GLOBÜLİN
Molekül ağırlığı yüksek bir protein. Sodyum klorür, sodyum sülfat, magnezyum sülfat gibi elektrolit ihtivâ eden, zayıf tuzlu solüsyonlarda çözünür. Suda zorlukla erir veya erimez. Suda hiç erimeyen globülin fraksiyonuna öglobülin (gerçek globülin) az oranda suda eriyen fraksiyonuna da psödoglobülin (yalancı globülin) denir.
Globülinler ultrasantrifüj ve elektro forez gibi metodlar ile incelendiğinde, alfa, beta ve gama denilen bölümlerine ayrılır. Bu fraksiyonların birbirine oranı organizmanın durumuna göre değişir. Hastalıklara ve hastalıkların çeşidine göre bu oran büyür veya küçülür.
Yumurtada ve sütte de bulunan globülinler, kanda litrede 32 gr kadar mevcuttur. Yumurtada ovoglobülin denilen globülinler vardır. Hayatımızda önemli rol oynarlar: Antikorlar, gama globülin fraksiyonudur ve bağışıklılığı sağlarlar. Kızıl, kızamık, çocuk felci, karaciğer iltihabı gibi hastalıkların tedavisinde bu hastalığa özel globülinler bir başka canlıda üretilerek hastaya verilir (serum olarak).
Orta Asya’da, Moğolistan Cumhûriyetinin güneyi ve Çin’e bağlı Sin-Kiang ve Kansu eyâletlerinin yakınlarındaki bölgeleri de içine alan geniş çöl. Etrâfını kayalık sıradağlar çevirmiştir. Güneyde Altun Dağ, Bei ve Yin Dağları, batıda Tanrı Dağları, kuzeyde Altay ve Hangay Dağları yer alır. Çölün uzunluğu 1600 km olup, genişliği 480-965 km arasında değişir.
Gobi Çölünde karasal ve kuru bir iklim hüküm sürer. Kışları soğuk, yazları ise sıcaktır. Sıcaklık -40°C ile 45°C arasında değişir. Yağışların büyük bölümü yazın olur. Batıda yıllık yağış ortalaması 69 mm iken, kuzeydoğuda 200 milimetreye çıkar.
Bâzı yerleri kum, bâzı yerleri çakıllarla kaplı olan Gobi Çölünde, bitki örtüsü dikenli çalı ve küçük otlardan ibâretir. Akarsu hemen hemen hiç yoktur. Yalnız orta büyüklükte tuzlu göllere rastlanır. Yaygın yeraltı suları bâzı kesimlerde büyükbaş hayvan yetiştirilmesine imkân sağlar.
Çölü boydan boya geçen bir demiryolu hattı mevcuttur.
Nazi dönemi Alman siyâset adamı. 1897’de Rheydt’te doğdu. 1945’te Berlin’de intihar etti. Orta halli bir âilenin çocuğu idi. Koyu bir Katolik eğitim gördü. 1921’de 24 yaşındayken Heidelberg Üniversitesinde Felsefe doktoru oldu. Bon, Freiburg, Würzburg, Köln, Frankfurt ve Berlin Üniversitelerinde felsefe, târih, edebiyât ve sanat üzerine çalışmalar yaptı. Lâtince ve Yunanca öğrendi. 1922’de Nasyonal Sosyalist Partiye üye oldu. 1924’te NS Briefe (Nazi Mektupları) adlı on beş günlük bültenin başyazarı oldu. 1926’da Hitler tarafından Münih’e çağrılıp Berlin’e Gauleiter (eyâlet yöneticisi) olarak tâyin edildi.
Göbbels, 1928’de Nasyonal Sosyalist Partinin propaganda yöneticiliğine, 1933’te de propaganda bakanlığına getirildi. Ölünceye kadar kaldığı bu görevi boyunca Hitler’e tam anlamıyla bağlı kalarak, propagandayı özellikle basına ve radyoya dayalı gerçek bir etkileme tekniği durumuna getirdi. 1944’te Hitler tarafından Topyekün Savaş İstihdam Genel Yetkilisi olarak tâyin edildi. Savaş sonunda yenilginin kesinleşmesi üzerine, altı küçük kızı ve karısı ile birlikte zehir içerek intihar etti.
1749-1832 yılları arasında yaşayan Alman şâir, yazar ve bilim adamı. Alman karakterini müşahhas hâle getirmek için en çok gayret sarf eden kişilerden biridir. Çok az kimse kendisi gibi mükemmeliyet ve şahsiyeti; şâirlikle, ilmî görüşlerle ve idârecilikle birleştirdi. Dikkate değer şiirler yazdı. Faust adlı eseri dünyâ klasikleri arasında yer almaktadır.
Frankfurtta doğdu. İyi bir tahsil gördü. Bu konuda babası ve annesinin gayreti çok önemli oldu. Leipzig ve Strasbourg’da hukuk tahsili yaptı ve daha sonra Frankfurt’tayken Alman halk şiirine merak sardı. İlk lirik şiirlerini yayınladı. Daha sonra yazdığı Suturm und Drang (Fırtına ve Gerilim) adlı eserinde daha derin duygularını ifâde etti. Yazdığı Die Leiden des Jungen Werthers (Genç Werther’in Istırapları) isimli romanı ile milletlerarası şöhrete kavuştu. Ancak Faust adlı eseri, dünyâ edebiyâtında kendine has bir yere sâhiptir. Goethe bunu tamamlamak için 60 yıl uğraştı. Bu eserin ölümünden sonra açıklanması da başka bir yönden dikkat çekicidir.
Goethe’nin 1775’te 18 yaşında Weimar Dükü Kral August ile tanıştı ve bunun sonucu bu düklüğü pratik olarak on yıl idâre etti. Bu devre sonunda klâsik edebiyât türüne yöneldi ve 1786-88’de İtalya’ya yaptığı seyahatten sonra bu yöneliş tamamlandı. Daha sonra idârî görevlerini bırakarak, tiyatro ile ilgilendi. 1794’ten başlamak üzere on yıl meşhur şâir Schiller ile arkadaşlık yaptı. Faust üzerindeki çalışmalarına devamı sağlayan Schiller oldu.
Goethe, pekçok eserini Weimar’da verdi. 140 cildi bulan bu eserler arasında en çok dikkati çekenlerden birisi Iphigenie auf Tauris olup, burada modern insaniyeti bir Eski Yunan konusunda işlemiştir. 1779’da düz metin şeklinde, 1787’de ise şiir şeklinde yayınlandı. 1777’de başladığı eseri 1796’da bitirerek Wilhelm Meisters Lehrjahre (Usta Meisters’in Çıraklığı) ismini verdi. Shakespear’e karşı Strasbourg’da kazandığı hürmeti bu eserinde dile getirmektedir. 1809 yılında da Dieç Wahlverwandtschaften (Seçim Benzerlikleri) “Psikolojik romanın ve İranlı şâir Hafız’ın eserinden etkilenerek Westöstlicher Diwan (Batı Doğu Divanı)nı yayınladı.
Goethe, Strasbourg’da tabiat bilimleri üzerine de çalışmaya başladı ve 1810’da yayınladığı Die Theorie der Farben (Renklerin Teorisi) adlı eserinde Newton’a çattı. 1817-24 arasında da bitkiler üzerine ilmî bir eser yayınladı.
Goethe’nin en büyük eseri Faust’tur. Bu eserin yorumlanması çeşitli kimseler tarafından farklı farklıdır. Faust başlangıçta gerçek bir şahıstı. On altıncı yüzyılda elde ettiği meslekî ilerlemeler onu hayâtın ve kâinâtın sırlarını araştırmaya sevk etti. Goethe buradan hareketle, insanın doğuştan iyi olduğu tezini savunmuş ve kâinâtta iyiliğin hâkim olduğunu iddiâ etmiştir. Faust’un ilk bölümlerinde sihirbaz Faust ruhunu şeytana satmıştır. Ancak Goethe bu eserinde iyi insanın gerçek yoldan haberdâr olacağını bildirdi ve hikâyede Faust, şeytandan kurtularak, sonunda doğru yolu bulabildi.
Goethe, eserleriyle kendinden sonra gelen yazar ve felsefecilere tesir etti. Özellikle İranlı şâir Hâfız’ın eserlerini incelerken, İslâmiyetle yakından meşgûl oldu. Sık sık İslâm dînine ve Kur’ân-ı kerîme karşı duyduğu hayranlığı belirtmiştir. Kur’ân-ı kerîmi, Almancaya iyi yapılamamış bir tercümeden okuduktan sonra; “İçindeki tekrarlardan sıkıntı duydum. Fakat, ifâdenin büyüklüğü, haşmeti karşısında hayrân kaldım.” demekten kendini alamamıştır.
1809-52 yılları arasında yaşamış, Ukraynalı aydınlar sınıfından Rus yazarı. Babası onu enterasan dramlara (tiyatro eserlerine) yönelmesi için teşvik etti. Ortaokulu bitirdikten sonra, 1829’da St. Petersburg’a gitti ve orada bir memuriyete girdi.
St. Petersburg’da 8 yıl kalmasına rağmen, Ukrayna’yı unutamadığından birkaç çalışmasını oraya yöneltti. İlk başarısı 1831-1832’de yayınlanan iki ciltlik Dikanka Yakınlarında Bir Çiftlikte Gecelerisimli Ukrayna yaşayışı ve folklorundan garip hikâyeler ve güldürüleri ihtivâ eden kitabıdır. 1835’te Gogol, roman sitiliyle Ukrayna hakkında diğer iki çiftlik hikâyelerini Mirgorodadıyle yayınlandı. Meşhur ve tutunan hikâyesi, küçük bir memurun sefilliği hakkındadır. 1836’da Rüşvetçi Memursebebiyle Roma’ya sürüldü. 1839-40 ve 1841-42’lerde iki defâ ziyâret için Rusya’ya geldi. 1842’de Ölü Ruhlar adlı kitâbını yayınladı. Klasik İspanyol külhanbeyleri arasındaki olayları çizgilerle ifâde etti. 1843’te Gogol iki ciltlik bir serisini daha hazırladı. Fakat ilk dört bölümünü bitirmesine rağmen, son bölümünü bitiremedi. İlk ciltte olumsuz görünen karakteri, ikinci ciltte moralli portrelerle anlatmaya yöneldi.
1848 Ocak ayında kışkırtıcı çalışmalara son vererek, Kudüs’e bir gezi yaptı. Kendini tatmin edemeyerek, birkaç hafta sonra Moskova’ya döndü. Hayâtının sonlarına doğru Gogol tasfiye edilmesine sebeb olan Ölü Ruhlar’ın ikinci bölümünü süratli bir çalışmayla bitirmeye çalıştı. Bu çalışmasıyle daha önceki hoşnutsuzluğu yendi. Ölümünden birkaç gün önce el yazma eserini yok etti. Önemli eserlerinin hepsi İngilizceye çevrilmiştir.
Alm. Golf (-spiel) (n), Fr. Golf (m), İng. Golf. Küçük ve sert lastik topları sopalarla saha üzerindeki delikler arasında ilerletip, sahanın sonunda bulunan belirli bir deliğe düşürmek gâyesiyle oynanan oyun.
Golf ilk olarak 1400 yıllarında Protestan papazları tarafından Hollanda’da oynanmıştır. Hollanda lisanında sopa, baston mânâsına gelen “colf” (kolf) kelimesi de bu bilgiyi doğrulamaktadır. Aynı yüzyılın ortalarında İskoçya’ya geçerek, burada yayılan golf, İskoçlar tarafından millî oyun olarak benimsenmiştir. Golf oyunu, İngiltere Kralı Dördüncü William tarafından “St. Andrews Kraliyet Golf Kulübünün kurulmasıyla İngiltere’ye de yayılmıştı. Önceleri çok küçük çaplı bir şekilde sürdürülen çeşitli yarışmalar arasında ilk şampiyona 1860 yılında yine İskoçya’da düzenlenmiştir. Çeşitli devletlerde araştırma, elçilik gibi vazîfelerde bulunan İngilizlerin dünyâya tanıttığı golf, 1900 yıllarına doğru Fransa, İsviçre ve ABD’ye geçmiştir. Günümüzde İngiltere, İngilizce konuşulan devletlerle diğer birkaç ülkede oynanılan golf, bunların dışındaki milletler tarafından benimsenmemiştir. Günümüzde golf sporunun milletlerarası kuruluşları, Saint Andrews Kraliyet ve Antik Kulübüyle ABD Golf Birliği’dir (USGA).
Golf oyununun gâyesi, topun en az vuruşla sâhanın sonundaki belirli bir deliğe girdirilmesidir. 50.000 m2lik bir golf sâhasında 18 (bâzan 9) delik bulunur. Sâhanın başında ilk vuruş noktası, bu kısımdan sonra da etrâfı çalı, ağaç, dere veya hendekle çevrili 20-50 m genişliğinde çimenleri kısa kesilmiş oyun sahası vardır. Herbir alanın başlangıç (tee), orta (fairway) ve yeşil (green) bölümlerinin bulunduğu golf sâhalarından 4’ü 200, 14’ü 200-500 m uzunluğundadır. 18 yolun toplam uzunluğu ise, 4500-7000 m arasında değişmektedir. Her yolun sonunda çimenleri 3-7 cm uzunluğunda kesilmiş 500- 1000 m2lik bir saha ve bu sahada bayraklı bir değnekle işâretlenmiş, çapı 10,8 cm, derinliği 10 santimetreden büyük olan bir delik bulunur.
Yarışmalar, bu ölçüdeki sahalar iki defâ dolanılarak yapılır. Bu sırada bir nevi menajer olan “caddi”ler oyuncuya taktik verebilir. Ağaç veya mâdenî sopalarla oynanan golfte, kullanılan topların çekirdeği yumuşak, dışı ise sert plastikten yapılmıştır. Topun standart ağırlığı 46 gr, çapı ise 41 mm kadardır. Oyun sırasında topa elle müdâhale edilmez. Vuracak olan oyuncunun kura ile tesbit edildiği ilk vuruş “golf pimi” adı verilen plastik bir pim üzerinden yapılır. Vuruş yerlerinde deliklerin numara ve mesâfeleri yazılı levhalar bulunur. Bu mesâfelere göre delikler arasında yapılabilecek en çok vuruş sayısı tesbit edilir.
Meselâ: Başlangıç vuruşunda golf topu, golf pimi üzerine konur. Golf topunun konduğu bu noktadan deliğe kadar olan uzunluk 228 m ise, 3 vuruşluk (3 puanlık); 229-434 m arasındaysa, 4 vuruşluk; daha fazla mesâfeler için 5 vuruş vardır. Vuruş sayıları ile ilgili mevzû, 1968 senesinde Almanya’da tesbit edilerek belli bir standarda bağlanmıştır.
Genel olarak golf sporunda iki oyun şekli vardır: Maç tipi ve vuruş tipi. Maç tipi, golf oyununda genellikle iki oyuncu yarışır. Her golf topu deliği, topu en az vuruşla o deliğe sokan oyuncu tarafından kazanılır. Vuruş tipinde ise, oyuna katılan her oyuncu turnuvada yer alan bütün oyuncularla mücâdele eder. Topu en az vuruş sayısıyla 9 veya 18 deliğin tamâmına sokan yarışmacı oyunu kazanmış sayılır.
İyi bir golf oyuncusu, kuvvetten çok mahârete sâhib olmalı; sâha ve hava şartlarını kendisine avantaj sağlayacak biçimde kullanabilmelidir. Ancak her şeyden önce usta oyuncu olmak için çok oynamak şarttır.
Mini golf: Golf oyununun saha bakımından küçültülüp, bâzı değişikliklere sokularak engellerin konulduğu bir şekildir. Oyun 12 m uzunluğunda taş veya beton bir sâhada oynanır. Topun çapı 38 mm, sopa ölçüleri serbesttir. Golfte olduğu gibi, bir başlangıç pimi veya deliği kullanılmaz. Başlangıç, dâire şeklindeki bir sahadan yapılır. Bu kısımdan sonra çeşitli engeller, sahanın sonunda da bitiş deliği vardır. Topu bu deliğe en az atışla geçiren, oyunu kazanmış sayılır.
Prusyalı general.Türk Ordusunun ıslahatı için geldiğinden kendisine müşir rütbesi verildi. 1866 Bohemya ve 1870 Fransa seferlerine katıldıktan sonra,Prusya Genel KurmayHarp Dâiresinde on sene kadar çalıştı. Bu çalışması esnâsında askerî harekât taktikleri üzerine yeni metodlar ortaya koyan kitaplar yazdı.
1883’te Türk Ordusunun yeniden düzenlenmesinde bilgisinden istifâde edilmek için Türkiye’ye çağrıldı. 1886-1895 arasında Muzaffer Paşa ile askeriyenin ıslâhı için çalıştı. Daha sonra 1907’de Altıncı Ordu baş müfettişliği ve İkinci Ordu müfettişliğinde bulundu. 1911’de Almanya’ya dönen Goltz’a General Feld mareşal rütbesi verildi. Birinci Dünyâ Savaşı esnâsında Türkiye’deki görevinden ayrıldı. Savaş esnâsında kısa bir süre Belçika genel vâliliği yaptı. 1914’te Türk Umûmî Karargâhına ve 1915 senesinde Birinci Ordu kumandanlığına tâyin edildi. 1916’da Bağdat’ta grip hastalığından öldü.
Devrinin görüşlerine aykırı düşen fikirleriye de tanınanGoltz, Leon Gambetta ve Orduları isimli kitabı yayınlandıktan kısa bir süre sonra Genel Kurmaydan uzaklaştırıldı. Askeriye üzerindeki geniş bilgisi, diğer askerî yazarlar arasında yükselmesini sağladı.
Sayısız etütleri hâricinde belli başlı kitapları şunlardır:Silahlanmış Halk, Rossbach’tanJena’ya,On Dokuzuncu Asırda AlmanHarpTârihi ve Hâtıraları. “Hâtıralar” isimli kitabı, 1929 senesinde oğlu Alman generallerinden Friedrich von der Goltz tarafından yayınlandığı gibi sonradan Türkçeye de tercüme edildi.
Alm. Gummilacak, Shellack (m), Fr. Gomme-laque (f), İng. Shellac. Bâzı Ficus (incir), Rhamnus (cehri) ve Acacia (akasya) türleri üzerinde Tachardia lacca (Coccidae) adı verilen bir sineğin meydana getirdiği reçine.
Dişi sinekler, adı geçen bitkilerin genç dallarında kümeler hâlinde toplanırlar. Salgıladıkları bir reçine ile kendi üzerlerini örter ve aradaki boşlukları doldururlar. Gomalak bu reçine tabakasının sıyrılması veya etanolde eritilmesi sûretiyle elde edilir. Etanoldeki çözeltisi süzüldükten sonra çözücü uçurulmakta ve böylece pullar hâlinde, çubuk şeklinde veya parçalar hâlinde elde edilmektedir. En çok kullanılan pul şeklinde olan laccadır. Hindistan,Siyam ve Burma’da elde edilen bu madde kırmızımsı açık sarı renkli ve özel kokulu, alkolde kolay çözünen bir maddedir.Lacca’nın % 90’ını reçine, % 4-6’sını mumlar ve boya maddeleri meydana getirir.Vernik hazırlanmasında kullanılan bir maddedir. Eczâcılıkta drajelerin kaplanmasında kullanılır.
Alm. Gondel (f), Fr. Gondole (m), İng. Gondola. Özellikle İtalya’nın Venedik şehrinde kullanılan uçları sivri ve yukarı doğru kalkık, uzun bir kayık; 16. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar kullanılan değerli bir vazo; self-servis usûlüyle ticâret yapan büyük mağazalarda üst üste raflardan müteşekkil teşhir mahalleri; gözleri yıkamakta kullanılan küçük fincan.
Bu kayıkların uzunlukları 10 m olup, genişlikleri de 1.35 m kadardır.Yukarı doğru kalkık olan uçlarında yedişer çıkıntı vardır.Taban kısımları geniş ve düz olup, tam ortasında iki kişinin rahatça oturması için iki adet küçük odaları vardır.Kayıkların dış kısmı Venedik sanat anlayışına göre süslenir ve renkleri de siyaha boyanır.
Gondolu kullanan kimse bir yan tarafta ayakta durarak tek kürekle idâre eder. Gondolun daha hızlı yol alabilmesi için ağırlık merkezi yan tarafa verilir.
Bu kayıklar,Venedik şehrinde önemli bir taşıma vâsıtası olarak kullanılır.Ayrıca turistler için zevkli ve önemli bir gezi aracı olup, ülkeye önemli ölçüde gelir sağlar.
SSCB devlet adamı. 1931 senesinde Kuzey Kafkasya’nın Stawropol bölgesinde Privolye köyünde doğdu. İlk tahsilini köyünde yaptı. 1952 senesinde KPSS’ye girdi. 1955’te Moskova Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Stawropol, Genç Komünistler Birliğinde görev aldı. 1970’de KPSS Stawropol teşkilâtı birinci sekreteri oldu. 1971’de KPSS Merkez Komitesi üyeliğine seçildi. 1978’de tarım sorumlusu olarak sekreteryaya girdi. 1979’da politbüro yedek üyesi, 1980’de asil üyeliğe seçildi. Çernenko’nun 1985’te ölümü üzerine KPSS genel sekreteri oldu. Glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılanma) politikalarıyla dünyâda büyük yankılar uyandırdı. Ekim 1988’de devlet başkanlığı görevini de üstlendi.
Mihail Gorbaçov, ülke ekonomisinde gözle görülür bir ilerleme sağlayamadığı için, KPSS (Sovyetler Birliği Komünist Partisi)nin reformcu üyeleri tarafından eleştirilmeye başlandı. Ancak çeşitli ülkelere yaptığı gezilerle dıştaki îtibârını artırdı. Çin Halk Cumhûriyetine giderek bu ülkeyi 30 yıldır ilk ziyâret eden Sovyet lideri oldu. Federal Almanya, İngiltere, Finlandiya’yı ziyâret etti.
Gorbaçov iktidâra gelince, aşırı alkol tüketimine ve yolsuzluklara karşı kampanya açtı. Halk ve Sovyet yöneticileri ile ilişkileri daha sıklaştırdı. Yönetici kadroyu gençleştirdi. Dış siyâsette batı ile daha yakın ilişkiler kurdu. ABD başkanı Reagan ile Cenevre’de zirve toplantısı yaptı. Silâhsızlanma, bilim, kültür, eğitim alanlarında bilgi alış verişi için anlaştı(1985).
1986’da Reykjavik’te, yeniden yapılan zirve görüşmesinde, silâhların denetimi görüşüldü. Fakat ABD başkanı Reagan “Yıldız Savaşları” projesinden tâviz vermediği için silâhsızlanma görüşmesinden bir netîce alınamadı.
1987 senesinin başında, yönetimde iktisâdî reformlardan, dış siyâsete verilecek yeni yönleri açıkladı. Glasnost, perestroikaya gidileceği tasarısı yüksek Sovyet meclisinde oybirliğiyle kabul edildi. Temmuz 1987’de Avrupa ve Asya’da yerleştirilmiş olan orta ve kısa menzilli füzelerin imhâ edilmesini kabul etti. 1987’de yayımladığı kitâbında reformları geniş açıkladı. Ekim devriminin 70. yıl dönümündeki konuşmasında Stalin ve Troçki’yi eleştirdi. Başkan Reagan ile orta menzilli füzelerin imhâsı için antlaşma imzâladı (8 Aralık 1987).
Gorbaçov’un en önemli meseleleri SSCB’ye bağlı cumhûriyetlerdeki milliyetçi hareketler ve bağımsızlıklarını îlân etmeleri ile mâden işçilerinin grevleri oldu. Âzerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Türkistan’da silâhlı çatışmalar oldu. Doğu ve Batı Almanya birleşmesini kabûl ederek ses çıkarmadı.
ABD başkanı George Bush ile 2-3 Aralıkta Malta açıklarındaki bir savaş gemisinde görüştü. 9 Eylül 1990’da Helsinki’de George Bush ile tekrar görüştü ve Amerika’dan ekonomik yardım istedi. Aralık 1990’da Nobel Barış Ödülünü kazandı. Ancak Gorbaçov aşırı komünizm rejimi istiyenler ile Demokrasi ve yenilikler istiyenler arasında zor günler geçirmekteydi. 19 Ağustos 1991 sabaha karşı komünizm rejimini yeniden yeşertmek isteyen KGB ve ordunun desteğini alan en yakın arkadaşı olan Yanayev ve 8 arkadaşından meydana gelen İhtilal Komitesi, Gorbaçov’a karşı darbe yaptılar. Yapılan darbe başarısızlıkla sonuçlandı. Darbecilerin bâzıları yurtdışına kaçtılar. 22 Ağustos 1991 târihinde Gorbaçov devlet başkanlığını tekrar eline geçirdi. Daha önce kendisine karşı en büyük rakip olarak bilinen Rusya Federasyonuna seçilen Yeltsin ise, darbede Gorbaçov’u ençok destekliyenlerden olarak darbenin kısa sürede bastırılmasına yardımcı oldu. Ancak bu durum Yeltsin’in güçlenmesine, Gorbaçov’un gücünü kaybetmesine yol açtı. Bu durum 1991 yılı sonuna doğru hız kazandı. Sovyetlerden ayrılan 11 devlet 8 Aralıkta biraraya gelerek Bağımsız Devletler Topluluğunu (BDT) oluşturdular. Bu durum Gorbaçov’u tamâmen yetkisiz bıraktı. Bunun üzerine 25 Aralık 1991’de televizyona çıkarak; “Görevimi kaygı içinde ama umutla bırakıyorum. Herkese iyi şanslar diliyorum.” dedi. Bundan sonra emekliye ayrılarak çeşitli basın yayın organlarında yorumculukla meşgul oldu (1993).
Sakarya yakınında ve onun Porsuk ile birleştiği noktanın tam yukarısında bulunan höyük. Bugünkü Polatlı yakınında bulunmaktadır.Höyükte, Gordion adını zikreden kitâbeye benzer hiçbir açık delil bulunamamıştır. Buna rağmen bu höyüğün eski Gordion olarak belirtilmesi doğru kabul edilmektedir. Bir rivâyete göre ilk Frik Kralı Gordios, krallığa çıkışı sırasında sabanını, boyunduruğuna bir kördüğüm atarak bağlamıştır. Şehrin,Gordion adını, krala izâfeten aldığı sanılmaktadır. Fakat o zamâna âit Doğu belgelerinde bu kralın adından hiç bahsedilmemektedir.
Yapılan kazılar Gordion’daki yerleşmenin, Friklerin buraya gelişlerinden önce olduğunu göstermektedir. Frik devri höyüğünün altında eski bronz çağına âit daha küçük bir höyük bulunmaktadır. Eski bronz çağından Frik şehri tabakasına kadar birbiri üstüne gelen ve birbirlerini tâkib eden bu yerleşmelere âit on sekiz tabaka çıkarılmıştır. Bu tabakalarda Hitit devrinin bütün safhaları temsil edilmektedir.
Friklerin geliş târihi kesin olarak bilinmemektedir. Trakya’dan ve Balkan Yarımadasından buraya geldikleri farz edilir. Bu düşünce Friklerin çanak, çömlek sitillerinin Makedonyalılarınkine benzemesinden ileri gelmektedir. Frikler M.Ö. 9. yüzyıl ortalarında veya daha önceki yıllarda, buraya gelip yerleşmişlerdi.Muhtemelen burası Orta ve Batı Anadolu’ya sınırları uzanan bir devletin başşehri olmuştur. Krallık, Âsurlulara yenilmesine rağmen istilâya uğramamış, fakat M.Ö. 7. yüzyılda Kimmerlerin istilâsına uğramıştır.Kimmerler,Lidyalılarla savaşmak için buradan geçmişlerdi. Daha sonraki yıllarda Gordion dâhil, bütün Anadolu Pers İmparatorluğuna dâhil olmuştur. Bu devirde de Gordion, Kral Yolu üzerinde önemli bir yer, pazar şehri, konaklama yeri olarak önemini korumuştur. Şehir. M.Ö. 333’te Pers boyunduruğundan kurtulmuştur. Çeşitli mücâdelelerin geçtiği bu bölgede M.Ö. 200 yıllarından sonraya âit olabilecek birşey bulunamamıştır. Bundan sonra Gordion önemini kaybetmiş ve terk edilmiş gibi bir hâle gelmiştir.
Gordion’un güneydoğusunda yer alan târihî kapısı, sur içinde yer alan sarayları ve Frig kral âilesi üyeleri ile zenginler ve soylular için yapılmış 80 kadar yığma mezar tepeleri şehrin en önemli özelliklerini yansıtmaktadır.
Alm. Gorilla (m), Fr. Gorille (m), İng. Gorilla. Familyası: Maymungiller (Pongoidae). Yaşadığı yerler: Afrika’nın geniş ormanlarında. Özellikleri: Maymungillerin en iri ve güçlüsü, 2 metre uzunluk, 200-300 kg ağırlıkta olanları vardır. Kolları dizlerine erişecek şekilde uzundur. Bitkisel besinler yer. Ömrü: 20-30 yıl.Çeşitleri: Tek türdür. Dağ gorili ve ova gorili olmak üzere iki alt türü vardır.
Afrika’nın geniş ekvatoral ormanlarında yaşayan maymunlar (Primates) takımının en iri gövdeli ve güçlü hayvanı. Erkek goril 180-200 cm boyunda ve 200 kg ağırlıktadır. 300 kg gelenleri de vardır. Dişiler daha ufak olup, 100 kilogramı geçmez. Sürüler hâlinde gezer. Kolları ayak dizlerine kadar uzundur. Göğüs kafesi çok gelişmiş, gözleri yuvalarına gömük ve burnu basıktır. Keskin dişleri vardır. Vücudu kırmızı-esmer kıllarla örtülüdür. Rahatsız edilmedikçe insana pek saldırmaz. Fakat korkunç ve müthiş olarak şöhret bulmuştur. Dört-beş kişi bir gorili zaptedemez.Goril saldırısına uğrayan bir avcı, ilk kurşunda vuramazsa gorilin tırnaklı pençeleriyle parçalanır.Yürürken kolların yumruklarına ve ayak tabanlarının dış kenarlarına basar.Parmak dipleri kısa bir zar ile birbirine bağlı ise de, baş parmaklar serbesttir ve kavrama özelliğine sâhiptir.Ayak tabanları içe doğru olduğundan ağaç dallarını kolayca kavrarlar.Ağaç üzerinde dolaşırken tutunacağı dalın vücut ağırlığını çekip çekemeyeceğini uzun kollarıyla deneyip anlamadan üzerine atlamaz.
Goril, haşin ve çok tehlikeli olarak bilinirse de, bu pek doğru değildir. Son derece sâkin ve çok az gıdâ ile doyduğu zaman bile kendini rahat hisseden bir hayvandır. Aslında leoparlar dışında pek korktuğu başka hayvan da yoktur. Hemcinsleri ile de kavga etmez. Goriller genelde küçük âile grupları hâlinde yaşarlar.Grup, erkek bir lider, 4-5 dişi ile yavrulardan meydana gelir.Grup lideri en az on yaşında olur.Gümüş renkli sırtından dolayı rahatça grup içinde fark edilir.Grubun hareketi lider tarafından yönetilir. Erkek goril, bâzan sürüsünde otoriteyi sağlamak için iki ayağı üzerine dikilerek kızgın vaziyette göğsünü yumruklar. Yan yan yürüyerek sinirli kükremeleriyle çevresine gözdağı verir.
Goriller, filiz, yaprak ve meyvelerle beslenirler. Beslenmek için gündüzleri her yerde dolaşırlar.Göçebe olanları her gece bir yerde kamp kurar. Dişi ve yavrular ağaçların orta yükseklikteki dallarında yuva kurarak orada yatarlar.İri gövdeli erkekler ise, ağaç dibinde dallardan yaptıkları basit yataklarda sırtlarını ağaca yaslamak sûretiyle oturarak uyurlar.Goriller yuvalarını her gün yeniden tertipleyerek döşerler.
Goriller sâdece Afrika’da yaşarlar. Dağ gorillerinin başında uzun bir saç perçemi bulunur.Ova gorillerinde bu yoktur. Dağ gorillerinin nesli, yasak alanlarda avcılık yapanların cinâyetleri yüzünden tükenme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dağ gorilleri sâdece Ravanda, Zaire ve Uganda arasındaki Virungas yanardağ silsileleri üzerinde yaşamaktadır. Bunlardan ancak 280-300 kadarının hayatta kalabildikleri tahmin edilmektedir.Ova veya vâdi gorilleri diye adlandırılan öteki alt tür ise, Kongo, Gabon, Kamerun,Zaire ve Orta Afrika Cumhûriyetinde mevcuttur. Bunların sayısı da 15-30 bin arasında tahmin edilmektedir.
Gorillerin en korkutucu durumu, ayağa kalkıp yumruklarıyla kıllı göğüslerini dövmeleri ânıdır. Bu sâdece karşısındakine îkâz özelliğini taşıyan bir harekettir. Bir saldırının başlangıcı olarak kabul edilmelidir. Yumuşak ifâdelerle kendisine hitab edildiği zaman birdenbire sâkinleşir.Kişi kaçmaya kalkarsa, en kötü ihtimâlle arkasından yetişip sırtına bir cezâ ısırığı kondurur. Eğer bağırıp çağırmaya başlanır ve telaşa kapılınırsa, kişiyi öldürmesi ihtimâli gibi korkunç bir durum ortaya çıkabilir.Çünkü o da telaş sebebiyle korkmuş ve kendini koruma içgüdüsünü harekete geçirmiştir.
Goriller yavrularına çok düşkün olup, onları göğsünde taşırlar. Dişiler 6, erkekler 8 yaşında erginleşir. Belli bir üreme mevsimleri yoktur.Yavru, 260 gün süren bir gebelikten sonra doğar.Üç yaşından küçük olanlar yuva yapmaz, anneleriyle berâber uyurlar. Tabiî düşmanları pars ve insanlardır.Yaşlandıkça renkleri griye döner. Evcilleştirilmez.Hayvanat bahçelerinde uysal gorillere rastlanırsa da bunlara pek güvenilmez.
1868-1936 yıllarında yaşamış Rus hikâye ve dram yazarı. Asıl ismi Aleksey Maksimoviç Peşkov’dur. Nizni Navgorod’da doğdu. 1901’de 26 Adam ve Bir Kız, yine 1901 de Yolculuk Arkadaşım adlı kısa hikâyeleriyle ve 1907 yılında Anne, 1910 yılında da Bir İtiraf adlı eserleriyle kısa sürede ün yaptı. Moskova’da 1902 yılında târihî tiyatro sergisinde Na dne adlı eseri en iyi oyun seçilerek birincilik kazandı. Sonraki dramları 1924’te Yargıç, 1932 Yegor Bulichev adlı eserleridir.
Rusya’daki aşağı tabakaların hayâtını açık bir şekilde kendi intibâlarıyla hikâye ve oyun yazılarında ortaya koydu. Aktif bir çalışmayla iyi bir reform yapılması gerektiğine inandığını eserlerinde belirtti. 1917 yılında açık olarak devrimcilik fikirlerini yaymak istediğinden çalışmalarına sansür kondu ve sonunda tevkif edildi. Her ne kadar Gorki kâbiliyetli bir yazar ise de, Tolstoy ve Dostoyevski veya Chekhov’un seviyesine yükselemedi. Na dne adlı eserinde birinci sınıf halkın yaşayışını ortaya koydu.Rusya’da komünizmin yerleşmesi için çok uğraştı, fakat komünizmin yerleşmesinden sonra Stalin tarafından öldürtülmüştü.
Kültür Bakanlığı yayınlarından Bir Devin Düşüşü adlı eser, akıcı bir üslupla onun hayâtını dile getirmiştir.
Rus Federasyonunun güneyinde, Altay bölgesinde bulunan muhtar bir Türk bölgesi. Altay Dağlarında güneyde Moğolistan ve Çin’le çevrili 92.600 km2lik bir bölgedir.
Toprakları genelde dağlıktır. Dağlar ve platolar vâdiler ve geniş havzalarla yarılmıştır. Havzalardaki step bitki örtüsü yerini, dağ yamaçlarında iğne yapraklı sık ormanlara, doruklarda Alp tipi çayırlara bırakır.
İklimi çok sert olup kışları soğuk ve az kar yağan, yazları sıcak ve yağmursuz geçen bir bölgedir. Bu yüzden tarım fazla gelişmemiştir. Arâzinin büyük kısmı ormanlarla kaplıdır. Başlıca tarım ürünleri hubûbat, şekerpancarı, ayçiçeği, keten tohumudur. Küçükbaş hayvan besiciliği yaygın olarak yapılmaktadır.Kürk avcılığı ve kerestecilik önemli iş alanıdır. Sanâyi alanında makina yapımı, metalurji,gıda, tekstil gelişmiştir.
Nüfûsu 200.000 civârında olup, % 31’ini Altaylar, % 60.4’ünü Ruslar, % 5.6’sını Kazak ve diğer milletler meydana getirir. Bölgede 192 ortaokul, 3 teknik lise, 1 üniversite vardır.
Alm. Gotik (f) Fr. Gothique (m), İng. Gothic. Kendine has özelliği olan bir sanat anlayışı ve yazı şekli.Gotik yazılar ilk baskı denemelerinde denenmiş çoğunlukla Almanlar tarafından kullanılan bir yazı stilidir.Gotik sanatı 12. yüzyılın ikinci yarısında Romen sanatının değişmesiyle, Lâtin sanatına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.Mîmâride ilk çıkış yeri Fransa diyenler varsa da Avrupa’nın çok yerinde aynı zamanda rastlanmış ve bütün Hıristiyan batı dünyâsına yayılmıştır.Her ülke Gotik sanatında zevkine uygun değişiklikler yapmıştır. Avrupa’nın sanat merkezi kabul edilen İtalya’da ise pek tesiri görülmemiştir.İngiltere’de sütunları çoğaltan ve kubbenin altında onları yelpaze gibi açan bir dikey üslüba bağlıdır.İspanya’da Gotik sanatının Arap motifleriyle birleşmesinden meydana gelen müdeccer(mudejar) üslûbu doğmuştur.Gotik sanatı Avrupa’nın kuzeyinde 16. yüzyılın başlangıcına kadar sürmüştür.
Gotik sanatının mîmarları, ağırlığın itme kuvvetini ve yönünü tesbit ederek, baskıyı kemerlere ve fil ayaklarına aktardılar. Böylece yapının tamâmı dengeye faydalı olan elemanlara bağlandı. Ağırlığa tamamiyle hâkim olan Gotik mîmârîsinde yapılar, sanki yükselerek uçuyormuş gibi bir his verir.
Gotik tarzının önemli özelliği sivriliktir. Roma mîmârisindeki yaygın kubbeler yerine, dilimli kubbeler, yuvarlak kemerler yerine, sivri ve birbirini kesen kemerler kullanılmıştır. Dîni yapılarda aranan diğer bir husus ise büyüklük ve yücelik hissinin uyandırılmasıdır.Pencerelerin bol olması, pencere camlarının renkli olması, çatılardaki okumsu kuleler dikkati çeken diğer özelliklerdir.
Gotik tarzı, yalnız mîmârlıkta tesirli olmayıp; süs ve gündelik eşyâ resim ve yazıda heykelcilikte de etkili olmuştur. Gotik mîmârlık ise daha ziyâde katedral, kilise, manastır gibi dîni yapılarda tesirini göstermiştir.
Gotik mîmârisinin başlıca eseri katedraldir.On üçüncü yüzyılda toplum âdeta bütün heyecanını ve zenginliğini katedral yapmaya ve süslemeye harcamıştır.Paris’te Notre Dame ve Amiens bunlardandır.
Alm. Goten (pl.), Fr. Goths, Gots (pl.) İng. Goths. Güney İskandinavya’nın Gotland bölgesinde oturan bir Germen kavmi. Gotlar mîlâdî 1. yüzyılda İskandinavya’yı bırakıp, Vistula’nın alt kısmında yerleşmişlerdi.İkinci yüzyılda Karadeniz’in kuzey kıyılarına gelmişler, 3. yüzyılda ise birçok kafileler hâlinde Yunanistan, Trakya ve KüçükAsya’nın sâhil şehirlerine yerleşmişlerdir. Akrabaları olan birçok kavimleri çeşitli bölgelerde bıraktıktan sonra etnik bütünlüklerini kaybetmiş ve Ostrogotlar (Doğu Gotları) ile Vizigotlar (Batı Gotları) olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Gotlar, sağlam idârî, askerî teşkilâtlar kurup, güçlenerek Roma İmparatorluğu elindeki Dacya’yı işgal etmişlerdir. İmparatorluk ile sıkı münâsebetleri sonucu Ostrogotlar medenileşmeye başlamışlardır. Hattâ bunlardan bir kısmı Roma ordusuna asker olarak katılmışlardır. Roma İmparatorluğunun sınırlarına yapılan baskılar, Germenlerin çoğalması ve İmparatorluğun zayıflaması sonucu kuvvetlenen Vizigotlar Dacya’yı bütünüyle ele geçirip, Bizans’a, Balkanlar’a ve Kuzeyİtalya’ya doğru yayılıp, buraları istila etmişlerdir. Mîlâttan sonra 269-270 yıllarında Roma İmparatorlarından İkinci Claudius ve Aurelianus batıya doğru olan Got akınını durdurmuşlardır.Gotlar,Konstantin ile ittifak anlaşması yapmışlar, Piskopos Ulfilas,İncil’i Vizgot diline tercüme ederek, Gotlar’ın, Hıristiyanlığı kabul etmelerini sağlamıştır.
Ostrogotlar krallıkla idâre ediliyordu. Dördüncü yüzyıl ortalarında KralErmanarich’in iktidârı devrinde, Karadeniz’den Baltık Denizine kadar yayılmışlardı. Fakat 375 târihinde Hunlar tarafından yok edilmişlerdir.Vizigotlar’da Hunların baskısına uğrayıp, yerlerinden atılmışlarsa da, imparator Valens tarafından 376’da Tuna’nın güney kıyılarına yerleştirilmişlerdir.
378’de ayaklanıp,Edirne’de Romalıları yenmişlerdir. Fakat 382’de İmparator Theodosis tarafından tekrar müttefik imparatorluğa kabul edilmiştir.Gotlar yerlerinde durmayarak 410 yılında Roma’ya 415 yılında da İspanya’ya yerleşerek, bir krallık kurmuşlardır. Uzun yıllar Romalılara asker veren Ostrogotlar, İmparatorluk içinde kendilerini muhâfaza ettiklerinden, 476 yılında İtalya’yı istilâ etmişlerse de, 553’te Justinianus’a yenilerek İtalya’da kurdukları krallıkları yıkılmıştır.Gotlar bundan sonra Roma uygarlığı içinde eriyerek kaybolup gitmişlerdir. Kırım’da kalan Gotlar ise 1475’te Osmanlıların burayı fethetmeleriyle bağımsızlıklarını kaybedip, Ostrogotlar ve Vizigotlar gibi diğer milletlerin içinde eriyip varlıklarını kaybetmişlerdir.
Alm. Nabel (m), Fr. Nombril (m), İng. Navel. Karın duvarının tam ortasında bulunan kısım.Ana karnındaki cenin ile anne arasındaki bağlantıyı “göbek bağı” sağlar. Doğumdan sonra kesilen göbek bağının yerinde kalan yara izine göbek ismi verilmektedir.
Göbek veya tıp dilindeki adıyla “umbilicus” doğumdan sonraki hayatta, karın duvarının en zayıf noktalarından birini meydana getirir.Göbek deliğini cenin dolaşımına bağlayan damar kalıntısının tam kapanamamasından dolayı, ileriki hayatta karın organları buradan dışarı çıkabilir. Buna “Göbek Fıtığı” ismi verilir. (Bkz. Fıtık)
Göbek bağı: Doğumdan önce, cenini ana rahmindeki plasenta (eş)ya bağlayan kordon. Bu kordonun içinde iki atardamar, bir toplardamar, bir de sidik kanalı geçer.Göbek bağı sâyesinde cenin, beslenme, büyüme ve artıkların atılması işlerini anasından sağlar.Göbek bağının kalınlığı yaklaşık 3 cm olup, uzunluğu 40-60 cm arasında değişir.
Çocuk doğduktan sonra, kordon damarlarındaki hareketin durması beklenir ve göbeğin birkaç cm yukarısından kesilir.Göbek bağının uzunluğu önemlidir. Çok uzun göbek bağı, doğum sırasında ceninin boynuna dolanarak ölümüne sebeb olabilir.
Alm. Wanderung, Aus- Ein-wanderung (f), Fr. Émigration, İmmigration (f), Exode (m), İng. Migration. Dînî, iktisâdî, siyâsî, sosyal ve diğer sebeplerle insan topluluklarının bir yerden bir başka yere gitmesi. Hicret. Ferdî sebep ve maksatlarla yer değiştirmeye ve bu esnâda nakledilen eşyâların hepsine de göç denmektedir.Ayrıca kuşların, balıkların ve bâzı hayvan türlerinin, belli mevsimlerde dünyânın çeşitli yerlerine gitmeleri de göç adıyla anılır.
Târihte; sebep, mâhiyet ve neticeleri îtibâriyle en mühim göç, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın,İslâm dînine inananlarla beraber, Mekke’den Medîne’ye yaptıkları göçtür. Bu büyük hâdiseye “Hicret” denir ve hicrî takvimin başlangıcıdır.(Bkz. Hicret)
Bir târih nazariyesine göre, M.Ö. 3000-4000 yıllarında Orta Asya’da yaşayan kavimlerin şiddetli ve uzun süren kuraklık sebebiyle doğuya, kuzeye, batıya ve güneye gitmelerine; “Kavimler Göçü” denmektedir. Bu göçün siyâsî, sosyal ve kültürel neticeleri üzerinde uzun durulmaktadır.Aynı bölgede M.S. 6. yüzyıldan îtibâren başlayan ve asıl ağırlığı batı istikâmetinde olan Türk göçleri, 17. yüzyıla kadar devam etmiş; İran,Anadolu ve Balkanlardan geçerek Avrupa ortalarına ulaşmıştır.Türkler, geçtikleri yerlerde birbirlerinin devamı olan devletler kurmuşlar, böylece Orta Asya içlerinden Avrupa ortalarına uzanan kültür ve medeniyet mirasları ve yerleşik Türk boyları ile bir Türk dünyâsı meydana getirmişlerdir. Bu göçler sırasında Türklerin bir kolu, Karadeniz’in kuzeyinden geçerek Avrupa ortalarına gelmiş, burada Avrupa Hun Devletini kurup, bir müddet yaşadıktan sonra diğer yerli kavimlerin arasında Hıristiyanlaşarak, eriyip gitmiştir.
Ortadoğu üstünden Mısır’a doğru yol alanlar da, kurdukları çeşitli devletlerden sonra Osmanlı Devleti içinde yer almışlardır. Gerek bunların ve gerekse Anadolu’ya gelen Türk boylarının en büyük tâlihi, İslâmiyeti kabul etmeleridir. Dokuzuncu ve 10. yüzyıllardan îtibâren boylar ve kitleler hâlinde Müslüman olan Türkler; bugünkü İran,Âzerbaycan,Hindistan, Irak ve Anadolu’da kurdukları güçlü devletlerle, hem kendi hayâtiyetlerini korumuşlar, hem de kazandıkları zaferlerle İslâm dünyâsına yeni bir çehre kazandırmışlardır. Böylece başlayan Türk-İslâm devletleri devri, Osmanlı Devleti bünyesinde bütün İslâm dünyâsının tek ve birleşik devleti, hâline gelerek 20. yüzyıl başlarına kadar devam etmiştir.Osmanlı Devletinin son zamanlarında, Doksanüç Harbi adıyle meşhur 1877-78 Osmanlı-Rus savaşları esnâsında, Tuna boylarında, Balkanlarda ve Kırım’da yaşayan Türklerin eşi görülmemiş Rus ve Hıristiyan zulmü, vahşeti karşısında Anadolu’ya yaptıkları toplu göç, 93 Muhâceratı olarak bilinir ve teessürle hatırlanır. 1950’li yıllarda, Komünist İdârelerin şiddetli tazyik ve zulmüne dayanamayan Müslüman Türklerin, Balkan ülkelerinden(Romanya, Yugoslavya,Bulgaristan) ve Rusya’dan Türkiye’ye toplu olarak yaptıkları göçler de son yılların hâfızalarda yaşayan göç hâdiselerindendir.
Vietnam’ın komünist kuvvetlerce işgalini müteakip başlayan göç hareketi,Afganistan’ın Rusya tarafından işgali ile 2,5 milyon Afganlının başta Pakistan olmak üzere çeşitli İslâm ülkelerine göçü, Filistinlilerin İsrâil tarafından vatanlarından zorla çıkarılıp, göçe mecbur bırakılması, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin (1989) ve Kuzey Iraklıların vatanlarından çıkarılarak göçe zorlanmaları (1991) olayları da siyâsî göçlerin en mânidâr örnekleridir.
İşsizlik, daha iyi şartlarda yaşama gibi sebeplerle, ülkeler arasında ve bir ülkenin kendi içinde de çeşitli göçler olmaktadır. Bunlar, zamanla çözümü zorlaşan büyük problemler ortaya çıkarmakta ve ülkelerin siyâsî, sosyal, ekonomik, kültürel dengelerini bozmaktadır. Türkiye, köyden şehire büyük oranlara ulaşan göçler sebebiyle bu problemleri ençok yaşayan ve halletmeye çalışan ülkeler arasındadır.
Bir de kıtalararası göçler vardır. Bunun en tipik misâli Amerika kıtasına yapılan göçtür.On altıncı yüzyıldan îtibâren bu yeni kıtaya, önce Avrupa milletlerinden başlayan göçler, gittikçe azalmasına rağmen hâlen devam etmektedir.Önceleri serseri, başı bozuk, kanun kaçağı ve mâceraperest Avrupalıların îtibâr ettikleri bir ülke olan Amerika kıtası, 19. yüzyılın ikinci yarısında, gene bu ülkelerden şiddetli göç dalgalarına sahne oldu. Kıtanın iskân ve îmârı tamamlanıp ilmî, teknik ve ticârî zenginlikler ortaya çıkınca, bütün milletler için en câzib ülkelerden biri oldu. Bu durum, düyânın her yerinden ve her seviyede insanların buraya göç etmelerine sebeb oldu.
Hayvanlarda göç: Hayvanlarda da çeşitli sebeplerden dolayı göçe rastlanmaktadır. Bunların bir kısmı geçicidir. Bir sebebe bağlı olarak ve çoğunlukla bir defa yaptıkları göçlerdir.Yem kıtlığı, ânî iklim değişikliği, üreme zorluğu, su ve hava akımları gibi sebepler, bâzı hayvanları göçe zorlar.
Hayvanların bir de periyodik (sistemli) göçleri vardır. Bunlar; bilhassa ördek, leylek, kırlangıç, kelaynak gibi kuşların, senenin belli aylarında mevsim şartları sebebiyle, soğuk yerlerden sıcak yerlere gitmeleridir.Yazın Kuzey Yarıküreye, kışın da Güney Yarıküreye göç ederler.
Göçmen kuşlar göç esnâsında belli bir şekil teşekkül ettirirler. Bu çok defa V şeklidir. Belli yolları tâkip eder ve belli yerlerde konaklarlar. Başlarında bir rehber kuş bulunur.Onu tâkib ederek göçlerini tamamlarlar. (Bkz. Kuşlar)
Bâzı tatlı ve tuzlu su balıkları da göç etmektedirler.Yumurtlama, akıntılar, yiyecek bulma gibi sebeplerle, kısa ve çok uzun mesâfelere küçük gruplar veya milyonlarca balıktan müteşekkil sürüler halinde göçleri esnâsında, belli su altı yollarından geçerler. Türkiye’de Karadeniz’denMarmara’ya,Marmara’danKaradeniz’e balık göçleri çok sık görülür. (Bkz. Balık)