GÖLGE

Alm. Schatten (m), Fr. Ombre  (f), İng. Sahadow, shade. Işık düşmeyen karanlık bölgeler. Güneşli (ışıklı) bir havada her cismin gölgesi meydana gelir.Gölge meydana gelmesine sebep, ışık kaynağından gelen ışınların önlerine çıkan saydam olmayan maddelerdir.

Gölgeler, tam gölge ve yarı gölge diye ikiye ayrılır. Işık demetinin yolu üzerindeki saydam olmayan bir cisim ışığı tutar ve bu cisim arkasında kalan bölgenin bir kısmı hiç ışık alamaz, bu kısma tam gölge denir.Işık kaynağı nokta hâlinde değilse, gölgeli ve aydınlık kısımlar kesin bir çizgiyle birbirinden ayrılmaz ve gölgeli kısmın çevresinde yarı gölge denilen bir geçiş gölgesi meydana gelir.

GÖLGE OYUNLARI

Alm. Schattenspiele (pl.), Fr. Ombres chinoises (pl.), İng. Shadow-show. Bir çeşit tiyatro oyunu. Daha çok doğu ülkelerinde gelişmiştir. Bu oyunda esas, hayvan derisinden oyulmuş şekillere arkadan kuvvetli bir ışık verilerek, gölgelerin saydam bir yere düşürülmesidir. Düşürülen gölgelerde istenilen konu canlandırılmak istenir.

Hindistan’da, millî destanlarından konu alınarak işlenen gölge oyunu, zamanla Cava Adalarına geçti. Cavalılar da bunu kendilerine uydurarak, konuları millî destanlarından alınmış temsiller şeklinde, törenlerde oynatmaya başladılar. Bambu dalından sopaların ucuna takılan şekiller, perde arkasından geçirilerek seslendirilirdi. Daha sonraları gölge oyunları Bali’ye, Siyam’a, Mala’ya, Birmanya’ya geçmiştir.

Çinliler ise gölge oyununa daha çok ehemmiyet verirlerdi. Bilhassa saraylarda kadın ve çocukların eğlencesi olurdu. Buradaki şekillerin parlak ve boyalı olması ve bunların perdede görülmesi, diğerlerinden ayrılan en önemli farktır.

On yedinci yüzyılda Avrupa’da, 18. yüzyılda Amerika’da görülen gölge oyunları, sinemanın çıkmasıyla tamâmen ortadan kalktı. Ülkemizde Karagöz-Hacivat oyunu olarak, mükemmel şekilde uygulanmıştır.Azalmasına rağmen, tamâmen unutulmayan Karagöz ve Hacivat millî bir gölge oyunu olarak önemini muhâfaza etmektedir. (Bkz.Karagöz Oyunu)

GÖNENLİ MEHMED EFENDİ

Son devrin din âlimlerinden. Gönenli Mehmed Öğütçü Hoca, 1901 yılında Balıkesir’in Gönen ilçesinde doğdu. 2 Ocak 1991 yılında İstanbul’da vefât etti. Babasının ismi Osman, annesinin ismi ise Fâtıma’dır. İlkokul tahsilini ve hâfızlığını köyünde tamamladı. Babası Osman Efendi çiftçi olmasına rağmen, İslâmî ilimlere ve İslâm âlimlerine çok düşkündü. Oğlu Mehmed’i ilk tahsîlini tamamlar tamamlamaz hemen İstanbul’a gönderdi.

Gönenli Mehmed Efendinin icâzetnâmesindeki (diplomasındaki) kayıtlara göre 1920’li yıllara İstanbul’a geldiği anlaşılmaktadır. Fâtih Câmii dersiâmlarından Serezli Ahmed Şükrü Efendiden Kur’ân-ı kerîm kırâat ve tecvit ilmi öğretimini usûlüne uygun olarak öğrendi. 1925 yılında “Takrib” seviyesinde icâzetnâmesini(diplomasını) aldı. 1924 yılında medreseler kapatılınca 1925 yılında imam-hatip mektebine girdi. 1927 yılında aynı mektepten de mezun oldu.

Gönenli Mehmed Efendi, 1930 yılında Gönen Merkez Câmii İmam-Hatipliğine başladı. Bir müddet sonra askerlik görevini yapmak üzere Gönen’den ayrılarak, İstanbul Taşkışla’da askerliğine başladı ve aynı yerde bitirdi.

Gönenli Hoca Efendi, askerlik görevini bitirdikten sonra, tekrar memleketi Gönen’e geri dönmedi. İmâm-Hatiplik görevini İstanbul’da devâm etti. Burada sırasıyla; Fâtih Hacı Bayram Kaftânî, Dülgerzâde, Hacı Hasan ve Sultanahmet câmilerinde görev yaptı. Sultanahmet Câmii İmam-Hatiplik görevinden 1982 yılında emekli oldu.

Doksan yıllık ömrünü ilme, İslâma ve Kur’ân-ı kerîme adayan Hoca Efendi, din eğitimi gören öğrencilere elinden geldiği kadar yardım eder, onlara burs verirdi.

Gönenli Mehmed Efendi; 2 Ocak 1991 Çarşamba günü yaptığı hizmetlerle anılmak üzere Hakk’ın rahmetine kavuştu. Mezarı Edirnekapı kabristanlığındadır.

GÖNYE

Alm.Winkel(m), Fr. Equerre (f), İng. Set square.Kesişen iki düzlemin veya doğrunun meydana getirdiği dik açıyı kontrol etmeye ve dik açı çizmeye yarayan bir âlet.Kâğıt üzerinde bir doğruya dikme, dik açı ve paralel  çizmeye yarayan mâden, tahta veya plastikten yapılmış, açılarından biri 45 veya 60 derece olan dik üçgen biçimindeki âletler bu cinse girerler.

Gönyenin muhtelif şekilleri vardır. Öğrenciler matematik derslerinde kullandıkları gibi mîmarlar, yapı işlerinde bunlardan çok istifâde ederler.Ayrıca taşçılar bir kenarları açık mâdenî gönye kullanırlar. Doğrama işleri yapan dülgerler yaptıkları kapı ve pencerelerin, diğer eşyaların gönyede olup olmadıklarını bu âletle kontrol ederek yaparlar.

(T) cetveli de 45° ve 60°’lik gönyelerle birlikte mîmarlar, desinatörler ve teknik ressamlar tarafından çok kullanılır.

GÖRGÜ

Alm. gutes Benehmen, korrekte Umgangsformen, Fr. Savoir-vivre (m), İng. good manners. Cemiyet hayatında uyulması gereken davranış kâideleri, âdâb-ı muâşeret.Aynı memlekette yaşayan insanların, günlük hayatlarında birbirleriyle olan münâsebetlerinin çoğu bu kâidelere dayanır.

Görgü kâideleri; cemiyetlerin dînî inanç, eğitim, ekonomik güç, teknolojik seviye, örf ve âdetlerine göre farklılıklar göstermektedir. Dünyânın çeşitli ülkelerinde yaşayan cemiyetlerin aynı durum karşısında uydukları görgü kâideleri, değişik olabildiği gibi, zamanın geçmesi ve teknolojik ilerlemeler de bâzı görgü kâidelerini kaldırıp, yerlerine yenilerinin konulmasına sebeb olabilmektedir. Bu cinsten olanlar daha çok âdetlere, zamana ve kullanılan âletlere bağlı olan şeylerdir.

Görgü kâidelerinden maksat; bir cemiyette yaşayan insanların birbirleriyle münâsebetlerinde olgun, medenî davranışlar içinde bulunarak, fert ve cemiyetin huzûrunu, nezâket (incelik) ve zerâfetini (kibarlığını) temin etmektir.Ayrıca bunlar, insanlar arasında çok sık karşılaşılan günlük işlerde bir nizam ve intizâmın hâkim olmasını da sağlarlar. Böylece cemiyet hayatı, belli bir rahatlığa kavuşur.

Görgü kâidelerinin hemen hepsi, bir sebep neticesinde ortaya çıkmıştır.Ancak sebepler zamanla unutulmuş, davranış şekli yaşamaya devam etmiştir.

Müslüman ülkelerde görgü kâideleri, İslâm dîninin esaslarına, yapılmasını emrettiği veya yasak ettiği hususlara uygun olarak şekillenmiştir.Îmân, îtikat ve amellerde aynı olan Müslüman milletler, âdete bağlı, zamânın îcâbı, teknolojinin neticesi olan hususlarda, kendi bulundukları duruma uygun olarak görgü kâidelerini geliştirmişlerdir. Bunların temel husûsiyetleri, İslâmiyete ters düşmemeleridir.

Türklerde görgü:Türkler, Müslüman olmadan önceki hayatlarında görgü kâidelerine çok önem vermiş bir millettir.Obalardan meydana gelen göçebe Türk boyları, küçük-büyük, kadın-erkek, tebaa (uyruk)-hâkân münâsebetlerini organize eden seviyeli ve ciddî görgü kâideleri geliştirmişler ve ciddiyetle uygulamışlardır.

Diğer bir adı “töre” olan bu davranışlar, örf ve âdetler olarak cemiyette uyulan kâidelerdi.Uymayanlar çeşitli cezâlara çarptırılırlardı. Müslüman olduktan sonra, eski inanışlarının yanısıra, görgülerinden İslâm dînine uygun olmayan tarafları da bırakarak uygun olan davranış şekilleri almışlar veya geliştirmişler, uygun olanlarını ise İslâmiyetin verdiği aşk ve şevkle iyice pekiştirmişlerdir. Bu bakımdan Türk milleti arasında yakın zamana kadar bu kâideler, âdeta yazılı olmayan birer kânun hüviyetini muhâfaza edegelmiştir. Böylece seviyeli, huzûrlu ve sistemli bir cemiyet hayatı yaşanmıştır. Bugün milletimizin çocuklarına büyük bir ihtimamla öğrettiği görgü kâidelerinin çoğu, asırlar öncesinden gelmektedir. Bunlar kısaca şu gruplar halinde toplanabilir:

Evde görgü:Müslüman Türk âilesinde evin reisi babadır.Âile fertleri babanın verdiği kararlara uyar ve onun arzu ve isteklerini yerine getirir.Anne, âilenin en hürmete lâyık varlığıdır. Evin iç düzeni ondan sorulur.Çocuklar, her zaman şefkat ve sevgi ile bakılan, iyi yetişmeleri için çırpınılan mukaddes emânetlerdir. Dede ve ninelerin de beraber olduğu bâzı âilelerde, onların söz hakkı ve kararları daha önce gelir.

Türk âilesinde görgü kâidelerinin esâsını büyüklere hürmet ve itâat, küçüklere şefkat ve merhâmet teşkil eder. Bu bakımdan her görgü kâidesi bu temele göre şekillenmiştir denilebilir. Babanın ve annenin istekleri, çocuklar tarafından derhal ve zevkle yerine getirilir. Evin hanımı da efendisinin isteklerini yerine getirmede çok hassastır.

Evde küçükler büyüklerin yanında dâimâ derli toplu bir halde bulunur. Yanlarına izin alarak girer ve çıkarlar.Sigara içemezler, kendilerine söyleneni ilgi ve dikkatle dinlerler. Büyüklerin sözüne izin almadan karışmazlar ve sözü lüzumsuz yere uzatmazlar. Kendilerine hitâb edildiğinde veya çağrıldıklarında, “Buyurun efendim!” diye karşılık verirler.Sofraya hep beraber otururlar.Yemek öncesinde ve sonrasında ellerini yıkarlar.Yemeğe önce büyükler başlar. Büyüklerden izin almadan sofrayı terk etmezler.Önlerinden yerler, lokmalarını küçük tutarlar ve başkalarının yediğine bakmazlar.Ağızlarında lokma varken konuşmazlar. Sofraya doğru öksürmezler ve aksırmazlar.Yiyecekleri ufalamazlar, dökmez ve israf etmezler. Meyvelerin ve diğer yiyeceklerin iyisini, birbirlerine ikrâm ederler.

Anne ve babanın yatak odalarına, kapıyı vurup izin almadan girmezler. Kardeşler, birbirlerine çok bağlı ve saygılıdırlar.Ağabey, abla gibi büyükler şefkatle doludurlar. Kendilerini küçükler karşısında mesul hissederler.Küçükler de büyük kardeşlerine hürmet gösterir, onların isteklerini yerine getirir, muhakkak surette “ağabey” veya “abla” kelimeleriyle hitâb ederler. Kendilerine söylenenleri dikkatle dinler ve “Peki” veya “Başüstüne efendim!” diyerek cevaplandırırlar. Birbirlerinin eşya ve oyuncaklarını izinsiz kullanmazlar. Kendilerinde olanlardan birbirlerine ikrâm ederler. Başkalarını rahatsız edecek kadar gürültü yapmazlar ve yapılmasına rızâ göstermezler. Türk görgüsünün nezâket ve kibârlığının temeli, âile içindeki görgüdür.

Misafirliğe gitmeden önce mümkünse ev sâhibine haber verilir, izin istenir.Kararlaştırılan gün ve saatte gidilir.Mecbur kalınmadıkça geç kalınmaz. 5-10 dakika geç gitmek iyidir.Kapı veya zil birkaç dakika aralıklarla, üç defa çalınır ve cevap beklenir.Alınmazsa daha fazla beklenmez. Evin içinde ev sâhibinin gösterdiği yere oturulur. Eşyâlar, tablolar, kütüphanedeki kitaplar izinsiz kullanılmaz ve oynanmaz.Ne ikram ederse, memnun bir tavırla kabul edilir.Sıhhat sebebi hâriç, ikrâm edilen hiçbir şey reddedilmez ve başkası istenmez. Ev sâhibinin o günkü hâline göre davranılır.Üzüntü veya sevincine ortak olunur.Onun hoşlandığı konulardan konuşulur.Asla incitilmez ve hakaret edilmez.Çok fazla oturulmaz. Evin içinin döşenişi, eşyâların yeri ve durumu tenkit edilmez. Münâsip bir zamanda izin istenir.İzin verilmezse biraz daha oturulur. Ayrılırken teşekkür edilir, duâ etmesi istenir ve kendi evine nezâketle dâvet edilir.

Okulda görgü: Okul, çeşitli bilgilerin öğrenildiği yerdir.İlme son derece büyük önem veren Müslüman Türkler, ilim yuvası olan okullar ve buradaki görgü üstünde de titizlikle durmuşlardır. Hoca (öğretmen), çok kıymetli bir varlıktır.Onun sözleri dikkatle dinlenir ve bir şey söylendiğinde veya istediğinde, “Peki efendim!” gibi sözlerle cevap verilir.Okul arkadaşları arasında birbirine saygısızlık yapılmaz. Kaba hareket ve kelimeler kullanılmaz, sınıfa kapı vurulmadan girilmez. Tahta, sıra, masa, sandalye, harita, laboratuvar malzemeleri gibi ders âletleri tahrib edilmez.Ortak çalışmalarda başkalarının haklarına saygı gösterilir, söz hakkı verilir, söyledikleri dikkatle dinlenir.Kimsenin bedenî, zihnî ve rûhî kusurlarıyla alay edilmez, küçük görülmez, tahkir edilmez. Kendi dersine girmeyen öğretmenlere de her yerde saygı gösterilir.

Öğretmenin önünde yürünmez, karşılaşmada yol darsa, kenara çekilip öğretmenin geçmesi beklenir ve saygıyla selâmlanır. Ders içinde ve dışında öğretmenle konuşmada saygılı bir duruş şekli ve nâzik kelimeler seçilir.Türk görgüsünde öğretmen (hoca) hakkı, ana-baba hakkından önce gelir.

Sokakta görgü:Buna cemiyet içindeki görgü de denir. Sokakta yürürken, bir şey alıp satarken, tren, otobüs gibi nakil vâsıtalarına binip inerken, umuma mahsus şeyleri kullanırken ve sohbet ederken, düğün, cenâze, bayram ve çeşitli konularda konuşma yapmak için yapılan toplantılarda uyulan görgü kâideleridir. Bunların da esâsını büyüklere hürmet ve itâat, küçüklere şefkat ve merhamet, akranlar (yaşları yakın olanlar) arasında da muhabbet (sevgi) teşkil eder.

Sokaklara tükürmek, sümkürmek, çöp atmak, geliş geçişe mâni olmak, tiksindirici çirkin şeyler bırakmak, görgüsüzlük olarak nitelendirilir, cemiyetçe ayıplanır.İhtiyarlara, kadınlara, hastalara her zaman öncelik verilir. İhtiyaçları varsa yardımcı olunur.Nakil vâsıtalarına inip binerken itişmek, sıra olan yerlerde sırasını beklememek çok çirkin davranışlardır. Kalabalık yerlerde çocuklar ve gençler; büyüklere, yaşlılara ve kadınlara yer verir. Elinde olmadan yaptığı kusurlar için “özür diler” veya “Afedersiniz!” der. “Pardon” demek hoş karşılanmaz. Bir şey isterse karşısındakinin durumuna göre “ricâ”, “istirhâm” eder. Bir iyilik karşısında  “teşekkür” edilir. Konuşmalarda îtirâzcı ve münâkaşacı bir havaya girilmez. Düşünceler ve fikirler, karşısındakini kırmadan, muhâtabının doğru olan görüşüne hak vererek, onu rencide etmeden nâzik bir dille ve konu dışına çıkmadan anlatılır. Hiç kimse ile kesinlikle alay edilmez. Kusurları yüzüne vurulmaz.Hele fakîrlik sebebiyle hiç kimse küçük görülmez.

Cemiyette; ilmi çok, ahlâkı güzel olanlara daha çok saygı gösterilir. Bir cemiyette en iyi yer bunlara ve yaşlılara verilir.Söz hakkı öncelikle onlarındır.Onlardan izin alınarak konuşulur ve oradan ayrılınır. İhtilâflı konularda, onların sözüne itibâr edilir. Söylediklerinden râzı olunur.

Alışveriş esnâsında, izin almadan satıcının malına dokunulmaz.Malın görünüşünü, kalitesini bozacak şekilde ellenilmez ve bakılmaz. Fiyat konusunda fazla ısrar edilmez. Alınsa da alınmasa da satıcıya teşekkür edilir.Satıcı da dâimâ müşterisinin memnun olacağı hal ve hareketlerde bulunmalıdır. Malını beğenmeyen ve almayanlara kızmaz, darılmaz, aleyhlerine olacak bir sözü yüzlerine ve arkalarından söylemez. Alışverişte her iki taraf birbirlerini aldatmaktan uzak dururlar.

Düğün, cenâze ve bayram yerlerinde ise daha fazla hassas, nazik ve kibâr olunur.Yere ve zamana göre uygun tavır takınılır. Cenâzede, cenaze sâhibi ve orada bulunanların üzüntüsünü paylaşmak, üzüntülerini arttırmamak, maddî ve mânevî üzerine düşen yardımı fedâkârlıkla yapmak, tesellî edici söz ve davranışlarda bulunmak şarttır. Yakınlarını kaybedenlere daha yakın davranarak destek olmak, çok mühim bir vazife ve görgü kâidesidir. Düğün ve bayramlarda her zamankinden daha fazla güler yüzlü, neşeli, nâzik, ikrâm edici olmak, büyüklere ve küçüklere mümkünse uygun hediyeler vermek, gönüllerini ve duâlarını almak, Türk görgüsünün en vazgeçilmez taraflarıdır.Cemiyet içinde eliyle ve diliyle başkalarını incitmemek esastır.

Komşular arasında iyi geçim, karşılıklı yardımlaşma, dert ve sevinçlerine iştirâk, her karşılaştıklarında selâmlaşma, hal hatır sorma, birbirlerinden isteklerini güç yettiğince temin etme mühim görgü kâidelerindendir. Gürültü, çöp, pislik, rahatsız edici koku ve benzeri şeylerle komşuları rahatsız etmek hiç hoş karşılanmaz. Komşu kadın ve çocuklarına ayrı bir îtinâ, hürmet ve şefkat gösterilir.

Asırlar öncesinden gelen ve çok sağlam bir yapısı olan Türk görgüsünün daha pekçok incelikleri vardır. Burada belli başlı olanları ve her yerde rastlananları sayılmıştır. Kısaca söylemek gerekirse: “Türk görgüsünün temeli; her zaman, her yerde, herkese karşı güler yüzlü, tatlı dilli olmak, haddini bilmek, eliyle ve diliyle hiç kimseyi incitmemektir.”

GÖRİNG, Hermann

Nazi Almanyası siyâset adamı ve mareşal. 1893’te Rosenheim’de doğdu. 1946’da Nürnberg’de intihar etti.

Birinci Dünyâ Savaşında üstün başarı göstermiş bir avcı pilotuydu. Savaştan sonra ekonomi tahsili için Münih’e gitti. Bir ara İsveç’te nakliye pilotluğu yaptıysa da üniversitedeki çalışmalarını devam ettirdi. 1921’de Hitler’le tanışıp Nasyonel Sosyalist Partiye girdi. Hitlerin yarı askerî teşkilâtı olan Sturmabteilung’un (SA)başına getirildi.1928’de milletvekili olarak parlamentoya girdi. 1932’de Parlamento (Reichstag) Başkanı oldu ve 1933’te sandalyesiz Reich Bakanı,Prusya Başbakanlığı ve İçişleri Bakanlığı görevlerini üstlendi. 1935’te Hava Kuvvetleri Yüksek Komutanı ve Havacılık Bakanlığına getirildi. Versailles Antlaşmasıyla ilgâ edilmiş olan Alman Hava Kuvvetlerini yeniden kurdu. 1936’da savaş ekonomisine geçişi sağlamak üzere hazırlanan Dört Yıllık Planı uygulamakla görevlendirildi. Ertesi yıl ekonomi Bakanlığını da üstlendi. 1938’de Feld Mareşalliğe, 1940’ta ise Reich Mareşalliğe getirildi.

İkinci Dünyâ Savaşının başlamasından bir süre sonra başında bulunduğu Alman Hava Kuvvetlerinin Britanya Çarpışmasında yenilmesi ve müttefiklerin Almanya’yı bombalaması üzerine sağlığının bozulduğunu ileri sürerek Schorfheide’de bulunan malikânesine çekildi.

Savaşın son günlerinde müttefiklerle barış imkânlarını araştırdığı gerekçesiyle Hitler tarafından en büyük hâin olarak damgalandı ve gıyabında îdâma mahkum edildi.Hitler’in intiharından sonra ABD kuvvetlerine teslim oldu.Nürnber’de yargılanarak îdâma mahkum edildi.Îdâm edileceği günün gecesinde zehir içerek intihar etti.

GÖRÜCÜ

Evlenecek erkek için, gelinlik kız arayıp bulmaya giden kadın hakkında kullanılan bir tâbir. Eskiden kadın ve kızlar, genç olsun, ihtiyar olsun yakın akrabalarından mahrem olanların dışında erkeklerle bir araya gelmezlerdi. Evlenme çağına gelenler, görücü usûlüyle evlenirlerdi. Bu işi oğlanın annesi, hala, teyze veya akrabadan hatırı sayılır bir kadın yapar, iki tarafın rızâsıyla iki gencin hayatı birleştirilirdi.

Evlenecek erkek, başgöz olma çağına gelip, geçimini temin edebilecek hâle gelince, evlenmesinde acele edilirdi.İslâmî emirlere uymada titizlik gösteren eskiler, Peygamberimizin; “Acele etmek şeytandandır. Beş şey bundan müstesnâdır:Kızını evlendirmek, borcunu ödemek, cenâze hizmetini çabuk yapmak, misâfiri doyurmak, günah işleyince hemen tövbe etmek.” hadîs-i şerifine âzami derecede uymak için dikkat gösterirlerdi.

Âile içinde edebe son derece riâyet edildiğinden, oğlan, evlilik arzularını, zevkini doğrudan doğruya ana ve babasına açıkça söyleyemezdi.Önce annesine isteklerini açar, kızda aradığı şartları kısaca bildirir, annesi de konuyu babasına açardı. Konunun üzerine titizlikle eğilen ana baba, bütün şartları yerine getirmeye çalışır ve sonra kızın aranmasına başlanırdı. Kısa zamanda âilenin kız aradığı etrafta duyulur, eş, dost, akraba konu komşu bu hususta yardımcı olurlardı.

Görücülükte bölgelere göre ayrılıklar varsa da az çok ortak yönleri mevcuttur. Kız görmeye gidecek kadınlar uzun tetkik ve aramalardan sonra kızın birinde karar kılarlar, sonra kızın evine görücü gidilirdi. Yabancıların gelişinden kızlarını görmeye gelindiğini anlayan ev halkından en büyüğü, misafirlerle meşgul olurdu. Ziyâretin maksadı sorulup anlaşıldıktan sonra, ekseriya biraz nazlı davranılır, bâzı mâzeretler ileri sürülürdü. Buna rağmen kız, misafirlere kahve ikrâm eder, onların karşısında gözleri yerde, karşılarındakine bakmaktan utanır bir halde biraz otururdu. Konuşmasını kontrol etmek için sorular sorulur, durumu, hâli, inceden inceye tetkik edilirdi. Uygun bulunmuşsa, kısa bir müddet sonra istemeye gidilirdi.Aradan geçen bir iki hafta içinde damat iyice tetkik edilir, kız verilmeye karar verilince, iş söz kesimine kalırdı. Yaşlarına, görgülerine hürmeten, söz kesmek vazifesini her iki âileden en yaşlı olanlar yaparlardı. Oğlanın da kızı bir defa görmesi sağlanırdı. Bu işler halledildikten sonra, nikah ve düğün kararlaştırılır ve iki taraf da hazırlıklara başlarlardı. Eskiden evlenecek kızların çeyizleri çocuk yaştan îtibâren hazırlanmaya başlandığından, evlenecek yaşa gelindiğinde her şeyleri hazır olurdu.

Bugün memleketimizde görücülük usûlüyle evlenmeye pek az rastlanmaktadır. Anadolu’nun örf ve âdetlerine çok bağlı olan yörelerinde eskiye benzer görücü usûlü hâla uygulanmaktadır.

GÖZ

Alm.Auge (n), Fr. Oeil (m) Vue (f), İng. Eye. Görme organı. Duyu organlarının en önemlisi ve kuvvetlisi. Göz, omurgalılarda en gelişmiş duyu organı olup, insanlarda mükemmelleşmiştir.Karanlık bir gecede gökyüzüne baktığımızda milyonlarca kilometre uzaklıktaki yıldızları görebilmekteyiz.

Basit yapılı canlıların bâzılarında (deniz yıldızları, öglena ve klorofilli su yosunları gibi) ışığa karşı duyarlı kısımlar mevcuttur. Su yosunları ve bitkilerin, özellikle çiçeklerin, görme ve hissetme kâbiliyetlerinin bulunduğunu gösteren ciddî araştırmalar mevcuttur.

Bâzı sürüngenlerde, şakak kemiği içinde göze benzer bir organ görmeyi sağlar. Bunların gözleri ayrı ayrı görürler ve üzerlerinde pullar vardır (kozalaksı göz).

Su yüzeyinde yaşayan bâzı balıkların dört gözü vardır.Üstteki iki göz havayı, alttaki ikisi suyun içini görmeyi sağlar.

Eklembacaklıların hepsinde göz hareketsizdir ve gözlerinde göz billuru bulunmaz. Bunların gözü, çok sayıda sâde gözün birleşmesinden meydana gelmiştir (petek göz).

Örümceklerde göz billuru (lens) vardır. Gözleri oldukça gelişmiştir ve sayıları on ikiye kadar çıkar.

Gözün Yapısı (Anatomisi)

Göz önemi, hassâsiyeti, çeşitli darbelerden ve tesirlerden kolayca etkilenebilmesi dolayısıyla insan vücudunda sağlam bir miğfer içine yerleştirilmiştir.Gözün içinde bulunduğu ve kemiklerle çevrili bu boşluğa göz çukuru (orbita) ismi verilir.Üstte kaş ve kaş kemiği, dışta ve altta şakak kemiği, içte burun kökü ile çevrelenmiştir. Göz kapağı, yabancı maddelerden gözü korur. Göz çukurunun hacmi 29 cm3 kadardır.İçinde göz yuvarlağı, gözü hareket ettiren kaslar, damar ve sinirler ile bunlara yastık vazifesi gören yağ dokusu bulunur.

Göz yuvarlağı (glob): Göz, iç içe soğan zarı gibi üç tabakadan yapılmıştır.

a. Sert tabaka: En dışta olup, bağ dokusundan yapılmıştır.Önde şeffaf saat camı gibi saydam tabaka (kornea), arkada beyaz renkli sert tabaka (sklera)dan meydana gelmiştir.Saydam tabaka 43 diyoptrilik kırma gücüne sâhiptir. Kornea, gözyaşı, göz içi suyu ve etrâfındaki damarlardan sızıntı yoluyla beslenir.Saydamlığını kaybederse, göz cisimleri göremez olur. Sâdece ışığı ve hareketleri fark edebilir. Göz nakli ameliyatında, saydamlığını kaybeden kısım, dâire şeklinde kesilerek çıkarılır, yerine ölü gözünden alınan parça konur.Gözün tamâmının nakli tıbben mümkün değildir. Sert tabaka (sklera) beyaz olup, önde üzerini soğan zarına benzeyen kaygan ve damarlı bir mukoza (konjonktiva) örter.

b. Damar tabaka:Sert tabakanın içinde bulunur. Bol kan damarları ihtivâ eder. Bunlar gözün beslenmesini sağlar. Damar tabaka da üç kısımdan meydana gelmiştir:1) Koroid:Arkada büyük bir kısmını meydana getirir. 2) Siliar cisim: Koroid ile iris arasında olup, uyum işini yapan siliar kas burada bulunur.Göz içi merceğini de lifçikler yardımı ile tutar. 3)İris: Göze rengini verir ve gözün diyafram görevini yapar. İrisin ortasındaki boşluğa göz bebeği (pupilla) ismi verilir.Gözün rengi iristeki kromatofor hücrelerdeki pigment (renkli tânecikler) ile sağlanır.Pigment miktarı az ise göz açık renkli, fazla ise göz koyu renkli olacaktır. Bebeklerin irisindeki pigment miktârı dâimâ az olduğu için gözleri açık renklidir.

Göz bebeği (pupilla) devamlı küçülüp büyür.Işıkta, âni üzüntü, âni ses, âni soğuk veya sıcakta, uyurken, ameliyat için bayıltılanlarda küçülür.Karanlıkta, el kuvvetli olarak sıkıldığında, kokainmanlarda ve can çekişme esnâsında büyür.

c. Sinir tabaka (retina): Gözün en iç tabakası olup, görmeyi sağlayan kısım burasıdır. İki cins hassas hücresi vardır:Koniler ve batoneler (basiller). Bir gözde 5 milyon koni, 120 milyon basil bulunur.Koniler gündüz görmeyi, renk ve şekil görmeyi sağlarken, basiller alaca karanlıkta ve etrâfı görmeyi sağlar.

Göz merceği (lens): Göz merceği iris ve pupillanın gerisinde, saydam, ince kenarlı bir mercektir. Yeni doğanlarda ve çocuklarda yumuşak olan mercek, yaş ilerledikçe katılaşır.Ortalama çapı 9 mm, kalınlığı ise 4-5 mm kadardır.Lens normalde 16 diyoptrilik kırma gücüne sâhiptir.Çocuklarda uyum (akomodasyon) esnâsında 14 diyoptrilik yedek kırma gücü ile 30 diyoptrilik kırma gücüne ulaşabilir. Yedek kırma gücü yaş ilerledikçe azalır.

Vitre,gözün içini doldurur. Şeffaf olan bu sıvı yumurta akı kıvamındadır. % 99’u su, % 1’i proteindir ve hacmi 3,9 cm3 kadardır.

Görme siniri, göz içindeki hassas hücrelerden başlar. Sağ ve soldan gelen sinir birleşir ve liflerin yarısı çapraz yaparak yine iki ayrı sinir hâlinde sağ ve  sol arka beyindeki görme merkezine ulaşırlar.

Gözün dış kasları, altı adettir.Gözün içe, dışa, aşağı, yukarı, aşağı içe ve dönme hareketlerini sağlarlar.Göz kasları arasındaki dengesizlikten şaşılık meydana gelir.

Gözyaşı bezleri iki tânedir. Esas göz bezi göz çukurunun üst-dış kısmına yerleşmiştir.

Gözyaşı bezlerinden salgılanan yaş, konjonktiva ve kornea yüzeyini nemlendirdikten sonra, göz kapaklarının iç kısımlarındaki deliklerden, küçük kanallar vâsıtasıyla burun kökündeki gözyaşı kesesine dökülür. Buradan da küçük bir kanalla burun boşluğuna akar.

Gözyaşı, saydam tabaka (kornea) yı düzgün hâle getirir.Hücreleri besler.Mekanik olarak yıkama yapar ve içindeki mikrop öldürücü maddeler yardımıyla biyolojik temizlik yapar.

Göz kapakları: Göz kapaklarının dış yüzünü ince deri, iç yüzünü konjonktiva örter. Kapakları açan ve kapatan adaleler vardır. Kapak kenarlarında kirpikler bulunur. Kirpikler, üst kapakta 150, alt kapakta 75 adet kadardır. Diplerinde yağ ve ter bezleri bulunur. Bu bezlerin iltihabına “arpacık” ismi verilir.

Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacağı gibi, göz, muazzam bir yapıya sâhip, çok kıymetli bir organımızdır. Evrim teorisinin kurucusu sayılan Darwin; göz, beyin gibi, karışık organların nasıl meydana geldiğini anlatmaktan âciz olduğunu bildirmiş, bir arkadaşına yazdığı mektupta; “Gözün teşekkülünü düşündükçe tepem atacak gibi oluyor!” demiştir.

Göz ve Televizyon

Televizyon, asrımızda âilelerin ayrılmaz bir parçası durumuna geldiğinden, göz sağlığını yakından ilgilendiren ciddî bir konu olmuştur.İnsanlar bilgilerinin % 90’ını göz, % 8’ini kulak, geri kalan % 2’sini ise diğer duyu organları ile öğrenirler.İngiltere’de TV gençliği üzerinde yapılan sosyopsikolojik bir araştırma sonucu televizyon için “aptal kutusu” tâbiri kullanılmıştır.

TV ile ilgili ışık durumu şöyle olmalıdır. Pencereden giren ışık doğrudan ekran üzerine düşmemelidir.Aksi takdirde kontrast olamaz ve iyi bir görüntü ortaya çıkmaz. Bunu güneşten başka diğer ışık kaynakları da yapar.Işık TV üzerinden geçerek kişiye ulaşmalıdır. TV tamâmen karanlık odada seyredilmemelidir. Ekrandan çıkan ışık çok kuvvetli olduğundan karanlıkta seyredildiğinde gözlerin bozulmasına ve bâzı durumlarda karasu (glokom) hastalığının ortaya çıkmasına sebeb olabilir.TV’nin arkasında göze direkt gelmeyen bir ışık bulunmalıdır.

Sonuç olarak TV’nin konacağı en uygun yer pencere kenarındaki duvarın önüdür. Böylece ekrandaki görüntüyü silen ve gözü yoran ışık etkileri ortadan kaldırılmış olur.

TV’nin seyretme mesâfesi de göz sağlığı bakımından önemlidir. Uzaklık, ekran köşegen uzunluğunun 6-8 katı olmalıdır.

47 cm ekran en az 3, en çok 8 m’den;

54 cm ekran en az 4, en çok 13 m’den;

59 cm ekran en az 4, en çok 16 m’den;

61 cm ekran en az 4, en çok 16 m’den seyredilmelidir.

TVgöz sağlığını nasıl etkiler: TV’de görüntüler binlerce noktanın satır hâlinde taranmasından meydana gelir.Tüpün içinde bulunan elektron demetleri ekranın floresan yüzüne çarptığı zaman, X ışınları meydana gelir. Bu ışınlar düşük enerjili ışınlardır. Etkisi az olmakla birlikte çevresine radyasyon etkisinin olmaması için gerekli tedbirler alınmıştır.

TV seyrederken göz şu durumlarda yorulur:Uzun süre seyretmek, karanlıkta seyretmek, görüntüde sık sık yapılan değişiklikler, ekranın mâvi rengi, gözün ekrandaki hareketli görüntüleri izlemek için devamlı çalışması ve yayındaki arızalardan dolayı ekranın sık sık aydınlanıp kararması.

TV seyrederken gözlük kullananlar gözlüklerini mutlaka takmalıdır.Göz rahatsızlığı olanlar TV konusunda bir göz hekiminin tavsiyelerine başvurmalıdırlar.Görüntü net değil veya titreşim varsa, TVkapatılmalıdır.TV ekranı ile göz aynı seviyede olmalı, daha yüksek veya alçak olmamalıdır. Ekran yandan seyredilmemelidir. En önemlisi çocukların alıcıyı yakından seyretmelerine, alıcıya yakın oturmalarına, yere yatarak veya yandan seyretmelerine müsâde edilmemelidir. Uzun süreli seyretmeleri hâlinde göz kasları zayıf olan çocuklarda kolayca şaşılık ortaya çıkabilir.

TV seyircisi bunun zararlarına karşı mutlaka korunmalıdır.Özellikle küçük çocukların istikbâli, sıhhati, sosyal davranışları ve göz sağlığı açısından bu son derece önemlidir.

Göz ve Aydınlatma

Ergime sıcaklığındaki bir platinin 1 cm2lik yüzeyinin 1/20’sinin ışık şiddetine bir “mum” denir. Aydınlatma birimi ise “lüks” tür. Bir lüks, bir mum şiddetindeki ışık kaynağının, 1 metre mesâfede 1 m2lik yüzeyde meydana getirdiği aydınlatmadır.Aydınlatma (E), kaynak şiddeti (I) ile doğru, uzaklığın (d) karesi ile ters orantılıdır:

      I

E= ¾¾  dir.

     d2

Uygun ışık ortamında göz az yorulur.Aydınlatma miktarı ortama ve yapılan işe göre değişiklik gösterir.Genel olarak aydınlatma, oturulan ve çalışılan yerlerde şöyle yapılmalıdır:  

Oturma ve misafir odası

 100 lüks

Okuma için (sınıf)

 400 lüks

Yazı ve proje için

 600 lüks

Dikiş işleri

 600 lüks

Yatak odaları

 200 lüks

Mutfakta

 200 lüks

Banyo, hol, antre

 100 lüks

Kongre ve meclislerde

 200 2000 lüks

Atölyelerde: Detaylı, zor büyük işler:

Ağır makinaların bulunduğu atölyeler  200 lüks

Spor odaları- 100 lüks

Vasat detayda sıradan işler:

Tahta işleyen atölye ve bütün bürolar,

genel toplantı salonları.- 400 lüks

Oldukça ciddi teferruatlı işler:

Yiyecek incelenmesi, giyim eşyâsı kesme

ve dikme, mimarlık büroları- 600 lüks

Uzun süreli ciddî işler:

Güzellik büroları ve makinaları, el terziliği,

sentetik iplik veya ipek dokumacılığı          900 lüks

Uzun süreli, çok ciddî, çok ince teferruatlı işler:

Çorap örücülüğü, çok küçük kıymetli şeyleri

ölçmek, saat yapımı, kıymetli taş işlemeciliği        1300-2000 lüks

Okumak ve yazmak: Okumak ve yazmak karışık bir faaliyettir. Uygunsuz ortamda ve bâzı kâidelere uymadan okuma ve yazmaya uzun süre devâm etmek, şiddetli baş ve göz ağrılarına sebeb olabilir. Bunun için şunlara dikkat etmelidir: Işık göze direkt olarak girmemelidir. Yanda ve hafif arkada olmalıdır. 200-400 lüks’lük ışık vermelidir.Sağ eli ile yazanlar için ışık hafif solda ve arkada olmalıdır.Işık önde olursa, direkt olarak yansıyarak göze gelen ışıklar rahatsızlık verirler.Okuma ve yazmada parlayan ışıklardan kaçınılmalıdır. Tabiî güneş ışığı, en az parlaklığa sâhiptir.Normal ampulden elde edilen ışık, güneş ışığından 350, floresans ışıkları ise 8000 defâ daha parlaktır.

Görme Kusurları

Işığı saptırıcı, kırıcı ortamlardan meydana gelen gözde, bu ortamların ışığı saptırma özelliğinin doğuştan veya nâdir olarak sonradan olma sebeplerle bozularak, varlıkların görülmesinin bozulması hâli. Görme eksenine paralel gelen ışık demetleri, kesiştikten sonra, gözün sinir tabakasında (retinada) odaklaşırlar. Böyle gözlere normal göz denir.Odaklaşmanın retina üzerinde olmadığı gözlere kırma kusuru olan göz denir.Kırma kusurları üç tânedir; miyopi, hipermetropi ve astigmatizma.

Miyopi: İstirâhat durumundaki (uyum yapmayan) gözün eksenine paralel gelen ışınların, göz sinir tabakası (retina) önünde odaklaşmasıdır.Hasta uzağı net göremez. Uzağı iyi görememelerine rağmen, 40 yaşından sonra yakını, normal kişilerden daha iyi görürler.

Miyopi tedâvisi kalın kenarlı merceklerle yapılır.Yüksek miyopilerde göz temas merceği (kontakt lens) tavsiye edilmektedir. Ayrıca ileri vak’alarda ameliyat imkânları da vardır.

Hipermetropi:İstirâhat durumundaki (uyum yapmayan) gözün optik eksenine paralel gelen ışık ışınlarının retina arkasında odaklaşmaları olayıdır.

Böyle hastalar hem uzak, hem yakın için uyum yapmak zorundadırlar. Uyum güçleri hipermetropiyi karşıladığı sürece bir şikâyetleri olmaz. Uyumun zorlandığı durumlarda özellikle yakını görmede, yorgunluk belirtisi olan baş, göz, ense ağrıları ve göz ile ilgili işlerden kaçma (çocukların ödevlerini yapmaktan kaçmaları gibi) görülür. Hipermetropinin derecesi yüksek veya uyum gücü azalmış ise, hem uzak hem de yakını görme bozulur.

Hipermetropinin tedâvisi ince kenarlı merceklerle yapılır.Gözlük veya kontakt lens tavsiye edilmelidir.

Astigmatizma:Nokta şeklindeki bir cismin görüntüsünün çizgi şeklinde veya eğri büğrü olmasına denir. Düzensiz astigmatizmalarda ise görüntü karma karışıktır. Bu, gözün saydam tabakasının ön yüzünün düzgün olmayışından ortaya çıkar. (Bkz.Astigmatizma)

Presbiyopi (yaşlılık hipermetropisi):Yaşın ilerlemesi ile uyum gücünün azalması ve yakından görmenin güçleşmesidir.

Bir hastalık olmayıp, göz merceğinin esnekliğinin yaşla azalmasından ileri gelen normal (fizyolojik) bir durumdur.

Cemiyetde hangi kırma kusurunun fazla olduğu husûsunda yapılan çalışmalar ırk, yaş ve çevre faktörleri yönünden değerlendirilmiştir.Miyopinin Japonya,İsrâil ve Çin’de, hipermetropinin zencilerde daha fazla olduğu anlaşılmıştır.

Görmenin fizyolojisi: Gözün esas görevi olan görme, sinir tabaka (retina) dan başlar.Işık, sinir tabakada foto kimyâsal reaksiyonlara sebeb olur. Bu reaksiyonlar sonucu ortaya çıkan elektriksel uyarı, görme siniri yoluyla arka beyindeki görme merkezine geldiğinde, görme olayı gerçekleşir.

Gözün yapısı fotoğraf makinasına benzer. Bakılan cismin görüntüsü retinada ters ve küçük olarak teşekkül eder. Bu ters hayal, görme merkezi tarafından düzeltilerek cisimler düz görülür.

Kontakt Lens (Göz Temas Merceği)

Kullanımı gittikçe yaygınlaşan ve saydam tabaka (kornea) üzerine konan, küçük plastik merceklerdir. İlk defâ 300 sene önce Leonardo da Vinci tarafından düşünülmüş ve günümüzde çok gelişmiştir.Sert, yumuşak ve yarı yumuşak lensler mevcuttur.Sert lensler polimetilmetakrilat, yumuşak lensler Hema (hidroksimelitmetakrilat) ve Hydron’dan, yarı yumuşak lensler ise Cap (selüloz asetat bütirat)tan yapılmaktadırlar. Ayrıca silikondan yapılan lensler de mevcuttur.Lenslerin birbirine göre ve gözlüğe göre üstünlükleri ve kötü tarafları vardır.Gözlüğe göre daha net görüntü elde edilir.Gözlüğün şakak ve burun üzerindeki ağırlık ve basıncı, kontakt lenste yoktur.Görme alanı daha geniştir.Kötü tarafları ise pahalı olmaları, dikkatli bakım gerektirmeleri, alışana kadar bâzı sıkıntılarının olması ve en önemlisi korneanın oksijen almasını güçleştirdiklerinden, ancak günün belirli saatlerinde kullanılabilmeleridir.Son zamanlarda, devamlı takılabilen yumuşak lensler de îmâl edilmektedir.

Belli Başlı Göz Hastalıkları

1. Blefarit: Kirpik diplerinin kızarması, puslanmasıdır. Allerjik ve kırma kusurlarına bağlı olabilir.

2. Konjoktivit: Konjoktivanın iltihâbına denir.Kaşıntı, çapaklanma ve kapakların birbirine yapışması görülebilir.Allerji, mikroplar, güneş ve sıcak sebeb olabilir.

3. Keratit:Saydam tabaka (kornea) nın iltihabıdır.Gözde kızarma ve yanma vardır. Tedâvisi ciddî olarak yapılmalıdır. Tedâvi olmayanlarda körlük ortaya çıkabilir.Yabancı cisimler keratite sebeb olabilir.

4. Dakriosistit: Göz kesesinin iltihâbıdır.Gözde devamlı yaşarma olur.Göz pınarına elle bastırıldığında sarı renkli irin çıkar. Tedâvisi ameliyat iledir.

5. Şaşılık:Yeni doğan çocukların ilk altı ayında gözlerin birlikte hareketleri iyi gelişmediği için, arasıra görülebilen şaşılıklar önemli değildir.Altıncı aydan sonra eğer şaşılık mevcutsa en kısa zamanda bir göz hekimine mürâcaat etmelidir. Büyüdüğünde tedâvi edilir düşüncesi, ileride Ambliyopi denilen göz tembelliğine yol açar.

Şaşılıkların çok çeşitli sebepleri vardır.Kazâlardan sonra olan göz kaymaları, genellikle göz kaslarını hareket ettiren kasların felcine bağlıdır. Şaşılığın yönü, çeşitli istikâmetlere olabilir.Genellikle bir göz, bâzen her ikisi de kayabilir.Tedâvide önce gözlük denenir, şaşılık düzelmezse ameliyat yapılmalıdır.

6. Glokom (karasu hastalığı): Göz merceğini ve korneayı besleyen göz içi suyunun yapımında artma veya gözü terkederek toplardamarlara döküldüğü yollarda tıkanıklık, göz içinde fazla miktarda sıvı birikimine ve göz tansiyonunun artmasına sebeb olmaktadır.Normalde göz tansiyonu 10,5-20,5 mm cıva basıncı kadardır. Tansiyon yükseldikçe, önce ağrı daha sonra görme sinirlerinde tahribat olur.Kaybedilen görmenin yeniden sağlanması mümkün değildir. Bu sebeple 40 yaşını geçen herkesin göz tansiyonunu kontrol ettirmesi tavsiye edilir.

Karasu hastalığında tedâvi erken devrelerde mümkündür.İlerlemiş safhada ise tedâvi zordur.İlaç verilerek hastalığın önüne geçilmeye çalışılır. Kontrol altına alınamıyorsa ameliyat yapılır. Doğuştan olan glokomda çocukların ışıktan son derece rahatsız oldukları görülür. Bunların gözleri sürekli yaşarır.Ayrıca artan göz içi tansiyonu gözlerini giderek büyütür. Bu durumu fark edilen bir bebek en kısa zamanda bir göz hekimine gösterilmelidir.

7.Katarakt: Şeffaf olan göz merceği (lens) nin opaklaşarak saydamlığını kaybetmesidir. Doğuştan, yaşlılıktan, şeker hastalığından, göze gelen darbelerden olabilir. Tedâvîde etkili ilaç bulunamamıştır. Opaklaşan göz merceği ameliyatla alınır.

8.Göz yaralanmaları: Delinmeler, kesilmeler, yanmalar olabilir. Âcilen bir göz hekimine gösterilmelidir.Kireç, asit ve bâzların sebeb olduğu göz yanmalarında göz bol su ile derhal yıkanmalı ve âcilen göz hekimine gidilmelidir.Alkali (baz) ve kireç yanıkları asit yanıklarından daha tehlikelidir.

Göz ve Sürücü Belgesi

T.C. Karayolları Kânunu’na göre bir kimsenin sürücü belgesi alabilmesi için A-B-H-F grubu sürücü belgesi için bir gözün görmesi gözlükle veya gözlüksüz 10/10 (Tam) diğerininki ise en az 2/10 (yâni toplam 12/20), C-D-E grubu sürücü belgesi için bir göz görmesi 10/10 diğerininki ise en az 6/10 (yâni toplam 16/20) olmalıdır.

Ayrıca renk görme yeteneği en az renkli yün yumakları testi seviyesinde olmalı, bâriz şaşılığı olmamalıdır.

Göz ve Laser Işını

Laser ışınlarının hemen hemen tüm tipleri gözün ışık geçirgenliği sebebiyle göz hastalıkları tedâvisinde kullanılabilmektedir. Eximer Laser ile -20 Dioptriye kadar miyopi, -6 Diyoptriye kadar Astigmat düzeltilebilmektedir. Bu Laserin hipermetropi tedâvisinde de kullanılabilmesi için çalışmalar sürmektedir.

Argon ve YAG Laser ile Glokom ameliyatları, bâzı katarak, kapsul ve kalıntıları, vitre bantları, retina kanamaları, yırtıkları ve damar çatlamaları ile bâzı tümoral oluşumlar başarılı bir şekilde tedâvi edilmektedir.