GUREBÂ

Osmanlı ordu teşkilâtında kapıkulu süvârisini teşkil eden altı bölükten, Gurebâ-i Yemin ve Yesar bölüklerinin adı. Gurebâ, garip kelimesinin çoğulu olup, “yabancı, kimsesiz, misâfir” mânâsındadır.

Gurebâ bölüklerine Galata, İbrâhimpaşa ve Edirne saraylarından çıkan acemiler, savaşta yararlık gösteren Arap ve Acem gibi yabancılar ve yeni Müslüman olmuş gençler alınırdı. “Aşağı Bölükler” veya “Garib Yiğit Bölükleri” diye de anılan bu birlikler,Sağ Garibler(Gurebâ-i Yemin) ve Sol Garibler (Gurebâ-i Yesar) adlarıyla ikiye ayrılırdı.

Sefer esnâsındaki yürüyüşlerde sağ garibler sağ ulûfecilerin sağında; sol garibler, sol ulûfecilerin solunda giderlerdi.Muhârebede ise, sağ garibler pâdişâhın sağındaki sancağın dibinde,sol garibler sol alem dibinde bulunurlardı. Sefer esnâsında merkez kolunda her gece otağ ve ağırlıkları koruyan gurebâ bölüklerinin, savaş esnâsındaki en önemli vazîfeleri ise Sancak-ı şerîfin korunması idi.

Gurebâ-ı Yemînin bayrakları sarı ile beyaz; Gurebâ-i Yesarınkiler ise, yeşil ile beyazdı. İki bölüğün de silâhları bir pala, bir mızrak ile eğerin başına asılı, “Gaddare” adı verilen kılıçtı. Osmanlı başkentinde kışlaları yoktu. İstanbul, Edirne ve Bursa etrâfındaki köy ve kasabalara yerleştirilmişlerdi. İstanbul’da bulunanlar, evli ise evlerinde, değilse hanlarda ikâmet ederlerdi. On altıncı yüzyılda Gurebâ bölüklerinin mevcudu 1000 ve 1500 nefer arasında değişiyordu. On yedinci yüzyılda ise, sağ garibler 410, sol garibler ise 312 mevcutlu idi.

Her iki bölük, hükümdârın bizzat katıldığı savaşlara katılırlardı. Gurebâ-i Yemin ve Yesar’ın ayrı ayrı ağası, kethüda, kethüda yeri, kâtip, kalfa adlarıyla anılan büyük ve başçavuş, çavuş rütbelileri vardı. Maaşları kıdem ve ehliyete göre olup, vezîriâzamın huzûrunda dağıtılırdı. İki bölük de, Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra 1826 târihinde, gümrükten bir miktar maaş bağlanarak emekli edilip, târihe karıştılar.

GUREBÂ HASTÂNESİ

(Bkz. Vakıf Gurebâ Hastânesi)

GÛRLULAR (GÛRÎLER)

Afganistan’ın Gûr bölgesinde kurulan devlet. Genel olarak Gûr halkı ve emîrleri, Herat’ın doğu ve güneyinden geçen kervanları vurmak ve savaşmakla hayat süren bir kavimdi. Gaznelilerden, Sebük Tegin’in oğlu Sultan Mahmûd ve oğlu Mes’ûd, Gûr topraklarında seferler düzenlediler. Gûr emîrlerinden bâzıları Gazne sultanlarının hâkimiyetine girdilerse de bu hâl uzun sürmedi. Gûr topraklarında İslâmiyetin yayılmasında Müslüman emîr Mes’ûd’un büyük rolü oldu.

On birinci asrın sonlarında İzzeddîn Hüseyin adlı Gûr emîri, hem Sultan Sencer’e hem de Gazne Sultânına hediyeler sunarak bağlılığını bildirdi. Gazne Sultânı Üçüncü Mes’ûd onu Gûrluların başına emîr tâyin etti. Bundan sonra Gûr topraklarında bu emîrin soyundan gelen emîrler ve sultanlar hâkim oldular. İzzeddîn Hüseyin ölünce, toprakları yedi oğlu arasında paylaşıldı. Çocukların en büyüğü Seyfeddîn Sûrî, Gûr emîri ünvânıyla sülâlenin başında kaldı. Diğer kardeşi Fahreddîn Mes’ûd, Bamyan emîri oldu ve hânedânın Toharistan kolunu kurdu. İzzeddîn Hüseyin’in yedi oğlundan Kutbeddîn Muhammed’e Bilâd-ı Cibâl bölgesi verildi. Kutbeddîn daha sonraları Gûr’un başşehri olacak olan Firûz-Kuh şehrini kurmaya başladı. Kardeşleriyle geçinemeyen Kutbeddîn bir süre sonra Gazne’ye gitti. Gazne Sultânı Behrâm Şahın kızı ile evlendi. Kısa zaman sonra taraftâr edinmesinden şüphelenen Behrâm Şah tarafından öldürüldü. Kutbeddîn’in yerine kardeşi Behâeddîn Sam geçti. Kutbeddîn’in zehirlenerek öldürülmesinin öcünü almak isteyen hânedânın başı Seyfeddîn Sûrî, kardeşi BehâeddînSam’ı Gûr’da vekil bırakarak Gazne üzerine yürüdü. Ancak Behrâm Şah, bir baskın düzenleyip Seyfeddîn’i yenerek öldürttü. Gûr’da vekil olan Behâeddîn Sam da aynı gâyeyle çıktığı Gazne Seferinde öldü. Yerine geçen kardeşi Alâeddîn ise Gazne Sultânı Behrâm’ı üç kere yendi ve Gazne’yi ele geçirdi.

Bu gâlibiyetten sonra Sultan Alâaddîn, Selçuklu Sultânı Sencer’e her sene gönderdiği hediyeleri kesti. Bunun üzerine Sultan Sencer, Gûr üzerine yürüdü. İki ordu Herat’ta Firûz-Kuh arasındaki Nab şehri yakınlarında karşılaştı. Savaş başlayınca, Alâeddîn’in ordusunda bulunan Türkler, Sultan Sencer tarafına geçtiler. Alâeddîn yenilip esir düştü. Bir müddet Sencer’in hizmetinde bulundu, sonunda affedilerek Gûr’a döndü. Bu arada Behrâm Şah, Gazne’ye yeniden girdi. Sultan Sencer’in 1157 senesinde ölümü üzerine, Selçuklu topraklarında çıkan karışıklıklar Gûrlulara büyüme fırsatı verdi.

Alâeddîn, Bamyan ve Toharistan koluna hâkimiyetini kabul ettirdikten sonra, Davar, Büst ve Horasan’da Tülek şehriyle Gürcistan ve Murgab Ovasındaki bâzı yerleri ele geçirdi. Devlet güçlü duruma geldi. Alâeddîn, saltanatının son zamanlarında Melâhide ve Karmatîlere bâzı haklar verdiğinden, bunların bozuk fikirleri Gûr’da hızla yayıldı. Alâeddîn’in ölümü üzerine yerine geçen Seyfeddîn Muhammed, ilk iş olarak Melâhide ve Karmatîleri sindirerek bozuk fikirlerinin yayılmasını önledi. Ancak bir süre sonra ordu kumandanı Ebü’l-Abbâs tarafından öldürüldü (1161). Yerine Behâeddîn Sam’ın oğullarından Gıyâseddîn Muhammed geçti. Kardeşi Muizzeddîn de ağabeyinin yanına gelerek, onun ser candarı (koruyucu birliğinin baş kumandanı) oldu. İki kardeş, bu andan îtibâren birbirlerine sıkı bir bağla bağlanarak, devleti idâreye başladılar.

Tahtı ele geçiren kardeşler, ilk iş olarak ordu komutanı Ebü’l-Abbâs’ı ortadan kaldırdılar. Amcaları Bamyan Meliki Fahreddîn de, hânedânın en büyüğü olduğunu ileri  sürerek, Gûr tahtına geçmek istedi. Herat ve Belh sultanlarının yardımıyla yeğenlerinin üzerine sefer düzenledi ise de, yenildi ve Bamyan’a geri gönderildi. Bundan sonra iki kardeş; Zemindaver, Germsir, Gürcistan ve Talikan’ı ele geçirdi. 1173 senesinde Gazne’yi ele geçiren Gıyâseddîn, kardeşi Muizzeddîn’i bu bölgeye sultan yaptı. Sultan-ı A’zam ünvânını aldı. Kardeşininki ise, Sultan-ı Muazzam idi. Sultan Gıyâseddîn iki sene sonra Herat’ı ele geçirerek Doğu Horasan’a sâhib oldu.

Muizzeddîn, Gazne bölgesi sultânı olduktan sonra, 1175 senesinde Hindistan’a sefer düzenledi. Karmatîlerden Multan’ı aldı. Üç sene sonra Muizzeddîn, Gazneli Sultan Mahmûd gibi, Tar Çölünü geçti ve Gucerat’ı ele geçirmek istedi. Multan ve Uç yolu ile çöle girdi. Gucerat’ın başşehri olan Nehrvala üzerine yürüdü ise de, ordusu güçsüz düştüğünden Gucerat Racası Bim tarafından Anilvara dolaylarında bozguna uğratıldı (1179). Bu mağlûbiyet, Müslüman Türklerin Hindistan’da aldıkları ilk önemli yenilgidir. Muizzeddîn, ertesi sene Pencab üzerine yürüdü. Ona karşı koyacak güçte olmayan Gazneli soyundan Pencab Melîki Hüsrev, Muizzeddîn’in hâkimiyetini tanıdı. 1186 senesinde Melik Hüsrev’in aleyhte faaliyetleri üzerine Muizzeddîn yine Pencab’a  girdi ve Lahor’u ele geçirdi. Melik Hüsrev’i yakalayıp, Firûz-Kuh’a yolladı. Böylece Sebük Tegin’in kurduğu Gazneli Devletinin Hindistan’da kalan kısmı sona erdi.

Muizzeddîn, 1190 senesi kış aylarında Ecmir ve Delhi Racası Pritvirac’ın ülkesine girip, Lahor’un güneyine düşen Batında bölgesini ele geçirdi. Gazne’ye geri dönerken, Pritvirac’ın bütün Kuzey Hindistan racalarıyla birlikte büyük bir ordu ile üzerine geldiğini öğrenince, karşısına çıktı. İki ordu Tarain önlerinde karşılaştı. Hind ordusu, Gûr-Türk ordusundan çok daha kalabalıktı. Muhârebe sırasında Muizzeddîn’in kolundan yaralanması, Gûr-Türk ordusunun bozgununa sebeb oldu. Hindular, Batında bölgesini tekrar ele geçirdiler. Bir sene sonra Muizzeddîn, büyük bir hazırlık yaparak Pritvirac üzerine sefere çıktı. İki ordu yine Tarain bölgesinde karşılaştı. Muizzeddîn ordusunu beş bölüme ayırdı. Onar bin kişilik olan dört bölüm sabahtan ikindiye kadar Hinduların üzerine dört yandan saldırıyor, Hindular üzerlerine geldikçe çekiliyorlardı. Hind ordusu böyle bir yıpratmadan sonra, mağlûbiyete uğratıldı. Raca Pritvirac muhârebe sırasında öldü. Muizzeddîn, bu gâlibiyetten sonra, Ecmir üzerine yürüdü ve şehri ele geçirdi. Mâbetler, câmi ve medreseye çevrildi. İslâm dînini yaymak için tedbirler alındı. Bu ikinci Tarain Zaferi sonucu olarak Sıvalık dağlık bölgeleriyle Hansi ve Sursuti bölgeleri de ele geçirildi. Muizzeddîn, Ecmir’i aldıktan sonra, Delhi üzerine yürüdü ve burayı kendisine bağladı. Ordusunun en ünlü kumandanı olan Aybek’i Hindistan’a genel  vâli ve ordu kumandanı tâyin ederek Gazne’ye döndü.

Muizzeddîn, Hindistan üzerine devamlı seferler düzenlerken, Merkezdeki Sultan Gıyâseddîn ise, Harezmşahlar ile mücâdele ediyordu. Harezmşah Celâleddîn Mahmûd, kardeşi Sultan Tekiş ile yaptığı mücâdelelerde mağlub olarak Gûr Sultânı Gıyâseddîn’e sığındı. Bir süre burada kalan Celâleddîn, daha sonra Karahıtay hâkânının yanına gitti ve ondan aldığı yardım ile Gûrlulara karşı sefer düzenledi. Gûrlu ordusunu zor duruma sokmasına rağmen, 1192 senesinde Merv yakınlarında mağlûb oldu. 1200 senesinde Harezmşah Sultânı Tekiş ölünce, Gûrlular,  batı Horasan üzerine yürüyerek Nişâbûr’u aldılar. Harezmşah Sultanı Muhammed, Gıyâseddîn’den Horasan’ın kendisine geri verilmesini istediyse de kabul edilmedi. 1201 senesinin sonlarına doğru Muhammed Harezmşah, Nişâbûr’u kuşattı. Nişâbûr’da bulunan Gûr şehzâdelerinden Alâeddîn Muhammed, şehri teslim etti ve ordusuyla geri çekildi. Netîcede Horasan bölgesi Harezmşahlar ile Gûrlular arasında bölündü.

1203 senesinde Gıyâseddîn’in ölümü üzerine, devletin başına Muizzeddîn geçti. Muizzeddîn tahta geçtikten bir sene sonra büyük bir ordu ile Harezm topraklarına girdiyse de, Karasu kıyılarında yenilerek geri çekilmek mecbûriyetinde kaldı. Çekilme sırasında Gûr ordusu Karahitayların saldırısına mâruz kaldı ve tamâmen bozuldu. Muizzeddîn, 1205 senesi kış aylarında Hindistan’da çıkan bir ayaklanmayı bastırmak için sefere çıktı. Sefer dönüşü, 1206 senesinde, bir gece çadırında öldürüldü. Yeğeni  Gıyâseddîn Mahmûd, duruma hâkim olarak devletin başına geçti. Ancak Gûr ülkesindeki karışıklıkları önleyemedi. Gazne toprakları Türk beylerinden Yıldız’ın eline geçti. Bu sırada Harezmşahlar ile mücâdele hâlinde bulunduğundan Gazne’yi Yıldız’a verdiğine dâir bir ferman yayınladı. Gıyâseddîn Mahmûd, bir taraftan Harezmşahlar ile uğraşırken, diğer yandan da hânedân mensuplarıyla mücâdele ediyordu. Büyük amcası Alâeddîn Atsız, Harezmşahların yardımı ile Gûr tahtını ele geçirmeye çalıştığı sırada yapılan savaşı kaybetti. Bu hâdiseden sonra, Muhammed Harezmşah’ın kardeşi Ali, Gûr’a sığındı. Gıyâseddîn Mahmûd, Harezmşah’tan çekinerek Ali’yi hapsettirdi. Bu yüzden Ali’nin adamlarından bâzıları Gıyâseddîn Mahmûd’u öldürdüler.

Gıyâseddîn Mahmûd’un yerine geçen oğlu bir kaç ay tahtta kalabildi. Alâeddîn Atsız, Harezmşah’ın yardımıyla Gûr tahtını ele geçirdi ve Gazne’de oturan Yıldız’la uzun süre uğraştı. Gazne ordusunu yendi ise de, 1214 senesinde yapılan savaşta öldü. Alâeddîn Atsız’ın ölümünden sonra, Gûr’da durum karıştı. Hapiste bulunan Alâeddîn Muhammed kurtarılarak, Sultan Yıldız tarafından Gûr tahtına geçirildi. Fakat bir sene sonra Muhammed Harezmşah, devletin Bamyan ve Gazne kısmını ele geçirdi. Böylece Gûr Devleti’nin Hindistan dışında kalan toprakları Harezmşahların eline geçti. Bununla berâber Harezmşah hâkimiyeti kısa sürdü.Az zaman sonra da bütün doğu İslâm dünyâsı Moğol Cengiz Han tarafından istilâ edildi.Öte yandan Muizzeddîn’in Türk kumandanları Kuzey Hindistan’da Gûr siyâsetini ve geleneklerini sürdürmeğe devâm ettiler. Bunlardan Kutbeddîn Aybek, Delhi Türk Sultanlığını kurdu.

GÛRLU SULTANLARI

(Gûr’da ve sonra Gazne’de)

İzzeddîn Hüseyin

 1100

Seyfeddîn Sûrî

 1146

Birinci Behâeddîn Sam

 1149

Alâeddîn Hüseyin

 1149

Seyfeddîn Muhammed

 1161

Gıyâseddîn Muhammed

 1163

Muizzeddîn Muhammed

 1203

Gıyâseddîn Mahmûd

 1206

İkinci Behâeddîn Sam

 1212

Alâeddîn Atsız

 1213

Alâeddîn Muhammed

 1214

Harezmşah İstilâsı

 1215

(Bâmiyân ve Tuhâristan’da)

 

Fahreddîn Mes’ûd

 1145

Şemseddîn Muhammed

 1163

Behâeddîn Sâm

 1192

Celâleddîn Ali

 1206 1215

Harezmşah istilâsı

 1215 

 

GURÛBÎ SAAT

Güneşin batmasının 12.00 olarak kabul edildiği saat hakkında kullanılan bir tâbir.

Ezânî saate, astronomi (ilm-i hey’et) ifâdesi ile “hakîkî gurûbî saat” denir. Bu saatle güneş hergün saat 12.00’da batmakta (gurûb etmekte) ve diğer vakitler de buna göre hesap edilmektedir.Akşam ezanı bu saatle hep 12.00’da okunduğundan, “ezânî saat” ismini almıştır. Osmanlı Türklerinde kullanıldığı ve daha sonra bugünkü kullandığımız “vasatî saat” kabul edildiğinden, halkımız şimdiki saate “alafranga”, ezânî saate de “alaturka” ismini vermiştir. Kullanıldığı zamanlarda bu saat hergün veya 2-3 günde bir güneşin battığı saatlerde 12.00’ye getirilerek ayar edilmekteydi.O zamanda büyük câmilerimizde muvakkıthâneler ve burada astronomi hesaplarını çok ince şekilde hesaplayabilen muvakkıt denilen vazifeli memurlar vardı. Akşam ezanı her gün bu muvakkıtların hesaplarına göre okunur ve Müslümanlar da saatlerini 12.00’ye ayarlarlardı. Köylerdeki hocalar da ilim tahsil ederken ilm-i hey’et derslerinde namaz vakitleri hesaplarını öğrenirlerdi. Köylerde de bunların yaptığı hesaplara göre akşam ezanı okunur ve saatler 12.00’ye ayarlanırdı. Bugün radyolar vâsıtasıyle verilen saat ayarı o zaman ezanla bildirilirdi.

Şimdi kullandığımız vasatî saate göre hesaplanmış namaz vakitleri takvimlerde yazılıdır. Bu vakitlere göre güneş battığı zaman, yâni akşam ezanı okunduğunda saatimiz 12.00’ye getirilir ve hergün bir evvelki güne göre güneş kaç dakika erken batıyorsa o kadar ileri, kaç dakika geç batıyorsa o kadar geri alınırsa, kolumuzdaki saat gurûbî ezânî saat olmuş olur. Bir sene boyunca hergün saatin kaç dakika ileri veya geri alınacağı bir cetvel hâlinde yazılmıştır.Cetvelde de görüldüğü gibi, bu ayar günde 2 dakikayı geçmemekte ve saat Aralık ortasından Haziran sonuna kadar cetvelde yazılı dakikalar kadar geriye, Temmuz başından Aralık ayı ortasına kadar da ileri alınmaktadır. Bir sene içinde bu (+ 185) ve (-185) dakika arasında değişmektedir.

GUSÜL

Alm. Ganzwaschung (f), des Körpers, Abwandung (f), Fr. Ablution complete du corps, İng. Ablution (bodily). Boy abdesti. Âkıl ve bâliğ olan kadın ve erkeğin, cinsî münâsebetten sonra veya rüyâda veya uyanıkken menî denilen sıvının şehvetle gelmesiyle, kadın ve kızların âdet ve lohusalıklarının bitiminde İslâm dîninin emrettiği şekilde, vücûdun tamâmını yıkamalarına denir. Cünüp olan her kadının ve erkeğin, hayızdan ve nifastan kurtulan kadınların, namaz vaktinin sonunda o namazı kılacak kadar zaman kalınca, gusül abdesti alması farzdır.

Hanefî mezhebine göre guslün farzı üçtür: 1) Ağzın içinde, ıslanmadık bir yer kalmamak üzere yıkamak, 2) Burnu yıkamak, 3) Bedenin her yerini iğne ucu kadar kuru yer kalmayıncaya kadar yıkamaktır. Deriye yapışmış hamur, mum, sakız, katı yağ, balık pulu, çiğnenmiş ekmeğin, tırnaktaki su geçirmez boyaların altını, göbek içini, bıyık, kaş ve sakalı ve altlarındaki derileri ve baştaki saçları ve avret (edep) yerini yıkamak farzdır.

Sünnet üzere gusül abdesti almak için, önceden temiz olsalar bile iki el ve avret yeri yıkanır. Sonra bedende necâset (pislik) varsa, yıkanıp temizlenir. Sonra tam bir abdest alınıp, yüzü yıkarken niyyet edilir. Bütün beden sıra ile baş, sağ omuz ve sol omuza üçer defâ su dökülerek yıkanır. Birinci dökmede vücudu ovmalıdır. Gusülde ve abdestte lüzumundan fazla su kullanmak uygun olmayıp, isrâftır. İsrâf ise haramdır.

Gusül abdesti almanın sünnet olduğu yerler çoktur. Cumâ, Ramazan ve Kurban bayramı namazları, arefe günü Arafat Dağında vakfe için gusül abdesti almak bunlardandır.

Cünüp, hayız ve nifas hâlindeyken; namaz kılınmaz, câmiye girilmez, Kur’ân-ı kerîm tutulmaz ve okunmaz, Kâbe-i muazzama tavaf edilmez.

Kur’ân-ı kerîmde gusül abdesti hakkında meâlen şöyle buyrulmuştur: “Eğer cünüp iseniz, gusül abdesti alınız.” (Mâide sûresi: 6)

Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki:

Kirlenince, çabuk gusül abdesti alın! Çünkü Kirâmen Kâtibîn melekleri, cünüp gezen kimseden incinir.

Gusül abdesti almaya kalkan bir kimseye, üzerindeki kıl adedince (yâni pekçok demektir) sevâb verilir. O kadar günâhı affolur. Cennet’teki derecesi yükselir. Guslü için ona verilecek sevap, dünyâda bulunan her şeyden daha hayırlı olur. Allahü teâlâ, meleklere; “bu kuluma bakınız. Gece üşenmeden kalkıp, benim emrimi düşünerek, cenâbetlikten guslediyor. Şâhid olunuz ki, bu kulumun günâhlarını af ve mağfiret eyledim.” buyurur.

Resim, köpek ve cünüp kimse bulunan eve rahmet melekleri girmez. 

GUT HASTALIĞI

Alm. Gıcht (f), Fr. Goutte (f), İng. Gout. Ürik asidin kandaki seviyesinin artması ve vücutta çeşitli dokulara ürat kristallerinin oturması ile kendini gösteren bir metabolizma hastalığı. Halk arasında nikris hastalığı veya damla hastalığı olarak da bilinen gut, gıdalarla alınan nükleo protein maddelerinin vücutta parçalanamamasından husûle gelir. Sağlam kişide ürik asit dokularda ve en çok da karaciğerde parçalanarak etkisizleştirilir. Bu işlemin olmaması veya eksik olması, kanda ürik asit seviyesini artırır ve gut hastalığının belirtileri ortaya çıkar.

Kandaki ürik asit seviyesinin yüksek olmasını hazırlayan bâzı sebepler, kimi kişilerde hastalığın daha sıklıkla görülmesinde rol oynar. Şişman şahıslarda, soyunda gut hastalığı bulunanlarda, protein ve yağca zengin gıdâ ile beslenenlerde, alkoliklerde ve şehirde yaşayanlarda, kandaki ürik asit seviyeleri diğer şahıslardan daha yüksektir. Bu yüksekliğin mekanizması ise, genellikle meçhuldür ve bu durum erkeklerde daha sık görülmektedir.

Ürik asit seviyesini arttırdığı bilinen bâzı durumlar ise şunlardır: Kan kanserleri, Akdeniz anemisi (kansızlığı), bâzı kan hastalıkları, ağır zatürrenin yol açtığı solunum yetersizliği, bâzı idrar söktürücü ilâçlar, aspirin, alkol alımı, yorgunluk hâlleri, hızlı kilo kaybettiren durumlar.

Guta bağlı eklem şişmelerinde en kesin teşhis, eklem sıvısında “ürat” veya “kalsiyum piro fosfat dihidrat” kristallerinin görülmesiyle konulur. Kanda ürik asit seviyesi yüksekliği, kolşisin tedâvisinden faydalanma ve gutlu hastalarda tipik olarak görülen tofüslerden (kulak kepçesinde, ellerde, ayaklarda, dirseklerde, dizde) alınan biyopside teşhisi teyit etmekte kıymetlidir. Tofüsler, içi ürat kristalleriyle dolu olan lokalize ve cilt sathına taşan kabarıklardır.

Kandaki ürik asit, böbrekler aracılığıyla idrarla belli miktarda atılmaktadır. Böbrek yetmezliği durumlarında ürik asit atılımı azalacağı için, bir gut krizi ortaya çıkabilir. Gut hastalığına tutulan her dört kişiden birinde, böbreklerde ürat taşları hâsıl olur. 

GUTENBERG, Johannes

Alman matbaacısı. Doğum yılı kat’î belli değildir. Kırk yaşlarına doğru Strasburg’a yerleşerek üç arkadaşıyla berâber kıymetli taşları işlemekle uğraştı. 1438 yılından îtibâren el ile dizilen harflerle basma tekniği üzerinde gizlice sıkı sıkıya ilgilendi. Aradan kısa bir zaman geçince kendine has harf baskısını buldu (1440). Üzerindeki çalışmalara devâm eden Gutenberg 1448’de Mainz’a dönünce buluşunu geliştirdi. İşi büyütmek ve bu hususta daha geniş çalışmalarda bulunmak için Das Werk der Bücher şirketine ortaklık kurdu. Fakat aradan beş sene geçince ortaklarıyla anlaşamayıp mahkemelik oldular (1445). Mahkemeyi kaybedince her şeyine el koyuldu. Hayâtının son zamanlarında bulunduğu şehrin başpiskoposu ona ünvan vererek basımla çalışmalarına devâm etmesini temin etti. Gutenberg 1468 yılında öldü. 

GUYANA

DEVLETİN ADI

Guyana Kooperatif Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ

 Georgetown

NÜFÛSU

 748.000

YÜZÖLÇÜMÜ

 215.000 km2

RESMÎ DİLİ

 İngilizce

DÎNİ

 Hıristiyan (% 57), Hindu (% 34), Müslüman (% 9)

PARA BİRİMİ

 Guyana Doları (1 Guyana Doları=100 cent)

Güney Amerika kıtasının kuzey kıyısında, yer alan bir devlet. Eskiden İngiliz Guyanası olarak bilinen ülkenin sınır komşuları doğuda Surinam (Hollanda Guyanası), Güneydoğu, Güney ve Güneybatıda Brezilya, doğuda ise Venezuella’dır.

Târihi

Okyanus kıyısındaki bu Güney Amerika ülkesinin Amerika kıtası târihi üzerinde yeri büyük ölçüde tesirli olmuştur. Deniz aşırı seferlerde üs olarak kulanılabilmesi ve birçok yere uygun bağlantı şartlarına sâhib olması sebebiyle, târih boyunca çeşitli istilâlara mâruz kalmış, değişik zamanlarda İspanyol, Hollanda ve İngiliz işgâli altına girmiştir. Ancak bir devlet olarak târihi, 1831’de Demerara, Essoquibo ve Berbice bölgelerinin birleşerek Guyana’yı teşkil etmeleriyle başlar. 1834’e kadar nüfûsunu sâdece İngiliz ve yerlilerin teşkil ettiği bir devlet olan Guyana’ya, bu târihte getirilen 240.000 kadar tarım işçisi de, ülke nüfûsuna dâhil olmuştur.

Bundan sonraki iki yüz yılda da sosyo-ekonomik bakımdan zayıf bir İngiliz sömürgesi olan Guyana, Birinci ve İkinci Dünyâ Savaşlarından fiilî olarak etkilenmemiş, ancak gelişmesi daha da yavaşlamıştır. 1953’te İngiltere’nin yardımı ile hızlı bir gelişme dönemine girilmesine rağmen, sosyalist temayüllü (meyilli) başbakan Cheddi Jagan bu faaliyetlere mâni oldu. Bu hâdise yaklaşan seçimlerde Jagan için bir dezavantaj olabilirdi. Ancak Jagan sürdürdüğü çalışmalar sonucu 1961’de Guyana’nın içişlerinde bağımsız olmasını sağladığından, halkın büyük sevgi ve desteğini kazandı. Bütün bunlara rağmen bu târihten sonra gelişen siyâsî durum, Forbes Burnham’ın lideri olduğu Millî Kongre Partisinin iktidarı ele geçirmesine, Jagan’ın da muhâlefet durumuna düşmesine sebeb oldu. İki parti arasındaki rekâbet İngilizlerin Guyana’ya tam bağımsızlık vermesini geciktirdi. İki senelik bir aradan sonra İngilizlerin bağımsızlık konusunu tekrar gündeme getirmeleriyle başlayan çalışmalar sonuçlandırılarak, Guyana 26 Mayıs 1966’da İngiliz Milletler Topluluğu üyesi bir devlet olarak bağımsızlığına kavuştu.

1970’den îtibaren Venezuella’nın ülkenin batı kısmı üzerinde hak iddiâ etmesi üzerine yine gergin bir hava içine giren ülke, 1982’de anlaşmaya varılması ile rahatlamıştır. Guyana bugün Commorwealth (İngiliz Milletler Topluluğu) ve Birleşmiş Milletler üyesi bağımsız bir devlettir.

Fizikî Yapı

Fizikî bakımdan kıyı, orman ve savan olmak üzere üç bölgeye ayrılmıştır. Kıyı bölgeleri, denizden îtibâren 10-60 km genişliğinde bir şerit olup, denizden birkaç yüz metrelik irtifâda olan alçak bir bölgedir. Kıyı kısımları bu özelliğinden dolayı özel bant ve bariyerlerle korunur. Bu bölgeden iç kısımlara doğru gidildikçe ormanlar başlar. Bol yağış alan bu bölge, ülkenin toplam yüzölçümünün % 85’ini kaplar. Güneybatıda yeralan Rupunini bölgesi ise 200-250 km genişliğinde bir savan alanıdır. Ülkenin dağlık kesimi güney ve doğu bölgeleri olup, bu bölge ve Guyana’nın en yüksek noktası 2772 m irtifâdaki Roraima Dağıdır.

Guyana’da yaygın olarak görülen akarsuların tamamı iç bölgelerden doğarak, Atlas Okyanusuna dökülürler. Bunların kayda değer büyüklükte olanları, Brezilya sınırından doğan Essequibo, ormanlık bölgeden doğan Demerera ve Berbice ile Brezilya-Guyana-Surinam sınırlarının keşistiği yerden doğarak Surinam sınırını teşkil eden Corantay ırmaklarıdır. Ülkenin topoğrafik durumu sebebiyle bu ırmaklar aynı zamanda birçok çağlayan meydana getirirler. Bunların en önemlileri, Demerera üzerindeki Büyük Şelâle, Corantay üzerindeki Tiger ve Potaro üzerinde 225 m yüksekliğindeki Kaietaur Şelâleleridir.

İklim

Ülkenin okyanus kıyısında ve ekvatora çok yakın bir yerde olması sebebiyle iklim, herhangi bir türe tam uygunluk göstermemektedir. Ancak hakim iklim türünün tropikal tip olduğu söylenilebilir. Kıyı bölgeleri devamlı yağış alır ve Alize rüzgârlarının tesiri altındadır. Bu bölgede olan başşehir Georgetown’da  yıllık sıcaklık ortalamaları 28°C dolayındadır. Bu bölgedeki senelik yağış ortalaması ise, 2500 mm kadardır. İç bölgelerde ise sıcaklık gittikçe düşer. Ormanlık bölgede yağış ortalaması 3000 mm’ye çıkmakla birlikte, sıcaklık 25°C civârındadır. Savan bölgeleri her iki bölgeden de ayrı bir iklime sâhib olup, daha kurakçadır. İç bölgelere uzanan nehirler de savan bölgelerin iklimi üzerine müsbet yönde tesir edip, buraları ılımanlaştırmaktadır.

Tabiî Kaynakları

Ülkenin büyük bir kısmını kaplayan ormanlar, genel bitki örtüsüdür. Okyanus kıyısında ve savan bölgelerinde de buralara has bitkiler yetişir. Mangrov bitkisi de denize yakın bölgelerin en önemli bitki örtüsüdür. Ülkenin ormanlık kesiminde rastlanan yabânî hayvanlar da G.Amerika’ya uygunluk gösterir.

Guyana’nın önemli mâdenleri, Demerara ve Berbice nehirleri bölgesinde çıkarılan, boksit ve diğer bölgelerde çıkarılan manganez, altın ve elmastır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

748.000 nüfûsun yaşadığı ülkenin halkını yerliler, İngiliz asıllılar, zenciler ve Hint asıllılar meydana getirir. Bunların içerisinde en kalabalık olanı % 55 oranıyla Hint asıllılardır. En büyük şehir başkent Georgetown’dur. Burada nüfûsun dörtte biri yaşar. Resmî lisânın İngilizce olduğu Guyana’da, yerliler kendi lisanlarını kullanırlar. Avrupalılarla birlikte ülkeye gelen Hıristiyanlık günümüzde % 57 oranıyla en yaygın dindir. Hinduizmden sonra üçüncü sırayı alan İslâmiyet ise zenci, Hint ve İngiliz asıllılar arasında büyük bir hızla yayılmaktadır. Nüfûsun % 85’i okuryazar ve okul çağındaki çocukların % 62’si okula gitmektedir. 1000 kişiye 24 öğretmenin düştüğü Guyana’da yüksek öğrenim imkânı bulunmasına rağmen bu çağdaki öğrenciler eğitimlerini genellikle Kanada ve İngiltere’de devâm ettirmektedir.

Siyâsî Hayat

Ülkede Cumhurbaşkanı ve başbakan, seçimle beş yıllık bir süre için iş başına getirilirler. Ancak İngiltere kraliçesi selâhiyet bakımından her ikisinden de üstündür. Yürütme vazîfesini yapan başbakan ve bakanlar kurulunun kraliçenin onayını alması îcâb etmektedir. Yasama görevini yapan 53 üyeli meclis de 5 sene için seçilir. Adadaki İngiliz vâlisi de meclise etkileyici nitelikte tavsiyelerde bulunur.

Guyana’yı meydana getiren üç devlet, bugün de ülke yönetiminde ayrı eyâletler statüsündedir. Ancak bunlar iç işlerinde de hükümete bağlıdır. En büyük iki şehir, Georgetown ve New Amsterdam’dır. Bu iki şehir, büyük şehir ve merkez ilçe sistemiyle yönetilir.

Guyana’da siyâsî faaliyet serbest olmakla birlikte, bugün sâdece iki parti vardır. Bunlar iktidardaki Millî Kongre ve muhâlefetteki Terakkî Partisidir.

Ekonomi

Toplam arâzinin ancak % 4’ünün kültür arâzisi olduğu Guyana’da, halkın geçim kaynağının büyük bölümü ve ekonominin hammadde kaynağının yarısından fazlası tarıma dayanır. Tarım için en elverişli bölgeler, kıyıdaki alüvyon ovaları ve nehir kenarlarındaki sulak ovalardır. Guyana’da üretim sezonu nisan-ağustos ve ekim-ocak ayları arasıdır. Zirâî üretimin büyük bölümünü şeker ve pirinç meydana getirir. Ülke arâzisinin % 8,7’si orman olmasına rağmen, ahşap işleri gelişmemiştir.

Mâdencilik bakımından yabancı teknolojiye bağlıdır. Bu sektörde ülke ekonomisinde en büyük payı üretimde dünyâda 5. sırayı alan boksit, alüminyum, manganez, altın ve elmastır. Ülkede sanâyinin iki önemli hammadde kaynağı, tarım ve madenciliktir. Guyana’da sanâyinin en önemli ürünleri nebâtî yağ, şeker, sigara, ilâç îmâli ve ağaç işleridir.

Eski bir İngiliz sömürgesi olması ve hâlâ da İngiliz Milletler Topluluğu üyesi bulunması dolayısıyla, dış ticâret alanı kısıtlıdır. Hemen hemen sâdece Kanada ve İngiltere ile ticârî münâsebetleri vardır. En önemli ihraç maddesi olan şekeri, boksit madeni izlemektedir. Pirinç, kereste, elmas ve altın da ihraç maddeleri arasındadır. Makina, işlenmiş gıdâ maddesi, petrol ürünleri ise ülke ithâlâtında en büyük yeri tutmaktadır. Guyana’nın ihrâcat ve ithâlâtı umûmiyetle deniz yoluyla Georgetown’dan yapılmaktadır.

Ulaşım ise demiryoluna dayanır. Kıyı şehirleri arasında ve büyük nehirlerde gemi taşımacılığından yaygın olarak istifâde edilmektedir. Ülkenin dış bağlantıları umûmiyetle hava yoluyla temin edilmektedir.