GALON
Alm. Gallone, Fr. Gallon, İng. Gallon. Bir sıvı hacim ölçü birimi. Amerikan Galonu 231 inç küp, İngiliz Galonu 277,46 inç küpe eşit bir hacim tutar. Bir Amerikan Galonu su +4°C’de 8,345 pound (1 pound=453,60 gr) veya 3,785 kg ağırlık çeker. Metrik birimler cinsinden bir galon değeri, bir Amerikan Galonu: 3,78543 lt; bir İngiliz Galonu: 4,54345 lt şeklinde verilebilir.
İtalyan fizyolojisti. Bolonya şehrinde 1737’de doğmuş ve Bolonya Üniversitesinde tıp tahsil ettikten sonra yine orada anatomi profesörlüğü yapmıştır. Hayvan kasları üzerinde havadaki elektriğin etkisini araştırırken, kaslara demir ve bakır gibi iki ayrı metalin dokundurulması hâlinde de kasılma meydana geldiğini gördü. Bu olaya kaslardaki elektriğin sebeb olduğu sonucuna vardı.
Bu sonucun yanlış olduğunu İtalyan fizikçisi Alessandro Volta gösterdi. Günümüzde de bilindiği gibi, elektriği geçiren bir ortamda bulunan iki farklı metal arasında bir elektrik potansiyeli doğmaktadır. Bu hatâsına rağmen Galvani, sinir sisteminin elektriksel tabiatını ortaya çıkararak, elektrofizyoloji bilim dalının doğmasına sebeb olmuştur. Adına izâfeten elektrik akımı ölçülmesinde kullanılan duyarlı âletlere “galvanometre” denilmektedir.
1798 yılında öldü.
Alm. Galvanisieren (n), Fr. Galvaniser, zinguer, İng. to galvanise. Demir ve çeliği paslanmaya karşı korumak için, yüzeyini çeşitli metodlarla çinko tabakasıyla kaplama işlemi. Çok eski bir geçmişi olan galvanizleme işlemi hâlâ kullanılmaktadır. Başlıca galvanizleme metodları:
1. Sıcak daldırma işlemi,
2. Elektrolizle çinko kaplama,
3. Çinko tozu içinde ısıtarak kaplama,
4. Ergimiş çinko püskürtme.
Bunlardan en çok kullanılanı sıcak daldırma yoluyla kaplamadır.
Sıcak daldırma metodu: Diğer metalleri çinkoyla kaplama fikrinin, çinkonun 18. yüzyılın ilk yarısında Avrupa’da tanınmasından sonra ortaya çıktığı zannedilmektedir. Diğer kimyâsal reaksiyonlardakinden farklı özel bir galvanik etki bulunmamasına rağmen, bu işleme niçin galvanizleme dendiği bilinmemektedir.
Küçük parçaların bu metodla galvanizlenmesinde yapılacak işlem basittir. Sürekli ısıtılan bir potada ergimiş çinko bulunur. Galvanizlenecek parça önce hidroklorik asit içinde iyice yıkanır ve kurulanır. Sonra dikkatle, ergimiş çinkoya daldırılır. Daha sonra amonyak serpilir ve suyla yıkanır. İyi bir galvanizleme, parçanın yüzeyinde ideal büyüklükteki pulların meydana gelmesiyle kendini belli eder. Pullanmaya tesir eden faktörler arasında kullanılan malzemenin ve çinkonun özellikleri, temizleme malzeme ve metodları, çinko banyosunun sıcaklığı, malzemenin banyoda bekleme süresi, malzemenin yüzeyinin durumu sayılabilir.
Elektroliz metodu: Soğuk veya elektro-galvanizleme işlemi sıcak galvanizlemeye göre bâzı üstünlüklere sâhiptir. Bunlar şöylece sıralanabilir:
1) Kullanılan çinkodan tasarruf, 2) Kaplanan çinko kalınlığını kontrol edebilme, 3) Saf çinko kaplama kapasitesi, 4) Sıcak işleme tâbi tutuldukları takdirde etkilenebilecek çelik yaylar gibi malzemelerin galvanizlemesinde uygunluk, 5) Sıcak işlemde olabilecek kaplama yüzeyi hatalarından kurtulma.
Bunun yanında bir takım dezavantajları da mevcuttur. Bunlar:
1) Sıcak işleme nazaran, çok daha uzun zaman gerektirir. 2) Kalın ve süngerimsi olmayan kaplamalar çok zor elde edilir. 3) Kaplama sıcak işlemdeki gibi parlak değildir. 4) Daha çok dikkat ister ve sıcak işleme göre birçok güçlükler çıkarır. 5) Su geçirmez olması gereken malzemeler için elektroliz işlemi, sıcak işlemdeki gibi “lehimleme” özelliğini göstermez.
Elektroliz metodunda elektrolit olarak daha çok çinko sülfat kullanılır.
Çinko tozu içinde ısıtarak kaplama daha çok ince bir koruyucu tabakanın gerektiği yerlerde uygun bir metoddur. Daha çok küçük parçalara uygulanır.
Püskürtme metodunda önceden temizlenmiş ve ısıtılmış çelik yüzeyine ergimiş çinko serpilir. Pratikte özel bir püskürtme tabancası kullanılır.
Alm. Galvanometer (n), Strommesser (m), Fr. Galvanomètre (m), İng. Galvanometer. Elektrik akımını, magnetik tesirinden faydalanarak ölçmeye yarayan bir âlet. Küçük akımların bile mevcudiyetinin ve yönünün belirlenmesinde kullanılır. Genellikle ölçülecek akımın magnetik alanıyla, sâbit bir mıknatısın alanı arasında meydana gelen mekanik reaksiyon bir ibrenin hareketini sağlar.
Genel anlamda galvanometreler iki gruba bölünebilir. İlk gruba, sâbit bobin ve döner mıknatıslı düzenler; ikinci gruba da sâbit mıknatıs ve döner bobinli düzenler girer. İlk gruptaki galvanometrelerden en yaygını Kelvin’in astatik galvanometresidir. İkinci tipteki galvanometrelerden en bilineni d’Arsonval galvanometresidir.
Fransız fizikçisi d’Arsonval’ın galvanometresi şu şekilde çalışır:
Kuvvetli ve devamlı bir manyetik alan içinde, ekseni çevresinde dönebilen dikdörtgen şeklinde bir bobin vardır. Bu bobinin eksenine bir de ayna yerleştirilmiştir. Bobinden geçen akımın şiddetine göre, bobin ve bobinle birlikte ayna da döner. Aynanın sapması mercekle büyütülür, gözle görülecek hâle getirilir. Böylece bu bobinden geçen akım çok küçük de olsa ölçülebilir.
Alm. Metallüberziehung (f), Fr. Galvanoplastie (f), İng.Galvanoplasty. Bir elektrolit içine bir mâden batırıp, elektrotlardan akım geçirerek, batırılan mâdeni, elektrolit içinde bulunan madde ile kaplama işlemi.
Bunun için elektrolit adı verilen iletken bir eriyik ve elektrot adı verilen iki tâne mâden kullanılır. Eriyik olarak kaplanmak istenilen metalin tuzunun eriyiği kullanılır. Elektrotlar eriyik içine batırılır. Elektrotlardan bir doğru akım geçirilir. Elektrik akımı eriyik içinde bâzı kimyasal olaylara yol açar. Bunun sonucunda eriyik iyonlarına ayrışır. (+) iyonlar, yâni kaplanmak istenen mâden, meselâ gümüş nitrat eriyiğinin gümüşü, katottaki cisim üzerine (meselâ katota konulan bir kaşık üzerine) kaplanır. Bu olay, anot olarak kullanılan gümüş bitinceye kadar devâm eder. Çünkü anot eriyerek elektrolite karışır.
Alm. Gallium (n), Fr. Gallium (m), İng. Gallium. Sembolü Ga olan mavimsi, kırılgan ve alüminyuma benzeyen bir metal.
Özellikleri: Atom numarası 31, atom ağırlığı 69,7 olan 3A grubu elementidir. Erime noktası 29,8°C olduğundan, sıvı metal olarak bilinir. Kaynama noktası 2070°C’dir. Bileşikleri +2 ve +3 değerlikli olup, (+3) değerliği kararlı olanıdır. Özgül ağırlığı 5,91 gr/cm3tür.
Kütle numarası 69 ve 71 olan iki izotopu vardır.
Bulunuşu: Tabiatta bulunan elementlerin çokluk sırasında 32. sırayı alır. Önemli miktarda Galyum ihtivâ eden bir mineral bilinmemektedir. Tabiatta çok dağılmış olarak ve alüminyum bileşiklerinin yanında bulunur. Değişik konsantrasyonda çinko blendlerinin (ZnS) çoğunda, çinko sülfürle izomorf olan galyum fosfür (GaP) ve Galyum arsenür (GaAs) hâlinde bulunur.
Elde edilmesi: Çinko ve alüminyum endüstrisinde yan ürün olarak elde edilir. Bâzı kömür külleri ve baca tozları (% 1,5) galyum ihtivâ eder ve bunlardan da elde edilir. Germonit mineralinden ise laboratuvar ölçüsünde elde edilir.
Galyum elektroliz metodu ile saflaştırılır. Çok bilinen ve kullanılan bileşikleri; Galyum sülfür (Ga2S3), galyum sülfat (Ga2(SO4)3) ve galyum oksiddir (Ga2O3)
Kullanılışı: Galyum 30°C’nin üstünde sıvı olduğu için, yüksek sıcaklıkları ölçmeye yarayan termometre yapımında kullanılır. Bâzı spektrografik analizlerin hassaslığını arttırmada, manyetik madde ve ısı iletken ortamı olarak süper iletken bileşeni olarak, yüksek sıcaklığa dayanıklı yağlayıcı olarak ve alçak sıcaklıkta sertleşen madde olarak kullanılır. Galyum arsenitten yarı iletken yapılmasında da faydalanılır.
Portekizli denizci ve kâşif. Hindistan’a deniz yolu ile giden ilk Avrupalı. Gama 1450’te, Portekiz’in küçük bir kasabası olan Sines’te doğdu. Köklü bir âilenin çocuğuydu. Daha küçük yaştayken denizciliğe merak sarmış ve kendisini ona göre yetiştirmiştir. 1487 senesinde Portekiz Kralı Manuel tarafından Hindistan’a deniz yoluyla ulaşmakla görevlendirildi. Gama ancak 1497 yılında Lizbon şehrinden 4 gemi ve 160 denizci ile Hindistan’a doğru yola çıkabildi.
Daha önceki denizciler gibi kıyıdan gitmek yerine okyanusa açılarak güneye ilerledi ve daha sonra 22 Kasım 1497’de Ümit Burnundan geçti. Seyâhati esnâsında Müslüman klavuzlar yol gösteriyordu. Meşhur Müslüman coğrafyacı İbn-i Mâcid baş klavuz idi. Ümit Burnunda fırtına yüzünden gemiler beklerken denizciler isyân ettiler ise de Gama, bu isyânı kolayca bastırdı ve yoluna devâm etti. 20 Mayıs 1498’de Batı Hindistan’da Malabar sâhilindeki Colicut şehrine ulaştı. Gama’nın Hindistan’a deniz yoluyla ulaşması Hindli tüccarlar tarafından hiç hoş karşılanmadı. Çünkü onların kendilerine rakib olarak ilerde ortaya çıkacaklarını biliyorlardı. Bu bakımdan tüccarların tehdidiyle karşılaştı. Gama, Ağustos 1498’de baharat yüküyle geldiği yoldan geri döndü ve Eylül 1499’da Lizbon’a ulaştı. Yolculuk ve diğer sebeplerden dolayı hırpalanmış ve bitkin bir hâldeydi. Portekizliler Gama’yı büyük bir törenle karşıladılar ve kral ona asâlet ünvânı verdi.
1502 senesinde ikinci defâ Hindistan’a gitmek için 15 gemi ile yola çıkan Gama, bu seferinde amiral rütbesindeydi. Uzun bir yolculuktan sonra Hindistan’ın Kalküta limanına vardı. Kalküta şehir halkının direnmesi üzerine şehri vahşi bir şekilde bombaladı. Daha sonra Kochin ve Kannanore şehirlerinde ticâret karargâhları kurdu ve 1503 senesinde Lizbon’a zengin bir yükle döndü. İlk seferinde olduğu gibi gene törenle karşılandı. Kendisine yeni ünvânlar verildi.
Gama, 1524 senesinde üçüncü seyâhati için yola çıktı fakat geri dönmeye fırsat bulamadan Hindistan’ın Koçhin şehrinde öldü.
DEVLETİN ADI |
Gambia Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Banjul |
NÜFÛSU |
921.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
10.689 km2 |
RESMÎ DİLİ |
İngilizce |
DÎNİ |
% 85 İslâmiyet, % 8 Hıristiyan |
PARA BİRİMİ |
Dalasi |
Afrika kıtasının en küçük devleti. Kuzey, güney ve doğudan Senegal, batıdan ise Atlas Okyanusu ile çevrilidir. Batı-doğu doğrultusunda dar ve uzun bir yapıya sâhiptir.
Târihi
Afrika’nın bu en küçük ülkesi olan Gambia, sömürgeci Avrupalıların istilâsından önce, Sudan ve Mali krallıklarına âit bir bölgeydi. Bu sebepdendir ki, ülkeye gelip yerleşmiş olan halkın ekseriyetini Mali’de krallık kuran Mandingolar teşkil etmektedir.
On beşinci asırdan başlayarak sömürgeci Avrupalılardan Portekizliler, Hollandalılar, İngilizler ve Fransızlar dalgalar halinde gelerek ülkeyi sömürme yollarını aradılar. Özellikle altın bulmak için gelen sömürgeciler ümit ettiklerini bulamayınca tabiî zenginlikler yerine esir ticâreti yapmaya başladılar. Küçük bir ülkede birçok devlet arasında menfaat çatışmaları başladı. Bu çatışmalar, 1738’de yapılan Versailles Antlaşması ile, ülkenin İngilizlere bırakılması netîcesi son buldu. 1888 senesinde tam mânâsıyla bir İngiliz sömürgesi olan Gambia, 1965’te bağımsızlığını kazandıktan sonra, önce meşrutî krallık rejimi ile yönetilmeye başlandı. 1970 senesinde ise ülkede idârî rejim olarak Cumhûriyet kabul edildi.
Fizikî Yapı
Ülke, Gambia Irmağının yatağı boyunca iki tarafta azamî genişliği 50 km’ye varan bir şerit halinde uzanır. Batıdan doğuya doğru yükselme arzeden, fakat ortalama yüksekliği fazla olmayan bir yapıya sâhiptir. Ülkenin batı-doğu doğrultusunda uzunluğu, yaklaşık 464 kilometredir. Ülke toprakları Gambia ırmağının taşması sebebiyle sel tehlikesine dâimâ mâruzdur. Bunun yanında ülkenin en önemli ırmağı olan Gambia’nın kenarlarında, bütün yatak boyunca bataklıklar, en sık görülen manzaralardır. Bu bataklıklar arasında yer alan verimli, fakat sel baskınlarına mâruz olan ovalara “banto faros” adı verilir. Nehirden kuzey ve güney istikâmetlerinde banto faros adı verilen ovalardan sonra kumlu topraklara sâhip alçak platolar yer alır.
İklim ve Bitki Örtüsü
Sıcak ve nemli bir iklime sâhiptir. Yaz ayları ülkenin yağışlı geçen mevsimidir. Kasımdan mayıs ayına kadar olan kış mevsimleri umûmiyetle yağışsız ve serin geçmektedir. Bu mevsimde sahradan ince toz tabakalarını ülkeye taşıyan rüzgârlar da etkilidir. Yağış ortalaması senelik 1000 mm’yi bulurken, sıcaklık ortalaması ise 16-43°C arasındadır.
Tabiî Kaynakları
Tabiî kaynaklar bakımından çok fakir bir ülke olan Gambia’da, özellikle kıyı bölgesindeki palmiye ağaçları, plajlarının süsü olarak nitelendirilir. Önemli bir derecede kıymete sâhib olmayan ormanlık bölgelerin yanında, mâdenler bakımından da tam bir yoksulluk söz konusudur. Yabânî hayvanlar bakımından pek fazla çeşide sâhib olmamakla berâber, nehir civarında krokodil ve su aygırları, iç kısımlarda ise oldukça bol miktarda maymun yaşamaktadır. Afrika kıtasına âit olan diğer hayvan çeşitlerine hemen hemen hiç rastlanmaz.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Yaklaşık 921.000 olan nüfûsun büyük bir kısmını Mandingo ve Volaf zenci kabîleleri meydana getirir. Halk umûmiyetle zirâat ve hayvancılıkla uğraşırlar. Ülkede ticâret ile uğraşanlar umûmiyetle İngiliz, Suriyeli ve Lübnanlı azınlıklardır.
Nüfûsun % 10’u şehirlerde yaşamaktadır. Başşehir olan Banjul ise, ülkenin en önemli şehridir. Bu şehir Gambia Irmağının bir haliç hâlinde Atlas Okyanusuna döküldüğü yerde kurulmuş olup, büyük transatlantiklerin dahi yanaşmasına müsait bir liman şehridir. Müslümanlar nüfûsun % 85 gibi bir ekseriyetini teşkil ederler. Bundan sonra çoğunluk sırasına göre Katolik, Protestan ve çok az miktarda Putperest vardır. İlköğretim parasız olmasına rağmen, okur-yazar oranı toplam nüfûsa göre % 15 gibi çok düşük bir seviyededir. Gambia Nehri ulaşıma müsâit ve ülke için yeterli olduğundan demiryoluna ihtiyaç duyulmamıştır. Karayollarının ise gelişmiş olduğu söylenemez. Bunun yanısıra mevcut karayollarının hemen hemen hepsi iklim şartlarından ve tabiat hâdiselerinden etkilenmektedir.
Ekonomi
Ekonomisi zirâate dayanır. Ekilebilen arâzilerin % 90’dan fazlasında yerfıstığı ekimi yapılır. Bundan başka pirinç, darı ve mısır da ekilen ürünler arasındadır. Hayvancılıkta, besi hayvanlarının yanısıra, kümes hayvanları da beslenmektedir. Balıkçılık hemen hemen her üründe olduğu gibi, ancak yurt içinde tüketimi yapılan bir ekonomi dalıdır. Mâdenlere sâhib olmadığı için işletmeciliğinden de söz etmek mümkün değildir. Zirâat, hayvancılık ve balıkçılığı modernize etme çalışmaları mevcuttur. Sanâyisi yoktur. Küçük îmâlathâneler, besin ve zirâat ürünleri üzerine olup, bunları fabrikalar hâline getirme çalışmaları, son senelerde önem arz etmektedir. Ticâretini umûmiyetle İngiltere, İtalya, Japonya ve Portekiz ile yapmaktadır. Yerfıstığı, deri, balmumu ve kurutulmuş balık ihraç edip; yiyecek, dokuma ve makina ithal eder. Kumlu, palmiye ağaçlarıyla süslü plajları, son senelerde Gambia’yı önemli bir turizm merkezi hâline getirmiş ve ülke ekonomisinde turizm gelirinin önemli bir yer tutmasına sebeb olmuştur.
DEVLETİN ADI |
Gana Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Akra |
NÜFÛSU |
15.500.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
238.533 km2 |
RESMÎ DİLİ |
İngilizce |
DÎNİ |
% 63 Hıristiyan, % 16 İslâmiyet, % 20 Animist (Putperest totem dini) |
PARA BİRİMİ |
Yeni Cedi |
Batı Afrika’da Atlas Okyanusu kıyısında, aşağı yukarı dikdörtgen şeklinde bir memleket. Gana’nın; güneyinde Gine Körfezi, kuzeyinde Yukarı Volta, doğusunda Togo, batısında Fildişi Sâhili ve Yukarı Volta yer alır. Eski İngiliz sömürgeleri, Altın Sâhili ve Togoland’ın yerlerinde kurulmuş bir Cumhûriyettir. Altın Sâhili ve Togoland, 6 Mart 1957 tarihinde birleşerek, bağımsız Gana Devletini meydana getirdiler. Yâni devlet ismini, eski bir Batı Afrika krallığından almıştır.
Târihi
1600 senesine kadar Batı Afrika’daki politik ve ekonomik kuvvet, Sahranın güneyinde ve Batı Sudan’daki büyük devletlerin elindeydi. Bu devletler dâimî olarak genişleme temayülü içindeydiler.
Gana’nın içinde bulunduğu topraklar, bu devletlerden oldukça uzakta olmasına rağmen, onların dolaylı tesirinden kurtulamadı. On üçüncü asırdan îtibâren Sudanlı tüccarlar,yeni pazarlar elde etmek için, güneye doğru yayılmaya başladılar. Bunun sonucunda Gana’nın bulunduğu topraklar ile Sudan arasında iki büyük ticâret yolu meydana getirildi. Gana’nın bulunduğu topraklardaki ilk devletler, 13. asırda kurulan, zamânımızdaki ülkenin ormanlarının kuzeyinde bulunan Bono, Gonja, Banda kabilelerinin kurduklarıdır.
Ülkenin kuzey bölümünde, kuzey batılı işgalcilerin kurduğu devlette Dagomba ve Mamprusi kabileleri yer alıyordu. Bu zamanda Nijerya’dan gelen gruplar da ülkenin güney doğusunda yerleşmişlerdi.
On beşinci asırda, altına susamış Portekizli işgalcilerin, Batı Afrika ile Avrupa arasında deniz yolu bağlantısı kurmaları sonucu, bölgede hayat şartları değişmeye ve huzursuzluk artmaya başladı. Altın Sâhiline 1471 senesinde giren Portekizliler, bölgedeki altının bolluğunun farkına varmışlar ve bunu tekellerine almak için kıyıda birçok büyük taş kaleler inşâ etmişlerdir. On altıncı asırda Portekiz tekeli, Fransız, İngiliz ve Hollandalı sömürgeciler tarafından bozuldu. Daha sonra bütün kaleler Hollandalıların eline geçti. Fakat onlar da İngiliz ve Danimarkalılarla karşı karşıya kaldılar. On sekizinci asırda kıyıda bu üç devletin sâhib olduğu 40 kale kurulmuştu.
On yedinci asırda, Amerika kıtasındaki geniş talep sonucu, Avrupalılar vahşetlerini, buradaki savunmasız yerlileri esir yapıp satarak, teşhir ettiler. Esir ticâretine rağmen bölge batılıların ana altın kaynağı olma özelliğini korudu.
On dokuzuncu yüzyılın başlarında Altın Sâhilinde ticâret yapan bütün Avrupa ülkeleri, esir ticâretini yasaklamışdı. Esir tüccarlığının kısmen kalkması ve yerli kabilelerin mücâdelelerinin sonucunda, önce Danimarkalılar (1850), sonra da Hollandalılar (1872) târihlerinde bölgeden çekildiler ve İngilizleri Altın Sâhilinde yalnız bıraktılar. 1874 târihinde İngilizler bölgedeki Ashanti kabilelerinin de topraklarını işgâl ederek Altın Sâhilini bir İngiliz Kolonisi îlân ettiler.
İngilizlerin uyguladıkları zayıf politika sonucu Ashanti kuvvet olarak tekrar ortaya çıktı. Altın mâdenleri için daha çok emniyet ihtiyacı ve bölgede Fransız ve Alman faaliyetleri, İngilizleri daha faal bir politika tâkip ettirmeye zorladı. 1886’da İngilizler, Ashanti kabilesini tekrar işgâl ettiler. 1901 târihinde sömürge oldu.
Yirminci asırda Altın Sâhilinin ekonomisi, orman çiftçilerinin kakao yetiştirmedeki başarıları sonucu, hızla gelişmeye başladı. Bunun sonucunda yeni demiryolları, yeni okullar ve hastahâneler ve Tokoradi limanı inşâ edildi.
1925 târihine kadar memleket, İngiliz vâlisinin yönetimi altındaydı. 1925 târihinden sonra yasama meclisine yerli üyeler de seçilmeye başlandı. 1946 târihinde ise meclis âzâlarının çoğunluğu Afrikalıydı.
1950’lerin sonuna doğru ise Altın Sâhilinde, halkın kendi kendisini yönetmesi için kampanya açıldı, gösteriler yapıldı, isyanlar çıktı. Bunların sonucunda 10 Ocak 1951 senesinde yeni bir anayasa îlân edildi ve halk dış işleri, savunma, adâlet ve mâlî konular dışında söz sâhibi oldu.
1951 senesinde yapılan seçimler sonucunda ABD’de eğitim görmüş genç bir sosyalist olan Kuvame Nkrumah başkanlığındaki Halk Kongresinin partisi iktidara geldi. 1957 târihinde Altın Sâhili devleti, şimdiki Gana Devletini meydana getirerek, Birleşmiş Milletler Teşkilâtının ve İngiliz Milletler Cemiyetinin üyesi oldu. Aynı sene İngiliz Togoland’ı halkının isteği ile Gana ile birleşti.
1960 senesinde, Gana bir Cumhûriyet ve Nkrumah da hayat boyu devlet başkanı oldu. Halk Kongresi Partisi memleketin tek partisi hâline geldi. Devlet Başkanı Nkrumah, Pan-Afrikanizm ve bağlantısız fikirleri benimseyen bir lider olarak meşhur oldu. Bunun yanında Afrika sosyalizmi gibi fikirleri sonucu Amerika dahil birçok ülkeyle arası açıldı. Kendisine birçok başarısız suikast teşebbüsleri yapıldı. Sonra soldan ve sağdan tevkifler olunca idâre daha sertleşti. 1966 senesinin Şubat ayında Nkrumah, Çin ziyâretindeyken, ordu ve polis işbirliğinde askerî darbe yapıldı. Milî Kurtuluş Konseyi kuruldu. Konsey yeni bir anayasa hazırladı. Buna göre, devlet başkanının yürütme selâhiyeti olmayacak, yeni meclis 140 üyeli olacaktı. Yeni kurulan partilerden bir seçim sonucu, Kofi Busia’nın başkanlığındaki İlerici Parti iktidâra geldi. Nkrumah’ın en büyük düşmanı olan Busia, başbakan oldu. 1971’de kakao fiyatlarının milletlerarası piyasada tekrar düşmesi iktisâdî kriz doğurdu. 1972 senesinin Ocak ayında Albay Ignatius Acheampong’un önderliğinde yeni bir askerî darbe yapıldı. Parlamento ve partiler feshedildi. Rüşvetin yaygınlaşması ve halktaki hoşnutsuzluklar neticesi 1978’de o da istifâ etti.
4 Haziran 1979’da tekrar hükümet darbesi oldu. Yönetimi ele geçiren genç bir hava subayı J.Rawlings, eski darbeci Ignatius’u kurşuna dizdirdi. 24 Eylül 1979’da parlamenter demokrasiye dönüldü. Yapılan seçimleri Nkrumah’ın Halk Partisi kazandı. İktisâdî durum yine kötüye gitti. Enflasyon % 100’ün üzerine tırmandı. J.Rawlings tekrar ihtilâl yaparak, bütün yetkileri elinde topladı ve Geçici Millî Savunma Konseyi kurdu. Birisi 7 Mart 1984’te olmak üzere, bundan sonra J.Rawlings’e karşı iki başarısız darbe teşebbüsünde bulunuldu. Bugün hâlâ yönetim Geçici Millî Savunma Konseyi başkanı J.Rawlings’in elindedir.
Fizikî Yapı
Gana’nın, Gine Körfezinde, doğu-batı istikâmetinde, 530 km uzunluğunda olan bir kıyısı vardır. Ülke kabaca bir dikdörtgen şeklindedir. Ülkede başlıca iki plato vardır. Bunlardan birisi Togo-Akwapim Tepeleri, kuzeydoğu-güneybatı istikâmetinde uzanır. Azamî yükseklik 900 metredir. İkincisi ise Ashanti- Kwhau Tepeleri olup, kuzeybatı-güneydoğu istikâmetindedir. Azamî yükseklik 600 metredir.
Gana’nın en büyük nehri Volta’dır. Volta ve kolları (Beyaz Volta, Kara Volta, Oti ve Daka), Açanti ve Kwahu platolarının güney ve batısında kalan topraklar dışında Gana’nın bütün topraklarını sularlar. Togo Akwapim Tepeleri ve deniz arasında Akra Ovaları yer alır. Gana dünyânın en büyük sun’î gölüne sâhiptir. Volta Nehri üzerinde 1965 senesinde yapılan baraj gölü, yaklaşık 10.000 km2lik bir sâhayı kaplamakta olup, uzunluğu 400 km civârındadır. Başka önemli bir göle sâhip değildir.
İklim ve Bitki Örtüsü
Gana iki büyük rüzgârın etkisindedir. Atlas Okyanusundan esen serin ve nemli muson rüzgârları ile ülkenin kuzeyinde bulunan büyük Sahra’dan esen kuru, sıcak ve toz taşıyan harmattan rüzgârları, bu ülke iklimine tesir eden rüzgârlardır. Bu rüzgârlar, Gine üzerinde karşılaşırlar. Bir hava akımının diğerine üstünlük sağladığı zamanlara göre mevsimleri kurak veya yağışlı geçer. Sıcaklık ortalamalarında kıyı kesimlerle iç kesimler arasında bariz farklılık göze çarpmaz. Kıyı kesimlerinde 26°C olan senelik sıcaklık ortalaması, iç kesimlerde 29°C civârında olur. Sıcaklığın en yüksek olduğu mevsim şubat ve nisan ayları arasıdır. Senelik yağış ortalaması bölgelere göre 1000 milimetre ile 2000 milimetre arasında değişmektedir.
Güneybatı bölgelerinde iki metreye yaklaşan yağış ortalaması, Kumasi’de 1500 mm, Navrongo’da ise 1000 mm civârındadır. Ülkenin güneybatısı yağış ortalamasının en yüksek olduğu bölge olmasına rağmen, güneydoğu kesimi yarı kurak bir iklime sahiptir. Yağış miktarı 0,8 metredir.
Tabiî Kaynakları
Gana’nın dar kıyı şeridinde, bodur çalılıklar, çayırlıklar ve yer yer görülen bataklık bitkileri, özellikle sedir ağaçları hakim bitki örtüsüdür. Dar kıyı şeridinden sonra gelen Kwahu yaylası iri gövdeli ve kerestesi makbul ağaçlarla (Baobab Afrika maunu, sapel gibi ağaçlar) dolu tropikal ormanlarla, ülkenin en kuzey kısımları ise kurak savan alanları ile kaplıdır.
Mâdenler bakımından oldukça zengindir. Avrupalıların buraları sömürge yapmak için cezbeden mâdenler, bu özelliklerini hâlen muhâfaza etmektedir. Altın, elmas, boksit, manganez, demir, nikel, grafit, ilmenit ve granit önemli mâdenlerdir. Senede 27 ton altın üretimi ile dünyâda 5. sırada yer alır, 250.000 ton manganez üretimi ile de dünyâda dördüncüdür. Ülkede bulunan yabânî hayvanlar, bütün Afrika ülkelerinde olduğu gibidir. Eskiden bol olan hayvan türleri, günümüzde balta girmemiş ormanlar ve tabiîliğini muhâfaza eden bölgelerin azalması sebebiyle eskiye nisbetle azalmıştır. Pekçok kuş türlerinin yanısıra, sürüngenler, çeşitli türlerde bol miktarda maymunlar, antiloplar, leoparlar, yaban sığırları ve Afrika filleri, geniş tropik ormanların verdiği zenginliği âdetâ süslemektedir. Uyku hastalığına sebeb olan çeçe sineklerinin çokluğu, büyükbaş hayvanların azalmasına sebeb olmaktadır. Koyun, keçi ve tavuk oldukça fazladır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
15.500.000 civârında nüfûsa sâhib olan Gana’da, bu nüfûsu başlıca yedi etnik grup meydana getirmektedir. Bunlar Asanti, Bronlar, Fantiler, Galar, Eweler, Dagomlar ve Marpursilerdir. Bu grupların herbiri kendi dilini konuşur. Resmî dil İngilizcedir. Çoğunluk bu dili kullanır. Son yıllardaki şehirleşme, grupların karışmalarını sağlamıştır. Kabîlelerin nüfus dağılımı: Asanti ve Fanti kabile mensupları % 44, Ewe, Ganya, Dogambo, Mamprusi ve Fulbe kabile mensupları % 56’dır. Kişi başına düşen millî gelir 400 dolar civârındadır.
Dinlerine göre nüfus dağılımı: Hıristiyanlar % 63, Müslüman % 16, ilkel dinlere bağlı olanlar % 21’i teşkil etmektedir.
Başlıca şehirleri:
Akra (Accra): Ülkenin başşehri olan Akra’nın nüfûsu bir milyondur. Afrika’nın en modern şehirlerindendir. Akra, Gana’nın ticâret, sanâyi ve kültür merkezidir. Kumasi:Ülkenin ikinci büyük şehridir. Orman içindeki bu şehrin nüfûsu 949.113’tür. Sekondi-Takoradi:Ülkenin üçüncü büyük şehridir. Nüfûsu 103.653’tür. Sekondi ve Takoradi şehirlerinin birleşmesiyle meydana gelmiş, Pra Nehrinin ağzında kurulmuştur.
Eğitim: İlk ve orta dereceli okullarda eğitim mecburi ve parasızdır. Üç üniversitesi ve birçok yüksek okulu vardır. Okur-yazar oranı % 53,2’dir.
Kültür: On dokuzuncu asırdan beri İngilizlerin idâresinde olması sebebiyle, iktisâdî hayatında, kültüründe, örf ve âdetlerinde İngilizlerin tesirleri açıkça görülmektedir. Resmî dili ve öğretim dili İngilizcedir. Bütün yayınlar İngilizcedir. Sanatta da Avrupa tesiri görülmektedir. Kadınların çoğu geleneksel elbiselerini, erkekler ise umûmiyetle batı tipi elbise giyerler. Müslümanlık hızla yayılmaktadır.
Siyâsî Hayat
1957’de bağımsızlığını kazanan ve 1960’da Cumhûriyet îlân edilen Gana’da siyâsî istikrar bir türlü temin edilemedi. Son olarak 1979’da kurulan Üçüncü Cumhûriyet de askerî bir darbeyle devrildi. Bugün yönetim, Geçici Millî Savunma Konseyi başkanı J. Rawlings’in elindedir.
Ekonomi
Yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından zengin olan Gana, siyâsî istikrar sağlanamadığından ekonomik yönden yeteri kadar kalkınamamıştır.
Tarım: Gana, dünyânın en büyük kakao üreticisidir. Yaklaşık dünyâ kakao üretimi içerisindeki payı üçte birdir. Yıllık üretim üç milyon tona yakındır. Bu yüzden kakao fiyatlarının düşmesi zaman zaman kritik siyâsî sonuçlar doğurmuştur. Kakao tarımı ülkenin hemen hemen her yerinde; fakat küçük işletmeler hâlinde yapılır. Ayrıca kauçuk, kahve, hubûbat, hindistancevizi, palmiye yağı, muz ve fındıkgillerden birçok ürün yetiştirilir. Ormanlarında kerestelik çok ağaç bulunur. Ormanların kuzeyinde, hintelması, yerfıstığı, mısır, pirinç yetiştirilir. Köylerin çoğunda meyve ağaçları, sebze çiftlikleri yer almaktadır. Kakaodan sonra en önemli ihrâç maddesi kauçuk, kahve ve hindistancevizi içidir.
Hayvancılık: Çok sayıda bulunan çeçe sineği, ülkenin güneyinde sığır çiftliklerinin kurulmasına mâni olmaktadır. Bu durumda, kuzeyde Akra Vâdisinde sığır yetiştirilmekte ve güney taraftaki pazarlarda satılmaktadır.
Koyun, keçi ve kümes hayvanları ülkenin her tarafında yetiştirilir. Şimdi bol miktarda yumurta ve tavuk eti ihraç eder duruma gelmiştir. Nehir ve deniz sâhillerinde önemli miktarda balıkçılık yapılmaktadır.
Sanâyi: Deri sanâyii, mücevher işlemesi, giyim sanâyi, demircilik ve çömlekçilik, mobilya ve kontrplâk îmâlathâneleri, sabun, çuval, lâstik fabrikaları petrol rafinerisi vardır. Sebze ve balık konserveciliği, kayık malzeme yapımı sanâyi, kereste îmâlatı, elbise, meşrubât, büsküvi, sigara, kibrit, mobilya ve briket sanâyii başlıca sanâyi dallarıdır.
Ticâret: İç ticâret daha ziyâde mahallî bölgeler arasında yapılır. İthâlâtın % 85’ini dayanıklı gıdâ maddeleri teşkil etmekte olup, bunun çoğu Avrupa’dan gelmektedir.
İhrâç ürünlerinin başında kakao gelmekte ve ihrâcâtın % 70’ini teşkil etmektedir. Akra bölgesinde elmas ticâreti çok önemlidir. Ancak bu elmas ve altın ticâreti hâlen İngilizlerin elindedir. Diğer mâdenler arasında manganez önemlidir.
Gana, ticâretini ve nakliyesini deniz yoluyla yapmaktadır ve bu nakliyeyi de yabancı gemilerle yerine getirmektedir. Akra ve Kumasi önemli ulaşım merkezleridir.
Ulaşım:28.300 km’lik kara yolunun, ancak 7500 km’si asfalttır. 1350 km’lik demiryoluna sâhiptir. Nehir ve deniz ulaştırmacılığı da yapılmaktadır. Ülkedeki dört hava alanının en moderni olan Akra hava alanı, Amerikalı ve Avrupalı mîmarların hazırladıkları çok modern tesislere sâhiptir.
Hintli kadın lider. 1917 senesinde Allahâbâd’da doğdu. 1984 senesinde Sih asıllı koruma polislerince Yeni Delhi’de öldürüldü. Hindistan’ın ilk başbakanı Cavaharlal Nehru’nun kızıdır. İsviçre’de öğrenim gördü. İngiltere Oxford Üniversitesini bitirdi. 1947-1964 seneleri arasında, babasının yanında siyâset mesleğini derinlemesine öğrendi. 1942 senesinde evlendi. Kocasının, soyadı benzerliğinden başka bir akrabâlığı yoktur. Bu evliliklerinden Rajiv (1944) ve Sanjay (1946) isimlerinde iki oğulları oldu.
İndra Gandhi, 1959 senesinde Kongre Partisinin başkanlığına seçildi. 27 Mayıs 1964 günü babası Nehru’nun ölümü üzerine; Lal Bahadur Şastri başbakanlığa, kendisi ise Enformasyon ve Radyo Yayın Bakanlığına getirildi. Ancak Lal Bahadur’un başbakanlığı kısa sürdü. Pakistan devlet başkanı Eyüp Han ile Keşmir meselesini görüşmek üzere gittiği Taşkent’te âniden öldü (1966). İndra Gandhi, Hindistan parlamentosunun 526 üyesi tarafından başbakanlığa getirildi. Ülke 1967 senesinde genel seçime gitti. İndra’nın partisi, 278 sandalye elde etti. Çoğunluğu elde edemeyince, muhâlefetin sağ kanadına mensup Momarci Desai’yi başbakan yardımcılığına getirdi. 1967 seçimlerinden sonra ülke genelinde ve partiler içinde bir kargaşa yaşandı. Parti içi muhâlifleri, İndra’yı genel başkanlıktan uzaklaştırmaya çalıştılar. Parti iki kanada bölündü. Gandhi, “Kongre-R-Partisi” diye adlandırılan sol kanadın başına geçti. İndra, bu durumdan sonra toprak reform ve bankaların devletleştirilmesi gibi bir takım uygulamalara girişti. Mart 1971’de genel seçimler yapılacağını îlân etti.
İndra Gandhi’nin Yeni Kongre Partisi veya Kongre-R-Partisi, seçim sonuçlarında ezici bir çoğunluk kazandı. Yoksul ve topraksız köylüler, bir ümit kaynağı gördükleri İndra’ya gönül bağlıyordu. Ondan hizmet bekliyorlardı. Fakat Gandhi, halkına gerekli hizmeti veremedi. Bu sırada Hindistan-Pakistan Savaşı patlak verdi. Pakistan ordusunun Hindistan birliklerine teslim olmasıyla savaş sona erdi. İndra, Pakistan’dan kopup yeni kurulan Bangladeş’in yeni devlet başkanı Mucib-ür-Rahman ve Pakistan’ın yeni lideri Zülfikâr Ali Butto ile iyi ilişkiler içerisinde bulunmaya çalıştı.
Haziran 1975 senesinde Allahâbâd Yüksek Mahkemesi, İndra’yı 1971 seçimlerine hîle karıştırmak ve devlet malzemelerini seçimlerde kullanmakla suçladı. Bunun üzerine Gandhi, ülke genelinde olağanüstü hâl ilân etti ve siyâsî muhâliflerini tutuklattı. Bu arada ülkede yaşayan Müslümanlara çeşitli baskılarda bulundu ve hiçbir hak tanımadı. Sonunda Mart 1977’de seçimlere girdi. Seçim sonunda Momarci Desai’nin partisi kazandı. Ancak Desai’nin iktidârı da, iç huzûru ve ekonomik istikrarı sağlayamadı. 1978 senesinde yapılan genel seçimlerde Gandhi’nin partisi tekrar üstünlük elde etti. Bu seçimden sonra Gandhi, hem başbakan hem de savunma bakanlığı görevini üstlendi. Bu arada oğlu Sanjay’ın bir uçak kazasında ölmesi kendisi için yıkım oldu.
Gandhi, 1980 iktidârından sonra Hindistan’ın birliğini bozucu iç karışıklıklar ve Pencap’ta özerklik isteyen Sihlerin ayaklanmasıyla karşılaştı. Olayları önlemekte âciz kaldı. Bu sefer ordu birliklerine, Sihlerin “Altın Tapınak”a saldırmaları için emir verdi. Çıkan olaylarda çok sayıda Sihli can verdi. Olayların ardı-önü kesilmedi. 1984 senesinde çıkan bu olaylarda Gandhi, Sihlerin hedefi durumuna geldi. Nihâyet iki Sih militanın açtığı ateş sonucu evinin önünde öldürüldü.
Hindistan’ın büyük millî lideri. Mahatma Mübârek lakabı ile tanınır. Batı Hindistan’da Kathiavvar yarımadasının Porbandar şehrinde 1869’da doğdu.
Ticâretle uğraşan tanınmış bir Ortodoks âileye mensuptu. Babası soylu bir âiledendi. Aynı zamanda Porbandar şehrinin başpapazı olan babası, Gandhi’ye disiplinli bir ilk tahsil temin etmiş ve 13 yaşında evlendirmişti. Gandhi 18 yaşında Londra’ya tahsil için gitti. İngiltere’de zamânını İncil ve diğer din kitapları ile bâzı tanınmış batı felsefecilerinin eserlerini okuyarak geçirdi. Gandhi’nin fikirlerinde bu felsefecilerin tesirleri görülür.
Hindistan’a döndüğü zaman, Bombay’da avukatlığa başladı, ancak bir Hindistan firmasında çalışmak üzere Güney Afrika’ya gönderildi. Orada başarılı bir meslek hayâtı olmasına rağmen, Güney Afrika’daki beyaz azınlığın, bölgedeki yerli Güney Afrikalılara ve Hindlilere uyguladıkları fenâ muâmele ve ırk ayrımı, onun bölgedeki Hind toplumunun sosyal ve siyâsî haklara kavuşmaları için mücâdeleye başlamasına sebeb oldu. Gandhi kendisini Hind milletine adadı. Hindlilerin hakkını korumak için şiddete başvurmaksızın Güney Afrika hükümetine karşı mücâdeleye girişti. Bunun sonucunda birçok defâ tevkif edildi, işkenceye mâruz kaldı. Fakat bunlar onu yıldırmadı.
Güney Afrika’da yerli Afrikalılarla batılı beyazlar arasında ırk ayrımı yapan İngiliz ve Hollanda siyâsetinin çok büyük bir düşmanıydı. Gayretlerinin sonucunda 1914’te Güney Afrika Birliği hükûmeti, Gandhi ile Hind toplumunun haklarını arttıran bir anlaşma imzalamaya mecbur edildi. Daha sonra kendisine çok para getiren işinden ayrılarak mücâdele için tekrar 1915’te Hindistan’a döndü.
Gandhi, Hindistan’da siyâsete atıldı. Güney Afrika’daki ününe rağmen burada şiddete baş vurmaksızın uyguladığı fikirleri radikal Hindliler tarafından önce tutulmadı. Ahmedâbâd şehrinde yerleşerek Hind halkına kendi kendini yönetme fikrini aşılamaya başladı. Jalianvalla Bagh katliamının, şahıs haklarını kısıtlayan yeni kanunları ve İngilizlerin Pencap eyâletinde alacağı bâzı şiddet tedbirlerini duyunca, bütün arkadaşlarının devlet hizmetinden çekilmesini ve sessiz bir mücâdele, pasif bir direnişe geçmelerini sağladı. Çıplak vücûduna bir beyaz bez sarıp, yanında bulunan keçinin sütü ile geçinerek pasif direnişi sürdürdü.
İngilizler ona önce güldüler. Ancak zamanla ideâline candan inanan ve memleketi için her şeyi fedâya hazır olan bu adamın, böyle sessiz mücâdelesinde bütün Hindistan’ı arkasından sürüklediğini hayret ve dehşetle gördüler.
Gandhi 1922’de hapse atıldı. 1924’te de bir ameliyatı müteakip serbest bırakıldı. Aynı yıl “Bütün Hindistan Millî Kongresi”nin başkanı seçildi. Bunu tâkib eden yıllarda sık sık hapsedildi. Ölümüne kadar Hindistan’ın tartışmasız millî lideri sıfatını korudu. Babası ve kendisinin servetini bu yolda harcadı. Bu arada İngilizlerin yaptığı pekçok baskılara karşı durdu. 1931’de toplanan Londra Yuvarlak Masa Konferansı başarısızlıkla dağıldığında, Hindistan’a döndü ve yeni bir pasif direniş organize etti.
İkinci Dünyâ Savaşı esnâsında Hindistan’ın bağımsızlığı garanti edildiği için, İngiltere’nin desteklenmesine karşı durdu. Bu sırada teklif edilen bâzı çözümleri reddetti. Tam bağımsızlıkta ısrar etti. Bağımsızlık yolundaki savaşı sırasında Hindistan’da bulunan sınıf farklarına karşı çıktı. Aynı zamanda azınlıkların haklarına saygılı olmayı savundu. Dinlerin insanlar üzerindeki etkisini çok iyi anlayan Gandhi, İslâm dînini ve Kur’ân-ı kerîmi dikkatle incelemiş ve Müslümanlığa hayran olmuştu.
Bu hususta şöyle demiştir: “Müslümanlar en azâmetli ve muzaffer günlerinde bile mutaassıb olmamıştır. İslâmiyet, dünyâyı yaratana ve onun eserine hayrân olmayı emretmektedir. Batı, korkunç bir karanlık içindeyken, doğuda parlayan göz kamaştırıcı İslâm yıldızı, azap çeken dünyâya ışık, sulh ve rahatlık vermiştir. İslâm dîni yalancı bir din değildir. Hindlilerin bu dîni saygı ile incelediklerinde onlar da benim gibi İslâmiyeti seveceklerdir. Ben, İslâm dîninin peygamberinin ve O’nun yakınında bulunanların nasıl yaşadıklarını bildiren kitapları okudum. Bunlar beni o kadar ilgilendirdi ki, kitaplar bittiği zaman bunlardan daha fazla olmamasına üzüldüm. Ben şu kanâate vardım ki; İslâmiyetin çok süratle yayılması, kılıç sebebiyle olmamıştır. Aksine her şeyden evvel sâdeliği, mantıkî olması ve Peygamberinin büyük tevâzuu (alçak gönüllülüğü) dâimâ sözünü tutması, yakınlarına ve Müslüman olan herkese karşı sonsuz sadâkati sebebiyle İslâm dîni birçok insanlar tarafından seve seve kabul edilmiştir.
Müslümanlık, ruhbanlığı ortadan kaldırmıştır. İslâmiyet başından beri demokratik bir dindir. Yaratan ile yaratılan arasında ayrı bir müessese yoktur. Kur’ân-ı kerîmi (yâni onun tefsîrini ve İslâm âlimlerinin kitaplarını) okuyan herkes, Allahü teâlânın buyruklarını öğrenir ve O’na tâbi olur. Bu hususta Allah ile onun arasında bir mâni yoktur. Hıristiyanlığın birçok eksiklikleri olduğu için türlü reformlara tâbi tutulmak zorunda kalmışken, Müslümanlığın ise, ilk günlerindeki şeklinden hiçbir şey değiştirmemiştir. Hıristiyanlıkta demokratik ruh yoktur. Bu dîne demokratik bir veche vermek için Hıristiyanların milliyet hislerinin artması ve buna göre reformlar yapılması gerekmiştir.”
1946’da İngilizlerin tahrikiyle de Hindularla, Müslümanlar arasında çarpışmalar başlamış, daha sonra bütün Hindistan’a yayılmıştır. 15 Ağustos 1947’de Hindistan istiklâlini elde etmesine rağmen, Gandhi son aylarını, bu çarpışmalardan, İngilizlerin Hindistan’ı bölüp, bir kısmını Pakistan olarak ayırmalarından ve milyonlarca insanı, özellikle Müslümanları İngilizlerin Pakistan’a göçe zorlamasından dolayı üzüntü ile geçirmiştir.
Gandhi 1930’lardan îtibâren ülke yönetiminde söz sâhibi olmuş ve Vallabhbhai Patel, Mevlânâ Ebul Kelam Âzâd ve Jawaharlal Nehru gibi seçilmiş idâreciler kendisiyle pekçok meseleleri istişâre etmişlerdir.
Gandhi’nin en önemli başarısı Hindistan’ı bağımsızlık yıllarından alıp, kararlı bir idâre kurmasıdır. 30 Ocak 1948’de, Hindistan’ın bölünmesinden onu sorumlu tutan bir aşırı fikir sâhibi tarafından vurularak öldürüldü.
Hindli siyâset ve devlet adamı. 1944 yılında Bombay’da doğdu. 1984’te Sih asıllı koruma polislerince öldürülen kadın lider İndra Gandhi’nin oğludur. Dehradun’daki Dun Okulunda öğrenim gördü. Cambridge Üniversitesinde okuyarak makina mühendisi oldu. 1965’te pilot eğitimi gördü ve Air İndia’da pilotluk yaptı. 1980 yılında kardeşi Sanjay’ın bir uçak kazasında ölümünden sonra politikaya atıldı. Bu zamâna kadar Rajiv Gandhi, politikaya girmeyi düşünmüyordu. Fakat şartları onu siyâsetin içine çekti. 31 Ekim 1984’te annesi İndra Gandhi’nin öldürülmesi üzerine başbakan oldu. Aynı yıl içinde yapılan seçimlerde Kongre Partisi, târihindeki en çok oyu topladı. 1984-1989 yılları arasında başbakanlık yaptı. 1989 yılına kadar son 43 yıl içinde, Kongre Partisi, 1964-1966, 1977-1980 ve 1989-1991 yılları hâriç iktidar oldu.
İngilizler, 1947’de Hindistan’a ve Pakistan’a bağımsızlık verdikten sonra Hindistan’ı Rajiv Gandhi’nin dedesi Cevaharlal Nehru ve Pakistan’ı ise Butto âilesi tarafından bir nevi “hanedân” ile idâre edilmesi için gayret gösterdiler. Nehru ve hânedânı, İngilizlere ve Hindulara şirin görünmek için Müslümanlara ve diğer azınlıklara karşı oldukça sert bir politika tâkib ettiler. Bilhassa Keşmir ve Assam’da çok Müslüman kanı akıttı.
Yapılan son seçimlerin en büyük başbakan adayı olan Rajiv Gandhi, 21 Mayıs 1991 günü Tamil Nadu eyâletinde, uzaktan kumandalı bir bomba ile yanındaki on dört kişi ile berâber öldürüldü. Kendi âdetlerine göre oğlu tarafından yakılarak külü Ganj Nehrine atıldı.
Alm. Kriegsbeute (f), Fr. Aubaine ocacasion butin (m), İng. Spoil. İslâm hukûkunda, savaşta Müslüman askerlerin kuvvet kullanarak düşmandan zorla aldığı eşyâ, hayvan, savaş esirleri ve arâzi. Mecâzî olarak bir tesâdüf sonucu ele geçen beklenmedik mal ve eşyâya da “ganîmet” denir. Ganîmet, İslâm ülkesine getirilince bölüştürülür. Taksim edilmeden önce kimsenin mülkü olmaz ve askerin bu hakkını, mülkü olmadan satması İslâm hukûkunda geçerli değildir.
Savaşta düşmandan elde edilen şeyler: 1) Esir alınan erkekler, 2) Sabîler, esir alınan kadın ve çocuklar, 3) Savaşta ele geçirilen at, silâh, eşyâ gibi her türlü menkul (taşınabilir) mallar, 4) Gayri menkûller (arâziler, binâlar, vs.). Yerden çıkarılan altın, gümüş, demir, bakır gibi mâdenler ve defîneler de ganîmet kabul edilir ve ganîmet hükümlerine tâbidirler.
Ganîmetlerin taksimi: Ganîmet mallarının bölüştürülmesinde, husûsî hükümler vardır. Umûmî olarak, ganîmetin beşte biri beytülmâle (devlet hazînesine) konulur. Kur’ân-ı kerîmde Enfâl sûresinin 41. âyet-i kerîmesi bu husûsu bildirmektedir. Bunlar yetimlere, yoksullara ve parasız kalan yolculara verilir. Bunların üçünde de, önce, Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyâmete kadar gelecek evlâtlarına ve amcalarının evlâtlarından Benî Hâşim ve Benî Muttalib’den olanlara verilir. Beşte dördü ise savaşa katılmış olan askerler arasında bölüştürülür. Süvârîlere iki hisse, piyâdelere bir hisse verilir.
Ganîmet malları başlıca şu kısımlara ayrılır:
1. Müslümanlarla savaşırken, onların eline geçen düşman erkeklerine “esir” denir. Devlet başkanı veya savaşa gönderdiği komutanlar, esirleri, öldürme veya köle yapmak hükümlerinden birini uygulamada serbesttirler. Müslüman olurlarsa öldürmezler. Esir alınan zayıfların, din adamlarının, ihtiyârların, âciz erkek ve kadınların öldürülmesi meselesine gelince; bunlar, fikirleri ile ve diğer imkânlarıyla milletlerini, kavimlerini savaşa teşvikte bulunmuşlarsa veya bulunuyorlarsa, yakalandığı zaman öldürülürler. Müslümanlarla fiîlen savaşmış gibi işlem görürler. Köle yapılan esirler, ganîmetin umûmî hükümlerine göre taksim edilir. Beşte biri beytülmâle verilir. Geri kalanı askerlere dağıtılır.
Esir alınan kadın ve çocuklar, ehl-i kitaptan (Hıristiyan ve Yahûdî) iseler öldürülmezler.Köle muâmelesi görürler. Ganîmetlerle birlikte, beytülmâlin olan beşte bir hissesi ayrılıp, geri kalanı harbe katılanlara dağıtılır. Köle olan çocuklar annelerinden ayrılmazlar. Esiri de âzâd etmek, onu hürriyetine kavuşturmak çok sevaptır. Medh etmeye değer bir hâldir. Hele o kişi Müslüman olursa, kardeş olurlar.
2. Düşmandan savaş esnâsında alınan mallar, savaş sonuna kadar taksim edilmez. Bu bir tedbirdir. Düşman ülkesinde, savaş meydanında bölüşme yapılmaz. İslâm ülkesine dönünce yapılır. Dağıtmada usûl; önce düşman ölülerinin elbise ve techizâtını dağıtmakla işe başlanır. Savaşa giderken şart koşulmuşsa, herkese öldürdüğünün techizâtı verilir. Techizât, düşmanın korunmak için giydiği elbiseleri, kullandığı silâhı ve bindiği atıdır. Hadîs-i şerîfte; “Kim bir şahıs öldürürse techizâtı (elbisesi, silâhı, bineği, berâberinde bulunan malı, eşyâsı) onundur.”buyrulmuştur. Ganîmetlerin beşte biri beytülmâle ayrıldıktan sonra geri kalanı savaşa katılanlara dağıtılır.
3. Bir memleketin arâzileri, düşmandan savaş ile alınırsa, toprağın beşte biri beytülmâlın olur. Geri kalan üç türlü olabilir.
a) Askere veya başka Müslümanlara bölüştürülür. Böyle topraktan her sene öşür alınır. (Bkz. Öşür)
b) Toprak düşmanın elinde bırakılır. Böyle topraktan haraç alınır. (Bkz. Harac)
c) Devlet başkanı, toprağı kimseye vermeyip, beytülmâlın olur. Böyle toprağa mîrî toprak (devlet arâzisi) denir.
Osmanlı fetihlerinde ele geçirilen menkul mallar, savaşta bulunanlar arasında taksim edilir, arâzi ise öşür veya haraca bağlanmak sûretiyle umûmiyetle yerlilere, lüzûmu hâlinde de oraya iskân ettirilen ahâliye dağıtılırdı. Düşmandan ele geçirilen arâzi bâzan sultanlar tarafından vakfedildiği gibi, bâzan da orayı ele geçirenlere mülk olarak verilir ve onlar tarafından da, ya evlâtlarına bırakılır veya vakfedilirdi. (Bkz. Fey)
Dîvân şâiri. 1572 (H.980) yılında İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mehmed’dir. Şiirlerinde Nâdirî mahlasını kullanmıştır. Babası Abdülganî Efendi, Bolu’nun Gerede kazâsında ilim ve fazîlet sâhibi şâir bir kimseydi. İlk tahsile babasıyla başlayan Nâdirî, Hoca Sâdeddîn Efendiden okuyarak icâzet almıştır. Şeyhülislâm Sun’ullah Efendinin dâmâdıydı. Sâdeddîn Efendiden mezun olduktan sonra, İstanbul’da Papazoğlu Medresesine tâyin edildi. Daha sonra birçok medresede vazîfe yapan Nâdirî en son 1601’de Süleymâniye’de dördüncü medresede müderrislik yaptı. 1602 senesinde Selânik kâdılığına tâyin edildi. Sadrâzam Yemişçi Hasan Paşanın isteği üzerine azlolundu.
1604 senesinde Selânik kâdılığına iâde edildi. Aynı sene Mısır (Kâhire) kâdılığına tâyin oldu. 1605 senesinde Edirne kâdılığına getirildi. 1607 senesinde İstanbul kâdısı, 1608’de de Galata kâdısı oldu. Buradan Anadolu kazaskerliğine yükseltildi. İki sene bu görevi yürüten Nâdirî, 1614’te azledildi. 1615 senesinin ortalarında Parvadi kazâsı arpalık olarak verildi. 1617 senesinde Anadolu kazaskerliğine tâyin olundu.
Sultan İkinci Osman Han zamânında 1619’da şeyhülislâm olan Yahyâ Efendinin yerine Rumeli kazaskeri, nihâyet 1620’de tekâüd (emekli) oldu. 1624 senesinde tekrar Rumeli kazaskerliğine getirildi. 1626 senesinde 56 yaşında vefât etti. Kabri İstanbul’da Âbid Çelebi Mescidi hazîresindedir.
Resmî vazîfelerinde devlet ve milletin menfaatlarını koruyup, bunun için çalıştığından, menfaatçılar ve kötü düşünceli kimseler tarafından devamlı haksızlıklara uğrayan ve bu hâli kasîdelerinde belirten Nâdirî, hat sanatında da mâhirdi. Sülüs, nesih, rik’a, celî ve ta’lik hatlarında tanınmıştır.
Âlim ve kültürlü bir kimse olan Nâdirî, geniş hayâl gücüne sâhip bir şâirdir. Eserlerinde duygudan çok düşünce hâkimdir. En samîmi ve duygulu şiirleri dînî şiirleri ve mi’râciyelerdir. Şiirleri şekil ve vezin bakımından da kusursuz sayılabilecek bir mükemmelliktedir. Kasîdelerinde çoğunlukla bütün bölümler mevcuttur. Aruz veznini başarıyla kullanmıştır.
Nâdirî’nin Mesihî, Hâleti, Fuzûlî, Ma’nî gibi şâirlere nazîreleri vardır. Kendisi de, devrinde beğenilip sevilirdi. Ayrıca kasîdelerine Nef’î ve Nev’izâde Atâî, Azmizâde Hâletî gibi devrinin üstâdları tarafından nazîreler yazılmıştır.
Eserleri:
Dîvân: İlk yetmiş dört beyti mi’râciyedir. Üçüncü Murâd Han, Üçüncü Mehmed Han, Birinci Ahmed Han, Birinci Mustafa Han, İkinci Osman Han ve devletin ileri gelenleri için söylediği otuz yedi kasîde yer alır. Terci-i bend; mersiye, tahmis, kıt’a, kıt’a-ı kebir, gazeller ve rubâîler de bulunmaktadır. Şehnâme: Mesnevî tarzında yazılmış devrinin târihî olaylarını anlatır. Münşeât:Çeşitli şahıslara yazılmış mektuplar. Kalemiyye Risâlesi:Arabîdir. Tefsîr-i Beydâvî’ye yaptığı hâşiye, bir başka eseridir.