FLAMANKUŞU (Phoenicopterus ruber)
Alm. Flamingo (m), Fr. Flamant (m), İng. Flamingo. Familyası: Flamangiller (Phoenicopteridae). Yaşadığı yerler: Tropik bölgelerin acı ve tuzlu su kenarlarında sürüler hâlinde. Türkiye’de de vardır. Özellikleri: Uzun pembe bacaklı, perde ayaklı, gövdeleri mekik biçimli, beyaz pembemsi tüylü, ince uzun boyunlu, gagası içe doğru kıvrık ve ucu siyahtır. Çeşitleri: Avrupa, Afrika, Şili, Amerika flamanı gibi türleri vardır.
Tropik bölgelerin, acı ve tuzlu göl, bataklık ve sığ okyanus kıyılarında sürüler hâlinde yaşayan bir su kuşu. “Flamingo” da denir. Uzun boyunlarının “S” gibi kıvrık oluşu tipiktir. Çamurdan yapılmış 15-45 cm yükseklikte kesik koni şeklindeki yuvaları ilgi çekicidir. Koloni hâlinde kuluçkaya yatar, beslenir ve göç ederler. Beyaz pembemsi tüylü, kanat uçları siyah, bacakları ince uzun, pembe ve parmakları perdelidir. Pembe gagalarının ucu içe kıvrık ve siyahtır. Kenarları sık tüylü olup, çamur ve suyu süzerek besinleri ayıklar, gaga içine alıkoyar.
Flamanlar, ördekler gibi suyun çamurlu diplerindeki organik besin, yumuşakça, kabuklu ve küçük balıklarla beslenir. Tüy, bacak ve gagalarının tatlı pembe rengi, yedikleri kırmızı karideslerden meydana gelir. Gaga içinin üst ve alt yüzeylerinde, küçük canlıları ayıklamaya yarayan kemiksi plakalardan meydana gelen bir filitre sistemi vardır. Gaga ucu içe kıvrık olduğundan suya soktuğunda üst ucu alta, altı üste gelir. İleri-geri hareketli pistonlu dilleriyle suyu emer ve kısa bir süre sonra dışarı püskürtür. Kemiksi plaklarda kalan planktonlar yutulur. Suyu emip dışarı atmaları yarım sâniye içinde gerçekleşir. Bunu düzenli filitre sistemleriyle gerçekleştirirler. Filitre sistemi flaman türlerinde farklılıklar gösterir. Daha teferruatlı filitre sistemli olanlar yalnızca su yüzeyine yakın yosunlar, kurtçuklar ve benzerleriyle besinlerini temin ederler. Her birey filitre sistemine uygun belirli bir derinlikteki organizmalarla beslenir. Küçük flaman kuşları, su yüzeyindeki canlılarla, büyükler ise çamur içindekilerle beslenirler.
Geniş, perdeli ayakları sâyesinde, dengesini bozmadan saatlerce tek ayak üstünde dikilerek dinlenir. Bu hareketiyle vücut ısı kaybını da azaltmış olur. Uçarken boyunlarını ileri, bacaklarını geri uzattıklarından havada süzülen bir oku andırırlar. Dünyâda 5 milyon civârında olup, bunun 3,5 milyonu Afrika’da yaşar. Geri kalanı Güney Avrupa, Asya, Amerika’da bulunur. Pembe flaman (P. ruber) Akdeniz bölgesinde ve Orta Asya’da boldur. Fransa’nın Camargue bölgesi ile Güney İspanya’da kuluçkaya yatan koloni merkezleri vardır. Türkiye’de de Sultansazlığında (İznik), Van ve Tuz gölleri ile Büyük Menderes, Seyhan, Ceyhan ve Göksu nehir deltalarında flamingo sürülerine rastlanır. Avrupa ve Türkiye’de yaşayanlar kışın Afrika’ya göç ederler.
Yırtıcı kuşlara av olmamak için geceleri uçarlar. Savunmasız olduklarından ıssız bölgelerde ürerler. Her dişi, konik yuvasına birer yumurta yumurtlar. Eşler sıra ile kuluçkaya yatar. 30-32 günde yavru çıkar. Ördek iriliğinde olan yavrular, gri renklidir. İki aylık olana kadar anne ve babaları tarafından beslenir. 100 günlük olunca uçarak ayrı topluluklar kurarlar. Düzenli üremeleri yoktur. Her yıl veya 3-4 yılda bir kere yumurtlayanları da vardır. Eski Romalı zenginler, flamankuşlarını çoğaltarak deniz kıyısındaki villalarında beslerlerdi. Günümüzde flaman sürüleri avcılar tarafından rastgele avlandığından günden güne tükenmektedir.
(Bkz. Flamankuşu)
Alm. Blitzlicht (n), Blitzlampe (f), Blitzer (m), Fr. Lampe-éclair (f), flash (m), İng. Flashlight. Yüksek yoğunlukta ve güneş ışığı renginde ışık veren ve fotoğrafçılıkta kullanılan ışık kaynağı. Amatör ve profesyonel fotoğrafçılar tarafından yaygın olarak kullanılır. Bu tür lambalar çok kullanışlıdır ve iyi sonuç verirler.
İlk defa 1930’da ticârî olarak piyasaya arz edilmiştir. Bir cam lamba ve içinde tungsten flaman, zirkonyum tozu ve ince alüminyum tel bulunmaktaydı. Lambanın içinde saf oksijen vardır. Çalışma sırasında elektrik akımı flamanı ısıtır ve o da zirkonyum tozunu ateşler. Bundan sonra alüminyum tel ateşlenir. Işık âni olup, 0,02 saniye devam eder. Yanma olduğu için lamba tek bir defa kullanılır.
Bu tür lamba, fotoğraf makinasına takılı olarak kullanılır. Uygun sonuç almak için, lambadan fotoğraf çekilecek cisme olan mesâfeye ve objektif açıklığına dikkat etmek gerekir. Lambanın ateşlenmesi objektifin açılması ile aynı zamanlı olması, en yoğun ışığın objektif açıkken ortaya çıkması yönünden önemlidir.
Elektronik flaş tüpü İkinci Dünyâ Savaşında önem kazanmış ve iki elektrodlu cam veya kuvars tüpden ibârettir. Tüpün içinde xenon veya benzeri gaz vardır. Yüksek voltajın âni uygulanması sonucu tüp içindeki gaz iyonize olur ve daha sonra iyonize gazdan geçen elektrik akımı, flaş ışık meydana getirir. Devam süresi 0,001 ile 0,000001 saniye arasındadır. Elektronik flaş tüpü binlerce defa tekrar kullanılabilir.
Penisilini bulan bakteriyolog. 1881-1955 yılları arasında yaşayan Fleming İngiltere’de bakteriyoloji profesörüydü.
Londra’da hastahânede bulunduğu 1924-1948 yılları arasında ilmî çalışmalarda bulundu. 1927 yılında başlayarak penicillium cinsi içinde bir küfün özellikleri üzerinde incelemeler yaptı. Çıbanlara sebeb olan bakterilerin üretilmesi sırasında havadan gelen bâzı sporların saf kültürü mavi-yeşil renkli bir küf lekesi gibi çevrelediğini ve bakterileri öldürdüğünü tesbit etti. Aynı sene penicillium üzerindeki bakteriyolojik tetkiklerini bitirmesine rağmen maddeyi üretmek için maddî imkânı olmadığından 1939 yılına kadar bekledi. Sir Howart Florey, Ernest Boris Chain adlı bilginler kendisine yardımda bulundular ve beraberce penisilinin formolojik ve klinik çalışmalarını Oxford Okulunda bitirdiler. Böylece sınâî olarak penisilinin üretimi Amerika’da başladı. İki arkadaşı ile birlikte 1945 yılında Nobel tıp armağanını kazandı. Başlıca eseri Penisilinin Tatbikatta Kullanılması adlı kitabıdır.
Alm. Fluoreszenz (f), Fr. Fluorecence (f), İng. Fluorescence. Floresans maddeler denilen bir takım cisimler üzerine gelen belli dalga boyundaki ışık ışınlarının, başka dalga boyundaki ışık ışınları hâlinde yansıması olayı. Floresans ve fosforesans olayları lüminesans olaylarındandır. Floresans maddelere örnek olarak çinko silikat, çinko berilyum silikat, kadmiyum silikat, kadmiyum borat, magnezyum volfromat ve kadmiyum volfromat bileşikleri verilebilir.
Dalga boylarının değişmesi, ışık ışınları kesildikten sonra da sürerse, bu olaya da fosforesans denir.
Floresans olayından faydalanarak floresan lambalar yapılmıştır. Bunlar yüksek miktarda morötesi ışın veren alçak basınçlı civa buharlı lambalardır. Böyle bir lambanın iç cidarına floresan bir madde sürüldüğü zaman, morötesi ışınlar foto-lüminesan ışınlama ile görülebilir ışınlara çevrilirler.
Floresan lambalar genel olarak yüksek ve alçak gerilimli olmak üzere ikiye ayrılır. Yüksek gerilimli floresan lambalar soğuk elektrotlu olup, metre başına 600 voltluk gerilime ihtiyaç gösterirler. Daha çok iç aydınlatmada, floresans lambalı avize imaline elverişlidirler.
Alçak gerilimli floresan lambalar sıcak elektrotlu olup, 110 veya 220 voltluk şebeke gerilimlerinde kullanılırlar. Yaygın olarak kullandığımız bu lambalarda tüp boyları, 40 ilâ 120 cm ve lamba güçleri 10 ile 40 watt arasındadır. 220 voltluk tüpün tutuşma gerilimi aşağı yukarı 300 volttur. Bu sebeple balast ve starter dediğimiz elemanlar lamba bağlantısına ilave edilir.
Floresan lambalar, çok alçak basınçlı civa buharında elektriksel boşalma yaparak ışık verirler. Cam tüpün iç yüzüne floresans bir bileşik sürülür. Bu tabaka tüpün içinde meydana gelen morötesi ışınları ışığa çevirir. Cam tüpün çalışması tüpün her iki tarafına takılan birer elektrotla sağlanır. Elektrotların birer ucu starter denilen anahtara bağlıdır. Bu şekilde floresan lambalar, diğer lambalardan daha fazla ışık vermelerine karşılık daha karmaşık bir çalışma yapısı gösterirler.
Cam tüpün içinde floresan bileşikten başka argon gazı ile civa buharı bulunur. Ayrıca tüpün içine sürülen kalsiyum tungstat mavi, magnezyum tungstat mavi-beyaz, çinko silikat yeşil, kadmiyum borat ise pembe ışık vermesini sağlar.
Daha küçük güçlü, dolayısıyla daha az elektrik enerjisi harcayan bir floresan ampulle daha büyük güçlü normal ampülün verdiği ışık elde edilebilir. Ömürleri de uzun olduğundan daha ekonomiktirler.
Alm. Fluoroscopie, Fr. Fluoroscopie, İng. Fluoroscopy. X ışınlarını direk olarak görüntüye çevirme tekniği. Kullanılan cihazlara ise floroskop denir. Normalde X ışınları bir fotoğraf filminden geçirildikten sonra görünür hâle gelmektedir. Fakat floroskopi tekniğinde filim yerine floresan bir ekran kullanılmakta ve görüntü devamlı olarak tâkip edilebilmektedir. Bu ekranda bâzı kimyevî maddeler vâsıtasıyla X ışınları devamlı görüntüye çevrilir. Sistemin bir mahzuru, röntgen çekilirken hastanın devamlı X ışınına mâruz kalmasından dolayı rahatsızlık verebilmesidir. Diğer bir mahzuru görüntünün zayıf olmasıdır. Fakat bu televizyon kamerasıyla giderilebilmektedir.
Tıp, sanâyi ve araştırma olmak üzere üç kullanım sahası vardır. Tıpta özellikle veremin erken teşhisinde kullanılır. Endüstride metal ürünlerin çatlak kontrolü, hava alanlarında bagaj kontrolü ticari uygulama sahalarındandır. En çok kullanıldığı saha ise araştırma-geliştirme faaliyetleridir. Çalışan bir motor, türbin veya silâhın içinde cereyan eden hareketlerin tâkibi bu teknik sâyesinde mümkün olabilmektedir. Diğer bir uygulama konusu erimiş metalin kum kalıba dökümü yapılırken metalin akışını tâkip etmektir. Böylece metalin kalıp boşluklarına dolup dolmadığı kontrol edilebilmektedir.
ŞEKİL VARRR!!!!!!!!!!!!!!(FLORASKOPİ)
Alm.Grünling (m), Fr. Verdier (d’Europe) (m), İng. Greenfinch. Familyası:İspinozgiller (Fringillidae). Yaşadığı yerler:Avrupa, Asya ve Afrika’nın ılıman bölgelerinin bağ, fundalık ve seyrek ağaçlı tarla ve çayırlarında. Türkiye’de de vardır. Özellikleri: Konik gagalı, ötücü bir kuş. Tüyleri kirli yeşil ve sarı renklidir. Ömrü: 25-35 yıl. Çeşitleri: Yurdumuzda 4 çeşidi vardır.
Serçe iriliğinde, güzel ötücü bir kuş. Sesi için kafeste de beslenir. “Yelvekuşu” olarak da bilinir. Kısa konik gagalı, hafif çatal kuyrukludur. Hâkim renk, zeytin sarısı-yeşildir. Kanat ve kuyruk uçları parlak sarı beneklidir. Karnı limon sarısıdır. Dişilerin rengi kahvemsi griye çalar.
Böcek, tâne, tohum, filiz ve tomurcuk yerler. Yağlı tohumlara düşkündürler. Ilıman bölgelerin bağ ve fundalıklarında yaşar. Sık ormanlara pek girmez. Tombulluğuna rağmen, hızlı uçucudur. Yuvasını bağ kütüğünün diplerinde veya ağaçlara yapar.
Dişi, kuzey enlemlerde yılda bir, başka yerlerde iki kez 4-6 yumurta yumurtlar. 12-14 gün kuluçkaya yatar. Bu sürede erkeği tarafından beslenir. Yumurtadan çıkan yavrular, eşler tarafından birlikte beslenir. Yavrular 14. gün yuvayı terk ederler.
Kalıcı olanları olmakla berâber, çoğu kışı geçirmek için sonbaharda Afrika’ya sürüler hâlinde göç ederler. Doğu ve Güneydoğu Anadolu yörelerinin dışında Türkiye’de her tarafta görülürler. Kolayca kafes hayâtına alışırlar.
Alm. Fluor (n), Fr. Fluor (m), İng. Fluorine. Sembolü F olan, reaksiyon verme kâbiliyeti oldukça yüksek bir kimyâsal element.
Özellikleri: Çürütme özelliği yüksek, zehirli, soluk sarı renkli, keskin kokulu gazdır. Peryodik cetvelde 7A grubunda bulunur. Halojenler sınıfının en küçük üyesidir. Atom numarası 9, atom ağırlığı 18,9984’tür. Serbest haldeyken iki atomlu moleküler yapıya sâhib olup, formülü F2 dir. Molekül ağırlığı 37,9968’dir. -219,62°C’da erir ve -188,14°C’de kaynar.
Fluor, elektron alma arzusu (elektronegativite) en büyük olan elementtir. Bâzı soy gazlar hâriç, bütün elementlerle birleşir. Oksijen ile verdiği bileşiklerde oksijen (+) değerlikli olur ki bu da fluorun elektron ilgisinin büyüklüğünü göstermektedir. Fluor atomunun çapı küçük olduğu için, bu derece elektron ilgisine sâhiptir. Bunun sonucu olarak da birleştiği diğer elementleri alabileceği en yüksek değerliğe çıkartır.
Bulunuşu: Fluor tabiatta bileşikler hâlinde olup, serbest halde bulunmaz. Tabiattaki elementlerin çokluğu bakımından on üçüncüdür. Başlıca fluor kaynağı CaF2 (fluorspat), Na3AlF6 (buztaşı, kriyolit) ve CaF2Ca3(PO4)2 (fluorapatit)dir. Kriyolit ekonomik çapta Grönland’da bulunur. Fakat fluorspat dünyâda çok geniş alana yayılmış haldedir.
Fluorapatit %3,8 oranında fluor ihtivâ eder ve fosfatlı kayalarda bol miktarda bulunur. Bu kaynak dünyânın en zengin fluor deposudur. Fluor suda milyonda 0,1-7 oranında bulunur.
Elde edilişi: Fluor ilk olarak 1886 yılında potasyum fluorür çözeltisinin ve susuz hidrojen fluorürün elektrolizinden elde edildi. Bugün de elektroliz metodu ile elde edilir.
Kullanılışı:Fluorun element hâlinde kullanılma alanı pek yoktur. Fakat fluordan başlayarak elde edilen bileşikler birçok alanda kullanılmaktadır. Meselâ organik fluor bileşikleri soğutma teknolojisinde önemli yer tutmaktadır.
Bileşikleri: Fluor oldukça aktif olduğundan, normal sıcaklıkta birçok metal ile fluorür bileşiklerini verir. Yalnız alüminyum, bakır ve nikel gibi metallerle meydana getirdiği fluorür bileşikleri, metal üzerinde bir film meydana getirir ki, bu film koruyucu bir tabaka özelliği gösterir.
Fluorun en önemli bileşiklerinden biri hidrojen fluorürdür. Formülü HF olup elementlerinden elde edildiği gibi, fluorür bileşiklerinden de elde edilir. Susuz veya çözelti hâlinde kullanılır. Sulu çözeltisine fluorür asidi denir. Susuz hidrojen fluorür, petrol sanâyiinde yakıtların oktan oranını ayarlamak için katalizör olarak kullanılır. Ayrıca diğer fluorürlerin elde edilmesinde kullanılır. Cama etki eden tek asit olup, cam üzerine yazı yazmada kullanılır.
Fluor kendinin de dâhil olduğu halojen grubu elementleri ile reaksiyon verir. Bunları (+) değerlikli yaparken kendisi (-) değerliklidir. Bu bileşiklerden bâzıları, ClF3, ClF5, BrF3, IF5 ve IF7 dir. Ayrıca son zamanlarda oksijen ile bileşikleri de elde edilmiştir (OF2, O2F2, O3F2 ve O4F2 gibi).
Anorganik bileşiklerinden en önemlisi uranyum ile meydana getirdiği uranyum hekzafluorürdür (UF6). Bu bileşiğinden ve gazların diffüzyonu işleminden faydalanarak nükleer enerjide kullanılan uranyum 235 izotopu saflaştırılır. Sülfür hekzafluorür, formülü SF6 olup, kimyâca inert, zehirsiz, renksiz bir gazdır. Fevkalâde bir gaz izolatör olup, yüksek gerilim cihazlarında kullanılır.
Antimon fluorürler (SbF3, SbF5), bor trifluorür (BF3), kükürt tetrafluorür (SF4) ve halojenfluorürler, organik fluorür bileşiklerini elde etmek için fluorlandırma vâsıtası olarak kullanılır. Fluor organik bileşiklerle (karbon tetrafluorür CF4) hâriç şiddetli reaksiyon verir. Reaksiyon şartlarını kontrol ederek ve azot gibi inert bir gaz ile seyreltilerek sâdece karbon ve fluor ihtivâ eden organik bileşikler elde etmek mümkündür. CF4 ve C7F16 gibi hidrokarbon benzerleri elde edilmiştir.
Organik bileşiklerinin çoğu susuz hidrojen fluorürden ve anorganik fluorürlerden elde edilir. Organik fluorür bileşiklerinin en önemlilerinden bâzısı, soğutmada kullanılan diklor difluor metan (CF2Cl2) ve plastik teflon îmâlâtında kullanılan tetrafluor etilen (C2F4)dir. Bundan başka halkalı yapıdaki C4F8 aerosol püskürtücü olarak, CF3Br ve CF2Br yangın söndürme cihazlarında kullanılmaları bakımından önemlidir.
Fluorun biyolojk önemi: Vücudun diş ve kemik gibi bazı dokularında fluor elementinin yeterince depolanmaması hâlinde fluor eksikliği tâbir edilen bir takım rahatsızlıklar doğar. Yapılan bâzı incelemeler çürümüş bir dişteki fluor miktarının sağlam diştekine göre düşük olduğunu göstermiştir. Ayrıca çocuklarda raşitizm hastalığının fluor eksikliği durumunda daha çok ortaya çıktığı ifade edilmektedir.
Vücudun ihtiyacı olan fluor miktarı içme sularında mevcuttur. İçme suları ve yiyeceklerle alınan fluorür miktarı ihtiyaç duyulan seviyededir. Ayrıca fluorürlerin ağızdan çok fazla miktarda alınması da fluor zehirlenmesine yol açar. Fluor ihtiva eden sanâyilerde çalışan işçilerde kronik fluor zehirlenmesi görülebilir.
Alm. Phobie, İng. Phobie, Fr. Phobia. Belli nesne veya şartlardan ferdin kaçmasına sebeb olan ve kaçılamadığında şiddetli heyecâna, bütün bedenin irkilmesine, bir fâcianın gelmekte olduğunu hissetmeye, derin bunalım ve depresyona, kalp çarpıntısı, tam bir halsizlik, terleme ve diğer heyecan belirtilerine sebeb olan bir hâl.
Korkulan nesne ve şartlara göre isimler verilmiştir.Meselâ kapalı yerler korkusu (klostrofobi), açık alanlar korkusu (agorafobi), yüksek yerlerden korku (akrofobi) vardır. Yaşanmış korkulu hâdiseler sonradan fobilere sebeb olabilirlerse de, korkulan şeyin üstüne gitmek korkuyu azaltmakta, kaçmak ise korkuyu arttırmaktadır. Bu prensip tedâvide kullanılmaktadır. Ayrıca heyecan yatıştırıcı ilâçlarla da tedâvisine çalışılmaktadır.
FOK BALIKLARI (Phocidae-Monachiae)
Alm. Robben, Seehunde (f), Fr. Phoques pl., İng.Seals. Familyası: Fokgiller (Phocidae), (Monachiae). Yaşadığı yerler: Kuzey Kutbu, Atlantik ve Pasifik okyanusları, Marmara ve Akdeniz’de de vardır. Özellikleri:Yüzgeç ayaklı etcil memeliler, 90 kilogramdan 40 tona kadar değişen çeşitleri vardır. Gri fok iki metre, deniz fili altı metre uzunluktadır. Ömrü: 25-30 yıl. Çeşitleri: On sekiz türü bilinmektedir.
Hem denizlerde hem karalarda yaşayan yüzgeç ayaklı etcil memeliler. “Denizköpeğigiller” veya “ayıbalığı” olarak da bilinirler. Yuvarlak başlı, iri gözlü, dudakları sert ve iri kıllarla örtülüdür. Gerçek fokların (Phocidae familyası türlerinin) dış kulakları yoktur. Ön ve arka ayakları yüzgeç şeklindedir, tabanları kıllıdır. Akciğerleriyle solunum yaparlar. Derilerinin altında kendilerini soğuktan koruyan özel bir yağ dokusu bulunur. Derileri yağlı kıllarla kaplı olduğu için ıslanmazlar.
Fok balıkları iki familyadan meydana gelir. İlk grubu meydana getiren Phocidae familyasına âit olan fok balıkları, Kuzey Yarımkürede yaşarlar. Bu gruba Sibirya foku, Baykal foku, sakallı fok, halkalı fok balığı cinsleri girer. Bunlar gerçek foklardır.
İkinci grubu meydana getiren Monachiae familyasına, denizfili, denizleoparı girer. Bu iki familya arasında kafa ve iskelet yapısı bakımından fark vardır. Phocidae familyasına giren fokların ayak uzunlukları birbirlerine eşit olup hem ön, hem de arka ayakları kuvvetlidir. Bu ayaklarda kuvvetli tırnaklar bulunur. Yuvarlak başlı, kısa boyunlu, vücutları tüylü hayvanlardır.
Monachiae familyasındaki fok balıklarının ise arka ayaklarının boyu biraz farklı olup, parmaklarında zayıf tırnaklar bulunur. Fok balıkları açık denizlerdeki buz dağları üzerinde, fiyordlarda, koy ve körfezlerde yaşarlar. Dinlenmek, uyumak ve kıl değiştirmek için karalara çıkarlar. Arka yüzgeç ayakları geriye dönük olduğundan bunları yalnız yüzmek için kullanırlar. Karada kullanamadıklarından yürüyemez, böğürleri üzerinde sürünürler.
Bugün tropik, ılıman ve kutup bölgesinde yaşayan 18 kadar fok türü bilinmektedir. Fillandiya’da Saimaa ve Lodoga göllerinde olduğu gibi, tatlı suda yaşayan nâdir çeşitleri de vardır. Tatlı suda yaşayanları en çok Baykal Gölünde bulunur. Su içerisinde çeşitli hareketler yapabilen foklar, küçük balık ve deniz yumuşakçalarıyla beslenirler.
Açık denizlerde yaşayan halkalı fok balıkları, 1.40 m boyunda, 90 kg ağırlığındadır. Genellikle açık gri olan rengi üzerinde, koyu halkalar bulunur. Denizfili olarak bilinen fok türü de Güney Denizinde yaşar. Boyları 6-7 m’ye varan erkeklerinin ağırlığı 2-3 tonu bulur. Burunları da 30-40 cm’lik bir hortum şeklindedir. Dişiler ise daha küçük ve hortumsuzdur. Kuzey kutbunda yaşayan Sakallı fokların boyu, 2-3 m olup, yaklaşık 270 kg ağırlığındadır.
Fok balıkları, üreme zamanları karaya çıkarak koloni toplulukları meydana getirirler. Erkekler zaman zaman çıkardıkları böğürme sesleriyle dişilerine yaklaşan yabancı erkekleri uyarırlar. Erkek foklar, çok kıskançtır. Bu yüzden birbirleriyle zaman zaman çok şiddetli kavgalar yaparlar. Çoğunlukla ilkbaharda yavrularlar. Doğumdan önce anne olacak fok balığı karda sâdece hava deliği kalacak şekilde kendine bir yuva yapar. Nisan başında dünyâya gelen yavru fok, 60 cm boyunda, 4.5 kg ağırlığındadır. Bu yavrunun vücudu, genellikle uzun beyaz tüylerle kaplıdır. Bu uzun tüyler, üç hafta sonra yerini kısa tüylere bırakır. Yavrular üç ay boyunca anne sütü ile beslenir. Bu süt % 50 yağlıdır. İki yaşında erginleşirler. Fok balıkları 20-30 yıl kadar yaşarlar.
Yüzgeçayaklılar alt takımının irikulaklıgiller (Otariidae) familyasına giren denizaslanları ve denizayıları foklarla bâzan karıştırılır. Denizaslanının küçük dış kulakları bulunmasına rağmen, fokta dış kulak yoktur. Başka bir fark da; denizaslanı ve denizayıları karada dört ayağını da kullanır. Arka yüzgeç ayaklarını öne çevirerek yeri iter, fok ise çeviremez. Yumuşak ve ipek gibi olan kürkleri için acımasızca avlanan denizayılarına “kulaklı foklar” da denir. Eşleşme, sürüler hâlinde, kayalık adalarda ve kıyılarda olur. Dokuz ay kadar sonra, yavrular karada doğar. 40-50 dişilik haremleri olan fok ve denizaslanları vardır.
Fokların bâzıları 400 m derine dalıp, ortalama 20 dakika, en fazla 40 dakika su altında kalabilirler. Suda, burun deliklerini sıkıca kaparlar. Fokların en büyük düşmanı, kâtil balina, kutup ayısı, kutup tilkileri ve avcılardır. Eskimolar tarafından avlanan fok balıklarının kürkleri elbise, çanta, çadır yapımında kullanılır. Yağı ise fener ve lambalarda yakılır. Genç fokların eti ise yiyecek olarak kullanılır. Kutup ayısı gibi memeli hayvanlarda olduğu gibi, fok balıklarında da çok miktarda A vitamini vardır.
Rahatça ehlileştirilir. Sirklerde kullanılan ve çok miktarda avlanan fokların nesilleri tükenmek üzere olduğundan, çıkarılan kânunlarla nesilleri korunmaya çalışılmaktadır. Bu kânunlar, azalan fok sayısının artmasına sebeb olmuştur. Yurdumuzda Ayı balığı olarak bilinir.
Alm. Fusion, Fr. Fusion (f), İng. Fusion. İki atom çekirdeğinin birleşmesi olayı. Küçük çekirdeklerin birleşerek, büyük bir çekirdeği meydana getirmeleri. (Bkz. Nükleer Enerji)
Alm.Verschmelzung (f), Zusammenschluss (m), Vereinigung (f), Fr.Fusion, réunion (f), İng. Merger, amalgamation, union, joining up together. Hukukta, küçük bir mal varlığının büyük bir mal varlığının içine alınmak sûretiyle, iki grup mal varlığının birleşmesi; işletmecilikte, iki veya daha çok ticârî şirketin alacak ve borçlarını birleştirerek, yeni bir ticârî ünvan altında birleşmeleridir.
Füzyonu diğer birleşmelerden ayıran en önemli özelliği, işletme sâhipliğinin birleşmesidir. Bu yüzden füzyon; tek sâhiple işletmelerin bir araya gelerek şirket şeklinde birleşmeleri, bir şirketin kendinden küçük bir şirketi satın almak sûretiyle birleşmesi, birkaç ticârî şirketin bütün faaliyetlerinde birleşmeleri şeklinde olmaktadır.
Günümüz ekonomilerinde füzyon, iş hayatında hızla büyümenin bir metodu haline gelmiştir. Çünkü işletmeler birbirleriyle yapmış oldukları rekabete son vermek isterler. Bunun yanında işletmeleri bir elden yönetmek ve büyük sermaye sağlamak için bu şekilde birleşmeye başvururlar. İktisâdî, hukûkî ve teknik sebeplerle füzyon şeklinde birleşmeyi şart kılmaktadır.
Ticâret Kânunu’nda füzyon için birleşen şirketlerin aynı neviden olması şartı koşulmuştur. Kollektif şirket ile komandit şirket, anonim şirket ile sermâyesi paylara bölünmüş şirket birleşme bakımından aynı türden sayılmazlar.