ERBİL ATABEGLİĞİ
On iki ve on üçüncü yüzyıllarda merkezi Erbil olmak üzere Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu’da Zeyneddîn Ali Küçük bin Begtigin tarafından kurulan beylik. Bunun için Begtiginliler de denilmektedir. Zeyneddîn Ali, Musul atabeglerinden İmâdeddîn Zengî’nın kumandanlarından idi. İmâdeddîn Zengi, 1131 senesinde Erbil’i ele geçirince, bölgeyi Zeyneddîn Ali’ye verdi. 1144 senesinde Musul nâibliğine tâyin edilen Zeyneddîn Ali, Zengi’nin ölümünden sonra, onun evlâdını ve hükûmetini koruyanların başında yer aldı. Elindeki kuvvetlere rağmen velînimetine sadakât göstererek, Zengi’nin oğlu Seyfeddîn’e ve onun ölümünden sonra da Kutbeddîn’e bağlı kaldı. Erbil, Şehrezûr, Tikrit, Sincâr, Musul ve Harran gibi şehirler onun hâkimiyetindeydi. Ömrünün sonlarına doğru Zeyneddîn Ali, oğlunun Erbil’de yerine geçmesini emniyet altına alarak, idâresi altındaki yerleri Musul Atabegi Kutbeddîn’e bıraktı. Cesur, âdil, cömert ve ilim sâhiplerinin koruyucusu bir zât olan Zeyneddîn Ali, 1168 senesinde Erbil’de vefât etti.
Zeyneddîn Ali’nin yerine on dört yaşındaki Gökböri geçti. Fakat Erbil vâlisi ile arası açık olduğundan, vâli Kaymaz onu ülkeden uzaklaştırıp, yerine kardeşi Zeyneddîn Yûsuf’u geçirdi. Gökböri, Musul Atabegi İkinci Seyfeddîn Gâzî’nin hizmetine girdi. Bunun üzerine Gökböri’ye iktâ olarak Harrân bölgesi verildi. 1183 senesinde düşmanı olan vâli Kaymaz, Musul vâliliğine getirilince, Gökböri, Selâhaddîn Eyyûbî’ye tâbi oldu. Selâhaddîn-i Eyyûbî, kız kardeşi ile evlendirerek, Urfa ve Samsat’ın idâresini ona verdi. Gökböri, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Haçlılara karşı yaptığı savaşlarda Sûriye ile Filistin’in zabtında önemli rol oynadı.
Erbil hâkimi olarak görünen Zeyneddîn Yûsuf’un ilk devrelerinde yönetim, fiilen vâli Kaymaz’ın elindeydi. Kaymaz, Musul’a vâli tâyin edilince, Yûsuf, Atabegliğin idâresini ele aldı. Onun da 1190 yılında ölümü üzerine Muzafferüddîn Gökböri, Atabegliği tekrar eline geçirdi.
1193 senesinde Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin ölümüne kadar Eyyûbîlere bağlı kalan Gökböri, önce Zengîlerin Musul kolunu zayıf düşürmeye çalıştı. Bu hususta Eyyûbîler ile ittifak kurdu. Ahmedîlilerden Alâeddîn Kara Sungur ile birleşerek, İldeniz Atabegi Ebû Bekr bin Pehlivan’ın idâresindeki Âzerbaycan’a sefer düzenledi. Fakat Irak-ı Acem hâkimi Şemseddîn Aydogmuş’un müdâhalesi ile geri döndü. Sonraları genişleme siyâseti gütmekte olan Eyyûbîleri tehlikeli görmeye başladı ve onlara karşı olan ittifaklarda yer aldı. Musul’da idâreyi ele geçiren Atabeg Bedreddîn Lü’lü ile mücâdele etti. 1220 senesinde Moğol tehlikesiyle karşı karşıya kalan Gökböri, Celâleddîn Harezmşâh’a tâbi oldu ise de ülkesini tahrib olmaktan kurtaramadı. 1232 senesinde Erbil’de vefât eden Gökböri, erkek evlâdı olmadığından, ülkesinin halîfeye verilmesini vasiyet etti. Onun ölümü üzerine, Bağdat’taki Abbâsî halîfesinin kuvvetleri Erbil’e gelerek şehri teslim aldılar.
Erbil Atabegliğinde Muzafferüddîn Gökböri, kültür ve îmâr faâliyetlerinin yanısıra, sosyal yardım müesseseleri kurmakla da dikkati çekti. Câmiler, hankâhlar, medreseler ve hastahâneler yapdırdı ve bunların masrafını karşılamak için vakıflar tahsis etti. Erbil surlarını tâmir ettirdi. Çarşılar yaptırıp sokakları düzelttirerek, Erbil’i büyük bir şehir haline getirdi. Bir kültür ve sanat merkezi olan Erbil’de heryıl Resûlullah efendimizin doğum günü muhteşem merâsimlerle kutlanırdı. Dörtbir taraftan gelen âlimler, insanlara vâz ve nasihat eder, mevlid merâsimlerine ayrı bir renk verirlerdi.
Gökböri, Haçlılarla bizzat savaşmasının yanında, esir düşmüş Müslümanları da fidyesini vererek kurtarırdı. Yaptırdığı hastahâneyi haftada iki defâ ziyâret eder, hastaların muhtaç akrabâlarına nafaka gönderirdi. Bir dul hanımlar evi ile yetimhâne yaptırdı. Annesiz süt çocuklarına süt anneleri tuttu.
İlim sâhiplerini göseten Muzaffereddîn Gökböri’nin sarayında Mübârek bin Ahmed, Erbil Târihi’ni, İbn-i Hallikân Vefeyât-ül-A’yân’ını yazdı.
Erbil Atabeglerinde, Büyük Selçuklulara benzer bir teşkilâtın bulunduğu anlaşılmaktadır. Hükümdâr ile hükûmet arasındaki irtibâtı temin eden görevlilere hâcib, bunların başkanlarına da hâcib-ül-hüccâb denirdi. Saray teşkilâtında hâcib-ül-hüccâb’dan sonra en yetkili görevli üstâd-üd-dâr idi. Bu şahıs saraya âit umûmî masraflardan ve mutfağın denetiminden mesuldü. Sarayın ve hükümdârın korunması ile görevli muhâfız birliği olan cândârların reisine emîr-i cândâr denirdi.
Beyliğin en önemli işlerinin görüldüğü bir büyük dîvân vardı. Bu dîvânın vezir dışındaki üyeleri; müstavfî, müşrif, münşî ve ârız-ül-ceyş idi.
On yedinci asrın ikinci yarısı ile on sekizinci yüzyıl başlarında yaşamış saz şâiri. Karacaoğlan tarzı söyleyişi ile tanınan Ercişli Emrah, halk arasında zevkle anlatılıp dinlenen, Emrah ve Selvihan hikâyesinin de asıl kahramanıdır. O, Erciş Beyinin kızı Selvihan’a tutulmuş ve evlenme noktasına kadar gelmiştir. Fakat İran Şâhı Abbas, Van kuşatmasından dönerken Selvihan’ı esir alarak evlenmek niyetiyle İran’a götürmüştür. Emrah da Selvihan’ın arkasından gitmiş ve sevgilisine kavuşmuş, böylece geçirdiği mâcerâ Emrah ile Selvihan hikâyesini ortaya çıkarmış ve halk arasında dilden düşmemiştir.
Bâzı şiirleri Erzurumlu Emrah’a mâl edilmektedir. Aslında, Erzurumlu Emrah’a nisbetle daha az tahsil görmüş ve halkla haşır neşir olmuştur. O’nu Erzurumlu Emrah’tan ayıran diğer bir husûsiyet dilidir. Dil bakımından Ercişli Emrah, Erzurumlu Emrah gibi divan şiirinin diline yakın bir dil kullanmaz. Bu bakımdan sâdelik ve açıklık gösterdiği gibi halk deyiş ve duyuşuna daha fazla yer verir. Doğum ve ölüm târihleriyle, nerede öldüğü belli değildir.
Romancı ve yazar. 1888 yılında İstanbul’da doğdu. Tanzimât devri sanatçılarından olan Recâizâde Mahmud Ekrem’in oğludur. Galatasaray Lisesini bitirdikten sonra (1905), öğrenimini Paris’te sürdürdü. 1907’de Duyûn-ı Umûmiyede mütercimlikle başladığı memurluk hayâtında değişik görevlerde çalıştı. 1927-1929 seneleri arasında Matbaa Müdürlüğü, 1931-1933 seneleri arasında Varşova Elçiliği Müsteşarlığı, 1936-1937 seneleri arasındaSiyâsal Bilgiler Okulunda, 1937-1943 seneleri arasında ise, Gâzî Eğitim Enstitüsünde Fransızca öğretmenliği yaptı. 1943’te Galatasaray Lisesi Edebiyât öğretmenliğine tâyin edildi. Bu görevden 1950 senesinde emekliye ayrıldı. 1956 senesinde İstanbul’da öldü.
1908’den ölümüne kadar pekçok gazete ve dergide fıkralar, makâleler yazan, hikâye ve roman türlerinde eserler veren Ercüment Ekrem, yaygın şöhretini mizahî romanlarıyla yaptı. Romanlarında İstanbul hayâtını canlandırır. Romandaki kahramanları orta halli ve fakir çevrelerden seçmiştir. Hüseyin Rahmi ve Ahmed Râsim’in yolunda yürümüştür.
Eserleri: Asriler (1922), Günbatarken (1922), Kopuk (1922), Sabri Efendi’nin Gelini (1922), Sevgiliye Masallar (1925), Meşhedi ile Devriâlem (1927), Gemi Aslanı (1928), Meşhedi Aslan Peşinde (1934), Kodoman (1935), Papeloğlu (1937), Beyaz Şemsiyeli (1939), Çömlekoğlu ve Âilesi (1945), Meşhedinin Hikâyeleri (1947).
Siyâset adamı, fizik profesörü. İsmet İnönü’nün oğludur. 6 Haziran 1926’da Ankara’da doğdu. 1943’te Ankara Gazi Lisesini, 1947’de Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik-Matematik Bölümünü bitirdi. 1948’de ABDCalifornia Teknoloji Enstitüsünde yüksek lisans ve 1951’de doktora derecelerini aldı. 1955’te Ankara Üniversitesi Fen Fakültesinde doçent oldu. Teorik fizik profesörü olarak girdiği Orta Doğu Teknik Üniversitesinde 1960-1964 yılları arasında bölüm başkanlığı, 1965-1968 arasında da Fen ve Edebiyat Fakültesi dekanlığı yaptı. 1970’lerde bir yıl süreyle rektörlüğünü yaptığı ODTÜ, sol örgütlerin en çok faaliyet gösterdikleri ve etkili oldukları üniversite hâline geldi. 1975’te Boğaziçi Üniversitesi Temel Bilimler Fakültesi dekanlığına getirildi. 1982’de TÜBİTAK’a bağlı Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü müdürlüğüne tâyin edildi.
Mayıs 1983’te resmî görevlerinden istifa eden Erdal İnönü, 6 Haziran 1983’te Sosyal Demokrasi Partisinin (SODEP)kurucu üyesi ve ilk genel başkanı olarak politik hayata girdi. Kurucu üyeliği Milli Güvenlik Konseyince veto edilince 1983 seçimlerine katılamadı. Sosyal Demokrasi Partisinin (SODEP) 1985’te Halkçı Parti (HP) ile Sosyal Demokrat Halkçı Parti adı altında birleşmesinden sonra 1986’da bu partinin başına getirildi. 28 Eylül 1986 ara seçimlerinde İzmir’den milletvekili seçilip meclise girdi. 1987 genel seçimlerinde de aynı yerden milletvekili seçilip muhâlefet liderliğini sürdürdü (1991).
Erdal İnönü, 20 Ekim 1991 milletvekilliği erken genel seçimlerine SHP’nin genel başkanı olarak İzmir’den milletvekili adayı oldu. Milletvekili seçilerek TBMM’ye girdi. Genel başkanı olduğu SHP’den Halkın Emek Partisi (HEP) milletvekillerini aday göstererek HEP’in parlementoya girmesini sağladı. Daha önce Erdal İnönü’nün genel başkanı olduğu SHP; TBMM’nde ana muhalefet partisiyken, 1991’de yapılan erken genel seçimde, ülke genelinde kullanılan oyların % 20.75’ini alarak 88 milletvekili çıkardı. Mecliste üçüncü parti durumuna düştü. Erdal İnönü, 24 Kasım 1991’de Süleyman Demirel’in kurduğu 49. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinde koalisyon ortağı oldu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı görevini aldı. (1993 Mart)
Orta Anadolu’da 14. asırda kurulan bir Türk beyliği. Anadolu Selçuklu devleti yıkıldıktan sonra, onun idâresindeki yerler İlhanlıların eline geçti ve Anadolu’daki topraklar İlhanlılar tarafından gönderilen genel vâliler tarafından idâre edilmeye başlandı. Bu vâlilerin en kudretlisi ve sonuncusu Emir Çoban’ın oğlu Timurtaş idi.
Timurtaş vâli olarak gönderildiği zaman, babasının nüfûzuna güvenerek, müstakil devlet olma sevdâsına düştü. Ancak babası Emir Çoban büyük bir kuvvetle üzerine gelince bu sevdâdan vazgeçti ve affedildi.
Timurtaş kardeşi Dımışk Hoca’nın katli ve babasının Ebû Sâid Bahadır Han ile arasının açılması yüzünden Anadolu’da fazla kalamayarak, 1328’de Türk-Memluk Sultânı Melik Nâsır Muhammed’e ilticâ etti. Oraya giderken kayınbirâderi Eretna’yı vekil olarak bıraktı. Eretna da Ebû Sâid’ e bağlılığını bildirip, Timurtaş’ın yerine gönderilen Büyük Şeyh Hasan’a itâat ederek mevkiini muhâfaza etti.
Ebû Sâid Bahadır Han’ın 1335’te evlâd bırakmadan ölmesi bâzı karışıklıklara yol açtı. Bu durumda Eretna, Memluk Sultânına haber göndererek onun himâyesine girdi. Çobanîlerden küçük Şeyh Hasan’ın üzerine gelen ordusunu Sivas, Erzincan arasında 1343’te yenmesi Eretna’nın durumunu kuvvetlendirdi ve şöhretini arttırdı. Eretna’nın hükmü altında; Sivas, Kayseri, Niğde, Tokat, Amasya, Erzincan, Doğu Karahisar, Niksar, Canik, Develi, Karahisar şehir ve kasabaları bulunuyordu. Devletin merkezi önceleri Sivas, sonraları ise Kayseri oldu.
Eretna; âlim, hayırsever, ileri görüşlü, cesur bir zâttı. Dînine bağlı olup, ilim adamlarını severdi. Âlimleri meclisine alır, onların karşılıklı konuşmalarını dinler ve fikirlerinden faydalanırdı. Eretna’nın 1352’de Kayseri’de vefât etmesi, Anadolu, Irak ve Suriye’de üzüntüyle karşılandı.
Eretna’nın yerine emirlerin kararıyla küçük oğlu Gıyasüddîn MehmedBey hükümdar oldu. Ağabeyi Câfer Bey isyan ettiyse de, yenilip Mısır’a kaçtı. MehmedBey çok genç olduğu için devleti Vezir Ali Şah idâre ediyordu. Bir müddet sonra Vezir Ali Şah isyan etti ise de, Memlûklardan yardım alan Mehmed Bey’e yenildi ve harpte öldü.
Mehmed Bey 1365’te ölünce, yerine küçük yaştaki oğlu Alâeddîn Ali Bey geçti. Bunu fırsat bilen Karamanoğlu Alâeddîn, Niğde ve Aksaray’ı işgâl etti. Sonra Kayseri’yi de alan Karamanoğlu, Ali Beyi Sivas’a kaçırdı. Orada bir müddet hapiste kalıp sonra kurtarılan Ali Bey, tekrar hükümdar oldu. On beş sene süren hükümdarlığı çok silik geçen Ali Bey 1380 yılında tâundan öldü.
Ali Beyin ölümü üzerine, yedi yaşındaki oğlu, İkinciMehmedBey hükümdâr îlân edildi. Şarkî Karahisar Beyi Kılıç Arslan nâib oldu. Amasya emîri Hacı Şâdgeldi Paşa, idâreyi ele geçirmek için Sivas üzerine yürüdü ise de, Kılıç Arslan’ın nâib olduğunu duyunca, Amasya’ya çekildi. Kılıç Arslan’ın, Kâdı Burhaneddîn’i merkezden uzak tutmak için Karahisar’a göndermek istemesi, aralarının açılmasına yol açtı. Kâdı Burhaneddîn, bir süre sonra, Kılıç Arslan’ı ve onun amcası Keyhüsrev’i öldürdü ve İkinci Mehmed’e nâib oldu. 1381 senesi Ocak ayında ikinci Mehmed’i de bertaraf ederek, hükümdârlığını îlân etti. Böylece Eretna Devleti sona erdi. Yarım asra yakın hüküm süren Eretna Devletine âit, Sivas, Tokat, Kayseri ve havâlisinde bâzı eserler vardır.
Eretnaoğulları |
Tahta Geçişi |
Alâeddîn Eretna Bey |
1335 |
Gıyâseddîn Mehmed Bey |
1352 |
Alâeddîn Ali Bey |
1365 |
İkinci Mehmed Bey |
1380 |
Alm. Erg, Fr. Erg, İng. Erg. C.G.S. (Santimetre-gram-sâniye) birim sisteminde, enerji ve iş birimi. İş = kuvvet x yol’dur. C.G.S. birim sisteminde kuvvet birimi Dyn (Din), yol birimi ise cm (santimetre) olduğundan; Erg = Dyn. cm olur. Yâni 1 Dyn’lik bir kuvvet etkisinde kalan bir cisim bu kuvvet doğrultusunda 1 cm yer değiştirdiği zaman yapılan iş 1 Erg olur. 107 Erg = 1 Joule (jül)dür. 1 kg.m = 9,81 x 107 Erg’dir.
Trakya’da yer alan bir akarsu. Istranca Dağlarının güneydoğusundaki Karatepe’den doğar. Yaklaşık uzunluğu 281 kilometredir. Bir müddet kuzeydoğu-güneybatı istikâmetinde aktıktan sonra Kırklareli’nin Pehlivanköy ilçesinden Edirne topraklarına girer. Çorlu Suyu ile Muratlı yakınlarında birleşir. Lüleburgaz’ın güneyinde batıya döner. Uzunköprü’ye yaklaşırken, yeniden kuzeydoğu-güneybatı istikâmetinde akmaya başlar. Meriç ve İpsala ilçe topraklarının bir bölümünü suladıktan sonra Sarıcaali köyü civârında Meriç Irmağına katılır. Rejimi düzensiz olan Ergene’nin suları yazın azalır. Kışın ve ilkbaharda taşarak bütün vâdiyi kaplar.
Göktürklerin türeyişini anlatan destan. Belli başlı iki kaynağa dayanır. Birinci rivâyet; Ebü’l-Gâzi Bahadır Han tarafından yazılan Secere-i Türkî’nin rivâyeti olup şu şekildedir:
Oğuz Han soyundan olan İlhan, Moğol iline hükümdâr oldu. Bu sırada Tatarların başında Sevinç Han vardı. Aralarında savaş çıktı. İlhan dâimâ gâlip geliyordu. Sevinç Han, Kırgız Hanına birçok adamlar ve hediyeler göndererek onu kendi tarafına çekti. Oralardaki kabîlelerin en kalabalığı Moğollar olduğundan, bütün savaşlarda gâlip geliyorlardı. İdâreleri altındaki insanlara kötü davrandıklarından, kabîleler tarafından sevilmezler, hep kötülenirlerdi. Bundan dolayı bütün kabîleler Moğollardan öç almak üzere anlaştı. Hepsi birleşerek Moğollar üzerine yürüdüler.Moğollar çadır ve sürülerini bir yere toplayıp etrâfına hendek kazdılar. Beklemeye başladılar. Sevinç Han geldi ve savaş başladı. On gün savaşıldı. Hepsinde Moğollar kazandı. Bunun üzerine Sevinç Han bütün beyleri toplayarak gizli bir toplantı yaptı. Ertesi gün tan yeri ağarırken çadırlarını kaldırıp, işe yaramıyan mallarını bırakarak çekildiler. Moğollar bunların yenildiklerini ve kaçtıklarını sanarak kovalamaya başladılar. Tatarlar geri dönüp savaşmaya başladılar. Bu sefer Moğollar yenildi. Kaçanları da ordugâha gelinceye kadar kılıçtan geçirdiler. Çocuklarını esir ettiler.
Sevinç Han, Moğolları yendikten sonra ülkesine döndü. İlhan’ın oğulları ve bütün Türkler bu savaşta ölmüşlerdi. Yalnız en küçüğü olan Kıyan kalmıştı. Kıyan, o yıl evlenmişti. İlhan’ın kardeşinin oğlu Nüküz de o yıl evlenmişti. Bunların ikisi de aynı bölükten iki kişiye esir olmuştu. Savaştan on gün sonra bir gece atlarına binip hanımlarıyla birlikte kaçtılar. Savaştan önce ordu kurdukları yere geldiler. Düşmandan kaçıp gelen deve, at, öküz ve koyunlar orada toplanmıştı. Onları da alarak daha emin bir yer aradılar. Sarp dağları aşarak geniş ve bolluk bir vâdiye varıp yerleştiler. Oraya Ergenekon ismini verdiler. Burada dört yüz sene yaşayıp çoğaldılar. Oraya sığmaz oldular. Toplandılar ve buradan çıkmanın yolunu aradılar. Bir demirci, dağın bir yerinde demir mâdeni olduğunu ve onu eritirlerse yol bulup çıkacaklarını söyledi. Orayı eriterek, bir deve geçecek kadar yol açıp geçtiler. Bu geçiş esnâsında bir bozkurt gelerek kendilerine yol gösterebileceğini söyledi. Kurdun peşinden giderek Ergenekon’dan yol bulup çıktılar.
Ergenekon’dan çıktıklarında, Türklerin başında Börte Çene bulunuyordu. Börte, bütün boylara elçiler göndererek Ergenekon’dan çıktıklarını bildirdi. Tatarlar bunların üzerine yürüdü ve çok çetin savaş oldu. Tatarları kılıçtan geçirdiler. Mallarını zaptettiler. Küçüklerini esir ettiler ve eski yurtlarına yerleştiler. O boyların en kuvvetlisi oldular. Bu destanı, her ne kadar Moğollar kendilerine mâl etmeye çalışırlarsa da, bu Türklerin destânıdır. Câmi’üt-Tevârih’i yazdıran Geyan Han, Cengiz’in soyundandır. Secere-i Türk’ün yazarı Ebü’l-Gâzi Bahadır Han da Cengiz soyundan bir hükümdârdı.
Çin kaynaklarında çeşitli rivâyetler bulunmaktadır. Doğru olan Hunların bir kolu olan Göktürklere âit bir destan olmasıdır.
Alm. Pubertät (f), Fr. Puperté (f), İng. Puperty. Bir çocuğun dış görünüş ve yapısının derece derece yetişkin bir gencin yapısına dönüştüğü dönem. Bu dönemde fizîkî büyüme umûmiyetle hızlıdır. Kızlar bu döneme erkeklerden önce girerler. Erkeklerde ergenlik (bülûğ) yaşının başlangıcı on iki, kızlarda dokuz yaşlarını doldurmaktır. Ergenliğin sonu ikisinde de on beş yaştır. Ergenlik yaşı kızlarda daha çok 11 yaş, erkeklerde ise 13 yaş civârındadır.
Ergenlik döneminde boy uzaması en belirgin değişikliklerden birisidir. Boy uzaması, 14 yaşlarında nihâyete erer. Fakat 20 yaşlarına kadar uzayanlar da vardır. Bu süre daha çok iç salgı bezlerinin gelişimiyle alâkalıdır. İç salgı bezlerinin salgıladığı hormonlar, uzamayı durdurduğu gibi ergenlikle çeşitli değişikliklere de sebeb olur. Ergenlik dönemi hızlı olursa, boy uzaması da erken durur. Ergenlikle birlikte kızlarda genç kadınlara âit çeşitli özellikler belirmeye başlar. Anneler kızları bu olaya hazırlamalıdır. Ergenlikte vücûdun kıllanma düzeninde de çeşitli değişiklikler meydana gelir. Erkekte sakal çıkar, ses kalınlaşır. Ter bezleri daha da olgunlaşır. Yüzde sivilceler (akne) gelişebilir. Ergenlik dönemindeki gençlerde çeşitli davranış değişiklikleri de meydana gelir.
Ergenlik yıllardır araştırıcıların ilgisini çeken bir konu olmuştur. Buna rağmen şu anda bile bu konu sırlarını saklamaktadır. 100 yıla yakın bir zamandır ilim adamları ergenliğin beyindeki pineal cisim (Bkz. Epifiz) salgısının azalması ile meydana geldiğini ileri sürüyorlardı. Zamânımıza kadar, yapılan yüzlerce araştırma bu teoriyi ispatlamaya yetmemiştir. Nihâyet günümüzde pinealdan salgılanan melatonin hormonunun ergenlikle ilgili tesirlerine âit bâzı ipuçları bulundu. Ergenliğe doğru çocuklardaki melatonin yapımının önemli ölçüde düştüğü tesbit edildi. Melatoninin, davranışa ve olgunlaşmaya nasıl tesir edeceğine âit araştırmalar devâm etmektedir.
İslâm dîninde ergenlik (bülûğ), çocukluğun sona erdiği, olgunlaşmanın başladığı, evlenilecek yaşa gelindiği sınırdır. Bülûğa erenleri, anne ve babaları dînen mükellef oldukları konularda aydınlatmalı, gerekli bilgileri vermelidirler. Bu yaşa gelen kimse artık mükelleftir. Çocukluk sebebiyle tanınmış olan bütün muâfiyetler ile, yâni sorumlu olmadığı şeyler ile bundan sonra sorumlu olur. Normal bir kimsenin sâhib olduğu mesûliyetlerin hepsini yüklenir. Kısaca âkıl ve bâlig olan normal bir Müslümanın sâhib olduğu bütün hak ve vazîfelerle muhâtaptır. (Bkz. Âkıl Bâlig)
Alm. Akne (f), Fr. Ackné (f), İng. Acne. Derideki yağ bezlerinin kalitesinin bozukluğu, miktarının fazlalığıyla meydana gelen cilt rahatsızlıklarından biri. Kıl diplerinin dışarıya açılış delikleri genişlemiştir. Buralarda, ifrâzâtın ve derinin üst kısımlarının döküntülerinin toplanmasıyla kirli kahverengi, siyah tıkaçlar meydana gelir. Bunlar aslında yağ bezlerinin ağızlarını tıkarlar ve kepek, kolesterol, yağ ve mikrobasillerden ibârettir.
Ergenlik sivilcesinin genellikle ergenlik çağlarında başlayıp, yaşlanma ile birlikte azalması, kadınlarda âdet zamanlarında artması, östrojen tedâvisiyle iyileşmesi, evlenince azalması, bir hormon bozukluğu olabileceğine hüküm verilmiştir.
Baharatlı yemeklerle ve kabızlıkla artar. Çikolata vb. yiyeceklerin tesiri olup olmadığı kesin belli değildir.
Tıkaçların tıkadığı yağ bezleri, ağızları altında dışarı çıkamayan yağlar birikir. Altta yağ çoğaldıkça o bölge derisi düz ve beyaz bir şekilde kabarır. Zamanla biriken bu yağ, mikroplar tarafından yağ asitlerine parçalanır. Bu yağ asitleri kıl diplerindeki hücreleri tahrip ederek iltihâbî bir olayı başlatır. Bu kabarıklıklar delinerek ve işe karışan mikropların etkisiyle kızarır, içi irin dolu küçük kesecikler teşekkül eder. İrinin dışarıya akıp, kabukların teşekkül etmesi veya derinlere giderek ağrılı bölgeler meydana getirmesi de görülür. Bütün bu belirtiler ilerleyerek çok ızdıraplı görüntülere sebeb olabilirler.
Tedâvi: El ile yüzdeki sivilceleri sıkmaktan kesinlikle kaçınmalıdır. Çünkü yukarıda anlatıldığı gibi, iyileşmesini değil, ileri safhalara gitmesine sebeb olur. Enfeksiyonu yayarak durumu daha da kötüleşir. Bilhassa yüzdeki sivilcelerin sıkılması mikropların beyne taşınmasına sebeb olabilir.
Haftada bir defa sabunlu banyo yapmalı, kükürtlü, zeytinyağlı sabunlar tercih edilmelidir. Yağlı yiyeceklerden perhiz etmenin sivilcelerin iyileşmesine fazla etkisi olmadığı söylenmektedir.
İlâç olarak; % 5-10 kükürt ihtiva eden merhemler; salisilik asitli losyonlar, retinoik asitli pomadlar, haricen kullanılan faydalı ilaçlardır. Ayrıca ağızdan antibiyotik olarak tetrasiklin kullanmak faydalıdır.
Alm. Ergonomie, Fr. Ergonomie, İng. Ergonomy. İnsanın rahatını, güvenliğini ve verimliliğini arttırmak maksadıyla, insan-makina, insan-iş, insan çevre ilişkilerini konu alan mühendislik dalı. Ergon Yunancada iş demektir. İster tüketici olsun, isterse üretici konumunda bulunsun, bütün insanlar değişik âlet ve makinalarla, çeşitli iş ve çevre şartları ile karşı karşıya bulunurlar. Bu esnâda insanın güvenliğinin, rahatının ve iş verimliliğinin arttırılması arzulanır. Ergonomi, insanın çeşitli şartlar altındaki bedenî ve psikolojik özelliklerini, kâbiliyetlerini, eğilimlerini, imkânlarını araştırmak suretiyle bir takım ortak özellikler ve kâideler tesbit etmeye çalışır. Bunlar daha sonra insanı kuşatan çevrenin, insanın ilişkiye geçtiği makinaların, içinde yaşanılan ortamların en iyi şekilde düzenlenmesinde kullanılacaktır.
Esas olarak sanâyide iş gücünün verimliliğinin arttırılması maksadıyla yürütülen çalışmalar sonucu kendini gösteren ergonomi; tıp, teknoloji, biyoloji, fizyoloji, psikoloji, sosyoloji, mühendislik, mekanik, fizik gibi çok çeşitli başka konularla da yakından ilgilidir. En basit olarak, bir iskemlenin yükseklik ve şeklinin yapılan işe daha uygun hale getirilmesi, iş verimini ve konforu arttırabilir. Meselâ, parmaklar kullanılarak görülecek bir işin de parmağın tabiî yapısına ve kâbiliyetlerine uygun olması gerekecektir. Nitekim, daktilo, telefon, bilgisayar klavyesi, diş fırçası vb. mamullerin geliştirilmesinde ergonomi prensiplerinden faydalanılır. Oturma yerlerinin şekli, bedenin rahat ve sıkıntılı duruşları, âlet ve eşyalardaki işaret ve kumanda düğmelerinin durumu, gürültü, ses ve ışık seviyeleri ve daha niceleri ergonominin inceleme sahasına girer.
İsâbetli bir insan-makina sistemi geliştirebilmek için ergonomi işe gözlem yaparak başlar. Gerekiyorsa, işin gerçek şartlar altındaki durumu anketlerle araştırılır, ayrıntılı analizler yapılır. İnsanların genel yapıları, yukarıda sayılan değişik bilim konuları açısından ayrıntılı olarak incelenir. Daha sonra ilmî metodlar kullanılarak ilgili sistemler geliştirilir. Esas olarak deneye dayanarak sistemin rahatlığı ve verim üzerindeki etkisi incelenir. Zayıf noktalar güçlendirilerek, daha iyi çözümlere geçilir.
Ergonomi önceleri daha çok kas gücüne dayanan işlemlerde fizyolojik temelli araştırmalarla ilgilenmiştir. İnsana âit anatomik özellikler üzerinde durulmuş, bunlara âit standartlar geliştirilmiştir. Sonraları, biraz daha makineleşmiş sistemler de incelenmeye başlanmış, bu arada insanın psikolojik yapısı ve özellikleri (dikkat, algılama, kavrama, tepki gösterme vs.) de incelenmiştir. Günümüzde ergonomi çok daha karmaşık ve otomatikleştirilmiş sistemlerle insan arasındaki ilişkileri de incelemektedir.
Her çeşit ev ve el âletlerinin, çevredeki hemen hemen bütün eşyaların, taşıt araçlarının, konutların, makinaların, fabrikaların, giyim eşyalarının, kısacası, gerek üretici olarak, gerekse tüketici olarak insanı kuşatan ve onunla temas hâlinde bulunan, bütün mal, eşya, sistem ve varlıkların geliştirilmesinde ergonomi prensipleri kullanılmakta, böylece insanın rahatı, güvenliği, konforu ve iş verimleri en üst seviyeye çıkarılmaya çalışılmaktadır.
Alm. Judasbaum (m), Fr. Arbre de Judée, gainier (m), İng. Judas-tree. Familyası: Baklagiller (Leguminosae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Güney Anadolu, Batı ve Kuzey Anadolu.
Akdeniz ikliminin hâkim olduğu bölgelerde yetişen 2-10 m yüksekliğinde ağaç ve ağaççık. Maki vegetasyonunun tipik bitkilerindendir. Diğer bölgelerimizde park ve bahçelerde yetiştirilir. Yaprakları kalp biçiminde, tam kenarlı; çiçekleri erguvan renginde, yaşlı dal ve gövdelerden çıkarlar ve 6-10’lu bir arada kısa salkım durumunda olup, baharın müjdecisidirler. Çiçeklerin böyle yaşlı dal ve gövdelerden çıkması olayına kavliflori adı verilir. Meyveleri büyük ve çok tohumlu olup, bakla meyvesine benzer.
Kullanıldığı yerler: Rahatsız etmeyen asit tadında olan çiçekleri, salataya konur veya börek yapımında kullanılır.
Türk tabâbetine büyük hizmetlerde bulunan ve İslâmiyeti kabul edip, Türk vatandaşlığına geçen bilim adamı.
Erich Frank 1884 yılında doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Breslau’da yaptı ve aynı şehirde Tıp Fakültesine girerek, 1908 yılında bitirdi. 1908-1911 yılları arasında Wiesbaden Hastahanesinde çalışan Frank’ın bu sırada, Salvarsan’ın klinik denemelerinde önemli rolü oldu. 1910 yılında Hayvan ve İnsanda Renal Diyabet üstüne yaptığı çalışmalarıyla üniversitede asistanlık hakkını kazandı. 1911-1918 yılları arasında Breslau Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kliniğinde asistanlık yaptı ve Ortostatik Albüminüri konulu doktora tezini sunarak 1913’dte doçent, 1919’da profesör oldu. 1933 yılına kadar başarılı çalışmalar yapan Frank, ülkesinden ayrılmak zorunda kalınca 1934 yılında İstanbul Üniversitesinin Tıp Fakültesi kürsü direktörlüğüne atandı. 1934 yılından 1957 yılında ölünceye kadar İstanbul Üniversitesinde çalışan Prof. Frank, bir bilim adamı olarak geniş bilgisi, araştırmacı ve öğretici kâbiliyeti, ders verme gücü yanında, kliniğini de kusursuz biçimde yönetmiştir.
Çeyrek yüzyıl kadar Türk hekim topluluğuna binlerce öğrenci, yüzlerce uzman ve hoca yetiştirdi. Türkiye’de bulunduğu sıralarda Birleşik Amerika Üniversitelerinden devamlı teklifler alan Prof. Frank bütün bu teklifleri reddetti ve bir süre sonra Türk vatandaşlığına geçti.
İç Hastalıkları Klinik Ders Kitabı (üç cilt), Karbonhidrat Metabolizması Patolojisi, Vejetatif Sinir Sisteminin Patolojisi, Dâhilî Böbrek Hastalıkları, Az Tanınmış Hastalıklar gibi çok değerli eserleri vardır.
Frank, bir karaciğer rahatsızlığı sonucu 13 Şubat 1957 günü kendi kliniğindeki çalışma odasında öldü. Vasiyeti üzerine cenâzesi Rumelihisarı’ndaki İslâm mezarlığına gömüldü.
Kuzey Amerika’daki göller bölgesinin en güneyindeki göl. 41° 30’ ve 42° 52’ kuzey enlemi, 78° 53’ ve 83° 25’ batı boylamları arasındadır. Kuzeyi Kanada hudûdundadır. Doğu ve güneyinde New York, Pennslvania ve Ohio, batısında ise Ohio ve Michigan vardır. Kuzeydoğu ve güneybatı istikâmeti en geniş bölgesidir. 395 km uzunluğunda, 80 km genişliğindedir. Yüzölçümü 25.830 km2, rakımı 175 m, Nuron Gölünden 2,5 m alçaktır. Ortalama derinliği 30,48 m âzamî derinliği 65 metredir. Detroit Nehri buraya dökülür. Diğer pekçok gölle kanallar vâsıtasıyla irtibâtı vardır. İrtibâtı olmayan göller arasında kuzeydeki Grand Gölü, batıdaki Maumee Gölü ve güneydeki Sandusky, Huron ve Cuyahoge gölleri sayılabilir. Erie Gölünden Niagara Şelâlesi doğar. Bu şelâle, Ontario Gölüne 100 m bir alçalma ile dökülür. Kenarındaki Sandusky, Maumee, Long Point sâhilleri meşhurdur. Batı kıyısında birkaç ada vardır. Bunlardan Point Pelee, Kelly’s North, Orta Bass ve Güney Bass sıralanabilir.
Erie Gölü, bölgenin en sığ gölüdür. Bataklıkları, su üstü araçları için tehlike arz eder. Bataklıkların sebebi, akıntıların getirdiği artıklardır. Diğer bir tehlike ise, Niagara Nehrinin kendisi, asırlardır değişmemesine rağmen, ağzının geriye doğru yer değiştirmesidir. Nehrin ağzı aşındıkça gölün seviyesi düşmektedir. Erie Gölünün en büyük hasûsiyeti, doğudan batıya su yolu irtibatının sağlanması için kurulan kanal bağlantılarına sâhib olmasıdır. Bu kanallar, doğudan batıya irtibâtı temin eden ve ticârî bakımdan öneme hâiz su şebekeleridir. Niagara Şelâlesi yakınlarındaki Welland kanalı Atlantik’le doğrudan irtibat tesis eder. Barge Kanalı, gölü Hudson Nehrine kısa bir yolla birleştirir. Ohis Gölü ile Ohio Nehrini birbirine bağlayan kanallar mevcuttur. Çok güzel limanları vardır. Fakat hepsi buharlı gemi seferlerine açık değildir. Bu limanlardan en önemlileri, Buffalo, Erie, Cleveland, Sandusky ve Toledo’dur. Sandusky yakınlarında 10 Eylül 1813’te Erie Gölü Savaşı cereyan etmiş, bu savaş Amerikalılar için önemli olmuştu.
Alm. Pflavme (f), Fr. Prunier (m), İng. Plum. Familyası: Gülgiller (Rosaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Doğu Anadolu’nun yüksek yayla mıntıkası ile, Güneydoğu Anadolu’nun kurak ve çok sıcak bir kısım yerleri hâriç, memleketin her tarafından yetişir.
Mart-nisan ayları arasında beyaz renkli çiçekler açan, çalımsı veya yüksek ağaçlar. Anavatanı Anadolu olan erikler, dünyânın değişik iklim bölgelerine göçler ve harpler sebebiyle adapte olmuşlardır. Bütün dünyâdaki erik çeşitlerinin sayısı, iki binden fazladır. Memleketimizde yetiştirilen çeşitlerin sayısı da iki yüzün üstündedir.
Erikler olgunluk zamanlarına, kullanma şekillerine göre çeşitlere ayrılır. Türkiye Millî Bağ-Bahçe Komitesinin memleketimizde yetiştirilmesini tavsiye ettiği çeşitler; Can, Santa Roja, Red Kennen, Climax, Formasa, Reine Claude Violette, Reine Claude Verte, President, Giant, Red Heart, Stanley, Köstendil, Karagöynük, Üryani, D’Agant’tır.
Erik ağaçları tür ve çeşitlerine göre iri boylu ağaçları teşkil ettikleri gibi, küçük boylu ağaçlar veya çalı şeklinde olanları da vardır.
Sert çekirdekli bir meyve ağacı olan eriğin iç kısmının sertleşmesiyle sert çekirdek kabuğu meydana gelir. Yenilen kısmı etli ve suludur. Meyveleri şekil, renk ve tat bakımından çok farklıdır. Tohumları (çekirdekleri) acıdır.
Erik çeşitleri, tohum teşekkülü bakımından kendine verimli, kendine kısmen verimli ve kendine kısır olarak üç grup altında toplanır. Kendine kısmen verimli çeşitlerden de iyi ürün alınabilmesi için, tohum teşekkülü çeşitlerine ihtiyaç vardır.
Erik ağacı çeşitli toprak tipinde yetişmekle beraber en iyi olarak besin maddelerince zengin, humuslu, sıcak, yeteri kadar nemli, orta derin ve derin topraklarda iyi yetişir. Kültür erik çeşitlerini üretmenin tek yolu, aşıdır. Fidanlıklarda en çok durgun göz aşısı kullanılır. Kültür erik çeşitleri için muhtelif erik türleri, şeftali, kayısı ve bâdem anaç olarak kullanılabilir.
Kullanıldığı yerler: Meyvelerinde şekerler, pektin ve organik asitler vardır. Meyve olarak yenir. Kurutularak hoşaf ve çeşitli yörelerde değişik pestil yapımında kullanılır.
Alm. Auflösung (f), Fr. Dissolution (f), İng. Melting. Katı maddenin sıvı hâle geçmesi. Bir katı cismin sıcaklığı artırıldığı vakit moleküller arasındaki birbirini çekme kuvveti yavaş yavaş azalır ve belirli bir sıcaklık derecesinden sonra termik (ısı ile ilgili) hareket çekme kuvvetini yener. Katıda bir hal değişikliği başlar. Bu hal değişmesi maddenin kristal (billur) veya amorf oluşuna bağlı olarak değişik şekillerde olur. Amorf bir cisimde erime belli bir sıcaklıkta olmaz. Yâni erimenin başladığı ve bittiği sıcaklık derecesi arasında bir fark vardır. Onun içindir ki, amorf bir maddenin erime noktasından bahsedilemez. Amorf maddenin sıcaklığı yükseldikçe, giderek yumuşar ve belirsiz bir sıcaklıkta sıvı hale geçer. Meselâ cam ve plastikler amorf maddelerdir. Bunların erime noktası yoktur.
Kristal ve saf olan bir madde ise, belirli bir sıcaklıkta katı halden tamâmen sıvı hâle geçer. Bu sıcaklığa o maddenin erime noktası denir. Bütün kristal yapıya sâhip saf maddelerin erime noktasında, yâni katı halden sıvı hale geçene kadar, sıcaklığı sabit kalır. Ancak tamâmen sıvı hale geçtikten sonra sıcaklığı yükselir. Saf kristal cisimlerin erime noktası ile donma noktası arasında sıcaklık farkı yoktur. Meselâ saf su, 0°C de donar. Fakat saf olmayan maddelerin, yâni karışımların donma ve erime noktaları farklıdır.
NOT: ŞEKİL VAR!
Bâzı hallerde erimiş madde, donma noktasına kadar soğuduğu halde donmaz. İşte bu duruma aşırı soğuma ve donmada gecikme denir. Bu haldeki sıvıya kendi cinsinden küçük bir katı billur atılırsa sıvı maddenin birden donduğu görülür. Buna aşı billuru (kristali) denir.
Erime ve donma noktası üzerine basıncın etkisi vardır. Normal erime noktasından söz edilirken, basınç bir atmosfer kabul edilir. Erime noktası, saf maddeler için karakteristik fiziksel bir sâbittir.
Erime ısısı: Bir gram katının erime noktasında, katı halden sıvı hâle geçmesi için gerekli olan ısı. Erime ısısı cisme ve sıcaklığa bağlıdır. Meselâ buzun 0°C’deki erime ısısı, 79,8 cal/g’dır. Bir gram sıvı donduğu zaman erime ısısı kadar ısıyı çevreye verir.
DEVLETİN ADI |
Eritre Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Asmara |
NÜFÛSU |
3.250.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
117.400 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Amharaca |
DÎNİ |
İslâmiyet |
PARA BİRİMİ |
Etiyopya Birri |
Doğu Afrika’da yer alan bir devlet. Kuzey ve doğusunda Kızıldeniz, batısında Sudan, güneyinde Etiyopya yer alır.
Târihi
Eritre toprakları Aksum Krallığının hâkimiyet bölgesindeyken 950’li yıllarda Etiyopya Krallığına bağlandı. Bölge, Kânûnî Sultan Süleymân döneminde Özdemir Paşa tarafından fethedildi. 5 Temmuz 1555’te merkez başkent Asmara’nın limanı Musavva olmak üzere Habeş eyâleti kuruldu. Osmanlı hâkimiyeti, bölgenin 1889’da İtalyanların eline geçmesiyle sona erdi. İtalyanlar, Etiyopya Kralı İkinci Menelikle Uccialli Antlaşması ile bölgeyi işgâl ettiler ve ertesi sene sömürge hâline getirdiler. Bu bölgeye Roma döneminde Kızıldeniz’e verilen isim olan Mare Erythracum’dan esinlenerek Eritre adını verdiler. İtalyanlar bölgeyi Etiyopya’ya karşı düzenledikleri saldırılarda üs olarak kullandılar. Eritre daha sonra İtalya Doğu Afrikası’ndaki altı eyâletten biri hâline getirildi.
İngiltere, 1940 yılının sonunda Süveyş yolunu açmak gâyesiyle İtalya Doğu Afrika’sını parçalamak için harekete geçti. Fransızların desteği ile 1941 senesinde Eritre topraklarını ele geçirdi. İkinci Dünyâ Savaşından 1952’ye kadar İngiltere hâkimiyeti altında kalan Eritre aynı yıl özerk bir bölge olarak Etiyopya’nın meydana getirdiği federasyona katıldı.
Eritre 1960’lı yıllarda Etiyopya’nın eyâleti hâline getirildi. Bunun üzerine, bu karara karşı çıkan Eritre Kurtuluş Cephesi adlı gerilla teşkilâtı kuruldu. Bir süre sonra da aynı gâyeli farklı siyâsî ideolojileri temsil eden birkaç örgüt daha ortaya çıktı. Bu örgütlerin Etiyopya’dan ayrılarak bağımsız bir devlet kurmak gâyesiyle İmparator Haile Selasiye kuvvetlerine karşı sürdürdükleri gerilla savaşı, 1974’te yapılan askerî darbenin ardından daha şiddetlendi. Ama yeni yönetimin 1977 sonrasında aldığı sert tedbirler gerillaları önemli ölçüde geriletti. Gerilla örgütleri 1985’te birleşti. Bu târihten sonra hızla güçlenen gerillalar 1991 Mayısında Addis Abeba’yı ele geçirdi. Etiyopya Devlet Başkanı Mariam ülkeden kaçtı. Etiyopya Devrimci Demokratik Halk Cephesi geçici hükümet kurması üzerine Asmara’da Eritre Halk Kurtuluş Cephesi de Eritre’de özerk yönetim kurdu. Nisan 1993’te yapılan halk oylaması neticesinde bağımsızlığını kazanan Eritre’de, Eritre Halk Kurtuluş Cephesi lideri İsayas Afewerki başkanlığında geçici hükümet kuruldu (Mayıs 1993).
Fizikî Yapı
Eritre toprakları, Kasar Burnundan, Bâbü’l-Mendep Boğazındaki Dumeira Burnuna kadar yaklaşık 950 km boyunca uzanır. Dahlak Adaları da Eritre’ye âittir. Etiyopya yüksek platosunun, doğu ve batıda alçak ovalarla çevrili kuzey uzantısı Eritre topraklarına girer. Doğu ovasının genişliği 16-80 km civârında olup, Danakil bölgesini ve deniz seviyesinden 116 m aşağıda bulunan Kobar Çukurunun kuzey kenarını içine alır. Batıda yumuşak bir eğimle plato, batıya doğru akan akarsu vâdileriyle parçalanmıştır.
İklimi
Enlem îtibâriyle subekvatoral ve tropikal iklim kuşağı üzerinde bulunur. Bu yüzden iklim çok değişken bir özelliğe sâhiptir. Yıllık sıcaklık ortalaması 30°C civârında olan deniz seviyesindeki Mitsiva yılda 200 mm civârında yağış alırken, 2000 m yükseklikteki Asmara’da yıllık sıcaklık ortalaması 16°C ve yıllık yağış ortalaması 500 mm civârındadır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
3.250.000 civârında olan ülke nüfûsu çeşitli etnik ve dînî gruplardan meydana gelir. Güneydeki yüksek bölgelerde Tigrinya dilini konuşan Hıristiyan Koptlar, kuzeydeki yamaçlarda Tigre dilini konuşan Müslümanlar, kıyıdaki çöllerde Saho ve Danakili dillerini konuşan kabîleler yaşar. Kıyı ve Sudan sınırına yakın bölgelerde Arapça, başkent Asmara civârında da yaygın olarak İtalyanca konuşulur.
Ekonomi
Sulama imkânlarının geliştirilmesiyle üretimin artmasına rağmen yağış miktarının büyük değişiklikler göstermesi ve sık rastlanan çekirge istilâları yüzünden tarım çok geri seviyededir.Sanâyi, başkent Asmara’da yoğunlaşmış olup, daha çok gıda ürünleri, dokuma ve deri eşyâya dayanmaktadır. Ayrıca Kobar Çukuruyla Mitsiva ve Assab’da tuz üretilir.
Ulaşım: Ülkenin Asmara ve Assab şehirlerinde havaalanları vardır. Karayolu ağı ülkeyi Etiyopya’ya ve Sudan’a bağlar. Dağlardan geçen demiryolu Mitsiva, Asmara ve Bişa’yı birbirine bağlar.
Eshâb-ı kirâmdan. İlk Müslümanlardandır. İsmi, Erkâm bin Ebi’l-Erkâm, künyesi Ebû Abdullah’tır. Mahzumoğulları kabîlesindendir. Mekke-i mükerremede doğdu. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. 673 (H.53) senesinde Medîne-i münevverede vefât etti.
Peygamber efendimiz insanları İslâm dînine dâvet etmeye başlayınca, Erkam bin Ebi’l-Erkam 22 veya 23 yaşlarındayken, yedinci veya on birinci kimse olarak Müslüman olmakla şereflendi. Peygamber efendimiz müşriklerin, yâni inanmayan kimselerin baskılarından Müslümanları korumak ve rahat ibâdet edebilmek için Safâ Tepesinin doğusundaki bir sokakta bulunan Erkam bin Ebi’l-Erkam’ın evini emniyetli bir yer olarak seçti. İslâm dînini burada gizlice yaymaya çalıştı. Mekke’de nâzil olan âyet-i kerîme ve sûrelerin bir çoğu Erkam bin Ebi’l-Erkam’ın evinde nâzil oldu. Eshâb-ı kirâm bu evde toplanırlar, Peygamber efendimizi görmek ve Müslüman olmak isteyenleri Dâr-ül-Erkam ve Dâr-ül-İslâm adı verilen bu eve getirirlerdi. Hazret-i Hamzâ, Ammâr bin Yâsir, Mus’ab bin Umeyr gibi birçok sahâbi bu evde Müslüman oldular. Hazret-i Ömer de bu evde Müslüman olmakla şereflendi. Erkam bin Ebi’l-Erkam bu evi hiç satılmamak ve mîrâsçı olunmamak üzere vakfetti. Erkam bin Ebi’l-Erkam’ın oğulları ve torunları tarafından kullanılan bu evin yerine Osmanlı pâdişâhlarından Sultan Üçüncü Murad Han 1591 (H. 999) senesinde bir mescit yaptırdı.
Erkam bin Ebi’l-Erkam diğer Müslümanlarla birlikte Mekke’den Medîne’ye hicret etti. Peygamber efendimiz onu Ebû Talhâ Ensarî ile kardeş yaptı. Erkam bin Ebi’l-Erkam, Bedir, Uhud, Hendek ile diğer bütün savaşlara katıldı ve büyük kahramanlıklar gösterdi. Peygamber efendimiz ona Bedir Savaşından sonra bir kılıç hediye etti. Daha sonra zekât mallarını toplama hizmetini verdi. Dört halîfe devrinde halîfelerin meşveret (danışma) meclisinde bulunan Erkam bin Ebi’l-Erkam 673 (H. 53) senesinde 83 yaşlarındayken Medîne-i münevverede vefât etti. Cenâze namazını Aşere-i mübeşşereden, yâni Cennet’le müjdelenen on kişiden Sa’d bin Ebî Vakkâs kıldırdı. Cennet-ül-Bakî Kabristanında defnedildi.
Asîl bir âileden olan Erkam bin Ebi’l-Erkam, geçimini kendi arâzilerinden elde ettiği mahsulden kazandıklarıyla ve ticâret ile temin ederdi. Zühd ve takvâsı çoktu. Yâni dünyâya düşkün olmayıp haramlardan çok sakınırdı. Vakitlerinin çoğunu Allahü teâlâya ibâdet etmekle geçirirdi. Peygamber efendimizden hadîs-i şerîf rivâyet etti. Ubeydullah ve Osmân adlı oğullarıyla Meryem, Safiyye ve Umeyye adlı kızları olmak üzere beş evlâdı olduğu bilinmektedir.
ERKEK EĞRELTİOTU (Dryopteris Filixmas)
Alm. Farnkraut (n), Fr. Fougere (f), male, İng. Male fern. Familyası: Eğreltiotugiller (Polypodiaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Doğu Karadeniz, Marmara bölgesi.
Mutedil bölgelerin rutubetli yerlerinde, orman altlarında, kayalar arasında yetişen 50-70 cm boylarında, çok senelik, otsu bir bitki. Toprak altı gövdesi 10-40 cm uzunluğunda olup, dış kısmı eski yaprak izleri veya kâideleri ile kaplıdır. Alt tarafında siyah renkli, ince kökler taşır. İlkbaharda rizom gövdesinin ucundan kendi üzerine sarılmış olan genç yapraklar çıkar. Yapraklar gelişince açılır. Yapraklar uzun saplı olup sapın kâidesi şişkindir. Yaprakların alt yüzlerinde spor keseleri vardır.
Kullanıldığı yerler:Bitkinin kullanılan kısmı kökleri ve yapraklarıdır. Kökleri sonbaharda toplanıp, birkaç gün, havada sonra hafif ısıda kurutulur. Özel bir kokusu, tatlımsı ve kekremsi bir tadı vardır. Bileşiminde uçucu ve sâbit yağlarla, reçine, nişasta ve etkin madde filisin vardır.
Barsak parazitlerine karşı çok eski târihlerden beri kullanılmaktadır. Toz veya hulasa hâlinde alınır. Müshil olarak yağı ilâçlarla verilmemelidir. Zîrâ yağlar, ilâçtaki toksin maddelerin yayılmasını kolaylaştırarak şiddetli zehirlenmelere sebeb olabilir.