GERİLLA

Alm. Guerilla (f), Kleinkrieg (m), Partiasnenkampfe (pl), Fr. Guerilla (f), İng. Guerilla. Düzenli bir orduya karşı, dağınık küçük topluluklar tarafından yapılan bir çeşit savaş. Düşmanı yıpratmakla görevli hafif silâhlarla donatılmış askerî birlik.

Gerilla İspanyolca “küçük harp” demek olup, Napolyon’a karşı gösterilen mukâvemetten doğmuştur. Genellikle “partizan” veya “halk savaşçısı” diye isimlendirilir. Gerilla en eski harp şekillerinden biridir. Hedefi, direnişe mukâvemettir.

Harplerde düşmanı aldatmak, arkadan vurmak, bozguna uğratmak ve muhârebeden vazgeçirmek için zayıf tarafın karşılıklı çatışmadan kaçınması, çok eski zamanlardan beri uygulanan bir kâidedir. Küçük harp, yıkıcı savaş, gizli savaş ve gerilla savaşı isimlerini alan bu silâhlı çatışmalar aralarında, küçük farklar olmasına rağmen, aynı şeyi ifâde etmektedir. Geniş boyutlu küçük harp ilk defâ yeniçağda Kuzey Amerika’nın bağımsızlık savaşında görüldü. Milletlerin kuruluş mücâdelelerinde sık sık görülen gerilla savaşları o günkü şartlara göre yapılmaktaydı.

Gerilla savaşının değişik bir usûlü de Osmanlılar Balkanlara, Avrupa içlerine yerleştikleri zaman yerli halk tarafından yapılmıştır. Dağlara çıkanlar, baskınlar sûretiyle mücâdelelerine devâm etmek istemişler, fakat bunlar Osmanlı Akıncıları tarafından kısa zamanda ortadan kaldırılmışlardır. Balkan Harbinden önce Bulgar,Yunan ve diğer halkın yaptığı bir nevi gerilla savaşlarında çok sayıda Türk çocuk, ihtiyar ve kadınını acımasız ve gaddar bir şekilde şehid etmişlerdir.

Birinci Dünyâ Harbinin sonuna kadar gerilla savaşı büyük bir yan faaliyet olarak görülmüştür. Halkı etkilemek ve halkta güvensizlik uyandırmak maksadıyla, bağımsız terör hareketi olarak o zaman bilinmemekteydi. Rusya’da komünistlerin idâreye hâkim olması ile gerilla savaşları esasta değişikliğe uğradı.

Marksist düşünceye göre gerilla savaşı, bir aracıdır. Bunun için Rusya’nın elde etmek istediği bütün devletlerde, yavaştan başlamak üzere önce terör, arkasından gerilla savaşları çok sık görülür. Afrika, Orta ve Güney Amerika’da açıkça görülen gerilla savaşları, bunlardan bâzılarıdır. Afganistan’ın Ruslar tarafından işgâlinden sonra sivil halkın dağlara çıkmak sûretiyle gerilla savaşı şeklinde mücâdele sürdürmeleri bu tip savaşın önemini bir daha ortaya koymuştur. Bilhassa dağlık, ormanlık ve çöl bölgeleri bu savaş için çok elverişlidir. Başarılı bir gerilla harbi için uygun bir coğrafik bölge, irtibat desteği ve düzgün bir organizasyon şarttır.

Zamânımızda özel yetiştirilmiş komando tâbir edilen birlikler, gerilla savaşları için ordular tarafından kullanılmaktadır. Düşmanın kontrolü altına düşmüş arâziyi veya belli bölgeleri ele geçirmek için yapılacak askerî harekâttan önce veya sonra onlarla birlikte gerilla savaşı planlanıp yapılabilmektedir. Gerilla birliklerinin düşman üzerindeki etkileri, asıl birliklerin başarısını kolaylaştırmaktadır. Modern savaş tekniği içinde eğitim gören bu birlikler, geleceğin savaşlarında önemli görevler yükleneceklerdir. 

GERMANYUM

Alm. Germanium (n), Fr. Germanium (m), İng. Germanium.Dikkat çekici derecede elektrik özelliklerine sâhip gümüş grisi renginde metalik görünüşlü bir element.

Özellikleri: Sembolü Ge’dir. Yarımetalik, yâni metal ile ametaller arasında özellikler gösterir. Peryodik cetvelde dördüncü grupta olup, silisyum ve kalay arasında bulunur. Germanyum (+2) ve (+4) değerliklerini alır. Elmas atomuna benzer kristalleşme gösterir. Atom numarası 32 ve atom ağırlığı 72,59’dur. Kütle numaraları 70 ile 76 arasında değişen 5 tâne kararlı, yine kütleleri 65 ile 78 arasında değişen ve yarılanma süreleri nisbeten kısa olan 9 tâne radyoaktif izotopu vardır. Erime noktası 937°C ve kaynama noktası 2800°C’dir. Atmosferik şartlarda gâyet kararlıdır. 600-700°C’de havada oksitlenir. Halojenlerle şiddetli reaksiyon verir. Yoğunluğu 5,323 g/cm3tür. Nitrat ve derişik sülfat asidinde çözünür.

Bulunuşu ve elde edilişi: 1871’de D.I.Mendeleyev mevcûdiyetini tahmin etmiştir. 1886’da C.Winkler, sülfitli mineral argiroditi analiz ederek, şimdiye kadar rastlamadığı bir element elde etti. Memleketine izâfeten germanyum adını verdi. Germanyum nâdir elementlerden olup, yer kabuğunda % 0,004-0,0007 oranında bulunur. Yer kabuğunda yoğun olarak bulunmadığından, germanyumun elde edilmesi oldukça zordur.Yer kabuğunda bulunan elementlerin miktar olarak otuz altıncısıdır. Hiçbir zaman serbest halde bulunmaz. Germanyum, argirodit (4Ag2S GeS2) mineralinde % 6-7, germanit (7CuS.FeS.GeS) mineralinde % 8,7, renierit mineralinde ise % 5-7 oranında bulunur. Son iki mineral en çok Afrika’da bulunur.

Germanyum, çinkonun saflaştırılması sırasında yan ürün olarak elde edilir. Burada elde edilen germanyum sülfür (GeS2) hidrojen veya karbon ile indirgenir.

Yine germanyum, yumuşak katranlı mâden kömürünün yakılması sırasında yan ürün olarak elde edilir.

Bileşikleri: İki tâne önemli bileşiği vardır: 1) Germanyum tetraklorür (GeCl4): Germanyumun klorgazı ile yakılmasından elde edilir. Karbon tetraklorüre benzeyen bir sıvıdır. 2) Germanyum -4-oksit (GeO2) olup, yüksek sıcaklıkta germanyumun oksitlenmesiyle elde edilir. Germanyumun birçok organik bileşikleri de yapılmıştır.

Kullanılışı: Germanyum 1945’ten îtibâren çok önem kazanmaya başladı. Yarımetal olan germanyum, yarı iletkendir. Yâni elektriksel iletkenliği metal ile ametaller arasındadır. Saf germanyum, düşük sıcaklıklarda yalıtkan, oda sıcaklığında zayıf iletken gibi hareket eder. Bu özelliklerinden dolayı elektronik sanayi için önemli elementtir. Germanyumlu âletler, vakum tüplerinin yerini aldı. Germanyum ile transistörlü âletler yaygın kullanma alanı bulmuştur. Diyotlarda kullanılır. Transistör ve diyotlar, basit ve uzun ömürlü âletler olup, düşük güç kullanırlar ve az ısı yayarlar. Isıtılacak bir flaman olmadığı için, hemen devreye girerler. Germanyum 1960’ların sonuna doğru gâyeye en uygun ve ucuz olduğu için radyo ve diğer ses iletim cihazlarında, yüksek voltaj ve yüksek güç kapasitesine sâhib olduğundan da televizyon ve bilgisayarlarda kullanılmaya başlanılmıştır.

Germanyum diyotları ince disk şeklinde ve çok ince telden ibârettir. Bunlar birbirlerine birleştirilir. Bir plastik içine konularak ısı ve nemden korunur. Bu bütün düzen bir mısır tanesi büyüklüğündedir. Transistörlerin, işitme cihazları gibi cihazlarda çok faydalı oldukları ortaya konmuştur. Bilgisayarlarla transistörlerin kullanılması basitleşmiş, aynı zamanda yaygınlaşmıştır.

Germanyum normal ışığa karşı şeffaf olmadığı hâlde, kızılötesi ışınlara karşı şeffaftır. Yüksek kırılma indisine sâhib olan germanyum, optik elemanların yapılmasında kullanılır. Camlarda silisyum muhtevâsı, kısmen veya tamâmen germanyum dioksitle değiştirilerek, optik aletlerin özelliklerini değiştirmek mümkündür.

Yüksek kırılma indisine sahip camlar, büyük açı kamera merkezlerinde, mikroskop objektiflerinde kullanılır. Germanyumlu camların kimyâsal dirençleri de yüksektir. Isı şoklarına karşı dayanıklıdır. 400°C’nin altında yumuşamazlar; erime dereceleri yaklaşık 1500°C civârındadır. Kimyâsal davranışları karbonunkine benzer. Bu sebeple organik bileşikleri, bir seri araştırma konusu olmuştur. Germanyumun, su gibi, donma noktası altında hacmi genişler. Alaşımlarında da bu özellik görülür. 

GERMENLER

Alm. Germanen, Teutonen, Fr. Germains, Teutons, İng. Germans, Teutons. Eski çağlarda Avrupa’da Germen dillerini kullanan bütün boylar ve topluluklar. Germen dilleri Hind-Avrupa dilleri grubundandır. Kuzeyde İzlanda, güneyde Tuna’ya kadar yayılan Germen dilleri; Doğu Batı ve Kuzey olmak üzere üç dala ayrılır. Germenler, Kuzeyli ırkına mensuptur.

Germenlerin mîlâttan önce birinci yüzyıla kadar önemli bir siyâsî birliklerine rastlanmaz. Üyeleri değişken âilelerarası ittifaklar kurmuşlardır. Göçebe Germen boyları, Roma imparatorluk kuvvetleriyle yaptıkları savaşlarla ilk defâ târih sahnesine çıktılar. Batı, Doğu ve Güney Germenleri olarak üç bölüme ayrılırlar. Germenler, Roma imparatorluğu hâkimiyetini kabul etmelerine rağmen, âile birlikleri bağımsızlıklarını korudular. Hızla çoğalan Germenler, yeni yurt aradılar. Frank, Sakson, Alman, Boyer, Langobard, Thürg, Kvad, Burgund, Vondal, Gepid, Viking, Doğu ve Batı Got kavimleri Germenler göçüne sebeb oldu. Tuna ve Ren kıyıları dâhil, Karadeniz kıyılarına kadar yayıldılar. Romalılar, Germen kavimlerini kendi topraklarına yerleştirip, bunlardan asker ve subay alıp, lejyonlar kurdu. Mîlâttan sonra 4. yüzyılda Avrupa Hunlarının saldırılarından kaçan Germen kavimleri, batıya göçmeye başladılar. İlkel tabiat tanrılarına inanan Germenler, Roma İmparatorluğunun Hıristiyan kültürünü benimseyip, zamanla kendi varlıklarını kaybettiler. Bugünkü Alman, İngiliz, İzlanda, İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda milletlerinin teşekkülünü Germenler ve dilleri sağlamıştır.

Âile birliklerinden meydana gelen Germenler, krallar tarafından idâre edilirdi. Boy kurultayı, en yüksek yürütme organları olup, savaş, barış, yüksek memurlukların seçimi, askere alınmalara karar verirdi. Hukuk sistemleri sözlü olup, geleneklere dayanırdı. Sosyal yapıları sınıf esâsına göreydi. Asil, köylü ve köle sınıfından meydana gelen Germen toplumunun ordusu, köylülerden meydana gelirdi. Âile birliklerinden toplanan ordunun başlıca silâhları; mızrak, balta, kılıç, ok ve yaydı.

Germenlerde bir boya âit topraklar komşu boyunkilerden, tampon bölge mâhiyetindeki geniş toprak şeritleri veya büyük ormanlarla ayrılırdı. Her ülke, Gave adlı yönetim bölgelerine bölünürdü. Binâları keresteden veya kurutulmuş kerpiçlerden yapılmış olup, kare biçimli duvarları ve üzerinde sivri bir çatısı bulunan barınaklardı. En alt kat ahır olarak kullanılırdı. Mîmârlıkta konut ve savunma yapıları için kereste kullanılmıştır. El sanatlarından; gravürcülük, ağaç ve taş oymacılığı, metal, taş ve cam üstüne boyalı kakma süslemeleri yapılıp, örnekleri de günümüze kadar gelmiştir. Giyim, yünlü veya keten elbise ve kürklerden yapılırdı. Erkekler pantolon, mintan ve dört köşe kısa bir pelerinden; kadınlar ise, fistan, bluz ve mantodan meydana gelen kıyâfetler giyerlerdi. Ayakkabıları sandal biçimli, bağlıydı.

Germenlerin ekonomisi, büyük ölçüde tarıma dayanırdı. Çiftçilik sabanlarla yapılırdı. Buğday, arpa, çavdar, yulaf, keten, darı, çeşitli sebzeleri yetiştirip, bağ ve bahçe zirâati de yaparlardı. Evcil hayvan yetiştiriciliğine önem verirlerdi. Mâden işletmeciliğini bilip, demircilik ve kuyumculuk özel meslekleriydi. Germenler açık deniz seferlerine dayanıklı tekneler yapmışlardır. Bu sâyede kuzey-güney ticâretine karşılıklı katkıda bulunup, hammadde ve el sanâtı ürünlerinin ulaşımını sağlamışlardır. 

GERMİYANOĞULLARI

Kütahya ve çevresinde hüküm sürmüş bir Türk beyliği. Toprakları, doğuda Afyonkarahisar ve Denizli, batıda Gediz ve Menderes vâdilerine kadar uzanırdı.

Germiyan, önceleri Türk aşîretlerinin birinin adıyken, Anadolu Selçukluları Devletinin (1077-1307) son zamanlarında 1300 (H.700) yılında kurulan Germiyanoğulları Beyliğine de ad oldu. Germiyan aşîretinin Anadolu’ya ne zaman geldiği belli değildir. On üçüncü yüzyılda Malatya taraflarında, Anadolu Selçuklu Devletinin hizmetinde bulunuyorlardı. Malatya’da otururlarken, Germiyan aşîretinin başındaki Alişiroğlu Muzafferüddîn, Selçuklu Hükümdârı İkinci Gıyâseddîn Keyhüsrev (1236-1246) zamânında, Baba İshak tarafından çıkarılan sapık Babaîler isyânını bastırmakla vazîfelendirildi ise de, muvaffak olamadı. Yine bu âileden ve Selçuklu beylerinden Kerimüddîn Alişir, Selçuklu şehzâdeleri arasındaki taht mücâdelesine karıştığı için, Moğollar tarafından öldürüldü. Germiyanlılar, daha sonra Moğolların baskısı yüzünden Kütahya tarafına göç ettiler. Buradayken bağımsızlıkları için Anadolu Selçuklu Sultanı İkinci Gıyâseddîn Mes’ûd (1282-1305) ile Moğollara karşı mücâdele verdiler.

Germiyanoğulları Beyliğini kuran Kerîmüddîn Alişir’in oğlu Birinci Yâkub Bey, Anadolu Selçuklu Devleti beylerinden iken, 14. yüzyılın başından îtibâren Selçuklulardan ayrılıp, Moğollarla mücâdele edemeyeceğinden, onların hâkimiyetine girdi. Yâkub Beyin idâresindeki Germiyanoğulları Beyliği, o zaman Anadolu’da kurulan beyliklerin en kuvvetlilerinden olup, Bizanslılardan her yıl belli bir vergi ve hediyeler alıyorlardı. Yâkub Beyin, Aydınoğlu Mehmed Bey kumandasında Ege sâhillerine gönderdiği Germiyanlı ordusu, Bizanslılardan Ayasluğ (Selçuk) ve Birgi’yi aldı ve bu yörede Aydınoğulları Beyliğini kurdu. Yâkub Bey, 1305’te Menderes Irmağı kenarındaki Tripolis (Buldan kasabası doğusunda, Yenice yakınında) şehrini alıp, 12.000 piyâde ve 8000 süvâri ile 1306’da Alaşehir’i kuşattı. Bizanslılar İspanya’dan getirtmiş oldukları, Katalan birliklerini Alaşehir’deki Türk kuvvetleri üzerine gönderince, Germiyanlılar kuşatmayı kaldırdılar. Fakat şehir 1314 yılında Yâkub Bey tarafından alınıp, haraca bağlandı. Rumlardan alınan cizye, Kütahya’da yaptırılan Vâcidiye Medresesinin ihtiyâcına karşılık tutuldu. Yâkub Beyin 1340’ta vefâtı üzerine yerine oğlu Mehmed Bey geçti. Bunun ilk zamanlarında Bizanslılar Katalanlar vâsıtasıyla Kula ve Simav’ı Germiyanlardan aldılarsa da, Mehmed Bey buraları yeniden topraklarına katmaya muvaffak oldu.

Mehmed Beyin vefât târihi kesin belli olmayıp 1361 olarak tahmin olunmaktadır. Ölümünden sonra yerine Süleymân Şah geçti. Süleymân Şahın hükümdârlığının ilk yılları durgun geçti. Karamanlılar ile Hamidoğulları arasındaki mücâdelede; Hamidoğullarından (1301-1423) İlyas Beyin tarafını tutması, Karamanlılar ile arasının açılmasına sebeb oldu. Süleymân Şah, Karamanlıların baskısı karşısında, Hıristiyanlarla mücâdelede büyük başarı sağlayan ve sınırlarını genişletmekte olan Osmanlılar ile anlaşmak istedi. Germiyanlı İslâm âlimi İshak Fakih ve berâberindeki heyet, yüksek hediyeler ile Osmanlı Hükümdârı Murâd Hüdâvendigâr Gâzi (1360-1389)nin huzûruna gönderilip; Süleymân Şah kızını Osmanlı Şehzâdesi Bâyezîd’e vermeyi ve çehiz olarak da, Kütahya ile berâber Simav, Eğriboz (Emed) ve Tavşanlı’yı Osmanlılara teklif etti. Germiyanlıların teklifi kabul edilip, düğün yapıldı. Süleymân Şah Kula kasabasına çekildi. Sultan Murâd Hüdâvendigâr’ın oğlu Şehzâde Bâyezîd de Osmanlı sancağı hâline getirilen Kütahya şehrine geldi.

Süleymân Şahın 1387’de vefâtıyla oğullarından Yâkub, Germiyanlı hükümdârı oldu. İkinci Yâkub Bey Osmanlıların Haçlılarla yaptığı, 1389 Birinci Kosova Savaşı sonrasında Sultan Murâd Gâzi şehid edilince fırsattan istifâde edip Osmanlılara bırakılan toprakları geri almak istedi. Rumeli’deki durumu düzelttikten sonra Anadolu’ya geçen yeni hükümdâr Yıldırım Bâyezîd Han (1389-1402), Kütahya taraflarına geldi. Kendisine karşı çıkan İkinci Yâkub Bey ve Subaşı Hisar Beyi yakalatıp Rumeli’deki İpsala Kalesine hapsettirdi. Germiyanoğulları topraklarını da Osmanlı ülkesine kattı (1390). İkinci Yâkub Bey, İpsala Kalesinde dokuz yıl hapis kaldıktan sonra, 1399 yılında bir fırsatını bulup kaçtı. Kıyâfet değiştirerek, deniz yoluyla Suriye’ye, oradan da, Timurlular Devletinin (1370-1506) Sultanı Timur Hanın (1370-1405) yanına ulaştı. Ankara Savaşında (1402) Osmanlılara karşı Timur Hanın safında savaştı. Savaş sonunda Timur, eski Germiyanlı ülkesini İkinci Yâkub Beye verdi.

İkinci Yâkub Bey, Osmanlı şehzâdeleri arasındaki taht mücâdelelerinde yeğeni İkinci Mehmed Çelebi tarafını tuttu. Bu yakınlığı benimsemeyen Karamanoğlu Mehmed Bey, iki yıl üstüste düzenlediği seferler ile Kütahya’yı zaptedip, Germiyan ülkesine sâhib oldu (1411). Karamanoğullarının Germiyan ülkesine hâkimiyetleri iki buçuk yıl kadar sürdü. Osmanlı Sultânı Çelebi Mehmed, Rumeli’de kardeşi Mûsâ’yı bertaraf ettikten sonra, Karamanoğulları üzerine yürüyerek onları Konya’ya kadar sürdü. Çelebi Mehmed böylece hâkim olduğu Germiyan topraklarını yine dostu ve müttefiki olan İkinci Yâkub Beye devretti (1414).

Osmanlı Sultânı Çelebi Mehmed’in vefâtıyla yerine geçen İkinci Murâd Hana (1421-1451) karşı, Karamanlılarla berâber Yâkub Bey de Şehzâde Mustafa Bey tarafını tuttu. Mustafa Çelebi’nin, İkinci Murâd Hana yenilip, İznik’te öldürülmesinden (1423) sonra, Yâkub Bey, Osmanlılarla dost geçinmeyi tercih etti. 1428’de Osmanlıların pâyitahtı Edirne’ye bizzat giderek, İkinci Murâd Han ile görüştü. Osmanlılardan çok hürmet görüp, oğlu olmadığı için, ölümünden sonra ülkesini Sultan’a bıraktığını vasiyet edip, Kütahya’ya döndü. 1429’da vefâtıyla Germiyanoğulları beyliği sona erip, toprakları, Osmanlılara kaldı. Kütahya ve Afyonkarahisar sancak hâline getirildi. Kütahya önce şehzâdeler, sonra da Anadolu beylerbeyliğinin merkezi olarak Osmanlılarca teşkilâtlandırıldı.

Kültür ve Medeniyet

Germiyanoğullarının teşkilâtı hemen hemen bütünüyle Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları teşkilâtının devâmı hâlindeydi. Germiyan topluluğunun başında Alişir âilesi hâkimiyet kurmuştu ve beylik merkezden idâre edilmekteydi. Hükümdârın sarayı yalnız sultânın ikâmetine âit bir kuruluş olarak değil, aynı zamanda devletin idâre edildiği yer olarak kullanılmaktaydı. Germiyanoğullarının bir dîvânı vardı ve bu dîvânda emirler, vezirler, kâdılar ve nişancı bulunmaktaydı.

Germiyanoğullarında toprak sistemi, daha sonra Osmanlılarda gelişmiş şekliyle görüleceği gibi timar, vakıf ve mülk olarak tatbik edilmekteydi.

Germiyan beyliğinin kurucusu Birinci Yâkub Bey devri (1300-1340), beyliğin en kuvvetli olduğu bir zamandı. Bu devirde iktisat ve içtimâî hayatta buna paralel olarak ileriydi. Yâkub Beyin hazîneleri, konaklarının mevcûdiyeti sosyal ve ekonomik hayâtı gösteren önemli örneklerdendir. Bu devirde Germiyanlıların mükemmel bir ordusu olup, askerleri tam techizatlıydı. Germiyan Beyliğine Bizanstan her yıl 100.000 dinar ve kıymetli eşyâlar hediye olarak gelmekteydi.

Germiyanoğulları zamânında edebî ve ilmî faâliyet çok canlı bir durumdaydı. Şeyhoğlu Mustafa, Şeyhî Sinan, Ahmedî ve Ahmed-i Dâî gibi müellifler dil ve fikir sâhasında pekçok eser vermişlerdir. Bunların yanısıra Molla Abdülvâcid ve İshak Fakih gibi ilim adamları da yetişmiştir. Germiyanoğulları zamânında Kütahya’da ilmî tedrisât yapan Vâcidiye Medresesi, İkinci Yâkub Bey Medresesi ve İshak Fakih Medresesi vardı. Vâcidiye Medresesinde dînî ilimlerin yanında fen ve astronomi gibi ilimlerin de okutulduğu anlaşılmaktadır. Germiyan Beyliğinde hizmet gören ilim ve fikir adamları, Germiyan ilinin Osmanlılara geçmesi üzerine Osmanlılar tarafından da himâye edilmişlerdir. Bunların ilmî ve edebî sâhada pekçok eserler vücuda getirmeleri temin edilmiştir. Germiyan beyleri ilim ve fikir adamlarını korumuşlar, onlara yüksek değer vererek ilmin ve fikrin gelişmesine hizmet etmişlerdir.

Germiyan ülkesinde kültür ve sosyal hayatla berâber ekonomi de yüksek bir seviyedeydi. “Germiyan kumaşları” adıyla meşhur dokumalar bütün Anadolu’da tanınırdı. Denizli’nin “Ak alemli” kumaşından da hil’at ve üst elbisesi yapılırdı. Germiyanlı sarıklık bezleri meşhur olup, Osmanlı sultanlarının başına sardığı kavuklarda bile kullanılırdı. Çok dayanıklı atlar yetiştirirlerdi. Menderes Irmağı vâsıtasıyla Ege Denizi limanlarına ticâret malları ve Kütahya şap mâdeni naklederlerdi.

Germiyanoğulları Beyliği

Tahta Çıkışı

Yâkûb Bey

1300

Mehmed Bey

1340 

Süleymân Şah

1361 

İkinci Yâkub Bey (İlk saltanatı)

1390 

Osmanlı Hâkimiyeti

1399 1402 

İkinci Yâkub Bey (İkinci saltanatı)

1402 

Osmanlı Hâkimiyeti

1429

 GERONİMO

On dokuzuncu yüzyılda yaşamış Amerikan kızılderili lideri. Beyazlara karşı mücâdele veren kahraman ve son kızılderili olarak tanınmıştır.

1829’da Colarado eyâletinin güneyindeki kızılderili bölgesinde kızılderili bir baba ve beyaz bir annenin çocuğu olarak doğdu. Çocukluk ve gençliğinde, Amerikalıların ırkına yaptığı insafsız davranışları gördüğünden, beyazlara kin besleyen bir Apaçi olarak yetişti. Otuz yaşında, ölen babasının yerine geçerek Apaçilerin lideri oldu. Liderliğinin ilk senelerinde, bir kale komutanı terfî etmek gâyesiyle Geronimo’nun bölgesine baskın düzenledi. Kabilesinin tamamına yakını katledilen Geronimo, intikam almaya yemin etti. Kale komutanını öldürdü. Diğer kızılderililer tarafından kahraman kabul edilen Geronimo, Çeyen ve Siu kabilelerine bir süre başkanlık yaptı. Birkaç sene sonra da Birleşik Devletlerdeki bütün kızılderililer Geronimo’nun liderliğini kabul ettiler. Bunun üzerine ABD senatosu, Geronimo’yu kızılderili liderliğine tâyin ettiğini açıkladı.

Hayâtının bundan sonraki kısmını kızılderili haklarını kânunla korumaya çalışarak geçiren Geronimo, 1909 senesinde doğduğu Colarado eyâletinde öldü. 

GESTAPO

Alm. Gestapo (f) (Gheime Staatspolizei), Fr. Gestapo (m), İng. Gestapo. Nazi Almanyasının gizli polis teşkilâtı. Gestapo ismi Almanca Devlet Gizli Polisi mânâsına gelen “Geheime Staatspolizei”nin kısaltılmış şeklidir. Gestapo, esâsında Nazi polisinin icrâatı yapan kısmıydı. Teşkilât 1933-36 seneleri arasında SS’lerin (Kara Gömlekler) lideri olan Heinrich Himmlerin yönetimine geçti. Fakat Gestapo bölümleri arasındaki iç anlaşmazlıklar, ancak teşkilâtın Devlet Merkezi Emniyet Dâiresi ismi altında birleştirilmesi ile ortadan kalktı.

Nazi Almanyası polis teşkilâtlarının çoğu Weimar Cumhûriyeti (1919-23) zamânında kânunî devlet teşkilâtları olmalarına rağmen, Hitler rejimi tarafından dikta rejiminin kendine hizmet eden âletleri hâline gelmişlerdir. Gestapo teşkilâtı eski Prusya politik teşkilâtının devâmıydı ve gizli polis teşkilâtının yetkileri tamâmen sınırsızdı. Mahkemelerin kararları bile onu bağlamıyordu.

Gestapo, 1936-45 seneleri arasında Heinrich Mueller tarafından idâre edilmiş ve icrâatı ile dehşet saçmıştı. Politik muhaliflerin ve Yahûdîler gibi istenmeyen kimselerin tâkibi ve toplanması üzerinde tam yetkisi vardı.

1946 Nuremberg yargılamalarında, Gestapo teşkilâtı suçlu bulunarak kânun dışı îlân edildi. 

GEVEN (Astragalus)

Alm. Tragant (m), Fr. Astragale vrai (m), İng. Astagal. Familyası: Baklagiller (Legüminosae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu’nun her yerinde.

Mayıs-ağustos ayları arasında sarımsı, penbemsi ve morumsu renkte çiçekler açan, çok senelik, odunsu ve yastıklar hasıl eden dikenli çalılar. Türkiye’nin kurak bölgelerinde özellikle dağ yamaçlarında yetişir. Yaprakçıklarının zamanla dökülmesi ile orta damar sert diken hâlini alır. Çiçekler genellikle uzun bir sapın ucunda küre veya silindir şekilli durumlar yapar. Çiçekleri 5 dişli ve 2 dudaklı olup, kelebek şeklindedir. Gevenin Türkiye’de yetişen 380 türü vardır. Bununla berâber kitre adı verilen zamk elde edilen türleri şunlardır: Astragalus gummifer (İç ve Güney Anadolu), A.micropteris (İç ve Kuzey Anadolu), A. micheillianus (İç Anadolu), A. kurdicus (Doğu ve Güney Anadolu), A. microcephalus (İç Anadolu), A. aureus (Doğu ve Kuzey Anadolu). Kitre zamkı bu türlerin gövdelerinden veya kendiliğinden veya temmuz ayında yapılan yaralardan dışarı sızan ve havada katılaşan müsilajdır.

Kitre zamkı çok eskiden beri elde edilmektedir. Şekil ve rengine göre kalitelerine ayrılır: 1. kalite fiyor; 2. kalite beyaz; 3. kalite piyando; 4. kalite çamurlu (calu) adını alır. Memleketimizde kitre elde edilen merkezlerin başında Kayseri, Isparta, Burdur gelmektedir. Ayrıca Denizli, Muğla, İzmir, Sivas, Erzincan bölgelerinde de az miktarda kitre elde edilmektedir.

Kullanıldığı yerler: Kitre zamkının bileşiminde nişasta, müsilaj, tragakantin, bassorin bulunmaktadır. Tedâvi tesiri pek yoktur. Hap ve pastillerin yapılmasında yapıştırıcı madde olarak kullanılır.Kozmetik ve dişmacunu yapımında, dokumacılıkta kumaşların apresinde, kâğıt yapımında ve şekercilikte kullanılır.

Geven, hayvan yemi ve yakacak olarak bilhassa Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kullanılır. Hattâ geven gövdelerinden bâzı yörelerde kömür de hazırlanmaktadır.

GEVHERÎ

Meşhur Türk halk şâiri. Yaşadığı devir kesin olarak bilinmemekle birlikte, 17. yüzyılın ortalarında doğduğu ve 1720’de öldüğü tahmin edilmektedir. Asıl adı Mustafa olup, saz şâirleri onu Kırımlı sayarlar. Şiirlerinden yurt içinde çok gezdiği, Şam, Arabistan ve Rumeli’de bulunduğu anlaşılmaktadır. Köy ve kasaba şâirlerinden farklı olarak az veya çok bir tahsili olduğu bilinmektedir. İstanbul’da bulunduğu sıralarda pâdişâhı ziyârete gelen Selim Giray’la dostluk kurmuş ve ona bir şiir sunmuştur. Bir ara divan şiirine merak sarmış ve o zümre şâirlerinin dil, üslûb ve manzûmelerinden faydalanarak birçok şiirler yazmıştır.

Saz şâirleri, kendisini üç beş büyük ustadan biri sayarlar. Gevherî en yüksek çevrelere bile adını duyurmuş bir şâir olarak tanınır. Âşık Ömer, Karacaoğlan gibi halk edebiyâtının şöhretli bir şâiridir.

Halk şâiri, aruzla da şiirler yazan Gevherî’nin bu tutumu mahallîleşme cereyânının bir tesiridir. Dîvân tarzındakiler; dîvânlar, müstezadlar ve birkaç semâîdir. Saz şâirleri türündekiler ise koşma, türkü, türkmânî ve tecnistir.

Halk şâirlerinin dîvânları, divan şâirlerininki gibi kitap değildir. Bir çeşit nazım şekli ve tarzıdır. Onlar tek şiire dîvân demektedirler. Gevherî asıl gücünü heceyle söylediği şiirlerde göstermiştir. Bu şiirlerinde; halktan alınmış deyişler, duyuşlar, mecazlar dikkati çekmektedir. Konuşma dilini çok usta bir şekilde kullanmıştır. Bâzı şiirlerindeki hitaplar, onun asker bir şâir olduğu intibâını da vermektedir.

Divan şiirlerinde Fuzûlî’nin tesirini taşıyan Gevherî hece ile yazdığı şiirlerinde Kuloğlu’nun tesirindedir. 

AĞIT 

Gâzîlerin ser-efrâzı ağası,

Vasfını söyleyen diller ağlasun.

Bunca guzât ile ol kahramanın,

Gazâya eşdiği yollar ağlasun. 

 

Nâm-ı Hakk’ı dilde tekrar eyleyen,

Şecâat gevherin izhâr eyleyen,

Gece gündüz ana tîmâr eyleyen,

Yarasını saran eller ağlasun. 

 

Din uğruna dâim giderdi yola,

Etdiği gazâlar gelir mi dile,

Hısım arkadaşı, kardaşı bile,

Hizmetinde olan kullar ağlasun. 

 

Gevherî sırrına sırdaş olanlar,

Serhatlerde ana pâdâş olanlar,

Gazâda kendüyle yoldaş olanlar,

Döküp gözlerinden kanlar ağlasun. 

GEVİŞ GETİRENLER

Alm. Wiederkauer, Fr. Ruminants, İng. Ruminants. Otçul memelilerin, çift- parmaklılar (Artiodactyla) takımına giren bir alt takımı (Ruminantia). Cücegeyikgiller (Tragulina), topuktabanlılar (Tylopoda), sığır ve davarlar (Pecora) olmak üzere üç üst familyası mevcuttur. Geyikler, zürafalar, antiloplar, deve ve lamalar, keçiler, koyunlar, sığırlar (boğa, Tibet sığırı, Hint mandası, misk sığırı, yaban sığırı) ve Amerika bizonu geviş getiren hayvanlardır. Besinlerini mîdelerinde topladıktan sonra, tekrar ağıza getirip, “geviş getirme” olarak bilinen iyice çiğneyip, ezme işini yaptıklarından bu ad ile anılırlar.

Geviş getiren memelilerin diş takımları tam değildir. Üst kesici ve dolayısı ile köpek dişleri bulunmaz. Alt çenelerinde kürek şeklinde altışar kesici diş vardır ve alt köpek dişleri de kesici görevini yapar. Mîdeleri 4 (en az 3) bölmelidir.

Bitki hücrelerinin çeperlerinin yapısında bulunan selülozun sindirimi zordur. Sindirimi için “selülaze” enzimine ihtiyaç vardır. Bu enzim pek az organizma tarafından üretilir. İnsanın sindirim sisteminde bu enzim bulunmadığından selüloz sindirilemez. Bu yüzden insanda selülozun enerji yönünden değeri yoktur. Ancak barsak hareketlerini kolaylaştırıcı ve kabızlığı önleyici etkisi vardır.

Otçul memelilerde selüloz parçalayıcı enzimler, sindirim kanalının özelleşmiş kısımlarında barınan mikroorganizmalar (çoğunlukla bakteri ve prutozoa) tarafından üretilir. Bâzı karıncaların da mîdelerinde sindirime yardımcı olan mikroorganizmalar mevcuttur. Selüloz parçalayıcı bu tip mikroorganizmalar, tavşanlarda körbarsak ve apandisitin içinde bulunur.

Geviş getiren hayvanlar, sindirim sistemlerinde selülozu glikoza parçalayabilen enzimlere sâhip bakteri ve protozoalara sâhiptir. Bu mikroorganizmalar, sığır ve koyun gibi geviş getirenlerin yemek borusunun sonunda ve gerçek mîdenin önünde bulunan “işkembe”, “börkenek” ve “kırkbayır” olarak adlandırılan üç büyük ek mîdede barınırlar.

Bitkisel besinlerin protein değeri az olduğundan, geviş getiren hayvanlar bol yemek zorundadırlar. Sindirimden önce yiyeceklerini genişleyebilen işkembelerine depolarlar. İşkembe ve börkenek, depo ve mayalanma yeri olarak kullanılır. İşkembeye (rumen) gelen besinlerin çoğunluğunun selüloz zarları buradaki bakteriler tarafından parçalanır. Buradan da ikinci mîdeye (börkenek=reticulum) geçerek mayalar vâsıtasıyla yumuşatılır. Hayvan bilhassa istirahat hâlinde refleks geğirme hareketleriyle besini azar azar ağzına getirir. Alt çenenin yana doğru yaptığı hareketlerle dişleri ve damak arasında iyice ezer (geviş getirme olayı) ve ikinci defa yutar. Bu defa besinler doğrudan üçüncü bölüme (kırkbayır=omasus) ve buradan da asıl mîdeyi teşkil eden ve diğer memelilerin mîdesinde olduğu gibi hidroklorik asit ihtivâ eden dördüncü kısma (şirden=obamasum) geçerek iyice sindirilip ince barsağa aktarılır.

Selüloz sindirimi daha çok işkembe ve börkenek arasında vukû bulur ve eriyik hâle geçen ürünlerle mikroorganizmaların ürettiği yağ asitleri bu bölümlerin mukozası tarafından emilir. Suyun yaklaşık % 60-70’i ve bâzı yağ asitleri kırkbayırda emilir ve kalan kısım asıl mîde olan son bölüme geçer.

Geviş getirenlerin mîdelerindeki mikroorganizmaların faaliyeti ilginçtir. Mikroorganizmaların çoğunluğunun bulunduğu ve selüloz sindiriminin başladığı yer işkembedir. İşkembede selüloz parçalayıcı bakterilerle birlikte bol miktarda simbiyont (ortak yaşayan) kirpikli protozoalar (bir hücreliler) da mevcuttur. Geviş getirenler vücutları için gerekli proteinin büyük bölümünü bitkilerden değil, simbiyont mikroorganizmalardan sağlarlar. Bu mikroorganizmalar hem sindirimde görev alır hem de besin kaynağı oluştururlar.

İşkembede bol bulunan kirpikliler, geviş getiren hayvan tarafından bitkisel besinlerin yanında yavaş yavaş ve azar azar sindirilir. Bitki hücrelerinin selüloz zarlarını parçalayan bakteriler görevlerini bitirdiğinde “demlendirici” denen başka mikroorganizmalar tarafından sindirilir. Bunlar da son bölümde hidroklorik asitle öldürülerek sindirilir. Böylece mikroorganizmalar hem sindirime yardım etmiş hem de protein kaynağı olarak görev yapmış olurlar.

Evcil bir sığırın mîdesi, yaklaşık olarak karın boşluğunun dörtte üçünü kapsar. Orta irilikte bir öküzün yalnız işkembesinin kapasitesi 100-300 litreyi bulur. Cüce geyik, deve ve lamaların mîdeleri üç gözlü olup, kırkbayır bulunmaz. Bunlar su oranı yüksek olan ve sindirimi daha kolay olan bitkisel besinlerle beslenirler.

GEVREKZÂDE HÂFIZ HASAN EFENDİ

On sekizinci yüzyıl Osmanlı tıb âlimlerinden. 1724 (H.1137) senesinde İstanbul’da doğdu, 1801 (H.1216) senesinde vefât etti.

Zamânın usûllerine göre tahsîlini tamamlayan Gevrekzâde Hâfız Hasan Efendi, kendisini tıp sahasında yetiştirdi.Kendisinden önceki tıp kitaplarını incelediği gibi, müşâhedelerine (gözlemlerine) dayanarak yeni bilgiler ortaya koydu. Sultan Üçüncü Mustafa Han tarafından 1769’da orduya başhekim tâyin edildi. Sultan Birinci Abdülhamîd Han tarafından 1785 senesinde Reîs-ül-Etıbbâ seçildi. Pekçok tıp eseri yazdı. 1801’de vefât etti.

Eserleri:

1) Et-Tâûn vel-Vebâ, 2) Mürşid-ül-Libâ fî Tercüme-i İspagerya, 3) Dürret-ül-Mensûriyye fî Tercümet-il-Mensûriyye, 4) Risâle-i Zübdet-ül-Kuhliyye fî Teşrîhi’l-Basariyye: Göz hastalıklarını ve tedâvilerini bildirmektedir. 5) Risâle-i Tıbbiye: Bu eser, dört bölümden ibâret olup; ilk bölüm dimağı, ikinci bölüm aksırık, üçüncü bölüm nezle ve zükkamı, dördüncü bölüm ise göz hastalıklarını bildirmektedir. Gevrekzâde Hâfız Hasan Efendi bu eserinde; kafa yaralanmaları ve bunların tedâvileriyle ilgili klinik müşâhedelerini anlatmış ve tedâvi için detaylı bilgiler vermiştir. Kan almayı ve müshili beyin şişmesine karşı tavsiye etmiştir. Bu eserin bir nüshası Topkapı Müzesi Kütüphanesinde 11570 numarada kayıtlıdır. 6) Risâle-i Nikris: Nikris yâni ayak ağrısının sebepleri, devreleri ve tedâvisi anlatılmıştır. Bu eser de Topkapı Müzesi Kütüphânesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kütüphânesinde bulunmaktadır.