GAZ
Alm.Gas (n), Fr. Gaz (m), İng. Gas. Maddenin üç hâlinden biri. Bu hâldeyken maddenin yoğunluğu çok az, akışkanlığı ise son derece fazladır. Gaz hâlindeki maddelerin belirli bir şekli ve hacmi yoktur.
Katı bir madde ısıtıldığı zaman, katı hâlden sıvı, sıvı hâlden de gaz hâline geçer. Bu duruma faz (safha) değişikliği denir. Sıvıyı meydana getiren tânecikler (atom veya moleküller) birbirlerini çeker. Sıvı ısıtıldığı zaman, tânecikler arasındaki çekim kuvveti yenilir ve tânecikler sıvı fazdan (ortamdan) ayrılarak gaz hâline dönüşürler. Gazı meydana getiren tânecikler her yönde hareket edebilir ve bulundukları kabın hâlini alırlar. Meselâ hava bir gaz karışımıdır ve azot, oksijen, çok az miktarda asal gazlar ve karbondioksitten meydana gelmiştir.
Gazlar birbiriyle her oranda karışabilir. Hacimleri, dolayısıyle yoğunlukları basınç ve sıcaklığa tâbidir. Genellikle gazın basınç veya sıcaklığının az miktarda değişmesi, gazın hacminde çok büyük değişiklikler meydana getirir. Bütün gazların genişleme ve sıkışma katsayıları aynıdır. Fakat sıvı ve katıların böyle bir özelliği yoktur. Bu yüzdendir ki, gazlar, katı ve sıvılardan daha kolay incelenir. Hareket hâlindeki gaz moleküllerinin (tâneciklerinin), bulunduğu kabın cidârına (duvarına) çarpması sonucu meydana gelen etkiye, gazın basıncı denir. Bir silindir içindeki gaz, piston ile sıkıştırılırsa pistonun geri itildiği, ilk hâline döndürülmek istendiği görülür ki, bu yukarıdaki olayın sonucudur. Pistonu ittirmek için yapılan iş, gazın basıncına karşı yapılan iştir. İzole hâlde yâni çevreden yalıtılmış bir gaz, sıkıştırılınca ısınır. Sıkıştırılmış gaz genişletilirse soğur, yâni yine bir iş yapar ve gaz moleküllerinin ortalama hızları düşer. Böylece basınç da azalmış olur.
Târihçesi
Gazlar hakkındaki mevcut bilgilerin ana kaynakları, hava üzerindeki ilmî çalışmalar, çeşitli gazların keşfi ve ısıyla ilgili araştırmalardır.
Toriçelli, hava ile deneyler yaptı ve atmosfer basıncını keşfetti. 1643’te ilk cıva barometresini yaptı. Pascal ise, yüksek yerlerdeki hava basıncının deniz seviyesindekinden daha düşük olduğunu gösterdi. Otto von Guericke de, birbiri ile birleştirilmiş ve içindeki havası boşaltılmış iki yarım kürenin birbirinden ayrılması ile ilgili deneyi yaptı. Bu deneyde yarım küreleri birbirinden ayırmak için sekizerden 16 tâne at kullanıldı.
Gaz Kânunları
Robert Boyle, sâbit sıcaklıkta, belli kütledeki bir gazın basıncının hacmi ile ters orantılı olduğunu buldu. Boyle Kânunudenilen bu buluş, P.V=Sâbit formülü ile ifâdelendi (P= basınç, V= hacim).
A.C.Charles, kendi adıyla söylenen kânunu ortaya koydu. Buna göre, belirli miktarda ve sâbit basınçta bir gazın hacmi, sıcaklığı ile doğru orantılıdır. Meselâ bir (m) gram gaz 300°K’de 3 hacim kaplıyorsa, 100°K’de 1 hacim kaplar (°K: Kelvin derecesi). Aynı kânun John Dalton ve Joseph Gay Lussac tarafından da bulunmuştur. Bunlar denemelerini sâbit basınçta yaptılar ve hacmin sıcaklıkla değiştiğini gördüler. Sıcaklığın her derece santigrad değişmesinde hacmin değişmesinin 1/267 olduğunu buldular ki, bu a ile gösterilir. a, bütün gazlar için aynı olup termik genişleme veya sıkışma katsayısıdır. Bu araştırmacıların buldukları a yaklaşık olup, doğrusunu Henri Regnault a = 1/273,16 olarak tesbit etti.
Sadi Carnot, Boyle ve Charles-Gay Lussac kânunlarını birleştirerek:
P.V = nRT
denklemini elde etti (P = basınç, V = hacim, R= gaz sâbiti, T= Kelvin derecesi cinsinden sıcaklık (273,16+t°C), n= mol sayısı). Bu formül ideal veya mükemmel gazlar için geçerlidir.
Farklı gazların mevcûdiyeti 17. asırda anlaşıldı. Dalton, bir gazın toplam basıncının, gazı meydana getiren gazların kısmî basınçlarının toplamına eşit olduğunu buldu.
Gay-Lussac, aynı sıcaklık ve basınçta reaksiyona giren gazların hacimleri arasında sâbit bir oranın var olduğunu buldu. Eğer ürün gaz ise, reaksiyona girenler ile ürünler arasında da hacim bakımından sâbit bir oranın varlığını ifâde etti.
Amedeo Avagadro; aynı basınç ve sıcaklıkta gazların eşit hacimlerinde eşit sayıda “mol bulunur” hipotezini ortaya attı (mol=molekül).
Gaz tâneciklerinin her yöne hareket ettikleri ve bunun sonucu basıncın meydana geldiği ortaya konuldu. Sıcaklıkla hareketliliğin arttığı, dolayısıyla basıncın arttığı söylendi. 1850’de James Joule, ısıyla mekanik hareketler arasındaki münâsebeti deneylerle gösterdi. Rudolf Clauscus, Joule’nin fikirlerini geliştirdi ve böylece kinetik teori genişlemiş oldu. Josef Lochmıdth, gaz moleküllerinin çapları ve Avogadro sayısı için değerler hesapladı. Clark Maxwell gaz moleküllerinin hız dağılımı üzerinde kânun koydu.
Thomas Andrews, mükemmel gaz kânununda sapmaları inceledi. Regnault, gazların spesifik (özgül) ısısını hesapladı. Van der Waals mükemmel gaz konusunda tâdilâtlar yaptı.
Yirminci yüzyılda gazların sanâyide kullanılmasıyla gazların saflaştırılması, sıvılaştırılması ve analizi metodları çok geliştirildi.
Gazların Fiziksel Özellikleri
Mol gram veya kısaca mol, bir maddenin molekül ağırlığının gram ifâdesine eşit olan miktârıdır. Meselâ bir mol argon kütle olarak 40 gramdır ve kimyâsal moleküler ağırlığı, sayı ifâdesi olarak da 40’a eşittir. Gazlarda mol başına hacimden, enerjiden vs. bahsedilir.
Spesifik (özgül) miktarlar bakımından, bir gazın farklı fiziksel özellikleri arasındaki alâka oldukça basit ve bütün gazlar için aynıdır. Meselâ bileşimi bilinen herhangi bir gaz için basınç ve sıcaklık gibi sâdece iki değişkeni bilmek, o gazın hâlini tesbit etmeye yeterlidir. Mükemmel veya ideâl gaz kânunu, yaklaşık olarak bütün gazlara kullanılabilir. Bu kânun:
P.V = R.T.......(1)
olup, P gazın basıncı; V gazın bir molünün kapladığı hacim; T Kelvin derecesi (273,16+t°C) cinsinden gazın mutlak sıcaklığı; R gaz sâbitidir. R’nin sayı ile ifâdesinin değeri P ve V için seçilen birime bağlıdır ve R, 273,16°K (0°C) için hesaplanır. Eğer, V = cm3, P = dyn/cm2 ise, R = 8,31.107 erg/mol derece olur.
V = litre, P = atmosfer ise, R= 0,082 litre atm/mol derecedir. Bu formüle göre herhangi bir gazın, 1 molü, 293,16°K (20°C)da 24 litre hacim kaplar. (1) numaralı denklem (n) mol gaz için kullanılırsa:
P.V = nRT (2)
olur. V = n mol gazın hacmidir.
Çok büyük olmayan basınçlarda ve çok düşük olmayan sıcaklıklarda ideâl gaza en yakın olan gazlar, helyum, hidrojen, oksijen, azot ve karbonmonoksittir.
P.V = nRT formülüne uymayanlara gerçek gazlar denir. Bilhassa bu gazlar yüksek basınç ve düşük sıcaklıkta ideâl gaz formülüne uymazlar. Bu uyumsuzluğu yok etmek için (2) numaralı denkleme, ideal gazlar için (bir) olan, gerçek gazlar için birden farklı olan sıkışma faktörü denilen Z ilâve edilir ve formül:
P.V=ZnRT
şeklini alır.
Gazların İyonlaşması
Gaz molekülleri veya atomları, nötr, yâni elektrik yüklü olmayan tâneciklerdir. Elektrik alanlarından etkilenmezler ve elektrik yüklerini taşımazlar. Bu sebeple yalıtkandırlar. Bununla berâber, X, kozmik ve ultraviyole ışınlar, gazların atom veya moleküllerinden elektron koparırlar ve pozitif yüklü tânecikler meydana getirirler. Kopan elektronlar da diğer tânecikleri yüklü hâle getirirler. Bu şekilde elektrik yüklü molekül veya iyon ihtivâ eden gazlara iyonize gaz denir ve bu gazlar, elektriği iletirler.
Gazların iyonlaştırılması husûsundaki ilmî araştırmalar birçok buluş ve teknik uygulamalara sebeb olmuştur. Meselâ floresan, civa buharlı, neon lambalar ve gaz doldurulmuş elektron tüpleri bunlardandır.
Gerçek Gazların Hal Denklemi
En eski bilinen hal denklemi Van der Waals denklemidir. İdeâl gazlarda, gazın kapladığı bütün hacmin yanında, gazın moleküllerine âit olan hacimler ihmâl edilir ve yine gazın iç enerjisinin yalnız sıcaklığa tâbi olduğu kabul edilir.
Gerçek gazlar için yapılan hacim düzeltmesi (V-b)dir. Gerçek gazın hacmi, içinde bulunduğu kabın V hacmiyle değil, (v-b) hacmiyle orantılıdır. b, her gaz için sâbit bir değer olup, buna sıkıştırılamayan hacim denir ve moleküllerin hacimlerinin dört katına (b = 4/3pr3N, N= Avogadro sayısı, r= molekülün çapı) eşittir.
Bir de moleküller arasındaki çekim (kohezyon) kuvveti göz önüne alınmalıdır. Gaz kütlesinin ortasında simetri sebebi ile kohezyon sıfır olduğu hâlde, kap cidarında, yâni gazın dış tarafına düşen moleküllerdeki kohezyon sıfır değildir. Dıştaki gaz molekülü merkeze çekilmek istenir. Bu kuvvete çeperin itme kuvveti de katılır. Buna göre gazın gerçek baskısında azalmanın olduğu bir gerçektir. Birim yüzey için basınç azalması, içeri çekilme sebebiyle, molar hacmin tersi (1/V) ile içeri çekenler için de 1/V ile orantılı olduğundan, a/V2 (iç basınç) ile orantılı olur. Eğer gazın basıncı, manometrede P ise, gazın molekülleri arasındaki basınç P+a/V2 olur.
Netîce olarak 1 numaralı ideal gaz denklemi gerçek gazlar için:
(P+a/V2) (v-b)=RT...(3)
olur ve bu denkleme gerçek gazların hal denklemi denir.
Basıncın oldukça yüksek veya sıcaklığın oldukça düşük olduğu şartlarda bir gaz ideâl olarak davranamaz ve yoğunlaşma meydana gelebilir. Yoğunlaşmanın vukû bulduğu en yüksek sıcaklığa, “kritik sıcaklık” denir. Bu sıcaklığa tekâbül eden hacim ve basınç değerlerine de kritik hacim ve basınç denir. Kritik basınç ve sıcaklıktaki yoğunluğa da kritik yoğunluk denir.
Gazların Birbirinden Ayrıştırılması
Bütün tabiî ve endüstride elde edilen gazlar, çok sayıda kimyâsal bileşikler ihtivâ eden karışımlardır. Ekonomik kullanma için çoğu zaman bu karışımları birbirinden ayırmak zarûrîdir.
Metodlardan birisinde, gaz, kimyâsal olarak katı veya sıvıya bağlayarak karışımdan ayrılabilir. Meselâ; bu metodla argon ve oksijen karışımındaki oksijen karışımdan ayrılabilir.
Bir başka metodda ise, gaz, bir çözücüsü olan sıvı ile karışımdan uzaklaştırılır. Meselâ karbondioksit ihtivâ eden hava, sudan geçirilirse, karbondioksit suda çözünerek havadan ayrılır. Katı emiciler kullanarak da ayırma yapılabilir. Asetilen ihtivâ eden hava, aktif kömürden geçirilirse, asetilen aktif kömür tarafından emilir.
Hâlen kullanılan güzel bir ayırma işlemi, bir gaz karışımındaki bir veya daha çok bileşeni sıvılaştırma şeklindedir. Gazların birçoğunun kritik sıcaklığı 0°C’nin altında olduğu için, bu işlemde gaz genellikle dışardan soğutulur. Saf gaz endüstride çok kullanılır ki, bunlar oksijen, azot, hidrojen vs. olup, havadan veya kok gazından soğutma işlemiyle bir veya daha çok sıvı fazlar meydana getirerek elde edilir. Kaynama noktası büyük olan, yâni kolay buharlaşmayan önce sıvılaşır. Eğer gaz karışımını meydana getiren gazların kaynama sıcaklıkları birbirinden çok farklı ise, bu işlem daha kolaylaşır. Sıvı hâle getirilmiş gaz karışımı kademeli destilasyona tâbi tutularak da ayrıştırılır.
Ayrıca gazların molekül büyüküğü farkından yararlanarak da karışımdaki gazlar ayrıştırılabilir. Aynı sıcaklık ve basınç şartlarında gazların eşit hacimlerinin çok ince bir delikten diffüzlenme hızları mol tartılarının kare kökü ile ters orantılıdır. Uranyum -235 ve Uranyum -238 izotopları birbirinden bu yolla ayrılır. Bu iki izotoptan gaz olan U F6 bileşiği elde edilir. Mol ağırlığı küçük olan daha hızlı olarak, çok ince porözden geçeceği için öbür tarafta U-235 bileşiği çoğalmış olacaktır.
İzotopları birbirinden ayırmaya yarayan diğer bir metod da termal diffüzyon metodudur. Ayrılması istenen gaz içteki sıcak, dıştaki soğuk olan içiçe geçirilmiş sisteme verilir. Hafif olan gaz, sıcak tüpe, ağır olan gaz da soğuk tüpe geçer. Burada ayrılma işlemine, gazların konveksiyon hareketleri de yardımcı olur.
Santrifüj (merkezkaç) olayından faydalanılarak da izotoplar birbirinden ayrışabilir. Hızla dönen bir santrifüje yerleştirilmiş olan içi gaz dolu kapalı silindirde ağır izotoplar merkezden uzaklaşır, hafif izotoplar ise merkeze yakın kalır. Böylece ayırma işlemi yapılmış olur.
Gaz Analiz Teknikleri
1935’ten bu yana gaz analizinde kullanılan birçok fizikî metodlar geliştirildi. Bu âletler gaz karışımı veya gaz tâneciklerinin konsantrasyonu hakkında, sâniye içinde cevap vermektedir. Bu metodların petrol, çelik, kimyâ sanâyii ve tıp gibi çok geniş alanlarda kullanımı mümkündür.
Infrared (kızılötesi) gaz analiz cihazı: 1938’de Almanya’da geliştirildi. Oldukça duyarlı bir âlet olup, akış hâlindeki bir gazın içindeki bileşik tâneciklerinin konsantrasyonunu (derişimini) devamlı olarak gösterir.
Infrared analiz cihazıyle % 0,0001 oranındaki maddeyi tâyin etmek mümkündür. Bu cihaz, hava kirliliği, kimyâsal ve petrokimyâ işlemlerinin kontrolünde ve birçok ilmî araştırmalarda kullanılır.
Mass (kütle) spektrometresi ile gaz karışımının analizi oldukça hassas ve çok az bir nümûne çalışılarak yapılır. Gaz molekülleri, ısıtılmış flamandan çıkan elektrik alanından hızla dâiresel olarak geçirilir. Kütleye bağlı olarak alanda sapma gösterir m.v’leri (m=kütle v=voltaj) manyetik alanının gücüne eşit olan bâzı iyonlar toplayıcıya girerler. Diğer iyonlar toplayıcının dışına düşerler. Çünkü o iyonların meydana getirdiği m.v manyetik alanın gücüne eşit değildir. Toplama oranı ossiloskopta, kütlesi (m) olan moleküllerin çokluğu kaydedilir. Bu cihazın hassâsiyeti % 10-5 oranındadır.
Gaz kromotografisi ile de çok az bir gazın kompozisyonunu sâniye veya dakika içinde tâyin etmek mümkündür. Herhangi bir gaz veya buharın bir sıvıda çözünmesine ve orada tutulma süresine dayanan bu metod da çok kullanışlı ve hassastır.
Gazların Sıvılaştırılması
Gazların çeşitli usûllerle sıvı hâline gelmesi. Her bir gaz kendine has kritik bir sıcaklığın altında sıvılaştırılabilir. CO2’nin kritik sıcaklığı 31°C (304°K)dir. Bu gaz kolayca sıvılaştırılıp endüstride kullanma gâyesiyle basınçlı çelik silindirler içinde depo edilir. Hava, oksijen, azot, hidrojen ve helyumun kritik sıcaklıkları ise çok daha düşüktür. Bu gazların sıvılaştırılması büyük bir teknik başarı olmuş ve birçok endüstriyel uygulamalarla sonuçlanmıştır. Sıvı havadan elde edilen oksijenden çelik üretiminde büyük miktarlarda istifâde edilmiştir. Sıvı hidrojen ise uzay araçlarının motorlarında yakıt olarak kullanılmıştır. Sıvı helyum Cryogenics sahasını açmış ve süperiletkenlik etkisi vâsıtasıyla elektrik teknolojisinde yenilik doğurmuştur. Bir gazın sıvılaştırılmasında esas problem soğutmadır.Soğutmada buharlaştırma, adyabatik genleştirme ve jikleli genleştirme olarak üç çeşit fizikî işlem yapılır. Bunların hepsi hava hidrojen ve helyumun sıvılaştırılmasında kullanılır.
Kaskat işlemi: 1877’de İsviçreli fizikçi Raoul Pictet, buharlaşmanın soğutma ve basıncın sıvılaştırma etkilerini müştereken kullanarak, oksijeni sıvılaştırdı. Oksijenin kritik sıcaklığın altındaki -140°C(133°K) sıcaklığına inmek için iki kademe kullanmıştır. İlk kademede SO2 sıkıştırılarak sıvılaştırıldı ve sonra buharlaştırıldı. Böylece yine sıkılaştırılarak sıvılaştırılmış CO2 ihtivâ eden ikinci kademenin soğutulması sağlandı. Bunun da buharlaştırılması ile üçüncü kademedeki O2 soğutuldu ve 500 atmosferlik bir basınç altında sıkıştırılıp sıvı oksijen elde edildi.
Sıcaklık kademeler hâlinde düşürüldüğü için Pictet’in metoduna kaskat işlemi denir. Bu işlem helyum veya hidrojeni sıvılaştırmada kullanılamaz. Çünkü hiçbir madde buharlaştırılarak hidrojenin kritik sıcaklığı olan -240°C(33°K) elde edilemez.
Linde-Hampson metodu: 1895’te Alman Kimyâgeri Karl von Linde, İngiliz Fizikçisi William Hampson aynı zamanda bir jeneratif (geribesleme) sistemi keşfettiler. Bir jikleyi terk eden gazdan faydalanarak, giren sıkıştırılmış gazın soğutulması sağlandı. Giren gazın sıcaklığı o kadar düşük olur ki, çıkan gazın bir kısmı sıvılaşır. Diğer kısmı ise giren gazın ön soğutmasını sağlamak üzere devamlı geri beslenir.
Hampson’un hava sıvılaştırıcısında sıkıştırılmış hava, bir ısı eşanjörünün borularından beslenir ve daha sonra bir jikleden geçer. Gazın bir kısmı sıvı hava olur. Geri kalan kısmı boruların dışından geçirilerek içeri sıkıştırılmış havanın soğutulmasında kullanılır. Bu metodla neon, hidrojen ve helyum hâriç, herhangi bir gaz sıvılaştırılabilir.
Claude metodu: 1902’de Fransız Kimyâcısı George Claude adiyabetik genleştirme yoluyla havayı sıvılaştırmıştır. Onun metodunda pistonlu bir makinanın içindeki yüksek basınçlı hava, çevresiyle herhangi bir ısı alışverişinde bulunmadan iş yapmaktadır. Havanın iş yapması, iç enerjisinin azalmasına, dolayısıyla sıcaklığının düşmesine sebeb olur. Soğutulmuş olan havanın bir kısmı, bir sıvılaştırıcının tüplerinin içine gönderilip sıvılaştırılır. Diğer bir kısmı ise pistonlu makinaya gelen yüksek basınçlı havayı ön-soğutmaya tâbi tutmak için kullanılır. Ön-soğutmadan geçen yüksek basınçlı havanın bir kısmı ise sıvılaştırıcının tüplerinin dış kısmına gönderilir. Pistonlu makinanın teteranlı kullanılması sonucu, soğuk tüplerin üzerinden geçen hava sıvılaşır ve sıvılaştırıcının dibinde birikir.
C.W.P Heylandt da adiyabatik genleşmeyi kullanan bir hava sıvılaştırıcısı geliştirmiştir. Onun metodunun Claude metodundan farklılığı pistonlu makinadaki adiyabatik genleşmeyi Linde-Hampson metoduna ilâve olarak kullanmasıdır.
(Bkz. Kromatografi)
Alm. Gasmasken pl, Fr. Masques pl. a gaz, İng. Gas masks. Zehirli gazlar ile havadaki bâzı maddelerin solunum organları ile gözlere zararlı tesirlerini önlemek için kullanılan, nefes alınan bölümü filtreyle donatılmış, ayrıca bir nefes verme borusu ile gözlük bölümü bulunan ve yüze başın arkasından dolanan bantlarla takılan bir âlet.
İlk gaz maskeleri, Birinci Dünyâ Savaşında Almanların kimyevî gaz silâhları kullanmaları üzerine Amerika ve İngiltere tarafından îmâl edilip, kullanıldı. Bu ilk maskelerde hava, giriş yerinde bulunan odun kömüründen geçerken, içindeki zehirli gazları tutulmaktaydı. İlk yapılan bu maskeler ağır olup ve sâdece ağızdan teneffüse müsâit bir yapıda idiler. Bu yüzden askerlerin hareket kâbiliyetini azaltıyordu. İkinci Dünyâ Savaşında ise daha hafif ve daha iyi uyum sağlayan, net görüş imkânı veren ve ağız ile burundan berâberce teneffüs yapılabilen bir maske geliştirildi. Bu maskede, kömürün bulunduğu kap omuza asıldığından, askere daha iyi hareket kâbiliyeti sağlanmaktaydı. Daha sonra geliştirilen gaz maskelerinde temel prensipler aynı kalmakta ve hava, içinde odun kömürü ile soda-kireç bulunan ve gazları absorbe edip, nötürleştiren bir kaptan geçmekteydi. Havada bulunan küçük tânecikler hâlindeki bâzı kimyâsal maddeler ise maskenin hava giriş yerinde bulunan keçe filitre tarafından tutulmaktaydı.
1960 yıllarında Amerika’da geliştirilen M-17 gaz maskesi, dış bir kap veya hortum ihtivâ etmemekteydi. Maskenin yüze geçen kısmına yerleştirilen absorbsiyon sağlayan ve esnek olan malzeme, bakteriyolojik ve radyolojik maddelere karşı da korunma sağlıyordu. Son yıllarda daha kullanılışlı çeşitli tiplerde gaz maskeleri yapıldı. Körfez Savaşında kimyâsal gazların her an kullanılma durumu ortaya çıkınca, ehemmiyeti daha iyi anlaşıldı. Asker ve sivil halk tarafından kullanıldı.
Bir gaz maskesi genel olarak iki ana kısımdan meydana gelir:
Maske başlığı: İstenmeyen havanın girmesini önleyecek şekilde yüze tam oturan, aynı zamanda takanın görüşüne mâni olmayacak biçimde olan kısımdır. Kış mevsiminde göz camının buğulanmasını önleyici bir madde cama sürülerek maske kullanılır.
Süzgeç:Maskeyi takan kimsenin temizlenmiş havayı teneffüs etmesini sağlayan kısım. Süzgeçler yukarda anlatıldığı gibi, başlığa doğrudan bağlananlar olduğu gibi, uzun bir hortumla bağlanan tipleri de olabilir. İkinci durumda süzgeç bir çanta içinde taşınır.
Genel olarak süzgeç üç kısımdan meydana gelir:
1. Selüloz esâsına göre hazırlanan havadaki serbest tânecikleri tutmaya yarayan kısım,
2. Zehirli ve aktif maddeleri emen kömürlü (odun kömürü) kısım,
3. Asitli bileşikler ve fosgeni emen hekza metilen tetramin filtresi.
Gaz maskeleri, endüstride, mâdencilikte, itfâiye, emniyet ve kurtarma işlerinde de kullanılmaktadır.
Alm.Gasuhr (f) (m), Fr. Comteur (m) a gaz, İng. Gas meter. Gazın hacim olarak akma miktarını ölçen araç. Kullanma maksadına göre çeşitli tipte îmâl edilirler. Evlerde küçük tipte, pozitif yer değiştirmeli sayaçların kullanılmasına karşılık, büyük tüketim merkezlerinde, gazın meydana getirmiş olduğu basınçtan istifâde edilerek dönen, orifizli (delikli) ve ısı kapasiteli sayaçlar kullanılır. Bunların yanında parayla çalışan tipler de yapılmıştır.
Teknikte ilk gaz sayacının kullanılması, 1815 yılından sonra olmuş ve sulu olarak adlandırılan gaz sayacı kullanılmıştır. Bunların yapılış esası, ölçme tamburu, gövde ve sayaç mekanizmasından meydana gelmektedir. Ölçme tamburu üç veya dört radyal bölmeden yapılmış olup, aynı zamanda bir eksen etrafında dönebilecek şekilde gövdeye yataklanmıştır. Tambur yarıya kadar su veya sıvı ile dolu, bir kap içine yerleştirilmiştir. Havagazı, sayacın küçük bölmeleri içindedir. Gaz sarfiyatı başladığı zaman, bu küçük bölmeler, gazın akışının etkisiyle, eksenin çevresinde ve bir bütün hâlinde dönerler. Bu dönüşle birlikte, metreküp bölüntülü sarfiyat göstergesi de çalışmaya başlar.
Gaz bölmeleri, sayacın giriş ve çıkış ağızlarıyla nöbetleşe olarak bağlantılıdır. Ağızların açılıp, kapanması hidrolik bir sistem vasıtasıyla olmaktadır.
Sulu sayaçlar basit yapılı olmasına karşılık, doğru olarak çalışması, içindeki suyun seviyesinin sürekli olarak aynı kalmasına bağlıdır. Suyun buharlaşması çeşitli arzu edilmeyen meseleler ortaya çıkarır. Ayrıca, buharlaşan su, gaz boruları içinde gazın cep yapmasına sebebiyet verir. Bu durum yanma esnâsında “titrek alev”e yol açar. Kışın ise, donma hâdisesi olur. Bütün bu sebeplerden dolayı sulu gaz sayaçlarının yerine uzun yıllar hassâsiyeti bozulmayan yalın ıslak sayaçlar yapılmıştır. Bu sayaçlar aynı zamanda diğer sayaçların ayarlarının yapılmasında kullanılır.
Kuru sayaçlarda, ıslak sayaçlarda bulunan mahzurlar olmaz. Bunlarda sayaç bölmesi, gaz geçirmez hareketli körükle ikiye ayrılmış bir kasadır. Bir dağıtım çekmecesi vasıtasıyla bu bölmelerden, bir tanesi sayaca giren gazla, diğeri ise sayacın çıkış ağzıyla bağlantılıdır. Gazın basıncının etkisiyle körük açılır. Bölmelerden biri boşalırken, diğeri gazla dolar. Boşalma sona erince, aynı işlem bu defâ tersine olarak tekrarlanır. Bu işlem periyodik olarak devâm eder.
Alm. Gasturbine (f), Fr. Turbine (f) a gaz, İng. Gas turbine. İçten yanmalı bir tür motor. Gazı (havayı) sıkıştırıp, (yakıtın yanması sonucu) ona ısı ilâve ederek genişlemesini, dönme hareketine çevirir. Bu hareket devamlı ve düzenli olarak ortaya çıkar. Bu özelliği yönünden benzin ve dizel motorlarından fark eder. Benzin ve dizel motorlarında dönme hareketini elde etmek için ihtiyaç duyulan krank miline burada gerek yoktur. Gaz türbinleri hemen hemen bütün güç motorlarında yaygın olarak kullanılmaktadır. Ayrıca elektrik elde edilmesinde, gazların boru ile iletilmesinde önemli bir yeri vardır.
En yaygın ve basit gaz türbini “açık devreli” olanıdır. Burada hava bir kompresöre çekilir. Basıncı birkaç atmosfere yükseltilir. Sıcaklığı yanma odasında sıvı veya gaz yakıt kullanılarak artırılır. Basıncı yüksek gaz, atmosfer basıncına düşürülürken, türbini döndürür. Jet motorlarında bu genişleme bir lülede gerçekleştirilir. Türbin ve kompresör bir mille birleştirilmiş olup, türbin aynı zamanda kompresörü çalıştırır. Sıkıştırma ve genişleme basınçları oranları hemen hemen aynıdır. Türbine giren gaz yüksek sıcaklıktadır ve genişlemesi sonucu, sıkıştırma için gerekli olandan daha fazla iş ortaya çıkar. Bu fazlalık motorda kullanılır.
“Kapalı devreli” gaz türbininde çoğu zaman havadan daha uygun özelliklere sâhib olan belirli miktardaki gaz sistemde mevcuttur ve devreder. Bu tür motorlarda türbini terk eden ve kompresöre girecek olan gazın soğutulması gereklidir. Ancak gazın iç basıncı normal olarak atmosferik basınçdan daha büyük olduğu için daha fazla güç ortaya çıkar.
Gaz türbinlerinin diğer içten yanmalı motorlara nazaran en önemli üstünlüğü, onun dönme hareketinin motor parçalarının daha yüksek hızla dönmesini sağlamasıdır.
Bu sebepten verilen bir büyüklükten daha fazla güç elde edilir. Buharlı türbinlere göre ise, yakıt hızlı hareket eden bir akımda yüksek basınçta yandığı için, daha küçük yanma odasına ve yüksek saflıktaki su yerine, havaya ihtiyaç duyar.
Ancak en önemli mahzuru, diğer içten yanmalı motorlara nisbetle daha düşük verime sâhib olmasıdır. Sebebi de, türbinin kanatlarının devamlı olarak yüksek sıcaklığa maruz kalması ve bunun sonucu olarak müsâde edilen malzeme gerilmelerinin düşük olmasıdır. Ayrıca her devrede alınan hava ile piston ve silindir soğutulur. Bu da verimin düşmesine sebeb olur.
Gaz türbinleri, kısmî yüklemeli işlemlere pek uygun değildir. Çünkü yükleme düştükçe verim hızla düşer. Sebebi, basınç oranları ve sıcaklık azalmasının sonucu olduğu gibi, parçalarının veriminin kısmî yüklemede düşük olmasından doğar. Gaz türbininin verimi, sıkıştırmanın gaz (hava) ile yapılması yönünden, sıvı (su) pompalayan buhar türbinlerine göre daha düşüktür. Aynı şartlarda, bir gazın sıkıştırılması, bir sıvının pompa edilmesinden çok daha fazla iş gerektirir.
Târihi: Gaz türbininin prensibi, çok önceleri, ateş üzerinde et pişirirken gerekli olan şişlerin devamlı döndürülmesinde kullanılmıştır. Yüksek sıcaklıktaki havadan dönme elde etmek için, kanatlar da kullanılmaktaydı. Her ne kadar gaz türbininin keşfi 1791’de patent alan İngiliz John Barber’e dayanmaktaysa da, kompresörlü ilk gaz türbünü 1894’te Fransa’da, 1900’de Almanya’da, 1902’de ABD ve 1903’te Norveç’te ortaya çıkmıştır. Bunların verimleri düşük, kendileri büyüktü. İlk sanâyi gaz türbini İsviçre’de Brown- Boveri tarafından monte edilmiştir. 4000 kilowattlık bir jenaratörü tahrik etmek için kullanılmakta ve verim ise % 18 civârındaydı. Çabuk devreye girebilmesi, güç-ağırlık oranının düşük olması yedek olarak seçilmesinde etkili olmuştur.
Ancak gaz türbinlerindeki en önemli gelişme, uçaklarda kullanılmalarıyla ortaya çıkmıştır. Bu tür uygulamada sıkıştırılmış gaz kısmen genişleyerek ancak kompresör çalıştıracak kadar bir enerji vermektedir. Gazdaki geriye kalan enerji ise gaza yüksek hız vermek ve bunun sonucu uçağı tahrik etmek için kullanılır.
Jet motorlarının gelişmesi İkinci Dünyâ Savaşında hız kazanmıştır. O zamandan bu yana jet motorlu uçaklar yaygınlaşmıştır. Uçaklarda, jet motorları, jet motorunun itici gücünden (turbojet) veya türbindeki dönme pervaneye aktarılarak (turboprop olarak) kullanılmaktadır. Bunun dışında gaz türbinlerinin diğer yaygın bir kullanış yeri de, Amerika ve Orta Doğudaki tabiî gaz hatlarında pompalama işleridir. Bu türbinlerin gücü 5000 ile 10.000 beygir gücü civârındadır. Ayrıca dizel motorlu elektrik jenaratörlerinin yanında günün belirli saatlerindeki isteklere cevap vermek için takviye jenaratörü olarak kullanılır.
Ayrıca kamyon, otobüs ve ağır hafriyat makinalarında da kullanılmaktadır. Bunlar 200-400 beygir gücü civârındadır. Savaş gemilerinde de gaz türbinleri, yüksek hız elde etmek için kullanılır. Ticârî gemilerde ise, verim düşüklüğü ve kısmî yükleme yönünden kullanımı sâdece deneme mâhiyetindedir. Demiryollarında; yolcu trenlerinde yüksek gücün ve düşük ağırlığın istendiği durumlarda tercih edilir.
Gaz türbini parçaları ve yakıtı: En önemli parçaları; kompresör, yanma odası ve türbinlerdir. Bâzı gaz türbinlerinde ısı değiştiriciler de mevcuttur.
Kompresörler: Genel olarak merkezî ve eksenli olmak üzere iki tür kompresör mevcuttur. Birincisinde hava, merkez kısımda alınarak yarıçap doğrultusunda, basıncı ve hızı büyüyerek hareket eder. Hız oldukça büyür, daha sonra hız düşürülerek basınç yükseltilir. Sıkıştırmanın sonucunda ve başlangıcındaki basınç oranları 1/4 ile 1/5 civârındadır. Merkezsel motorları dayanıklı ve oldukça ucuzdur. Fakat verimleri düşüktür. Küçük güçler için kullanılır.
Eksenel akışlı kompresörler ise, arka arkaya sıralanan sâbit ve hareketli kanatlardan meydana gelir. Hareketliler havaya enerji verirken, sâbitler hızı basınca çevirir. Aynı zamanda havayı rotora uygun açı ile iletirler. Pekçok devreden ibâret olup, bunların her birinde rotor (dönen parça) ve stator (sabit parça) mevcuttur. Genellikle 6-7 devre olurlar. Bu şekilde çok devreli olması maliyeti artırmaktadır. Ayrıca havadaki yabancı maddelere karşı hassasdır. Çok küçük olanlar hariç, verimleri diğer türlere nisbetle yüksektir. Merkezsel olanların verimleri 0,78-0,82 arasında, eksensel akışlı olanlarınki ise 0,82-0,87 civârındadır.
Türbinler:Kompresörlere göre daha basittirler.İç verimleri 0,87-0,90 arasındadır. Türbinde gaz genişler ve kanallar arasında hızlanır. Akış sırasında doğacak türbilans, verimi düşürür. Genel olarak türbinler eksensel akışlı olup, merkezsel olanları nâdirdir. Kompresörlerde açıklanan benzer fayda ve mahzurlar burada geçerlidir.
Yanma odaları: Tek veya çok olabilir. Yanma odaları ve karışımın uygun terkibi deneylerle elde edilir.
Yakıtlar: Tabiî gaz en düşük korozyona sebeb olduğundan, en çok arzu edilen yakıttır. Hafif sıvı yakıtlar yanında, düşük işletme sıcaklarında ağır petrol ürünleri de kullanılabilir. Ancak bâzı durumlarda yakıt önce bir muâmeleye tâbi tutularak, yanma odasının temizliği sağlanır.
Basit bir gaz türbininin verimi, % 20 ile % 25 civârındadır. Ancak türbinden çıkan sıcak hava ile giren hava, ısıtılarak verim % 30’a kadar yükseltilebilir. Maksimum verim için lâzım olan basınç oranı da bu hâlde azalır. Sıkıştırma anında hava soğutulursa, sıkıştırmak için gerekli olan iş azalır. Ancak verimde pek az değişiklik olur.
İslâm âlimlerinin büyüklerinden. İsmi Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed’dir. Künyesi Ebû Hâmid, lakabı Huccet-ül-İslâm ve Zeyneddîn’dir. Gazâlî nisbesiyle meşhurdur. Müctehîddi. İctihâdı, Şâfiî mezhebine yakın olduğundan, Şâfiî mezhebinde sanılır.
İran’ın Tûs şehrinin Gazal kasabasında 1058 (H.450)de doğdu. Babası fakir ve sâlih bir zâttı. Âlimlerin sohbetlerinden hiç ayrılmazdı. Elinden geldiği kadar, onlara yardım ve iyilik eder ve hizmetlerinde bulunurdu. Âlimlerin nasihatını dinleyince ağlar ve Allahü teâlâdan kendisine âlim olacak bir evlâd vermesini yalvararak isterdi. Babası yün eğirip, Tus şehrinde bir dükkanda satardı. Vefâtının yaklaştığını anlayınca, oğlu Muhammed Gazâlî’yi ve diğer oğlu Ahmed’i hayır sâhibi ve zamânın sâlihlerinden bir arkadaşına, bir miktar mal vererek vasiyet etti ve ona dedi ki:
“Ben kendim, âlim bir kimse olamadım. Bu yolla kemâle gelemedim. Maksadım, benim kaçırdığım kemâl mertebelerinin, bu oğullarımda hâsıl olması için yardım etmenizdir. Bıraktığım bütün para ve erzakı, onların tahsîline sarf edersin!”
Arkadaşı vasiyeti aynen yerine getirdi. Babasının bıraktığı para ve mal bitinceye kadar, onların yetişme ve olgunlaşmaları için çalıştı. Sonra onlara; “Babanızın, sizin için bıraktığı parayı tahsil ve terbiyenize harcadım. Ben fakirim param yoktur. Size yardım edemeyeceğim. Sizin için en iyi çâreyi, diğer ilim talebeleri gibi medreseye devâm etmenizde görüyorum.” dedi. Bunun üzerine iki kardeş medreseye gittiler ve yüksek âlimlerden olmak saâdetine kavuştular.
İmâm-ı Gazâlî, çocukluğunda fıkıhtan bir miktarını kendi memleketinde okudu. Sonra Cürcan’a gitti. İmâm Ebû Nasr İsmâilî’den bir müddet ders aldı. Sonra Tûs’a döndü. Cürcan’dan Tûs’a dönerken başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatır: “Bir grup yol kesici karşımıza çıktı. Yanımda olan her şeyimi alıp gittiler. Arkalarından gidip kendilerine yalvardım. Ne olur işinize yaramayan ders notlarımı bana verin. Reisleri; “Onlar nedir? Nasıl şeylerdir?” diye sorunca; “Onları öğrenmek için memleketimi terk ettim, gurbetlere gittim. Filan yerdeki birkaç tomar kağıtlardır.” dedim. Eşkıyâların reisi güldü; “Sen o şeyi bildiğini nasıl iddiâ ediyorsun, biz onları senden alınca ilimsiz kalıyorsun.” dedi ve onları bana geri verdi. Sonra düşündüm, Allahü teâlâ yol kesiciyi beni îkâz için o şekilde söyletti, dedim. Tûs’a gelince üç yıl bütün gayretimle çalışarak, Cürcan’da tuttuğum notların hepsini ezberledim. O hâle gelmiştim ki, yol kesici önüme çıksa, hepsini alsa, bana zararı dokunmazdı.”
Memleketinde geçirdiği bu üç seneden sonra, tahsiline devâm etmek için o zamânın büyük bir ilim ve kültür merkezi olan Nişâbur’a gitti. Zamânın büyük âlimlerinden olan İmâm-ül-Harameyn Ebü’l-Meâlî el-Cüveynî’nin talebesi oldu. Üstün zekâsını ve çalışkanlığını gören hocası ona yakın alâka gösterdi. Burada usûl-i hadîs, usûl-i fıkıh, kelâm, mantık, İslâm hukuku ve münâzara ilimlerini öğrendi. Ebû Hâmid er-Rezekânî, Ebü’l- Hüseyin el-Mervezî, Ebû Nasr el-İsmâilî, Ebû Sehl el-Mervezî, Ebû Yûsuf en-Nessâc gibi devrin büyük âlimleri belli başlı hocalarıdır.
Nişabur’da tahsilini tamamlayınca, büyük bir ilim ve edebiyât hâmisi olan Selçuklu vezîri üstün devlet adamı Nizâmülmülk’ün dâveti üzerine Bağdat’a gitti. Nizâmülmülk’ün topladığı ilim meclisinde bulunan zamânın âlimleri, İmâm-ı Gazâlî’nin ilminin derinliğine ve meseleleri îzâh etmekteki üstün kâbiliyetine hayran kaldıklarını îtirâf ettiler. O zaman ortaya çıkan sapık fırkaların mensupları, onun yüksek ilmi ve en zor, en ince mevzuları en açık bir şekilde anlatması, hitâbet ve îzâh etme kâbiliyetinin yüksekliği, zekâsının parlaklığı karşısında perişân oluyorlar ve tutunamıyorlardı. Bu sırada otuz dört yaşında bulunan İmâm-ı Gazâlî’nin İslâmiyete yaptığı büyük hizmetleri gören Selçuklu veziri Nizâmülmülk, şimdiki tâbirle, onu Nizâmiye Üniversitesi rektörlüğüne tâyin etti. Bu üniversitenin başına geçen İmâm-ı Gazâlî, üç yüz seçkin talebeye lüzumlu olan bütün ilimleri öğretti. Yetiştirdiği talebelerin had ve hesabı yoktu. Ebû Mansûr Muhammed, Muhammed bin Es’ad et-Tûsî, Ebü’l-Hasan el-Belensî, Ebû Abdullah Cümert el-Hüseynî talebelerinin meşhurlarındandır. Bir taraftan da kıymetli kitaplar yazan İmâm-ı Gazâlî ilim ehli, devlet adamları ve halk tarafından büyük bir muhabbet ve hürmet gördü. Şöhreti gün geçtikçe arttı. Nizâmiye Üniversitesinde bulunduğu yıllarda, Kitâbü’l-Basît fil-Fürû, Kitâb-ül-Vesît, El-Veciz, Meâhiz-ül-Hilâf adlı kitaplarını yazdı.
Ayrıca İsmâiliyye adındaki sapık fırkanın görüşlerini çürütmek için Kitâbu Fedâihil-Bâtınıyye ve Fedâil-il-Müstehzariyye adlı eserini yazdı. Yine bu sırada Rumcayı öğrenerek felsefecilerin sapıklığını ortaya koymak için eski Yunan ve Lâtin filozoflarının kitaplarının aslı üstünde üç sene titizlikle incelemeler yaptı. Bu incelemeleri esnâsında ve netîcesinde felsefecilerin maksatlarını açıklayan Mekâsid-ül Felâsifekitâbı ile felsefecilerin görüşlerini reddeden Tehâfüt-ül-Felâsifekitâbını yazdı. Avrupalı filozoflar, o asırda dünyânın tepsi gibi düz olduğunu iddiâ ederek, ilimlerini ve felsefelerini böyle yanlış bilgiler üstüne kurarken, İmâm-ı Gazâlî dünyânın yuvarlak olduğunu, karaciğerde kanın zehir ve mikroplardan temizlenip tâzelendiğini, safra ve lenfle zararlı madde eriyiklerinin burada kandan ayrıldığını bu işte dalağın, böbreklerin ve safra kesesinin rollerini, kanın madde miktarlarındaki oranın değişmesi ile sıhhatin bozulacağını, bugünkü fizyoloji kitaplarında yazdığı gibi, delillerle ispat etti. Ayrıca diğer fen ilimlerinde de Avrupalıların bilmedikleri doğru bilgilere kitaplarında yazıp yer verdi.
İmâm-ı Gazâlî felsefecilerle ilgili bu çalışmalarını El-Munkızu Aniddalâlkitabında şöyle anlatmaktadır:
“İşte şimdi filozofların ilimlerinin hikâyesini dinle: Onları birkaç sınıf, ilimlerini de birkaç kısım hâlinde gördüm. Onlara, çokluklarına ve eskileri ile yenileri arasında doğruya yakınlık ve uzaklık farkına rağmen, küfür ve ilhâd damgasını vurmak lâzımdır. Filozoflar fırkalarının çokluğuna ve çeşitliliğine rağmen, Dehriyyûn, Tabîiyyûn ve İlâhiyyûn olmak üzere üç kısma ayrılırlar. Dehriyyûn sınıfı eski filozoflardan bir zümredir. Yaratıcının varlığını inkâr ederler, bunlar zındıktır. Tabîiyyûn; bunlar da âhiretin mevcûdiyetini kabul etmediler. Cennet’i Cehennem’i, kıyâmeti ve hesâbı inkâr ettiler. Bunlar da zındıktır. Üçüncü sınıf olan İlâhiyyûn, daha sonra gelen filozoflardır. Bunlar ilk iki sınıfı red etmişlerse de kendilerini bid’at ve küfürden kurtaramamışlardır.” Üçüncü kısımdan olan bu filozoflar, kendilerinden önce gelenlerin yanlışlarını açık seçik göstermek ve bir yaratıcının olduğunu söylemekle berâber peygamberlere inanmadıkları için küfürde kalmışlardır. Çünkü küfürden kurtulmak için peygamberlere ve onların bildirdiklerine inanmak da şarttır.
Gazâlî’nin felsefecilerin görüşlerini çürütmek ve îtikâdlarına, felsefe karıştıran sapık fırkalara cevap vermek için yaptığı bu çalışmasını işiten bir takım kimseler, onu felsefeci zannetmişlerdir. Bunun sebebi, felsefe ile tefekkür arasındaki mühim farkı bilmemek olabilir. Felsefeciler aklı rehber edinmişlerdir. Mütefekkirler ise aklı kullanmakla berâber, akla da rehber olarak peygamberleri ve onların bildirdiği îmânı almışlardır. Göz için ışık ne ise, akıl için îmân odur. Işık olmayınca göz göremediği gibi îmân olmayınca akıl da doğru yolda yürüyemez. İmâm-ı Gazâlî, filozof değil müctehiddir. Zâten İslâmiyette felsefe ve filozof olmaz (Bkz. Felsefe). İslâm âlimi olur. İslâm dîninde felsefenin üstünde İslâm ilimleri, filozofun üstünde de İslâm âlimleri vardır.
İmâm-ı Gazâlî, bu çalışmalarından sonra, yerine kardeşi Ahmed Gazâlî’yi vekil bırakarak Nizâmiye Üniversitesindeki görevine ara verdi ve Bağdat’tan ayrıldı. Çeşitli ilmî çalışmalar ve seyâhatler yaptı. Şam’da kaldığı iki yıl içinde en kıymetli eseri İhyâu-Ulûmiddîn’i yazdı. Daha sonra Kudüs’e gitti. Burada Bâtınî denilen sapık fırkaya karşı Mufassıl’ul-Hilâf, Cevâb-ul-Mesâil ve Allahü teâlânın Esmâ-i Hüsnâ denilen isimlerini anlatan El- Maksad ül-Esmâ adlı eserini yazdı. Kudüs’te bir müddet kaldıktan sonra hacca gitti. Haccını müteakiben Bağdat’a döndü. Nizâmiye Üniversitesinde, Şam’da yazdığı İhyâ’sını kalabalık bir talebe kitlesine ders olarak okuttu. Bu seferki tedris hayâtı uzun sürmedi. Doğduğu yer olan Tûs’a gitti. Burada yine Bâtınîlere karşı Ed-Dercülmerkûm kitabı ile El-Kıstâs-ul-Müstakîm, Faysal-ut-Tefrika, Kimyâ-ı Seâdet, Nasîhât ül-Mülûk ve Et- Tibr-ul-Mesbûk adlı kıymetli eserlerini yazdı. On sene kadar süren bu hizmetlerinden sonra Selçuklu veziri Fahr-ül-Mülk’ün ricâsı üzerine bir müddet daha Nizâmiye Üniversitesinde ders verdi. Tasavvufu anlatan Mişkât-ül-Envâr adlı eserini de bu sırada yazdı.
İmâm-ı Gazâlî’nin tasavvufta mürşidi, Silsile-i zehebin büyüklerinden olan Ebû Ali Fârmedî hazretleridir. Onun huzûrunda kemâle geldi. Zâhir ilimlerinde eşsiz âlim olduğu gibi, tasavvuf ilimlerinde (evliyâlık ilimlerinde) de mürşid (yol gösterici) oldu. Her iki ilimde, Peygamberimizin vârisi oldu. Kısa bir müddet daha Nizâmiye Üniversitesinde ders verdikten sonra doğduğu yer olan Tûs’a döndü. Elli beş sene gibi kısa bir ömür süren İmâm-ı Gazâlî, ömrünün son yıllarını Tûs’ta geçirdi. Burada evinin yakınına bir medrese ve bir de tekke yaptırdı. Günleri insanları irşâd etmekle geçti. Elli yaşını aştığı bu sıralarda El-Munkızu Aniddalâl, fıkhın kaynaklarına (Usûl-i fıkha) dâir El-Mustesfâ ve selef-i sâlihîne (Ehl-i Sünnet îtikâdına) tâbi olmayı anlatan İlcâmü’l-Avâm an İlm-il-Kelâm adlı eserlerini yazdı.
İmâm-ı Gazâlî’nin yaşadığı devirde İslâm âleminde siyâsî ve fikrî bakımdan büyük bir kargaşalık hüküm sürüyordu. Bağdat’ta Abbâsî halîfelerinin hâkimiyeti zayıflamaya yüz tutmuştu. Bunun yanında Büyük Selçuklu Devletinin sınırları genişliyor ve nüfûzu artıyordu. İmâm-ı Gazâlî bu devletin büyük hükümdârları Tuğrul Beyin, Alparslan’ın ve Melik Şahın devirlerini yaşadı. Melik Şahın kıymetli veziri Nizâmülmülk, hem savaş meydanlarında zaferler kazanıyor, hem de o zamânın parlak ilim ocakları olan İslâm üniversitelerini açıyordu. İmâm-ı Gazâlî 23 yaşındayken doğuda Hasan Sabbah ve adamları, sapık yollardan olan İsmâiliyye fırkasını yaymaya çalışıyorlardı. Mısır’da Şiî Fâtımî Hânedânı çökmeye başlamış, Avrupa’da ise Endülüs İslâm Devleti gerilemeye yüz tutmuştu. Mukaddes toprakları Müslümanlardan almak için ilk Haçlı seferleri de İmâm-ı Gazâlî zamânında başlamıştı. Bunlardan birincisi olan Haçlı seferine katılan Haçlılar, Anadolu Selçuklu Hükümdârı Birinci Kılıç Arslan’ın üstün gayret ve kahramanlıklarına rağmen 600 binden 40-50 bine düşmek pahasına da olsa, Anadolu’yu geçmiş, Torosları aşmış, Antakya’yı ve bir yıl sonra da Kudüs’ü ele geçirmişlerdi (1096). (Bkz. Haçlı Seferleri)
İslâm âlemindeki bu siyâsî karışıklıkların yanında bir de fikir ve düşünce ayrılıkları vardı. Bütün bunlar; Müslümanların birliğini doğrudan doğruya askerî kuvvetle ve ilim yoluyla yıkamayan iç ve dış düşmanların, halk arasında bozuk ve sapık fikirleri yayabilmeleri için çok uygun bir zemin teşkil ediyordu. Müslümanlar arasında îtikât birliği sarsılmış, düşünce ve fikirlerde ayrılıklar meydana gelmişti. Bir taraftan eski Yunan felsefesini anlatan kitapları okuyarak yazılanları İslâm inançlarına karıştıranlar, diğer taraftan Kur’ân-ı kerîmin âyetlerinin mânâsını değiştirerek ve kendi bozuk düşüncelerini katarak açıklamaya kalkışan Bâtınîler ve Mûtezile ile diğer fırkalar İslâm îtikâdını bozmaya çalışıyorlardı. Bunlara karşı Ehl-i sünnetin müdâfaasını üslenmiş olan İslâm âlimlerinin başında aklî ve naklî ilimlerde zamânın en büyük âlimi, müctehid ve asrın müceddîdi olan İmâm-ı Gazâlî geliyordu (Bkz. Müceddid). O, bir taraftan kıymetli talebeler yetiştirdi, bir taraftan da sapık fırkaların bozuk inançlarını çürütmek ve Müslümanların bunlara aldanmamaları için okuyacakları kıymetli kitaplar yazdı. Üç yüz binden fazla hadîs-i şerîfi râvileriyle ezbere bilen ve Hüccetül-İslâm adıyla meşhur olan İmâm-ı Gazâlî, İslâmın yirmi temel ilmi ile bunların yardımcıları olan müsbet ilimlerde de söz sâhibiydi. Hadis ve Usûl-i Hadîs ilimlerinde ilim deryâsı olan bu büyük âlimin kitaplarında mevdu hadîs var diyerek, İmâm-ı Gazâlî’de eksiklik aramak, ilmin hakîkatını, İslâm âliminin derecesini bilmemektir. Zamânında yaşayan ve sonra gelen âlimler onun kitaplarını senet kabul etmişler ve netîcede İmâm-ı Gazâlî’nin kitaplarını ancak mezhepleri kabul etmeyenlerin dinde reform yapmak için uğraşanların beğenmediklerini bildirmişlerdir.
İmâm-ı Gazâlî hazretleri H.505 (M.1111) yılının Cemâzilevvel ayının 14. Pazartesi günü büyük kısmını zikir ve tâat ve Kur’ân-ı kerîm okumakla geçirdiği gecenin sabah namazı vaktinde abdest tazeleyip namazını kıldı, sonra yanındakilerden kefen istedi. Kefeni öpüp yüzüne sürdü, başına koydu: “Ey benim Rabbim, Mâlikim! Emrin başım gözüm üzere olsun.” dedi. Odasına girdi. İçeride, her zamankinden çok kaldı. Dışarı çıkmadı. Bunun üzerine oradakilerden üç kişi içeri girince, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin kefenini giyip, yüzünü kıbleye dönüp, rûhunu teslim ettiğini gördüler. Başı ucunda şu beytler yazılıydı:
Beni ölü gören ve ağlayan dostlarıma,
Şöyle söyle, üzülen o din kardeşlerime:
“Sanmayınız ki, sakın ben ölmüşüm gerçekten,
Vallâhi siz de kaçın buna ölüm demekten.”
.......
Ben bir serçeyim ve bu beden benim kafesim.
Ben uçtum o kafesten, rehin kaldı bedenim.
.......
Bana rahmet okuyun, rahmet olunasınız.
Biz gittik. Biliniz ki, sırada siz varsınız.
.......
Son sözüm olsun, “Aleyküm selâm” dostlar.
Allah selâmet versin, diyecek başka ne var?
İmâm-ı Gazâlî hazretleri, kendisini mezârın içine Şeyh Ebû Bekr en-Nessâc koysun, diye vasiyet etmişti. Şeyh bu vasiyeti yerine getirip mezardan çıktığında hâli değişmiş, yüzü kül gibi olmuş görüldü. Oradakiler “Size ne oldu?.. Niçin böyle sarardınız, soldunuz efendim?..” dediler. Cevap vermedi. Israr ettiler, gene cevap vermedi. Yemin vererek tekrar ısrarla sorulunca, mecbur kalarak şunları anlattı:
“İmâmın nâşını mezâra koyduğum zaman, Kıble tarafından nurlu bir sağ elin çıktığını gördüm. Hafiften bir ses bana şöyle seslendi. «Muhammed Gazâlî’nin elini, Seyyidü’l Mürselin Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellemin eline koy.» Ben denileni yaptım. İşte mezardan çıktığımda benzimin sararmış, solmuş olmasının sebebi budur. Allah ona rahmet eylesin.”
İmâm-ı Gazâlî hazretleri asrının müceddidi olup, din bilgilerinden unutulmuş olanlarını meydana çıkarmış, açıklamış ve herkese öğretmişti.
İmâm-ı Gazâlî zamânındaki devlet adamlarının ikrâm ve iltifâtlarına kavuşmuştu. Onlara zaman zaman nasihat ederek ve mektup yazarak hakkı tavsiye etmiş, Müslümanların huzûr ve refâhı için duâ etmiştir.
Bunlardan Selçuklu Sultânı Sencer’e nasihat için aşağıdaki mektubu yazmıştır:
“Allahü teâlâ İslâm beldesinde muvaffak eylesin, nasîbdâr kılsın. Âhirette ona, yanında yeryüzü pâdişâhlığının hiç kalacağı mülk-i azîm ve âhiret sultanlığı ihsân etsin.
Dünyâ pâdişâhlığı, nihâyet bütün dünyâya hâkim olmaktan ibârettir. İnsanın ömrü ise, en çok yüz sene kadardır.
Cenâb-ı Hakk’ın, âhirette bir insana ihsân edeceği şeylerin yanında, bütün yeryüzü, bir kerpiç gibi kalır. Yeryüzünün bütün beldeleri, vilâyetleri, o kerpicin tozu toprağı gibidir. Kerpicin ve tozunun-toprağının ne kıymeti olur? Ebedî sultanlık ve saâdet yanında, yüz senelik ömrün ne kıymeti vardır ki, insan onunla sevinip mağrûr olsun? Yükseklikleri ara, Allahü teâlânın vereceği pâdişâhlıktan başkasına aldanma.
Bu ebedî pâdişâhlığa (saâdete) kavuşmak, herkes için güç bir şey ise de, senin için kolaydır. Çünkü Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: «Bir gün adâlet ile hükmetmek, altmış senelik ibâdetten efdâldir.» Mâdem ki Allahü teâlâ sana, başkalarının altmış senede kazanacağı şeyi bir günde kazanma sebebini ihsân etmiştir, bundan daha iyi fırsat olamaz! Zamânımızda ise iş o hâle gelmiştir ki, değil bir gün, bir saat adâletle iş yapmak, altmış yıl ibâdetten efdâl olacak dereceye varmıştır.
Dünyânın kıymetsizliği, açık ve ortadadır. Büyükler buyurdular ki: «Dünyâ kırılmaz altın bir testi, âhiret de kırılan toprak bir testi olsa, akıllı kimse, geçici olan ve yok olacak olan altın testiyi bırakır, ebedî olan toprak testiyi alır. Kaldı ki dünyâ, geçici ve kırılacak toprak bir testi gibidir.» Âhiret ise hiç kırılmayan ebediyyen bâki kalacak olan altın testi gibidir. Öyleyse, buna rağmen dünyâya sarılan kimseye nasıl akıllı denilebilir? Bu misâli iyi düşününüz ve dâimâ göz önünde tutunuz...”
İmâm-ı Gazâlî’nin buyurduğu güzel sözlerden bâzıları:
Allahü teâlânın verdiği nîmeti, O’nun sevdiği yerde harcamak şükür; sevmediği yerde kullanmak ise küfrân-ı nîmettir (nîmeti inkâr etmektir).
Belâya şükretmek lâzımdır. Çünkü küfür ve günahlardan başka belâ yoktur ki, içinde senin bilmediğin bir iyilik olmasın! Allah, senin iyiliğini senden iyi bilir.
Bir sözü söyleyeceğin zaman düşün! Eğer o sözü söylemediğin zaman mesul olacaksan söyle. Yoksa sus!
Bil ki, kalple gıybet etmek, dille etmek gibi haramdır. Bir kimsenin noksanını, kusurunu başkasına söylemek doğru olmadığı gibi, kendi kendine söylemek de câiz değildir.
Sabır insana mahsustur. Hayvanlarda sabır yoktur. Çünkü çok noksandırlar. Meleklerin ise sabra ihtiyâcı yoktur. Çünkü çok kâmildirler.
Allahü teâlânın, her yaptığımızı her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. İnsanlar birbirinin dışını görür. Allahü teâlâ ise, hem dışını, hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin işleri ve düşünceleri edepli olur.
Aklı olan kimse nefsine demelidir ki: Benim sermâyem, yalnız ömrümdür. Başka bir şeyim yoktur. Bu sermâye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes hiçbir şeyle tekrar ele geçmez ve nefesler sayılıdır, azalmaktadır. O hâlde bu günü elden kaçırmamak bunu saâdete kavuşmak için kullanmamaktan daha büyük ziyân olur mu? Yarın ölecekmiş gibi bütün âzâlarını haramdan koru.
Ey nefsim, sonra tövbe ederim ve iyi şeyler yaparım, diyorsan, ölüm daha önce gelebilir, pişman olup kalırsın. Yarın tövbe etmeyi bugün tövbe etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun.
Eserleri:
İmâm-ı Gazâlî, ömrü boyunca gece gündüz devamlı yazmış büyük bir İslâm âlimidir. O kadar çok kitab yazdı ki, ömrüne bölününce, bir güne on sekiz sahîfe düşmektedir. Eserlerinin sayısının 1000’e ulaştığı, Mevdûât-ul-Ulûmkitabında bildirilmektedir. Bunlardan 400’ünün isimleri Şeyh Ebû İshak Şîrâzî’nin Hazâin kitabında yazılıdır.
Eserleri üstünde Avrupalılar geniş ve uzun süren incelemeler yapmışlardır. Bunlardan P. Bouyges adlı müsteşrik Essaie de Chronologie des Oeuvres de al-Ghazâli adlı eserinde İmâm-ı Gazâlî’nin 404 kitabının ismini vermiştir. Meşhur müsteşrik Brockelmann da Geschichte Der Arabischen Litteratur adlı eserinde, eserlerinden 75 tânesinin listesini vermiştir. 1959’da dört Alman ordinaryüs profesörü, İmâm-ı Gazâlî’nin kitaplarını okuyarak, İslâm dînine âşık olmuşlar ve İmâm’ın kitaplarını Almancaya çevirerek sonunda Müslüman olmuşlardır.
Gazâlî’nin vefâtından sonra İslâm dünyâsının mâruz kaldığı Moğol felâketi esnâsında yakıp yıkılan binlerce kütüphâne içinde İmâm-ı Gazâlî’nin sayısız eseri de yok edilmiştir. Bu sebepten bugüne kadar eserlerinin tam bir listesi ve tasnîfi yapılamamış, ilim dünyâsı bu husustaki eksikliğini tamamlayamamıştır.
Eserlerinden bâzıları şunlardır:
İhyâu-Ulûmiddîn, Kimyâ-ı Seâdet, Cevâhir-ül-Kur’ân, Kavâid-ül-Akâid, Kitâb-ül-İktisâd fil Îtikâd, İlcâm-ül-Avâm an İlm il-Kelâm, Mizân-ül-Amel, Dürret-ül-Fâhire, Eyyüh-el-Veled, Kıstâs ül-Müstekîm, Tehâfet-ül-Felâsife, Mekâsıd-ül-Felâsife, El-Munkızu Aniddalâl, El-Fetâvâ, Hülâsât-üt-Tasnîf fit-Tesavvuf. (İlcâm-ül-Avâm, Eyyüh-el-Veled, El-Munkızu Aniddalâl, Durret-ül-Fâhire ve Kimyâ-ı Seâdet kitapları İhlâs A.Ş. tarafından bastırılmıştır.)
İmâm-ı Gazâlî’nin Arapça olan beş ciltlik İhyâu Ulûmiddînkitabı 1968 senesinde Beyrut’ta Arapça ve 1974’te İstanbul’da Türkçe olarak basılmıştır. Bir cilt olan Farsça Kimyâ-ı Seâdetkitabı da, 1955’te Tahran’da, 1977’de İstanbul’da basılmıştır. Türkçeye de tercüme edilmiştir.
Büyük hadis âlimi Hâfız Zeynüddîn Ebü’l-Fadl Abdurrahmân el-Irakî, 1353 yılında İhyâ’daki hadisleri teker teker ele almış, herbirinin kaynak ve senetlerini araştırmış, bulmuş ve bunları 4 ciltlik bir eserinde toplamıştır. Bu gayretli çalışması tam 40 yıl sürmüştür. Bu eserin ismi Tahrîcü Ehâdîs-il-İhyâ’dır.
İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin en kıymetli eseri İhyâ’sıdır. Osmanlı âlimlerinden Saffet Efendi Tasavvufun Zaferiisimli eserinde, İmâm-ı Gazâlî’nin İhyâu Ulûmiddînkitabı öyle kıymetli bir eserdir ki, Kur’ân-ı kerîmin ve Peygamber efendimizin hadislerinin mânâlarını Müslümanlara anlatmak ve Allahü teâlânın kullarına, doğru yolu göstermek, huzûr ve saâdete kavuşturan İslâm ahlâkını öğretmek için, din âlimleri olarak elimizde bundan başka hiçbir kitap bulunmasaydı, yalnız bu kitap kifâyet ederdi.
Batıda Ebü’l-Hasan adında bir imâm vardı. İhyâkitabını okuyunca beğenmeyip onu yakmayı emretti. Halkın elindekileri de toplayıp bir Cumâ günü yakılmasını kararlaştırdılar. O Cumâ gecesinde Ebü’l-Hasan rüyâsında şöyle gördü:
Kendi ders okuttuğu câminin kapısından içeri girdi. Bir de ne görsün; câminin içinde Resûlullah efendimiz ve yanında hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer oturuyorlardı. İmâm-ı Gazâlî de orada ayakta duruyordu ve elinde İhyâkitabını tutup:
“Ey Allah’ın Resûlü! Şu kimse benim hasmımdır!” deyip sonra dizleri üzerine çöktü. İhyâkitabını Resûlullah’a verip:
“Yâ Resûlallah! Şu kitaba bakınız, eğer bu kimsenin dediği gibi bunda sünnete uymayan, esasa muhâlif olan bir yanlış varsa, ben Allahü teâlâya tövbe ettim. Eğer sizin bildirdiğiniz dîne uygun ise, bu adamdan hakkımı alıp beni sevindirin!” dedi.
Bunun üzerine Resûlullah, İhyâ kitabını baştan sona kadar inceledi ve:
“Vallâhi bu elbette güzel bir kitaptır.” buyurdu.
Sonra onu hazret-i Ebû Bekr’e ve hazret-i Ömer’e verdiler. Onlar da inceleyerek, bu kitap elbette güzeldir, dediler. Bunun üzerine Resûlullah:
“Adı geçen Ebü’l-Hasan’ın elbisesini soyun, iftirâ edenlere vurulduğu gibi had vurun.” buyurdu.
Beşinci sopadan sonra hazret-i Ebû Bekr:
“Yâ Resûlallah! Böyle yapması yine senin sünnetini tâzim için idi. Fakat yanıldı.” dedi. İmâm-ı Gazâlî de affetti.
Ebü’l-Hasan uyanınca gördüklerini talebelerine anlattı. Tövbe etti. Bir ay rüyâsında yediği sopaların acısından rahatsız oldu, canı yandı. Sonra geçti, fakat ölünceye kadar sopaların izi sırtında görüldü. Dâimâ İhyâkitabını okur, ona hürmet ederdi.