GAZİANTEP

İstiklâl Harbinde düşmana karşı kahramanca mücâdelesi sebebiyle “Gâzi” ünvânı verilmiş Güneydoğu Anadolu’da yer alan bir ilimiz. 36°28’ ve 38°01’ doğu boylamları ile 36°38’ ve 37°32’ kuzey enlemleri arasında kalan il toprakları; doğuda Urfa, kuzeydoğuda Adıyaman, kuzeyde Kahramanmaraş, batıda Adana ve Hatay illeri, güneyde ise Suriye sınırı ile çevrilidir. Trafik numarası 27’dir. Kilim, sabun, bulama, baklava ve fıstığıyla meşhurdur.

İsminin Menşei

Hititlilerce kurulan bu şehrin ismi “Hantap” idi. Hazret-i Ömer zamânında İslâm orduları tarafından fethedilince şehrin çevresindeki pınar ve sulara izâfeten “pınar şehri” (parlak pınar) mânâsına gelen “Ayntâb” ismi verildi. Türkler bu şehri fethedince, kendi telaffuzlarına uygun olarak “Antep” dediler. Birinci Dünyâ Harbini müteâkip Antep’i işgâl eden düşman kuvvetlerine karşı kahramanca mücâdele veren bu şehri, Türkiye Büyük Millet Meclisi, kânunla “Gâzi” ünvânını vererek “Gaziantep” yaptı. Batı kaynakları, Anadolu’nun her şehrinin ismini kendi kültürlerine göre değerlendirmişlerdir. Antep’in “Anthapt” (Kraliçe Ani’ye adanmış topraklar)dan geldiğini iddiâ ederler. Bu iddiânın gerçekle ilgisi yoktur.

Târihi

Gaziantep’in  bilinen târihi, M.Ö. 4000 bin senesine dayanır. Toprakları Eski Bâbil Devletine âitti. Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hititler, bu toprakları ele geçirdiler. Hititlerin son devirlerindeki Hitit Kargamış Krallığı bu bölgede kuruldu. Hurriler ve Mısır firavunları zaman zaman bu bölgeyi ele geçirdiler. Daha sonra Asurlar ve onun yerine geçen Yeni Bâbil ve bunu ortadan kaldıran Medlerin istilâsına uğradı. M.Ö. 4. asır sonlarında Anadolu ve İran’ı istilâ eden İskender, bu toprakları Makedonya Krallığına kattı. İskender’in ölümü üzerine buralar Selevkosların payına düştü.

M.Ö. birinci asırda Romalıların eline geçti. M.S. 395’te Roma ikiye bölününce, Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü. Bizanslılarla Sâsânîler arasında bu bölge için zaman zaman savaşlar oldu.Türklerin “Antep”, Arapların “Ayntab” dedikleri şehir, ortaçağda küçük bir kasabaydı. Buraya 10 km uzaklıkta bulunan Türklerin “Dülük” ve Arapların “Delûk” dedikleri şehir “Delichenus” (Doliche), o bölgenin mühim bir yerleşim merkeziydi. Bu bölge hazret-i Ömer zamânında Iyâz ibni Ganem rahmetullahi aleyh başkomutanlığındaki İslâm ordusu tarafından fethedildi. Bir ara Bizanslılar bu bölgeyi ele geçirmişlerse de Abbâsî Devleti zamânında Hârûn Reşîd tarafından tekrar geri alındı.

Onuncu asırda bu bölgede Araplarla Bizaslılar arasında şiddetli çarpışmalar cereyân etti. Fakat bu bölge yine Müslümanların elinde kaldı. Selçuklu Türkleri bu bölgeye 1071 Malazgirt Zaferinden az önce Afşin Bey kumandasındaki orduları ile hâkim oldular. Fakat bir müddet sonra ellerinden çıktı. 1084’te Anadolu’da Türk Selçuklu Devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Sultan Süleymân Şah yeniden bu bölgeyi fethetti. Bölge Sûriye Selçuklularından Alparslan’ın küçük oğlu Tutuş’un emrinde kaldı. 1098’de Birinci Haçlı Seferinde bu bölgeyi işgâl eden Haçlılar, Delûk ve civârını Urfa Kontluğuna, sonra da Maraş Senyörlüğüne bağladılar. Türk ordusu, 1150 senesinde Delûk önlerinde, Kudüs Kralı Baudoin’in kumandasındaki Haçlı ordusunu yok etti. Kral Baudoin, Delûk Kalesine sığındı. Türk Atabeyi Nûreddîn Zengî, kralın Kudüs’e gitmesine müsâade etti. Delûk ve civârını Nûreddîn Zengî fethetti. On ikinci asır sonlarında bu bölge Eyyûbî Devletine geçti. Bu devirde, Ayntâb (Antep) câmi ve saraylarla süslendi. 1270’te Moğolların eline geçmişse de, 1273’te Mısır-Suriye Türk Memlûk Sultânı Baybars geri aldı. 1400’de Timur Hanın eline geçen bölgeye bilâhare Karakoyunlu Hükümdârı Kara Yûsuf hâkim oldu. Karakoyunlulardan Dulkadirlilere, 1515’te Osmanlılara, bilâhare Memlûklere geçen bu bölge, 1516’da kesin olarak Osmanlı Devletinin topraklarına katıldı. 1839’da bir ara Kavalalı İbrâhim Paşanın elinde kalmıştır. Bunun dışında 1516-1919 arasında hiçbir işgâle mâruz kalmamıştır.

Osmanlı devrinde mühim bir kültür ve sanâyi merkezi oldu. Dericilik, yaycılık, boyacılık, yağcılık, dokumacılık ve sabunculuk çok gelişti. On dokuzuncu asrın sonunda, şehirde 70 boyahâne ve 3815 pamuklu tezgâh ve bunlarda çalışan 4000 kadar işçi bulunuyordu. Halı, kilim, alaca ve döşeme kumaşları meşhurdur. 1084’ten bu yana Antep’te Türk nüfûsu devamlı çoğunlukta oldu. Arap ve diğer etnik gruplar azınlıkta kaldılar. Birinci Dünyâ Harbi sonrası 15 Ocak 1919’da İngilizlerin işgâline uğradı. 9 ay 21 gün sonra İngilizler yerlerini 5 Kasım 1919’da Fransızlara devrettiler. Fransızlar dışardan getirdikleri silâhlı Ermeni çeteleriyle, o bölgede çok zulüm yaptılar. Antep halkı, Fransız ve Ermenilere karşı Nisan 1920’den 7 Şubat 1921’e kadar 10 ay 6 gün kahramanca mücâdele etti. Fransızlar Antep’ten geri çekildiler. Türkiye Büyük Millet Meclisi 1921 târihli ve 93 sayılı kânunla şehrin adını “Gâziayntâb” olarak değiştirdi. 1928’de ise bu isim “Gaziantep” şeklini aldı. “Ayn” kaynak pınar veya göz, “tâb” şehir mânâsındadır.

Osmanlılar devrinde Ayntâb, Dulkadir (Maraş) beylerbeyliğinin (eyâletinin) 5 sancağından (vilâyetinden) birine merkez olmuştu. Kilis ise Halep beylerbeyliğine bağlı 10 sancaktan birini teşkil etmiştir. Tanzimâttan sonra Halep eyâletinin 14 kazâlı merkez sancağına bağlı kazâlar arasında Ayntâb ve Kilis de vardır. Nizip ise aynı vilâyet içinde bulunan Urfa sancağının 5 kazâsından birisiydi. 1913’te Antep müstakil sancak oldu. Cumhûriyet devrinde bütün sancaklara (mutasarrıflıklara) “vilâyet” (il) denince, Antep de vilâyet merkezi oldu.

Fizikî Yapı

Topraklarının % 28’i ovalarla, % 52’si dağlar, % 18’i plato ve geri kalan % 2’si yaylalarla kaplıdır. Dağlar 1496 metreden yüksek değildir.

Dağları: Güneydoğu Torosların uzantıları, Sof Dağları, Dülükbaba Dağları, Sam Dağları, Güreniz Dağları, Ganibaba ve Sarıkaya Dağları ve Nur (Amanos) Dağları başlıcalarıdır. Bu dağ silsilesi içinde en yüksek yer Sof Dağları (Karakaş Tepesi 1496 m)dır. Karadağ (1008 m), Sarıkaya (1100 m), Dülükbaba (1250 m). Sof Dağlarının üzerinde küçük ovalar vardır. Geniş Gaziantep Platosu (Yaylası) Nizip Çayı, Sacır Suyu ve bunların kolları ile açılan vâdilerle parçalanmıştır.

Ovaları: İslâhiye Ovası: İlin en geniş ovasıdır. 850 km2 olup, İslâhiye, Fevzipaşa ve Sakçagöz’ü içine alır. Oğuzeli Ovası: 60 km2lik bir ovadır. Araban Ovası: 130 km2dir. Elbeyil Ovası: 200 km2dir. Denizden yüksekliği 600 metredir. Suriye sınırı boyunca Sacır Suyu ile Kilis arasında uzanır. Kilis Ovası: 100 km2 genişliğindedir. Bazalt bir eşik ile Elbeyli Ovasından ayrılır. Doğanpınar-Barak Ovası: Suriye sınırı boyunca uzanır. 280 kilometrekaredir. Çöllerden sonra Toros Dağlarının yükseldiği yerde, çölleri hilâl gibi sardığı için “Verimli Hilâl” diye adlandırılan ovada kurulan Gaziantep asırlarca Doğuya açılan pencere olmuştur.

Akarsuları: İlin akarsularının çoğu yazın kurur. Toprak yapısı suları sızdırır. Yeraltı suları bâzı yerlerde pınarlar olarak ortaya çıkar. Fırat Nehri, Gaziantep-Şanlıurfa sınırını çizer. Karasu 64 km uzunluğunda olup, Araban Ovasından geçer. Karasu ve kolları, Afrin Çayı ve Sabun Suyu Hatay Amir Gölü havzasına dökülür. Merzimen Çayı, Nizip Çayı, Fırat Irmağına karışır. Sacır Suyu, Akçakoyunlu yakınlarında sınırlarımızdan çıkıp, Suriye’de Fırat’a karışır.

İklim ve Bitki Örtüsü

İlin iklimi Akdeniz ve Doğu Anadolu iklimleri arasında bir geçiş özelliğini gösterir. Akdeniz iklimi ağır basar. Yazları sıcak ve kuraktır. Kışlar çok soğuk olmaz. Ortalama iki ay kar yağar. Toprak ortalama 15 gün kar altında kalır. Yağışlar çok istikrarsızdır. Bâzı seneye nazaran diğer sene iki misli yağmur yağar. Yağış ortalaması 550 milimetredir. Sıcaklık -17°C ile 48,8°C arasında seyreder.

İlin % 99’u tarıma elverişlidir. % 63’ü ekili dikili sahadır. % 22 orman ve fundalıktır. % 14’ü çayır ve mer’alardan ibârettir. Orman sahası azdır. Fundalık geniş bir yer kaplar. Dağlar orman, ova ve yaylalar otlak görünümündedir.

Ekonomi

Gaziantep, Güneydoğu Anadolu’nun en gelişmiş ilidir. Gelirinin % 40’ı tarımdan, % 25’i sanâyiden sağlanır. Faâl nüfûsun % 60’ı tarımda çalışır Önemli bir ticâret merkezidir.

Tarım: Gaziantep il toprakları her türlü tarım ürünlerinin yetişmesine müsâittir. Yaylalarda kuru tarım, ovalarda sulu tarım yapılır. Antep fıstığının ve üzümün en çok yetiştiği bir ildir. İl merkezi ve Kilis’te zeytin; il merkezi, Oğuzeli, Nizip, Kilis ve İslâhiye’de üzüm bağları; Araban, Nizip ve Yavuzeli’nde fıstık bahçeleri zengindir. Pirinç, pamuk, susam, tütün yetişir. Meyve ve sebzecilik yaygındır. Antep fıstığı bütün dünyâya buradan yayılmıştır. Şamlı tüccarlarla dünyâya dağıldığı için, Şam fıstığı denmiştir. Fıstık, ağaçlarda yetişir. Menengiç ağaçlarının aşılanması ile elde edilen fıstık ağaçlarının boyu 5-10 metredir. Tüysüz ve seyrek yapraklı bu ağaçta fıstıklar salkım hâlindedir. Üretim bir sene az bir sene çok olur. Yıllık üretim 5-25 bin ton arasında seyreder. Türkiye’nin fıstık istihsâlinin % 50-75’ini karşılar. 80 bin hektarlık bağlarda 20 çeşit üzüm yetişir. Beş milyon zeytin ağacından bol miktarda zeytin istihsal edilir. En çok domates olmak üzere, patlıcan, salatalık, kabak, sivri biber, turp ve diğerleri olarak yaklaşık 250 bin ton sebze yetişir. Ayrıca buğday, arpa, nohut, mercimek, pamuk, susam ve soğan üretilir. Zengin erik, nar, incir, ceviz ve zerdali bahçeleri de vardır.

Hayvancılık: İlin dağlık ve yaylalık bölgelerinde hayvancılık yapılır. Sığır azalırken küçükbaş hayvan çoğalmaktadır.

Ormancılık: Gaziantep orman bakımından oldukça fakir sayılır. Orman sâhası % 17 gözükmekteyse de, gerçek mânâda orman azdır. İlin sanâyi ve yakacak odun ihtiyâcını karşılamaktan uzaktır. Erozyonu önlemek için ağaçlandırma faâliyetine hız verilmiştir.

Mâdenleri: Gâziantep ili mâden bakımından da çok fakir sayılır. Çok az miktarda krom, manganez ve fosfor tuzu çıkarılır.

Sanâyi: Gaziantep sanâyi bakımından gelişmiş bir ildir. İrili ufaklı 500 sanâyi işletmesi vardır. Dokuma, iplik, un, sabun, deterjan, deri, plastik, çimento, salça, bisküvi ve yağ fabrikaları ön sırada yer alır. Sanâyi merkezi hâline gelen Gaziantep’te 45-200 Watt elektrik motorları, su santrifüjleri, matkap tezgâhları, soğuk hava depoları, akümülatör, kampana, piston, gömlek, cendere, vantilatör, aspiratör, su tesisat araçları, torna tezgâh, levha makinaları, leblebi kavurma makinaları, dondurma makinaları, bisküvi fırınları, iplik kurutma santrifüjleri, çikolata makinaları, şekerleme yapım ve ambalaj makinaları, dokuma ve desen makinaları, elektrik kaynağı makinaları, otomobil hava frenleri, tuz, bulgur ve un değirmenleri, üzüm presleri, otomatik kahve kavurma makinaları, briket makinaları, taş kırma konkasörü, elbise temizleme makinası, sanâyi gaz ocakları, çeşitli oto parçaları ve oto karoserleri yapılmaktadır. Gaziantep’te para kasacılığı da ilerlemektedir. Şifreli, alarmlı, tabancalı para kasalarından sonra, oksijenkaynağının kesemeyeceği kasa îmâline başlanmıştır.

Ulaşım: Gaziantep, kara, hava ve demiryolu ulaşımı bakımından zengin sayılır. Kuzeydoğu-Güney Suriye istikâmetindeki karayolu ile Akdeniz kıyılarını Güneydoğu Anadolu’ya bağlayan ve Gaziantep’ten geçen E-24 karayolu trafik bakımından çok yoğundur. Diyarbakır’dan Van ve Hakkâri’ye giden 6 nolu devlet yolu üzerindedir. Pozantı-Tarsus-Adana ve Gaziantep arasında yapılan Güney Oto Yolları sistemi; takrîben Gaziantep’e kadar 1995’te tamamlanacaktır. Gaziantep-Şanlıurfa arası kalan oto yol için de 1993 yılı içersinde etüd projesi yapılmış ve 2000’e kadar bitirilmesi planlanmıştır. Yol, üç gidiş üç geliş, toplam 6 şeritten ibârettir. 1995’te yolun bitiminde Adana-Gaziantep arası ulaşım 1,5 saate düşecektir.

Gaziantep’e 20 km uzaklıktaki hava alanından Ankara ve İstanbul’a devamlı ve düzenli uçak seferleriyle Türkiye’nin her yanına ulaşma imkânı vardır. Gaziantep il sınırları içinde 325 km gibi uzun bir demiryolu ağı bulunur. Adana’dan gelen demiryolu Gaziantep il sınırına girince Fevzipaşa istasyonunda iki kola ayrılır. Bir kol güneye iner. Üzerindeki Meydanekbez’den Suriye topraklarına girer. İkinci kol Maraş’ın Narlı istasyonundan il merkezine, Nizip ve Kargamış istasyonlarından sonra Haydarpaşa-Bağdat demiryolu ile birleşir. Suriye sınırının bir kısmından seyreden bu hattın bir kolu Halep’e, diğeri Bağdat’a ulaşır. Böylece demiryolu Gaziantep ilini üç hatla kat eder.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Nüfus: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 1.140.594 olup, 821.127’si ilçelerde, 319.467’si köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 7642 km2 olup, nüfus yoğunluğu 149’dur.

Örf ve Âdetleri: Gaziantep 7. asırda hazret-i Ömer zamânında İslâm orduları tarafından fethedilerek, Bizanslılardan alındı. On birinci asrın sonlarına kadar Müslümanlarla Bizanslılar arasında, 12. asrın ortalarına kadar Selçuklu Türkleriyle Bizanslılar ve Haçlılar arasında zaman zaman el değiştirdi. On ikinci asrın ortalarından 1516’ya kadar Türkler ve kısa bir müddet Araplar bölgeye hâkim oldu. Yavuz Sultan Selim Han, 1516’da bu bölgeyi Osmanlı Devletine kattı. Bölge, Türk-İslâm kültürü ile yoğrulmuş olup, diğer kültürler 7. asırda kaybolmuş ve Bizansla Haçlı ordularının ve 19. asırda Amerikalı Protestan misyonerlerinin açtığı Amerikan Koleji ile yeniden tesis edilmek istenen Hıristiyan kültürü, filiz vermeden kurumuştur. Gaziantep’in bütün sosyal yaşayışında Türk-İslâm kültürü hâkimiyetini devâm ettirmektedir.

Kıyâfet: Mahallî kıyâfet her yerde olduğu gibi burada da unutuldu. Köylerde hâlen üste mâvi çuhadan yapılan fermana (önü açık, yakasız, kol ağzı dar çeket) ile alt kısma şalvar ve üçetek entari giyilir. Çarşafla başa “meşafe” denilen kareli örtü sararlar. Yemekleri: Gaziantep’in baklavası meşhurdur. Yemeklerde nâne, sarmısak, kırmızı biber ve baharat çok kullanılır. Üzümden yapılan ve “şire” (üzüm peksimeti) denilen çerezleri meşhurdur. Antep sucuğu, Besni sucuk ve pestili, Samsa ve Bastık başlıcalarıdır. Nüfus ve imkânlarına göre Türkiye’nin en çok eğlence yeri Gaziantep’tedir. Eğlenceye düşkündürler. Çiğ köfte, içli köfte ve lahmacun yaygındır. Kilis kebabı, Alenazik, simit kebabı, kabaklama, sarmısak ve erik tavası, yeni dünyâ ve elma kebabı meşhurdur. Folklor: Halk müziği ve oyunları bakımından Gaziantep en zengin ilimizdir. Halk oyunları çeşitli olup, en yaygını “halaylar”dır. Barak ağzı denilen okuyuş biçimleri, türkü ve ağıtları, uzun havaları meşhurdur. Halk edebiyâtı çok zengin olup, pekçok meşhur halk şâiri ve ozan yetişmiştir. El sanatları: Gaziantep’te el işlemeciliği, kilim dokumacılığı ve bakırcılık çok yaygın ve üstün bir seviyededir. Bakır vazo, mangal ve diğer turistik bakır eşyâlar çok kıymetlidir. Küçük el tezgâhlarında bez, halı, keçe, aba, kilim dokunur.

Eğitim: Gaziantep 7. asırdan bu yana bölgenin kültür merkezi olmuştur. Osmanlılar devrinde pekçok medrese, ipekçilik ve ticâret okulları bulunuyordu. Hâlen okuma-yazma oranı yüzde 60’ı yeni aşmıştır. İlde 81 anaokulu, 787 ilkokul, 68 ortaokul, 9 meslekî ve teknik ortaokul, 20 lise, 18 meslekî ve teknik lise vardır. Gaziantep Üniversitesine bağlı Eğitim Fakültesi, Mühendislik Fakültesi, Tıp Fakültesi ve Yabancı Diller Okulu gibi yüksek öğretim kurumları mevcuttur.

Yetişen meşhurlar: Târih boyunca bir kültür merkezi olan Gaziantep’te pekçok ilim ve edebiyât adamı yetişmiştir. Bunlardan bâzıları: Türk târihçisi Aynî, Şâir İbn-i Bâlî, Muhammed Münib, Mütercim Âsım Efendi, Şâir Münip Efendi, Maârif Nâzırı Tâhir Münif Paşa (7 dil bilirdi), Karacaoğlan, Gündeşlioğlu, Deli Boran, Âşık Hacı gibi ozanlardır. Kuvay-ı Milliye kumandanlarından Şâhin Bey (üsteğmen Said Efendi), Fransızlara karşı yaptığı savaşta şehid oldu. Halk arasında destanlaştı. Merkez Elif köyü aşîret reisi Karayılan Molla Mehmed, Fransızlara karşı ilk mücâdeleyi başlatarak şehid oldu. Şıh Câmiinde gömülüdür.

İlçeleri

Gaziantep’in on ilçesi vardır. Şehitkâmil ve Şâhinbey ilçeleri il merkezini meydana getirir.

Şâhinbey: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 422.671 olup, 384.510’u ilçe merkezinde, 38.161’i köylerde yaşamaktadır. İl merkezini meydana getiren ilçelerden biridir.

Şehitkâmil: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 267.177 olup, 218.924’ü ilçe merkezinde 48.253’ü köylerde yaşamaktadır. İl merkezini meydana getiren diğer ilçedir.

Araban: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 36.773 olup, 14.275’i ilçe merkezinde, 22.498’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 38 köyü vardır. Yüzölçümü 496 km2 olup, nüfus yoğunluğu 74’tür. İlçe toprakları 1000- 1500 m yükseklikte bir platonun üzerinde yer alır. Batısını Kartal (Sof) Dağları engebelendirir. İlçe topraklarını Fırat Irmağı ve Karasu Çayı sular. Orta kesimde yer alan Araban Ovası, oldukça verimlidir.

Ekonomisi, tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri tahıl ve pamuktur. Zeytincilik yapılan ilçede bağlar ve fıstık ağaçları boldur. İlçe merkezi, Karasu Çayının iki yakasında kurulmuştur. İl merkezine 64 km mesâfededir. 1957’de ilçe olan Araban’ın belediyesi aynı sene kurulmuştur.

İslâhiye: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 72.235 olup, 34.607’si ilçe merkezinde, 37.628’i köylerde yaşamaktadır. İlçe toprakları dağlarla çevrili düzlüklerden meydana gelir. Batısında Amanos (Nur) Dağları, doğusunda ise Kartal (Sof) Dağı yer alır. Dağların orta kesiminde yer alan İslâhiye Ovası verimlidir. İlçe topraklarını sulayan akarsuların en önemlisi Karaçay (Karasu)dır. Bu akarsuyun üzerinde sulama gâyeli Tahtaköprü Barajı kurulmuştur.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, soğan, şekerpancarı, pamuk, üzüm, zeytin, sarmısak, baklagillerdir. Akarsu kenarlarında yaygın olarak sebze yetiştirilir. Dağlık kesimlerde hayvancılık ve ormancılık başlıca geçim kaynağıdır. Orman ürünlerini işleyen, metal eşyâ ve makina üreten atölyeler başlıca sanâyi kuruluşlarıdır. İlçe topraklarında boksit ve dolamit yatakları vardır.

İlçe merkezi Gavur Dağlarının eteklerinde kurulmuştur. Haydarpaşa-Bağdat demiryolu ile Kahramanmaraş-Antalya karayolu ilçeden geçer. İl merkezine 88 km mesâfededir. Eski bir yerleşim merkezidir. İlçe belediyesi 1894’te kurulmuştur.

Kargamış: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 15.380 olup, 3430’u ilçe merkezinde, 11.950’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 36 köyü vardır. İlçe toprakları orta yükseklikte düzlüklerden meydana gelir. Fırat Nehri topraklarını sular.

Ekonomisi tarım ve sınır ticâretine dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri antepfıstığı, zeytin, mercimek, buğday, pamuk, şekerpancarı ve sebze yetiştirilir. İlçe merkezi Fırat Nehri kıyısında kurulmuştur. Gaziantep-Akçakale-Nusaybin demiryolu ilçeden geçer. Kargamış ve Belkıs harâbeleri, târihî su yolları bu ilçededir. Eski ismi Barak’tır. Nizip ilçesine bağlı bucakken, 9 Mayıs 1990’da 3644 sayılı kânunla ilçe oldu.

Kilis: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 121.752 olup, 82.882’si ilçe merkezinde, 38.870’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 33, Musabeyli bucağına bağlı 57 köyü vardır. Yüzölçümü 1243 km2 olup, nüfus yoğunluğu 98’dir. İlçe toprakları dalgalı düzlüklerden meydana gelir. Balık Suyu, Afrin Çayı ve Sabun Suyu başlıca akarsularıdır.

Ekonomisi tarım ve sınır ticâretine dayanır. Başlıca tarım ürünleri sebze ve meyvedir. En çok üzüm, zeytin, incir ve nar yetiştirilir. Ayrıca önemli miktarda buğday, arpa,mercimek, soğan ve sarmısak yetiştirilir. Hayvancılık gelişmiştir. En çok Kilis keçisi ve koyun beslenir. Öncüpınar sınır kapısından Suriye ile sınır ticâreti yapılır. İlçe topraklarında fosfat ve manganez yatakları vardır.

İlçe merkezi Acar Dağının güney eteklerinde kurulmuştur. Denizden yüksekliği 670 metredir. Târihi çok eski bir yerleşim merkezidir. Asur yazılı tabletlerinde, Kilis’ten “Kitizi” diye bahsedilir. Hazret-i Ömer zamânında fethedilen Kilis, Yavuz Sultan Selim Han zamânında Osmanlı topraklarına katıldı. İl merkezine 44 km mesâfededir. Gaziantep-Suriye karayolu ilçeden geçer. Belediyesi 1883’te kurulmuştur.

Nizip: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 106.381 olup, 58.604’ü ilçe merkezinde, 47.777’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 81 köyü vardır. İlçe toprakları orta yükseklikte engebeli arâziden meydana gelir. Kuzeyinde Gaziantep Platosu, güney kesiminde ise Barak Ovası yer alır. İlçe topraklarını Nizip Çayı sular.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri; arpa, zeytin, buğday, üzüm, mercimek, antep fıstığı ve soğan olup, ayrıca az miktarda nohut ve pamuk yetiştirilir. Canlı hayvan ticâretine yönelik koyun ve keçi beslenir. Zeytinyağı ve sabun fabrikaları başlıca sanâyi kuruluşlarıdır.

İlçe merkezi Nizip Çayı vâdisinde kurulmuştur. İl merkezine 45 km mesâfededir. Târihi çok eski bir yerleşim merkezidir. Târihî eserler bakımından zengindir. İlçe belediyesi 1911’de kurulmuştur.

Nurdağı: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 31.609 olup, 7048’i ilçe merkezinde, 24.561’i köylerde yaşamaktadır. İlçe toprakları orta yükseklikteki düzlüklerden meydana gelir.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri zeytin, şekerpancarı buğday, üzüm, soğan ve baklagillerdir. İslâhiye ilçesi Fevzipaşa bucağına bağlı belediyelik bir köyken 9 Mayıs 1990’da 3644 sayılı kânunla ilçe oldu. Kahramanmaraş sınırındadır.

Oğuzeli: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 42.661 olup, 9983’ü ilçe merkezinde, 32.678’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 27, Elbeyli bucağına bağlı 20, Doğanpınar bucağına bağlı 41 köyü vardır. Yüzölçümü 463 km2 olup, nüfus yoğunluğu 92’dir. İlçe toprakları Tilbaşar Ovasında yer alır. Topraklarını Sacır Suyu ve Balık Suyu sular.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, üzüm, arpa, mercimek, nohut, soğan, sarmısak olup, ayrıca az miktarda incir, nar, pamuk, mısır, zeytin ve antepfıstığı yetiştirilir. Canlı hayvan ticâretine dayalı olarak Kilis keçisi ve koyun beslenir. Yaygın bir şekilde sınır ticâreti yapılır.

İlçe merkezi, Tilbaşar Ovasında Sacır Suyu kenarında kurulmuştur. Denizden yüksekliği 700 metredir. İlçenin etrâfı bağ ve bahçelerle kaplıdır. İl merkezine 16 km mesâfededir. İlçe belediyesi 1946’da kurulmuştur.

Yavuzeli: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 23.955 olup, 6864’ü ilçe merkezinde 17.091’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 30 köyü vardır. Yüzölçümü 463 km2 olup, nüfus yoğunluğu 51’dir. İlçe toprakları orta yükseklikteki dalgalı düzlüklerden meydana gelir. Başlıca akarsuyu ovayı sulayan Bozatlı Deresi olarak da bilinen Merzimen Deresidir.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, nohut, mercimek, antepfıstığı ve pamuktur. Hayvancılık ikinci derecede gelir kaynağıdır. İlçe merkezi Yavuzeli Ovasında kurulmuştur. Gaziantep-Adıyaman karayolu ilçe merkezinden geçer. İl merkezine 37 km mesâfededir. İlçe belediyesi 1958’de kurulmuştur.

Târihî Eserler ve Turistik Yerleri

Gaziantep târihî ve turistik yerler bakımından olduğu gibi, Ortadoğu ülkeleri ile Türkiye arasındaki yolların kavşak noktası olduğu için dış ve iç turizmi hareketlidir. Gaziantep ilinde 100’e yakın kale, höyük, harâbe, eski devirlere âit şehir kalıntıları, yüzlerce türbe, çeşitli devirlere âit çok sayıda câmi vardır.

Gaziantep Kalesi: Çok eski bir kaledir. Abbâsî Halîfesi Hârûn Reşîd, 6. asırda Bizans İmparatoru Justinianus ve 16. asırda Osmanlılar tâmir ettirmiştir. Kale dâire şeklinde olup, duvarlarının uzunluğu, 1200 metredir. 26 burcu, câmi ve diğer yapıların kalıntıları ile kalenin etrâfında derin çukurlar vardır. Kale şehre hâkim bir yerdedir. Kale hakkında pekçok efsâneler vardır.

Revanda Kalesi: Gaziantep-Kilis arasındadır.Yapım târihi bilinmemektedir. Muhteşem bir yapı olup, duvar ve burçları sağlamdır. Kale içinde su sarnıçları ve yapı kalıntıları vardır.

Tilbaşar Kalesi: Oğuzeli ilçesine 10 km uzaklıktadır. Eski adı Türbessel’dir. Sultan Mes’ûd’un oğlu Kılıç Arslan 1149’da bu kaleyi feth etmiştir. Eski devirlerde büyük bir ticâret ve sanâyi şehriydi.

Ömeriye Câmii: Hazret-i Ömer zamânında yapılmış târihî bir câmidir. 1210, 1785 ve 1850’de tâmir görmüştür. Karataş ve al mermerden yapılan mihrabı, sanat şâheseridir. Düğmeci Mahallesindedir.

Şeyh Fethullah Câmii: Yazıcık semtindedir. On altıncı asır ortalarında Şeyh Fethullah bin Abdülkerîm tarafından yaptırılmıştır. Mihrâbı, minberi ve kırmızı mozaikleri meşhurdur.

Alâüddevle Câmii: Uzun Çarşı Mahallesindedir. Dulkadiroğullarından Alâüddevle Bozkurt Bey zamânında yapıldığı tahmin edilmektedir. Gördüğü tâmirâtlar yüzünden sâdece minâresi ilk günkü gibi zamânımıza kadar gelmiştir. Dulkadiroğullarından günümüze kadar ulaşan tek eser olarak bilinmektedir.

Hüseyin Paşa (Çıkrıkçı) Câmii: Gâziler Caddesindedir. On sekizinci asır başlarında Kethüdâ Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmıştır. Çok köşeli minâre iki şerefelidir.

Ulu Câmi: Kilis ilçesindedir. Memlûkler döneminde Hacı Halil bin Abdullah tarafından 1334’te yaptırılmıştır. Kuzey tarafında dokuz kapı vardır. 1709 ve 1905’te tâmir edilmiştir.

Canbolat Bey Câmii: Kilis’te olup, Kânûnî Sultan Süleymân Han devrinde Beylerbeyi Canbolat Bey tarafından yaptırılmıştır. Kare plânlı, tek kubbeli Osmanlı câmilerinin ince örneklerindendir. Tekye Câmii de denir. Kudüs’teki Kubbet-üs-Sahrâ’ya benzer. Mihrâbı taş işçilik bakımındançok güzeldir.

Şeyhler Câmii: Kilis’in Şeyhler Mahallesindedir. 1665’te Abaza Hasan Paşa tarafından yaptırılmıştır. Minâresi sekiz köşeli olup, kalın ve kısa gövdelidir.

Leylek Câmii: Nizip ilçesinde olup, çok eski ve târihî hâtırası büyük mânevî değeri olan bir câmidir. İlkbaharda leylekler gelince, bu câminin şerefesine yuva yapmalarından dolayı bu isim verilmiştir. Büyük İslâm kumandanlarından Hâlid bin Velîd radıyallahü anh, Irak’ta Bizans ordusunu yenince, Nizip’e gelip, Leylek Câmiinde misâfir kalmıştır. Çok sevdiği Hasan Mader’i (rahmetullahi aleyh) bu câmiye imâm tâyin etmişti. Bu zâtın türbesi câminin bahçesindedir. O zamâna âit câmi, zamanla yıkılınca, yeniden tâmir edildi.

Ramazaniye Medresesi: Ahmed Çelebi Câmii yanındadır. 1713’te Seyyid Ahmed bin Şeyh Ramazan tarafından yaptırılmıştır. Aslı tek katlı olan medresenin üstüne günümüzde bir kat daha ilâve edilmiştir.

Mevlevîhâne: Kilis’te hükûmet konağı karşısındadır. Kitâbesinden 1525’te Abdülhamîd Murtaza Efendi tarafından Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî adına yapılmıştır. Halk arasında Aktekke adıyla bilinmektedir. Bâzı bölümleri günümüze ulaşmamıştır.

Debbağhâne Köprüsü: İl merkezinde Alleben Deresi üzerinde yapılmıştır. Yıkık vaziyettedir. Kitâbesinden 1259’da Melik Nâsır tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır.

Taş Köprü: Nizip Çayı üzerindedir. 1468’de yapılmıştır. 1942’de Hacı Reşîd Efendi tâmir ettirmiştir. 1953’te sel felâketinde tahrib olunca, halk tarafından tâmir ettirilmiştir. Uzunuluğu 23 m, yüksekliği 4.80 m olup, beyaz taştan yapılan üç ayağı vardır.

Eski çağlara âit eserler:

Gaziantep ve çevresinin çok eskiden beri yerleşim merkezi olduğu bilinmektedir. Eski devirlerin en önemli merkezleri olan Tılmen Höyük ve Gedikli bu bölgededir.

Kilise: Nizip’te Romalılardan kalmadır.Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem dünyâyı teşrif ettiklerinde (doğum günü) haçları yıkılan (uçan) 7 kiliseden biridir. Burası uzun zaman câmi olarak kullanılmıştır.

Yeşemek Heykel Atelyesi: İslâhiye’nin 20 km yakınındadır. Karatepe’nin kuzey sırtında kurulmuş açık hava atelyesidir. Dünyâda bir benzeri yoktur. Etilerden kalmadır. Heykeller burada yapılır, sipâriş edilen yerde ise ince işçiliği tamamlanırdı. Hâlen yüzlerce heykel bulunmaktadır.

Kaya Mezarları: Dülükbaba, Ayizlitepe, Dülük ve Halilbaş köyleri civârında bulunan bu mezarlar, 5-15 basamak ile inilen yeraltı mağaraları içindedir. Mağaralarda 3 ile 9 tâne kayadan oyma sâbit lâhitler bulunmaktadır. Romalılardan kalmadır.

Kargamış: Kargamış ilçesi yakınındaki “Kargamış” eski devirlerin en büyük şehirlerinden biriydi. Şehri M.Ö. 10. asırda Hititler kurmuşlardır. Kazılarda Hititlerle ilgili çok eser ortaya çıkarılmıştır. Kargamış harâbelerinden çıkan 10 heykel İngiltere’ye kaçırılmıştır. Bunlar “British Müzesi’ndeki en kıymetli eserlerdir. Gaziantep müzesinde sert taştan “ortostad” (dik düzgün duran taş) parçası, M.Ö. 800 yıllarına âittir. Törene iştirak eden bir insan tasviridir. Geç Hitit devrine âittir.

Belkıs (Zugma): M.Ö. 3. asırdaki bir şehrin kalıntılarıdır. Kale, saray, sarnıç, hamam ve çeşitli harâbeler vardır. Nizip-Birecik karayolu üzerindedir. 30 merdivenle inilen yeraltı mahzeni ilgi çekicidir. Belkıs köyü Nizip’e 10 km uzaklıktadır. Buradan çıkarılıp İtalya, Fransa ve İngiltere’ye kaçırılan eserler, bu ülke müzelerindedir. Kalesi yüksek bir yerdedir.

Kiriş (Korus) “Horoz” Harâbeleri: Kilis’e 20 km mesâfededir. Yapılan kazılarda Romalılar ve İskender devrine âit kale, tiyatro, tapınak harâbeleri ile câmi, çok sayıda sütun başlığı ve Roma sikkeleri bulunmuştur. Câmi yanında hazret-i Dâvûd aleyhisselâmın komutanlarından Orya Nebi’ye âit türbe vardır. Kale içindedir.

Düllük: Gaziantep’e 10 km uzaklıkta târihî ve eski bir şehirdir. Pekçok harâbeler mevcuttur. “Düllûk” ve “Delük” de denir.

Zincirli (Şamal): M.Ö. 1200 yıllarında Hititlerden kalma bir şehirdir. Asurlular tarafından ele geçirilmiştir. Şehir harâbelerinden çıkarılan eserler Ankara ve Berlin müzesindedir. Burası küçük bir Hitit Krallığıydı. Asurlular işgâl ettiler.

Sakçagöz (Keferdiz) Caba Höyük: Saçagöz köyü yakınındadır. Aksu ve Karasu Vâdisinde dört Hitit krallığı vardı. Berlin Müzesinde 971 numaralı “kralın arslan avı” taş üzerindeki kabartma bu höyükten kaçırılmıştır.

Cıncıklı: İslâhiye yakınlarındadır. İslâhiye geçidini korumak için Bizanslılar yapmıştır. Renkli mozayik ve geometrik şekilli resimlerle süslüdür.

Gedikli (Kara) Höyük: Kazılarda eski devirlerden kalma eserlerle Roma’ya âit seramik ve sikkeler bulunmuştur.

Şehitlik Anıtı: Antep savunmasında şehid düşenlerin hâtırasına dikilen anıttır.

Şâhinbey Anıtı: Gaziantep-Kilis yolu üzerindedir. Fransızlara karşı savaşda 28 Mart 1920’de şehîd düşen Şâhin Bey için yapılmıştır.

Arkeoloji Müzesi: Selçuklu devrine âit medresede kurulan bu müzede önemli Hitit eserleri vardır. Müze daha önce Nuri Paşa Câmiindeydi.

Mesîre yerleri:

Orman bakımından zengin olmayan Gaziantep’te mesîre yerleri olarak bağlık ve bahçelik yörelerden ve pınarbaşlarından faydalanılmaktadır. Başlıca mesîre yerleri şunlardır:

Kavaklık: Gaziantep’in içinden geçen Alleben Deresi çevresinde 400 dönümlük yeşil ve ağaçlık bir bölgedir.

Dutluk: İl mekkezine 5 km uzaklıkta, dut ve kayısı ağaçları, soğuk pınarları ve bahçeleri ile güzel bir mesîre yeridir.

Sofdağı: İl merkezine 15 km uzaklıkta havası, suyu ve manzarası çok güzel bir piknik yeridir.

Başpınar: Gaziantep’e 10 km mesâfede soğuk suları ve yeşilliğiyle meşhur bir mesîre yeridir.

Akpınar: Kilis yolu üzerindedir. Yerden sıcak su fışkırır. Burada yapılan çiğ köfte meşhurdur.

GAZNELİ MAHMÛD

Gazneliler Devletinin en büyük hükümdârı, Hindistan Fâtihi ve büyük İslâm kahramanı. 2 Kasım 971 (H.361) târihinde doğdu. Babası Gazneliler Devletinin kurucusu Sebük Tegin, annesi ise Zâbulistan bölgesinden asil bir âilenin kızıydı.

Daha gençlik yıllarında devlet idâresinde görev almaya başladı ve babasının yanısıra katıldığı savaşlarda cesâret ve zekâsıyla kendini gösterdi. Babası Sebük Tegin’in vefâtı üzerine, orada bulunan küçük kardeşi İsmâil, yerine geçti ise de, Sultan Mahmûd hemen Gazne’ye giderek, mülkünü kardeşinin elinden aldı ve saltanatını îlân etti (997). Sâmânîlerin elinde kalmış olan Buhârâ, Horasan, Herat, Belh, Bust ve Kâbil’i zaptetti. İran ve Irak taraflarında hüküm süren Şiî Büveyhîler (932-1062) ile önce savaş ve sonra sulh ederek saltanatını tanıttırdı. Şâfiî âlimi Ebû Hâmid İsfahânî’yi Bağdat’taki Abbâsî halîfesine gönderdi. Halîfe el-Kadir (991-1030), Gazneli Mahmûd’un elçisini memnûniyetle karşıladı. Yeni hükümdâra saltanat alâmetlerinden hil’at, tâç, bayrakla birlikte, sâhib olduğu ülkelerin “Ahid”ini gönderip, “Yemînü’d-Devle”, “Velî Emîrü’l-Mü’minîn” ve “Emîrü’l-Mille” lakablarını verdi. Sultan, gönderilenleri kabulden sonra İslâm dînini yaymak ve İslâm düşmanlarıyla mücâdele etmek için her yıl Hindistan’a sefer yapmayı vâdetti. Bundan sonra başşehir Gazne’de büyük bir merâsimle hil’ati ve tâcı giyen Mahmûd, Abbâsî Halîfesi El-Kadir adına hutbe okuttu.

Sultan Mahmûd sırasıyla Horasan ile bugünkü Afganistan ve Belûcistan denilen ülkeleri tamâmen hükmü altına aldı. Mâverâünnehr Hânı İlikHan ve sonra Kadir Hanla savaşarak, Ceyhûn’un ötesine ve Harezm’e kadar sınırlarını genişletti. Şiî Büveyhîlerden İran ve Irak taraflarında Rey, İsfehan, Kazvin, Sâve, Zencan, Ebher şehir ve kalelerini alıp, sapık akımlara kapılanları şiddetle cezâlandırdı. Râfizîliği ve felsefî ideolojilere âit kitapları imhâ ettirip, yıkıcı faaliyetlere katılanları sıkıca tâkib ettirdi.

Gazneli Mahmûd böylece ülkesinin kuzey cephesini emniyete aldıktan sonra, tahta çıkarken yaptığı yemine ve verdiği söze sâdık kalarak Hint seferlerine başlamaya karar verdi. Eylül 1000 târihinde ilk Hind Seferine çıkan Sultan Mahmûd, bu târihten 1027 yılına kadar Hindistan’a on yedi büyük sefer düzenledi.

Birinci seferine Eylül 1000 târihinde çıktı. Kabil’in doğusunda Lamgan bölgesinde Hintlilerin elinde bulunan birkaç kaleyi zabtederek geri döndü. Sultan Mahmûd’un İkinci Hind Seferi, Vayhand Racası Caypal’e karşı oldu. 27 Kasım 1001 târihinde Peşaver yakınlarında yapılan savaşı Gazneli ordusu kazandı. Caypal on beş kadar oğlu, torunu ve büyük kumandanlarıyla esir düştü. Sultan Mahmûd’un eline bu zaferden sonra muazzam bir ganîmet geçti. 1004 yılında Bhatiya bölgesi racası Beci Ray üzerine yürüdü. Bu seferde Bhatiya Racalığının bütün bölgelerini ele geçirdi. Bölgede mescitler ve minberler inşâ ettiren Sultan, İslâmiyetin esaslarını öğretmeleri için âlimler de tâyin etti.

Sultan Mahmûd dördüncü seferini Multan üzerine yaptı. Multan Hâkimi Ebü’l-Feth Dâvûd, Karmatî bozuk inanışına sâhib olup, Ehl-i sünnet düşmanıydı. Gazne ordusunun üzerine geldiğini haber alan Ebü’l-Feth şehri terk ederek İndus Nehri üzerindeki bir adaya kaçtı. Multan’ı zabteden Sultan, buradaki Karmatîleri cezâlandırdı. 1008 yılında Multan’ın yeni vâlisi Suhpal’ın Müslümanlığı terk ederek Moğol dînine dönmesi üzerine, Sultan Mahmûd çetin kış şartlarına rağmen Beşinci Hint Seferine çıktı. Multan önünde yapılan savaşı kazanarak, Suhpal’ı tutuklatıp Multan ve çevresinin idâresini komutanlarından Tegin Hazin’e bırakarak Gazne’ye döndü. Aynı yıl Kuzeybatı Hindistan ve Pencab bölgesi racalarının İslâmiyetin yayılmasını önlemek üzere faaliyete girişmeleri üzerine tekrar harekete geçen Sultan Mahmûd, müttefik kuvvetlere karşı Vayhand şehri ovasında yapılan muhârebeyi ağır kayıplar vererek kazandı. Ancak bu savaş ile Kuzey Hindistan racalarının kuvvetleri ezilmiş ve Pencab yolu Müslüman-Türk orduları için güvenli bir hâle getirilmiş oldu.

Sultan Mahmûd, Ekim 1009 târihinde büyük bir ticâret merkezi olan Narayyanpur’u zabtetti. 1010 târihinde çıktığı seferde Multan’ı bütünüyle fethetti. Müslümanlara eziyet eden Karmatîlere ağır bir darbe daha indirildi. 1014 târihinde çıkılan Dokuzuncu Hint Seferinde Nandana Kalesinin fethinden sonra Keşmir üzerine yüründü. Keşmir kuvvetleri iki defâ bozguna uğratıldı. Bu zaferin Hindistan’daki yankıları pek büyük oldu ve İslâmiyet en uzak yerlere kadar yayıldı.

Sultan Mahmûd, onuncu seferini, Hintlilerce mukaddes bilinen pekçok tapınak ve putun bulunduğu Thanesar şehrine yaptı. Hiçbir mukâvemetle karşılaşmadan şehre giren Sultan, bütün putları kırdırdı. “Çakrasvami” adındaki en meşhur putu Gazne’ye götürerek halka gösterdi. Bu zafer Hinduların Müslümanları tanımalarına sebeb oldu. Bunun netîcesinde pekçok kimse İslâmiyetle şereflendi. 1015 yılında Keşmir yolu üzerine Lokhot Kalesini kuşattı ise de şiddetli kış yüzünden bir netîce elde edemeyerek geri döndü.

Hint dünyâsı Sultan Mahmûd’dan o derece yılmıştı ki, herhangi bir yere sefere çıksa şöhreti ondan önce varıyor ve şehirler korkudan teslim oluyordu. On ikinci seferini zengin ve bayındır bir ülke olan Kanave’a karşı yaptı. Sirsava Kalesini zaptetti. Baran (Bulendşehr) Kalesi önüne geldiğinde Raca Hardat, Sultânı karşılayarak Müslüman olduğunu bildirdi ve şehri teslim etti. Onunla birlikte 10.000 taraftarı da İslâmiyeti kabul etti. Mahmûd Han, sefere devamla Cumne ile Ganj nehirleri arasında bütün şehirleri aldı. 20 Aralık 1018’de de asıl hedefi olan Kanave’i fethetti. Bu seferden tahmînen üç milyon dirhem para, altmış bin esir ve beş yüz fil ganîmet ile dönüldü.

1020 yılında Kalincar, 1021’de Keşmir ve 1022’de tekrar Kalincar racaları üzerine seferler düzenleyen Sultan, bunları itâat altına aldı. On altıncı ve en meşhur seferleri Somnat üzerine yaptı. Bu şehirde bulunan kutsal bir tapınaktaki put her yıl yüzbinlerce Hindû tarafından ziyâret edilir ve en kıymetli mücevherlerle süslenirdi. Sultan Mahmûd bunu işitince bu sapık inançla birlikte o putu da yıkmaya karar verdi. Bu sâyede Hintliler arasında İslâm dîninin yayılması da çabuklaşmış olacaktı. 18 Ekim 1025 târihinde otuz bin atlı ve yüzlerce gönüllüden meydana gelen orduyla harekete geçen Sultan, 8 Ocak’ta Somnat’ı zabtetti. Tapınağa girdikten sonra müezzine, tapınağın üzerine çıkarak ezân okumasını emretti. Tapınaktaki putların tamâmını kırdırdı. Rivâyete göre tapınaktaki ganîmetten Sultân’ın payına düşen beşte bir malın değeri yirmi milyon dînâr idi. On yedinci seferinde ise Karmatî olan Mansura hâkimi Hafif’i cezâlandırdı.

Yemînüddevle Mahmûd Gaznevî, cihangirâne fetihleri yanında, âlim bir zât olup, ilme ve sanata büyük önem verirdi. Sultan’ın sarayında her gün âlim ve şâirlerle devamlı ilmî müzâkereler yapılırdı. Sultan bu toplantıların birçoğuna kendisi de iştirâk ederdi. Sultan Mahmûd’un adına birçok eserler yazılmış olup, kendisine takdim edilmiştir. Firdevsî’nin Şehnâme’si bunlardan biridir. Ehl-i sünnet âlimlerinin yetiştirilmesine büyük gayret sarf eden Gazneli Mahmûd, Râfizî ve bid’at ehline karşı sert, hak mezhep ve ehline karşı pek yumuşaktı. Dîne, medeniyete hizmetleri pek büyük oldu. Parlak bir devir açtı. Ebü’l-Hasan-ı Harkânî hazretleri onun zamânında yaşamış en büyük İslâm âlimlerinden biridir. Otuz üç sene adâlet ve muvaffakiyetle saltanat sürüp, 1030’da Gazne’de vefât etti. Gazne’deki türbesi pek mükemmel ve müzeyyendi. Yerine oğlu Celâlüddevle Muhammed geçti.

Sultan Mahmûd, ömrünün kırk beş senesini savaş meydanlarında dâimâ hareket hâlinde geçirdi. O, Türk-İslâm dünyâsının yetiştirdiği en büyük hükümdârlardan biridir. Son derece cesûr ve o derece de ihtiyatlıydı. Âlimleri toplayıp çok hürmet ve ikramda bulunurdu. Onların kalplere feyz veren sohbetlerinden faydalanırdı. İslâmiyeti yaymak gâyesiyle, iki cephede faâliyette bulundu. Hindistan’daki putperest Berehmenler ve Mısır Fâtımî Devleti (909-1171)nin yoğun propagandası ile İslâm ülkelerinde yayılan ve yıkıcı Râfizî-Bâtınî hareketleriyle mücâdele etti. Berehmenleri her yerde mağlûbiyete uğrattı. Buna karşılık Râfizîliği sıkı tâkib edip, ideolojilerini yasaklayıp, yıkıcı ve bölücü eserlerini imhâ etmesine rağmen, faaliyetlerini bütünüyle ortadan kaldıramadı. Lâkin yayılmasını büyük ölçüde önledi.

Devletin menfaatlerinin gerektirdiği her çâreye başvuran bir hükümdârdı. Hâdiseleri isâbetlice değerlendirmekte pek mâhirdi. Ordusu özel tâlim ve terbiye ile yetiştirilen ve sultânın şahsî birliklerini meydana getiren “Hassa Ordusu” ile ganîmetten hisse alan “Gönüllüler”den meydana gelirdi. Gaznelilerin savaş gücünün büyük bir kısmını gönüllüler meydana getirirdi. Sultan Mahmûd, İslâm ülkelerinden, vazîfeli adamları aracılığıyle gâziler toplattığı gibi, sefer zamanlarında her taraftan gelerek kendiliklerinden orduya katılanlar da kalabalık bir mikdâra ulaşırdı. Sultan Mahmûd, bu sistem sâyesinde, Orta Doğuda cihâd yapmak arzusunda olan gayretli Müslümanlar ile zararlı faaliyetlerde bulunarak sosyal bünyeyi sarsabilecek işsiz güçsüzleri başka bölgelere seferber ederek, onlara yeni imkânlar temin ediyordu. Böylece, zâlim olmayan, bir disiplin altında toplanabilen bu insan gücünü, ülkelerine problem olmaktan çıkarıyordu. Hindistan seferleri netîcesinde Gazneli Devleti, sınırlarını genişletip, çok zenginleşti. Gazne şehri parklar, bahçeler, zafer âbideleri, câmiler ve Ulu Câmi gibi mîmârî eserlerle süslenmişti. Ayrıca Belh, Nişâbur gibi büyük şehirler de, o devrin en güzel ve bakımlı beldeleri hâline gelmişti.

Gazneli Mahmûd, kalabalık orduları sevk ve idârede muktedir, üstün bir kumandanlık kâbiliyetine sâhipti. Her türlü iklim ve tabiat şartlarına göre savaş usûlü tatbik etmek, malzeme temin etmek, askerî birlikler yetiştirmekte de askerî bir dehâsı vardı. Hindlilere karşı iyi tâlimli okçu tümenleri kullanmış, Mâverâünnehr, Harezm ve Büveyhîler seferlerinde, bu ülkeler ordularının savaşmağa cesâret edemedikleri filleri ileri sürmüştü.

Gazneli Mahmûd gerek iyi idâresi, gerekse hak severliği ve adâletiyle yüzyıllarca sevilmiş örnek devlet adamlarından biridir.

GAZNELİLER

Gazne’de 962-1187 (H.351-583) yılları arasında hüküm süren Türk-İslâm devleti.

Sâmânî Devletinin (819-1005) en parlak devirlerinde çok sayıda Türk, gruplar hâlinde Mâverâünnehr yoluyla İslâm dünyâsına getirilmekteydi. 912 yılından îtibâren ise Sâmânî Devletinin vâli ve komutan kadrolarında Türk isimleri de görülmeye başlandı. İşte bu Türk komutanlardan biri de Gazne Devletini kuracak olan Alptegin’dir. Alptegin, 961 senesinde vezir Ebû Ali Muhammed Belâmî ile birleşerek Sâmânî Şehzâdesi Nasr’ı tahta oturtmak istediyse de bu arzusunu gerçekleştiremedi. Bunun üzerine kendisine bağlı birliklerle Afganistan’daki Gazne’ye çekildi ve burada bulunan Levik Hânedânını bölgeden uzaklaştırarak, şehre hâkim oldu. Böylece Gazne Devletinin temelini attı (962).

Alptegin’in 963’te ölümü üzerine yerine geçen oğlu Ebû İshak İbrâhim, dört yıla yakın süren saltanatında Sâmânîlerle dost geçinme yolunu tercih etti. Ölümünden sonra 966’da yerine Bilge Tegin geçti. Bilge Tegin, Buhârâ’da Sâmânî komutanlarından Fâik’in üzerine gönderdiği bir orduyu bozguna uğrattı. Bu mağlûbiyetten sonra bir daha Buhara’dan Gazne’ye ordu gönderilmedi. Bilge Tegin 975’te Hindistan üzerine yaptığı seferde Gerdiz Kalesini kuşatırken şehid düştü. Gazne’de ilk sikke bunun zamânında kesildi. Yerine geçen Pîrî Tegin, devleti yönetecek husûsiyetlere sâhib olmadığından beş yıllık saltanattan sonra tahtı Sebük Tegin’e bıraktı.

Devletin asıl kurucusu olan Sebük Tegin, Isık Göl civârında Barsgan’da doğmuş, 960’a doğru Müslüman olmuş, köle olarak satıldığı Alptegin tarafından terbiye edilip, mânevî evlâd edinilmiş ve mühim mevkilere getirilmişti. Hükümdâr olunca, “Nâsırüddîn Sebük Tegin Kara Beçkem” adını aldı. İyi bir idâreci ve komutan olan Sebük Tegin, Toharistan ve Zabülistan’la Zemindaver eyâletini, Gor bölgesini ve Belucistan’ın bâzı yerlerini ülkesine kattı. 979’da Hindistan’ın kuzeybatısında yerli hükümdârların en güçlülerinden Caypal’ı yenilgiye uğratarak Hindistan hâkimiyetine ilk adımı atmış oldu. Kâbil Nehri boyunca Peşâver’e kadar ilerleyerek bu bölgelerde İslâmiyetin yayılmasını sağladı.

Sebük Tegin’in 997’de ölümünden sonra yerine oğlu İsmâil geçti. Ancak kısa bir süre sonra tahtı ağabeyi Mahmûd’a bırakmak zorunda kaldı.

Mart 997’de tahta çıkan Sultan Mahmûd, Gazneli Devletinin kurucusu, Hindistan’a İslâm dînini yayan ve burada yüzyıllarca sürecek olan Türk hâkimiyetinin temellerini atan, târihin büyük cihangirlerinden ve hükümdârlarındandır. Sâmânoğullarının yıkılışına rastlayan bir zamanda tahta çıkan Sultan Mahmûd, ilk iş olarak Horasan’da hâkimiyetini tesis etti. Zaman zaman Karahanlılarla rakip duruma düşmekle berâber, güneydeki (Hindistan) ve batıdaki (İran) fetihleri için müsâit bir zemin ve elverişli şartlar buldu. Şiîlere karşı halîfeyi şiddetle savundu ve sünnî mezheplerin koruyucusu oldu.

Sultan Mahmûd İran, Irak ve Harezm’i ülkesine kattıktan sonra Hindistan üzerine on yedi sefer düzenledi. 1000 yılında Peşâver şehrini aldı. Ertesi yıl Hindistan ordusunu yenip, Hindistan’ın en zengin eyâletlerinden biri olan Pencab’ı ele geçirerek, Hindistan’ın kuzeyine tamâmen hâkim oldu. Çok büyük ganîmetlerle Gazne’ye dönüp “Gâzi” ünvânını aldı. Beşinci seferinde Ganj Vâdisini ele geçirdi.

Sekizinci Seferinde ise 150.000 kişilik Hindû ordusunu imhâ etti. En meşhur seferi olan 11. Seferinde ise Gucerat’a girdi ve büyük ganîmetle geri döndü. Sultan Mahmûd 1030’da öldüğü zaman, Gazneli Devleti, batıda Âzerbaycan hudutlarından, doğuda Hindistan’ın Yukarı Ganj Vâdisine, Orta Asya’da Harezm’den Hint Okyanusu sâhillerine kadar uzanan çok geniş bir sâhaya yayılmıştı. (Bkz. Gazneli Mahmûd)

Sultan Mahmûd’dan sonra yerine oğlu Muhammed geçti ise de bu sırada Isfahan ve Rey umûmî vâlisi bulunan kardeşi Mes’ûd tarafından tahttan indirildi. Ekim 1030’da tahta çıkan Sultan Mes’ûd, iyi bir asker olmakla berâber, babasının komşularla iyi geçinme siyâsetini devâm ettiremedi. Özellikle Selçuklularla olan geçimsizlikleri uzun ve kanlı savaşların çıkmasına sebeb oldu. Horasan’ın bir kısmını alma başarısını gösteren Selçuklulara karşı, Dandanakan Meydan Muhârebesinde (1040) Sultan Mes’ûd büyük bir mağlûbiyete uğradı. İran, Harezm ve Mâverâünnehr’e Selçukluların hâkim olmaları, Gaznelileri Afganistan ve Hindistan toprakları üzerinde yaşamaya mahkûm etti.

Bu mağlûbiyetten sonra Gazne’ye dönerek âilesini ve hazînelerini toplayan Sultan Mes’ûd, Lahor’a gitmek üzere yola çıktı. Ancak yolda muarızları tarafından yakalanıp hapsedildi ve Girî hapishânesinde yeğeni tarafından 1041’de öldürüldü. Yerine daha önce tahttan indirilip kör edilen kardeşi Muhammed çıkarıldı. Babasının öldürüldüğünü duyan Mevdûd, Belh’den Gazne’ye yürüyerek, Muhammed’i tahttan indirip hükümdâr oldu.

Mevdûd’un saltanatı (1041-1049) dış mücâdelelerle geçti. Zamânında Selçuklular önce Toharistan’ı, ardından Zemindaver’i ele geçirdiler. Diğer taraftan Delhi Racası da bâzı kaleleri almaya muvaffak oldu. Bunun yanısıra, Gazneli hâkimiyetinden kurtulmak istiyen Gurlular da harekete geçtiler.

Mevdûd’un 1049’da ölümü ile Gazneli Devleti karışıklık içinde kaldı. Tahta İkinci Mes’ûd çıktı ise de oğlu karşı çıktı. İkinci Mes’ûd’un tahttan indirilmesi üzerine Bahâüddevle Ali tahta çıktı. Fakat bunun saltanatı da çok kısa sürdü.

İki yıl geçmeden Mahmûd’un oğlu Abdürreşîd tahta çıktı. Ancak tahtta gözü olan komutanlardan Tuğrul Bey, onu öldürüp tahtı elde etti. 1040’tan beri artan Selçuklu baskısı Tuğrul Bey zamânında durduruldu. Ülkede de eski âsâyiş yeniden sağlandı. 1059’da ölümü ile yerine çıkan kardeşi İbrâhim, ilk iş olarak Selçuklularla sulh yaptı. Oğlu Mes’ûd’u, Selçuklu Sultanı Melikşah’ın kızı ile evlendirip dostluk tesis etti. Kuzey ve batıda bir kısım toprakların kaybedilmesine karşılık Hindistan’da bâzı kaleler ele geçirildi ve devletin sınırları Ganj Nehrine kadar uzandı.

Sultan İbrâhim’in 1099’da ölümünden sonra yerine geçen oğlu Üçüncü Mes’ûd, babasının Hindistan fütûhatı ve dâmâdı bulunduğu Selçuklularla dostluğu devâm ettirme politikasını iyi yürüttü. Ancak 1115’te vefâtı ile devlet yeniden âsâyişsizlik içine düştü. Kardeşler arasında taht rekâbeti başladı. Tahta çıkan Şîrzâd’ı, kardeşi Arslan öldürttü. Arslan, diğer kardeşi Behram Şah üzerine yürüyünce Behram Şah, Selçuklu Sultanı Sancar’a ilticâ etti. Bu durum, yarım asırdan beri devâm eden Selçuklu dostluğunu bozdu. Sultan Sancar, Gazne üzerine iki sefer düzenleyerek Arslan’ı yakalayıp öldürttü. Böylece Behram Şah 1117’de Gazne tahtını elde etti. Ancak bu târihten îtibâren Gazneliler, Büyük Selçuklu Devletine bağlı bir duruma geldiler. Bu devrin en önemli hâdisesi Gurluların harekete geçmeleridir. 1128’de Gur Melikü’l- Mülûk’u Kutbeddîn’in Behram Şah tarafından öldürülmesi, Gurluların ayaklanmasına sebeb oldu. Melik’in kardeşi Suri’nin Gazne’ye girmesi ile büyüyen isyân kısa sürdü. Fakat bir müddet sonra Alâeddîn Hüseyin önce Gazne’yi, ardından Bust’u tahrib edip, Gaznelilerin kuzeydeki hâkimiyetlerine son verdi. Oğuzların 1152’de Gazne üzerine yürümeleri üzerine Behram Şah, burasını kesin olarak bırakıp Lahor’a çekildi.

Behram Şah, 1160’da ölünce yerine oğlu Hüsrev Melik geçti. Bu sırada Gazne’de ikâmet etmekte olan Gurlu emir Muizzeddîn, 1173’ten îtibâren Hindistan seferlerine başladı. Gur akınları karşısında yerli Khokharlarla anlaşmaya çalışan Hüsrev Melik, bunların hıyânetini anlayınca Muizzeddîn’le anlaşmak için çâre aradı. Ancak bir netîce elde edemedi ve 1187’de esir düştü. Böylece Gazneli Devleti, Gurlu İmparatorluğuna ilhakla târih sahnesinden çekildi. Son Gazneli Sultanı Hüsrev Melik ile oğlu Behram Şah, önce Gazne’ye oradan Firizkuh’a ve nihâyet Belervan Kalesine götürülerek hapsedildi, birkaç yıl sonra da 1191’de öldürüldüler.

Büyük Türk Hakanlığı, yâni Karahanlılardan sonraki Müslüman Türk Devleti Gazneli Devletidir. Sünnî-Hanefî mezhebinde olan Gazneliler, sarayda Türkçe, edebiyâtta Farsça, fakat resmî yazışmada Arapçayı resmî dil olarak kullanmışlardır.

Devlet teşkilâtı:Gazneli Devletinde emir veya sultan, devletin tam hâkimidir. Devlet dâirelerine dîvân denilmektedir. Bu dîvânların en önemlileri, Dîvân-ı Vezâret, Dîvân-ı Arz, Dîvân-ı Risâlet veya İnşâ ve Dîvân-ı İşrâf idi. Dîvân-ı Vezâret, mâliye ve genel yönetim işlerine bakardı. Başkanı vezirdi. Dîvân-ı Arz bugünkü Savunma Bakanlığının karşılığı olup, başındakine Arız veya Sâhib-i Dîvân-ı Arz denilirdi. Askerin ihtiyaçlarını ve ordunun savaşa hazır bir durumda bulunmasını sağlamak, askerin sayısını bilmek ve gerektiği zaman sultana bildirmek, sultanın gezilerinde ihtiyaçlarını gidermek gibi görevleri vardı. Bu devlette ordu, dört kısımdan meydana gelirdi. Bunlardan süvâriler ilk kısmı meydana getirir ve ordunun en kalabalık bölümünü teşkil ederdi. Çoğunun iki atı vardı. İkinci bölümü yayalar meydana getirip sayıları az, başlıca vazîfeleri ise şehirleri korumalarıydı. Ordunun üçüncü kısmı sultanın özel birliğiydi. Buradaki askerler, Türkistan’daki oymak savaşlarında hâkimiyet altına alınan yerlerdeki Türk çocuklarıydılar. Ordunun son bölümünü filler meydana getirirdi. Bunlar doğrudan doğruya sultan tarafından denetlenirdi. Filcilerin çoğu Hindliydi. Bunların muhârebelerdeki görevi, düşman saflarını bozmak ve yarmak, düşman atları kendilerine ve kokularına alışmamışsa, onları ürkütüp bozgun çıkarmak, okçulara yüksek atış yeri sağlamaktı. Dîvân-ı Risâlet veya İnşâ, devletin genel haberleşme dâiresiydi. Hükûmetle işi olan halk da buraya başvururdu. Dîvân-ı İşrâf, devletin gizli haber alma teşkilâtı olup, çok gelişmişti.

Kültür ve medeniyet:Gazneliler devri, siyâsî kudretin yanısıra kültür bakımından da parlak geçmiştir. Bir fıkıh âlimi olan Sultan Mahmûd ve oğlu Mes’ûd, İslâm terbiye ve kültürü ile yetişmişlerdi. Her iki sultan saraylarında devrin en büyük âlimlerini toplamaya çalıştılar. Şâirlere hürmet ve sevgi gösterdiler. Her sene onlar için yaklaşık dört yüz bin dînâr harcarlardı. Bu şâirler arasında Türk asıllı Ferrûhî ile Menuçehrî Damgânî, Escedî Gazâ’ir-i Râzî ve Şehnâme yazarı meşhur Firdevsî sayılabilir. Bunların başında Melik-uş-Şuarâ Unsûrî bulunmaktaydı. Sultan İbrâhim ve halefleri devrinde Gazne sarayında bulunan şâir ve edipler, İran edebiyâtının gelişmesinde önemli rol oynadılar. Bu devirdeki şâirler arasında; Ebü’l-Ferec Rûmî, Senâ’î, Osman Muhtârî ve Seyyid Hasan Gaznevî yer almaktaydı.

Târih yazıcılığı da Gazneliler devrinde parlak geçmiştir. Sebük Tekin ve Mahmûd devrini yazan Ebû Nasr Utbî, Zeyn-ül-Ahbâr isimli eserini Sultan Abdürreşîd’e sunan Gerdîzî, Mes’ûd devrini nakleden Ebü’l-Fazl Beyhekî, Gazneliler devrinin meşhur târihçileridir.

Sultan Mahmûd, 1017 senesinde Harezm’i ele geçirince, o devrin en büyük fen âlimi Bîrûnî’yi Gazne’ye getirdi. Bîrûnî, sultanın birçok seferlerine katılarak Hindistan hakkında Tahkîku mâ lil-Hind isimli eserini yazdı. Bu, Hindûların inanç ve âdetlerini tarafsız olarak tedkik eden ilk İslâmî eserdir. Eserde Hind dîni ve Hindistan coğrafyası hakkında çok geniş bilgi bulunmaktadır.

Gazne sultanları, edebiyât alanında olduğu kadar mîmârî faâliyetleri ile de dikkat çektiler. Sultan Mahmûd ve Mes’ûd, büyük inşâ faaliyetlerinde bulundular. Fakat onların bu eserlerinden günümüze çok azı ulaşmıştır. Sultan Mahmûd, halkın fâidelenmesi için çarşı, köprü ve su yolu kemerleri yaptırdı. Bunlardan Gazne’nin kuzeyindeki Bend-i Mahmûd’i bu güne kadar mevcûdiyetini korumuş ve kullanılmıştır. Sultan Mahmûd, Gazne’de birçok câmi ve mescid yaptırdı. Gazne Câmiinin yanına geniş bir medrese inşâ ettirdi. Burası hem medrese hem de kütüphâneydi. Birçok odaları, Gazne âlimlerinin okuması ve okutması için, tavandan tabana kadar kitapla doluydu. Sultan, bu medresede ders veren hoca ve okuyan talebeler için, medresenin evkâfından dolgun maaş tâyin ederek onların geçimini sağlamıştır. Dokuz yüzyıl geçmesine rağmen, cilâ ve parlaklığı bozulmayan Gazne Câmiinin iki minâresi hâlâ ayakta olup, dış kısmı cilâlı sarı tuğladandır. Minârelerin birbirinden uzaklıkları 360 ve yükseklikleri 45 m kadardır. Üzerlerinde kûfî yazılar vardır.

Gazneliler, kuzey Hindistan fütühâtını tamamlayınca İslâm dînine Pencab’da kuvvetli bir dayanak noktası elde edilmesini sağladılar. Böylece daha sonraki Hindistan fetihlerine sağlam bir zemin hazırlayarak, Türk ve İslâm târihinde önemli rol oynadılar.

GAZNE SULTANLARI

Tahta Çıkışı

Alptegin

 962

Ebû İshak İbrâhim

 963

Bilge Tegin

 966

Pîrî Tegin

 975

Sebük Tegin

 977

İsmâil

 997

Mahmûd

 998 

Muhammed (ilk saltanatı)

 1030 

Birinci Mes’ûd

 1030 

Muhammed (ikinci saltanatı)

1040 

Mevdûd

 1041 

İkinci Mes’ûd

 1048 

Bahâüddevle Ali

 1048 

Abdürreşîd

 1049 

Tuğrul

 1052 

Ferrûhzâd

 1052 

İbrâhim

 1059 

Üçüncü Mes’ûd

 1099 

Kemâlüddevle Şirzâd

 1115 

Arslan Şâh

 1116 

Behram Şâh

 1117 

Hüsrev Şâh

 1157 

Hüsrev Melik

 1160 

Gurluların İstilâsı

 1186