GAZOZ
Alm. Kohlensaurehaltiges Wasser; Brauselimonade (f), Fr. Au (limonade) (f) gazeuse, İng.Lemonade (sweetened carbonated water). İçine karbonik asit, sitrik veya tartarik asit, şeker ve esans konarak hazırlanan ve basınçlı havayla şişelere doldurulan alkolsüz içki. Serinletici ve ferahlatıcı etkileri olan gazozlar, içinde bulunan maddelere göre âdi (sâde) ve meyveli olmak üzere ikiye ayrılırlar. Çeşitli renk, koku ve çeşnide olan gazozların yapılış tarzları aşağı yukarı aynıdır. İçinde çözünmüş hâlde bulunan karbonik asidin uçup gitmesini önlemek için basınca dayanıklı kapalı kaplarda saklanırlar.
Çeşitli târihlerde yayınlanan “Gıdâ Maddelerinin ve Umûmî Sıhhati İlgilendiren Eşyâ ve Levâzımın Husûsî Vasıflarını Gösteren Nizamnâme”de, gazozlarda bulunması gereken sıhhî vasıflar bildirilmiştir. Buna göre, gazozların îmâlinde kullanılacak suyun, karbonik asidin saf olması ve yine sitrik veya tartarik asidin saf olması ve litredeki gramın 1,5 garamdan az olması gerekmektedir. Gazozların litresinde en az 80 gram sakkaroz şekeri bulunması yine Nizamnâme gereğidir.
Îmâlâtı: Ülkemizde gıdâ sanâyinin Alkolsüz içkiler kolunda yer alan gazoz, 1930’lu yıllardan beri üretilmektedir.
Gazoz îmâlâtı şurubun hazırlanması ile başlar. Toz halinde şeker, paslanmaz çelik kazanlarda su ile eritilip 90°C’ye kadar ısıtılarak, pastörize edilir. Filtre edilerek berraklaştırılır, yabancı maddeler ve kokudan arıtıldıktan sonra, soğutularak son mâmul tanklarına aktarılır. Burada gazozun cinsine göre diğer hammaddeler ilâve edilip, bir müddet dinlendirilir ve dolum hattına alınır. Özel bir makina ile karışım elde edilir ve karbondioksit ilâvesi yapılır. Dolum makinasına alınır. Şişe yıkama makinasında yüksek ısıda özel kimyâsal maddelerle yıkanan şişeler el değmeden dolum makinasına gelir. Burada dolup kapatıldıktan sonra kasalanarak ambara sevk edilir.
Bütün bu işlem sırasında hijyene büyük önem verilir. Kalite unsurunun en büyük faktörü temizliktir.
Alm. Petroleum (n), Leuchtöl (n), Fr. Kerosene m, İng. Kerosene. Bir karışım olan petrolün rafine edilmesi ile elde edilen ürünlerden biri olup, petrolün yaklaşık olarak 180°C ile 320°C arasında kaynayan kısmı.
Petrolü meydana getiren karışımlardan biri olup, toplam petrol hacminin yaklaşık % 10 ile % 25’ini teşkil eder. Petrolden, fraksiyonlu destilasyon (imbikleme) metodu ile elde edilir. Petrolün fraksiyonlu destilasyonu ile gazyağının yanında benzin, mazot, hafif ve ağır yağlar da elde edilir. Buhar hâline getirilmiş petrol, gerekli uzunlukta olan destilasyon kolonuna gönderilir. Petrol buharı içinde kaynama noktası en düşük olan ürün, kolonun en üstünde bulunan tepsilerde yoğunlaşır. Kaynama noktası en büyük olan ürünler ise kolonun altında yoğunlaşır. Benzin ürünü kolonun en üst seviyelerine yakın yerlerde yoğunlaştığı ve buradan dışarı alındığı hâlde, gazyağı kolonun hemen hemen orta yerlerinde yoğunlaşır ve oradan alınır. Fraksiyonlu destilasyonda süreklilik vardır.
Bu şekilde elde edilen gazyağında istenmeyen kokulara sebeb olan ve yanıcılığı zayıf olan maddeler mevcuttur. Kötü kokuya sebeb olan kükürtlü bileşiklerdir. Gazyağındaki bu istenmeyen vasıflar kimyâsal işlemlerle giderilir. Bu kimyâsal işlemler çok çeşitli ise de, en yaygın olanı sülfürik asit ile olanıdır. Rafine edilmiş gazyağı, donuk sarı renkli veya beyaz, rahatsız edici olmayan kokuya sâhip, yağlı bir sıvıdır. Kimyâsal bileşimi kaynağına bağlı olarak değişik ise de yaklaşık 10 tâne hidrokarbon karışımı olup, hidrokarbonlar genellikle 10 ile 16 karbon ihtiva eden moleküllerdir. Ayrıca n-dodeson benzenin alkil türevlerini, naftalin ve naftalin türevlerini ihtivâ eder.
Gazyağı ilk defâ 1850’lerde kömür katranından elde edilmiştir. 1859’dan sonra da petrolden elde edilmiş ve hâlen en önemli kaynak da budur. Elektriğin ve içten yanmalı motorların gelişmesine kadar aydınlatma ve motor yakıtı olarak petrolün önemli bir ürünü sayılmaktaydı. Bugün ise yakıt ve çözücü olarak kullanılmaktadır. Jet motorlarında da kullanılır.
(Bkz. Körfez İşbirliği Konseyi
Alm. Schwangerschaft, Graviditat (f), Fr. Grossesse (f), İng. Pregnancy. Doğacak yavrunun dış çevrede hayâtını sürdürebilecek derecede gelişinceye kadar karında, yâni rahimde taşınması.
Kadın ve erkeğin üreme hücrelerinin birleşip ana rahmine yerleşmesiyle kadında gebelik dönemi başlamış olur. Ortalama dokuz ay sürecek olan cenin-anne müşterek hayâtında, cenin, annenin besin maddelerini kendi ihtiyâcı için kullanıp, büyümeye çalışırken, kadın organizması da aydan aya bu yeni duruma intibak etmeye çalışır. Ortalama otuz yıllık doğurganlık dönemi boyunca, her ay, hamilelik için hazırlanan organizma, neslini devâm ettirmek için hiçbir fedâkarlıktan kaçınmaz.
Gebelik bir hastalık olmayıp normal bir durum olmasına rağmen, berâberinde getirebileceği değişik durumlar ve tehlikeli neticeler dolayısıyla hamileliğin bir an önce teşhis edilmesi gerekir. Bunun başlıca iki sebebi vardır: Birincisi düşüklerin büyük bir kısmının hâmileliğin başında olmasıdır. Eğer bir kadın hâmile olduğunu bilir, hâmileliğin başında gerekli tedbirleri alır ve devamlı tıbbî kontrol altında bulundurulursa, düşüklerin büyük bir kısmı önlenebilir. İkincisi hâmilelikte kullanılması zararlı ilâçların farkında olmadan kullanılma ihtimâlinin mevcut olmasıdır. Bebeğin organ taslaklarının büyük kısmı ilk ayda teşekkül eder. Bu sırada alınan ilâçlar veya tedbirsizlik yüzünden hâsıl olan hastalıklar, sakat bebeklerin doğmasına sebeb olabilirler. Bu yüzden beklenen veya beklenmeyen âdet gecikmesi olan her kadın, hâmilelik açısından tedkik yaptırmalıdır.
Gelişmiş gebelik testleriyle hâmilelik, son âdet târihinin ilk gününden îtibâren 40 gün geçtikten sonra teşhis edilebilir. Kandaki gebelik hormonunun tesbiti ile daha önce de teşhis etmek mümkündür. Fakat, bu zor ve her yerde yapılma imkânı bulunmayan bir testtir.
Gebeliğin Teşhisi
1.Kadının hissettiği belirtiler:
Hâmile kadın doktora başvurmadan önce birtakım rahatsızlıklar, belirtiler ve hisleriyle hâmile olduğunu anlayabilir. Fakat bunlar kat’î deliller değildir. Bu belirtiler şöyle sayılabilir:
Âdetten kesilme: Muntazaman âdet gören bir kadının âdetinin gecikmesi, gebelik yönünden önemli bir delildir. Fakat âdet kesilmesinin sâdece gebelikte olmadığı akılda tutulmalıdır. Diğer taraftan hiç âdet görmemiş veya âdetten kesilmiş bir kadında da gebelik vukû bulabilir. Bunun aksine hâmile olduğu hâlde kadının âdet görme ihtimâli de vardır ki, buna halk arasında “üste âdet görme” denilir.
Bulantı ve kusmalar: Hamilelerin yarısından fazlasında görülen bir belirtidir. Genellikle 6-7. haftalarda başlayıp, 11-12. gebelik haftalarında kendiliğinden kaybolur.
Göğüslerde dolgunluk ve ağrı: Gebeliğin 3. haftasından îtibâren belirir. Göğüsler şişkin, hafif kızarık ve ağrılıdır.
İdrar şikâyetleri: Büyüyen rahimin idrar torbasına baskı yapması netîcesinde sık sık ve geceleri idrara çıkma ihtiyâcı belirir. Birkaç ay sonra kaybolan bu şikâyet hâmileliğin sonlarına doğru tekrar ortaya çıkar.
Çocuk hareketlerine bağlı seğirme hissi: Genellikle 18-20 haftalık gebelerin hissettiği bir durumdur. Daha önce ve daha sonra da hissedilmeleri mümkündür.
Halsizlik ve fazla uyuma: Gebe kadınların yarısında ilk aylarda şiddetli halsizlik ve bitkinlik ortaya çıkar. Uyku ihtiyacı da artmıştır.
Ciltte renk değişiklikleri: Renk değişikliği çoğunlukla yüzde, alında, yanaklarda ve göğüslerde renk koyulaşması şeklinde olur. Kaba bölgelerde pembe-mor renkli yarılmalar husûle gelebilir.
2. Kat’î gebelik ârâzları şunlardır:
Bebeğin hareketlerinin muâyenede hissedilmesi: Hamile kadının hareket hissetmesiyle hekimin muâyene sırasında hareketleri hissetmesi arasında büyük fark vardır. Bâzı gebelerin veya gebe olmayan kadınların barsak hareketlerini bebek hareketleri ile karıştırdıkları görülür. Bebeğin aktif hareketleri beşinci gebelik ayından sonra elle hissedilebilir.
Çocuk kalp seslerinin işitilmesi: Gebeliğin üçüncü ayından sonra ortaya çıkan ve gebeliğin kesin teşhisini sağlayan bir özelliktir. Çocuğun kalp sesleri bebeğin sırtının bulunduğu tarafta daha kolay işitilir. Bunun için Pinard Stetoskobu denilen bir âlet kullanılır. Doppler ultrason cihazı ile kalp sesleri onuncu haftadan îtibâren duyulabilmektedir. Ceninin elektrokardiyogramının çekilmesi de hassas bir muayene metodudur.
3. Gebelik testleri:
Gebeliği erkenden teşhis edebilmek için uygulanan bir takım testlerdir. Bunları şu şekilde sınıflandırmak mümkündür:
Hormon metodu:
“Human Chorionic Gonadotropin” (HCGT) hormonu yalnızca gebelerde bulunur ve idrarla da çıkar. İdrarda HCGT emdirilmiş latex parçacıkları ve bu hormona karşı hazırlanmış antikor mayii kullanılarak bu test yapılır. Bu gibi testler beklenen âdetten 10 gün sonra yapılır. Ancak idrar yoğunluğu düşük ve idrar miktarı fazla olduğu için sık olarak yanlış sonuçlar verebilmektedir.
Biyolojik metodlar:
Galli Maini testi: Gebenin idrarı erkek kurbağanın sırtındaki lenf gangliyonlarına zerk edilir. 30 dakika, 2-6-12 saat sonra kurbağanın makatından alınan sıvıda, mikroskop altında sperm hayvancıkları görülmesi, kadının gebe olduğunu gösterir.
Fridman testi: Hiç doğurmamış dişi tavşanların kulak toplardamarından kadının idrarı verilir. Bu kadın gebeyse 48 saat sonra tavşan yumurtalıklarına bakıldığında “Corpus luteum” denilen gebelik belirtisi görülür.
Ascheim Zondek testi: Fârenin karın boşluğuna idrar verilir. 100 saat sonra yumurtalıklarında korpus luteum görülürse, kadın hâmiledir.
Farmakolojik metod:
Uygun oranda östrojen-progesteron hormonları karışımı bir kerede hastaya verilir. 2-12 gün içinde bir kanama görülürse, hasta hâmile değildir. Kanama görülmezse gebe olduğuna karar verilir.
Gebelik süresi: Hâmileliğin süresi son âdetin ilk gününden îtibâren ortalama 280 gün kadardır. Bunu tesbit için pratik bir formül olan “Nagale kuralı” kullanılır. Hâmilenin son âdetinin ilk gününe 8 gün ilâve edilip 3 ay geriye gidilir. Bu yaklaşık bir tahmin olup, % 5 gebe bu târihte doğum yapar. Bu târihten 14 gün öncesi ve sonrasına kadar olan zaman diliminde doğum yapan hâmilelerin oranı ise % 95’tir. Misal: Son âdetinin ilk kanama günü 1 Haziran 1984 olan bir hâmile kadının 9 Mart târihinde doğum yapma ihtimâli % 5, 24 Şubat-23 Mart târihleri arasında doğum yapma ihtimâli % 95’tir.
Gebelik tâkibi: Gebelik ve doğum normal durumlar olmakla beraber kadın organizması için önemli bir yük ve stress teşkil ederler. Her ne kadar hâmile kadın bu yükü karşılayacak kapasiteye sâhip ise de, fizik ve psikolojik yönden güçlenmesini temin etmek için, hekim yardımına ihtiyâcı vardır. Bunun dışında gebelik ve doğum yönünden mevcut olabilecek hastalıklar ihtimâline karşı kadının etraflı olarak incelenmesi şarttır.
Gebeliğin devreleri: Çeşitli faydaları olması bakımından üçer aylık üç devreye ayrılarak incelenir.
Birinci üç aylık dönem: Hâmilelik teşhis edildikten sonra ilk yapılacak iş hekime mürâcaat edip, gerekli muâyene ve tedkikleri yaptırmakdır. Doğumun normal yolla olup olamayacağı, kalp, böbrek, akciğer ve kan sistemine âit bir bozukluk olup olmadığı araştırılmalıdır. Tansiyon ölçümü, kan uyuşmazlığı açısından Rh faktörünün araştırılması, idrarda şeker ve albümine bakılmalıdır. İlk üç aylık gebelik devresinde her ay kontrole gitmelidir.
Umûmiyetle ilk üç ay, vücud ağırlığında belirgin bir artma olmaz. Bulantı kusmalardan dolayı zayıflama dahi olabilir. İştahsızlık ve bulantı-kusma problemleri sebebiyle diyet tanziminde acele etmemelidir. Gebenin ortalama olarak haftada 250 gram (her ay bir kilo) alması istenir. Gebeliğin ilk üç ayında aşırı yorgunluk ve bitkinliğe yol açmamak kaydı ile, gebe kadın gündelik işlerini aksatmadan yapabilir. Alışık olmayan kadınlar için en iyi egsersiz yürüyüştür. Günün muayyen saatlerinde yapılan fazla yorucu olmayan yürüyüşler, kan dolaşımını iyileştirmesi, bebeğin oksijenlenmesini arttırması, anneye iyi bir ruh hâleti kazandırması yanında, doğumdan sonra vücûdun eski hâlini tam ve çabuk almasını da kolaylaştırır. Çok uzun olmamak şartıyla çeşitli seyâhatler yapabilir. Fakat son üç ayda bundan da kaçınmalıdır. Uzun yolculuklarda anne uyarılıp erken doğumlar husûle gelebilir.
İlk üç ayda görülen şikâyetler: Bulantı ve kusmalar, anne olacak kadınların yarısından çoğunda rastlanan bir şikâyettir. Genellikle 3-4. haftalarda başlayıp, 11-12. haftalarda kendiliğinden geçer. Bulantılar çoğu defâ sabah uyanınca ortaya çıkar. Açlık, gıda kokusu, sulu gıdâlar ve yağlı yiyecekler, ilâveten de rûhî stresler bu şikâyetin artmasına sebeb olur. Bilinen husus, bu şikâyetler için ilâç kullanmanın zararlı olduğudur. Bu sebeple bulantı ve kusmalar için gıdâ rejimi tatbiki faydalı olur.
Sabah uyanınca hemen yataktan kalkmamalı, 10-15 dakika uyanık, fakat hareket etmeksizin yatmalıdır. Yataktan kalkmadan akşamdan hazırladığı birkaç tuzlu bisküviyi yemesi, bulantı için çok iyi gelir. Günde bir-iki öğünde yemek yerine sık sık kuru gıdâlar, kızarmış ekmek, kraker yenmesi faydalıdır. Karbonhidrattan zengin, yağdan fakir yiyeceklere rağbet etmeli, sigara alışkanlığından vazgeçmelidir. Gebelerin çoğunda 12. haftada bu şikâyetler son bulur ve çok şiddetli seyretmez. Bâzılarında ise umûmî durumu bozacak seviyeye kadar varabilir. Hasta hiçbir şey yemediği hâlde mütemâdiyen kusar. Bu durumda hâmile kadın hastahâneye yatırılmalı ve yoğun bir tedâvî programına alınarak çocuğun ve annenin sıhhati korunmalıdır.
İkinci üç aylık dönem: Hâmilelikle ilgili rahatsızlıkların en az olduğu bu dönemde anne vücudu ile cenin tamâmıyla birbirlerine alışmışlardır. Kadın psikolojik olarak da gebeliğe adapte olmuştur. Herhangi bir şikâyet ortaya çıkmadığı takdirde, ayda bir kontrole gitmek yeterlidir. Bulantı ve kusmaları sona erip, iştah geri geldiğinde iyi bir diyet tanzim edilmelidir. Yumurta, et, süt tâze meyve ve sebze diyete dâhil edilir. Haftada 250 gramdan fazla kilo almamaya dikkat etmelidir. Yemeklere atılan tuz miktarını azaltmakta büyük fayda vardır. Böylece vücutta su birikimi ve buna bağlı olarak ortaya çıkacak kalp yüklenmesi önlenmiş olur.
Hâmileliğin ikinci üç aylık devresinde kadının yaşama şartlarında herhangi bir değişiklik yapması gerekmez. Bu devrede ortaya çıkan başlıca şikâyetler şunlardır:
Bacaklarda kramp: Genellikle 24. haftadan sonra bilhassa geceleri ortaya çıkar. Sebepleri organizmada inorganik fosfor bileşiklerinin artıp, kalsiyumun azalmasıdır. Fosforsuz kalsiyum tuzları ve içilen çiğ süt miktarının azaltılması îcâb eder. Sırt ağrısı: Gelişen gebelik mahsulünün kitle ve ağırlığı sebebiyle ortaya çıkan bir mekanik ağrıdır. Çoğunlukla altıncı ayın sonunda görülmeye başlar. Hamilenin istirahati ile hafifler. Cilt belirtileri: Gebelikte kızarıklık, kaşıntı, kurdeşen görülebilir. Bunlar yağ ve ter bezlerinin aşırı faaliyeti sonucu ortaya çıkar. Nefes darlığı:Normal kişide rahatsızlık vermeyen birkaç merdiven çıkışı, bu zamanda annenin nefes almasını güçleştirebilir. Rahmin büyüyerek karın boşluğunu yukarı doğru itmesinden ve göğüs kafesine baskı yapmasından ileri gelir. Sırt üstü yatıp, kolları ve bacakları yukarı kaldırarak yapılan nefes alma eksersizleri, göğüs kafesini genişletmesi açısından faydalı olur. Kolları yana indirirken nefes verilir. Bu hareketi yavaş yavaş ve düzenli bir şekilde nefes normal duruma gelinceye kadar tekrarlamalıdır.
Üçüncü üç aylık dönem: Yedinci aydan îtibâren 15 günde bir muâyene gerekir. Kontrollerde vücut ağırlığı, tansiyon, başağrısı, görme bozuklukları, akıntı ve kanama gibi belirtiler üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Bebek doğum ağırlığının büyük kısmını bu safhada kazandığından, diyet üzerinde titizlikle durulmalıdır. Haftada 500 gramın üzerinde kilo alınması hâlinde yemek aralarında birşey yenmemesi, yemeklerdeki yağlı maddelerin, ekmeğin şeker ve patatesin kesilmesi gerekir. Elbiseler gevşek, ayakkabılar alçak topuklu olmalıdır. Aktivite sınırlandırılmalı, geceleri en az sekiz saat uyku sağlanmalıdır. Baş yüksekte sırtüstü veya yan yatmalı, aşırı stress ve yorgunluktan kaçınmalıdır. Öğleden sonraları yatak istirahati yapmalıdır.
Doğumun yaklaşmasıyla birlikte, gebeliğe âit şikâyetlerde artış olur. Varis, hemeroit teşekkülü hızlanır. Sık idrara çıkma, bel ve kasıklarda ağrı daha belirgin olur. Tedâvi yönünden yeni bir tedbir yoktur. Hastalara durumları açık ve etraflıca anlatılmalı, moralleri düzeltilmelidir.
Üçüncü üç aylık dönemin en önemli hastalıkları, gebelik zehirlenmesi ve kanamalardır.Tansiyon yükselmesi, idrarda albümin olması, bulantı-kusma ile birlikte, şuur bulanıklığı ve çırpınmalar çok tehlikelidir ve hemen hastaneye götürülmelidir. Bu hastaların doğuma kadar sıkı bir kontrol altında kalması gerekebilir.Kanamaların başlaması, plasenta (eş)nın ayrılması ve düşük ihtimâli yine hastaneye başvurmayı gerektiren durumlardır.
Gebelikte beslenme: Gebelikte beslenme, doğacak çocuğun sıhhati bakımından önemlidir. Her şeyden önce, beslenmenin her çeşit besini yemek olmadığını bilmek gerekir.
Gebeliğin ilk üç ayında kilo alınmadığı gibi zayıflama dahi olabilir. Bundan sonraki aylarda haftada 250 gr, ayda bir kg almak uygundur. Gebeliğin son zamanlarında bu kilo alma miktarı artar. Sonuç olarak, gebelik müddetince alınan kilonun 9-12 kg civârında olması iyidir. Daha fazla kilo almak, hem bebek için hem de anne için zararlı olabilir. Kötü beslenme de yine aynı şekildedir. İşte bu sebepten, gebe bir hanımın beslenmesini iyi ayarlaması gerekir.
Gebelikten önceki iyi bir beslenme, olacak çocuğun ilk güzel kazancıdır. Sıhhatli ve çocuk doğurmaya arzulu bir annenin çocuğu da, çok sıhhatli olabilir. Gebelerde en çok demir ve folikasit yetersizliğine bağlı kansızlık görülür. Kalsiyum metabolizmasındaki değişiklik veya bozukluk sebebi ile kalsiyum, fosfor ve D vitamini ihtiyacı artar. Sırf gebe olmaktan dolayı gebelik süresince annenin 40.000 kalori ek enerjiye ihtiyacı vardır.
Gebe kadın her çeşit besini yiyebilir. Fakat bunların içinde bilhassa yenmesi ve içmesi gerekenler vardır: Süt, yumurta, et ve sebzeler en iyi besin kaynaklarıdır. Çok yemek değil; öz yemek, az yemek güzeldir. Diğer taraftan eğer havanın, suyun ve yağın güzeli bulunabiliyorsa beslenme probleminin büyük bir kısmı halledilmiş sayılır. Her öğünde nebati (bitkisel) yiyecekler sofrada bulunmalıdır. Sevmek, alışkanlık meselesidir. Pırasa, enginar, ıspanak faydalı ve şifalı yiyeceklerdir. En mühimi, sofrada çok çeşitli yemeklerden ziyâde mes’ûd aile tablosunun olmasıdır.
Döğmeden yapılan keşkek, biramayası (bira ile alakası yok) ve pirinç, B vitaminlerinin en güzel kaynağıdır. Siyah ekmek beyaz ekmekten çok daha güzeldir. Oğlak etinin hazmı kolaydır.Kümes hayvanlarından en iyisi tavuktur. Her türlü meyve yenmelidir. Ceviz, peynir ile berâber yenirse en güzel kalsiyum ve fosfor kaynağıdır. Ayva, kalbten sıkıntıyı giderir, hâmile kadın yerse çocuğu güzel olur. Elma dişlerin çürümesine mânidir. Balda şifâ ve besleyici kuvvet çoktur.
Açık çay, ıhlamur, anason, papatya, ada çayı demleyip içmekte çok fayda vardır.
Gebe bir hanımın her zaman olduğu gibi bilhassa gebeyken alkollü içkiler (bira da dâhil) kullanması kesinlikle yasaktır. Anne kanına karışan alkol, bebeğin damarlarında da dolaşır. Her türlü zarara hazır olan bebek organizmasında alkol, yetişkinde yaptığı zararların çok daha fazlasını yapar. Çocuğun normal gelişmemesine, dolayısı ile sıska doğmasına, kemiklerinin zayıf olmasına (raşitizm), düşüklere, rûhî durumun bozuk olmasına, havâle geçirmesine, hattâ ölümüne sebeb olabilir. Hamilelik boyunca sigara içmekten de vazgeçmelidir. Sigara içen annelerin bebeklerinin normalden küçük doğduğu ve erken doğumun (prematüre doğum) daha sık olduğu tesbit edilmiştir.
Alınacak ilâçlar meselesi hâmilelikte çok önemli bir husustur. Hâmile kadın, mecbur kalmadıkça ilâç almaktan kaçınmalıdır. Ağrı kesici ilâç olarak yalnızca aspirini, o da, çok nâdir olmak kaydıyla kullanabilir. Gerekli durumlarda antibiyotiklerden penisilin grubu ilâçlar en emin antibiyotiklerdir. Bunların dışında diğer ağrı kesiciler, yatıştırıcılar, uyku verici ilâçlar, tetrasiklin ve diğer antibiyotikler, idrar söktürücüler, hormon ihtivâ eden ilâçlar, fosforlu ilâçlar, kusma gidericiler kullanılmamalıdır. 1960’lı yıllarda Avrupa’da “hârika ilâç” olarak tanıtılan Talidomid, bulantı, kusmayı önleyici olarak hâmileler tarafından kullanılınca, binlerce kolsuz, bacaksız bebek dünyâya geldi (Bkz. Talidomid). Bu hâdise tıp târihine “talidomid fâciası” olarak geçmiştir. Gebeliğin ilk aylarında çocuğun alacağı X ışını tehlikelidir. X ışını, mental geriliğe (zekâ geriliğine) ve mikrosefaliye sebeb olabilir. Eğer hekim röntgen çekimini zarûrî görürse, çocuğun bulunduğu bölge dışına X ışını verilebir. Vitaminleri gıdâlardan almak en iyi yoldur. Ancak besinlerle yeterli miktarın elde edilmediği tesbit edildiğinde vitamin preparatlarına başvurulabilir. Demir ve diğer kan ile ilgili ilâçları hekim kontrolünde almalıdır.
Gebelikte, diş ve ağız bakımı önemlidir. Gebelikte gingivitisler (diş eti iltihapları) meydana gelebildiğinden gebe diş fırçalamayı bırakır. Diğer taraftan, ilk aylarda meydana gelen kusmalar sebebi ile ağızda asit kalabilir. Bu da dişi çürütür. İşte bunun önüne geçmek için çok yumuşak fırçaların kullanılması gerekir. Bu iş için en ideali misvaktır. Fırçalama yerine, ağız sık sık çalkalanır ve işâret parmağı hafif bir şekilde dişler üzerinde gezdirilir.
Gebelere ağır sporlar yasaktır. Ancak hafif jimnastik ve açık havada yürüme faydalıdır.
Seyahat mecbûrî olunca tren tercih edilmelidir. Basınç ayarlı uçaklar ile seyehat edebilir. Bilhassa 7 ve 8. aylarda yapılacak seyahat erken doğuma sebeb olabilir.
Elbiseleri rahat, yumuşak ve sıcak tutucu olmalıdır. Korse takmak yerine jimnastik yapmak tercih edilmelidir. Fakat korsenin de gerektiği durumlar olabilir (hekimin karar verdiği korse kullanılmalıdır). Topuksuz ayakkabı giyilmelidir.
Doğum sancısı başladığı zaman hasta dolaşmamalıdır. Doğum hastanede yapılacaksa hastane ile önceden irtibat kurulmalıdır. Eğer evde doğum yapılacaksa; ebe ile önceden irtibâta geçilmeli, her iki hâlde de anne ve çocuk için gerekli giyecekler çanta hâlinde hazırlanmalıdır. Evdeki doğumlarda bir zorluk görülürse hemen hastahaneye kaldırılmalıdır. Evde doğum öncesi genel temizlik yapılıp, anne ve çocuk için gerekli olan malzemeler ütülenerek, dezenfekte edilmelidir.
Doğumdan sonra vücudu korumak: Normal doğum yapan bir kadın hasta değildir, bu sebeple uzun müddet yatakta yatmamalıdır. Doğumdan sonraki gün bacaklardaki kan akımını desteklemek ve pıhtı teşekkülünü önlemek için yürümeye başlamalıdır. Hareket ve istirahat arasında iyi bir denge kurulmalı, aşırı faaliyetten kaçınılmalıdır.
Doğumu tâkibeden haftalarda karın yassıdır. Karın kasları gevşektir. Bu yüzden doğum sonrasında, günde 4 veya 5 defâ 3-5 dakikalık karın kaslarını kuvvetlendirici hareketler yapılmalıdır.
Yapılan hareketler, annenin eski vücut yapısına kavuşmasına yardımcı olur.
Gebelik zehirlenmesi: Gebelik toksemisi, eklampsi gibi isimler alan ve hamile hanımlarda, tansiyon yüksekliği, ödem (vücutta su toplanması) ve proteinüri (idrarda protein çıkması) ile başlayan ve havâlelere yol açıp anne ve çocuk sağlığını tehdid eden bir hastalık.
Daha çok hâmileliğin son on haftasında ve ilk hâmileliği olan kadınlarda görülür. Sebebi bilinmemektedir.
Vücudunda fazla şişlikler meydana gelen bir gebe mutlaka hekime başvurmalıdır. Tansiyonu yüksek bulunan ve idrarında albümin cinsi proteinler tesbit edilen gebelere “Preeklampsi” teşhisi konur. Preeklamptik gebede havaleler ortaya çıkarsa buna “Eklampsi” denir.
Eklampsi krizleri (havaleler) gebelikte, doğum sırasında ve doğumdan hemen sonra ortaya çıkabilir. Bu havaleler hem annenin, hem de doğacak çocuğun hayâtı için tehlike arz eder. Bu sebepten böyle gebeler, mutlaka doktor tâkibinde olmalı ve hastahanede doğum yapmalıdır.
Hastaya tedâvi olarak, havâle önleyici ilâçlar, sakinleştiriciler verilir. Aynı zamanda tansiyon düşürücü ve idrar miktarını arttırıcı ilâçlar da verilebilir. Vak’aların çoğunda, hasta kısa zamanda iyileşir. Hastanın tedâviye cevap vermediği durumlarda gebelik sonlandırılır. Doğumla birlikte eklampsi ortadan kalkar.
23-50 yaşları arasındaki 55 kg ağırlığındaki gebe bir hanımın günlük ihtiyaçları
Protein |
75 gr |
Tiamin |
1,4 mg |
C Vitamini |
800 mg |
Çinko |
20 mg |
A Vitamini |
100 mcg |
Niasin |
15 mg |
Kalsiyum |
1200 mg |
İyot |
175 mcg |
E Vitamini |
10 mg |
Riboflavin |
1,5 mg |
Fosfor |
1200 mg |
Demir |
50 80 mg |
D Vitamini |
10 mcg |
B6 Vitamini |
2,6 mg |
Magnezyum |
450 mg |
B12 Vitamini |
4 mcg |
TABLO VARRRRR!!!!!!
(Bkz. Göz)
Alm. Nacht (f) und Tag (m), Fr. Nuit (f) et jour (m), İng. night and day. Görünen güneşin, görünen ufkun altında bulunması sebebiyle karanlık olan süreye gece, ufuk düzleminin üstünde bulunduğu aydınlık süreye gündüz denilmektedir.
Gece, ayrıca güneşin yüksekliğinin (ufuk düzleminden uzaklığının) -16°-21,5°’den daha küçük olduğu ve gökyüzünün ve ufuk çizgisinin tamâmen karanlık olup, birbirinden fark edilemediği süre olarak da târif edilir. Bu târif, özellikle namaz ve oruç başlama vakitleri bakımından önemlidir. Yatsı namazı vakti bu târife göre, gecenin başlaması ile girer. Oruç yine bu târife göre, gecenin sonunda başlar ve aynı zamanda sabah namazı vakti girer.
Gündüz süresi, güneşin ufuk üstünde göründüğü süredir. Bu süre, güneşin üst kenarının ufukta görünmesi ve kaybolması arasında geçen müddet olduğu için, ışığın kırılması (refraction), bulunulan yerin yüksekliğine bağlı olan ufuk alçalması (inhitat, depression) ve paralaks (ihtilaf-ı manzar, parallax) hesâba katılmaksızın, güneşin merkezinin bulunulan yerin astronomik (fennî) ufkuna göre hesaplanan teorik gündüz uzunluğundan büyüktür.
İslâm dîninde gecelere, tâkib eden günün adı verilir. Yalnız, Arefe ve üç kurban günlerinin geceleri böyle değildir. Bu dört gece, bu günleri tâkib eden gecelerdir. Batıda ve Batı kültürünün hâkim olduğu ülkelerde ise, geceler tâkib ettikleri günün adı ile anılır.
Hakîkî gündüz uzunluğu: Arz etrâfında hakîkî güneş, gök küresi üzerinde bir yıl boyunca takriben, 22 Aralıkta meyli -23° 27’dan başlayıp, yükselerek, 22 Martta sıfır, 22 Haziranda +23° 27’ olarak en büyük değerlere ulaşır ve alçalarak 22 Eylülde sıfır ve yine 22 Aralıkta -23° 27’ olarak başladığı yere dönecek şekilde hatveli (helezonî) bir çıkış ve inişten ibâret periyodik bir hareket yapıyor görünür (aslında yerküresi hareket etmektedir). Arzın mihveri (ekseni) ekliptik düzlemine dik olmadığından, arz güneş etrâfında yıllık hareketini yaparken, güneş doğrultusunun ekvator düzlemiyle yaptığı açı, yâni güneşin deklinasyonu (meyli), her an değişmektedir. Kuzey yarım kürede, bunun sonucu olarak, bir yıl zarfında gündüzleri gecelerin tersine önce uzamakta (22 Aralık-22 Haziran) ve sonra kısalmaktadır (22 Haziran-22 Eylül). Meylin günlük değişimi artarken (22 Aralık-22 Mart ve 22 Haziran-22 Eylül) gündüz uzamasının sabahki payı küçük; azalırken (22 Mart-22 Haziran ve 22 Eylül-22 Aralık) büyük olmaktadır. Târihlerdeki 22 değerleri kesin olmayıp yıldan yıla birkaç gün değişebilir. Güneşin deklinasyonundaki günlük değişim küçük olduğundan, güneş bir günde aynı deklinasyona tekâbül eden tek bir dâire üzerinde hareket ediyormuş gibi görünür. Gece ve gündüz süreleri bir yerin enlem derecesine ve güneşin deklinasyonuna bağlı olarak değişir. ayrıca atmosferde ışığın kırılması sebebiyle hakîkî gündüz uzunluğu, trigonometrik yoldan hesaplanan gündüz uzunluğundan en az dört dakika daha uzundur.
Gece ve gündüz uzunlukları ekvatorda birbirine yılın her gününde eşit olmakla birlikde, yine atmosferin ışığı kırması sebebiyle gündüz süresi biraz daha uzundur. Işığın kırılması, gündüz süresinin trigonometrik yoldan hesaplanan uzunluğundan her gün 4 dakika daha uzun olmasına sebeb olur. Sabah güneşin doğuşu iki dakika erken, akşam gurûbu ise iki dakika geç olur.
Kutuplara doğru gidildikçe gece ve gündüz arasındaki uzunluk farkları artar. Senenin sâdece güneşin meylinin sıfır (güneşin ekvator düzleminde) olduğu iki günde (21 Mart ve 22 Eylül), dünyânın her yerinde gece ve gündüz uzunlukları birbirine eşittir. Kutup dâireleri (enlemi 66° 33’) içindeki yerlerde güneşin meylinin 23°, 27’ olduğu zaman, yılda yaklaşık altı ay gece ve altı ay gündüz olur. Arz (enlem) derecesi 66°’den küçük olan yerlerde de atmosferin ışığı kırma etkisi ihmâl edilirse, bir yıl içindeki gecelerin veya gündüzlerin toplam süresi altı ay olur. (Bkz. Fecr, Gün, Tan, Zaman)
GECESEFÂSIGİLLER (Nyctaginaceae)
Alm. Wunderblume (f), Fr. Nyctaginacées, İng. Nyctaginaceae, Marvel of peru. Çoğunluğu Amerika’da yetişen, karşılıklı yapraklı otlar veya küçük ağaççıklar. Çiçek örtü yaprakları ayrı olup, genellikle beş parçalı ve renklidir. Gecesefâsı ve Gelinduvağı, bu familyanın sevilen süs bitkileridir.
Gecesefâsı (Mirabilis jalapa): Türkiye’de yerli olmayan bu bitki, süs bitkisi olarak yetiştirilir. Vatanı Meksika olan, çok yaygın bir süs bitkisidir. Boru şeklindeki kırmızı, pembe, beyaz çiçekleri gündüzleri kapanır, geceleri açılır (Gecesefâsı adı da bundan dolayı verilmiştir). Gecesefâsı bilhassa bahçe duvarlarının süslenmesinde çok kullanılır. Bu bitki biyolojide genetik tecrübeleri dolayısıyla da çok meşhur olmuştur. Monohibrid çaprazlama için en tanınmış bir türdür.
Gelinduvağı (Bougainvillea spectabilis):Vatanı Brezilya olan, büyük kırmızı veya beyaz renkli yüksek yapraklı çok sevilen bir süs bitkisidir. Türkiye’de sâhil bölgelerinde yetiştirilir.
Osmanlılar zamanında esnaf ve sanatkarlar arasında yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamak, kalite kontrolü yapmak ve esnaf içinde tekelleşmeyi önlemek için kurulmuş olan sistem veya bu sistem içinde kazanılan çalışma yetkisi. Gedik kelimesi: Bir zemin üzerinde açılan boşluk, aralık, çatlak; bir şey üzerinde meydana gelen giderilmesi güç olan zarar; dağlar arasındaki geçit; askerî birlik içinde bir maddî engel veya bir sûr içinde açılan geçit veya yarma yeri gibi mânâlarda da kullanılır.
Gedik sistemi, günümüzdeki ticâret ve sanâyi odalarının vazifesini görmekteydi. Bu sistem, insan gücüne dayanan ve 3-5 kişi çalıştıran işyerleri hâlinde faaliyet gösteren Osmanlı sanayiinin ve Osmanlı ülkesinin ekonomik ve siyâsî hayâtı içinde önemli yer tutmaktaydı. Esnaf ve sanatkârlar arasında kuvvetli bir dayanışma mevcuttu. Fakirlere yardım edilmekte, yeni işyeri açanlara sermâye verilmekte, âlet ve edavat yardımı yapılmakta, esnaf mensupları özellikle çıraklar için tertip edilen meslek kursları finanse edilmekteydi. Bu durumuyla belirli bir hayat seviyesinde bulunan esnaf, toplumun tam mânâsıyla bir orta sınıfını teşkil etmekteydi.
Osmanlı şehirlerinde ticâret ve sanatla uğraşmak belli şartlara ve kâidelere bağlanmıştı. Kişiler istedikleri ticâret ve sanat mesleğine hemen giremezler, istedikleri yerde ve biçimde çalışamazlardı. Her esnaflık ve sanatkârlık dalı kendi içinde teşkilâtlanmıştı. Bu teşkilatlara “lonca” denirdi. Her loncanın kendine has gelenekleri ve kâideleri vardı. Bunlara titizlikle uyulurdu. Loncaya çırak olarak girilir, belli zamanlarda verilen imtihanlardan sonra dükkan veya sanat sâhibi olunurdu. Loncaya girip belli bir müddet sonra usta veya dükkan sâhibi olmak yetmezdi. Özellikle büyük şehirlerde plansız şehirleşmeyi önlemek, şehirler ve bölgeler arası dengesizliklere mânî olmak için belli mesleklerde çalışacakların ve iş yerlerinin sayısı dondurulmuştu. Bu sebeple meslek sâhiplerinin gerekli çalışma yetkisine ve yerine sâhip olmaları gerekirdi. Bu yetkiye “gedik”, bunu sağlayan sisteme de “gedik sistemi” denirdi. Memurların kadro sistemine benzeyen bu sistemde ihtiyaç duyuldukça yeni gedik kadroları ihdas edilir böylece, ticâret, sanâyi, zirâat ve hizmet sektörleri arasındaki dengenin korunması sağlanırdı. Gerçekten halkın ihtiyacı sebebiyle kendiliğinden açılan dükkanlar ve işyerleri kapatılmaz, bunlar gedik sisteminin içine alınarak kontrol edilirdi. Hem mal ve hizmet kontrolü sağlanmış olur hem de fiyatların fâhiş bir şekilde artması önlenirdi. Hepsinden daha önemlisi iş ve çalışma ahlâkı sağlanırdı. Esnaf ve sanatkârın birbirlerinin üretim ve satış sahalarına taşmaları yasaktı. Ancak halkın menfaati söz konusu olunca, böyle uygulamalara izin verilirdi. Esnafın çalışma alanlarının belirlenmesi hem haksız rekâbeti hem de işsizliği önlemede önemli bir tedbirdi.
Gedik sistemiyle iş ve ticâret ahlâkına sahip olmayan, hileli mal üreten, ticârette karaborsacılık yapan veya piyasa fiyatının üzerinde fâhiş fiyatla mal satan kimseler halka ve mâliyeye zarar verdikleri için teşkilattan ihraç edilirlerdi.
17. yüzyıldan îtibâren Lonca Teşkilâtının sisteminde meydana gelen bâzı gevşeklikler sebebiyle sanatkâr kesiminde dağılmalar oldu. Kendileri için tahsis edilen toplu alış veriş yerlerini bırakan esnaf, semtlerde yeni iş yerleri açtı. Bu husus, entegre çalışma sisteminin ve kalite denetiminin giderek ortadan kalkması gibi olumsuz neticeler doğurdu. 1727 senesinde getirilen gedik hakkıyla hizmetin veya zanâatın başkalarınca yapılması yasaklandı. Önce “müstekar gedik” ve “havâî gedik” biçiminde iki uygulama getirildi. Müstekar gedik dükkan, mağaza, atölye gibi sâbit bir işyerine veya tezgaha bağlı işleri; havâî gedik ise balıkçılık, börekçilik, suculuk gibi seyyar satıcılıkları ifâde ediyordu. Havâî gedik hakkı her yerde kullanılabildiği halde, müstekar gedikte yer değiştirmek yasaktı. Havâî gedik, kişiye bağlı bir hak doğururdu. Müstekar gedik ise bir ticâret veya zanâatı belli bir yerde yapmak hakkı doğururdu. Bu hak aynî bir hak olup taşınmaz mala bağlıydı.
Gedik sisteminin kurulmasından bir müddet sonra müstekar gedik özelliğindeki işyerlerinde ayrıca bir üst veya asma kat bölünerek buralarda da havâî gedik adı altında ikinci işyerleri açılmasına izin verildi. 18. yüzyılın ikinci yarısında gedik sisteminin şumûlü (kapsamı) genişledi. Her işyerine “gedik” adı verilen bir alâmet asılması şartı getirildi. Bâzı gediklerin sayısı hiç değişmediği halde, sayı sınırlaması olmayan kunduracılık, belli şartları yerine getiren her kalfaya açık tutuldu.
Boşalan gedikler için bedel-i muaccele (peşin bedel) ödenmesi şartıyla berât verilirdi. Ölen ustanın gediği yetişmiş bir kalfaya devredilirken, vârislerine tezgahın araç-gereç bedeli olarak ustalık hakkı ödenirdi. Ayrıca gediğe tahsis edilmiş olan işyerinin mülk sâhibine de kirâ bedeli verilirdi. Mülk sâhibinin ustayı çıkarma veya işyerini başka bir gâyeyle kullanma yetkisi yoktu. Müstekar gediklerde “âyan-ı kâime” (ocak ve tezgâh), âyan-ı menkûle” (araç ve gereç) olmak üzere iki çeşit alâmet vardı. Gedikler devlet adına ihtisâb ağası tarafından denetlenirdi. Meslekî denetim ise esnaf kethüdâsı ve ustabaşılarca yapılırdı. Gedik kayıtları ihtisâb nezâretinde tutulurdu.
Sultan Üçüncü Selim Han, gedik sisteminde bâzı düzenlemeler yaptı. Mecbûrî ihtiyaçları karşılayan işleri gedik sistemi içinde tutmak için bir nizamnâme çıkardı. Sultan İkinci Mahmûd Han gedik kapsamını genişleterek kurduğu vakıflara kaynak bulmak düşüncesiyle yeni gedikler kurdu. Birçok mülk gedikler, vakıf gediğe dönüştürüldü. Bunlara nizamlı gedik adı verildi. İstanbul’da ve taşrada bulunan han odaları, hamamlar, mahzenler, mağazalar gedik konumu kazanırken han ağası, odabaşı, sakabaşı, sokakbaşı, tablakâr, muhallebici gibi kişilerle, dalyan, pazar kayığı, piyâde kayığı işletenlere de gedik senetleri satıldı. On dokuzuncu yüzyılın başında başlıca gedik türleri; muhder (çarşı ve sokak köşelerindeki iğreti işyerleri), müstekar, müstahlas (yanmış, yıkılmış işyeri), tabla (tabla koyma hakkı), vakıf ve havâî idi.
Gedik sistemi Osmanlı toplum yapısında çok faydalı hizmetler gördü. Ancak idârî, siyâsî ekonomik ve adlî bakımdan Avrupâî tarzda düzenlemelerin yapıldığı Tanzimat döneminde gedik sisteminde de değişikliğe gidildi. 1860’ta çıkarılan bir kânunla gedik sisteminin sınırlı bir alanda tutulması ve serbest piyasa şartlarına geçilmesi için bir irâde ve buna bağlı bir nizamnâme çıkarıldı. Bununla önce menkûl gedikler kaldırıldı. Uzun yıllar belli bir teşkilât içinde yaşamaya alışmış olan esnaf arasında çözülme başladı. Ekonomik ve sosyal hayat gittikçe bozuldu. Bu duruma daha fazla dayanamayan Tanzimatçılar yarı resmî mahiyette bir teşkilât olan Islâh-ı Sanâyî Komisyonunun kurulmasını kararlaştırdılar. Komisyonun kuruluş ve çalışmalarını belirleyen on bir maddelik bir nizamnâme hazırlandı. Yapılan bu düzenlemeler Lonca Teşkilâtının ve gedik sisteminin yerini dolduramadığı için esnaf ve sanatkâr kesimi kendi hâline hareket etmeye başladı. Daha sonra Nâfia Dâiresi ile Ticâret ve Zirâat Meclisi kurularak gedik sisteminin vazifesi yürütülmeye çalışıldı. Ancak zamanın siyâsî ve ekonomik istikrarsızlığı sebebiyle istenen netice elde edilemedi. Tezgâha ve dükkana bağlı gedikler ise 16 Şubat 1913’te çıkarılan bir kânunla yasaklandı.
On beşinci asrın ikinci yarısında mühim vazîfeler görmüş Osmanlı sadrâzamı. Zamânında yaşamış târihçiler, âilesi ve menşei hakkında bir şey yazmamaktadırlar. Yeniçerilikten yetişmiş olduğu bilinen Gedik Ahmed Paşanın Anadolu beylerbeyi oluncaya kadar hangi vazîfelerde bulunduğuna dâir mâlûmât da yoktur. Anadolu beylerbeyliği yaptığı zamanlarda Uzun Hasan ve Karaman Beyliğine karşı büyük başarılar kazandı. 1470 Eğriboz Seferinde gösterdiği kahramanlık ve başarılar, vezirliğe yükselmesine sebeb oldu.
Vezir olduktan sonra daha büyük vazîfelere memur edilen Ahmed Paşa, önce Alanya Kalesini fethetti. Daha sonra Karamanoğullarının elinde bulunan Silifke, Mokan ve Gorgos kalelerini alarak, buralarda bulunan Karaman âilesi mensuplarını İstanbul’a gönderdi. Uzun Hasan’ın kardeşi Cihangir Beyin seçme Türkmen beylerinden müteşekkil ordusunu şehzâde Mustafa Çelebi ve Dâvûd Paşanın da desteğiyle yenerek Türkmen beylerini esir aldı (1472).
1473 Otlukbeli Savaşında sağ cenahta bulunan Gedik Ahmed Paşa, bu kısmın kesin gâlibiyetinde önemli rol oynadı. Akkoyunlu Seferi sırasında, Karamanoğulları ile müttefikleri olan Venedikliler tarafından alınan Anadolu’nun güney sâhilindeki bâzı kaleleri yeniden fetheden Ahmed Paşa, aynı sene Mahmûd Paşanın yerine sadrâzam tâyin edildi (1474).
Vezîriâzam olduktan sonra, 1475’te Karadeniz’deki Ceneviz kolonilerinin fethine memur edildi. Azak ve Menkub kalelerini aldı ve Kırım Hanlığını Osmanlı Devletinin himâyesine soktu. Bu fetihler aynı zamanda Karadeniz’in Türk gölü hâline getirilmesi projesinin ikinci safhasını da teşkil eder. 1476’da Fâtih Sultan Mehmed’le birlikte Boğdan ve Mora seferine çıkan Ahmed Paşa, İşkodra’nın fethine memur edildiğinde, bundan kaçındığı için vezîriâzamlıktan azledilerek, Rumeli Hisarına hapsedildi.
Bir süre sonra Hersekzâde Ahmed Paşanın delâleti ile hapisten çıkarılan Gedik Ahmed Paşa, donanma kumandanlığına tâyin edilerek, Gelibolu’ya gönderildi. 1478’de Limni’yi alarak, buraya Anadolu’nun Türk ahâlisini yerleştirdi. 1479’da Yunan Denizine sefere memur edilen Kapdânıderyâ Gedik Ahmed Paşa, Kefalonya, Zanta ve Santamaura adalarını fethetti. Ertesi sene Napoli Krallığının fethine memur edildi. Otranto’yu zabtetti ise de, daha ileri yürümesini Fâtih Sultan Mehmed’in vefâtı haberi engelledi.
Fâtih Sultan Mehmed’in vefâtından sonra devlet kadrolarında vazîfeye devâm etti. Cem Sultan olayında iki taraflı hareket ettiği kanâatine varan Sultan İkinci Bâyezîd tarafından 1482 yılında îdâm ettirildi. Fâtih devrindeki muzafferiyetlerin ve fetihlerin âmillerinden olan Gedik Ahmed Paşa, Türk târihinin nâdir kumandanlarından birisidir. En müşkil işleri başaran Ahmed Paşa, sert tabiatlı, fikrini saklamaz, mert ve dürüsttü. Ölümü, halk arasında sevilen bir şahsiyet olduğu için derin bir üzüntüye sebeb oldu.
Gedik Ahmed Paşa, İstanbul’da Afyonkarahisar’da ve Konya’da birçok hayrat yaptırmıştır. İstanbul’daki Gedik Paşa semti burada yaptırdığı eserlerden ismini almıştır. Afyon’da inşâ ettirdiği imâret, medrese ve kütüphâne hâlâ ayaktadır. Konya’da Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Zâviyesini de tâmir ettirmiştir.
Ege bölgesinin Büyük Menderes’ten sonra en uzun akarsuyu. İki kol hâlinde Gediz kasabasının güney doğusundaki Murat Dağı ile, kasaba çevresindeki Şaphâne Dağından doğar. Uşak’ın batısında bu iki kol birleşerek güneybatıya doğru ilerler. Dalgalı yaylalar içinde, ilerleyerek Selendi’nin güneyinden geçer. Daha sonra kuzeybatıya yönelir. Sâlihli civârında kendi adıyla anılan ovaya girmeden önce önü, Demirköprü Barajı ile kesilmiş ve gerisinde 20 km uzunluğunda bir göl meydana gelmiştir.
Daha sonra ova içerisinden geçen Gediz, sağdan Alaşehir Suyunu, Manisa yakınlarında Akhisar Ovasından gelen Kum Çayını alır. Manisa’nın yakınından geçerek Dumanlı Dağ ile Manisa Dağı arasındaki Menemen Boğazına girer. Menemen kasabasının kuzeyinden geçerek, delta ovasına girer ve Foça’nın güneyinde İzmir Körfezinde denize dökülür. Gediz’in eski adı Hermos’tur. 17.500 km2lik havzası vardır. Uzunluğu 401 kilometredir.
Gediz daha önce Menemen Boğazını geçtikten sonra, güneybatıya yönelerek İzmir Körfezinin daha güney kısımlarında sığ bir kıyıda denize dökülüyordu. Körfezi alüvyonlarıyla doldurma tehlikesine karşılık nehir yatağı 1886’da batıya doğru çevrilmiş ve körfezin kuzeyinde denize dökülmesi sağlanmıştır.
Nehrin suları yazın azalmakla birlikte, Alaşehir Suyunu aldığı yerden îtibâren Gediz Vâdisi (Gediz Ovası, Manisa Ovası vb.) Ege bölgesinin tarım bakımından en zengin bölgesinden biridir.
Alm. AufstoBen, rülpsen, Fr. Eructer, roter, İng. To belch, to eructate. Mîdede toplanan hava veya gazı sesli olarak ağızdan çıkarma. Yemek yeme esnâsında normal olarak az miktarda hava yutulur. Birçok kimseler bu havayı kolayca ve sessizce dışarı atabilirler. Şâyet yutulan hava fazla miktarda ise, sesli bir şekilde atılır, yâni geğirilir. Bu ses kulağa hoş gelmediği için topluluk içinde geğirmek nezâketsizlik sayılır.
Bâzı nörotik (sinirli) ve heyecanlı tipler, aşırı hava yuttuklarından, bunun netîcesi olarak çok geğirirler. Aslında fasit bir devre gibi çok geğirme sırasında tekrar hava yutulur. Bu yüzden bunların irâdeleriyle geğirmelerini durdurmaları en uygun tedâvi şeklidir. Bebekler de süt emme esnâsında hava yutarlar. Mîdede fazla hava birikince, bir rahatsızlık hissi verir. Bebekler, süt emdikten sonra, anneleri sırtlarına hafif hafif vurarak bu havayı çıkartırlarsa bebek rahatlar. Sakız, çiklet çiğnemekle ve karbonatlı içecekler, gazoz vb. içildiğinde bunların ihtivâ ettikleri maddeler, mîdedeki asitle karışarak karbondioksit gazı meydana getirirler. Bu gaz, geğirme ile dışarı atılır.
(Bkz. Radyoaktivite)