ESTERGON’UN FETHİ

10 Ağustos 1543’te Macar Krallığının en önemli şehrinin Osmanlılar tarafından zabtı.

Estergon şehri Budin’in 45 km kuzeybatısında, Tuna kıyısında Vaç dirseğinin kuzeyinde yer almaktadır. Onuncu yüzyılın sonlarında Hıristiyanlığı benimseyen Macar Krallığının başkenti oldu (996). Dördüncü Kral Bela 12. yüzyılın ortalarında başkenti Budin’e taşıdı ise de şehir dînî merkez olma hüviyetini devam ettirdi. Taç giyme merasimleri yine burada yapıldı. Estergon’u ilk fetheden Osmanlı hükümdârı, Kânûnî Sultan Süleyman Handır. Budin’i fethettikten sonra 1529’da Viyana’yı kuşatmak üzere Avrupa’ya hareket eden pâdişah, Semendire Sancakbeyi Yahyâ Paşazâde Mehmed Beye öncü birlikleriyle ilerlemesini söyledi. Mehmed Bey ve emrindeki kuvvetler, yolları üzerindeki Estergon Kalesini kuşattılar. Kale müdâfîleri karşılarındaOsmanlı askerini görünce, silâh atmaksızın kaleyi teslim ettilerse de bu hâl kısa sürdü ve 1531’de elimizden çıktı.

Estergon’un kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine girmesi, Kânûnî Sultan Süleyman Hanın, 1543’te Avrupa’ya yaptığı Estergon Sefer-i Hümâyûnu adıyla meşhur onuncu seferinde gerçekleşti.

Kânûnî Sultan Süleymân Han, Estergon’un fethi için muhteşem ordusu ile 1543 yılı Nisan ayının sonlarında Edirne’den yola çıktı ve Temmuz sonlarında Estergon’a geldi. 29 Temmuz’da kaleyi muhâsara etti. Avusturyalılar, Budin’i kaybettikten sonra Estergon’a önem vermişler, büyük ölçüde tahkim etmişlerdi. Sultan, bu pek muhkem olan kaleye fetihten önce, sünnet-i şerîfe uyarak bir elçi heyeti göndermiş, onları İslâma dâvet etmişti. Teklifi reddedilince cizye vermelerini, yoksa kan döküleceğini bildirdi. Bu teklifin de reddedilmesi üzerine muhhasara başladı. 6 Ağustostan sonra daha da şiddetlendi. On iki günlük bir kuşatmadan sonra düşman emân dileyerek 10 Ağustos 1543’te teslim oldu. Câmiye çevrilen büyük kilisede ilk Cumâ namazını kılan Sultan, kaleyi yeniden tahkim ettirdi. Estergon’u sancakbeyliği hâline getirerek, Budin Beylerbeyliğine bağladı. Bundan sonraki târihlerdeEstergon, serhat kalelerimizin en mühimlerinden olmuştur. 140 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalan Estergon şehri, 1683 Avusturya Savaşı sırasında kesin olarak kaybedildi.

ESTONYA

DEVLETİN ADI

Estonya Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ

Tallinn

NÜFÛSU

1.600.000

YÜZÖLÇÜMÜ

45.100 km2

RESMÎDİLİ

Estonca

DÎNİ

Hıristiyanlık

PARABİRİMİ

Ruble

Baltık Denizi kıyısında yer alan bir Avrupa devleti. Kuzeyinde Finlandiya Körfezi, doğusunda Rusya Federasyonu, güneyinde Letonya, batısında Baltık Denizi yer alır. Ülke toprakları ana kara kısmının yanında 800 kadar ada ve adacıktan meydana gelir.

Târihi

Bölgenin yerleşik halkı olan Estler, Baltık kıyısına M.Ö. 3000 yıllarında gelip yerleştiler. Ticâretle uğraşarak geçimlerini temin ettiler. M.S. 9. asırda Vikingler Estonya topraklarını yağmaladılar. Estler 11. asrın ortalarından 13. asrın ortalarına kadar Danimarka ve İsveç topraklarına sık sık akınlar düzenlediler. 1219-1222 seneleri arasında Danimarka Kralı İkinci Baldemar, Estonya’nın kuzey topraklarını ele geçirdi. Estonya topraklarının geri kalan kısmı 1290 senesinde Germenlerin eline geçti. 1343’te Kuzey Estonya Danimarka’nın hâkimiyetinden kurtuldu ise de kısa süre sonra Livonya şövalyelerinin eline geçti. Daha sonra kurulan Livonya Federasyonuna dâhil oldu. Rusya ile olan savaşlar neticesinde konfederasyon dağıldı. Estonya İsveç’in hâkimiyeti altına girdi.

Büyük Kuzey savaşları neticesinde Çar Birinci Petro, Estonya’yı ele geçirdi (1700-1721). Bu târihten îtibâren Rusya’nın hâkimiyeti altında kaldı. Rusya’daki 1905 devrimi Estonya’da büyük yankılar uyandırdı. Devrim askerî ordu tarafından bastırıldı ve devrimcilerin büyük kısmı Sibriya’ya sürgün edildi.

Rusya’da Çarlık döneminin 1917 Şubatında yıkılması üzerine Estonya kısa bir süre bağımsızlığını kazandı. Rusya hükümeti 12 Nisanda Estonya illerinin birleşmesine izin verdi. Aynı senenin Haziran ayında EstonyaMillî Konseyi için seçimler yapıldı. Ekim Devriminden sonra Estonya Millî Konseyi Rusya’dan ayrılma kararı almasına rağmen Bolşevikler Estonya’da bir Sovyet hükûmeti kurdular. Barış antlaşması imzâlamadan Rusya Birinci Dünyâ Savaşından çekilince, Almanlar Estonya’ya girdi. Komünistler Estonya’yı terk edince 24 Şubat 1918’de Estonya Millî Konseyi bağımsızlığını îlân etmesine rağmen, ertesi gün başkent Tallinn Almanlar tarafından işgâl edildi. 11 Kasım 1918’de Almanya silâhları bırakınca Estonya geçici hükûmeti yeniden yönetimi ele aldı.

Baltık ülkelerini tekrar ele geçirmek için Rusya 1918 Kasımında harekete geçerek Estonya topraklarının dörtte üçünü işgâl etti. Müttefiklerden yardım alan Finlandiya’dan gönüllü asker sağlayan Estonyalılar Bolşevik ordularını durdurdular. Ocak 1919’da karşı saldırıyla Kızılordu’yu Estonya topraklarından çıkardılar. Rusya 2 Şubat 1920’de Baltık Devletlerinin bağımsızlığını tanıdı. Estonya 1921’de Milletler Cemiyetine üye oldu. Estonya’da çok sayıda parti bulunması istikrarlı hükümetlerin kurulmasına mâni oldu ve iç karışıklık 1939’a kadar devam etti. Alman ordularının 14 Haziran 1940’ta Paris’i işgâl etmeleri üzerine Stalin, Baltık devletlerinden, topraklarında daha fazla Sovyet askeri üslenmesini istedi. Aynı senenin Temmuz ayında yapılan seçimlere sâdece Sovyetler Birliğinin desteklediği adaylar katıldı. Seçimler sonrası kurulan Estonya hükümeti ve parlamentosu Sovyetler Birliğine katılma kararı aldı. SSCB Yüksek Sovyeti, bu isteği onayladı ve Sovyetler Birliğinin cumhûriyetleri arasına girdi. İkinci Dünyâ Harbi sırasında Almanya’nın işgâline uğrayan Estonya’da 200.000’e yakın insan öldü. Savaşın ardından bölgeye hâkim olan Sovyet hükümeti çok sayıda Estonyalıyı sürgün etti. Sosyalist rejim yeniden kurulunca, Estonya da 1951’e kadar gerilla harbi devam etti. 1951’den sonra iç karışıklıklara kesin olarak son verildi ve Sovyetler Birliği tamâmen Estonya’da hâkimiyeti ele geçirdi.

Estonya 1991’e kadar Rusya’ya bağlı bir cumhûriyet olarak kaldı. Rusya’da başlayan reform hareketeri neticesinde 1991 senesinde Estonya bağımsızlığını îlân etti. RusyaFederasyonu dâhil Avrupa devleteri Estonya Cumhuriyetini tanıdı.

Fizikî Yapı

Yüzölçümü 45.100 km2 olan Estonya topraklarında geçmişteki buzulların tesiri yaygın olarak görülür. Güney kesimleri buzul tepelerle kaplıdır. Ülke topraklarının kuzeyinde ise buzullardan arta kalan tortulardan meydana gelmiş dar ve uzun yükseltiler yer alır Geniş kumluklar buzul sınırını tesbit eder. Ortalama yükseklik 50 m civârındadır. Ülkenin en yüksek noktası güneydoğuda bulunan Munamägi Tepesidir (318 m).

Ülke topraklarını sulayan akarsuların büyük kısmı kuzeye doğru akarak Finlandiya Körfezine dökülür. Göller ülke topraklarının % 5ini kaplar. En büyük gölü Peipus Gölüdür.

İklimi

İklimi ılımandır. Atlas Okyanusunun kuzeyinde esen siklonlar kışın sıcak, yazın serin hava kütleleri taşır. Ortalama sıcaklık yazın 17°C, kışın -5°C’dir. Yıllık yağış miktarı ortalama 610-710 mm arasında değişir.

Tabiî Kaynakları

Mâdenler: En önemli mâden kaynağı petroldür. Petrol devlet tarafından çıkarılır ve işletilir. Önemli miktarda bulunan turba rezervlerinin yanında yüksek kaliteli fosforit, kireçtaşı, dolomit, marn ve kil yatakları da vardır.

Bitki örtüsü ve hayvanlar: Çam, köknar, huş ve titrek kavaktan meydana gelen ormanlar ülke topraklarının üçte birini kaplar. Ayrıca bataklık ve çayırlar önemli bir yer tutar.

Yabânî hayvan bakımından ülke toprakları çok zengindir. Ormanlarda geyik, karaca, kızılgeyik, yabandomuzu, ayı, vaşak, tilki, porsuk, tavşan, mink ve kunduza rastlanır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Estonya nüfûsunun % 65’ini Estler, % 28’ini Ruslar, % 3’ünü Ukraynalılar meydana getirir. Nüfûsun büyük bölümü sanâyinin ileri olduğu kuzey kesiminde toplanmıştır. Başkenti Tallinn’dir. On bir yıl süren ilk ve orta öğretim mecbûrî ve parasızdır.

Ekonomi

Ekonomisi sanâyiye dayalıdır. Tarım da ekonomiye önemli katkıda bulunur. Toprakları tarıma elverişli olmadığından bitki üretiminin yaklaşık yarısı hayvan için yetiştirilen otlardır. Hayvancılık gelişmiş olup, daha çok sığır ve domuz beslenir.

Ülke sanâyiinde petrol ve petrol ürünleri önemli yer tutar. Şeyl petrolü işleme sanâyii, sentetik gaz üretiminin yanı sıra sanâyi için gerekli termal elektrik enerjisi üretimi açısından da önemlidir. Petrole dayalı kimyâ sanâyii benzin, yapıştırıcı maddeler, sepileme maddeleri, reçine formaldehit ve deterjan gibi ürünleri içine alır. Yapı malzemeleri sanâyii de gelişmiştir. Ağaç işleme geleneksel bir iş kolu olmasına rağmen bilinçsiz orman kesimi yüzünden sanâyide kullanılan kerestenin % 20 si ithal edilir. Başlıca orman ürünleri kontrplak, kibrit, kâğıt, kâğıt hamuru ve mobilyadır. Dokuma ürünleri arasında pamuklu kumaş önemli yer tutar. Diğer sanâyi kuruluşları, petrol arıtma donanımı, tarımsal âletler, mâdencilik makinaları, boru eksvatör ve elektronik âletler îmâl eden fabrikalardır.

EŞDEĞER AĞIRLIK (Ekivalent Ağırlık)

Alm. Aquivalentes Gewicht n, Fr. Poids meguivalent, İng. Equivalent weight. Bir element veya bileşiğin, dolaylı veya dolaysız olarak, 1.008 gram hidrojenle veya 8.00 gram oksijenle (veyahut da herhangi bir element veya bileşiğin eşdeğer gramıyla) birleşen veya yer değiştirebilen ağırlıkça miktarı. Meselâ hidrojen florürde 19 kısım flor bir kısım hidrojenle birleştiğinden, florun eşdeğer ağırlığı 19’dur. Suda 16 kısım oksijen ve iki kısım hidrojen birleşmiştir ve oksijenin ekivalent tartısı (ağırlığı) 8’dir. Bütün elementlerde atom ağırlığı, eşdeğer ağırlıkla değerliğin çarpımına eşittir. Değerlik, bir elementin 1 hidrojen atomu ile birleşen veya yer değiştiren atom sayısıdır. Bir elementin birçok değerliği, hâliyle birden fazla eşdeğer tartısı olabilir.

Ekivalent (eşdeğer) gram: Ekivalent tartısına karşılık olan sayının gram cinsinden ifâdesine ekivalent gram adı verilir. Bir ekivalent gram flor, 19 gram flor demektir. Eşdeğer ağırlık teriminin izâhı ile ilgili bâzı örnekler:

1) Amonyak, NH3, 3 hidrojen atomu ile birleşmiş, 1 azot atomu ihtivâ eder. Hidrojenin eşdeğer ağırlığı atom ağırlığına eşit olduğu için, azotun eşdeğer ağırlığı atom ağırlığının 1/3’ü kadar olup, tesir değeri (valensi) 3’tür. 2) Mağnezyum oksit, MgO, 1 atom magnezyumla, 1 atom oksijen ihtivâ ediyor. Oksijenin eşdeğer ağırlığı atom ağırlığının 1/2’si olduğu için mağnezyumun da eşdeğer ağırlığı, atom ağırlığının 1/2’si kadar olup, tesir değeri ikidir.

Bir bileşiğin eşdeğer tartısı o bileşiğin girdiği reaksiyonun gidişine bağlıdır. Asit-baz reaksiyonları için bir asidin eşdeğer tartısı 1 mol (1,0089 g) H iyonu veren gram sayısı, bir bazın eşdeğer tartısı ise 1 mol OH- iyonu veren veya 1 eşdeğer gram asitle reaksiyona giren gram sayısına eşittir. H2SO4 için eşdeğer tartı formül tartısı/2 ve Al(OH)3 için formül tartısı/3 olur. Buna göre “H2SO4’ün tesir değeri 2 ve Al(OH)3’ün tesir değeri 3’tür.” denir. Tuzlar için tesir değeri tuzun içinde bulunan pozitif yük sayısına eşittir. Meselâ K2CO3 için eşdeğer, tartı, formül tartısı/2’dir. Çünkü çözündüğünde (+1) değerlikli 2 potasyum iyonu verir. Redoks reaksiyonlarında tesir değeri veya eşdeğer ağırlık, reaksiyon sırasında, söz konusu bileşiğin aldığı veya verdiği elektron sayısı ile bulunur. Potasyum iyodat (KIO3) potasyum iyodürle (KI), iyoda I2 indirgendiğinde, beher KIO3 başına üç molekül I2 teşekkül eder:

KIO35KI+6HCl Æ 3I2+3H2O+6KCl

İyodun eşdeğer ağırlığı, molekül ağırlığının 1/2’si kadar olduğu için, bu reaksiyonda potasyum iyodatın eşdeğer ağırlığı formül tartısının 1/5’i kadardır. Yâni potasyum iyodatın (KIO3) tesir değeri 5’tir. Bir başka ifâdeyle bu bileşik indirgenirken 5 elektron almıştır.

EŞEK (Equus asinus)

Alm. Esel (m), Fr. Ane, İng. (Ass), donkey. Familyası: Atgiller (Equidae). Yaşadığı yerler: Yabâniler suya yakın step ve çöllük arâzide; evciller, insanların emrinde. Özellikleri: Kulakları uzun, yelesi dik ve kısa tüylü, kuyruğu kısa, ince püsküllüdür. Ömrü: 60-100 yıl. Çeşitleri: Evcil eşek, Afrika yaban eşeği, Asya yaban eşeği, Somali yaban eşeği, çizgili yaban eşeği (zebra), Moğol yaban eşeği (kulan).

Tek parmaklılar (Perissodactyla) takımının, atgiller (Equidae) âilesinden bir memeli türü. İri kafalı, uzun kulaklı, genellikle gri tüylüdür. “Merkep” de denir. Geviş getirmez. Yabânî veya evcil olarak yaşar. Uzun kulakları, kısa dik kıllı yelesi, seyrek püskülü, kısa kuyruğu ile attan ayrılır. Binek hayvanı, yük ve eşyâ nakli hizmetlerine gâyet elverişli, kanâatkâr, sabırlı ve tahamüllü bir hayvandır. Attan çok önce insanoğlunun hizmetinde kullanıldıkları sanılmaktadır.

Afrika yaban türü, evcil eşeğin (Equus asinus) atasıdır. Afrika yaban eşeğinin tüyleri gri ve kırmızımsı kahverengi olur.Sırtlarında boydan boya ve omuz hizâsında gövdenin her iki tarafında ön bacaklara doğru uzanan siyah bir çizgi mevcuttur. Bâzılarının bacaklarında da enine koyu şeritler görülebilir.

At satın alıp besleyemeyen köylü ve fakirler, merkep ile işlerini görürler. Merzifon’da, Kıbrıs’ta, Mısır’da ve İspanya’da eşek besiciliği eskiden beri yaygındır. Dar ve kaypak yollarda ve hatta uçurum kenarlarında gâyet rahat ve emniyetle yürür. Yabâniler, on beş başlık sürüler hâlinde suya yakın step ve çöllük arâzilerde dolaşır ve hızlı koşarlar. Eşek az yem ile yetinir, ot, yaprak vs. gibi her türlü besini yer. Temiz ve berrak olmayan suyu içmez. Derisi parşomen kağıdı îmâlinde kullanılır.

Belli bir üreme mevsimi yoktur. Gebelik süresi 12-13 aydır. Tek veya nâdir olarak iki yavru doğurur. Yavrusuna “sıpa” denir. Erkek eşekle, kısrak (dişi at) eşleştirilirse “katır” (Equus mulus) elde edilir. Aygır (erkek at) ile dişi eşeğin eşleşmesinden Bardo (Equus hinus) denen katır çeşidi ortaya çıkar. Katır, bardodan daha iri ve dayanıklıdır. Zebroid, eşek ve zebranın (çizgili yaban eşeği) birleştirilmesinden meydana gelen nesildir. Bütün bu melez nesiller kısırdır.

EŞEL MOBİL

Alm. Gleitende skala (f), Fr. Echelle mobile, İng. Sliding scale. Değişken ücret sistemi. Oynak ücret, hareketli merdiven sistemi anlamına da gelir. Fiyat artışlarıyla birlikte ücretlerin de orantılı olarak artırılması prensibine dayanır. Gâyesi, ücretlilerin satın alma gücünü muhâfaza etmektir. Enflasyon artışı neticesinde meydana gelen ücret artışları, ücretlilerin satın alma gücünü azaltmaktadır. Buna mâni olmak için bu sistem düşünülmüştür.

Eşel mobil sistemi, otomatik ve yarı otomatik sistem olmak üzere ikiye ayrılır. Otomatik sistem, belli bir fiyat artışında ücretlerin de otomatik olarak aynı oranda artmasına dayanır. Artışlar altı aylık dönemlerde yapılır. Sene içinde vukû bulan böyle bir artış, mâlî yıl başında denkleştirilen bütçenin gelir-gider dengesini bozar. Giderlerin artarak bütçenin açıkla kapanmasına sebeb olur. Bu mahzuru ortadan kaldırmak için, bütçe hazırlanırken bütçe döneminde muhtemel (beklenen) fiyat artışları hesaba katılır. Ek gelir kaynakları tesbit edilerek, bütçe gelir-gider dengesi muhâfaza edilmeye çalışılır.

Otomatik eşel mobil sisteminin mahzurlarını ortadan kaldırmak için yarı otomatik sistem geliştirilmiştir. Ücretlerdeki artışların, fiyat artışlarından sonraki bütçe yılında yapılmasına dayanan bir sistemdir. Bunun yapılabilmesi için fiyat artışlarının mutlaka belli bir seviyeyi aşması gerekir.

Bütün bunlara rağmen eşel mobil sisteminden iyi netice almak pek kolay değildir. Enflasyonun daha da artmaması için devlet gelirlerinin artırılması gerekir. Bu da yeni gelir kaynaklarının bulunmasını icap ettirir. Mümkün olmazsa karşılıksız para basma cihetine gidilir ki, bu da enflasyonu artırır. Eşel mobil sisteminin netîce verebilmesi için sadece ücret artışları kâfi değildir. Bunun yanında asgarî geçim sınırının yâni asgarî ücretlerin tesbit edilmesi gerekir. Ayrıca alacak ve borçların anapara ve fâiz yüzdelerinin enflasyona göre ayarlanması îcâb eder. Çünkü enflasyon paranın değerini düşürdüğünden, borç dengesi bozulur.Tasarruflar azalır, tüketim artar, bütçe açığı çoğalır, ödemeler dengesi bozulur.

EŞKİNCİ

Osmanlılarda timarlı sipâhilere ve cepheye çağrılan geri hizmet kıtalarına verilen ad.

Osmanlılarda her timarlı sipâhî bir savaş yükümlüsü olduğu için, eşkinci sayılırdı. Eşkincilerin mülk timar sâhipleri bizzat sefere katılmazlar, yerlerine cebelü (silahlı asker) gönderirlerdi. Be-nevbet timarı olanlardan ise nöbet sırası gelenler sefere katılırlardı. Osmanlıların timar teşkilâtı içinde, ilk kuruluş devrinde teşkilâtlandırdıkları eşkinciler, devletin bir nevî sayıları bilinen hazır kuvveti durumundaydılar.

Yaya, müsellem, kızılca müsellem, yörük ve canbazlardan teşekkül eden eşkinciler, 1590 yılına kadar 20’şer, bu seneden sonra 30’ar kişilik ocaklara bölünmüşlerdi. Kânuna göre her ocaktan beş eşkinci sefere gitmek zorundaydı. Geri hizmetlerde kalanlara “yamak” adı verilirdi. Yamaklar ocak eşkincilerine, her sefer sırasında ellişer akçe ödemek zorundaydılar. Bu sebeple bunlar “elliciler” olarak da adlandırılmıştır. Sefere katılan eşkinciler daha çok köprü, hisar ve yol inşâatiyle uğraşırlardı. Sefere çıkan her eşkinci mensub olduğu orta büyük bölük sandıklarına sefer sırasında yiyecek ihtiyâçlarının karşılanması için iki altın verirdi. Herhangi bir sebeple sefere katılamayan eşkinciden de bu para tahsil edilirdi.

Eşkincilerin maaş kâğıtlarına “esâme” adı verilirdi. Eşkincilerin bu esâmelerini başkalarına devretmeleri veya satmaları kesinlikle yasaktı. 1714’te Mora Seferinde Anapoli Kalesinin fethi sırasında gösterdikleri başarı sebebiyle eşkincilere ulûfeleriyle emekli olma hakkı verildi. Ancak zamanla kadrolarıyla emekli olan eşkinciler, devleti iki bakımdan zarâra sürüklediler. Biri sefere çıkacak eşkincelere yeni kadro bulma zorluğu, diğeri ise emekli olan eşkincilerin esâmelerini askerlikle ilgisi olmayanlara satmaları idi. Bu durum, timar sisteminin önemli ölçüde bozulmasına yolaçtı.

Sultan İkinci Mahmud Han, daha da bozulan bu teşkilâtı, 25 Mayıs 1825’te düzenleyerek modern bir eşkinci ocağı kurdu.

Şeyhülislâm Tâhir Efendiden askerî eğitimin lüzûmlu olduğuna dâir fetvâ alınıp, yeniçerilerin “bütün” adı verilen elli bir ortasından şimdilik yüz ellişerden 7650 asker “eşkinci” adıyla kaydedilip, bir kânunnâme yazıldı.

Eşkinci askerlerinin başına Hacı Sâib Efendi getirilip, eğitiminden de Mısır Cihâdiye Askerî Binbaşılarından Dâvûd Ağa ile eski Nizâm-ı Cedîd Yüzbaşılarından İbrâhim Ağa sorumlu idi. Eşkinci yazılanların ayaklarına sıkı potur ile başlarına yeşil renkli Karadeniz kalpağı giydirilip, kundaklı tüfek ile birer kılıç verildi. Duâ ve senâ ile yeni elbiseleri giydirilip, silâhları kuşatılan eşkinciler, 11 Haziran 1826 Pazar günü At Meydanında eğitime başladı. Ancak disiplini tamâmen kaybolan yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra eşkinci ocağı da yerini yeni kurulan “Asâkîr-i Mansûre-i Muhammediye” adlı orduya bıraktı. 

EŞREF

Divan şâiri, hicivci. 1847’de Kırkağaç, Gelenbe’de doğdu. Gelenbevî İsmâil Efendinin soyundandır. Gelenbe mahalle mektebinde okudu.

Başına buyruk yaşamaya alıştığından, içki sofrasında bir arkadaşını yaraladı. Soruşturmadan kurtulmak için Manisa’ya kaçtı. Manisa’da Hâtuniye Medresesine devâm ederek Arabî ve Fârisîyi öğrendi. Husûsî hocalardan matematik ve târih okudu. Manisa sancak tahrirât kalemi ile muhâsebe kaleminde çalıştı. Akhisar ve Alaşehir’de mal müdürlüğü yaptı. İstanbul’a gelerek üçüncü sınıf kaymakamlık imtihanını kazandı. Haziran 1879’da Fatsa kaymakamı oldu. İçki ve eğlenceye düşkün olması sebebiyle vazîfesini hakkıyla yapamıyordu. Muhâcirlerin iskânında yolsuzluk yaptığı için azl edildi. Çapakçur, Hizan, Ünye, Tirebolu, Garzan, Acıpayam, Buldan, Kula, Kırkağaç kaymakamlıklarında bulundu. Sonra bu vazîfeden istifâ etti. Tekrar Gördes’e kaymakam tâyin edildi. 1902’de siyâsî suçlu olarak tevkif edilip İstanbul’a getirildi. 7 ay hapiste kaldı. 1903’te tahliye edildi. 1904’te Mısır’a kaçtı. Fransa, İsviçre ve Kıbrıs’a gitti. Curcuna ve Zuhûrî gazetelerini çıkardı. 1908’in son aylarında İstanbul’da Eşref isimli bir derginin başyazarlığını yaptı, akabinde Adana vâli muâvini oldu. 31 Mart Ayaklanmasından sonra, Adana’da çıkan bir Ermeni karışıklığı netîcesinde muâvinlikten alındı (1909). Bundan sonra Kırkağaç Bahçıvan Pazarındaki bağ köşküne çekildi ve orada öldü (1912).

Eşref, edebiyatta bir hiciv şâiri olarak tanındı. Fakat Nef’î, Sürûrî, Mantıkî, Kânî, Bahâî, Fedâyî, Serhoş Abdi gibi hicivcilerle mukâyese edildiğinde Eşref’in hiciv sâhasının farklı olduğu görülür.

Devrini, bilhassa İkinci Abdülhamîd Hanı ve idâresini çok sert ve insafsız bir dille hicvetmiştir. Hürriyet, Meşrûtiyet, Kânûnî esâsî ve batı fikirlerinin savunuculuğunu yapmıştır.

Eserleri: Deccâl (1-2); muhtelif beyit ve kasîdeler. İstindâd; 8 sahîfelik manzûme. Şâh ve Pâdişâh. Hasbihâl Yahut Eşref ve Kemâl; Nâmık Kemâl’in Vatan kasîdesi’ne nazire (1908). İran’da Yangın var; 104 beyitlik bir eser.

EŞREFİYYE

Eşrefoğlu Rûmî’nin tasavvuftaki yoluna verilen ad. Kâdiriyye yolunun kollarındandır. Eşrefiyye yolu; Emir Sultan hazretlerinin yolu, Bayramiyye ve Kâdiriyye yollarının usûllerini birleştirdi. Eşrefiyye yolunda bunların usullerine ilâve olarak; teberrüken altı sene savm-i Dâvûd’u, yâni bir gün oruç tutup bir gün iftar etmek şeklindeki oruç tutulması emredildi. Mümkün mertebe halk içine karışmamak, Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesine tam uymak, duâ ve zikir olarak yapılan vazifelere devam etmek de Eşrefiyye yolunun usûllerindendi.

Eşrefiyye yolunun kurucusu olan Eşrefoğlu Rûmî’nin asıl adıAbdullah’tır. Babası Mısır’dan gelip İznik’e yerleşti. Eşrefoğlu Rûmî 1353’te İznik’te doğdu. Tahsilini İznik’te ve Bursa’da gördü. Tasavvufa yönelip Alâeddin Ali Tûsî’ye talebe oldu. Daha sonraEmir Sultan hazretlerinin sohbetlerinde bulundu. Emir Sultan’ın emri üzerine Ankara’ya giderek Hacı Bayram-ı Velî’ye talebe oldu. Onun sohbet ve hizmetinde on bir sene kaldı ve hilâfet aldı. Hocasının kızıyla evlendi. Hacı Bayram-ı Velî’nin isteği üzerineHama’ya giderek Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin soyundan olan Hüseyin Hamevî’nin hizmetinde bulundu. Kâdiriyye yolundan da hilâfet aldı. Tekrar Anadolu’ya dönerek İznik’te yerleşti ve Eşrefoğlu Dergâhını kurdu. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattı. Bursa ve civârından İstanbul’a kadar uzanan geniş bir sahada tesirli oldu.

1469 senesinde vefât eden Eşrefoğlu Rûmî’nin tasavvufî mâhiyetteki Müzekkinnüfûs adlı eseri meşhurdur.

EŞREFOĞLU RÛMÎ

Anadolu’da yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi, Abdullah bin Eşref bin Muhammed Mısrî olup, babasının adı ile şöhret buldu. Babası Eşref Efendi, Mısır’dan İznik’e göç etti. Abdullah, İznik’te doğdu. 1484 (H.889) târihinde İznik’te vefât etti.

Babasının terbiyesi altında büyüyen Abdulah, önce İznik medreselerinde çeşitli âlimlerden ders alarak, zamânın din ve fen ilimlerinde yetişti. Sonra, Bursa’ya giderek Çelebi Mehmed’in medresesine girdi. Burada tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerini tahsil ederek söz sâhibi âlimler derecesine yükseldi. Medreseyi bitirince, hocası büyük âlim Alâeddîn Ali hazretlerinin yardımcısı oldu. Çelebi Mehmed Han medresesinde bir müddet ders veren Abdullah, tasavvuf yoluna meyletti ve Bursa’daki Emîr Sultan’ın huzûruna gitti. Talebesi olup, hizmetiyle şereflenmek istediğini bildirdi. Emîr Sultan, Abdullah’ın tasavvufa tutkunluğunu görünce, onu evliyânın büyüğü Hâcı Bayrâm-ı Velî’ye gönderdi. Ankara’ya gidip, yeni hocasına teslim oldu.

Hâcı Bayrâm-ı Velî hazretleri, ona nefsini terbiye edecek vazîfeler verdi. Yaşı kırkın üzerinde ve büyük bir âlim olduğu hâlde hocasının emirlerine; “Bâşüstüne” diyerek sıkı sıkıya sarılırdı. Eşrefoğlu Abdullah, on bir sene müddetle hocasının hizmetinde bulundu ve pekçok imtihândan geçti. Hiçbir işten şikâyette bulunmadı. Sabrı, hocasına olan muhabbeti ve hürmeti üzerine, Hâcı Bayrâm-ı Velî, kızı Hayrünnisâ’yı ona nikâh ederek evlendirdi. Bir ara İznik’e gittiyse de sonra tekrar Ankara’ya döndü. Hocası onu insanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirerek, tekrar İznik’e gönderdi ve bir müddet sonra Ankara’ya dönmesini istedi. Eşrefoğlu Abdullah İznik’e gidip, geldikten sonra hocasının emriyle Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin torunlarından Şeyh Hüseyin Hamevî’den Kâdiriyye yolunu öğrenmek üzere Hama’ya gitti.

Hüseyin Hamevî, önce nefsini terbiye etmek üzere bu yeni talebesini kırk gün halvet için bir hücreye koydu. Eşrefoğlu Abdullah, Hama’da da sıkı bir riyâzet ve mücâhedeye tâbi tutuldu. Kırk gün içinde Hüseyin Hamevî, Abdullah’a ziyâde teveccühlerde bulundu. Bu kırk günlük imtihânı başarıyla veren Abdullah, tasavvufta pek yüksek mertebelere çıkmış olarak icâzetnâme (diploma) aldı. Hüseyin Hamevî’nin halîfesi olarak Rumeli’ne (Anadolu’ya), Kâdirî yolunu yaymak üzere vazîfelendirildi. Hüseyin Hamevî, Abdullah’ı Anadolu’ya uğurladıktan bir müddet sonra arkasından baktı ve; “Abdullah-ı Rûmî koca bir deniz imiş, bizde bulunan her şeyi çekip sînesine aldı.” buyurdu. Çocukları ile birlikte Ankara’ya giden Abdulah-ı Rumî, kayınpederi Hâcı Bayrâm-ı Velî’nin yanında bir müddet daha kaldıktan sonra İznik’e yerleşti. Bir dergâh kurarak, talebelerine ders vermeye, Kâdirî yolunu yaymaya, insanları gurûr, kibir, kendini beğenme gibi kalb hastalıklarından kurtarmaya büyük gayret gösterdi. Bu şekilde gayretli çalışmaları çevreden işitilmeye başladı. Bursa’dan, İstanbul’dan ve diğer vilâyetlerden akın akın gelip talebesi olmakla şereflenmek istiyenler çoğaldı. Sadrâzam Mahmud Paşa da talebelerinden oldu. Abdurrahmân-ı Tırsî en üstün talebesi idi. Vefâtında onu yerine vekil bıraktı ve kızı Züleyhâ ile evlendirdi. 1484 (H.889) senesinde İznik’te vefât etti. Kabr-i şerîfi ziyâret mahallidir.

Abdullah-ı Rûmî, Fâtih Sultan Mehmed Hanın İstanbul’u fethinden önce, Müzekkinnüfûs isimli eserini yazdı. Bundan başka Tarîkâtnâme, Delâil-ün-Nübüvve, Fütüvvetnâme, İbretnâme, Mâzeretnâme, Elestnâme, Nasîhatnâme, Hayretnâme, Münâcâtnâme, Cinân-ül-Cenân, Tâcnâme, Eşref-üt-Tâlibîn gibi eserleri vardır. Dîvân’ı meşhur olup, Yûnus Emre tipinde tekke edebiyâtı şiirleri söylemiştir. Şiirlerinde Rûmî mahlasını kullanmıştır. Eşrefzâde-i Rûmî’nin “Tövbeye Gel” şiiri meşhurdur:

Ey hevâsına tapan

Tövbeye gel tövbeye

Hakk’a tap haktan utan

Tövbeye gel tövbeye

 

Nice nefse uyasın

Nice dünyâ kovasın

Vakt ola usanasın

Tövbeye gel tövbeye

 

Nice beslersin teni

Yılan çıyan yer anı

Ko teni besle cânı

Tövbeye gel tövbeye

 

Sen dünyâ-perest oldun

Nefsün ile dost oldun

Sanma dirisin, öldün

Tövbeye gel tövbeye

 

Sen teni, sandın seni

Bilmedin senden teni

Odlara yaktın cânı

Tövbeye gel tövbeye

 

Gör bu müvekkilleri

Yazarlar hayr u şerri

Günahtan gel sen berü

Tövbeye gel tövbeye

 

Ey miskin Âdemoğlı

Usan tutma âlemi

Esmeden ölüm yeli

Tövbeye gel tövbeye

 

Göçer bu dünyâ kalmaz

Ömür pâyidâr olmaz

Son pişman assı kılmaz

Tövbeye gel tövbeye

 

Tövbe suyıyla arın

Dime gel bugün yarın

Göresin hak dîdârın

Tövbeye gel tövbeye

 

Eşrefoğlu Rûmî sen

Tövbe kıl erken uyan

Olma yolunda yayan

Tövbeye gel tövbeye

EŞREFOĞULLARI

On üçüncü asrın sonlarına doğru Beyşehir ve Seydişehir civârında kurulmuş bir Türk beyliği. Beyliğin kurucusu Seyfeddîn Süleymân Bey, Anadolu Selçuklularının uç beyi idi. Selçuklu Sultânı Üçüncü Gıyâseddîn Keyhüsrev, 1283 senesinde İlhanlı hükümdârı tarafından öldürülünce, yerine amcasının oğlu İkinci Gıyâseddîn Mes’ûd geçti. Gıyâseddîn Mes’ûd Konya’daki Eşrefoğlu ve Karamanoğlu kuvvetlerinin Gıyâseddîn Keyhüsrev taraftarı olması sebebiyle Konya’yı bırakarak, Kayseri’yi devlet merkezi yaptı. Gıyâseddîn Keyhüsrev’in annesi, devletin, iki torunu ile Mes’ûd arasında paylaştırılmasını isteyerek, Eşrefoğullarını ve Karamanoğullarını Konya’ya çağırdı. Eşrefoğlu Süleymân Beye saltanat nâibliği verildi. Bu şehzâdeler, 1285 senesinde tahta çıkarıldı. Yedi ay gibi kısa bir süre sonra Gıyâseddîn Mes’ûd ve vezir Sâhib Ata’nın gayretleriyle şehzâdeler bertaraf edildi. Bunların tahttan indirilmesi üzerine Eşrefoğlu Süleymân Bey, kendi merkezine çekildi ve Sultan Mes’ûd’a karşı cephe aldı.

1286 senesinde Eşrefoğullarının merkezi Germiyanoğulları tarafından yağmalandı. 1288 senesi başlarında Eşrefoğlu Süleymân Bey, Ilgın’a akın yaptı. Aynı sene Sultan Mes’ûd ile barışarak itâatini arz etti. Beyliğin merkezini Beyşehir’e nakletti ve şehrin etrâfını surlarla çevirdi. Eşrefoğlu Süleymân Bey, 1302 senesi Ağustos ayının yirmi yedisinde Beyşehir’de vefât etti. Yerine büyük oğlu Mehmed Bey geçti.

Mehmed Bey, beyliğinin topraklarını kuzeye doğru genişletmeye muvaffak oldu. Akşehir ve Bolvadin’i ele geçirdi. 1314 senesinde Anadolu beylerinin itâatlerini sağlamak ve âsîlerini cezâlandırmak için sefer düzenleyen İlhanlı Devletinin Beylerbeyi Emîr Çoban’a itâat eden beyler arasında Mehmed Bey de vardı. Mehmed Beyin 1320 senesinden sonra öldüğü, Bolvadin’de yaptırdığı câminin kitâbesinden anlaşılmaktadır.

Mehmed Beyin yerine oğlu İkinci Süleymân Bey geçti.Süleymân Bey zamânında uclarda bağımsızlıklarını muhâfaza etmeye çalışan beylere karşı İlhanlı Devletinin Anadolu Vâlisi Demirtaş harekte geçti. Demirtaş, 1326 yılında Beyşehir’e yürüyerek şehri ele geçirdi. Süleymân Beyi işkenceyle öldürerek, göle attırdı. Böylece Eşrefoğulları Beyliği sona erdi.

Seyfeddîn Süleymân Bey, 1297 senesinde Beyşehir’de nefis Türk mîmârî eserlerinden olan bir câmi yaptırdı. Bu câminin mihrâbı çok güzel olup, Selçuklu mîmârîsinin devâmıdır. Türbesi bu câminin yanındadır. Mehmed Bey de Bolvadin’de güzel bir câmi yaptırmıştır.

Mübârizüddîn Mehmed Bey adına, Şemsüddîn Mehmed Tüsterî tarafından Arapça Fusûl-ül-Eşrefiyye isimli bir eser yazılmıştır. Eserin yazması, Ayasofya kütüphânesi 2445 numarada kayıtlıdır.

Eşrefoğulları Beyleri

Tahta Geçişi

Seyfeddîn Süleymân Bey

 (?)

Mübârizüddîn Mehmed Bey

 1302

İkinci Süleymân Bey

 (?)

ET

Alm. Fleisch (n), Fr. Viande, İng. Meat. flesh. Kasaplık hayvanlar, kuşlar, kümes hayvanları, balıklar ve av hayvanlarının yenebilen kısımları. Fakat et denilince yenebilen hayvanların kas kısımları, yâni daha ziyâde kas eti anlaşılır. Bu hayvanların baş, beyin, dil, böbrek, akciğer ve karaciğer, barsak ve işkembe gibi kısımlarına “sakatatlar” adı verilir. Ülkemizde başta koyun ve sığır etleri olmak üzere, kuzu, manda, keçi, oğlak etleri, balık etleri ve kümes hayvanı etleri yenilmektedir.

Yağsız et ortalama olarak % 76 su, % 21,5 azotlu maddeler, % 1,5 yağ, % 1 mineral maddeler ihtivâ etmektedir. Bunun yanında karbonhitratlar (% 0,05- 0,18), beyaz renk maddeleri, enzimler ve vitaminler de ihtivâ etmektedir.

Ette, suyun dışında, en fazla bulunan kas proteini, suda çözünmeyen globulin kompleksi aktomiyosin olup, kas lifinin kasılmasından sorumludur. Bundan sonra albuminlerden miyojen, kastan soğuk su ile ekstra edilebilir. Ette daha az oranda kollojen ve elastin proteinleri bulunur. Et proteini insan vücûdu için ihtiyâç duyulan amino asitleri ihtivâ eder.Tam değerli bir protein olarak kabul edilir.

Bundan sonra etin rengini veren, en önemlisi miyoglobin pigmentleri, hücrenin kalıtım karakteristiklerini kontrol eden, genetik maddenin en önemli bileşeni nükleoproteinler gelir.

Etin kırmızılığını veren kanın renk maddesi hemoglobine benzeyen miyoglobindir.  Balık ve kümes hayvanlarının etinde bu madde bulunmadığından onların etleri kırmızı değildir, beyazdır. 70-80°C’ye ısıtılınca renk maddesi ayrıştığından pişmiş etler kırmızı renklerini kaybederler.

Etin başlıca tuzları potasyum, fosfat, kalsiyum ve magnezyum fosfat ve sodyum klorürdür. Az miktarda demir, silisyum bulunur. Karaciğer, böbrek ve kalp dışında, kas eti, vitaminler bakımından nisbeten fakirdir. Bununla birlikte tiamin, riboflavin, niasin ve diğer B-kompleksi vitaminleri oldukça iyidir. Kas etinde, az miktarda enzimler bulunur. Ette, gaz olarak fazla miktarda karbondioksit, az miktarda azot vardır.Tâze et, amfoterdir. Kırmızı tornusol kâğıdını mavileştirir.

ET MEYDANI

İstanbul’un Aksaray semtinde Yusufpaşa Çeşmesinin karşısında bulunan alan. Meydân-ı Lahm olarak da bilinir. Şehzadebaşı’ndaki yeniçeri kışlalarının ihtiyaca cevap verememesi üzerine, 1530’larda Aksaray’da yeni odalar yapıldı ve bâzı yeniçeri ortaları buraya yerleştirildi. Kışlaya açılan yedi kapıdan bir tânesinin et girişi için kullanılması kararlaştırıldı. Bundan sonra da bu kapının çıktığı alan Et Meydanı, burada bulunan kışlalara da Et Meydanı Kışlası denilmeye başlandı. Bu kışla 368 ocaklı oda, 130 çardak, 69 ocaklı kerevet, 90 tâlimhane, 20 köşk, 4 tekke, 158 ahır ve birçok hamamdan müteşekkildi.

Et Meydanı, bilhassa 17. yüzyıldan îtibâren yeniçerilerin çıkardıkları ayaklanmalarla siyâsî bir önem kazandı. Kazan kaldırma denilen ocaklı isyanlarında Et Meydanı ilk hareket alanı oldu. Orta kazanlarını kutsal sayan ve bunu önlerine koymadan önemli kararlar vermeyen yeniçeriler, her ayaklanma öncesinde kazanlarını ve bayraklarını alarak Et Meydanında toplanmayı âdet haline getirdiler. Âsilerle işbirliği eden devlet adamı ve esnaf takımı da meydana kurulan çadırlarda veya yeniçeri odalarında misafir edilirlerdi. İsyan müddetince bu meydanda geçici olarak âdeta bir ordu pazarı kurulmakta, şehrin ticarî ve resmî hayatı tamamen veya kısmen durmaktaydı. Âsiler Et Meydanında tamâmen toplandıktan sonra isteklerini zorla elde etmek üzere Saray-ı Hümayuna doğru harekete geçerler ve At Meydanını doldururlardı. Bu sebeple Et Meydanı âsiler için toplanma ve karar alma, At Meydanı ise hareket alanları durumundaydı. 1703’te Edirne Vak’ası, 1730’da Patrona Ayaklanması, 1808’de Alemdar Vak’ası, Et Meydanında başlayıp genişleyen ayaklanmalar arasında neticeleri îtibâriyle en önemlileriydi.

16 Haziran 1826’da Yeniçeri Ocağının kaldırılmasıyla sonuçlanan ayaklanma Et Meydanında geçen son olay oldu. Askerlikten çok esnaflıkla uğraşan, tâlim kabul etmez ve savaşa gitmez bir güruh hâline gelen Yeniçeriler, eşkinciliğe ve yeni harp tâlimlerine karşı isyan ederek Et Meydanında toplandılar. Ancak bu defa Sultan İkinci Mahmud Han isyancıları cezalandırmak ve ülkeyi felakete götüren gidişe son vermek gâyesindeydi. Şeyhülislâm fetvası ile sancak-ı şerîfi çıkartarak dînini sevenlerin ve pâdişâhına bağlı olanların altında toplanmasını îlân etti. 15 Haziran 1826 günü de Et Meydanındaki yeniçeri kışlalarının topa tutulması kararını verdi. Böylece birkaç saat zarfında top gülleleri ve gürültüleri içinde bu tarihî ocağın ömrü sona erdi. Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra Et meydanının adı Talimhane Meydanı olarak değiştirildi.

ETAN

Alm. Athan n, Fr. Ethane m, İng. Ethane. Kimyâsal formülü C2H6 olan, doymuş bir hidrokarbon. Alkanlar diye adlandırılan doymuş hidrokarbonların homolog serisinde bir üyedir. Tabiî gazlarda %5 ile %20 arasında bulunur. Tabiî gazlardan veya petrol ürünü, gazlardan ayrılarak elde edilebilir. Fakat daha ziyâde tabiî gazlarda ve petrol gazlarında yakıt olarak kullanılır.

Özellikleri: Etan renksiz, kokusuz bir gazdır. Kaynama noktası -88,6°C ve erime noktası -183,3°C’dir. Havaya göre bağıl yoğunluğu 1,05’tir. Etan suda çözünmez, fakat saf (mutlak) etanolde orta derecede çözünür. Yakıt olarak değeri yaklaşık 22.000 kilo kalori/m3tür. Yanabilen etan, aslında kimyâsal olarak hemen hemen inert bir maddedir. Ancak halojenlerle yer değiştirme reaksiyonu verir.

Etanın sınâî önemi bulunan pekçok türevi vardır. Etil klorür, etilen bromür ve etilen klorür bunların başlıcalarıdır:

Etil klorür: C2 H5 Cl formülünde bir bileşik olup, kloroetan olarak da bilinir. Bilhassa kurşun tetraetil üretiminde endüstriyel ehemmiyet taşır. Bunun yanında tıpta bir anestezik olarak ve kimyâda bir çözücü olarak da yaygın halde kullanılır. Bilhassa kısa süren ameliyatlarda tercih edilir. Çünkü diazot monoksit gibi anesteziklere göre yan etkisi az olan bir maddedir. Çok kolay buharlaşabilen bir sıvı olduğu için, değdiği yeri çok çabuk bir şekilde soğutup uyuşturur.

Etilen bromür: Hoş kokulu ve zehirli bir sıvıdır. 1,2-dibromoetan olarak da bilinir. Kurşunlu bileşiklerle yüksek oktanlı benzinlere katılır.

Etilen klorür: Renksiz, uçucu ve zehirli bir sıvıdır. 1,2-dikloroetan olarak da bilinir. Polimer endüstrisinde vinil klorür edilmesinde, ayrıca vuruntuyu önlemek için benzine katılarak da kullanılır.

ETER

Alm. Ather m, Fr. Ether m, İng. ether. Karbon, hidrojen ve oksijenden meydana gelen, R-O-R1 genel formülü ile gösterilen organik maddeler sınıfından herhangi bir üye. R ve R1 alkil veya aril gruplarıdır (R ve R1 aynı bir grup veya ayrı da olabilirler. Aynı olmaları hâlinde eter basit bir eterdir. Farklı iseler karışık eter sözkonusu olur). Bu sınıfın en tanınmış üyesi, anestezik (uyuşturucu) bir madde olan dietileter (veya kısaca “eter”)dir. Bu sınıfa âit başlıca dimetil eter (CH3)2O, diizopropil eter (CH3)2CH.O.CH(CH3)2 ve siklik eterler (meselâ  etilen oksit,CH2 CH2O) sayılabilir.

Dietil eter: Renksiz, uçucu ve kolayca alevlenebilen bir sıvı olup, kaynama noktası 35°C, donma noktası -117,4°C ve yoğunluğu da 0,736 g/cm3tür. Kuvvetli, karakteristik bir kokusu ve tatlımsı bir tadı vardır. Suda az çözünür. Alkolde ise her oranda çözünür. İyodu, bromu, uçucu yağları, bitkisel yağ ve reçineleri, saf kauçuğu ve bâzı bitki alkaloitlerini çözer. Alkolle karışık olarak nitroselüloz için önemli bir çözücü meydana getirir. Buharının hava veya oksijen ile olan karışımı şiddetli patlayıcıdır. Eter cam şişelerde, demir ve teneke kaplarda nakliye edilebilir.

Elde edilmesi: Eterin birkaç üretim metodu olmakla berâber en yaygın olanı sülfürik asit katalizörlüğünde etil alkolden sentezidir. Katalizör 5 kısım % 90’lık alkol ve 9 kısım derişik sülfürik asid karışımıdır. Bu karışımı ihtivâ eden reaktörden (reaksiyon kabı) alkol akımı geçirilir. Reaksiyon ortamının sıcaklığı 127°-140°C arasında tutulur. Muhtelif ara reaksiyonlar olmakla berâber toplam reaksiyon şu şekildedir:        

                  (H2SO4)

2C2H5OH ¾¾¾¾¾¾> C2H5 -O - C2H5 + H2O

Etil Alkol                                       Dietil Eter

 

Reaksiyon sonucu karışım damıtmaya tâbi tutulur. Kalsiyum klorür veya kireçle ortamdaki su tutulur. Az miktardaki su veya alkol mevcudiyeti metalik sodyum ilâvesiyle açığa çıkan hidrojen gazından tesbit edilebilir.

Mutlak (saf) eter su, alkol ve asidik safsızlıktan kurtarılmış eterdir. Teknik (veya ticârî) eterin doymuş kalsiyum klorür çözeltisiyle yıkanması ve bunu tâkiben metalik sodyumla hidrojen gazı çıkışı duruncaya kadar muamele edilmesiyle elde edilir.

Reaksiyonları: Eter kimyâsal olarak nisbeten inerttir. Aktif metallerden ve bazlardan etkilenmez. Bâzı asitlerden etkilenir. Kromik asit, eteri, asetaldehit, asetik asit ve etilasetata reaksiyon şartlarına bağlı olarak yükseltger. Ozonla oksitlenme ise asetaldehit, hidrojen peroksit ve organik peroksitler karışımı ürünler meydana getirir. Birçok şartlarda hava ile de peroksitler meydana gelir. Bu reaksiyonlar bâzı metallerin (meselâ bakır) mevcudiyetinde engellenir. Eterin hidrojen iyodürle 0°C’de reaksiyonu etil iyodür, su ve az miktarda sülfürik asitle 180°C’de reaksiyonu da alkol verir. Brom ve bir çok metalik tuzlarla kristalize bileşikler meydana getirir.

Kullanılışı: Başlıca kullanılma alanı olarak dumansız pudra üretimi, organik sentezler (bir çözücü olarak, analitik kimyâ ve tıp sayılabilir. Hastayı cerrahî girişimlere hazırlamak için ilk olarak kullanılan genel bir uyuşturucudur. Teneffüs edilen havada % 3-10 nisbetinde eter bulunması, cerrahî anestezi için yeterlidir. Eter, tahriş edici etkisi sebebiyle solunum yolları mukozasındaki bezlerin ve tükrük bezlerinin salgılarını ileri derecede arttırır. Diğer bâzı etkileri olarak kalpte çarpıntı ve ritm bozukluklarına sebeb olması, kas gevşetici olması sayılabilir. Anestezi sonucu kusmaya sebeb olur. Kezâ ADH (antidiüretik hormon) salgısını artırarak idrar hacmini azaltır. Bu özellikleri ve kolayca alevlenebilme tehlikesinden dolayı, eter tıpta artık pek kullanılmamaktadır.

ETERİK YAĞLAR (Uçucu Yağlar)

Bir takım bitkilerden elde edilen değişik keskin kokulu yağlar. Eterik yağlar, çiçekler, meyveler, yapraklar ve bâzı bitki familyalarının diğer kısımlarında bulunur. Bitki familyaları sedef otu (üzerlik otu) familyası, nânegiller, şemsiye çiçekgiller ve soğanlı bitkilerdir.

Baharatlar asıl olarak eterik yağları dolayısıyla tipik koku ve tad ihtivâ ederler. Bâzı baharatlardaki eterik yağ oranları şöyledir: Yüzde olarak; Biber 1-3, Yenibahar 3-5, Hindistan cevizi 6-12, Kakule 4-7, Tarçın 2-6, Karanfil 16-20, Zakkum 1-3, Kurkuma 3-6, Rezene 3-6, Kimyon 3-7, Şerbetçi otu 0,5-1, Vanilya 0,5-1.

Elde edilmesi: Eterik yağların elde edilmesi, organik çözücü maddeler yardımıyla ilgili bitki kısımlarının preslenmesi, su buharı destilasyonu veya ekstraksiyonu sonucu olmaktadır. Bâzı eterik yağlar, meselâ vanilya ve tarçın gibi sentetik olarak elde edilirler.

Kimyâsal yapısı: Hiçbir yeknesak kimyâsal yapı göstermezler. Eterik yağlar ismi altında çok sayıda farklı kimyâsal sütrüktürde (yapıda) kuvvetli aromatik kokan bitki maddeleri özetlenir.

Oda sıcaklığında uçucudurlar, su buhariyle destile edilebilirler. Yağların aksine eterik yağlar, kâğıt üzerinde hiçbir şekilde yağ lekesi bırakmazlar.Terpenler ve onların türevleri asıl bileşenlerini teşkil eder. Terpenler, genel formülleri (C5H8)n (n = 2,3,4, ...) olan ekseriyâ siklik hidrokarbonlardır. 2- metilen bütadienden  dimerizasyon veya polimerizasyon ile meydana gelirler.

Eterik yağlar ekseriya tam kokulu, hafiften koyu sıvıya kadar olan maddelerdir. Yalnız çok azı meselâ vanilin, kristal olarak bulunur. Eterde, etil alkolde eterik yağlar iyi çözünür. Buna karşılık sudaki çözünürlükleri çok düşüktür. Oda sıcaklığında eterik yağlar buharlaşır. Işığa ve havaya karşı hassastırlar. Bunlar oksidasyona meyyaldirler.

İsli alevle yanarlar. Eterik yağların fizyolojik önemi, her şeyden önce tad ve koku ile alâkalı iştah açıcı etkisinde bulunmaktadır. Soğan, sarımsak ve turpun sağlığa faydalı etkisi bilhassa azot ihtivâ eden eterik yağların miktarına dayanmaktadır.

Önemli eterik yağlar, anason yağı, okaliptus yağı, hindistancevizi yağı, vanilya, tarçın yağı, acı bâdem yağı, zencefil yağı, karanfil yağı, ardıç tohumu yağı, rezene yağı, limon yağı, kimyon yağı, nâne yağı, şerbetçiotu yağı ve pelin otu yağıdır.

ETFAL HASTÂNESİ

(Bkz. Hamidiye Etfal Hastânesi)