G
Türk alfabesinin sekizinci harfi. Arap alfabesinin on dokuzuncu (gayın) ve yirmi ikinci (kef) harfleri. Osmanlıcada gayın yirmi ikinci, kef ise yirmi beşinci harftir. G sesi bütün dünyâ dillerinde yaygın olarak kullanılan aslî bir harftir. Çekçe ve Fincede aslî g sesi bulunmayıp yabancı asıllı kelimelerde kullanılır.
G, güneyin kısaltılması; askeriyede G günü, harekâtın başlayacağı özel gün olarak kullanılır. Matematikte sıra işâreti olarak G, yedinci sıra veya hâneyi gösterir. Meteorolojide ise G tabakası, iyonosferin 400 km ve daha üstünde uzanan bölgesidir.
Alm. Betrug (m), Metrugerei; übervorteilung (f), Fr.Faute (f), İng. Fraud overcharge. Alışverişte çok aldanmak. Gaben lügatte, “bir şeyi tam olarak bilmediğinden, işin hakîkatini anlayamamak” anlamındadır. Ticârette ise, tarafların karşılıklı olarak yerine getirmeleri îcâb eden konuda, ıvâzlarda (bedellerde) aşırı bir nisbetsizlik bulunmasıdır. Gabene mâruz kalan tarafın zarârına sebeb olan bu nisbetsizlik, hîleyle, yalan söylemekle (tagrîrle) olmuşsa, sözleşmenin bozulmasına yol açar.
İslâm hukûkunda alım-satım ve ticârî sözleşmelerde iki türlü gaben vardır:
Gaben-i fâhiş: Bir alışverişte veyâhut ticârî anlaşmada taraflardan birisinin nisbetsiz şekilde çok aldanmasıdır. Bunun miktârı, Mecelle’nin 165. maddesinde şöyle bildirilmektedir: “Sarraflıkta yüzde iki buçuk (% 2,5), urûzda, yâni hayvanlardan başka menkul (taşınır) mallar için yüzde beş (% 5), hayvanlar için yüzde on (% 10), binâlar için yüzde yirmi (% 20)dir.”
Sıkışık durumda olana, meselâ aç, susuz, çıplak, evsiz kalana, bunları piyasadaki en yüksek değerinden gaben-i fâhiş ile yüksek fiyatla satmak, İslâm dîninde yasak edilmiştir. Geçimini temin etmek için, herhangi bir şeyini satmak zorunda kalan fakir kimsenin sattığını, gaben-i fâhişle ucuza almak da yasaktır. Yalan söylemek sûretiyle gaben-i fâhişle aldatılan kimse, yapılan alışveriş sözleşmesini feshedip, bozabilir. Yetimlerin, deli olanların, mâtûhların (bunakların), vakıfların ve hazînenin (beytülmâlın) mallarını da gaben-i fâhiş ile satmak bâtıldır (yok hükmünde olup geçersizdir). Gaben-i fâhiş akdin (sözleşmenin) bozulmasına sebeb değildir. Meselâ bir kimse malını yalan söylemeden gaben-i fâhişle satsa aldanan müşteri sözleşmeyi bozamaz. Ancak sözleşme tagrîr, yâni aldatmayla olursa bozulabilir.
Gaben-i yesîr: Az aldanmak demektir. Gaben-i fâhişte bildirilen miktarlardan az olan aldanmaya “gaben-i yesîr” denir. Gaben-i yesîr ile olan aldanma, isterse yalan söyleyerek bile olsa, alışveriş sözleşmesinin feshedilmesine sebeb olmaz.
Borçlar hukûkunda: Genel olarak Borçlar Kânunu’nun 21. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddede; “Bir akitte vaatler arasında açık bir nisbetsizlik bulunduğu taktirde, eğer gabin (veya gaben) mutazarrırın (zarar görenin) muzayaka (darda kalma) hâlinde bulunmasından veya hiffetinden (hafifliğinden) yâhut tecrübesizliğinden istifâde sûretiyle vukûa getirilmiş ise mutazarrır bir sene zarfında akdi feshettiğini beyân ederek verdiği şeyi geri alabilir. Bu müddet akdin in’ikâdından îtibâren başlar.” diye ifâde edilmektedir.
İki taraflı sözleşmelerde, tarafların, birbirine karşı borç yükleyen şartları tâyinde esas olan serbestliktir. Bununla berâber, ahlâka aykırılık, imkânsızlık gibi gaben de sözleşme serbestisinin sınırlarından birini teşkil eder. Muhataralı (tehlikeli) işlemler hâriç, iki tarafa borç yükleyen bütün sözleşmelerde uygulama alanı bulur. Kânuna göre sözleşmede gabenin varlığı için, iki şartın gerçekleşmesi gerekmektedir:
1. Ivazlar (bedeller) arasında aşırı nisbetsizlik bulunmalıdır. Bu nisbetsizliğin, âşikâr olması ve işten anlayan herkesin gözüne çarpacak yükseklikte bulunması lâzımdır.
2. Aşırı nisbetsizliğin, karşı tarafın özel durumunun istismâr edilmesinden doğması da şarttır. Kânunda bu özel haller, darda kalma, hafiflik ve tecrübesizlik olarak sayılmıştır.
Sözleşmede gabenin varlığı sözkonusu olduğundan, zarar gören taraf bir sene içinde olmak şartıyle sözleşmeyi iptal edebilir. Yerine getirmediği borcundan kurtulur. Bedelini daha önce ifâ etmişse, dâvâ açarak geri ister. Karşı taraf da ödediğini istemek hakkına sâhiptir. Ayrıca zarar gören taraf, karşı taraftan tazminât isteyebilir.
DEVLETİN ADI |
Gabon Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Libreville |
NÜFÛSU |
1.253.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
267.667 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Fransızca |
DÎNİ |
İslâmiyet, Hıristiyanlık |
PARA BİRİMİ |
A.F.T. Frangı |
Ekvator Afrikasında, Atlas Okyanusu kıyısında bir devlet. Afrika kıtasında, Ekvator çizgisinin çevresinde 2° kuzey enlemi ile 4° güney enlemi arasında toprakları bulunan ve nispeten küçük bir memleket olan Gabon, batıda Atlas Okyanusu, doğu ve güneyde Kongo ile çevrilidir. Kuzeyde ise Ekvator Ginesi ile Kamerun vardır.
Târihi
On beşinci yüzyıl sonlarına doğru keşfedildiği sanılan Gabon’un bilhassa kıyı kesimi, uzun müddet Portekizli gemicilerin faaliyet gösterdiği birköle ticâreti merkezi oldu. Avrupa’da köle ticâretini men eden kânunların kabûlünden sonra, Fransızlar bu ticâreti önlemek maksadıyla 19. yüzyılın ikinci yarısında bölgeye yerleşmeye başladılar. Asıl maksat, köle ticâretini önlemenin yanında bölgeyi sömürgeleştirmekti. 1849’da hürriyeti iâde olunan köleler, Gabon Irmağı koyundaki Libreville köyüne yerleştirildiler. Fransızlar yerli kabîlelerle de anlaşarak, bölgeye hâkim olup, Gabon kolonisini kurdular. Gabon, 1888’de Fransız Kongosuna bağlandı. 1910’da Çat’tan Kongo’ya kadar bütün Fransız sömürgeleri “Fransız Ekvator Afrikası” adı altında birleştirilince Gabon da bu birliğe bağlandı. 1958’de Fransa Milletler topluluğuna üye olarak muhtar bir cumhûriyet olan Gabon, 17 Ağustos 1960’ta tam istiklâline kavuştu. Bu tek partili cumhûriyetin ilk cumhurbaşkanı Fransa’nın da desteklediği Leon M’ba’dır. Gabon Demokratik Bloku (GDB)na mensup olan Leon M’ba ülkede ağırlığı gitgide artan otoriter bir idâre kurdu. 18 Şubat 1964’te patlak veren bir ihtilâlle, muhâlif grup, Gabon Sosyal ve Demokratik Birliğinin lideri Jean Hilaire Aubane tarafından iktidardan uzaklaştırıldıysa da partisinin müdâhalesi ile tekrar devletin başına geçmeye muvaffak oldu. 1967’de yapılan seçimlerde tekrar başkanlığa getirildi ve adayları iktidâr partisi gösterdiğinden milletvekillerinin ekseriyetini Gabon Demokratik Bloku kazandı. Aynı yılın Aralık ayında ölünce yerine, yine Fransa’nın desteklediği Omar Bongo seçildi. Bongo, 1973, 1980 ve 1987’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini de kazandı.
Fizikî Yapı
Ülkenin büyük kısmı düzdür. En yüksek noktası İboundji olup 980 metredir. Atlas Okyanusuna dökülen büyüklü küçüklü bir çok ırmak, ülkenin batı kıyılarını yararak Okyanusa ulaşır. Bunlardan en önemlileri, kuzeyde ülkeye adını veren Gabon Körfezini meydana getiren Gabon Irmağı ve daha güneydeki Bort-Gentil Körfezi ile Okyanusa dökülen Ogoue Irmağıdır. Bu körfezdeki Lopez Burnundan îtibâren güneye doğru, akıntıların uzun kumullar hâlinde deltalar yapmasıyla meydana gelen deniz kulakları ve sağlığa zararlı iklimi ile güney kıyıları yaşanması güç bir şekil almıştır.
Kuzeyden güneye doğru ırmakların içinde aktığı ovanın genişliği 20 km ile 200 km arasında değişir. İç kısma doğru yükseklik artarak dağlık bölgeye (Billur Dağlarına) ulaşır. Bu bölgedeki en önemli dağ kütleleri kuzeydeki Cristallo Dağları kütlesi ile, güneydeki Chaillu Sıradağlarıdır. Doğu kısmında fazla yüksek olmayan yaylalar yer alır.
İklim ve Bitki Örtüsü
Ekvator çizgisinin hemen hemen ortasından geçtiği Gabon’da sıcak ve yağışlı ekvator iklimi hâkimdir. Yağışlar eylül-mart döneminde olur. Senelik sıcaklık ortalaması 22-35°C arasında değişir. Bu bol yağışlar sebebiyle ülke sık ormanlarla kaplıdır. Yağışlı muson ve kurak olan alize rüzgârları, senenin her mevsiminde dâimâ hâkimdir. Yağışlı mevsimlerin rüzgârlarla alâkası önemlidir.
Tabiî Kaynakları
Gabon, sık ormanlarla kaplı olduğundan, kereste ülkenin başlıca zenginlik kaynağıdır. Mâden kaynakları açısından çok zengindir. Chaillu Dağlarında altın ve elmas, Franceville’de manganez, kuzeyde Çibanga’da demir, Port Gentil yakınlarında petrol ve Munana’da uranyum yatakları mevcuttur.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Nüfûsu 1.253.000 olup Başşehri, Gabon Körfezi kıyısında 352.000 nüfuslu Libreville şehridir. Kongo kıyılarına yakın bölgede yaşayan ve bugün sayıları çok azalan Pigmelerin dışında, nüfûsu daha çok Bantu asıllı kırk kadar kabîle ile, kuzeyde ve Ogoue kıyılarında yerleşen Fonglardan meydana gelir. Etnik gruplar arasında sosyal ve kültürel ilişkiler yok denecek kadar zayıftır. Nüfûsun büyük çoğunluğu köylerde yaşar. Şehirde yaşayanların toplam nüfûsa oranı % 32 gibi düşük bir orandır. Halk birbirlerine yakın, küçük köylerde otururlar. Çiftçilik, kıyı bölgelerinde ise hayvancılık, halkın başlıca geçim kaynağıdır. Balık, muz, pirinç ve et halkın başlıca besin maddesidir. Oymacılık, ülkedeki en gelişmiş el sanatıdır. 6-16 yaş arası ilköğretim mecbûrî ve parasızdır. Ülkedeki okur yazar oranı % 40 gibi düşük bir seviyededir.
Uzun müddet Fransız sömürgesi olarak kalan Gabon’un resmî dili Fransızcadır. İnsan hak ve hürriyeti maskesi altında Fransızlar yıllarca burasını sömürmüş, kendi kültürlerini yerleştirmişler, buradaki insanlara da köle muâmelesi yapmışlardır. Ancak Fangların Fang dilleri ile Bantu lehçeleri de konuşulur. Gabon’da yaşayan halkın çoğunluğu Hıristiyanlığın Katolik mezhebine mensuptur. Ancak İslâmiyet süratle gelişmekte ve Müslümanların memleket nüfûsu içerisindeki nisbeti yüzde elliye yaklaşmaktadır. Bunun yanında animist azınlıklar da mevcuttur. Para birimi AFT frangıdır. Başkent Libreville dışında önemli şehri, Lopez Burnundaki 164.000 nüfuslu Port Gentil’dir.
Siyâsî Hayat
Gabon’da tek partili cumhuriyet rejimi hâkimdir. 1961 anayasası ile vatandaşlar arasında âile, ırk, dil, din farkı gözetilemeyeceği kabul edildi. Millet meclisi tek dereceli seçimle beş yıl için, cumhurbaşkanı ise yine tek dereceli seçimle yedi yıl için seçilir. Cumhurbaşkanı tarafından tâyin edilen Bakanlar Kurulu yürütme gücüne sâhiptir. Bu bakımdan yönetim sistemi, başkanlık sisteminin aynıdır. Cumhurbaşkanı Omar Bongo, ayrı parti kurulmasına izin vermemekle berâber, adına “Sınırlı Demokrasi” dediği, ayrı listelerden milletvekili adaylarının seçilmesine izin vermiştir. Bu şartlarda Gabon’da parlamentonun selâhiyetleri oldukça sınırlandırılmıştır.
Ekonomi
Gabon, son yıllarda iktisâdî yönden son derece güçlenmiştir. Afrika’da Libya’dan sonra kişi başına düşen millî geliri en yüksek ülke hâline gelmiştir. Bu gelişmenin asıl sebebi, Lopez Burnu yakınlarında denizde bulunan petrolle, muhtelif bölgelerde bulunan mâdenlerin çıkarılıp satılması netîcesinde elde edilen dövizin iktisâdî kalkınma için harcanmasıdır.
Gabon, tarım bakımından oldukça geridir. Ovalık bölgelerde, toprağın ırmaklarla yayılması ve bataklıklar yüzünden zirâata elverişli toprak çok azdır. Yerliler arasında çok az miktarda tarım ürünleri (mısır, tatlı patates, muz, palmiye yağı ve kauçuk) üretilmektedir.
Buna karşılık, maden ve orman işletmeciliği çok gelişmiştir. Orman kaynaklarından elde edilen abanoz ağacının yanında, bilhassa kontrplâk üretiminde kullanılan ve “okume” denilen kereste çok kıymetlidir. Her yıl 1000 tonun üzerinde uranyum filizi elde edilmektedir. Mâdenler ve petrolleri yabancı şirketler işletmekte, Gabon hükûmeti ise manganez mâdenleri işletmesine % 10, petrol işletmesine % 25 nisbetinde ortak olmaktadır. Diğer mâdenleri çıkaran ve filizi zenginleştiren tesislere de % 25 nisbetinde ortaktır. Ancak fiyat tesbiti ve alıcıları serbestçe tâyin edebilme yetkisi vardır. Yıllık petrol üretimi 10 milyon tonun üzerindedir.
Sanâyi üretimi, hammadde çıkarılmasına göre çok geridir. İki büyük hidroelektrik santralı, kereste fabrikaları, uranyum ve manganez filizlerini zengileştirme tesisleri, küçük bir rafineri, küçük çapta makina sanâyii ile dayanıksız tüketim malı îmâl eden birkaç küçük fabrika dışında sanâyi yoktur. Birçok tüketim ve yatırım malını dışarıdan ithal etmek durumundadır. Bunun en önemli iki sebebi, altyapının (bilhassa yolların) tamamlanamaması ile, işgücünün (nüfûsun) azlığıdır. Son yıllarda yabancı bir şirket tarafından yapılacak ve ülkeyi bir uçtan diğer tarafa kat edecek (Transgabon) demiryolunun yapım faaliyeti devâm etmektedir.
Dış ticâretin çoğu Fransa ile yapılmaktadır. İhrâcâtı ithâlatından çok fazladır.
Alm. Gadolinium (n), Fr. Gadolinium (m), İng. Gadolinium. Periyodik tablonun III-B grubunda bulunan nâdir toprak metallerinden bir element. Gd sembolü ile gösterilir. Gümüş parlaklığında, ferromanyetik bir metaldir. Gadolinyum’un atom numarası 64, atom ağırlığı ise 157,25’tir. Erime noktası 1312°C, kaynama noktası da yaklaşık olarak 3000°C’dir. Oda sıcaklığında özgül ağırlığı 7,9 g/cm3tür. Bileşiklerinde +3 değerliğini alır.
Gadolinyum ilk defa 1886’da Fransız kimyâcı Charles Marignac tarafından keşfedildi. İsmi ise, Finli kimyacı Johan Gadolin’in isminden gelmiştir. Yer kürede diğer elementler arasındaki bolluk sırasına göre kırkıncı sırada yer alır. Umûmiyetle diğer nâdir toprak metalleri ile karışmış halde bulunur.
Demir ve benzeri metallere, sertlik, çekme gerilimi, elektrik ve ısı iletkenliği gibi özellikleri iyileştirmek amacıyla katılır.
Gadolinyum termal nötronları tutmada en etkili olan element olduğu için nükleer reaktörlerin kumanda çubuklarında kullanılır.
Endülüs’te yetişen meşhur Müslüman eczâcı ve tıp âlimi. İsmi, Ahmed bin Muhammed bin Seyyid el-Gâfikî el-Endülüsî, künyesi Ebû Ca’fer’dir. Kurtuba yakınlarındaki Gafik köyünde doğduğundan Gâfikî diye tanınmıştır. Doğum târihi belli değildir. Vefât târihi olan 1165 (H.560) senesi dikkate alınınca, Gâfikî’nin Endülüs Emevî Devletinin çöküş ve yıkılma dönemlerinde yaşadığını söylemek mümkündür.
Tahsîlini eczâcılık ve tıp sâhasına; bilhassa ilâçlar ile ilâç yapılacak nebâtî, hayvânî ve mâdenî maddelerin tetkîk ve tasnîfine ve yeni tıbbî terkiplerin geliştirilip hazırlanmasına sarf etti. Doktor ve eczâcıların uymaları gereken ilmî ve ahlâkî kuralların îzâhını, sâhasının elamanlarına telkin etti. Böylece, bu meslek sâhiplerinin, gösterdiği metod üzere yetişmelerini sağlamakla uğraştı.
Gâfikî, sahasında mükemmel olabilecek eserler yazmayı tercih etti. Eserlerinde diskorides ile Galen’den (Calinos’dan) nakiller yaparken, onlarla diğer bilginlerin verdiği mâlûmâta kendi araştırma ve tecrübelerinin mahsûlü olan yeni ve orijinal bilgileri ilâve eti. Ayrıca yerine göre tenkidlerde bulundu. Endülüs Emevî Devletinin geçirdiği buhran, eserlerinin birçoğunun kaybolmasına sebeb olmuştur.
Gâfikî, ortaçağda yetişen en büyük nebâtât üstâdı ve eczâcısıdır. Bine yakın ilâcın ilmî tasnif ve tanıtımını yapan Gâfikî, Kitab-ül-Edviyet-il- Müfrede adlı eseriyle tanınmıştır. Eserde, ilâçların kullanış yerleri ve usûlleri en iyi şekilde îzâh edilmiştir. Tıp ve eczâcılık sâhasında temel mürâcaat kaynağı olmasına rağmen, eserinin tam bir nüshası henüz bulunamamıştır. Eserindeki bilgiler, sonradan gelen İslâm eczâcılarının, özellikle İbn-i Baytar’ın eserlerinde parça parça ve dağınık bir şekilde nakledilmiştir. Eserinde ilâçları tanıtıp ilmî tasniflerini yapmış olan Gâfikî, bunlardan istifâde, usûl ve metodları ile terkip şekillerini ve formüllerini vermiştir. Tam bir tıp ve eczâcılık ansiklopedisi mâhiyetinde olan eserde, o devirlerde kullanılan Arap, Yunan, Lâtin ve Berberî lisanlarındaki tıp ve eczâcılık terimlerine de yer vermiştir.
Böyle olmasına rağmen, bu büyük âlim hakkındaki araştırmalar yok denecek kadar azdır. Asrının âlimleri, kendisinden saygıyla bahsetmişlerdir.
(Bkz. Ornitorenk)
Bugün kuzeydoğu Bulgaristan ile Ukrayna Cumhûriyetinde yaşayan, Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebine mensup bir Türk boyu.
Gagavuz kelimesinin etimolojik yönden ele alınınca “Gök Oğuz”dan geldiği sanılmaktadır. Menşeleri hakkında çeşitli görüşler bulunmakta ise de, 11. yüzyılda Asya’dan, Balkanlara göçtükleri, Peçeneklerle aynı soydan geldikleri ve Uz (Oğuz) Türklerinden oldukları sanılmaktadır.
Dilleri Islavcanın etkisinde kalmakla berâber, Türkçedir. Hıristiyanlığın tesirinde kalarak Ortodoksluğu benimsemişlerdir. Dobruca (Kuzeybatı Bulgaristan), Besarabya (Ukrayna) ve dağınık olarak Bulgaristan’ın diğer dağlık bölgelerinde yaşayan Gagavuzların sayısı 200.000 civârındadır. Türkiye’ye göç edenler, Müslümanlığı kabul etmişlerdir.
Alm. Milchstrasse (f), Fr. Galaxie, İng.Galaxy. Uzayda milyonlarca yıldızın, gaz ve toz bulutlarının kümeleştiği uzay odaklarının genel adı. Gökada olarak da bilinir. Bol yıldızlı sâkin bir gecede gökyüzüne bakıldığı zaman, bir uçtan diğer uca uzayan parlak bir şerit görülür. Gökyüzünün diğer kısımlarına nazaran çok daha parlak olan bu yıldızlar topluluğu, bizim galaksimiz samanyolundan başka bir şey değildir. Ancak görülebilen, Samanyolunu meydana getiren kollarından birisidir.
Uzayda yer alan galaksiler içinde en çok bilineni Samanyoludur. Yaklaşık olarak yüz bin ışık yılı (ışık yılı; ışığın bir yılda gittiği yoldur) ki, 96x1010 km çapında olan Samanyolu galaksisi ortalama iki yüz milyon yıldızdan teşekkül etmiştir. Galaksi disk şeklindedir ve bu şekil çıplak gözle bile fark edilebilir. Samanyolunun ekvatoru boyunca çevreye göz gezdirilirse, yıldızlar arası madde (plazma) ve yıldızlar açıkca görülebilir. Yukarıda belirtildiği gibi bu galakside bulunan iki yüz milyon yıldızın büyük çoğunluğu, diskin merkezinde toplanmıştır. Yaklaşık otuz bin ışık yılı çapında olan bölgeden çevreye doğru uzaklaştıkça yıldız küresinin ve parlaklığının azaldığı görülür. Galaksilerin yaklaşık % 80 kadarı disk biçimlidir.
Bu disklerin içerisinde bulunan yıldızlar, genellikle iki şekilde sıralanmıştır. Bu sıralama ya düzenli bir şekildedir veya spiral biçimde bir kol üzerinde dizilmiştir. Meselâ galaksimizde bu spiral şekil açıkça göze çarparken, bâzı galaksiler hiçbir şekle girmemekte ve nizam dışı bir diziliş göstermektedir. Diğer galaksi tipleri başlıca; çubuk şeklinde galaksiler, eliptik galaksiler (bütün galaksilerin yaklaşık % 20’si) ve düzensiz (irregular) galaksilerdir. Galaksiler umûmiyetle, “galaksi kümeleri” olarak gruplanmışlardır. Bu kümeler içinde en çok bilineni Başak Takım Yıldızı içindeki Virgo kümesidir.
Sistemimizin yıldızı olan Güneş’in Samanyolundaki yeri de her zaman merak konusu olmuştur. Galaksimizin merkezinden oldukça uzakta yer alan güneş, kendi merkezi çevresinde dönmektedir. Güneş sistemimizin bulunduğu mevkide galaksinin kalınlığı üç bin ışık yılı civârındadır.
Samanyolu galaksisinin dışına çıkılıp birkaç milyon ışık yılı gidildiğinde, bu gibi başka gök adalara da rastlanılır. Biçimleri ve büyüklükleri değişiktir. Birbirine az çok benzeyenler varsa da eş olanı yok gibidir. Küçük dürbünlerle gökyüzünü taradığımız zaman, ışık veren gaz bulutu gibi gözükürler. Onun için çoğuna nebülöz denmiştir. Büyük teleskoplarla, bâzılarının yıldızları tek tek ayırt edilebilir.
Bizden 1,5 veya 2 milyon ışık yılı uzaklığındaki Andromeda nebölozu gerçekte bir galaksidir. Üstelik boy ve biçim bakımından bizim galaksimiz Samanyoluna çok benzer ve yaklaşık üç yüz milyon yıldızdan meydana gelmiştir.
Galaksilerin uzayda rastgele dağıldıklarını ileri süren teoriler, modern araçlarla yapılan gözlemler netîcesinde önemini kaybetmiş, hepsinin belli bir intizam içinde yer aldıkları, ayrıca galaksileri teşkil eden yıldızlar ve diğer gök cisimlerinin de hepsinin belli bir kânun içinde hareket ettikleri, içinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisi gibi milyonlarca galaksinin var olduğu, bütün bunların sâniyede binlerce kilometre hızla hareket ettikleri anlaşılmıştır. Günümüzde îmâl edilen geliştirilmiş uzay âletleriyle yapılan gözlemlerde, galaksilerin spektrumunda görülen kırmızıya yakın kayış, bu kaçışın devâm ettiğini göstermektedir. Bu gök adalarının spiral şekli, söz konusu kaçışı açıkça ifâde etmektedir.
Astrofizikçilerin yapmış olduğu son araştırmalarda galaksilerin milyarlarca yıllarla ölçülen ömürleri içinde birbirleriyle çarpıştıkları açıklanmıştır. Çekim güçlerinin galaksileri birbirine yaklaştırması netîcesinde meydana gelen bu dev kozmik olay sonucunda spiral eliptik galaksilere dönüştüğü ileri sürülmektedir. Diğer bir görüşe göre de eliptik galaksiler, çoğu büyük galaksi kümeleri içinde bulunurlar. Bu gruplar içindeki yalnız galaksiler diğer galaksilerce hızla çekilir. Bu durumda bir galaksi diğerine çarpmaktansa yanından geçmeyi tercih eder.
Son zamanlarda bir Amerikan astronom grubu, dünyâdan 150 milyon ışık yılı uzaklıkta yeni bir galaksi gruplaşmasının (çapı 250 milyon ışık yılı), çok büyük bir kütle çekimi uyguladığını buldu. Öyle ki, aralarında Samanyolu ve Andromeda’nın da bulunduğu binlerce galaksi bu merkeze doğru çekilmektedir. Bu merkez ve çevresindeki galaksiler sisteminin hepsine “Uzayın büyük çekim merkezi” adı verilmiştir. Ancak bu akıl almaz büyüklükteki çekim merkezi, uzayın kestirilen kütlesinin ancak binde biri kadardır.
Yukarıda îzâh edilen galaksilerin ve galaksi gruplarının büyüklüğü ve çok sayıda gök cisminden teşekkül etmiş olması, insan hâfızasının anlayabileceği boyutların dışında olup, ancak her şeyi yaratan Allahü teâlânın bildiği bir büyüklüktür. Bütün bu yıldızlar ve gök cisimleri, bu kadar çok ve büyük olmalarına rağmen, hepsinin birinci gökde oldukları Kur’ân-ı kerîmin Mülk sûresinde haber verilmektedir. İnsan aklının dışına çıkan bu hesaplar sâdece birinci gök ile alâkalıdır. Diğer altı gök, şüphesiz aklımızın dışındadır ve nasıl olduğunu bilemiyoruz.
Başlıca Galaksiler
Galaksi |
Uzaklığı (1000 ışık yılı) |
Çapı (ışık yılı) |
Yıldız Sayısı (1000 adet) |
Samanyolu |
(-) |
100.000 |
200.000 |
Andromeda |
2.250 |
130.000 |
300.000 |
LMC |
170 |
30.000 |
25.000 |
SMC |
190 |
25.000 |
6.000 |
Fornox Sistemi |
650 |
20.000 |
20 |
NGC |
598 2.350 |
60.000 |
40.000 |
Maffei I |
3.300 |
100.000 |
200.000 |
NGC |
6822 |
1.630 |
10.000 350 |
NGC |
205 |
2.250 |
16.000 3.000 |
Alm. Galatih (n), Fr. Galalithe (f), İng. Galalith. Sütün kazeini ile formaldehitten elde edilen bir plastik madde. Formaldehit molekülleri kazein (protein) molekülleri ile birleşirken su çıkar. Bu tip birleşmeye kondansasyon adı verilir. Birleşme üç boyutta ve her yöne dağıldığı için, çok sağlam ve sert bir ürün ortaya çıkar. Sütün kazeinine boya ve dolgu maddeleri ilâve edilerek iyice karıştırılır. Levha veya çubuk şekline sokularak, formaldehit banyosuna batırılır. Reaksiyon çok yavaş meydana gelir. Banyodan çıkarılan ürün kurutulur. Kondansasyon yine devâm eder. Sıcakta yumuşamayan bir madde meydana gelir. Çoğunlukla tornada şekillendirilir. Düğme, kalem sapı, tarak ve oyuncak yapımında kullanılır.
Dilci ve târihçi. 1874 senesinde Bodrum’da doğdu. İstanbul Dârülfünûn’da profesörlük yaptı. İki dönem Niğde mebusluğunda bulundu. Dil ve târih konularındaki araştırmaları ile tanındı. 1961 senesinde İstanbul’da öldü.
Eserleri: Türkçede Arabî ve Lâtin Harfleri ve İmlâ Mes’eleleri(1925), Küçük Türk Tetebbuları (1925), Hammurâbi Kânunu (1925), Arabî Harfler Terakkimize Mâni Değildir(1927), Vatandaş Türkçe Konuş (1928), Türkler ve Yahûdîler (1928), Hitit Kânunu(1931), Türkiye Yahûdîleriyle İlgili Belgeler(1931), 2. Abdülhamîd ve Siyonizm (1933), Türkiye Yahûdîleriyle İlgili Belgelere Ek (1941), Bodrum Târihi (1945), Türkçe’nin İspanyolca Üzerine Tesiri, Türkiye Yahûdîlerinin Târihiyle İlgili Yeni Belgeler Derlemesi, Ankara Târihi, Niğde ve Bor Târihi.
Alm. Galata-Bankier, Fr. Galata-Banquier, İng. Galata-Bankers. Osmanlı İmparatorluğunda genellikle azınlıkların kurduğu bankerlik işletmelerine verilen umûmî ad. İstanbul’un Galata semtinde faaliyet gösterdikleri için bu isimle anılırlar.
Galata Bankerleri, Osmanlı İmparatorluğunun iş bölümüne verdiği önemin bir sonucu olarak ortaya çıkmış sayılır. Galata semti, Bizans zamanında da tüccar ve bankerlerin merkezi olarak şöhret bulmuştu. İstanbul’un fethini takibeden yıllarda daha önceden şehri terketmiş Rum, Venedikli ve Cenevizli tüccar ve bankacıların tekrar işleri başına dönmeleri teşvik edilmiş, bunların cemâat teşkilatı kurmalarına, örf, âdet ve dinleri kadar iktisadî faaliyetlerini de serbestçe icrâ etmelerine izin verilmişti. Bu serbestlik onların sonraki dönemlerde Osmanlı İmparatorluğunun mâlî yönden güçlenmesine katkıda bulunmalarını da beraberinde getirmişti. İmparatorluğun yükseliş döneminde Galata Bankerleri; vergilerin toplanmasında, hazinenin açıklarını kapatmada, kısa vâdeli borçlar vermeden mâdenî para ihrâcı ve tedâvülü konularında hükümete yardımcı olmak gibi görevler yapmışlardır.
Osmanlıların Akdeniz’de tesis ettikleri yeni ticarî düzenin bir sonucu olarak Avrupa ülkelerine ait çeşitli sikkeler Osmanlı ülkesine gelmeye başlamış ve para alışverişi yepyeni bir ihtisas konusuna ihtiyaç göstermişti. On altıncı asrın başlarında Portekiz ve İspanya’dan sürülen Yahûdîler, Osmanlı ülkesine yerleşerek İmparatorluğun ticâret ve para işlerinde söz sahibi olmaya başladılar. İstanbul ve diğer önemli liman olan Selanik, daha ziyade Yahûdîlerin hâkim oldukları birer bankerlik merkezi hâline geldi.
On yedinci asırda Osmanlı İmparatorluğunda iktisâdî, sınâî ve ticârî faaliyetler yabancıların eline geçmeye başlamıştı. Bu dönemde Galata Bankerleri daha çok Rumlardan meydana geliyordu. Avrupa devletlerinin de desteğini alarak, Rum azınlıklar, ticârete ve sayıları yüzü geçen bankerlik kuruluşları ile iktisadî hayata el koymaya başlamışlardı. Açtıkları eğitim kurumları ve yabancı dil bilgileri ile Rumlar, bu sahalarda Yahûdîlerin önüne geçmeyi başarmışlardı. Bu zenginlikleri ile, çocuklarını daha iyi okutmaları ve böylece Ege, Balkanlar, Karadeniz ve Adriyatik ticâretindeki ağırlıklarını arttırmaları mümkün olmuştu.
Sultan Mahmûd devrinde Ermeniler bankerlikte kendilerini göstermeye başlamışlardı. Bu azınlıklar da, açtıkları cemaat okulları sâyesinde o zamana kadar daha ziyade kırsal bölgelerde el sanatları ile uğraşırlarken, başta sarraflık olmak üzere öteki işler için yoğun bir şekilde şehirlere akın ettiler. Hatta, bunlardan Kazaz Artin isimli bir Ermeni, Sultan Mahmûd zamânında Darphane Âmirliğine kadar yükselmişti. O yıllara kadar bankerler ve sarraflar Yeniçeri Ortasının himâyesinde idiler. Tanzimâtın îlânıyla azınlıklara tanınan imtiyâzlar neticesinde Galata Bankerleri, faaliyetlerini genişletme ve imparatorluğun mâlî işlerini tamâmen kontrol altına alma imkanı buldular.
1838 Baltalimanı Ticâret Antlaşması ile, ithâlât artmış, mahallî gümrükler kaldırılmış, gümrük resmi % 3’lere düşürülmüştü. Gelişen bu dış ticâretin para ve kredili alım satım işleri Galata bankerleri tarafından yürütülüyordu.
On dokuzuncu asrın ilk yarısında dış ticaretin açık vermesi ve dolayısıyla kâğıt paranın altın karşılığı olarak değerinin düşmesi, ithâlâtın güçleşmesine yol açmıştı. Bu dönemde Osmanlı Hükûmeti ile anlaşan iki banker Fransız J.Alléon ve İtalyan Teodor Baltazzi (Baltacı olarak bilinir), kredi operasyonları ile ithalatı rahatlatmış ve bir yandan da Abdülmecîd Hanın güvenini kazanmışlardı. Hattâ, bu iki banker kambiyo kurunu sabit tutmak amacıyla İstanbul Bankası adıyla bir banka da kurmuşlardı.
Galata Bankerlerinin altın devri, 1854’de alınan ilk Osmanlı dış borcu ile başlayıp, 1881’deki Muharrem Kararnamesi ile sona erer. Bu devre “konsolid devri” de denir. O yıllarda Osmanlı İmparatorluğunun borçları karşılığı çıkarılan Osmanlı tahvillerinin bollaşması, o devirde “hava oyunları” da denilen “konsolid” adı ile borsa oyunlarına zemin hazırlamıştı. Konsolid değerlerinin artışı ve eksilişi üzerinde oynanan borsa oyunları, Müslim ve gayri müslim, bütün İstanbul halkını sarmıştı. Taşradan mektup veya telgrafla veya oradaki sarraflar vâsıtası ile bu oyunlara katılanlar bile görülüyordu. Bu işler ikinci veya üçüncü sınıf bankerler tarafından yürütülür ve hükümet zaman zaman büyük bankerlere borçlanmak sûretiyle bu kâimeleri (kâğıt paraları) toplayıp halkın huzurunda yakardı.
Bankerlerin memur maaşlarının kırdırılmasında da rol oynadıkları bilinmektedir. Maaşların muntazam ödenmemesi ve yeterli olmaması yüzünden memurlar maaşlarını % 50 eksiğine kadar bu sarraflara kırdırmışlardı.
Galata Bankerlerinin Osmanlı İmparatorluğunda siyasî hayata da karıştıkları görülür. Sadrâzam Mustafa Reşîd Paşanın banker Abraham Kamondo’yu kendine banker yapması bunlardan ilk örneği teşkil eder.
1877-78 Osmanlı-Rus Harbinde Galata Bankerleri, Osmanlı İmparatorluğuna kredi yardımında bulunmuşlardır. Bankerler, Rusların İstanbul’a girmeleri hâlinde bütün varlıklarının ve alacaklarının silinip gideceğinden endişe ederek bu işgâli önlemek ve gerekli parayı bulmak için bütün servetlerini ortaya koymuşlardı. Bunun karşılığında da Osmanlı Devletinin gelirleri teminat gösterilmişti. Bunun üzerine durumları sarsılan Avrupalı alacaklılar harekete geçerek, Muharrem Kararnamesi olarak bilinen ve bütün devlet gelirlerini ipotek altına alan bir antlaşmayı Osmanlı Hükûmetine kabul ettirmişlerdi. 1881’deki Muharrem Kararnamesi ile hemen hemen bütün devlet gelirleri “Düyûn-ı Umûmiyye” yönetimine bırakılınca, Galata Bankerlerinin piyasası hemen hemen tamâmen ortadan kalkmış oldu. Bunlardan bir kısmı memleketi terk etti, bir kısmı da hükûmetle ve siyâsetle ilgisi olmayan ticârî faaliyetlerini sürdürdü.
İstanbul’da Eminönü ile Karaköy arasında bulunan ve Haliç’in iki yakasını birbirine bağlayan köprü.
Sultan İkinci Bâyezîd Han (1468-1512) Haliç üzerinde ilk köprü kurma teşebbüsünde bulundu ise de bunu gerçekleştiremedi. Daha sonra Bezmiâlem Vâlide Sultan “Vâlide Köprüsü” adı verilen ilk ahşap köprüyü yaptırdı (1837). Bu köprünün yetersiz kalmasından sonra Sultan Abdülmecîd Han tarafından daha sağlam bir köprü yapıldı (1845). Yaklaşık 500 m uzunluğundaki bu köprü de ahşaptı ve dubalar üstüne oturuyordu. Bu köprüden ilk üç gün parasız geçişten sonra 25 Kasım 1845 gününden îtibâren geçiş ücreti alınmaya başlandı. Yayalardan beş, yüklü atlardan kırk, boş atlardan yirmi para; yüklü arabalardan da beş kuruş geçiş ücreti alınıyordu. Bu köprüden 31 Mayıs 1930 Pazar gecesine kadar geçiş ücreti alınmasına devâm edildi.
Abdülmecîd Hanın yaptırdığı köprü on sekiz yıl kullanıldıktan sonra yerine Sultan Abdülazîz’in emriyle daha geniş, daha gösterişli bir köprü kuruldu. Eski köprü ise o sırada iyice harab duruma gelmiş olan Unkapanı köprüsünün yerine çekildi. Abdülazîz Han o zamâna kadar kurulan üç tahta köprü yerine ilk mâdenî köprüyü, 1875 yılında yabancı bir firmaya yaptırdı. 105.000 altına mal olan bu köprü, demirden 24 duba üzerine oturdu. 480 m uzunluğunda, 14 m genişliğindeydi. Bu köprü, 1912 yılında Azapkapı-Unkapanı arasına götürülerek orada 1936 yılına kadar kullanıldı. Yerine 1910-1912 yılları arasında Alman Man firması tarafından 350.000 altına mal olan yeni bir köprü yapıldı. Uzunluğu 462 m, genişliği 25 m olan köprü, 12 parça olup, ortasında geniş iki geçidi vardı. Haliç’e girip çıkan deniz araçları ekseriya gecenin ilk saatlerinde açılan bu geçitten Haliç veya Boğaz’a geçerlerdi.
Başlangıçta Sultan Abdülmecîd Hanın ismine izâfeten Mecîdiye adı ile anılan köprü daha sonra Galata ismini aldı. Galata Köprüsü, Boğaziçi Köprüsü yapılıncaya kadar Boğaz’ın sembolü durumundaydı.
Yapımına 11 Haziran 1987’de başlanan Yeni Galata Köprüsü 17 Haziran 1992 târihinde İstanbulluların hizmetine sunulmuştur. Yeni Köprü, 488,65 metre uzunluğunda, 42 metre genişliğindedir. Üzerinde ikisi raylı araçlar, üçü gidiş, üçü geliş olmak üzere sekiz şerit bulunmaktadır. Köprünün baskül açıklığı 80 metredir. Bu baskül 3,5 dakika gibi kısa bir zamanda açılmaktadır. Yeni Galata Köprüsü şu anda dünyânın en büyük baskül köprüsüdür. Aynı zamanda dünyânın en büyük su içinde yapılan keson sistemi, en büyük alışveriş merkezi, en büyük temel sistemleri ve en büyük su içinde düşey yükselme testleri rekorunun da sâhibidir. Köprünün altında 6400 metrekarelik alışveriş merkezi vardır. Yeni Galata Köprüsü herbiri 2 metre çapında 75-80 metre uzunluğundaki 114 çelik kazık üzerine oturtulmuştur. 93,5 milyon Alman Markına mal olan köprü, STFA ve THYSSEN firmalarının birlikte çalışmalarıyla yapılmıştır. Bilinmeyen bir sebeple belirli bir bölümü yanan Eski Galata Köprüsü, 80 yıl İstanbullulara hizmet verdikten sonra, 1992 yılında yerinden sökülerek Ayvansaray ile Hasköy arasında Eski Galata Köprüsü ismi altında, târihî bir eser olarak hizmet vermeye devam edecektir.
Alm. Galata-Turm (m), Fr. La tour Galata, İng. Galata Tower. İstanbul’da, Galata semtinde bulunan târihî kule.
İlk Galata Kulesi Bizans İmparatoru Altıncı Kantakuzen zamânında, Anastase, Dikaros adlı bir mîmâr tarafından yapılmıştır. Kulenin inşâatının 1348 yılında başlayıp bir yılda tamamlandığı, 1444’te Cenevizliler tarafından yükseltildiği rivâyet edilmektedir. Kulenin o zamandan kalan bilgi ve resimlerinden anlaşıldığına göre üzerinde haç bulunan sivri bir külâhı vardı. Adı ise “Îsâ Kulesi” idi. Birçok tâmir ve düzenleme ile İstanbul’un fethine kadar ayakta durmuştur. Fetihten sonra Galata surlarının bir kısmı ile kulenin üstünden on arşının hakimiyet alâmeti olarak yıkıldığı rivâyet edilmişse de, güvenilir kaynaklar bunu doğrulamamaktadır. Yine, kulenin temelden Türk eseri olduğu yolundaki rivâyetlerin, Yıldırım Bâyezîd’in yaptırdığı Boğaz Kesen Hisarı ile karıştırılması sebebiyle olduğu zannedilmektedir. Evliyâ Çelebi, kulenin 118 mîmâr arşını yüksekliğinde bulunduğunu, üstünün kurşunla kaplı olduğunu, dürbünle bakılırsa kuleden Bursa imârethânelerinin görülebileceğini yazar ve şöyle der: “Kulenin içi on tabaka hâlinde zindandur ki şimdi Osmanlı gemi malzemelerine mahzen olmuştur.”
Yuvarlak bir plân üzerine yapılan ve bugün 56 m yüksekliğinde bulunan kule, eski devir burçlarında olduğu gibi, tahtalarla kaplanıp, üstü de ahşap usûlüyle örtülmüştü. Bundan dolayı yangınlarda bütün katlar külâhıyla birlikte yanardı. Yalnız taştan yapılmış içi, yenmiş arı kovanı gibi kalırdı. Muntazam kesme taşlarla yapılan kuleye, yer yer ilâve yapıldığı dikkatle bakılınca anlaşılmaktadır.
156 yıl önceki resimlerde, kulenin sivri bir külâhı olduğu ve dört tarafında çıkıntılar bulunduğu görülmektedir. Kule, 1582’de rasathâne yapılmak üzere tâdil edilmiştir. 1794 (H.1208) yılı Zilhicce ayının 28. günü Cumartesi gecesi kule kapısının yakınındaki fırında başlayan yaygında kule tamâmen yanmıştı. 1795’te Üçüncü Selim tarafından tâmir ettirilen evler yeniden yanmış ve İkinci Mahmud zamânında tekrar tâmir ettirilmişti. Son olarak 1875’te tâmir edilen kule, bugünkü şeklini almıştır. Kule hâlen 165 m yüksekliğinde olup, çanaklığına 195 basamakla çıkılır.
Galata Kulesinin çeşitli zamanlarda gördüğü vazifeler şunlardır:
1. Bizanslılar zamânında deniz malzemeleri deposu olarak kullanılmıştır.
2. Fetihten sonra gözetleme kulesi olarak kullanıldı. İstanbul başşehir olduktan sonra da “Növbet Kulesi” yapıldı. Burada 5 vakit “Çalıcı Mehter” tarafından “Osmanlı Növbeti” (İstiklâl Marşı) çalınırdı.
3. Kânûnî devrinde zindan hâline konuldu. Buraya 31 esir hapsedilirdi.
4. Başbakanlık Arşivinde bulunan vesikalara göre burası bir ara çalıcı mehter koğuşu hâline getirilmişti. Daha sonra yangınları ihbar etmek için kullanıldı.
5. Dördüncü Murad zamânında donanmaya âit malzeme deposu hâline getirildi.
6. Birinci Dünyâ Harbinden sonra, buraya deniz vâsıtalarına işâret vermek için bir askerî müfreze yerleştirildi.
Yakın târihe kadar husûsî bayraklarla yangın ihbar vazîfesi yapan kule, bugün turizm tesisi olarak kullanılmaktadır.
Osmanlı Devletinde enderuna hizmetli yetiştirmek maksadıyla İkinci Bâyezîd Han tarafından yaptırılan okul ve binâsı. İkinci Bâyezîd Hanın bu eseri, Gülbaba adlı bir velînin işâret ve tavsiyesiyle yaptırdığı söylenir (1481). Burası Topkapı Sarayındaki Enderûn-ı Hümâyûna aday hazırlayan en önemli enderun mektebiydi.
Galata Sarayı, bir câmi ile herbiri iki yüz kişi alabilen üç koğuş ve her koğuşta bir hamam, zâbit dâiresi ve mutfaktan ibâretti. Galata Sarayında her koğuşun oda kethüdâsı, odabaşı, kuşçubaşı, hamamcıbaşı ve başeski isimli zâbitleri vardı. Yeni Saray hizmetine namzet olan acemiler burada tahsil görürlerdi. Okula alınacaklarla ilgili işlemlerde pâdişâhın da müsâadesi alınırdı. Buraya alınanlar, hizmet îtibâriyle çeşitli sınıflara ayrıldıkları gibi kendilerine tâyin olunan değerli hocalardan ders görürlerdi. Bu değerli hocalar tarafından, programlarında yer alan Arapça ve Farsça dilleri ile din ve fen dersleri okutulurdu. Ayrıca silâh kullanmayı da öğrenirlerdi. Çok sıkı disiplini olan Galata Sarayını pâdişâh, birkaç yılda bir teftişe gelir ve yetişen öğrencilerden saraya alınacakları seçerdi. Okula daha sonra “Galata Sarayı Enderûn-ı Hümâyûn” adı verildi. Yavuz Sultan Selim ve Kânûnî Sultan Süleymân Han zamânında (1520-1566), Galata Sarayı Mektebinin esas ve nizamları yeniden tesbit olundu. İkinci Selim zamânında (1566-1574) Galata Sarayındaki Enderun Mektebi, Eski Saraya nakledildi ve boşalan yerlere de Galata Sarayı Medresesi kuruldu (1570). Çeşitli zamanlarda birçok değişikliklere uğrayan mektep, 1834’e kadar devlet hizmetine ehil kimseler yetiştirmeye devâm etti. Bu târihten sonra, saray teşkilâtında değişiklikler yapıldığından, Galata Sarayı, “Enderun Mektebi” olma özelliğini kaybetti. 1838’de “Mektebi Tıbbiye” hâline getirildi. Daha sonra dört yıl kışla olarak kullanılıp, “İdâdî-i Umûmî” adı altında askerî okullar yerleştirildi. Nihâyet, 1 Eylül 1868’de “Galata Sarayı Mekteb-i Sultânîsi” (Lisesi) adıyla öğretime başladı.
Galata Sarayı ağası: Galata Sarayındaki en yüksek idâreciye verilen isim. Baş ağalık olan Galata Sarayı ağalığına; Yeni Saraydaki saray kethüdâsı veya bunun bir derece aşağısındaki beş neferden kurulu “köşebaşı” denilen emektarlardan biri tâyin edilirdi.
Galata Sarayı baltacıları: Galata Sarayı hizmetinde bulunanlardan bir kısmına verilen ad, bunlara “teberdâr” da denilirdi.
Galata Sarayı dârüşşifâsı: Galata Sarayındaki hastahâneye verilen ad. Buradaki ilk hastahâne, İkinci Bâyezîd devrinde açıldı. Sonradan Tıbbiye’ye bağlı olarak kuruldu. 1848’de Galata Sarayı Tıbbiyesi ile birlikte yandı. Klinik ve poliklinikler, Hasköy’deki Humbarahâne binâsına taşındı.
Galata Sarayı hocası: Galata Sarayında ders okutan ve oraya devâm edenlerin eğitimleriyle uğraşanlara verilen ad. Bu hocalar, din ilimleriyle zamanlarının fen ilimlerinde çok iyi yetişmiş değerli kişilerdi.
Galata Sarayı içoğlanı: Saray hizmetleri için eleman yetiştirmek maksadıyla kurulmuş olan Galata Sarayına alınan talebelere verilen isimdir. Bunlar çok ileri bir şekilde eğitim ve öğretimden geçirilerek yetiştirilirdi. İçoğlanlardan, en üst düzeyde yetişmiş olanlar doğrudan pâdişâha hizmet etmek üzere Yeni Saraya gönderilirlerdi.
İçoğlan tâbirini târihteki kullanış şekliyle değil de, kendi düşünce ve tasavvurlarına göre değerlendirmek isteyenler, çok yanlış mânâlar vermektedirler. Osmanlı teşkilâtını iyi tedkik etmiş, araştırmış, ilmî olarak hâdiselere yaklaşmış olanlar, kullanılan terim ve deyimlerin hakîkatını açıklamaktadırlar. İçoğlan, değişik saray ve devlet hizmetlerinde kullanmak üzere mektebe alınan zekî, kâbiliyetli ve çalışkan çocuklara verilen genel addır.
Galatasaray Lisesi: Osmanlılarda ilk defâ batılı anlamda öğretim yapmak için lise seviyesinde kurulan okul (1868).
Sultan Abdülazîz Han döneminde Sadrâzam Âlî Paşa, Hâriciye Nâzırı Keçecizâde Fuâd Paşa ve Maârif Nâzırı Safvet Paşanın hazırladıkları projeye göre Abdülazîz Hanın fermânıyla kurulmuştur. Okulun genel olarak kuruluş amacı; batılı metodlara göre öğretim yapmak, batı kültürünü, özellikle Fransız kültürünü tanıtmak ve azınlıklara mahsus talebeyi aynı çatı altında toplamak diye özetlenebilir. 1 Eylül 1868’de açılan okul, içeriden ve dışarıdan değişik tepkiler almasına rağmen, 341 talebe ile öğretime başladı. Beş sınıflı lise kısmı ile öğretime başlayan okul, daha sonra ilk ve orta kısımlar da ilâve edilerek on iki yıla çıkarıldı. 1874 târihinde de üç yüksek okul kısmı ilâve edildi. Okul hem yatılı, hem de gündüzlüydü.
Okulda dersler, Türkçe ve Fransızca olarak veriliyordu. Kuruluşunda yapılan ders programlarına göre Arap ve Fars dileri ile İslâm târihi ve din dersleri de okutuluyordu. Hem Türkçe hem Fransızcadan imtihan veren talebeler, “Mektebi Sultânî” mezunu olarak diploma alırdı. Yalnız Türkçe veya Fransızca kısmını bitirenlere “ehliyetnâme” verilirdi.
Okulun ilk müdürü Fransız M. de Salve idi. Okulun müdürlüğünü yapanlar arasında ünlü masonlardan ihtilâlci Ali Süâvî ile İkinci Abdülhamîd Hana suikast yapan ermeni E. Jorris’i öven Tevfik Fikret de vardı. Bu düşüncedeki idâreciler, okulu Türk kültürüne karşı batı kültürünün kalesi olarak görmüşler ve bu doğrultuda çalışmalarını sürdürmüşlerdir.
Cumhûriyetin îlânından sonra, Galatasaray Sultânîsinin adı Galatasaray Lisesi olarak değiştirildi. Ehliyet alma usûlü kaldırıldı, Türkçe ve Fransızca tahsil derecesi birleştirilerek yalnız mezuniyet diploması konuldu. 1967’de kız öğrenci alınmaya başlanıldı. 1969’da ise ilk kısmı kaldırıldı.
Galatasaray Lisesi, ülkemizde uzun yıllar batı kültür ve yaşayışının öncülüğünü yaparak; bu kültürün yerleşmesine çalışmış ve bu kültüre vâkıf kendi öz kültürüne yabancı insanlar yetişmesine sebeb olmuştur.
Türk Spor kulüplerinden. İstanbul’da Mekteb-i Sultânî yâni, Galatasaray Lisesi öğrencilerinden Ali Sami (Yen), Abidin (Daver), Âsım Tevfik (Sonumut), Emin Bülend (Serdaroğlu), Refik Cevdet (Kalpakçıoğlu), Bekir (Bircan), Tahsin Nahit ve Rıza (Kara) efendiler tarafından Ekim 1905’te kuruldu. Kulübün kurucuları arasında Sırp ve Bulgar öğrenciler de yer aldı. Kulübe hangi adın konulacağı tartışma konusu oldu. O sıralarda spora ve sporcuya yabancı adlar takılması moda olduğundan “Glorya-Zafer” ve “Audace-Cür’et” isimleri üzerinde duruldu. Bir kısım öğrenciler “Kartal” adı verilmesini teklif ettiler. Ancak kesin karara varılamadı. İlk maça adsız olarak çıkan takımda Galatasaray Lisesi öğrencileri olması sebebiyle Galatasaraylılar denildi. Bundan sonra Galatasaray Spor Kulübü olarak anıldı. Kulübün ilk başkanlığına da Ali Sami Yen seçildi. Kulübün formasının renkleri kırmızı ve beyaz olarak tesbit edildi. Bu renkler kulübün yedinci maçından sonra sarı-siyaha çevrildi. Aralık 1908’de sarı-kırmızı olarak değiştirildi. Kulübün resmî olarak tescil edilmesi ise 14 Ağustos 1913’te oldu.
Futboldaki ilk başarısını 1908-1909 sezonunda İstanbul Lig Şampiyonluğunu kazanarak elde etti. Türkiye’de yabancı takımlarla oynayan ve yurt dışında maç yapan ilk Türk takımı oldu. Eylül 1911’de Macaristan’a gitti ve dönüşünde Romanya’da Bükreş karmasıyla oynayarak maçı 11-1 gibi açık bir üstünlükle aldı. Sonraki yıllarda Avrupa kupalarında Türkiye’yi temsil etti.
Beşiktaş ve Fenerbahçe kulüpleriyle birlikte İstanbul’un “üç büyükler” adıyla anılan takımlarından olan Galatasaray Spor Kulübü, diğer spor dallarıyla birlikte asıl ağırlık verdiği futbolda birçok defa şampiyon oldu. İstanbul Pazar ve Cuma Liglerinde 1908-09, 1909-10, 1911-12, 1915-16, 1921-22 sezonlarında şampiyon oldu. İstanbul Liginde 1924-25, 1925-26, 1926-27, 1928-29, 1930-31 ve 1948-49 sezonlarını birincilikle bitirdi. İstanbul Profesyonel Liginde ise 1954-55, 1955-56, 1957-58 sezonlarında şampiyon oldu. Millî Kümede 1939’da birinci oldu. Türkiye Birinci Liginde 1961-62, 1962-63, 1968-69, 1970-71, 1971-72, 1972-73, 1986-87, 1987-88, 1992-1993 sezonlarında olmak üzere dokuz defa şampiyon oldu. 1986-87 sezonunda attığı şampiyonluk turunun akabinde, gazetelere tam sayfa îlân vererek kendisine bağlı kitlenin “taraftar yoklaması”nı yapmış; bu îlân Türkiye’de ilk defa denenen bir husus olarak dikkatleri çekmiştir. Türkiye Federasyon kupasını, 1962-63, 1963-64, 1964-65, 1965-66, 1972-73, 1975-76, 1981-82, 1984-85, 1990-91, 1992-1993 sezonlarında olmak üzere on defa; Cumhurbaşkanlığı kupasını 1965-66, 1968-69, 1971-72, 1981-82, 1986-87, 1987-88, 1990-91 sezonlarında olmak üzere yedi defa; Başbakanlık kupasını ise 1974-75, 1978-79, 1985-86, 1989-90 sezonlarında olmak üzere dört defa aldı. Galatasaray futbol takımı yurt dışında da başarılı sonuçlar elde etti. Avrupa kupalarında sekiz defa ikinci tura, iki defa çeyrek finale, bir defa da yarı finale kadar yükseldi.
Futbol dışında jimnastik, atletizm, yüzme, kürek, sutopu, hentbol, voleybol, basketbol, eskrim, binicilik, kayak, dağcılık ve boks dallarında da faaliyet gösteren Galatasaray Spor Kulübünün yetiştirdiği sporculardan Ömer Besim Koşalay atletizmde 400 m ile 1500 m arasındaki mesâfelerde 29 defa Türkiye rekoru kırdı. Güreşte de Çoban Mehmet, Kenan Olcay ve Mehmet Oktay gibi isimlerle önemli başarılar elde etti. Galatasaray basketbol takımı Türkiye Basketbol Liginde 11 defa, 1966-67 sezonunda kurulan Deplasmanlı Basketbol Liginde üç defa birinci oldu. Su sporlarında da başarılı olan Galatasaray Spor Kulübünün tesisleri oldukça zengindir. Florya’da, Fenerbahçe’de ve Kuruçeşme’deki Galatasaray Adasında modern tesisleri vardır.
Amerikalı iktisat profesörü. Kanada’da 1908 yılında doğdu. Toronto Üniversitesini bitirdi. Ekonomi mastırını Kaliforniya, Berkeley ve Harvard Üniversitesinde yapan Galbraith’in iyi bir kariyeri vardır. Mastırı yaptığı esnâda ABD vatandaşı oldu. ABD’de 1960 Cumhurbaşkanlığı seçimleri kampanyasında John F.Kennedy’ye iktisat müşavirliği yaptı. Amerika ve Hindistan hükümetlerinin iktisat politikaları şekillendirilirken fikirlerine baş vuruldu. Amerika’nın Yeni Delhi büyükelçiliğinde bulundu. Amerika’nın iktisâdî ve sosyal gelişmesi hakkında dikkate şayan tahlilleri vardır.
Tahlillerinde tümden gelim metodunu kullandı. Ortodoks iktisat teorisinde kullanılmayan kavramları iktisâda getirip, liberal ekonomik sistem yerine devletin piyasaya müdâhale etmesi gerektiğini savundu. Yazdığı birçok eser geniş okuyucu kitlesi tarafından takip edildi.
Amerika’da tesislerin peşin yargılarla ve gerçek ihtiyaçlar dikkate alınmaksızın yapıldığını ileri sürdü. Tüketici ihtiyaçlarına değer verilmeden üretim yapıldığı, reklamın üretimde kötü amaçlar için kullanıldığı kanaatinde olduğunu, “Çiklete milyonları harcayan Amerikalılar, okullara malzeme verirken hasis davranmaktadırlar.” şeklinde bir örnekle açıkladı. Bunun yanında özel sektörce üretilen mallarla kamu hizmetleri arasında sıkı bir alâkanın olduğunu birbirini tamamlayıcı nitelik taşıdığını kabul ediyordu. Bu iki kesim arasındaki dengesizliğin bütün toplumu etkilediğini, üretim problemi olmasa da âdil dağıtım probleminin devâm edeceğini îzaha çalıştı. Amerikan piyasasında rekâbetin gittikçe zayıfladığına ve büyük firmaların iş hayatına hâkim olduğuna temas edip ve firma sermayesinin çok sayıda hissedâra dağıtıldığını, bir halk kapitalizminin ortaya çıktığını savundu.
Bütün bu problemlerin devletin piyasaya müdâhale etmek sûretiyle çözüleceğini söyledi.
Modern fiziğin ve teleskopik astronominin kurucularından olan İtalyan bilim adamı. 1564’te İtalya’nın Piza şehrinde doğdu. Döneminin tanınmış müzikçilerinden Vincenzo Galilei’nin oğlu olan Galileo, ilk tahsîlini Floransa’da yaptı. 1581’de Piza Üniversitesinde tıp tahsîline başladı, ancak parasızlıktan okulu terk etti. 1583’ten îtibâren matematiğe ilgi duyan Galileo, bu konudaki çalışmaları sâyesinde 1589’da Piza’da profesörlük elde etti.
Sarkacın, yüzen cisimlerin ve hareketin Aristo fiziğinden farklı bir düşünceyle matematiksel olarak ele alınması gerektiğine inanan Galileo, Piza Kulesinden ağırlık düşürerek Aristo’nun yanlışlığını açıkça gösterdi. Bu davranışı yaşlı profesörlerle anlaşmazlığa düşmesine sebeb oldu. 1592’de Piza’yı terk ederek, Padua Üniversitesi matematik kürsüsüne geldi.
1597’de pratikte çok faydası olan pusulayı ticârî olarak piyasaya arz etti. 1600 senesinden hemen sonra ilkel bir termometre, insan kalp atışının ölçümünde kullanılmak üzere bir sarkaç ve 1604’te serbest düşüşün matematik kânunlarını keşfetti. Ancak düzgün ivmeli hareket kavramı hatâlıydı. 1609’da Hollanda’da teleskopun bulunduğunu işitti. Kendisi daha ileri bir âlet yaparak bunu astronomik gözlemlerde kullandı. 1610’da aydaki dağlar, yıldız kümeleri ve samanyolu üzerine ilk tesbitlerini yayınladı. Bu arada Jupiterin dört uydusunun varlığını bildirdi. Bu kitabı çok alâka uyandırdı ve Floransa’da saray matematikçisi olmasını sağladı. Hemen sonra Venüs gezegeninin devreleri ve Satürnün şekli hakkında bilgi verirken, astronomideki Ptolemy (Batlemyus) sistemini münâkaşa etti.
1611’de Roma’ya gitti ve oradaki Bilim Akademisine üye seçildi. Floransa’ya dönüşünde hidrostatik üzerine pekçok profesörün îtirâzına sebeb olan kitâbı ile 1613’te güneş lekeleri üzerine yazdığı eserini yayınladı. Bu eserinde Kopernik sistemini açık bir şekilde müdâfaa etti. Müslüman âlimlerin kitaplarında yer alan dünyânın döndüğü meselesini yeni bir iddiaymış gibi ortaya attı. Bundan dolayı papazların ağır hücûmuna uğradı. 1615’te bizzat Roma’ya giderek iddiâsını müdâfaa eti.
Ancak 1616’da Papa Beşinci Paul tarafından kitaplarını tedkik için bir komisyon kuruldu. Bu komisyon Galileo’nun kitaplarını yasaklamadı, sâdece dünyânın döndüğü iddiâsından vaz geçmesini istedi.
Galileo, bir müddet bilimin pratik yönüne döndü, mikroskopu geliştirdi. Ancak 1618’de üç kuyruklu yıldızın görülmesiyle papaz bilim adamlarıyla münâkaşaya girdi. Arkadaşının Sekizinci Urban olarak Papa seçilmesinden cesâret alarak yazdığı İki Kâinât Sistemi Üzerine Konuşmalar adlı eserini 1632’de yayınladı. Ancak kitabın daha önce yapılan uyarılarla çeliştiği söylenilerek Roma’da mahkemeye çağrıldı. 1633’te bu kitabı yasaklandı ve kendisi müebbed hapse mahkûm oldu. Yetmiş yaşında hapsedilen Galileo’nun gözleri kör oldu ve 1642 yılında hapiste öldü.