FİRDEVSÎ-İ RÛMÎ

Dîvân şâiri. 1453 senesinde Edincik’te doğdu. Babası İstanbul’un fethinde bulunmuş Hacı Genek Beydir. Firdevsî-i Rûmî, Firdevsî-i Tavîl ve Uzun Firdevsî diye tanınmıştır. Tahsilini Bursa’da yaptı. Şâir Melîhî’den aruz ve şeyh Abdullah-ı İlâhî’den tasavvuf yolunu öğrendi. Uzun süre Balıkesir’de kaldı. Sonra İstanbul’a gelerek, İkinci Bâyezîd için Süleymânnâme’sini yazdı. Balıkesir’e döndü. İkinci Bâyezîd devrinin sonuna kadar Balıkesir’de yaşadı. Yavuz Sultan Selim zamânında tekrar İstanbul’a geldi. Süleymânnâme’yi yazmaya devâm etti. Ölüm târihi ve yeri kesin olarak bilinmemektedir.

İyi bir yazar olan Firdevsî’nin nesrinin yanında şâirliği pek tutulmamıştır. Manzum ve mensur olarak eserlerinin sayısı, kırka ulaşmakta ve bunlarda her mevzûda bilgi vermeye çalışmaktadır.

Eserleri:

1) Süleymânnâme:Süleymân aleyhisselâmın mûcizelerini ve hayâtını, mensur ve manzum olarak anlatmaktadır. Yer yer daha başka hikâyeler, nasîhatler, târih bilgileri ve menkıbeler işlenerek bir şark ansiklopedisi mâhiyetini almıştır. Eserde Efrasyab diye de bilinen Alp Er Tunga destânının yer alması da dikkati çeker. Nesir kısımlarının dili halk söyleyişine yakın, Dede Korkud Hikâyelerini andırır. Çok uzun olan bu eser 360 cilttir. Ancak elde birkaç cüzü bulunmaktadır.

2) Silâhşörnâme: Almancaya tercüme edilmiştir. 3) Satrançnâme-i Kebir, 4) Dâvetnâme, 5) Münâzara-i Seyf-u Kalem, 6) Hayat ve Memât, 7) Pendnâme-i Eflâtun, 8) Firâsetnâme, 9) Tercüme-i Câme, 10) Şuynâme, 11) Kutbnâme, 12) Hadikatü’l-Hakâyık, 13) Hadîs-i Ahsen, 14) Tecnisât’tır.

FİRKATEYN (Fırkateyn)

Alm. Fregatte f, Fr. Frégate f, İng. Frigate. Konvoylara refâkat ederek düşman uçak ve denizaltılarına karşı koruma yapan uçaksavar topları, denizaltı savunma silâhları taşıyan yüksek manevra kâbiliyetine hâiz kruvazör ile hücumbot arası savaş gemisi. İngilizler bu gemilere korvet, Amerikalılar ise refâkat muhribi derler.

Firkateynlerin donanmadaki görevleri fazladır. Firkateynden hücumbota kadar su üstü gemilerine karşı mücâdele eder. Düşman birliklerine malzeme, cephâne taşıyan sivil gemilerin yolunu keser. Bir çıkarma harekâtında, çıkarma birliklerini destekler. Buna mukâbil düşman çıkarma birliklerinin harekâtına engel olur. Çıkarma birliklerinin kıyıya çıkarmadan önce harekâtını rahatlatmak için kıyı bombardımanı yapar. Firkateynler bütün bunlara ilâveten denizaltı ve uçaklara karşı konvoy harekâtına refâkat ederek konvoyun sâlimen hedefe varmasını sağlar. Helikopter ile techiz edilmiş firkateynlerin harekâttaki sür’ati daha da fazladır. Bir kısmı mayın dökebilecek özelliklere de sâhiptir. Firkateynler yaptıkları işe göre isim alırlar. Meselâ, güdümlü füze atabilen firkateynlere, Güdümlü Füze Firkateynleri (DLG,Guidel Missile Frigate) denir. Denizaltı silâhları fazla olup denizaltılarla mücâdele eden firkateynlere denizaltı mücâdele muhribi (DDE-Anti-Sub Marine Destroyer) denir. Refâkat görevi ağır basan firkateynlere ise Refâkat Muhribi (DE-Destroyer Escot) denir.

Firkateynlerin ağırlığı, 2000 ile 3000 ton arasında değişir. Boyları 100 ile 150 m arasıdır. Makinaları, buhar türbini, dizel, gaz türbini veya bunların karışımı olabilir. Buhar türbinli firkateynlerde, buhar nükleer reaktörden elde ediliyorsa, firkateyn nükleer güçlü firkateyn özelliği kazanmış olur. Bâzı firkateynlerde düşük süratlerde dizel veya küçük güçte gaz türbini, yüksek süratlerde ise güçlü türbin kullanılır. Amerikan tipi firkateynlerde, makina gücü 60.000 ile 80.000 BG’e ulaşır. Firkateynlerde silâh olarak muhtelif uçaksavar topları, güdümlü füzeler, torpidolar, mayın ve su bombaları bulunur.

Osmanlı donanmasında da boyu 25-30 metreyi bulan yelkenli firkateynler mevcuttu. Bunların güverte ve ambarında top bulunurdu. Toplam top miktarı 30 ilâ 70 civârındaydı. Aralarında imam, aşçı, marangoz da bulunduğu toplam mürettebât sayısı ise 450’yi buluyordu.

Türkiye’de firkateynler üretilmektedir. Deniz kuvvetlerimize katılan Yavuz, Fâtih ve Yıldırım firkateynleri bunlardandır.

FİRKATEYNKUŞU

(Bkz. Fregatkuşu)

FÎRÛZÂBÂDÎ

On dördüncü ve on beşinci yüzyıllarda yaşamış tefsir, fıkıh, hadis ve lügat âlimi. İsmi, Muhammed bin Yâkûb’dur. Künyesi, Ebû Tâhir, lakabı Mecdüddîn’dir. Fîrûzâbâdî nisbesiyle meşhur olmuştur. Soyu Ebû Bekr-i Sıddîk’a kadar ulaşmaktadır. 1329 (H. 729) senesinde İran’ın Şîrâz şehri civârındaki Fîrûzâbâd’ın Kâzerûn kasabasında doğdu. 1414 (H. 816) senesinde Yemen’de vefât etti.

Çocukluğu memleketi olan Fîrûzâbâd’da geçen Fîrûzâbâdî, küçük yaşta ilim tahsiline başladı. Yedi yaşındayken Kur’ân-ı kerîmi ezberledi ve güzel yazı yazmayı öğrendi. Şîrâz’a gidip babasından ve Abdullah bin Mahmûd bin Necm’den Arap dili ve edebiyâtını ve diğer ilimleri tahsil etti. Daha sonra Vâsıt’a giderek Ebû Abdullah Muhammed bin Yûsuf el-Ensârî’den hadis ilmini, Şihâb Ahmed bin Ali ed-Dîvânî’den kırâat yâni Kur’ân-ı kerîmi okuma ilmini öğrendi. Daha sonra Bağdat ve Şam’a giderek Tâcüddîn es-Sübkî, Serrâc Ömer bin Ali el-Kazvînî, Takıyyüddîn es-Sübkî, İbnü’l-Habbâz gibi âlimlerden çeşitli ilimleri öğrendi. Baalbek, Hama, Humus, Haleb ve Kudüs gibi yerleri gezip çeşitli âlimlerin ilim meclislerinde bulundu. Kudüs’te on sene kadar kalıp, çeşitli medreselerde ders okuttu. Kısa zamanda ilmî şöhreti yayılıp, ondan ilim öğrenmeye gelenlerin sayısı çoğaldı. Kâhire ve Mekke-i mükerremeye giderek çeşitli âlimlerden hadis dinledi. Doğu ve batı memleketlerini, Rum ve Hind diyârlarını gezdi. Genç yaşında ilmi ve şöhreti dünyâya yayıldı. Anadolu’ya gelip Yıldırım Bâyezîd ve Tîmûr hanlarla görüşüp onların iltifât ve ihsânlarına kavuştu. Gittiği yerlerdeki devlet adamlarından büyük iltifât gördü. Hac için defâlarca Mekke-i mükerremeye gitti. Bir defâsında Yemen’e gitti. Yemen Sultânı Şeyh Melik Eşref İsmâil, bu büyük âlime çok ikrâm ve iltifâtta bulundu. Kızıyla evlendirdi. Böylece Fîrûzâbâdî yirmi sene Yemen’de kaldı. İlim öğretip, birçok eserler yazdı. Yemen kâdısı Cemâlüddîn er-Rûmî vefât ettikten sonra Zebîd kâdılığına tâyin edildi. Yemen’de bulunduğu sırada defâlarca hac ibâdeti için Mekke ve Medîne’ye gitti. Tâif ve başka beldeleri gezip, oradaki âlimlerle sohbetlerde bulundu. Hayâtını ilim öğrenmek, öğretmek ve eser yazmakla geçiren Fîrûzâbâdî, 1414 (H. 816) senesinde Zebîd kâdısıyken vefât etti. Oradaki Şeyh İsmâil Cebertî’nin türbesine defnedildi.

Eserleri:

Fîrûzâbâdî’nin lügat, tefsir, hadis ve edebî ilimlere âit kırktan fazla eseri vardır. Bunların en önemlisi, Kâmûs-ül-Muhît vel-Kâbûs-ul-Vesît adlı benzeri yazılmamış olan lügat kitabıdır. Mütercim Âsım Efendi tarafından Türkçeye tercüme edilen bu eseri El-Okyanûs el-Basît fî Tercümeti’l-Kâmûs el-Muhît adıyla İstanbul’da basılmıştır.

Fîrûzâbâdî’nin diğer eserlerinden bir kısmı da şunlardır: 1) Tenvîr-ül-Mikbâs fî-Tefsîr-i İbn-i Abbâs, 2) Ed-Dürr-ün-Nâzım-ül-Mürşîd ilâ Mukâsid-il-Kur’ân-il-Azîm, 3) Şevârik-ül-Esrâr-il-Aliyye Şerhi Meşârik-il-Envâriyye, 4) Minâh-ul–Bârî fî Şerhi Sahîh-il-Buhârî (yirmi cilttir). 5) Uddet-ül-Ahkâm fî Şerhi Umdet-ül-Hükkâm, 6) Tehyîd-ül-Garâm ilel-Beled-il-Haram, 7) Ravdat-ün-Nâzır fî Tercemeti Şeyh Abdülkâdir, 8) El-Vefiyye fî Tabakât-il-Hanefiyye, 9) Kitâb-üs-Salât.

FİRÛZE

(Bkz Perûze)

FİSYON

Alm. Spaltung (f) (des Atomkerns), Fr. Fission (f), dédoublement (m), İng. Fission. Bir atomun çekirdeğinin aşağı yukarı eşit kütleli iki parçaya bölünmesi. (Bkz. Nükleer Enerji)

FİŞEK

Alm.Patrone (f), Fr. Cartouche f, İng. Cartridge. Ateşli silahlardan tabanca, tüfek cephânesi. Kurşun olarak da bilinmektedir.

Fişek, kovan ve çekirdek veya mermi olmak üzere başlıca iki kısımdan meydana gelmektedir. Kovan, içine mermiyi hedefe götürecek kuvveti doğuran barutun konup ucuna merminin yerleştirildiği bir ucu kapalı silindirik, karton veya mâdenî malzemeden yapılmış bir parçadır. Av tüfeklerinin kovanları, kapalı ucu pirinç malzemeden olmak üzere kartondan yapılır. On yedinci yüzyılda ilk yapılan fişeklerin kovanları da kartondur. Fişeklerin, silâh namlusunun ucundan doldurulduğu ilk zamanlarda, karton kovan biraz yırtılıp barutun bir kısmı namlu içine ve hazneyi dışarıya irtibatlayan falya deliklerine dökülmek sûretiyle ateşlenmesi sağlanıyordu. Fişeği meydana getiren kovan, barut, çekirdek silâhı doldururken bir araya getiriliyordu.

On dokuzuncu yüzyılda silâhların namlu dibinden, yâni dipçik kısmından doldurulması geliştirilince kovan, mermi, barut ve ateşlemeyi sağlayan kapsül tek parça olarak îmâl edilmeye başlandı. Ateşlemeyi sağlayan ve kovanın dibine yerleştirilen kapsül, silâhın tetiğiyle harekete geçen bir iğne tarafından patlatılmakta ve barutun ateşlenmesi sağlanmaktaydı. Karton kovanların nemden çok etkilenmesi ve bu tip fişeklerin çabuk ateş almaması gibi mahsurlarından dolayı, kovanlar mâdenî olarak yapılmaya başlandı. Günümüzde hâlâ fişeklerin kovanı pirinçten yapılmaktadır. Geri tepmesiz toplarda kovana hava delikleri açılır.

Fişeğin çekirdek veya mermi kovanı, kurşun veya çelikten yapılır. Genellikle kurşundan yapılmasına rağmen hedefe çarptığında deforme olmaması için kurşuna antimon katılır. Hatta çok hızlı mermilerde kurşun çekirdeğin dışı bakır-nikel veya bakır-çinko alaşımı bir kılıfla örtülür. Mermilerin çapları, tüfek ve tabanca mermilerinde kalibre, top mermilerinde ise direk mm ile ölçülür. Kalibre bir inchin (25,4 mm) yüzde birine eşittir.

FİTİN

Alm. Phytine (f), Fr. Phytine (f), İng. Pytine. Bâzı tohumlarda, özellikle buğday tânelerinde bulunan fosfatlı bir organik madde.

Kimyâ bakımından, inozit-heksa fosfor asitin (heksa oksi-sikloheksan) kalsiyum-mağnezyum tuzudur. Fitin beyaz bir toz olup suda kolay erir. Hem saf olarak hem de kinin ile karıştırılarak 0,25 gr’lık tabletler veya sıvı halde halsizlik, gelişmezlik gibi hastalıkların tedâvisinde kullanılır.

FİTNE

Alm. Zweitracht f, Unfrieden m; Aufruhr (m), Fr. Trouble, discord m, division f, İng. Instigation, sedition, disorder, Faction. Karışıklık, geçimsizlik, bozgunculuk, ara bozuculuk. Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günâha sokmak, insanları isyâna kışkırtmak demektir. Gergefteki işi işlemek için sırma ve ip sarılan masuraya da “fitne” denir.

İnsanlar cemiyet hâlinde yaşamaya mecburdurlar. Toplu haldeki insanların aralarında iyi geçim varsa, huzur temin edilebiliyorsa, orada yaşama rahatı vardır. Bütün insanlar biribirine düşman olmadan, herkes diğerinin hakkına saygı duyarak yaşarlar. Bunun aksine, bozguncular tarafından vatandaşların arasına ayrılık tohumları atılıp, insanlar birbirine düşman hâle gelmişse, orada fitne vardır. Bâzı insanlar huzursuz, rahatsız ve yaşamaktan bıkkın haldedir. Bilerek veya bilmeyerek fitne çıkmasına sebeb olanlar, insanlar arasında bölücülüğe sıkıntıya, kânunlara karşı saygısızlığa ve dînî emirleri yerine getirmeyerek inançların zayıflamasına veya yanlış tatbik edilmesine sebeb olmaktadırlar. Onun için Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); “Fitne uykudadır, bunu uyandırana Allah lânet etsin.” buyurmuştur.

Cemiyetteki insanlar arasında fitne çıkarıldığı zaman, millî bütünlük ortadan kalkar. İnsanlar kamplara bölünürler. O hâle gelirler ki kardeş kardeşe, baba evlâda düşman olur. Bu hal devletin sarsılmasına sebeb olur. Allahü teâlâ fitnenin kötülüğünü Kur’ân-ı kerîmde meâlen şöyle beyân buyurmaktadır: “Fitne, adam öldürmekten daha beterdir.” (Bakara sûresi: 191). Kardeş gibi yaşayan insanları çeşitli sebeplerle biribirlerine düşürüp, kânunlara, hükûmetlere karşı isyâna teşvik edenler, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde belirtilen fitne çıkarma vebâlini yüklenmiş olurlar.

Din adamlarının insanların yapamayacakları hususları bildirmeleri de fitneye sebeb olur. Bu işte yetkili olanların izin olarak bildirilen hükümleri bildirip kolaylaştırıcı olması, insanların yapabileceklerini söylemesi gerekmektedir. Zamânın şartlarına, insanların hâline ve anlayış kapasite ve şekillerine göre dînin emir ve yasaklarını bildirerek, insanlar arasında fitnenin yayılmasını önlemek, İslâm âlimlerinin vazîfesidir. Dînimizde karışıklık çıkarmak, insanlar arasında fitneye sebeb olacak şekilde nasîhat yapmak veya davranışlarda bulunmak, büyük günahtır. Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki:

Fitne çıkarmayınız! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile olan fitne gibidir. Zâlimlere, fâcirlere, milleti çekiştirmekten, yalan ve iftirâ söylemekten hâsıl olan fitne, kılıç ile yapılan fitneden daha zararlıdır.

Fitne zamânında, Müslümanlara ve onların reislerine tâbi olunuz. Hak yolda olan yoksa, fitneciler, isyâncılar arasına karışmayınız! Ölünceye kadar fitneye katılmayınız!

Fitne zamânında, İslâmiyete sarılınız. Kendinizi kurtarınız. Başkalarına akıl vermeyiniz! Evinizden dışarı çıkmayınız. Dilinizi tutunuz!

Fitnecilere karışmayan, saâdete kavuşur. Fitneye yakalanıp, sabreden de, saâdete kavuşur.

FİYAT

Alm. Preis (m), Fr. Prix m, İng.Price. Mal veya hizmetlerin satın alınmasında ödenen para miktarı. Bir alışverişte satıcıyla alıcı açık veya kapalı gizli bir anlaşma yaparlar. Piyasa fiyatı, talebi temsil eden alıcılarla arzı temsil eden satıcıların karşı karşıya gelmeleriyle meydana gelir. Belli bir yerde ve belli bir zamanda aynı tip malların piyasa fiyatları aşağı yukarı aynı olmaya meyleder. Alıcı ile satıcı daha karşılaşmadan önce bile mâliyetin, alıcının ödeme gücünün ve piyasa fiyatının ne olabileceği hakkında bir fikre sâhiptir. Bu bilgiden pazarlık ortaya çıkar. Pazarlığın sonucuna göre malların fiyatları ortalama piyasa fiyatından bir miktar farklı olabilir.

Arz ve fiyat: Piyasa fiyatının teşekkülünde arz kaynaklarının özellikleri de tesirli olur. Piyasada çok sayıda küçük firma varsa, bunlar birbirinden fazla farklı olmayan standart malları pazara veriyorlarsa ve bunların piyasaya verdikleri mal miktarı piyasa fiyatını hiç etkilemiyorsa, buna tam rekâbet piyasası denir. Böyle piyasalarda fiyat tektir. Hiçbir firma fiyatı değiştiremez. Arz veya talep yönünde kıtlık, grev ve harp gibi anormal şartların ortaya çıkması, standart malların fiyatlarını çok fazla etkileyebilir. Zirâî mahsuller arz ve talebe bağlı olarak piyasa fiyatının değişmesine güzel bir misal teşkil eder. Gerçek hayatta hiçbir piyasa tam rekâbet piyasasının şartlarını taşıyamaz. Şartların yerine gelmemesiyle eksik rekâbet piyasaları ortaya çıkar. Eksik rekâbet piyasalarında malı arz eden firma sayısı çok değildir ve bunların piyasaya verdikleri mal miktarı piyasa fiyatını değiştirir. Çok mal gelirse fiyat düşer. Mal az olursa fiyat yükselir. Sanâyi malları böyledir. Bu tip piyasalarda îmâlâtçılar fiyatları nisbeten, istedikleri seviyeye getirebilirler. Ancak fiyatları çok fazla yükseltecek olurlarsa, yeni rakiplerin çıkmasıyla, arzın artıp fiyatların düşmesi ihtimâli vardır. Yüksek fiyatlara rağmen bunu önlemek için mamulün eşi ve benzerinin olmaması gerekir. Eksik rekâbet piyasasına “tekelci rekâbet” veya “oligopol” gibi isimler de verilmektedir. Bir veya birkaç firma, aralarında anlaştıkları bir fiyattan talebin tamamını karşılıyorlarsa, tekel piyasası ortaya çıkar. Tekel piyasasında fiyatı firma belirler ve bu fiyat ekseriya rakipleri cezbetmeyecek kadar yüksek olur.

Talep ve fiyat: Talep, satınalma gücü ile bir arada bulunan bir arzudur. Fiyatla ilgili olarak iki tip talep vardır. Elastik talep ve inelastik (elastik olmayan) talep. Fiyat ne olursa olsun talep aynı kalıyorsa, buna inelastik talep denir. Meselâ tuz talebi inelastiktir. Fiyatı ne olursa olsun pek değişmez. Zaruri ihtiyaç maddeleri dışındaki malların talebi ise elastiktir. Bu malların talebi fiyattaki değişmelere bağlı olarak azalıp artabilir. Bâzan bir malın fiyatı yükselince, talep bunun yerine geçebilecek ikâme mallara yönelir. Buna da talebin çapraz elastikiyeti denir.

Para ve fiyat: Paranın kullanılmadığı ekonomilerde alışveriş takas usûlüyle yapılırdı. Bu durumda malların fiyatı bir başka mal cinsinden ifâde edilirdi. Şimdi ise, fiyat hemen hemen her zaman en tesirli değiştirme aracı olan para cinsinden ifâde edilmektedir. Para, sâdece fiyatı ifâde etmekle kalmaz. Aynı zamanda ona tesir eder. Para arzının taleple mütenasip olmayan şekilde artması, malların değerlerinde bir düşmeye ve dolayısıyle fiyatların artmasına yol açar. Para arzındaki bir azalış ise bunun tersine etkiler. Piyasadaki para miktarı ile fiyat seviyesi arasındaki alâka, serbest teşebbüse dayanan ekonomilerde, hükümetlerin iktisadi istikrara ulaşmadaki vasıtalardan biri olarak para arzını kullanmalarına yol açmıştır.

FİZİBİLİTE

Alm. Wirtschaftlichkeit, Fr. Faisabilitié, praticabilitie, İng. Feasibility. Yatırım kararlarının öncesinde durum değerlemesi. Türkçede “yapılabilirlik” olarak bilinen bu terim, daha ziyade fizibilite etüdü olarak kullanılır. Fonların ve imkanların kullanımını gerektiren hemen her yerde, gelecekte kazanç getirecek bir işe kalkışıldığında, söz konusu olacak yatırımın değer olup olmadığını, ne ölçüde kârlı olabileceğini ortaya koymak için yatırım projesi ile ilgili önemli bütün hususların değerlendirilmesine ihtiyaç duyulur. Bu amaçla yapılan çalışmalara fizibilite çalışması denir. Değerleme sonucunda kârlı bulunan yatırımlar için “fizibil”dir denilir.

Fizibilite çalışması yeni bir yatırım kararı için yapılabileceği gibi, mevcut tesislerin genişletilmesi, yenilenmesi maksadıyla da yapılabilir. Bu çalışmalar bazan bir istek sonucu da gündeme gelir. Yatırım için ihtiyaç duyulacak kredileri ve teşvikleri sağlayacak kamu veya finansman kuruluşları bu işin yapılabilirliğini görmek için bir fizibilite raporu talep ederler. Bu durumda müteşebbis şartlarına uygun bir fizibilite etüdü hazırlamak zorunda kalır.

Bir fizibilite çalışmasında esas îtibâriyle beş ana konuda bilgiler toplanıp bir değerleme yapılmaya çalışılır.

1. Piyasa incelemesi: Üretilmesi düşünülen mal veya hizmetin çeşidini, özelliklerini, muhtemel satış fiyatını, hangi pazarlarda veya pazar dilimlerinde ne kadar satılabileceğini, satış dönemlerini, sağlayacağı ihracat, istihdam, katma değer gibi iktisadî faydaların neler olacağı değerlendirilir. Bu maksatla ayrıntılı piyasa araştırmalarına girişilir.

2. Kuruluş yeri incelemesi: Bir işletmenin iktisadî ve sosyal bakımdan mâliyetinin en az; buna karşılık sağlayacağı faydaların en fazla olması esastır. Bu maksatla, yatırım için en uygun yerin belirlenmesine ihtiyaç duyulur. Hammadde, enerji, işgücü, pazara yakınlık, tabiî şartlar, ulaşım imkanları, gelişme potansiyeli ve daha birçok faktör dikkate alınarak en rasyonel kuruluş yeri tâyine çalışılır.

3. Mâlî inceleme: Fizibilite etüdünün bu bölümünde yatırımın toplam mâliyeti, sâbit ve değişir giderlerinin yapısı, işletme sermâyesi ihtiyaçları, aylar ve yıllar îtibâriyle nakit akışları ve finansman programı, üretime geçtikten sonra nakit akışları, başabaş üretim miktarları ve yatırımın kâra geçiş zamanı gibi hususlar değerlendirilir.

4. Teknolojik inceleme: Üretimde kullanılacak teknik ve teknolojiler ile, alternatif üretim teknikleri ve her tekniğe göre ortaya çıkacak ham ve yardımcı madde ihtiyaçları, bunların gerektirdiği makina ve teçhizât ile, bunlara âit girdi-çıktı analizleri, yerleşme planı, inşaat ve montaj işlerinin nasıl yapılacağı, tedârik kaynakları, istihdam edilecek personelin miktar ve özellikleri gibi hususlar bu bölümde değerlendirilir.

5. Hukukî inceleme: Yatırım projesinin hazırlanma safhasından kuruluş yerinin seçimi, yatırımın gerçekleştirilmesi, işletmenin faaliyete geçip malların pazarlanmasına kadar uyulması gereken kânun, tüzük ve yönetmelikler, yatırım üzerinde yapacağı muhtemel etkiler ve getireceği fırsatlar bakımından değerlendirilir.

Başlıca bu bölümlerden meydana gelen fizibilite etüdü ardından sonuç olumlu (yapılabilir) bulunursa, yatırım için bir ön proje hazırlanır. Daha sonra, kesin proje hâline getirilecek uygulamaya geçilir.

FİZİK

Alm. Physik (f), Fr. Physique (f), İng. Physics. Madde, enerji, radyasyon ve bunlarla ilgili olayları inceleyen, olaylar arasındaki münâsebetleri ve tesirleri araştıran, kânunları ortaya koyan ilim dalı.

Enerji, diğer birçok ilim dalının sahasına da girdiğinden, fiziği ilgilendiren alan bâzı konularla sınırlandırılır. Çok eskiden geniş bir alanı içine alacak şekilde tabiî felsefe diye adlandırılan fizik, zamanla gelişerek kimyâ, astronomi, metalurji, meteoroloji ve jeoloji gibi yeni ilim dallarının ortaya çıkmasıyla bugünkü hâline geldi. Takriben 19. yüzyılın sonlarından îtibâren tabiî felsefe yerine fizik kelimesi kullanılmaya başlandı. Fiziğin ilgilendiği saha, devamlı yeni yeni fizik dallarının ortaya çıkmasıyla değişmektedir. Nükleer fizik, yeni gelişmiş fizik dallarından biridir. Yapılan incelemeler, keşifler, tecrübî, (deneye dayanan) ilimlerin temelini meydana getiren fizik ilmine yeni sahalar eklemektedir. Fizik ile diğer tecrübî ilimleri birbirinden ayıran kesin bir sınır yoktur. Birbirlerine yakın olan konularda yeni fizikî kimyâ, meteorolojik fizik, fizikî astronomi veya astrofizik, biyofizik, jeofizik gibi ilim dalları ortaya çıkmıştır.

Fizik, tecrübeye, yâni deneye dayanan bir ilimdir. Aynı şartlar altında aynı netîcenin meydana geldiği benzer olayları bir grup altında toplayıp, sebep ve netice arasındaki münâsebetleri tesbit etmek için çeşitli gözlemler, incelemeler yapılır. Bunların temelinde olayların belirli bir düzen veya prensibe uygun olarak meydana geldiği kabûl edilir. Fizik ilminin gâyesi bu düzeni keşfetmek, çeşitli olaylar arasında bağıntılar kurmak ve olayların geleceğini tahmin etmektir. Çoğu zaman tabiattaki olayları etkileyen faktörleri sâdece gözlem yapmak sûretiyle bulmak mümkün değildir. Bu durumda bu olaylar laboratuvarda sun’î olarak meydana getirilir, yâni deneyler yapılır. Olayları etkileyen faktörlerin bâzıları sâbit tutulup, bâzıları (genellikle sâdece biri) değiştirilerek ve bu işlem diğer bir faktörü değiştirmek sûretiyle sırayla tekrarlanarak, hangi faktörün hangi netîceyi doğurduğu tesbit edilmeye çalışılır. Deney netîcesinde elde edilen bilgilere göre sebep ve netîce arasında bir bağıntı kurulur. Bâzı durumlarda insanın duyu organlarıyla anlaşılabilir hâle gelir. Bâzı görülmeyen madde veya anlaşılamayan olayların varlığı ise dolaylı yoldan meydana getirdikleri tesirleriyle târif edilerek anlaşılabilir. Ayrıca yapılan deneyler esnâsında çeşitli ölçmeler yapılarak, benzer olayların keşfine ışık tutacak genel kâideler bulunmaya çalışılır. Bunlara rağmen tabiî hâdiselere tesir eden faktörler, bâzan tesbit edilemez ve hayli uzun zamanlar gizli kalır. Bunları açıklamak için hipotez denen tahmînî yorumlar yapılır. Deneylerle bu hipotezlerin doğruluğu devamlı kontrol edilir. Bir hipotezle birçok olayın izah edilmesi neticesinde daha genel olan teorilerin geliştirilmesi mümkün olur. Bir teoriye ters düşen fizikî bir olay bulununca, ya yeni bir teori geliştirilir veya bu teorinin dayandığı hipotezler ilke olarak adlandırılır (Einstein’in izâfiyet ilkesi gibi).

Deneyler netîcesinde elde edilen diğer bir netîce fizik kânunlarıdır. Bunlar, ilkeler gibi genel olmayıp dar bir sahayı ilgilendirirler ve deney esnâsındaki ölçmelerden elde edilir (Joule Kânunu, Ohm Kânunu, Boyle-Mariotte Kânunu vb. gibi). Fizik kânununu ilkelerden ayıran en önemli özellik kânunun deneylere dayanmasıdır. Kânunları ifâde etmek için matematikten önemli ölçüde faydalanılır.

Fizik, târihi gelişimine ve ilgilendiği sahaların değişmesine göre, klasik fizik ve modern fizik diye ikiye ayrılır. Aslında bunların aralarındaki sınırı kesin olarak çizmek mümkün değildir. Fakat 1900’lerden önceki fiziğe, klasik fizik olarak bakılmaktadır. Modern fiziğin de esâsını teşkil eden klasik fiziğin bölümleri mekanik, akustik, ısı, termodinamik, elektrik-magnetizma ve optik olarak sıralanabilir. Bu bölümler de kendi aralarında çeşitli alt bölümlere ayrılabilir. Cisimlerin, sıvıların sükûnet ve hareketini inceleyen mekaniğin; statik, kinetik (kinematik, dinamik), akışkanlar mekaniği (hidrostatik, hidrodinamik, aerodinamik...) gibi bölümleri vardır. Mekanikte en önemli gelişme Sir İsaac Newton’un hareket kânunlarıyla olmuştur. Newton’un bu kânunları günümüzün modern fiziğinin bâzı uygulama alanlarında geçerliliğini kaybetmiştir. Akustik dalı, ses dalgalarının özelliklerini; ısı dalı, sıcaklık, termal genleşme, hal değiştirmeleri, ısı transferi gibi konuları inceleyen birer fizik dalıdır. Termodinamik, ısı enerjisinin diğer enerjilere dönüşümüyle ilgili olayları inceler. Elektrik ve magnetizma önceleri berâber incelenirken sonradan elektrostatik, elektrodinamik ve magnetizma gibi kollara ayrılmıştır. Magnetik alan, elektrik alan, elektrik akımı gibi konularla ilgilenmektedir. Fiziğin diğer bir dalı olan optik ise gözle görülen beyaz ışığın çeşitli özellikleriyle ve bunun pratikteki uygulamalarıyla ilgilenir.

İslâm âlimleri her ilim dalında olduğu gibi, fizik ilminde de yapmış oldukları çalışmalar ve yeni keşifler ile bu ilim dalının ilerlemesine büyük hizmette bulunmuşlardır. Bunlardan biri olan İbn-i Heysem özellikle “Optik” ile ilgili çalışmalar yapmıştır. Bu konuda Kitâb-ül-Menâzır adlı eseri meşhurdur. Işığın doğrular boyunca yayıldığını ve aynalarda yansıma kânunlarını keşfetmiştir. Öklid ve Batlemyus’tan beri yanlış olarak bilinen “Görme” olayını da doğru olarak açıklamıştır. Öklid ve Batlemyus’tan beri görme olayı, gözden çıkan ışınların eşyâya ulaşarak, gözün eşyâyı algılaması olarak biliniyordu. İbn-i Heysem bu görüşün ilm;î olmadığını, yanlış olduğunu ilk defa savundu ve doğru olan kendi teorisini ortaya koydu. İbn-i Heysem’e göre görme, eşyâdan yansıyarak gelen ışınların göze gelmesi ve gözün arka odak noktasında birleşmesi ve gözün eşyâyı algılamasıdır. İngiliz fizik bilgini RogerBacon ve Alman fizikçi ve astronom Johannes Kepler çalışmalarında Kitâb-ül-Menâzır’dan faydalanmışlardır. Yine optik konusunda Kemâleddîn Fârisî’nin Tenkîh-ül-Menâzır’ı, Nâsıreddîn Tûsî’nin Nihâyet-ül-İdrâk adlı Eserleri mühimdir.

“Mekanik” ve “Dinamik”konusunda ise, El-Cezirî’nin Kitâb fî Ma’rifet il-Hiyâl il-Hendesiyye’si, Sâbit ibni Kurrâ’nın Kitâb-ül-Karastinus’ı Benî Mûsâ kardeşlerin Kitâb-ül-Hıyâl’i en önemli eserler arasındadır. Ölçü ve tartı âletleri hakkında en önemli eserleri arasında Bîrûnî’nin Kitâb-ül-Cevâhir’i, El-Hâzinî’nin Kitâb- Mîzân-ül-Hikme’si çok meşhurdur. Hâzinî’nin Kitâb Mîzân-ül-Hikme adlı eseri bize gösteriyor ki, El-Bîrûnî ve Kevdi zamanında Müslüman fizikçiler ve kimyâcılar ister tek bir basit cisimden, ister iki veya daha fazla basit cisimden yapılmış olan kütlelerin, mutlak ağırlık ve özgül ağırlıklarını ölçebiliyorlardı. Saat teknolojisi hakkında en meşhur eser ise, Fahreddîn Rıdvân bin Muhammed es-Sa’atî’nin eseridir.

Son devrin meşhur fizikçisi Einstein tarafından ortaya atılan İzafiyet (Relativite) teorisinin esasları asırlar önce büyük fizikçi El-Kindî tarafından ortaya konmuştur. El-Kindî’ye göre zaman mekân ve hareket birbirinden bağımsız değildir. Hepsi birbirine bağlı izâfî şeylerdir. El-Kindî şöyle der: “Zaman ancak hareketle, cisim hareketle, hareket cisimle vardır. O halde aslâ cisim, hareket ve zamandan biri diğerinden önce değildir.”

Yine zamanımızda ağırlık kazanan bir teori de maddenin yoğunlaşmış bir enerji olduğudur. Hattâ Einstein, kütlesi (m) olan bir maddenin enerjiye dönüşmesi hâlinde açığa çıkacak enerjiyi (E=mc2)formülü ile ifâde etmiştir. Burada (c) ışık hızıdır. Halbuki tabiattaki her şeyin aslının enerji olduğunu ilk defa Dâvût-ül-Kayserî adındaki İslâm âlimi ortaya koymuştur.

İbn-i Yûnus, fizik ve astronomide zaman tesbiti için önemli olan sarkacı ve bununla ilgili temel esasları, İngiliz fizik bilgini Newton’dan 700 sene kadar önce ortaya koymuştur.

Avrupa, ortaçağ karanlığı içinde yüzerken, İslâm âlimleri insanların hem dünyâ hem de âhırette râhat etmeleri, sonsuz saâdete kavuşmaları için gece-gündüz çalışarak, araştırarak, her ilim dalında binlerce kıymetli kitap yazmışlardır. Daha sonra bu eserler batı dillerine tercüme edilerek Avrupa ilim çevrelerince incelenmiş ve batının ortaçağ karanlığından kurtulmasına sebeb olmuştur. Bu arada batılı fen adamları, İslâm âlimlerinin kitaplarından öğrendikleri pek çok ilmî buluşları kendilerine mâl etmekten de çekinmemişlerdir.

Fizik, kimyâ ve biyoloji gibi fen ilimleri İslâmî ilimlerin bir şubesi olup, Müslümanların bu ilimleri de öğrenmesi farz-ı kifâyedir (Bkz. İlim). Müslümanlar, İslâmiyetin emirlerine sımsıkı sarıldığı zamanlarda her bakımdan ilerlemiş, medeniyette dünyâ milletlerinin en önüne geçmişlerdir.Son asırda İslâm âleminin içine düştüğü ziletin ve gerilemenin asıl sebebi, Müslümanların, İslâmiyetin emirlerine uymakta gevşek davranmalarıdır. Bâzı İslâm düşmanları Müslümanların bugünkü durumunu örnek göstererek gençleri kandırmaya çalışıyor, “İslâmiyet çağdışıdır. İlerlemeye mânidir.” diyorlar. Bu sözlerinin tam bir iftira olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. İslâmiyetin emrettiği gibi çalışıldığında, Müslümanların yine her bakımdan en önde olacağına şüphe yoktur.

On dokuzuncu yüzyıldan sonra fizikte yapılan çalışmalar netîcesinde bir çok yeni buluşlar olmuş ve modern fiziğin temelleri atılmıştır. Fotoelektrik, elektronik, X ışınları, elektromanyetik dalgalar, gamma ışınları, kuantum teorisi, relativite teorisi, nükleer fizik, kozmik ışınlar modern fiziğin ortaya çıkmasını sağlayan başlıca gelişmelerdir. Çok sür’atli bir şekilde her gün bu gelişmelere bir yenisi eklenmekte ve her devirde değişik bir konu ağırlık kazanmaktadır.

Burada şu noktaya dikkati çekmekte yarar vardır. Fizik ilmi, bir olayın nasıl meydana geldiğini açıklar, sebeb ve sonuç arasındaki bağıntıyı verir. Bu olayın niçin meydana geldiğini açıklamaz. Meselâ kütleler arası çekim olayı ve kânunu, magnetik etkinin varlığı ve nasıl olduğu fizikten öğrenilir. Fakat niçin böyle olduğu fiziksel metodlarla açıklanamaz. Maddenin nasıl davrandığını açıklayan fizik prensipleri, kânunları, bütün varlıkları ve bu düzeni yaratan Allahü teâlâ tarafından konulmuştur. İnsanlar bu prensipleri ortaya çıkarırken yaratıcının, varlığı kendinden olan, her şeyi yoktan var eden, varlıkları her an varlıkta durduran, yarattıklarına hiç bir bakımdan benzemeyen; yer, zaman, doğrultu ve yönden münezzeh, hiç değişmeyen bir varlık olduğunu anlarlar. Tabiî olarak bu varlığın her an diri, her şeyi mutlak mânâda bilici, görücü, duyucu, her şeye gücü yetici ve sonsuz güç sâhibi, dileyici ve dileğini bildirici ve mutlak yaratıcı olduğunu görürler. (Bkz. Îmân)

Fizik, kimyâ ve matematikle birlikte mühendislik konularının temelini meydana getirmekle birlikte mühendislikten farklıdır. Fizik, olayların arkasındaki prensiplerin anlaşılmasını amaçlar. Mühendislik ise, bu prensipleri ve malzemeleri kullanarak insanların belirli ihtiyâçlarını karşılamayı gâye edinir.

FİZİK TEDÂVİ

Alm. Pysikalische Therapie (f), Fr. Thérapie (f) physique, İng. Physical therapy. Hastalıkların tedâvisinde fizik ajanların (ısı, hareket ışın, elektrik) kullanıldığı bir tıp dalı. Fizik tedâvi, vücudun motor (hareketle ilgili) fonksiyonlarını etkileyen hastalık veya ağrıların tedâvisini, hastaların rehabilitasyonunu (eski hâle getirilmesini) sağlayarak yapan bir uzmanlık dalıdır. Bu sebeple “fizik tedâvi-rehabilitasyon” bilim dalı olarak da adlandırılır. Fizik tedâvi hastaların daha rahat ve verimli bir hayâta dönmesini gâye edinir.

Esas îtibâriyle insan vücudu muhtelif enerji şekillerinin husûle geldiği muazzam bir yapıdır. Bu muazzam yapı içinde meydana gelen fizikî ve kimyevî olaylar, sıcaklık, mekanik hareket gibi neticeler sağlar. Organizmanın kendi içinde meydana gelen bu fizik enerji şekillerinin yanında dışarıdan da fizikî enerjilerin verilmesi ve enerji şekli ve dozuna göre vücutta çeşitli değişikliklerin meydana getirilmesi mümkündür.

Fizik tedâvi vâsıtalarının hemen hepsi, insan vücuduna cilt yoluyla tatbik edilen vâsıtalardır. Derimiz sâdece koruyucu değil, daha birçok vazifesi olan bir organımızdır. İç organların bir kısmı, hemen üzerlerindeki bir kısmı da daha uzak noktalardaki deriyle, sinirleri vâsıtasıyla sıkı bir temas ve münâsebet hâlindedir. Deriden yapılan tesirler ile iç organlarda ortaya çıkan olaylara “revülsiyon” denir. Genel olarak fizik tedâvi, deri ve derialtı dokusunda, damarlarda değişiklikler husûle getirip, metabolizmaya tesir etmek için kullanılır.

Târihin çok eski devirlerinden beri insanlar, fizikî ajanları, hastalıkların tedâvisinde kullanmışlardır. Başlangıçta güneş, tabiî sıcak su kaynakları, torpidobalığının elektrik deşarjları gibi tabiî fizik enerji kaynaklarını tedâvi vâsıtası olarak kullanan insanlar, teknik ilerledikçe yeni fizikî kaynakları hastaların istifâdesine sunmuşlardır. Sun’î fizik vâsıtalarının tedâvi sahasında kullanılmaya başlanmasındaki en mühim âmil, elektrik enerjisinin keşfi ve kullanılmaya başlanmasıdır. Elektriğin hastalıkların tedâvisinde kullanılmaya başlanılması ise 18. yüzyılda Benjamin Franklin tarafından gerçekleştirilmiştir.

Fizik tedâvi bir tıbbî servis olarak Birinci Dünyâ Savaşından sonra gelişti. Bu gelişmeye çocuk felci salgınları ve savaşların sonucunda ortaya çıkan sakatlanmış genç insan yığınları sebep oldu. Daha sonraları fizik tedâvi, kırık, yanık, verem, bel ağrıları, bayılmalar ve sinir harabiyetleri ile de ilgilendi. Fizik tedâvi, ortopedik cerrâhî ile de yakından ilgilidir. Bundan başka hemen her tıp dalında uzmanlaşmış hekimler tarafından fizik tedâvi hastalara sık olarak tavsiye edilmektedir.

Fizik tedâvinin amaçları şöylece özetlenebilir: Ağrının giderilmesi, kuvvet ve hareket gibi fonksiyonların yeniden sağlanması, zarûrî hareketleri yapabilmesi için hastaya gereken eğitimin verilmesi, vücudun çeşitli fonksiyonlarının ölçülmesi. Bu son konudaki testler: Kas kuvveti, eklem hareketlerinin derecesi, soluk alma kapasitesi, kalp fonksiyonlarının ölçülmesi gibi konuları ihtiva eder.

Tedâvi tipleri: Sık kullanılan metodlar şunlardır: Isı, masaj, hareket (egzersiz), elektrik akımı ve fonksiyonel eğitim.

Isı: Genellikle tedâvi edilen bölgede ağrıyı azaltıcı ve dolaşımı tenbih edici etkisi sebebiyle kullanılır. İnfrared lambaları, kısa dalgalı radyasyon veya diatermi akımları, sıcak nemli kompresler, sıcak su, erimiş haldeki parafin mumu veya ultrason (ses ötesi) dalgaları şeklinde uygulanır.

Masaj: Temelde dolaşıma yardımcı olmak, ağrıyı veya kas kasılmalarını (spazmı) azaltmak gâyesiyle uygulanır. Masaj daha çok eller vâsıtasıyla, bâzan da girdaplı su veya mekanik cihazlar vâsıtasıyla yapılır.

Egzersiz: En çok uygulanan tedâvi şeklidir. Bu yolla eklemdeki hareket miktarı arttırılır veya kasın uyumlu bir şekilde hastanın kontrolü altında kasılıp gevşemesi sağlanır. Hareket fizik tedâvi uzmanı tarafından yaptırılır. İyice eğitilen hastalar da düzenli olarak kendi başlarına belli eksersizleri yapabilirler. Pasif denilen başkasının yaptırdığı veya kendisi bir güç harcamadan yapılan hareketler eklemin hareket kâbiliyetini arttırmada yardımcı olabilirler. Bir kasın kuvvetlenmesi lüzum ettiğinde hastaların aktif hareketler yaparak kasları çalıştırmaları gerekmektedir. Çeşitli egzersiz cihazları mevcuttur. Egzersiz tedâvisi eklem hareketini kısıtlayan durumlarda, felçlerde, soluk alma bozukluklarında kullanılır.

Elektrik akımları: Sathî kaslara ciltten düşük akımlar uygulanarak kasılma sağlanabilir. Bu metod zayıflamış kasların alıştırılması ve sinirlerin sağlam olup olmadığını anlamada kullanılır.

Fonksiyonel eğitim: Bu yolla hastanın sakat hâline rağmen rahat ve güvenilir bir hayat sürmesi ve ihtiyaçlarını karşılayabilmesi sağlanır. Bu tip bir eğitim uzun zaman alır. Hastaya sâdece sakat kısımlarını değil, diğer uzuvlarını da kullanmasını gerektiren çeşitli meşguliyetler öğretilir.

FİZİKOKİMYÂ

Alm. Pysikalische Chemie (f), Fr. Physico-chimie (f), İng. Physical chemistry. Kimyâsal sistemlerin özelliklerini ve davranışlarını incelemek amacıyla fiziksel teorilerin ve tekniklerin uygulandığı bir bilim dalı. Fizikokimyânın amacı kimyâsal maddelerin ölçülebilen bütün özelliklerini incelemek, ölçüm yapmak için gerekli olan deneylerin metotlarını ve cihazlarını tasarlayıp geliştirmek, yapılan ölçümleri yorumlayıp, matematiksel ifâdelerle verilebilecek bağıntı veya teoriler geliştirmektir.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında fizikokimyâ ayrı bir bilim dalı olduktan sonra saf veya karışım hâlindeki maddelerin incelenmesinde daha gelişmiş matematik metotlar ve ölçme teknikleri kullanılmaya başlanmıştır.

Bugün bu bilim dalı artık eskiden olduğu gibi fizikle kimyâ arasında bir köprü vazîfesini gören katı kurallar olmaktan çıkmış, kendine has metot ve konuları ile organik, inorganik ve biyokimyânın her bölümünde yer almıştır. Maddelerin yapısı ve analizi, bileşiklerin mikro yapılarının incelenmesi, reaksiyonların kademelerinin ortaya çıkarılması fizikokimyânın gelişmesiyle gerçekleşmiştir.

Fizikokimyânın temel ilgi sahaları yüzey kimyâsı ve kolloitler; katalizörler ve reaksiyon kinetiği; fazdengesi, kimyâsal denge ve çözeltiler; kimyâsal termodinamik ve termokimyâ; kristalleşme ve kristal yapı; elektrik ve manyetik özellikler; absorbsiyon (soğurma), emisyon (yayma), yansıtma yâhut manyetik rezonans tayfı ve diğer optik özellikler; fotokimyâ, ışıma kimyâsı, elektrokimyâ ve nükleer kimyâdır.

FİZYOKRATLAR VE FİZYOKRATİZM

Alm. Pysiokraten und Physiokratie (f), Fr. Physiocrates et Physiocratie (f), İng. Physiocrats and Physiocratism. Ortaçağ Avrupasında merkantilizmden sonra ortaya çıkan bir fikir hareketi. Teorisyeni Quesnay’dır. Quesnay, 1694-1774 yılları arasında yaşamıştır. Onunla beraber diğer mühim temsilcileri de Victor Riquieti de Mirebeau, Merciere de la Riviere, Dupont de Nemours ve Gournay’dır.

Fizyokratlar, John Locke ve Grotius gibi düşünürlerin de tesiriyle, tabiatın âhengiyle insanların nizâmı arasında uyumsuzluklar bulunduğu, bunun giderilerek tabiî hukuk kurallarının geçerlilik kazanması gerektiğini savunmuşlardır. Onlara göre kâbiliyetler ve vâsıtalar insanların kendisine ve başkasına zarar vermeden, akıl ve vicdanlarına göre serbest olarak kullanılırsa tabiî nizama yaklaşılabilir. İktisâdî hayâta da buna göre yön verilir. İktisâdî nizam kendi kendine bırakılırsa tabiî nizâma ulaşılabilir. Çünkü onun kendine mahsus kâideleri vardır. Bunlara müdâhale etmemek gerekir.

Bu görüşler, fizyokratların “Laissez faire, laissez passer!” (Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!) sloganını ortaya atmaları sonucunu doğurmuştur. Devlet müdâhalelerinin asgariye indirildiği bir iktisâdî hayatta, tabiî hukuk kâidelerinin geçerlilik kazanabileceğini söylemişlerdir.

Fizyokratlar, Adam Smith liberalizminin de özünü meydana getiren bu sloganla, tabiî nizâma ulaşmak için ekonomide serbest ticâret ve mülkiyet hakkının korunmasına büyük önem vermişlerdir. Ancak bu slogan daha sonra anarşizme, aşırı liberalizme ve sosyalizm gibi reaksiyoner fikir akımlarına da yol açmıştır. Fizyokratlara göre servet ve zenginliklerin kaynağı topraktır, tabiattır. Onların bu düşüncesi büyük ölçüde Fransa’nın 18. yüzyılda içinde bulunduğu şartlardan kaynaklanmıştır. Fransa’da o yıllarda tarımın çok geri oluşu ve bu geri kalmışlıktan kurtulunması gayretleri onlarda bu düşüncenin teşekkül etmesinde büyük bir rol oynamıştır.

Tarımın ön plana alınması ve yüceltilmesi fizyokratların temel özelliklerinden birisidir. Ticâret, sanâyi ve diğer serbest mesleklerin gelişmesini, tarım sektörünün gelişmesine bağlamışlardır. Çünkü bu sektörlerde kullanılan her türlü mal ve hammadde tarım sâyesinde elde edilmektedir. Fizikî mal üretimi, tarım sâyesinde mümkündür. Diğer sektörlerde iktisâdî bir üretim değil, mevcûdun el değiştirmesi olayı vardır. Tarımda bire beş, bire on gibi verim alma imkânı mevcuttur. Bunun için de tarımı, tabiatı ve toprağı zenginliklerin kaynağı olarak kabul etmişlerdir. Fizyokratlar, düşüncelerini ve tahlil metotlarını, soyut ve teorik bir şekilde iktisâdî tablo dedikleri model içinde îzah etmektedirler. Bu tabloda değerin mâhiyetini, iktisâdî sistemdeki dolaşımını ve millî gelirin nasıl bölüşüldüğünü açıklamaktadırlar. Tabloyu Quesnay yayınlamış ve bu, fizyokrat ekolünün en büyük buluşlarından birisi olarak mütâlaa edilmiştir.

Cemiyeti dört kategoriye ayırmaktadırlar: Birinci ve en önemli kategori, toprak sâhipleri, yâni aristokratlardır. İkinci kategori çiftçiler, üçüncü kategori tüccar ve sanatkârlar, dördüncü kategori de işçiler ve köylülerdir.

Fizyokratların iktisâdî düşünceye büyük katkıları olmuştur. Sistemli ve mantıkî bir şekilde teorik tahliller yapmışlardır. Bunları iktisâdî olaylara uygulayarak, bugünkü iktisâd ilminin gelişmesine yardımcı olmuşlardır. Ancak, sanâyî ve ticâreti verimsiz faaliyet alanları olarak görmeleri, düştükleri en büyük hatâlardan birisidir. Aynı fizikî  malın sosyal ve mânevî ihtiyaçlar arasında farklı ürünler olarak kabul edilmesini anlayamamışlardır. İktisatla üretimi sâdece fizikî mal hacmiyle ölçmeleri değere materyalist bir gözle bakmaları, iktisâdî düşünce alanında bıraktıkları kötü bir mîrâs olmuştur. Aynı malın, meselâ demirin işlenerek çeşitli âletler ve makinalar ortaya çıkarılmasını, ticârette de fizikî mal üretiminin söz konusu olup, aynı malın toptancıda ve tüketicide değişik iktisâdî kıymetler kazanabilmesini düşünememişlerdir. Kafaları karıştıran aynı hatâlı tahlil ve düşünce tarzının örneklerine Marx’da da rastlanmaktadır.

Sanâyi ve ticâretle uğraşan sosyal kesimleri de, kısır ve verimsiz kesimler olarak kabul etmeleri, hem iktisâdî düşünce hem de sosyal sınıfların dayanışması açısından kötü bir tefrika olmuştur. İktisat politikasında tarımın ön plâna alınması ve akılcı temelleri bulunmayan, tarıma dayalı tek tip bir vergi politikasının savunuculuğunu yapmaları da çok ters ve zararlı sonuçların ortaya çkmasına yol açmıştır. Fransız ihtilâlinin fikrî zeminini hazırlayan birçok düşünce adamı gibi fizyokratlar da iktisâd ilmindeki büyük başarılarına rağmen, sanâyileşmeye zıt nitelikleri olan bir görüşün temsilcileri kabul edilmiştir.

FİZYOLOJİ

Alm. Physiology (f), Fr. Physiologie (f), İng. Physiology. Canlının hayâtî fonksiyonlarını ve sistemlerinin işleyişini inceleyen bilim. Fizyoloji; canlılığın, yaşamanın mekanizmalarını, en ince ayrıntılarıyla insan vücûdunda veya canlılarda vukû bulan hâdiselerin esâsına inerek araştırır. Bu sebeple bakteri fizyolojisi, hücre fizyolojisi, insan fizyolojisi ve daha birçok fizyoloji dalları vardır.

İnsan fizyolojisi, insan vücûdunda yer alan fonksiyonların her çeşidini açıklamaya çalışır. Hücrelerde meydana gelen kimyasal reaksiyonları, sinir sisteminin çalışma şekil ve prensipleri, uyarıların vücut tarafından nasıl alınıp, nasıl değerlendirildiğini, kasların çalışma mekanizmalarını, kanın damarlarda dolaşmasını, dokularda kanın kullanılma özelliklerini, kalbin ve beş duyumuzun nasıl çalıştığını, böbreklerin idrar meydana getirme kâbiliyetini ve vücudun dış şartlarından nasıl etkilendiğini ve bunun gibi daha birçok vücut fonksiyonunun nasıl yapıldığını, hücresel, hattâ moleküler seviyeye inerek araştırıp, gözler önüne sermeye çalışır. Ayrıca atmosferin üst tabakaları ve uzaydaki vücud fonksiyonlarını inceleyen “hava fizyolojisi”, su altında meydana gelen değişiklikleri inceleyen “sualtı fizyolojisi” gibi daha ilginç fizyoloji dalları da kurulmuştur.

İnsanoğluna yeryüzünün değişik şartlarında yaşayabilme kâbiliyeti verilmiştir. O, yaşamak ve faaliyet gösterebilmek için gerekli en küçük parçalara kadar donatılmıştır. Çeşit çeşit üstünlüklerle dolu olan, sayısız kimyâsal, fiziksel, elektriksel ve daha ince olayların cereyan ettiği bu muazzam yapının araştırılması, akıl sâhiplerini hayret ve hayranlıkta bırakmakta ve yaratıcının kudretinin bir göstergesi olmaktadır.

Fizyopatoloji: Fizyopatoloji de fizyoloji gibi organizmada meydana gelen hâdiselerin mekanizmalarını inceler. Fizyoloji normal vücudu incelerken, fizyopatoloji çeşitli hastalıkların ortaya çıkışındaki mekanizmaları inceler. Normal mekanizmanın neresinden bozulduğunda hastalığın meydana geldiğini, tâmirinin nereye müdâhale ile mümkün olabileceğini gösterir. Tedâvi açısından oldukça kıymetli olan bu bilim dalı, hastalıkların ortaya çıkışındaki sebepleri bize en iyi şekilde izah eder. Gelişmiş ülkelerde çok önem verilen bu ilmin yurdumuzdaki mütehassısları çok az sayıda olduğundan, Tıp Fakültelerimizin ekserisinde talebelere yeterli bilgi maalesef henüz verilememektedir.

FLAMA

Alm. Wimpel (m), Fähnchen (n), Stander (m), Fr. Fanion (m), flamme (f), İng. Signal flag; streamer, pennant. Silâhlı kuvvetlerde, bölük, alay, birlik ve komutanlıklarında birliği tanımak ve haberleşmede kullanmak için yapılan çeşitli renk ve biçimdeki bayrak. Gemilerde milletlerarası kod sinyallerini belirlemek maksadıyla da flamalar kullanılır. Bunlar rakam, özel ve tehlike flamaları olarak çeşitlere ayrılır.

Yavrukurt ve izci gibi kuruluşlar kendine has flama kullanırlar. Oba, yuva, oymak flaması gibi. Flamaların bir yüzünde oymaklarda izci işâreti, yavrularda ise yavrukurt işâreti vardır. Diğer yüzlerinde ise kendilerinin kabul ettikleri renkler ile nereye aid oldukları yazılıdır. Bu iki flamanın da etrafında sırma ve saçak bulunur.