü (Rosa damascena): Çok eski bir kültür bitkisi olduğu için menşei belli değildir. Halen Isparta çevresinde bol miktarda yetiştirilmektedir.
Isparta veya yağ gülü, Isparta çevresinde, 1,5-2 m aralıkla sıralar hâlinde ekilmektedir. Üretilmesi çelikle yapılır. Çelikler de kasım ve aralık aylarında ekilir. Ürün ikinci yıldan îtibâren alınmaya başlar. Üçüncü ve dördüncü yaşlarda verim en fazladır. Daha sonra bu yaşlı güller kesilerek gençleştirme yoluna gidilir. Gül bahçelerinden gençleştirme sûretiyle 15-20 sene faydalanılabilir.
Yabânî gül (Rosa canina): Memleketimizde oldukça yaygın bir gül çeşididir. 2-3 m yüksekliğinde, pembe veya beyaz çiçekli bir ağaççıktır. Meyveleri parlak kırmızı renktedir. Bu gülün olgun meyvelerini saran, başlangıçta ağızı dar bir bardak şeklinde olan çiçek ekseni, çiçek tablası olgunlaşınca etlenip, kırmızı bir renk alır. Bu meyvelere “kuşburnu” adı verilir. Bileşiminde tanen, pektin, vitamin C, şekerler ve organik asitler vardır. Kabız edici, idrar söktürücü olarak, böbrek ve safra taşlarına karşı, C vitamini yönünden zengin olduğu için de bâzı bölgelerde marmelât yapımında kullanılır.
Bir cemâat tarafından birlikte ve hep bir ağızdan söylenen duâ. Yeniçeriler tarafından tertib edilen çeşitli merâsimlerde ve eskiden okula başlayan çocukların okul önünde bir ağızdan ettikleri duâlara da bu isim verilmektedir. Bâzı merâsimlerin icrâsı esnâsında askerlerin duâ ve alkış tarzında hep bir ağızdan çıkardıkları yüksek ses mânâsına da gelmektedir.
Osmanlılarda yeniçerilere üç ayda bir maaş verilir, saray mutfağından çorba, pilav ve zerde dağıtılırdı. Yemekten sonra Ortakapı’ya gelirler ve başçavuş kubbe altı önünde ayakta durur, sonra çaprazvârî olmak üzere iki elini göğsüne koyarak, gülbank çekerdi.
Gülbankın muhtelif çeşitleri vardır: Gülbank-i Aşûre, Gülbank-ı Seyahat, Gülbank-ı Tevhîd, Gülbank-ı Bülbülân, Gülbank-ı Muhammedî, Gülbank-ı Müslümânî vb. bunlardandır.
Ancak en meşhur Gülbank, 1623 (H.1033) târihli ulûfe defterlerinin arkasında yazılı olanıdır ki şu şekildedir:
“Eûzübillâhimineşşeytânirracîm Bismillâhirrahmânirrahîm. Duâ edelim; Allahü teâlâ hazretlerinin birliği içün, hâtemü’l enbiyâ hazret-i Muhammeden-il Mustafâ sallallahü aleyhi ve sellemin pâk, münevver, mutahhar, azîz, şerîf, latîf rûh-ı şerîfleri içün, evlâdı içün, ashâbı içün, çihâr-ı yâr-i güzîn ervâhı içün, tâbiîn, tebe-i tâbiîn, eimme-i müctehidîn ervâhı içün, enbiyâ ve evliyâ ve ulemâ-i izâm ve meşâyîh-i kirâm seyyidüssâdât selâmeti içün ve kutb-ı âlem Sultân Hâcı Bektâş kuddise sirruhü’l-azîz hazretlerinin rûh-ı şerîfleri içün, rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în. Sırları ve himmet-i aliyyeleri üzerlerimize ve üzerlerinize hâzır ve nâzır olmaklığı içün, selâtin-i mâdîn içün, hâlâ izzetlü ve seâdetlü pâdişâh-ı âlem-penâh hazretlerinin ömr-i devleti, yevmen fe-yevmen ziyâd ber-ziyâd olmaklığı içün, asâkir-i İslâm her nereye müteveccih olurlar, mansûr ve muzaffer olub a’dâ-yı dîn hor ve hakîr olmaklığı içün, ağa hazretlerinin selâmetliği içün ömr-i devleti yevmen fe-yevmen ziyâd ber-ziyâd olmaklığı içün ve sadrdan gelmiş geçmiş kâtibîn-i mâdîn içün, hâlâ efendi hazretlerinin selâmetliği içün, ömr-i devleti, yevmen fe-yevmen ziyâd ber-ziyâd olub tevâbii ve levâhıkı ile dâimâ sıhhat ü selâmette olmaklığı içün, bu makâmda gelmiş geçmiş halîfelerimiz ervâhı içün ve hâlâ halîfelerimizin gönülleri murâdı içün, devâm-ı dîn ü devlet içün, def’-i belâ içün, redd-i kazâ içün ve rızâ-yı Habîbullah celle a’lâ Fâtiha.”
Yeniçeriler savaşa başlayacakları zaman, askerleri heyecanlandırmak ve onlara üstün bir morel gücü kazandırmak için Gülbanklar çekerlerdi. Mehterlerde ve çeşitli merâsimlerde de çekilen Gülbanklar mevcuttur. Sofiyye ıstılahlarında ve Mevlevî tarîkatlarına mensub olanlar arasında da Gülbanklar çekilirdi. Gülbanklar genellikle “Hû, diyelüm!” sözüyle biter, dinleyenler de hep bir ağızdan ve yüksek sesle “Hû!” derlerdi.
Akdeniz bölgesinde bir boğaz ve geçit. Toros Dağlarının doğusunda bulunur. İç Anadolu’yu Çukurova’ya bağlayan en önemli tek geçittir.
Geçide “Gülek” adı, dar kesimi yanında kalıntısı yükselen bir kaleyle, batısındaki köyden dolayı verilmiştir.
İslâm ordularının seferleri sırasında Müslüman akıncıları, Bizans topraklarına geçmek için bu özel geçidi kullanıp buraya Darbec Selâne adını vermişlerdi.
Gülek Geçidi esas olarak Tarsus Çayının bir kolu olan Caket Suyunun açtığı vâdide çok dik kayalar arasında güney-kuzey istikâmetinde 10 km uzanır. Yüksekliği 800 m ile 1200 m arasında değişen iki tepe arasındadır. Orta kesiminde genişliği 10 m’ye kadar düşer. Gülek Yolu Torosların en yüksek bölgesinden geçmektedir.
Gülek Boğazı, Marmara ve Ege kıyılarını Torosların ötesindeki beldelere bağlanmasından dolayı çok önemlidir. Asrımızda Torosların arasına girip onu geçen bir demiryolu hattı kurulmuştur. Açılan tünel ve demir yolu Gülek Boğazının önemini kaybettirdi ise de, İkinci Dünyâ Savaşında artan trafik, önemini yeniden kazandırmıştır. Boğaz stratejik önemini hâlâ muhâfaza etmektedir.