GEKOGİLLER (Geckonidae)

Alm. Haftzeher, Fr. Gekkonides, İng. Geckos. Familyası: Gekogiller (Geckonidae). Yaşadığı yerler: Sıcak bölgelerde, ağaç gövdeleri, kaya, duvar yüzlerinde. Türkiye’de de vardır. Özellikleri: 15-20 cm uzunlukta, kertenkelelere benzer sürüngenler. Ayak parmakları vantuzludur. Cam gibi düz yüzeylerde rahatça yürür. Böcek avlarlar. Ömrü: 9-27 yıl. Çeşitleri: 700 kadar türü vardır. Duvar gekosu, yassı parmaklı geko, tokay, uçar geko meşhurlarıdır.

Sıcak bölgelerde yaşayan kertenkeleler alt takımının geniş bir familyası. 700 kadar türü vardır. Ticâret gemilerinde saklanarak dünyânın hemen hemen her tarafına yayılmışlardır

Sıcak bölgelerde yaşayan kertenkeleler alt takımının geniş bir familyası. 700 kadar türü vardır. Ticâret gemilerinde saklanarak dünyânın hemen hemen her tarafına yayılmışlardır. Gekoların en önemli özelliği, parmakları altında düz zeminlerde rahatça yürümeye yarayan “sürtünme yastıkları” denilen vantuzlu kısımların bulunmasıdır. İğneli yastıklara benzeyen bu yapılarda, mikroskobik çengelli tüylere sâhib incecik oluklar vardır. Bu yüzlerce çengelli yapı sâyesinde gekolar en düz zeminler üzerinde rahatça yürüyebilirler. Hattâ dikkate değer bir hızla tavan ve duvarlarda koşabilirler. Dümdüz camda zorlanmadan gezinebilirler. Onların ayaklarının hassaslığı karşısında en düz camlar bile pürüzlüdür. Gekolar ayak tabanlarındaki yastıklarını düz yüzeylere yapıştırarak, engebeli yüzeylerde kanca gibi kullanarak yer değiştirirler. Hareket ederlerken, parmaklarını tek tek kaldırmak zorunda olduklarından kıvrılarak yol alırlar. Gekoların parmakları pençelidir. Bâzı türlerde tırnaklar kedilerde olduğu gibi özel keselerin içine çekilebilmektedir.

Boyları 5 santimetreden 30 santimetreye kadar değişmekle berâber, çoğunluğunun uzunluğu 8-15 cm arasındadır. Başları geniş ve yassılaşmış, vücutları küçük granüllü pullarla örtülüdür. Kuyruk, türlere göre değişmekle berâber, çoğunda kalın ve küttür. Bukalemunlar gibi renk değiştirerek çevreye uyum sağlayabilirler. Düşmanlarına karşı kertenkeleler gibi kuyruklarını bırakarak kaçarlar. İşitme duyuları diğer kertenkelelerden daha hassastır. İri gözlerinde göz kapağı bulunmaz. Alt ve üst kapaklar kaynaşarak gözü saydam bir tabaka hâlinde örter. Gözler, küçük saat camına benzeyen bu kapak altında rahatlıkla hareket eder ve korunurlar. Geko, diliyle bu saydam göz kapaklarını yalayarak parlatır.

Gekolar, çoğunlukla gececi hayvanlardır. Göz bebekleri gece hayâtına uygun olarak oval ve dikeydir. Gündüzleri yaprak, taş ve duvar aralarında gizlenir. Gece böcek avlamaya çıkarlar. Etli ve kalın dillerini avlanmada ve ses çıkarmada kullanırlar. Gekogiller kertenkeleler içinde ses çıkartabilen tek familyadır. Dillerini, hızlı çırpmalarından ses meydana gelir. Türler ayrı mânâları olan değişik tonlarda çeşitli sesler çıkarırlar. Çoğu “geko” çığlığını çıkardığından bu ismi almıştır. 35 cm uzunlukta Çin ve Malezya’da yaşayan bir türü böcek, yavru kuş, kertenkele ve küçük yılanları da avlar. 100 m kadar uzaktan ard arda tekrarladığı “tokay” çığlığı ile tanınır ve bu ad ile anılır. Dilsiz türlerde, çeşitli gövde pozisyonlarıyla kuyruk hareketleri ve renk armonileriyle anlaşırlar.

Hindistan ve Malezya’da yaşayan “uçar geko”, vücudunun yan taraflarında ve parmak aralarında bulunan perde sâyesinde ağaçtan ağaca planör uçuşu yapar. Dinlenme hâlinde paraşüt derisini katlar. Çöllük arâzilerde yaşayan nâdir türlerde, vantuzlu parmaklar ve oval gözler bulunmaz. Bunlar gündüzcü türler olduğundan, göz bebekleri yuvarlaktır. Gekoların çeneleri kuvvetli olup, ısırığı şiddetli acılıdır. Korkutulup tahrik edilmedikçe, uysal ve zehirsiz hayvanlardır. Türlere göre yalnız, çiftler veya sürüler hâlinde yaşarlar. Aralarında sık sık kavga ederler. Böcek avladıklarından, bâzı bölgelerde evcilleştirilirler. Yurdumuzda da birçok türlerine rastlanmaktadır.

Genellikle sert kabuklu iki yumurta yumurtlayarak ürerler. Ovovivipar (yumurtaları ana vücudu içindeyken açılan) türlerde yavru bir zar içinde doğar ve zarını yırtarak dışarı çıkar. Bağımsız olarak yaşar. Duvar gekosu, yassı parmaklı geko, tokay, uçar geko, ince parmaklı geko, en çok bilinen türleridir.

GELENBEVÎ İSMÂİL EFENDİ

Meşhur Osmanlı matematik âlimlerinden. 1730 senesinde Aydın vilâyetinin Saruhan sancağında bulunan Gelenbe kasabasında dünyâya geldi. Adı İsmâil olmasına rağmen doğduğu yerden dolayı Gelenbevî olarak tanınmıştır. 1791 (H.1206)de Yenişehir’de vefât etti.

Ataları Gelenbe kasabasında müftî ve müderrislik yapmışlardı. Kendisi ise küçük yaşta yetim kaldığından tahsîline başlayamamıştı. On iki-on üç yaşlarında bulunduğu sıralarda bir gün sokakta çocuklarla ceviz oynuyordu. Bunu gören baba dostlarından biri; “Çok yazık! Ata ve ecdâdın büyük âlim ve ilim sâhibiyken, sen sokaklarda dalgınlık ve başıboşluk içinde oyun oynuyorsun!” demesi üzerine, oyunu terk ederek o günden îtibâren ilim tahsîline başlamıştı. Sonra İstanbul’a gelerek Yâsinzâde ve diğer âlimlerden ilim tahsîlini tamamlayarak, bütün gayret ve çalışmalarını insanların yükselip, kemâl sâhibi olmaları için harcadı.

1763 senesinde müderris oldu. Aynı zamanda hocası ayaklı kütüphâne ismi ile anılan Müftîzâde Mehmed Efendinin evinde araştırma tarzında tahsile devâm ediyordu. Sultan Üçüncü Selim zamânında Kağıthâne’de askerî bir eğitim merâsiminde humbara atışı gösterileri yapılmıştı. Fakat yapılan atışların hiç birinin isâbet etmemesi üzerine bâzı yakınlarının aracılığıyle Gelenbevî İsmâil Efendi, Sultanın huzûruna çıkarıldı. Hesaplarının yapılıp yeniden atılması emrini alınca, hemen gerekli hesaplamaları yapıp humbarayı düzelttikten sonra atışları yaptırdı. Üç defâ tekrarlanan atışın üçü de hedefe tam isâbet etmişti. Pâdişâh bu durumdan çok memnun olarak kendisini mükâfatlandırdı. Yenişehir’e vazîfeyle gönderildi Orada âni bir üzüntüden felç oldu ve 1791 senesinde vefât etti.

Gelenbevî İsmâil Efendinin hemen hemen her ilimde derin bilgisi vardı. Eski matematik hesaplara âit müşkülleri hâlleden meşhurların sonuncusuydu. Eserleri, kıymetini meydana çıkardığı gibi, şöhret bulmasına da sebeb oldu.

Gelenbevî’nin İstanbul’da bulunduğu sırada, Fransa’dan bir mühendis gelerek logaritma cetvelini Bâbıâlî’ye takdim etmişti. İstanbul’da bu ilmi kimsenin bilmediğini iddiâ etmesi üzerine Gelenbevî İsmâil Efendinin evine gönderildi. Evdeki durumu gören Fransız, Gelenbevî’yi hiç yerine koyarak, logaritmayla ilgili bir mesele bırakıp; “Falan vakte kadar cevâbını isterim.” dedi. Fransız, Hocanın evine tekrar netîceyi öğrenmek için geldiğinde cevap yerine İsmâil Efendi, yazdığı logaritma risâlesini takdim etti. Çok şaşıran Fransız, Bâbıâli’de Gelenbevî İsmâil Efendinin zekâ ve kâbiliyetine hayran olduğunu beyân etti. Reîsülküttâb Efendiye; “Şu adam Avrupa’da olsaydı ağırlığınca altın ederdi.” demesi samîmi bir ifâdesiydi.

Ömrünün sonunda yazdığı Cebir kitabı, çok kıymetli olup, tek başına, Gelenbevî’nin adının dillerde kalmasına fazlasiyle kâfidir.

Eserleri:

Bıraktığı eserler onun mantık, matematik ve kelâm ilmindeki üstünlüğünü açıkça ortaya koyar. İsmâil Efendi, medresenin yetiştirdiği ve ilmî değerini Osmanlı Devletinin sınırları dışına taşıran son âlimlerdendir. Gelenbevî’nin yazdığı eserler, matematik ve astronomi; mantık, felsefe ve âdâb; kelâm ve tasavvuf ile öteki eserleri olmak üzere, dört gruba ayrılır:

a. Matematik ve astronomiyle ilgili eserler:

1) Cebir Kitabı: Kaynaklarda Hesâb-ul-Küsûr veya Küsûrât-ı Hesâb adlarıyla bilinen bu eser, en önemli kitâbıdır. 2) Risâle-i Azla’i Müsellesât: Türkçe yazılan eser, bir üçgenin açıları ve kenarları arasındaki bağıntıların hesap açısından incelenmesine dâir olup, 79 sahîfeyi bulmaktadır. 1805 senesinde Dârüttıbâa’da da basılmıştır. 3) Şerh-i Cedâvil-i Ensâb: Logaritma cetvellerinin kuruluş biçimi ve kullanılışına dâir bir risâledir. Akıcı bir Türkçeyle yazılmıştır. Fransız mühendisinin sorularını cevaplamak için yazmıştır. 4) Risâle alâ Rub-il-Mukantarât ve Risâle alâ Rub-il-Müceyyeb: Arapça yazılan ve basılmayan eser, astronomi ile ilgilidir. 5) Risâlet-ül-Kıble: Dekâik-ül-Beyân fî Kıblet-il-Büldân: Bu eser astronomi ve trigonometriyi ilgilendirmektedir.

b. Mantık, felsefe ve âdâb ilmiyle ilgili eserler:

1) Gelenbevî alâ Îsâgûcî Şerhi:Arapca yazılmıştır. 2) El-Burhan fî-İlm-il-Mîzân: Mantıkla ilgilidir. Mîzân-ı Gelenbevî veya kısaca Burhân isimleriyle de tanınır. 3) Kıyâs Risâlesi: Mantık ilmine dâirdir. 4) Risâlet-ül-İmkân: Arapça olanbu eser, Miftâhu Bâb-il-Müveccehât adıyla bilinir. 5) Ta’lîkât alâ Mir-ül-Âdâb: Münâzara ilmi veya münâzara sanatı ile ilgilidir. 6) Risâletü İlm-il-Âdâb: Âdâb Risâlesi veya Gelenbevî alâ Âdâb adıyla bilinir.

c. Kelâm ve tasavvufla ilgili eserler:

1) Hâşiye alâ Tehzîb-ül-Mantık vel-Kelâm, 2) Hâşiye alâ Şerh-ül-Celâl el-Adûdiyye: El-Mevâkıfadlı eserin hâşiyesidir. Kısaca Celâl Hâşiyesi ve Gelenbevî alel-Celâl adlarıyla anılan eser, 1817 senesinde basılmıştır. Kelâm ilmine dâirdir. 3) Risâle fî Tahkîki Mezhebi Ehl-is-Sünne fî Usât-il-Mü’minîn: Bozuk mûtezile mezhebine cevap için yazılan bu eser de Arapçadır. 4) Vahdet-i Vücûd Risâlesi.

d. Diğer eserleri:

1) Risâle fî Beyânı İsm-ül-Ma’nâ ve İsm-ül-Ayn: Nahiv ilmiyle alâkalıdır. 2) Risâle fî Şerhi Târîfi Sıdk-il-Haber ve Kizbihî, 3) Risâle fit-Tekaddüm.

GELENİ (Gelengi)

(Bkz. Sincap)

GELGİT

(Bkz. Med-Cezir)

GELİBOLU ACEMİ OCAĞI

Gelibolu’da kurulan ilk acemi ocağına verilen ad. Gelibolu Acemi Ocağı, Birinci Murâd Han zamânında kuruldu.

İlk acemiler, harpte esir edilen kuvvetli ve dinç gençlerden teşekkül ederdi. Bunlar, Gelibolu ve Çardak arasında sefer yapan gemilerde hizmet görürler ve günde bir akçe alırlardı. On sene kadar bir hizmetten sonra Türkçeyi ve Türk âdetlerini de öğrenip, iki akçe gündelikle yeniçeri ocağına kaydedilirdi. Acemi oğlanlara ilk önceleri sarı renkte sivri uçlu serpuş giydirilirdi. Önceleri ocağın başında “Acemi Ocağı Ağası” isminde birisi vardı.

İstanbul’un fethinden sonra geniş şekilde bir Acemi Ocağının buraya da kurulması üzerine Gelibolu’daki acemilerin başına “Gelibolu Ağası” denilen bir baş ağa tâyin edildi ve emrine sekiz adet acemi bölüklerine kumandan olmak üzere, çorbacı, yâni bölük kumandanı verildi. Gelibolu Acemi Ocağı Ağası bir yolsuzluğu görülmedikçe ölünceye kadar vazîfesine devâm ederdi. Vefâtı ile yerine birinci çorbacı geçerdi. Fakat İstanbul devlet merkezi olduktan sonra, yeniçeri ocağının ihtiyâr bir yayabaşısının Gelibolu ağalığına tâyini kânun oldu. Ağalık bunlardan başkasına verilmezdi.

Gelibolu Ağasının yevmiyesi sonraları arttırılarak yirmi beş akçeye yükseldi. Gelibolu zâbit ve acemilerinin maaşları her ulûfe dağıtımında İstanbul’dan verilmek âdetti. Bunun için nöbetçi bir yayabaşı İstanbul’a gelir, bütün ocağın maaşını alıp, Gelibolu’ya götürürdü.

Yeniçeri ocağına girmek veya bir hizmete verilmek zamânı gelen Gelibolu acemilerinin, ağalarının teklif ve arz etmesiyle kayıt muâmelesi yapılırdı. Bunun için yeniçeri ağasına hükümdâr tarafından hüküm yazılır, o da bu hükme göre Gelibolu acemilerini deftere kaydettirirdi. Yine yeniçeri ağasına yazılan başka bir hükümle de Gelibolu Acemi Ocağındaki münhallere (boş yerlere) Türk çiftçilerinin hizmetlerinden gelmiş olan acemilerden verilirdi. İlk zamanlarda Gelibolu Acemi Ocağının mevcudu dört yüz kadar olup, sonraları bu mikdâr ihtiyâca göre arttırıldı.

Gelibolu Acemi Ocağı acemileri devamlı olarak Rumeli ile Anadolu arasında işleyip, hükûmete âit her türlü nakliyat yapan gemilerde hizmet ederlerdi.

GELİBOLULU MUSTAFA ÂLÎ

On altıncı asırda yetişen meşhur Osmanlı târihçisi. Adı, Mustafa bin Ahmed’dir. 1541 senesi Nisan ayında Gelibolu’da doğdu. Küçük yaşta tahsîle başlayan Âlî Efendi yirmi yaşında medreseden mezun oldu.

Mihr-ü Mah adlı eserini şehzâde İkinci Selim’e takdim ederek dîvân kâtibliği vazîfesine atandı. Daha sonra Şam beylerbeyi Lala Mustafa Paşanın dîvân kâtipliğine tâyin edildi. Mustafa Paşanın Mısır beylerbeyi olması ile birlikte Mısır’a gitti. Bir süre sonra Mustafa Paşa Mısır beylerbeyliğinden alınınca, Manisa’daki Şehzâde Üçüncü Murâd’ın musâhibleri arasına girdi. Oradan Bosna Beylerbeyi Ferhat Paşanın dîvân kâtipliği vazîfesine tâyin edildi.

Sultan Üçüncü Murâd Han devrinde Gürcistan beylerbeyliği ve dîvân kâtipliği görevlerinde bulundu.

Sultan Üçüncü Mehmed tahta çıktığı zaman mîr-i mîrân rütbesiyle Şam vâliliğine tâyin edildi. Fakat o, yazmakta olduğu Künhü’l-Ahbâr adlı eserini tamamlamak için lüzumlu malzemeyi daha rahat bulabileceği Mısır defterdârlığı veya Amasya sancakbeyliğini istedi.

Son olarak kendisine Cidde emirliği verilen Âlî Efendi, bu vazîfesine Mısır ve Mekke yoluyla giderek hac farîzasını yerine getirdi. Sultan Üçüncü Mehmed’e yazdığı bir mesnevîde kendisine Mısır eyâletinin verilmesini ricâ etmişse de, buna nâil olamadan 1600 senesinde Cidde’de vefât etti.

Âlî, bir şâir olarak zaman zaman üstün şiirler yazmıştır. Bunu, ortaya koyduğu üç Dîvân’ı açıkça gösterir. Ayrıca şerh edebiyatımızda mühim yeri vardır. Sultan Üçüncü Murâd’ın şiirlerinin şerhini yapmıştır. Nefî gibi bâzı şâirlere mahlas vermesi onun şiirimizin ustalarından olduğunun açık delilidir. Ancak dalgalı ve dengesiz bir rûh yapısına sâhib olması hayâtına da aksetmiştir. Bunu diğer eserlerinde de görmek mümkündür.

Âlî Mustafa Efendi, çeşitli alanlarda yazı yazmakla birlikte, asıl başarılı olduğu alan târihtir. Ayrıca eserlerinde tenkid fikrine yer verir. Asrını bir bakımdan ele alan bir yazar olup, manzum, mensur elliye yakın eseri vardır. Bunlardan en meşhuru dört bölümden meydana gelen Künhü’l-Ahbâr adlı târihidir. Bu eser, sâdece bir Osmanlı târihini değil, Peygamberler târihi, İslâm târihi, Türk ve Moğol târihi bahislerini de içine alan bir âlem târihidir. Âlî Efendi, eserde Osmanlı âlim ve şâirleri için de önemli bir kısım ayırmış olup, bu bölüm şâirler tezkiresi sayılabilecek genişliktedir. Eserin en geniş kısmı, 16. asır Osmanlı târihini anlattığı bölümdür. Ayrıca İslâm târihinde verilen bilgiler geniş ve teferruâtlıdır. Eserin ilmî değerini artıran bir yönü, Âlî’nin, İslâm medeniyetinin gelişmesinde Türklerin büyük rolüne ve hizmetine dikkat çekmesidir. Bunun yanında, yeri geldikçe, bölüm bölüm Avrupa milletleri hakkında da kısa bilgiler verilmiştir. Eserin başından İstanbul’un fethine kadar olan kısmı tertibine uygun olarak beş cilt hâlinde basılmıştır. Yazmaları çeşitli parçalar hâlinde İstanbul’un birçok kütüphânelerinde bulunmaktadır.

Kavâidü’l-Mecâlis; Osmanlı medeniyeti ve sosyal hayâtı bakımından kıymetli bilgiler veren bir görgü ve âdâb-ı muâşeret kitabıdır. Âlî Efendi, ömrünün sonlarına doğru Sultan Üçüncü Murâd Hanın isteği üzerine yazdığı bu eserde, mühim meclislerde çeşitli sınıf, sanat ve mesleklere mensup insanların nasıl hareket edeceklerini, nasıl giyineceklerini, kısacası topluluk içinde âdâba uygun yaşamak için neler yapmak ve neleri bilmek gerektiğini anlatmıştır.

Diğer bir önemli eseri Menâkıb-ı Hünerverân’dır. Eserde Türk-İslâm âleminde yetişen büyük hattatlar ve bunların hat sanatlarından, ayrıca tasvircilerden, tezhipçilerden, mücellit, halkari, zerefşân ve oyma sanatlarından bahsedilmekte, zamânın diğer sanatları ve sanatkârları hakkında da kıymetli bilgiler verilmektedir. İstanbul ve Viyana kütüphânelerinde dokuz nüshası bulunan eser, yedi bölümden meydana gelmiştir. İbn-ül-Emin Mahmûd Kemâl tarafından 1926 senesinde İstanbul’da eserin karşılaştırmalı neşri gerçekleştirilmiştir.

Âlî’nin yazdığı diğer mühim eserler şunlardır:

1) Nâdir-ül-Mahârîb, 2) Heft Meclis, 3) Zübdet-üt-Tevârih, 4) Nusretnâme, 5) Câmi-ul-Hubûr der Mecâlis-i Sûr, 6) Mirkât-ül-Cihâd, 7) Füsûlü Hallü Akd ve Usûli Harc ü Nakd, 8) Hâlât-ül-Kâhire min el-Âdât- iz-Zâhire, 9) Mihr ü Mah, 10) Mihr ü Vefâ, 11) Tuhfet-ül-Uşşâk, 12) Râhat-ün-Nüfûs, 13) Hilyet-ür-Ricâl, 14) Münşeât, 15) Mahâsin-ül-Âdâb, 16) Dîvân (üç adet Vâridât-ı Enîka).

GELİN ALAYI

Alm. Brautzug (m), Fr. Procession de la Jeune mariee, İng. Bridal procession. Osmanlılar zamânında pâdişâh kızlarının, kız kardeşlerinin ve saltanat hânedânına mensup sultanların evlenmeleri münâsebetiyle yapılan merâsimin adı. Osmanlı hükümdârlarının kızlarına “sultan” denilirdi. Bunlar yetiştikleri zaman münâsib birisiyle evlendirilirdi. Sultanların nikâhları bâzan Yeni Sarayda, Bâzan da Paşakapısı’nda yapılırdı. Sultana dârüssaâde ağası, dâmâd paşaya da münâsip görülen bir vezir vekil olurdu. Nikâhı şeyhülislâm kıyar, mehr-i muaccel ve mehr-i müeccel sultanın derecesine uygun olurdu. Sultan nikâhından sonra hükümdâr nâmına merâsimde bulunanlara ve dâmat paşaya hil’at giydirilirdi. Dâmâda bundan başka sultan tarafından ikinci bir hil’at gönderilir, bunu da dârüssaâde ağası giydirirdi. Babaları sağ olan sultanların düğünleri pek muhteşem olurdu. Bu sebeple, dâmâd paşa nişandan başlayarak saraya mücevherli yüzük, küpe, bilezik, incili gelin duvağı ve hamam nalını gönderirdi. Sultan, dâmat paşanın evine gitmeden önce çeyizi misâfirlere teşhir edilirdi. Sadrâzam ve diğer devlet adamları oraya kendi düğün hediyelerini de gönderirlerdi. Sonra bu çeyiz alayla dâmâdın konağına gönderilirdi. Düğünün müddeti muayyen değildi. 15-20 gün sürdüğü olurdu.

Gelin olan sultânın alayı da kendisinin bulunduğu Eski Saraydan, yâhut Yeni Saraydan îtibâren tâkib edilirdi. Sultan, hânedâna mahsus kırmızı atlas cibinlik içinde ve iki çift atlı araba ile dâmât paşanın konağına götürülürdü. Gelin alayında sadrâzam, vezirler, devlet erkânı ile düğün münâsebetiyle sultanlara mahsus balmumundan yapılmış ve “nahl” denilen düğün tezyinâtı alayın önünde giderdi.

Sultan hanım, akrabâları ve kocası tarafından karşılanır ve hareme götürülürdü. Dâmâdın konağında kadın ve erkek misâfirlere ayrı ayrı yerlerde ziyâfetler çekilir ve yatsı namazından sonra misâfirler evlerine dönerlerdi.

Anadolu’nun çeşitli yörelerinde gelini alıp damat evine getiren topluluğa da gelin alayı denir. Ekseriya at üzerinde veya taksiyle getirilen geline büyük bir kalabalık refâkat eder. 

GELİN PARASI

Dâmat tarafından gelinin başı üzerinden atılan paralar hakkında kullanılan bir tâbir. Eskiden düğünler, gelin almalar, her yörenin âdetine göre ayrı ayrı merâsimlerle yapılırdı. Genellikle kimseye gösterilmeyecek şekilde alınıp eve getirilen gelini, dâmâd annesi ve yakın akrabâsı kapıda karşılardı. Burada dâmâd gelinin koluna girer, evin avlusuna veya sofasına geldiğinde, bereket getirdiğine inandığı için önceden hazırladığı bozukparalar ve şekerleri gelinin başından aşağı saçardı. Etrafa dökülen paraları, küçük büyük herkes toplar, bunları “arılık” adı ile hâtıra olarak sandık köşelerinde “bereket parası” diye saklarlardı. 

GELİNBÖCEĞİ

(Bkz. Uğurböceği)

GELİNCİK (Papaver rhoeas)

Alm. Klatschmon (m), Fr. Coquelicot (m), İng. Corn poppy, Corn rose. Familyası: Gelincikgiller (Papaveraceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Hemen hemen her yerde.

Mayıs-ağustos ayları arasında, kırmızı renkli çiçekler açan, 20-30 cm boyunda bir veya bâzan çok senelik otsu ve beyaz sütlü bir bitki. Buğday tarlalarında, ekilmemiş yerlerde çok rastlanır. Gövdeleri dik ve tüylüdür. Çiçekler dalların uçlarında bulunur. Çanak yaprakları çiçek açma esnâsında dökülür. Çiçekleri de çabuk dökülür. Meyveleri sarımsı esmer renkli olup, deliklidir ve bu deliklerden tohumlar saçılır.

Kullanıldığı yerler: Kullanılan kısımları çiçekleridir. Çiçekler güneşte ve mümkün olduğu kadar çabuk kurutulur. Bileşiminde zamk, şeker, müsilaj ve çok az miktarda alkaloit bulunur. Hafif yumuşatıcı ve uyuşturucu bir tesiri vardır. Öksürük ve nezle gibi hastalıklarda yumuşatıcı olarak şurup hâlinde verilir. Çiçekleri su içinde şişelerde güneşte bekletilerek şerbeti çıkarılır. İçine limon tuzu konursa rengi çabuk ve daha güzel çıkar. Yazın şerbet olarak içilir. 

GELİNCİK (Mustela nivalis)

Alm. Wiesel (n), Fr. Belette (f), İng. Weasel. Familyası: Sansargiller (Mustelidae). Yaşadığı yerler: Avrupa ve Kuzey Asya’da. Uzun kuyruklu gelincik, Amerika’da yaşar. Özellikleri: 15-20 cm uzunlukta, saldırgan, merhâmetsiz, avcı bir memeli. Fâre, tavşan, kuş, yılan, kümes hayvanlarını avlar. Yumurtaları çalar.Ömrü: 9-10 yıl. Çeşitleri: Uzun kuyruklu, kısa kuyruklu, kokulu, avcı, alp ve Cava gelinciği gibi çeşitleri vardır.

Sansargiller âilesinden vücudu ince uzun yapılı, atik ve cesur bir hayvan. Etçiller takımının en küçük türüdür. Aynı familyadan kakum (as) türüne çok benzerse de, ondan daha küçüktür. Sırt tüyleri kırmızı esmer veya kahverengi, karın altı beyazdır. Tarla fâresi, sıçan ve piliçlere saldıran merhametsiz, kana susamış, etçil bir memelidir.

Cüssesi çok küçük (15-20 cm uzunlukta) olduğundan her yere girip çıkabilir. Köstebek tünellerinde rahatlıkla dolaşır. Fâre inlerine girerek kalabalık fâre kolonilerini telef eder. İyi tırmanıcı ve yüzücüdür. Çoğunlukla fâre, yılan ve köstebek ile beslenir. Ağaçlara tırmanıp, kuş ve sincaplara pusu kurar. Güvercin ve tavukları parçalayarak kanını emer. Girdiği kümeslerde büyük zararlara sebeb olur. İri gelincikler, iyi tavşan avcısıdır. Anbarlar, ahırlar içinde, toprak altında veya ağaç kovuklarında öldürdüğü hayvanların ininde yaşar. İnini, avlarının post ve tüyleriyle döşer.

Av etlerini depoladığı kilerleri vardır. Çoğunlukla avlarını beyinlerinden ısırıp, felç ederek canlı olarak kilerlerinde saklar. Güvercin ve tavuk yumurtasını çok sever. Küçük yumurtaları ağzı ile, büyüklerini çene altına kıstırarak taşır ve aşırır. Kabuğunda açtığı ufacık bir delikten yumurtanın bir damlasını bile akıtmadan hepsini emer. Kıstırıldığında insana da saldırır.

Kuzey bölgelerde yaşayanlar, sonbaharda kahverengi tüylerini dökerek beyaza bürünürler. Yazın kahverengi, kışın beyaz kürklüdürler. Kışları karlı olmayan bölgelerde yaşayan gelincikler de sonbahar ve ilkbahar olmak üzere yılda iki defâ tüylerini değiştirirler. Fakat, bunlar kışın beyaza bürünmezler. Kürkü makbul iri gelincik türleri olduğu gibi, ehilleştirilerek tavşan ve fâre inlerini basmak için avcılıkta faydalanılan gelincikler de vardır.

Martta çiftleşir. 6 haftalık (43 gün) bir gebelikten sonra gözleri kapalı 5-7 yavru doğar. Bir günlük yavru 2-3 gr ağırlıktadır. İki hafta zarfında vücutları ipek gibi beyaz bir posta bürünür.

Gelincikler 9-10 yıl kadar yaşar. En büyük düşmanları; baykuş, atmaca ve evcil kedilerdir. Tabiatta kemiricilerin nüfus artışını kontrol ettiğinden, zararlarından daha çok faydalı bir hayvandır. 6-7 kişilik gelincik âilesi karanlık basınca, grup hâlinde avlanmaya çıkar. Yalnız avlananları da vardır. Yurdumuzun hemen hemen her bölgesinde bulunur. 

GELİŞME

(Bkz. Farklılaşma)