FİJİ
DEVLETİN ADI |
Fiji Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Suva |
NÜFÛSU |
740.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
18.274 km2 |
RESMÎ DİLİ |
İngilizce |
DÎNİ |
Hıristiyan |
PARA BİRİMİ |
Fiji Doları |
Avustralya’nın doğu tarafında 3000 km mesâfede, Yeni Zelanda’nın 1770 km kuzeyinde, Büyük Okyanus’un güneydoğusunda 300 adadan müteşekkil bir ülke.
Târihi
Alman gemici Abel Dasman 1643’te burayı keşfeden ilk Avrupalı oldu. Meşhur gemicilerden kaptan James Cook 1774’te adaların güney kısımlarını ziyâret etmiştir. 1789’da Kaptan William Blig da Fiji’ye uğramıştır. İlk Avrupalı tâcirler gemi inşâsında kullanılan ağaç ve deniz hıyarları aramak için buralara gelmişlerdir. Fiji’yi meydana getiren adalar hakkında ilk kayda değer araştırma 1840’ta Cherles Wilkes tarafından yapılmıştır. Kabîleler hâlinde yaşayan Fiji halkı, 19. asrın başlarında hâkimiyet için bir iç savaşa girdiler. 1874’te İngilizler stratejik önemi bakımından burayı kanlı bir savaşla işgâl ederek sömürge hâline getirdi. 10 Ekim 1970 senesinde ise bağımsızlık kazandı. Fakat İngiliz Milletler Topluluğunun üyesi olmaya devâm etmektedir. 1987’de darbe ile yönetimi ele geçiren Rabuka, Cumhûriyet îlân etti.
Fizikî Yapı
Adalar topluluğunun 386 km, kuzey batısında bulunan Rotuma Adası da Fiji’ye bağlıdır. Rotuma Adası da dâhil olmak üzere toplam yüzölçümü 18.274 km2dir. Ülkeyi meydana getiren 300 kadar adadan ancak 100 kadarı meskûndur. En büyük adaları 10.388 km2lik Viti Levu ile 5535 km2lik Vanau Levu adalarıdır. Diğer adalar volkanik ve mercan adalarıdır. Viti Levu Adasındaki Tomonivi veya M. Victoria Dağı 1323 m ile ülkenin, dolayısiyle adanın en yüksek noktasıdır. Özellikle küçük adaların sâhillerinde plajlar mevcuttur.
İklim ve Bitki Örtüsü
Tropikal okyanus iklimine sâhip olan bir ülkedir. Senelik sıcaklık ortalaması 16-32°C arasında değişir. Tropikal fırtınalar çoğu zaman kasırga hâline dönüşerek, ülkeyi tesirleri altına alırlar. Serin güneydoğu alizeleri mayıs ile ekim ayları arasında ülkeyi tesiri altına alır. Yıllık yağış ortalamaları, doğuda 1500 mm, kuzeybatı sâhillerinde 3000 mm’dir. Rüzgârların bol olduğu güney-doğu bölgelerinde ise daha da artar. Tabiî zenginlikleri iklimin gereği ülkenin yarısını kaplayan tropik ormanlardır. Geri kalan kısımları da yeşilliklerle kaplı olan ülkede kayda değer yabânî hayvan yoktur.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Ülke nüfûsu yaklaşık olarak 740.000’dir. Bilinen ilk halkı ülkenin yerlileri Malezyalılardır. Polenezyalılar ile ülke yerlilerinin karışımı olan melezler ülkenin doğusundaki adalarda daha çoktur. Yerlilerden sonra gelen ikinci etnik grup, 1879-1916 seneleri arasında şeker pancarı çiftliklerinde çalıştırılmak üzere civar bölgelerden sözleşmeli olarak getirilip, daha sonra burada kalan işçilerin torunlarının meydana getirdiği topluluktur.
Resmî dili İngilizcedir. Fiji’de ayrıca yerli kabîlelerin kullandıkları kendi lisanları ile Hint lisanı da az olarak kullanılır. Okuma-yazma bilenlerinin toplam nüfûsa oranı % 80’dir. İlkokul ve ortaokul sayısı yeterli seviyededir. İlk öğretim parasız ve mecbûridir. Üç tâne üniversitesi vardır. Fijideki en eski üniversite 1968’de kurulan Güney Pasifik Üniversitesi olup başşehri Suva’dadır. Viti Leva Adasının güney doğu sâhillerinde kurulmuş olan Suva, en büyük şehri ve aynı zamanda başşehridir. Ülkenin en önemli limanı bu şehirdedir. Suva şehri ülke nüfûsunun % 10’unu da barındırmaktadır. Diğer önemli şehirleri; Viti Leva adası üzerindeki önemli şekerpancarı merkezi ve liman şehri olan Lautoka ile altın mâdeni merkezi olan Vata Koula’dır. Ülke nüfûsunun % 37’si şehirlerde, kalanı ise köylerde yaşar. Halkın çoğunluğu Hıristiyan olup, kalanlarının bir kısmı Hindu ve az miktarda da Müslüman vardır. Ülke yönetimi 52 üyeli bir parlamento tarafından yapılır. Fiji bağımsızlığını kazandığı günden iki gün sonra yâni 13 Ekim 1970’de Birleşmiş Milletler Teşkilâtına girmiştir.
Ekonomi
Fiji’nin ekonomisi genel olarak zirâate dayanır. Şekerpancarı ve şekerkamışı, çiftliklerde en çok yetiştirilen mahsuldür. Hindistancevizi başta gelen ticârî ürünlerindendir. Ülkede yetiştirilen diğer ürünler pirinç, muz, mısır, baklagiller, turunçgiller ve tütündür. Bunlardan başka, sâdece iç tüketimi karşılayacak miktarlarda kulkas, manyok, ekmekağacı ve hint elması yetiştirilir. Hayvancılık büyük ve küçük baş hayvanların beslenmesi şeklinde yapılır. Sığır ve keçi yetiştiriciliği kurak bölgelerde ve Viti Leva Adasının yağışlı bölgelerinde önemli derecededir. Ormanlar tabiîdir. Bunların yanında hükûmet tarafından ağaçlandırma çalışmaları sâyesinde her geçen gün çoğalmaktadır. Orman sanâyii, özellikle kerestecilik üzerine kurulmuştur. Mâdenlerinden altın en önemli olanıdır. Bundan başka Viti Leva’da manganez ve Vanau Leva’da bakır mâdenleri çıkarılır. Sanâyii gıdâ ürünleri îmâli başta olmak üzere dokuma, yapı malzemeleri, mobilya üretimi gibi dallarda gelişmiştir. Turizm ülkede son zamanlarda gelişme gösteren bir ekonomik faaliyettir. Bunun yanısıra antika eşyâ üretimi de gelişmektedir. Büyük Okyanus üzerinde Kuzey Amerika ile Güney-Doğu Pasifik bölgelerindeki hava ve deniz yollarının kavşak noktasıdır. Bu bakımdan stratejik ehemmiyeti oldukça fazladır.
Alm.Elefant (m), Fr. Éléphant (m), İng. Elephant. Familyası: Filgiller (Elephantidae) Yaşadığı yerler: Afrika ve Güney Asya’nın orman ve sık otlaklarında. Özellikleri: Uzun hortumlu, iki üst kesici dişleri uzamış, kuyruğunda bir tutam kıl bulunan, geniş kulaklı bir hayvan. Ömrü: 70-80 yıl. Çeşitleri: Asya (Hindistan) fili (Elephas maximus), Afrika fili (Elephas africanus), Mamut (Elephas primigenius).
Karada yaşayan memelilerin en iri ve güçlü hayvanı. Afrika filinin yüksekliği 3-4 metre, ağırlığı 6-7 tonu bulur. Boyu, bâzan 7 metreyi geçebilir. Asya filinin ise boyu 6 metre, omuz başına kadar yüksekliği 2 metre, ortalama ağırlığı da 3-4 ton arasında değişir. Bacakları sütun şeklinde yuvarlak, beş parmaklı ve küçük tırnaklıdır.Ot ve ince ağaç dallarıyla beslenir. Çok su içer,geviş getirmez. İriliğine rağmen çevik ve iyi yüzücüdür. Burun ve üst dudağın birleşerek uzamasından iki delikli hortum meydana gelir. 40 binden fazla kastan meydana gelen bu organ, dokunma, koklama ve kavrama âleti olarak kullanıldığı gibi, suyu emerek ağzın içine püskürtmede de kullanılır.Hortumun ucu Afrika filinde parmak gibi uzayan iki dudakla, Hindistan filinde ise tek dudakla sonlanır. Bir toplu iğneyi yerden alabilecek kadar hassas, bir insanı 40 metre uzağa fırlatabilecek ve bir ağacı kökünden sökebilecek kadar güçlüdür.Pek güçlü olmayan görme duyusuna karşı, işitme ve bilhassa koku alma duyusu çok kuvvetlidir.Hortumu devamlı hareket hâlinde olup, sağa, sola ve geriye doğru kıvrılarak rüzgârın getirebileceği en zayıf kokuları dahi hisseder.Kör bir fil, koku alma duyusuyla hiç zorluk çekmeden yolunu bulabilir. Fil, hortumuyla su içmez. Suyu hortumuna çekerek ağzına püskürtür.Sıcak havalarda sırtına püskürttüğü suyla serinler. Hortum, yedi litre kadar su alabilir. Dallardan hortumun ucuyla meyve kopararak ağzına götürür.
Günümüzde Asya (Hindistan) fili ile Afrika fili kalmıştır.Soğuk bölgelerde yaşayanMamut’un soyu tükenmiştir. Filler, nehir kıyılarındaki orman ve sık otlu alanlarda sürüler hâlinde yaşar.Afrika fili, Hindistan filinden daha iri olup, kulakları da geniştir.Sıcak havalarda yelpâze gibi kullanır. Daha çok ağaçlık ve gölgelik alanlarda yaşayan Hindistan filinde kulaklar küçüktür. Kırış kırış olan sert derileri âdetâ tüysüzdür. Kuyruk uçlarında tel gibi sert bir demet kıl bulunur. Hint kuyumcuları bu kılları ince altın şeritlerle bükerek hoş görünüşlü yüzük ve bilezikler yaparlar.
Fillerde, iki üst kesici dişler uzayarak tipik fildişlerini meydana getirirler. Dişler zaman zaman kırılıp aşınmasına rağmen ömür boyu uzarlar. 3 metre uzunluk ve 100 kg ağırlığına varanları bulunur. Filler bu dişlerle kendilerini aslan, kaplan gibi yırtıcı hayvanlara karşı korurlar. Bir aslan veya kaplanın saldırısına uğradığında, dişleriyle hasmına bir defâ dokunması kâfidir.Hemen gövdesini bir mızrak gibi deler geçer.Toprağı kazarak kök ve yumruları çıkarır, ağaç dallarını kırarlar.Köpek dişleri bulunmaz.Azı dişleri ise büyük ve bitişiktir.
Afrika fillerinin erkek ve dişilerinde, fildişi bulunmasına rağmen, Asya filinin dişisinde yok denecek kadar kısadır. Yavrularda bu dişler 2-3 yaşında çıkmaya başlar. Filler, pek kıymetli olan bu dişleri yüzünden asırlarca insanlar tarafından katledildiler. Günümüzde fil avcılığı yasaklanmıştır. Bunlardan tarak, baston ve şemsiye sapları, kolye, tesbih, satranç taşları, bilardo topları yapıldığı gibi, çeşitli süs ve ziynet eşyâlarında da kullanılırlar.
13 yaşında erginleşen fil, 3 yılda bir olmak üzere ömründe 20 defâ yavrular.Her doğumda genellikle 90-100 kg ağırlıkta 1 yavru doğurur. Doğumda bütün fil topluluğu anne ve yavruya günlerce sevgi gösterisinde bulunur.Yavruyu 6 ay emzirir. Gebelik süresi Hindistan filinde 19-21 ay, Afrika filinde 22 aydır. Eşler, gözlerden uzak yerlerde çiftleşir. Bu özelliklerinden dolayı esir filler kendilerini gizleyebilecek ortamlarda normal olarak ürer, kafes içindekiler ise kendilerini yabancı gözlerden saklayamadıklarından kolay kolay üremezler. Birbirini ve yavrularını hortumlarıyla severler.
Çok eski yıllardan beri evcilleştirilerek insanlığın hizmetinde bulunmuşlardır.Yük hayvanı olarak veya avda ve harplerde kullanılmışlardır. Eski devir muhârebelerinin canlı tankları olarak anılırlar.M.Ö. 218 târihinde Kartaca komutanı Anibal 37 savaşçı filini Alp Dağlarından Roma Ovasına indirerek, İkinci Pön Savaşında kullanması meşhurdur.Pers ve Hintliler de çeşitli savaşlarda kullanmış, kale kapılarını fillere söktürmüşlerdir. Yemen Melîki Ebrehe’nin fillerle Kâbe-i şerîf üzerine yürümesi, târihe Fil Yılı olarak geçmiştir. Fakat Ebrehe bu hâdisede rezil ve rüsvâ olmuştur.
Filler zeki, munis, itâatkâr hayvanlardır. Bugün sirklerde eğitilerek çeşitli şaşırtıcı oyunlar yaptırılmaktadır.Afrika filini insana alıştırmak oldukça zordur. Fakat Asya’da Hindistan filleri rahatlıkla evcil hâle getirilebilmektedir.Hattâ Hindistan’da küçük çocuklara dadılık ve bekçilik yapan filler bile vardır. Dışarı çıkacak olan yerli Hintli kadın, çocuğunu bahçedeki filin yanına getirip bırakır. Filin gözetiminde çocuk bahçede rahatça oynar. Fil orada olduğu müddetçe başka bir hayvan da gelip çocuğa zarar veremez. Filin onu ezmesi, çiğnemesi korkusu da yoktur.Hayvan evin bir ferdi gibidir.Sirklerde kullanılan filler, küçük tip Asya türleridir.
Alm.Elefantiasis (f), Fr. eléphantiasis (f), İng. Elephantiasis. Lenf (akkan) sıvısının vücuttaki miktarının artması veya sistemik dolaşıma verilemeyip deri altına, doku aralıklarına yayılmasıyla bacaklar, kollar, kasıklar, avret mahalli, hattâ yüzde aşırı şişmelere sebep olan bir hastalık.
Çeşitli sebepleri olan bu hastalığın zamanımızda en çok rastlanılanı kanser dokusunun lenf yollarını tıkaması veya ameliyatlar sırasında lenf yollarının hasara uğramasıdır. Toplardamar tıkanmaları sonucunda gelişen fil hastalığı da ameliyat sonralarında sık görülür.Tropikal bölgelerde en sık görülen sebeb Wuchereria bancrofti (Bancroft kurdu) denilen parazitin, lenf yollarını işgal edip tıkamasıdır. Bu parazitin yaptığı fil hastalığına yurdumuzda Antalya civârında rastlanmaktadır. Bâzı irsî hastalıklarda da fil hastalığı durumu ortaya çıkabilir.
Vücutta yaptığı şişmeler neticesinde çeşitli dolaşım bozuklukları, hareket kısıtlılıkları ve beslenme bozukluğu olur.Tedâvisi sebebe bağlı olmakla beraber genellikle cerrâhîdir.
Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâmın doğmasından iki ay kadar önce, Mekke yakınlarında vukû bulan bir hâdise. Habeş Hükümdârı Necâşî’nin Yemen’de Ebrehe adında bir vâlisi vardı. Ebrehe, Kâbe’nin insanlar tarafından akın akın ziyâret edilmesine mâni olmak için Bizans kralının da yardımıyla San’a’da büyük bir kilise yaptırdı. Bu kiliseye Kuleys adını verdi. Necâşî’ye bir mektup yazarak, bu kilisenin Araplar için ziyâret yeri olacağını, kimseyi Kâbe’yi ziyârete göndermeyeceğini bildirdi.
Araplar ise eskiden beri Kâbe’yi ziyâret ettiklerinden, Ebrehe’nin yaptırdığı kiliseye hiç îtibâr etmediler. Hakâret gözüyle baktılar. Hattâ içlerinden biri kiliseyi kirletti. Bu hâdiseye kızan Ebrehe, Kâbe’yi yıkmaya karar verdi. Bu maksatla büyük bir ordu hazırlayıp, Mekke üzerine yürüdü. Ebrehe’nin ordusu Mekke’ye yaklaşınca, Kureyş’in mallarını yağma etmeye başladı.Abdülmuttalib’e âit iki yüz deveye de el koymuşlardı. Abdülmuttalib, Ebrehe’ye gidip develerini istedi. Ebrehe: “Ben sizin mukaddes Kâbe’nizi yıkmaya geldim. Sen onu korumak istemiyorsun da develerini mi istiyorsun?” dedi. Abdülmuttalib: “Ben develerin sâhibiyim. Kâbe’nin elbette sâhibi vardır. Onu, O korur.” dedi.
Ebrehe; “Bana karşı onu koruyacak yoktur!” dedi ve Abdülmuttalib’e develerini verip, gönderdi. Sonra Kâbe’ye doğru ordusuna hareket emrini verdi. Ebrehe’nin ordusunda, önde yürütülen ve böylece zafere kavuşulacağına inanılan “Mahmûd” adında bir fil vardı. Ebrehe, Kâbe’ye yönelince, bu fil yere çöktü ve yürümez oldu. Hâlbuki Yemen’e çevrilince, koşarak gidiyordu. Böylece, Mekke’ye yaklaşıp hücuma gücü yetmeyen Ebrehe’nin ordusu üzerine, Allahü teâlâ, Ebâbîl, yâni Dağ Kırlangıcı denilen kuşlardan bir sürü gönderdi. Bu kuşların her biri, biri ağzında ikisi de ayaklarında olmak üzere nohut veya mercimek büyüklüğünde üçer taş taşıyorlardı. Bunları Ebrehe’nin ordusu üzerine bıraktılar. Taşlar, askerlerin, başlarından îtibâren vücutlarını dikine delip geçiyordu. Taşa hedef olan her asker, derhal ölüyordu. Âyet-i kerîmede de bildirildiği gibi, ordu, yenilmiş ekin yaprağı gibi oldu. Bu durumu gören Ebrehe, telâşlanarak kaçmak istedi. Fakat kaçamadı. Ona da isâbet etti. Kaçtıkça, etleri parça parça dökülerek öldü. Bu vak’a, Kur’ân-ı kerîmin Fil sûresinde meâlen şöyle bildirilmiştir:
“(Ey Resûlüm! Kâbe’yi tahrib etmek isteyen) fil sâhiplerine (fillerle techiz edilmiş Ebrehe ordusuna), Rabbinin nasıl muâmele ettiğini görmedin mi? Onların (Kâbe-i muazzamayı tahrib etmek şeklindeki) hîlelerini, boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine, sürüler hâlinde kuşlar gönderdi. O kuşların her biri onların üzerine, çamurdan yapılmış ve ateşte pişirilmiş taş atarlardı. Nihâyet Allahü teâlâ onları, güve yemiş ekin yaprağı gibi, yok ediverdi.”
Fil vak’asının vukû bulduğu seneye Araplar Fil Senesi demişlerdir. Bu hâdiseden elli üç gün sonra, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm Mekke’de doğdu.
DEVLETİN ADI |
Fildişi Sâhili Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Abidjan |
NÜFUSU |
12.500.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
320.783 km2 |
RESMİ DİLİ |
Fransızca |
DÎNİ |
İslâmiyet, Hıristiyan (Katolik), Putperest |
PARA BİRİMİ |
Frank |
Gine Körfezinin Kuzeyindeki sâhil devleti. Güneyden Gine Körfezi dolayısıyle Atlas Okyanusu, batıda Liberya ve Gine, kuzeyden Mali ve Yukarı Volta, doğudan Gana ile çevrili, hemen hemen dörtgen biçiminde bir şekle sâhiptir.
Târihi
Mîlâdın ilk yıllarında yerli halkın kurdukları bir krallık vardı. Bu krallıklardan Senufos’ların, Mîlâdın ikinci asrında kurdukları Kong şehri zamanın büyük bir ticâret merkeziydi. Ülkenin kuzey kesimlerinde tuz ve hayvan getirerek satan tüccarlar, buradan fildişi ve kola cevizi satın alırlardı. Ülkeye ilk gelen Avrupalılar Portekizlilerdir. Burayı sömürge yapmaktan ziyâde, ticârî üstler kurmayı tercih eden Portekizliler, Fildişi ticâretinin yoğunluğu sebebiyle buralara Fildişi Sâhili ismini vermişlerdir. Buraya gelen Portekizlileri tâkiben sırasıyla İspanyollar, Hollandalılar, İngilizler ve en son Fransızlar gelmişlerdir. 1887-1889 senelerinde gelen Fransızlar, ülkenin iç kısımlarına ilerliyerek yerleşmişler, kabile reisleriyle çeşitli antlaşmalar yaparak nüfuzlarını artırmışlardır. Daha sonra Fransızlar 1893 senesinde Fildişi Sâhili’ni sömürgeleri arasına kattığını ilân etti. Yüzyıla yakın bir süre ülkeyi sömüren Fransa, İkinci Dünyâ Savaşı sonrası hemen hemen bütün sömürgelerde başlayan milliyetçilik ve bağımsızlık hareketlerinin Fildişi Sâhili halkında da başlamasından tedirgin oldu. Ülke halkının başlattığı mücadele Fransa’nın bütün çabalarına rağmen 1958’de iç işlerinde, 1960 da ise tam bağımsızlığına kavuşmasıyla neticelendi.
Fizikî Yapı
Fildişi Sâhili fizikî yapı olarak yeknesak bir görüntüye sahiptir. Bu yeknesaklık kuzeyden güneye doğru alçalan yayla şekliyle kendisini gösterir. Ortalama yükseklik 350 m olan ülkede bu görüntü batı sınırı civarlarında bozulur. Batı sınırında 1000 m civârında yüksekliğe sâhib olan dağlar bulunur. Buradaki dağlardan Nimba Dağı 1845 m ile ülkenin en yüksek noktasıdır. Akarsular ülkenin ihtiyacına yetecek kadar boldur. Akarsular kuzey-güney istikametinde akarak Gine Körfezine dökülür. Genellikle 800 km civârında uzunluğa sahip olan en önemli dört nehri, Cavally, Sasandra, Bandama ve Comoe’dir. Süratli bir akış hızına sâhib olan nehirler, pekçok yerlerde çağlayanlar meydana getirirler. Bu sebepten de ulaşım için müsâit değildirler. Fakat bâzı bölgelerde tomruk nakliyatında büyük ölçüde istifâde edilir. Kayda değer derecede tabii göle sâhib olmamakla beraber barajları yeter derecededir.
İklim ve Bitki Örtüsü
Fizikî yapıdaki yeknesaklık iklimde de kendini gösterir. Ülke tropikal iklim kuşağındadır. Bölgelere göre çok az farklılıklar arz eder. Güneyde görülen sıcak ve nemli iklim, biri yağışlı, diğeri kurak olmak üzere iki farklı mevsime sahiptir. Ortalama senelik sıcaklığının 22-23°C arasında değiştiği bu bölgede yağış ve ortalaması ise senelik 2300 mm’dir. Kuzeyde nisbeten savan iklimi daha çok kendini göstermektedir. Bu bölgede de iki farklı mevsim görülür. Bunlar; biri kurak, diğeri nemli olan mevsimlerdir. Bu bölgelerde sıcaklık farkı güney bölgelerine nazaran daha fazla olup, yağış ortalaması ise 1500 mm ile daha düşüktür.
Tabiî Kaynakları
Bitki örtüsü ikliminin bir sonucu olarak gür ormanlar, kuzey kesimlerde savanlar şelindedir. Bol kereste üretimi yapılan makbul ve iri gövdeli ağaçlarla kaplıdır. Ülkenin başlıca tabiî zenginlik kaynağını, kereste üretilen bu ağaçlar teşkil etmektedir. Bu tip ağaçlar ve ormanlar kuzeyde yerlerini iri yapraklı ve iri boylu otların kapladığı savanlara bırakırlar. Fildişi Sâhili ormanlarında yaşayan çok çeşitli vahşi hayvan ve kuş türleri vardır. Bunlar leopar, şempanze, hipopotam, timsah, zehirli memba yılanlarının yanısıra, zehirsiz olmasına rağmen tehlikeli olan, boyları 10 m’yi bulan piton yılanları mevcut vahşi hayvan türlerinin başlıcalarıdır. Ülkeye ismini veren filler, eskiden sürüler halinde savanlarda yaşarlardı. Fakat fildişi ticareti bu sürülerin günümüzde yok olmasına sebebiyet vermiştir. Ülkede bulunan çok sayıdaki tabiî olan Milli Parklarda fillere rastlamak mümkündür. Yeraltı zenginlikleri pek fazla değildir. Elmas, manganez, altın, kolombiyum, boksit, demir cevheri ve petrol, ülkedeki bâzı yeraltı kaynaklarındandır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
12.500.000 civârında olan ülke nüfûsu, pekçok farklı etnik gruptan meydana gelmiştir. 60’a yakın etnik gurubun meydana getirdiği nüfûsun tamamını zenci ve siyah halk teşkil eder. Etnik guruplardan en önemli olanları Baoule, Kina-Kouas, Krouen, Manda ve Volta kabileleridir. Etnik grupların en büyüğü Baoule kabilesidir. Ülke kültürüne ve ekonomisine tesiri en fazla olanıdır. Nüfus artış hızı % 2,5’tur. Nüfus yoğunluğu az olup, bölgelere göre anormal farklılıklar göstermez. Güney bölgeleri diğer bölgelere nazaran az bir farklılık gösterir ki, bu fazlalık şeklindedir. Halkın % 42’si şehirlerde, kalanı ise köylerde yaşamaktadır. Köyler genellikle 30-40 evden müteşekkil, 200-300 kişinin ikâmet ettiği yerleşim birimleridir. Ülkede resmi dilin Fransızca olmasına rağmen, bu dil sâdece resmî dâirelerde ve okullarda kullanılır. Halk umumiyetle kendi kabilelerine has bir lehçe ile kendi lisanlarını kullanırlar. Bağımsızlıklarını kazandıktan sonra ülkede eğitim ve öğretime önem verilmiş, her derecedeki okulların sayısı artırılmıştır.
Bu çalışmaların neticesinde ülkede okuma-yazma bilenlerin oranı % 65’e yükseldi. Ülkenin tek üniversitesi başşehri olan Abidjan’dadır. Gençlerden binlercesi yüksek tahsil için yabancı ülkelere gitmektedir. Fildişi Sâhiline çalışmak için Yukarı Volta başta olmak üzere, komşu ülkelerden gelen göçmen işçiler, ülke nüfûsunda önemli bir yer işgal eder. Nüfûsunun % 54’ü Putperest, % 24’ü Müslüman, kalan % 12’si ise Katolik Hıristiyandır. Ülke başşehri olan Abidjan aynı zamandaFildişi Sâhili’nin en büyük şehir ve limanıdır. Ülkenin kültür ve ticaret merkezi de olan Abidjan, tam mânâsıyla bir Avrupa şehri görünümündedir.
Siyâsî Hayat
Başkanlık ve tek parti sistemine dayalı bir Cumhûriyet idaresi bulunan ülkede, yasama yetkisi Millî Meclisindedir. Millî Meclisi 5 yıl için halk tarafından genel oyla seçilen 175 üyeden meydana gelir. Devlet Başkanı aynı zamanda hükümetin de başıdır. Ülkenin ilk Cumhurbaşkanı Felix Houphouvet-Borgny’dir. Ülke, Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve Afrika Birliği Teşkilatı üyesidir.
Ekonomi
Afrika kıtasında, refah seviyesi en üst seviyedeki, gelişmiş sayılan ülkeler arasındadır. Tarım, ormancılık ve madenciliğe dayalı bir ekonomik yapıya sahiptir. Yetiştirdiği tarım ürünlerinden ilk sırayı alan kahve ve kakao üretiminde, dünyâda üçüncü sıradadır. İhraç edebilecek seviyede ürettiği diğer ürünleri pirinç, yerelması, hurmayağı, kauçuk ve şeker kamışıdır. Orman ürünleri, özellikle kereste ihracatı ekonomide çok önemli yer tutar. Ülkenin hemen hemen tamamına yakın bir kısmını kaplayan gür ormanlardaki makbul olan ağaçlardan elde edilen kereste, genellikle Abidjan limanından ihraç edilmektedir.
Mâdenlerinden elmas, manganez, bakır ve demir üretimi önemli seviyededir. Bunlardan ihracatta önemli yer tutan elmastır. Ekonomik gelişmesine yabancı sermaye katkısı yanında nehirlere kurulan barajlar hız katmıştır. Ülkede mevcut olan millî parkların turizm sektörünün gelişmesine büyük faydaları olmuştur. Dünyâda, denizden ısı farkıyla çalışarak elektrik üreten tek hidroelektrik santralıFildişi Sâhili’ndedir.
Sanâyi kesimindeki ilerlemeleri de Afrika ülkelerinin tamamına nazaran ileri seviyededir. Demir-Çelik fabrikaları, kâğıt, çimento, lâstik, dokuma ve şeker fabrikalarının yanında montaj sanâyii mevcuttur. Margarin, sabun, konservecilik gibi tarım ürünlerini işleyen fabrikalara sâhiptir. Ulaşım hususunda bir sıkıntısı olmayan ülkenin, limanları her tonajda geminin yanaşabilmesine müsaittir. En büyük uçakların inebilmesine müsait on şehrinde havaalanı vardır. Kuzey-güney istikametinde ülkeyi kateden demiryollarının uzunluğu 657 km’dir. Fildişi Sâhili, Yukarı Volta, Nijerya, Dahomey ve Togo aralarında gümrük birliği, dış siyâset ve savunma antlaşmaları yapmışlardır.
Alm. Feluke, Schaluppe (f), Fr. Feloque (f), İng.Ship’s boat. Harp, yolcu ve ticâret gemilerinde ekseriyâ tehlikeli durumlarda kullanılan küçük tekne. Kürek veya yelkenle hareket ederler. Geminin matafora denilen kenar demirlerine asılırlar. Gemi güvertesindeki kalastra denilen yerlere oturtulduktan sonra baş veya kıç kısımlarından gerektiğinde kolayca sökülebilen zincirlerle güverteye bağlanırlar. Muhtelif tip ve büyüklükte yapılan filikaların kürekle çalışanları üç çifte filika, beş çifte filika gibi isimler alırlar.
Tehlike durumunda filikayı kısa zamanda denize indirebilmek ve işi bittikten sonra tekrar yerine kaldırabilmek için matafora demirleri denize doğru 35 derece meyilli yapılırlar. Filikanın kolay hareket edebilmesi için, eğik raylar üzerinde kayan tekerlekli kızaklar kullanılır. Filika bu kızakların üzerine yerleştirilerek tesbit edilir.
Her filikanın gemilerdeki gibi kendine has zinciri, demiri, kıyıya yanaştırma matafora düzeni, kıyıya çarpmayı önlemek için usturmaçaları vardır.
DEVLETİN ADI |
Filipinler Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Manila |
NÜFÛSU |
62.400.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
299.681 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Pilidino (Taoaloo) İngilizce |
DÎNİ |
Roma Katolik, İslâmiyet |
PARA BİRİMİ |
Filipin Pesosu |
Asyada bir ada devleti. Büyük Okyanusun batısında, Asya kıtasından 966 km açıkta bulunan Filipinler, “Şark denizinin incisi” olarak tanınır. Asya’daki batı sömürgelerinden istiklâlini kazanan ilk devlettir.
Filipinlerin coğrafî yapısı, millî birliği kurmasını zorlaştırır. Takım adalar 1851 km uzunluğunda ve 1062 km genişliğinde bir alanda, 4° 30’-21°20’ kuzey ve 116° 55’-120° 36’ doğu koordinatlarında yer alır. Doğu ve kuzeydoğuda Filipin Denizi, batı ve kuzeybatıda Güney Çin Denizi güneyde Celebes Denizi ile çevrilidir.
Târihi
Filipinlere, Malaya göçlerini, Hint ve Çinliler tâkip etmiştir. İslâmiyet, 14. yüzyılda Borneolu tüccarlar tarafından buralara girmiştir. İslâmiyeti kabul etmeyenler, kabîleler hâlinde medeniyetten uzak bir hayat sürerken, Müslümanlar bölgenin en medenî devletlerinden birini kurmuşlardı. Magellân, çıktığı Dünyâ seyâhatinde, 1521’de burada öldürüldü. 1542’de bir İspanya seyyahı, Kral İkinci Philip adına buraya Las Felipinos (Philippines) ismini verdi. İspanyollar 1565’ten sonra hızla sömürgeye başladılar. Ancak İspanyol idâresine karşı isyanlar devam etti. 1898 İspanyol-Amerikan Harbi sonucuAmerikalılar, Filipinleri 20.000.000 dolara satın aldılar.
Filipinler, Amerikan yönetiminde fazla kalmadılar. Yavaş yavaş imtiyazlar sağladılar. 1934 yılında kabul edilen bir kânunla, 10 yıl içinde tamâmen bağımsızlığına kavuşmasına karar verildi. 1942 yılında adaların, Japonlar tarafından işgâl edilmesi, direnme hareketlerini komünist HUK hareketi etrâfına itti. Mc. Arthur Japonlarla yaptığı savaşta gâlip geldi ve ada Japonlardan temizlendi. 1946’da Filipinler Cumhûriyeti resmen kuruldu. Marcos 1972 yılında sıkıyönetim îlân edip, ülke idâresine el koydu. 1973 Anayasası ile de geniş yetkilere sâhip oldu. 7 Şubat 1986 devrimlerini hazırladığını iddiâ eden Marcos, aynı ayın sonunda ülkesinden kaçtı. Devlet başkanlığına Aquino (öldürülen muhâlefet liderinin karısı) geçti. Ona karşı 1990 yılına kadar 5 başarısız askerî darbe yapıldı. Filipinli Müslümanların bağımsızlık mücâdelesi devam etmektedir.
Fizikî Yapı
7109 adadan meydana gelen Filipinlerin, adalarından dört bininin henüz ismi yoktur. Çok girintili çıkıntılı kıyılara sâhiptir. Kıyıların uzunluğu ortalama 35.000 kilometredir. Körfezlerinin çoğunluğunda mercan kayalıkları mevcut olduğundan, gemilerin yanaşmasına müsâit değildir. Adalar volkaniktir. Dolayısıyla küçük olmalarına rağmen çok engebelidirler.
Dağlık bölgeler, kayalıklar ve volkanlardan meydana gelir. Mayon Dağı yeryüzündeki susmuş volkanlardan biridir. Dara Dağı (2400 m), Kuzey Luzonda Apa Dağı (2900 m), Mindanaove Carlaon Dağı (2462 m), Negrada’dır. Dünyânın en derin çukuru(11000 m) Mindanao kıyısındadır. Manilada, Loguna de Bay ve Teal Gölü, Mindanao Lanao Gölü vardır. Nehirler yönünden son derece zengin olmasına rağmen, bu nehirler kısadır. En önemli nehirler Luzonda Cagayan, Agna, Pampanua, Pasig ve Bical Mindanao’da Rio Grande ve Agusan nehirleridir. En önemli adalar kuzeyde Luzon, Babuyan, Botan adaları ortada Visayan adaları güneyde Mindanao ve Sulu takım adalarıdır. Filipinlerde geniş düzlükler pek yoktur. En büyük düzlükler Luzon ve Mindanao’dadır. Ovalar Central ve Agusan ovalarından meydana gelir. Cagayan veCotobata vâdileri pirinç üretimi için elverişlidir. En büyük yayla ise Bukidnon’dur (610-914 m).
İklim ve Bitki Örtüsü
Filipin iklimi coğrafik faktörlere göre her bölgede farklıdır. Baguio yüksekliklerinde ılıman iklim, orta Luzon’un alçak ovalarında sıcak ve nemli iklim vardır. Deniz seviyesinde ortalama sıcaklık 26,7°C’dir. Yağmur bol miktarda olup, mevsime ve bölgeye göre değişiklik arz eder. Bir bölge 1020 mm yağmur alırken, başka yerde 5080 mm olabilir. Yağmur daha çok ekim ve nisan ayları arasında düşer. Hint Okyanusu’ndan buharlaşan hava, muson yağmuru olarak gelir. Yaz ve sonbahar mevsimlerinde adalar, güney ve güneydoğudan gelen tayfunlar, Baguios tarafından dökülür. Baguios’da yıllık yağmur, 1080-4320 mm iken, tayfun zamânı 72 saatte 1830 milimetreye ulaşır.
Tabiî Kaynakları
Filipinlerin yaklaşık % 44’ü ormanlıktır. Ama çok azı kerestecilikte kullanılır. Arâzinin % 24’ü bataklıktır. Kıyılar hindistancevizi ağaçlarıyla kaplıdır. Tropik ormanlarda 3000 çeşit ağaç vardır. Ormanların % 75’i, yüksekliği fazla olan 1,5 m çaplı Filipin maunu(Lauan veya Dipterocarpacede) ile kaplıdır. Diğerleri narra, santol, hintkirazı(Mangol), talisau, abanoz legonylı ipil dao ve Mola ağaçlarıdır. Toplam arâzinin % 18’i cogonal veya vahşî otlarla kaplıdır. Cogon veya lalono her türlü arâzide yetişir. Kalın kabuklu olup, boyu 2 m’dir.
Ekilebilir alanın % 2’sini kaplayan muz ağaçlarının 60 çeşidi vardır. Meyve yaygın değildir. En çok atiş dacktruit, star apple ve kalamansi yetişir.
Filipinlerde nâdide çiçekler çoktur. Meselâ orkidenin 1000 çeşidi vardır. En nâdide orkidelerden waling-waling (Vanda sanderiano) ot davao yılda bir kere açar. Millî çiçek ise sampaguita’dır. Yabânî hayvanlar çeşitleri ve miktar bakımından oldukça boldur. Ormanlık bölgelerde yaşayan kuşların 750’den fazla türü olması, Filipinlere ayrı bir özellik kazandırır. Maymun, yarasa, yaban domuzu, büyük kertenkeleler, piton ve zehirli kobra yılanları ülkenin yarısını kaplayan ormanlara vahşî güzellik kazandırır. Bunlardan başka targule denilen bir cins küçük geyik, takarau denilen cüce manda ile yine cüce maymun çeşidi olan Cadi Maki bu ülkeye âid önemli özellik kazandıran hayvanlardır.
Filipinlerde birçok mâden çıkarılır. Ancak petrol kâfi değildir. Önemli mâdenleri: Altın, gümüş, bakır, krom, demir, çinko, kurşun, manganez, alçıtaşı ve kömürdür. Filipinlerin krom kaynakları dünyâda baş sıralardadır. Altında dünyâda sekizinci ve bakır üretiminde ise Asya’da öndedir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Nüfûsu yaklaşık 62.400.000 olan Filipinler, nüfus artış oranı en fazla olan ülkelerdendir. 1900’lü yılların başında 7.000.000 civârında olan nüfûsu, yaklaşık 40 senede % 100 artarak 1937’de 14.000.000’a ulaşmış, bu artış günümüzde şimdiki rakama varmıştır. Nüfus yoğunluğu çok değişiktir. Düzgün bir dağılıma sâhip değildir. Nüfus üç bölgede yoğundur. Kuzeyde Luzon, güneyde Mindanao ve ortada Visayan adaları. Bu durum bölgelerarası irtibatı zorlaştırmakta ve halkın arasında kopukluk olmaktadır.
Nüfûsun çoğunluğu (% 72’si) 20 yaşın altındaki gençlerdir. Çoğunluğunu Malaysia veEndonezyalılar meydana getirir. Çin, Arap ve Avrupalıların sayısı da kayda değerdir. Halkın % 68’i köylerde, genellikle bambudan yapılmış damları palmiye yapraklarıyla kaplı evlerde yaşarlar. Çiftçilik ve balıkçılık halkın çoğunluğunun uğraştığı mesleklerdir. Eğlenceyi seven halkın, pekçok bayram günleri vardır. Halkın temel besin maddeleri pirinç, mısır, balık, patates ve manyoktur. Ülkede en çok konuşulan dil togal denilen yerli dilidir ki, yaklaşık 80 farklı lehçe hâlinde kullanılır. Resmî dili Filipina lisanı olmakla birlikte, İspanyolca ve İngilizce de kullanılır. Nüfûsun % 2’si dinsiz, % 5’i Müslüman, % 93’ü Hıristiyandır. Roma Katoliği toplam nüfûsun % 84’ünü temsil eder.
Başşehri Manila, Lucon Adasındadır. Yine bu adadaki Metro Manila 7.211.753 nüfûsu ile en büyük şehirdir.
Parlamento ve ülkenin en büyük ticâret ve kültür merkezi Metro-Manila’dadır. Okuma-yazma bilenlerin oranı % 88,7 gibi çok yüksek bir rakama sâhiptir.
Filipinler bâzı yönleriyle komşularından farklıdır. Asya’daki yegâne Hıristiyan devlettir ve batı kültürünü kabul etmiştir. Politik kurumları ve yönetim biçimi Amerikan yönetimidir. Filipinliler, esâsında Batılılarca, Avrupalı kabul edilmemekte ve Asyalılarca da şüpheyle karşılanmaktadır. Bu durum bâzan iç huzursuzluğa sebeb olmaktadır.
Siyâsî Hayat
Filipinler 4 Temmuz 1946’da bağımsızlığını kazandıktan sonra, 1972’ye kadar sâkin yaşadı. Başkan Ferdinand Marcos 1972’de sıkıyönetim ilânıyla berâber anayasayı iptâl etti. 1973 Anayasası ile Marcos geniş yetkilere sâhip oldu. 1986 seçimlerine hîle karıştırdı ve sonra kaçtı. Aquino devlet başkanı oldu.
Filipinlerde başbakan güçlüdür. Kabînesini kendi arzusuna göre kurar. Meclis altı ayda bir seçilir. Başbakanın kararlarına 2/3 oy çoğunluğuyla karşı gelinebilir. Filipinler 70 idâre merkezine bölünmüştür. Yönetim sistemi ABD’ninkine benzer. 1000’den fazla Belediye, seçimle gelen başkan ve konsey tarafından idare edilir.
Birleşmiş Milletlerin kurucu unsurlarından olan Filipinler, Milletlerarası politikada aktiftir. 1954’de Güneydoğu Asya Paktı Antlaşması (SEATO) üyesi olmuştur. Çoğu dünyâ meselelerinde ABD yanında yer almaktadır. Asya ülkeleri ile bağlarını kuvvetlendirmek için Asya ve Pasifik Konseyi (ASPAC) ve Güneydoğu Asya Ülkeleri Cemiyeti (ASEAN)ne girmiştir.
Ekonomi
Tarım ve mâdenciliğe dayanan bir ekonomik yapısı vardır, halkın ekseriyeti tarımla uğraşır. Başlıca tarım ürünü pirinçtir. Manila çevresinde sebze ve tropikal meyveler yetişir. Ayrıca şekerkamışı, hindistancevizi yağı, tütün, Manila keneviri ürünleri arasındadır. Hayvancılık manda, inek ve öküze dayanır. Sığır besleyiciliği önemli ölçüde değildir. Buna karşılık domuz çoktur. Mâden kaynakları, altın, gümüş, krom, demir ve manganez ihraç ürünlerindedir.
Hindistancevizi yağı, şeker, tekstil, puro sigara fabrikaları, kimyâ sanâyii, istiklâlini kazanmasından sonra gelişti. Balıkçılık kıyı bölgelerde yapılmaktadır. Tamamı iç tüketime harcandığı gibi, ithal de edilmektedir. Kopra denen hindistancevizi yağı ülke ihrâcâtında önemli bir yer tutar. Bunun yanında şeker, tütün, narenciye ve abaka denilen Manila keneviri ihracatta önemli tarım ürünleridir. Orman ürünlerinden istifâde oldukça fazladır. Dünyâ kereste ihrâcâtçıları arasında ilk altı sıraya giren Filipinlerin en çok ihraç ettiği maun kerestesidir. Kahve, ananas ve kauçuk üretimi de her geçen gün artmaktadır. İhraç ettiği diğer bir bölüm ise mâden ürünleridir. Altın üretiminde dünyâ sekizincisidir. Mâdenleri genellikle işleyerek ihraç eder. İthal ürünleri arasında elektronik âletler, motor, besin maddeleri sırasıyla önem arz eder. Ülkenin fizikî yapısı îcâbı deniz ve hava ulaşımı gelişmiştir. Karayolları ve demiryolları büyük adalarda ihtiyaca yetecek kadardır.
Alm.Palästina n, Fr. Palestine f, İng. Palestine. Kuzeyde Lübnan, güneyde Kızıldeniz, batıda Akdeniz ve doğuda Suriye Çölü ile çevrili, târihi ve eski bir yerleşim merkezi. Bölge, Asya-Afrika yolu üzerinde stratejik bir kavşak noktası olduğundan, eski çağlardan îtibâren istilâ ve göçlere mâruz kalmış ve çeşitli medeniyetlere sahne olmuştur. Filistin’in bilinen târihi M.Ö. 5000 sene öncelere kadar dayanır. İsrail kabilelerinin gelmesinden tam bin sene önce Arap Yarımadasından Kenânîler Filistin’e göç etmişlerdi (M.Ö. 2200 yılları).
Arap olan ve Arapça konuşan Kenânîler, bilâhare bölgeye gelen Sâmi soyundan Amurrular ve Kaldelilerle kaynaştılar. Filistin M.Ö. 1800’den sonra uzun bir süre Hititler ile Mısırlılar arasında nüfuz mücadelesine sahne oldu. Daha sonra Mûsâ aleyhisselâmın yeğeni hazret-i Yûşa döneminde İsrâiloğulları Filistin’e hâkim oldular. Filistin M.Ö. 931’de kuzeyde İsrail ve güneyde Juda (Yahuda) krallıklarına bölündü. M.Ö. 721 Asurlular, M.Ö. 587-586 Babilliler, M.Ö. 583-333 Persler ve M.Ö. 64-M.S. 324 yılları arasında Romalılar Filistin’i ellerinde bulundurdular. 135’te Romalılar Filistin’e Yahûdîlerin girişini yasakladı. Roma İmparatorluğu bölününce Filistin Bizanslıların payına düştü. 614-629 seneleri arasında ise tekrar Perslerin eline geçti.
Hazret-i Ebû Bekr’in halifeliği esnâsında Suriye’nin fethi için büyük bir ordu gönderildi. Filistin fethi için vazifelendirilen bu kuvvetin kumandanlığına, hazret-i Amr İbn-ül Âs tayin edildi. 634’te Gazze ve 636’da Ecnâdin fethedildi. Muhârebeler hazret-i Ömer’in halifeliği zamanında da devam etti. Kudüs’ün fethine vazifeli ordunun kumandanlığına hazret-i Ebû Ubeyde bin Cerrâh tâyin edildi. 637’de Kudüs’ün fethiyle Filistin, Müslümanların hâkimiyeti altına girdi. Bu târihten İsrâil’in kuruluşuna kadar, Filistin, İslâm kültürüyle yoğruldu.
Filistin’e Emevîler, Abbâsîler, Fâtimîler ve Selçuklular hâkim oldular. 1099’da Haçlı Seferleri neticesi Kudüs’te, Hıristiyan Krallığı kuruldu. 1187’de Selâhaddîn Eyyûbî Kudüs’ü yeniden fethederek Hıristiyan zulmünden kurtardı. 1281’de Akka’nın fethiyle Memlûklere bağlanan bölge 1516 senesinde Yavuz Sultan Selim Hanın Mercidabık Zaferiyle Osmanlı topraklarına katıldı. Tam 400 sene Filistin, Osmanlı Devletinin hâkimiyetinde kalmıştır. 8,5 sene içinde Osmanlı Devletini iki misli büyülten Yavuz Sultan Selim Han, çok kuvvetli târih, strateji, siyâset ve taktik bilgisine sâhipti. İslâm ülkelerinin zayıf ve parçalanmış olmasının tehlikesini gören nâdir bir devlet adamıydı. Bir gün İslâm ülkelerinin Hıristiyan veya Yahûdîlerin sömürgesi olmaması için, o devirde en güçlü İslâm devleti olan Osmanlı Devleti etrâfında topladı. Nitekim Osmanlı Devleti yıkılınca bütün İslâm ülkeleri Hıristiyan ülkelerin sömürgesi oldular. Osmanlı Devletinin en büyük hizmeti, Filistin’de Yahûdî Devleti (İsrail’in) kurulmasını 430 sene geciktirmiş olmasıdır. İsrâil yarım asır önce kurulmuş olsaydı, bugün bütün Arap ülkeleri İsrâil işgâlinde olacaktı. Bir asır önce kurulsaydı bütün Müslümanlar imhâ edilmiş ve sapık yollarla İslâmiyetten uzaklaştırılmış olacaktı. Osmanlı Devleti, Yahûdînin, Müslümanları ve İslâmiyeti imhâ plânını engellemiştir.
Osmanlı Devleti, Filistin’i, Kudüs, Gazze ve Nablus olmak üzere Şam Eyâletine bağlı üç sancağa ayırdı. Osmanlı Devleti zayıflamadan önce, Filistin halkı bolluk, refah ve huzur içinde yaşadılar. Osmanlı Devleti zayıflayınca, Filistin’deki sancaklar, eyâlet sonra da bağımsız emirlikler hâline geldiler. 1799 yılında Napolyon Bonapart, Mısır Seferinde, Filistin’in Yafa’ya kadar olan bir bölümünü ele geçirdi. Ancak Cezzâr Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Akka önlerinde Napolyon’u geri püskürttü. Napolyon’un ilk hezîmeti, Türkler karşısında oldu ve bu topraklardan geri çekildi. Bölge bundan sonra 1840 yılına kadar Mısır Vâlisi Mehmed Ali Paşanın idâresi altında kaldı.
İngiltere 19. asrın başlarında Ortadoğu’nun zenginliklerinden faydalanmak, dünyâ hâkimiyetini devâm ettirebilmek ve İslâm ülkelerini bölmek için Filistin’de bir Yahûdî Devleti kurulması ve bunun için dünyâ Yahûdîlerini bir bayrak altında toplama fikrini otaya attı. Bu fikir, Avrupa, Amerika ve Rusya’da hızla yayıldı. İngiltere’de İngiliz Hükûmeti ve Yahûdîler Sir Herry Finch isimli bir avukata Callign of the Jews isimli kitap yazdırdılar. Bu kitapta Filistin’de bir Yahûdî Devleti kurulması fikri savunularak kamuoyu meydana getirildi.
Musos Haim Montefiore isimli bir İtalyan Yahûdîsi Londra’da büyük bir servet edinmişti. Filistin’de Yahûdî Devleti kurma fikrine uyarak, 1824’te Filistin’e göç etti ve 1837 senesine kadar Filistin’de kaldı. Bu târihte Filistin’de 8000 Yahûdî bulunuyordu. Bu kadar az kişi ile devlet kurulamayacağını anlayınca Londra’ya döndü. 1837 târihinde bastırdığı bir kitapla Filistin’in zirâate elverişli olduğunu ve Yahûdîlerin Filistin’e göçünü teşvik etti. İngiltere hükûmeti, bir tamimle Filistin’deki İngiliz konsolosluklarını, Yahûdîleri himâyeye memur etti. 1862’de Hess isimli bir Alman Yahûdîsi, Roma ve Kudüs isimli kitabında; Yahûdî davâsının ortaya atılacağı ve emellerinin tahakkuk edeceği günün yaklaştığı, her ne bahasına olursa olsun Filistin’de bir Yahûdî Devleti kurulacağını, Fransa’nın bu işte yardımcı olacağını, Fransız ihtilâlinin bu maksatla yapıldığını yazdı.
Hess’in eserine cevap veren Fransız muharriri Ernest Laharn, kurulacak Yahûdî Devletinin sınırlarının dar olmayacağını söyledi. 1878’de Rusya’da Yahûdî talebeler muhtelif cemiyetler kurdular. Hayfa yakınlarında iki bin dönüm arâzi alınarak, Mikfeh İsrael adıyla bir zirâat okulu kuruldu. Rusya’da siyonizmi sevenler cemiyeti kuruldu. Filistin’e Yahûdîlerin göçünü teşvik ettiler. Yine bu gâyeyle kurulan “Bilu” ve “Hovevei Ziyon” gibi faal cemiyetler, 1881’de Çar İkinci Aleksandr öldürüldükten sonra, faaliyetlerini daha da arttırdılar. Filistin’de birçok koloni kurdular.
1884 yılında Silezya’nın Kattowitz şehrinde ilk “Yahûdî Millî Kongresi” toplandı. Kongre başkanlığını Rus Yahûdîsi Leon Pinsker yaptı. 1891 de Rusya’dan Kudüs’e gelen El-Leze Ben Yehuda, Yahûdî lisanının kaybolmaması için,İbrânice lügat neşretti.Alman Yahûdîsi Hırsch, Yahûdî Devletinin Arjantin’de kurulması fikrini ileri sürdü. Yahûdî muharrir Shmaryahu Levin Youth in Revolt eseri ile Yahûdî Devletinin Arjantin’de kurulma fikrinin Yahûdî dâvâsına ihânet olduğunu söyledi. 1896’da Avusturyalı gazeteci Yahûdî Theodor Hertzel The Jewish State(Yahûdî Devleti) isimli bir kitap yazdı. Bu kitap siyonizmin kuruluşunu temin etti. 1897’de Dünyâ Siyonist Teşkilâtı kuruldu. 1897’ye kadar Yahûdîlerin, Filistin’de toplanması ve Yahûdî Devleti kurulması bir fikir iken, 1897’de hedef oldu.
Siyonizmin hedefini gerçekleştirmek için ticârî bir şirket kuruldu.Çok uluslu şirketler böylece ortaya çıktı. 1897’de İsviçre’de Basel şehrinde ilk siyonist kongresi Dr.Theodor Hertzel başkanlığında 200 delege ile toplandı ve bu kongrede mühim kararlar alındı.İkinci siyonist kongre 1898’de yine Basel’de toplandı. İki milyon sterlin sermâyeli “Karen Kaymet” adlı bir vezne vâsıtasıyla Filistin’de, Yahûdî kolonileri teşkiline karar verildi.NormanBertwich isimli bir Yahûdî, İsrâilResurgent isimli kitabında, Filistin’de Yahûdî Devletinin İngilizlerin siyâsî ve mâlî yardımı ile inşâ edildiğini îtiraf etmektedir.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han siyonizm tehlikesini çok iyi gören devlet adamıdır.Osmanlı tahtına çıkınca ilk icraatı, Filistin’in bütün topraklarını sarayın (Osmanlı Hânedanının) mülkü hâline getirmek olmuştur. Böylece Filistin’de toprak satışı kesin olarak önlendi.Ayrıca Filisti’ne 33 senelik saltanatı esnâsında tek bir Yahûdînin girmesine izin vermedi.Siyonizm teşkilâtının lideri Dr.Theodor Hertzel birçok defâ saraya ve Bâbıâli’ye mektup yazdı.İngiltere’nin aracılığı ile TheodorHertzel ve Haham Moşe Levi, SultanAbdülhamîdHan ile görüştüler. Dr.Theodor Hertzel,Sultanİkinci Abdülhamîd Hana şu teklifleri sundu. Filistin’de altın para karşılığı toprak sattığı takdirde:
1.Yahûdîler Osmanlı Devletinin bütün borçlarını ödeyecekler.
2.Osmanlı Devletine büyük mâlî yardımda bulunacaklar.
3.SultanAbdülhamîd Hanın siyâsetini Avrupa’da destekleyecekler.
4.Yahûdîler, Osmanlı Devletinde inşâ edilecek savaş üslerinin parasını ödeyecekler.
5.SultanAbdülhamîd Hana şahsı için büyük servet verecekler.
6. Filistin’de kurulacak büyük üniversitede aynı zamanda Türk talebeleri de okuyacak. Tahsil için Avrupa’ya gitmeye lüzum kalmayacak.
Tahsin Paşanın hâtıralarına göre,Sultan Abdülhamîd Han bu teklifler karşısında çok hiddetlendi ve yüksek sesle bağırarak:“Dünyânın bütün devletleri ayağıma gelse ve bütün hazînelerini kucağıma dökseler, size siyonistlik adına bir karış yer vermem. Ecdâdımızın ve milletimizin kanıyla elde edilen bir vatan, para ile satılamaz. Derhal burasını terk edin. Defolun!” demiştir. Bu teşebbüsün arkasında İngiltere ve meşhur banker Yahûdî asıllı Roçide bulunuyordu. 1909’da İkinci Meşrutiyet döneminde teşkil olunan Osmanlı hükûmetinde üç Yahûdî veya dönme bakan (mâliye, ticâret ve zirâat ile nâfia bakanlıkları) bulunuyordu.İttihat ve Terakki, azınlıkların da toprak satın alabileceğine dâir kânun çıkarttı. İttihat ve Terakki’nin ihânetlerinden biri de bu idi.Yahûdîler geniş topraklar alarak üzerlerine tapuladılar. SultanAbdülhamîd Hanın şahsî (Hânedan) arâzisi kasten ve yok pahasına Yahûdîlere satıldı. Birinci Dünyâ Harbinden önce İngiltere ve Fransa, Yahûdilere teminat verdi.Osmanlı Devleti yıkılacak ve Filistin’de Yahûdî Devleti kurulacaktı. İngiliz ve Fransızlar arasında Mayıs 1916’da imzâlanan “Sykes Picot” gizli anlaşmasına göre:
1.Irak ve Şark’ül-Ürdün İngiltere’ye bırakılacak.
2.Suriye ve Lübnan Fransa’ya bırakılacak.
3. Filistin’de önce beynelmilel bir idâre, bilâhâre yahûdî devleti kurulacak.
4.Hayfa İngiltere,İskenderun Fransa’ya âit birer serbest liman olarak kalacak.
2Kasım 1917’de İngiliz bakanlarındanLord-Belfour bir beyannâme neşretti. Bu beyannâmeyle Yahûdî Devleti kurulması vâdedildi.Vaat şöyledir:“Kral hazretlerinin hükûmeti, Filistin’de Yahûdîlere millî bir vatan tesisine muhakkak nazariyle bakıyor. Bu gâyenin tahakkuku için büyük bir potansiyel harcayacaktır.” Belfour vaadi, kânûnî mesnetten mahrum olup,Devletler hukûku kâidelerine aykırıydı. Târih boyunca buna benzer bir vak’a olmamıştır. İttihat ve Terakki liderlerinin bir emri vâkisi ile Osmanlı Devleti 1914’te Birinci Dünyâ Harbine katıldı. Osmanlı Devletinin Birinci Dünyâ Harbine katılması ile bu bölgede “Sina Cephesi” açıldı. Osmanlı toprakları ve Ortadoğu’da emelleri bulunan İngilizler,Mısır’ı işgâl edip üs olarak kullandılar.Osmanlı ordusunun 160.000 kişilik bir kısmı Alman GeneralLiman Von Sanders komutasında,Kanal Harekâtı ile 1915 Şubatında taarruz etti. Fakat başarılı olunamadı. El-Ariş’e çekildiler. 1916 Ağustosundaki ikinci taarruz da sonuç vermeyince İngilizler, Filistin ve Suriye’yi işgal için harekâtı hızlandırdılar. İngilizler 6 Ekim 1917’de Gazze’yi, 10 Aralık 1917’de Kudüs’ü işgal ettiler. 30Eylül 1918’de İngilizler Şam’a, FransızlarBeyrut’a girdiler. 29 Ekim 1918’de ateşkes anlaşması imzâlandı ve Mezopotamya’daki Türk cephesi düştü. Yahûdîler,Belfour vaadi ile sanki müstakil bir devletmişler gibi, hemen siyon ordusu kurdular. 11 Aralık 1917’de Kudüs’e giren İngiliz kuvvetleri komutanı Alenby, berâberinde Yahûdî (Siyon) kuvvetlerini de Küdüs’e soktu. 1920 Sanremo toplantısında İngiltere, Fransa ve İtalya delegeleri; Filistin, Suriye, Irak ve Lübnan’ın İngiltere ve Fransa arasında paylaşılmasına ve buralarda manda idâresi kurulmasına karar verdiler.
Târih kitaplarında Birinci Dünyâ Harbinin hakîkî ve zâhiri sebepleri olarak çok şeyler söylenmiştir. Fakat gerçek sebep Osmanlı Devletini yıkmak ve Yahûdî devleti kurmaktır. Filistin’i işgâl eden İngilizler derhal askerî idâre îlân ettiler. Belfour vaadi ve plânını tatbike koyuldular:
1. Filistin’e Yahûdî muhâcereti (göçü) teşvik edildi.
2.Yahûdîlerin toprak sâhibi olmaları sağlandı.
3. Yahûdîlerin silâh taşımalarına müsâade edildi.
4.Yahûdîlerin kültür teşkilatları adı altında ileri toplulukları kurulması sağlandı.
5.Sivil idâre için 30 Haziran 1920’de Herbert Samuel isminde aşırı bir siyonist ve skomiser tâyin ettiler.
6. 6 Temmuz 1921’de İngiltere’nin Filistinde’ki hâkimiyetinin devamlı olacağı îlân edildi.
7. 24 Temmuz 1922’de Cemiyeti Akvam, bu kararı tasdik etti.
8. 24 Temmuz 1922’de Londra’da; İngiltere, Fransa ve İtalya Filistin’deki manda şartları ile Yahûdî Devletinin kurulma hazırlıklarını tesbit ettiler. Yahûdî Devleti (İsrâil’in) temeli bu anlaşmayla atıldı.
9. Filistin Suriye’den ayrıldı.
10.Yahûdîlerin sayısı artmaya başladı. 1919’da Filistin’de, Arapların sayısı, Yahûdîlerin 16 misliydi. 1922’de 600.000 Araba karşılık 80.000 Yahûdî bulunuyordu. 1947’de ise Yahûdî sayısı ile Arap sayısı eşit duruma geldi. Filistinli Müslümanlar tehlikeyi geç de olsa anladılar. Filistin’de Yahûdî Devleti kurulmakta olduğunu görebildiler. 1929’da Kudüs’te, Araplar ile Yahûdîler arasında 15 gün süren kanlı çarpışmalar oldu. Yahûdîlerden 135 kişi öldü. İngilizler, Filistin’e Yahûdî göçünü hızlandırırken, bu arada Yahûdîleri silahlandırdılar. Yahûdî göçü, 1932’den sonra hızlandı ve Hitler’in Almanya’da iktidara gelişi ve Yahûdî aleyhtarı politika tâkibiyle Yahûdîlerin Filistin’e göçleri aşırı derecede arttı.
1936’da Filistinli Arap emirleri toplanarak, Filistin millî hareketini sevk ve idâre etmek için bir heyet teşkil ettiler. Bu heyet seferberlik îlân etti. Filistinli Arap fedâî ve gönüllüleri ile diğer Arap ülkelerinden gelen gönüllülerle beraber Filistinli Müslüman sivil halk, İngiliz idâresine ve Yahûdîlere karşı isyân ettiler. Bu isyân 6 ay devâm etti. İngilizler, S.Arabistan ve bâzı Arap emirlerini arabulucu olarak kullanarak, bu isyânı 9 Ekim 1936’da durdurdular. İsyânın durması Yahûdîlerin işine yaradı.
İkinci Dünyâ Harbi, Filistin’de Yahûdî Devletinin kurulması için gerekli şartları hazırlamak maksadıyla siyonizm emrindeki beynelmilel teşkilatlarca çıkartıldı. İktidara gelmesi için Hitlere muazzam mâlî yardımda bulunan finansman teşkilâtları da Yahûdîlere âittir. İngiltere, 17 Mart 1939’da neşrettiği Beyaz Kitap’ta Filistinli Araplara vâdettiği sözlerden geri döndü. İkinci Dünyâ Harbi müttefiklerin gâlibiyetiyle bitti. İngilizlerin Filistin’i Yahûdîlere hediye etmesine artık hiçbir mâni kalmamıştı. 16 Mart 1944’te ABD başkanı Rosvelt (Yahûdî asıllı) Filistin’de Yahûdî Devleti kurulması dâvâsını desteklediğini ve Filistin kapılarının Yahûdîlere açılmasından zevk duyacağını söyledi. Filistin’de tekrar kanlı çatışmalar ve sabotajlar başladı. 1945’te Arap Birliği kuruldu. Stalin, İsrail’in kurulması için Yahûdîlere, silah ve mâlî yardım ve siyasî destekte bulundu. Henri Sloves’in Fransa’da neşrettiği Rusya’daki Yahûdî Devleti kitabına göre, 1928 senesinde Rusya Devlet Başkanı Mikahil Kali’nin imzâsı ile çıkan bir kararnâme ile Rusya-Kızıl Çin sınırı arasında Yahûdî Devleti kuruldu. Yahûdiler buraya göç etmeyince, 29 Ağustos 1936’da Politbüro, Filistin’de Yahûdî Devleti kurulması için karar verdi.
İngiltere, Filistin meselesini Birleşmiş Milletlere getirdi. 28 Nisan 1947’de Birleşmiş Milletler 11 kişilik heyet seçti. Bu heyet Filistin için bir karar sûreti hazırlayacaktı. Bir netîceye varamadılar. Ekim ve Kasım 1947’de Birleşmiş Milletler devamlı Filistin meselesi ile uğraştı. 29 Kasım 1947’de ABD’nin baskısı ve 25 oyla Filistin’in Arap ve Yahûdîler arasında taksimine karar verdi. 13 devlet aleyhte ve 17 devlet çekimser oy verdi. Taksim kararı Arap ülkelerinde infiale sebeb oldu. Hayfa, Yafa ve Kudüs başta olmak üzere birçok yerde çarpışmalar oldu. İngilizler Filistin manda idârisini kaldırıp, yerlerini Yahûdîlere terk ederek, süratle Filistin’den çekildiler.
Araplar ile Yahûdîler arasında savaş başladı. İngilizlerin Filistin’i terk edişlerinin ertesi günü, 14 Mayıs 1948’de Yahûdîler, İsrâil’in kuruluşunu îlân ettiler. 11 dakika sonra ABD ve 2 saat sonra Rusya İsrâil’i resmen tanıdı. 15 Mayıs 1948 günü Mısır, Lübnan, Suriye, Irak,Ürdün,S.Arabistan ve Yemen İsrâil’e harp îlân edip taarruza geçti. Filistin’e girdiler ve Filistin’in çoğunu ele geçirdiler.İngiltere,ABDve Rusya duruma müdâhale ederek, 9 Temmuz 1948’de Araplar ve Yahûdîler arasında mütâreke imzâlamasını temin ettiler.Aslında bu mütâreke bir hîle olup, Yahûdîye zaman kazandırmak içindi. Nitekim İngiltere ve ABD, İsrâil’e silah yığdılar.ABD ve İngiltere’den İkinci Dünyâ Harbine katılmış Yahûdî asıllı ABD ve İngiltere vatandaşı Yahûdîler, İsrâil’e acele geldiler. Filistin’de Araplar lehine olan denge, bu mütâreke ile İsrâil lehine çevrildi.İsrâil mütârekeyi bozdu. Birinci Arap-İsrâil Savaşında İsrâil’in nüfûsu 650 bin idi.Savaş İsrâil aleyhine netîcelenmesine rağmen, ABD, Rusya ve İngiltere’nin baskısı ile 24 Şubat 1949’da Mısır’la, Mart 1949’da Lübnan ve Ürdün’le, Temmuz 1949’da Suriye ile mütâreke imzâlandı. Birleşmiş Milletler, Arap, İsrâil ihtilafı için arabulucu olarak Kont Bernadot’u tâyin etti.Kont Bernadot, siyonizm hesâbına çalışmayı reddedince, Yahûdîler bir suikastla Kont Bernadot’u öldürdüler.
11 Mayıs 1949’da Birleşmiş Milletler, 1 oy farkı ile İsrâil’i Birleşmiş Milletlere üye kabul etti. 1949’da Birleşmiş Milletler karma komisyonu, Gazze’yi Mısır’a bırakıp, Filistin’i İsrâil ile Ürdün arasında taksim etti.Kudüs de ikisi arasında taksim edildi. İkinci Arap-İsrâil Savaşı, 19 Ekim 1956’da oldu. İngiltere, Fransa ve İsrâil, Mısır’a savaş îlân ederek Süveyş Kanalı bölgesine müdâhale ettiler. Fırsattan istifâde eden İsrâil,Sina Yarımadasını işgâle başladı. 6Kasım 1956BirleşmişMilletler çağrısına uyarak ateş kesildi. Sina Yarımadasına Birleşmiş Milletler Barış Gücü askeri yerleştirildi. 1964 yılında Filistinli Mülteciler tarafından Filistin millî varlığını devam ettirmeyi gâye edinen Filistin Kurtuluş Teşkilâtı (FKÖ) kuruldu. Ahmed Şukayri teşkilâtın başına getirildiyse de aşırı muhâlefet sebebiyle 1967’de istifâ etti.Üçüncü Arap-İsrâil Savaşı, 5 Haziran 1967’de sabahın ilk saatlerinde Mısır askerî hava üslerine baskın şeklinde İsrâil taarruzu ile başladı. 6 gün süren savaşta, Sina Yarımadası-Gazze,Batı Şeria,GolanTepeleri ve Kudüs’ün tamâmı İsrâil’in eline geçti.İsrâil bu baskın ve taarruza 16 senede hazırlandı.İsrâil’in ilk başbakanı Ben Gerion bir konuşmasında:
“Filistin’in bugün elimizdeki haritası, İngilizler tarafından çizilmiştir. Yahûdî milletinin bir diğer haritası daha vardır ve bu haritada bizim hudutlarımız Nil Nehrinden Fırat doğusuna kadar uzanır. Bu hedefi, istikbaldeki genç nesillerimiz gerçekleştirecektir.” demiştir.
Bu arada Filistinliler değişik teşkilâtlar kurarak mücâdelelerini hızlandırdılar. Yaser Arafat başkanlığında koyu milliyetçi fakat Mao’nun halk savaşı taktiğini benimsemiş El-Fetih Teşkilâtı; Dr.George Habbaş başkanlığında Marksist-Leninist ideolojiye sâhip, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi;Ürdünlü Hıristiyan Naif Havatmen liderliğinde koyu Marksist Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi;Irak Baas sempatizanı olan Abdül vehhab Kayalı liderliğinde Arap Kurtuluş Cephesi; Suriye taraftarı El-Saika; Filistin Genel Yönetimi Halk Kurtuluş Cephesi ile Filistin Silahlı Mücâdele Komutanlığı gibi 7 büyük ve birçok küçük teşkilât kuruldu. 1969’da bu teşkilâtlar, El-Fetih lideri Yaser Arafat etrafında Filistin Kurtuluş Teşkilâtı olarak birleşti.Yaser Arafat,Birleşmiş Milletlerce ve pekçok ülke tarafından Filistinlilerin kânûnî temsilcisi kabul edildi.
Birleşmiş Milletler,İsrâil’in 1967’de işgâl ettiği toprakları terk etmesi için karar aldı. İsrâil bu karara uymayınca Filistinli gerillalar uçak kaçırma, sabotaj ve suikastler düzenlediler. Böylece dünyâ kamuoyunun dikkatini çekmek istediler. 23 Temmuz 1970’te ABD bölge devletlerine meselelerin halli için üç aylık bir ateşkesi ön gören “Roger Plânı”nı sundu. Bu plânı Ürdün,Sudan ve Lübnan kabul etti.Irak, Sûriye,Cezâyir ve Filistin Kurtuluş Teşkilâtı bu plânı reddetti. Arafat ateşkesi reddederek bütün Filistin kurtuluncaya kadar savaşılacağını bildirdi.
Ürdün Emîri Hüseyin, Filistinli gerillaların Ürdün’de karışıklık çıkarması üzerine bunları kontrol altına almaya çalıştı, askerî hükûmet kurdu. Ürdün’de iç savaş başladı. Filistinli gerillaların çağrısı üzerine Suriye tank birlikleri Ürdün’e girdi (17 Eylül 1970).Arap ülkelerinin ve ABD’nin teşebbüsleriyle Suriye birlikleri Ürdün’den çıktılar. 25 Eylül 1970’te Emir Hüseyin ile Arafat arasında ateşkes anlaşması yapıldı. 28 Eylül 1970’te Kâhire’de 8 Arap Devletinin arabuluculuğuyla anlaşmaya varıldı.
Dördüncü Arap-İsrâil Savaşına (6-22 Ekim 1973) Mısırlılar Ramazan Savaşı, Yahûdîler ise Yom Kiyyur Savaşı derler.Mısır, baskın ile Sina Yarımadasına girerek ilerledi.Camp David ile Mısır,Sina Yarımadasının tamâmını geri aldı. Bu savaşta Enver Sedat’ın hizmeti büyüktür. 1974’te 14 milyon olan dünyâ Yahûdî nüfûsunun % 50’si İsrâil’de idi. 1974’te 3 milyon olan Filistin halkı,340 bini İsrâil’de olmak üzere, 14 ülkeye dağılmıştır. Bu topraklara târih boyunca Yahûdîler sâdece 150 sene (M.Ö. 1075-926) hâkim olmuşlardır.Halbuki Türkler(1517-1918) arasında 401 sene hâkim olmuşlardır. 1976 senesinde Lübnan’da üstünlük Filistinli gerillaların eline geçince İsrâil ile Suriye Devlet Başkanı Esat anlaştılar.
Suriye ordusu“Arap Barış Gücü” adı altında İsrâil, Fransa, Rusya ve ABD’nin teşvik ve izniyle Lübnan’a girdi.Suriye ordusu Hıristiyan Flanjistlerle işbirliği yaparak Lübnan’daki mühim Filistin kamplarını yerle bir etti.Lübnan’ın güneyindeki Filistinli gerillalar İsrâil sınırına yakın İsrâil yerleşim merkezlerini top ve füze atışlarıyla tâciz ediyorlar, bâzan da, İsrâil içlerine sızarak sobataj ve baskınlar yapıyorlardı.İsrâil, 1980 Haziranında Güney Lübnan’ı işgâl ederek Beyrut’a dayandı. Şehir muhârebesine alışmış Filistinli gerillalar karşısında hezîmete düşeceğini anlayan İsrâil, aylarca Batı Beyrut’u bombaladı.Sivil halktan ölenlerin sayısı çok fazla olunca,Yaser Arafat ve Filistinli gerillalar Batı Beyrut’u terk ettiler. Böylece Güney Lübnan ile Batı Beyrut’ta Filistinliler kalmamış oldu. Suriye ve Lübnan, Trablusşam’daki Filistin gerillaları, Arafat taraftarı ve Arafat muhâlifi olarak böldüler.Arafat taraftarı gerillalar,Trablusşam’ı terk etmek zorunda kaldılar. Böylece İsrâil adına Lübnan Filistinlilerden boşaltıldı. ABDBaşkanı Reagan, bir Ortadoğu Plânı sundu. Bu plâna göre; Ürdün ile Batı Şeria’nın federasyonu ön görülüyor ve Filistin Devleti kuruluyordu. Bu plâna,İsrâil ve Arap ülkeleri îtiraz ettiler. Filistin meselesinin halli için Fas’ın Fes şehrinde toplanan Arap Birliği, Suudi Arabistan veliaht prensi Fahd bin Abdülaziz’in hazırlayıp sunduğu plânı bazı değişikliklerle Fes Plânı adıyla kabul etti (1982).
6Aralık 1987’den bu yana Filistinliler taş ve sopalarla İsrâil işgâline direnmektedir. 15 Kasım 1988’de Filistin Millî Konseyinin Cezâyir’de “Club Despins” (ÇamlarKulübü)te yapılan 19. olağanüstü toplantısında “Bağımsızlık Bildirisi” kabul edilerek saat 02.30’da “Filistin Devleti” kuruldu.
2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgali ve bilâhare ilhakıyla başlayan körfez krizi ve savaşında Filistin’in Irak’ı desteklemesiyle Yaser Arafat Arap ülkelerinin çoğunda ve dünyâ siyâset platformunda prestij kaybetti.Kuveyt ve diğer körfez ülkeleri S.Arabistan’daki Filistinlilere mâlî yardımı kestiler. Filistinliler önemli maddî destek kaybettiler. Körfez Savaşı ve devam eden karışıklıklarda 6 Aralık 1987’den 2 Ağustos 1990’a kadar devam eden ve dünyâ kamuoyunun bir numaralı gündemi olan Filistinlilerin direniş hareketi unutuldu. Körfez Savaşı ve Irak’ın hatâsıyla İsrail’in durumu çok güçlendi. Filistin meselesi Körfez Krizi Savaşıyla ağır darbe yedi.