ENFRARUJ IŞINLARI
Alm. Infrarote Strahler (pl). Fr.Rayons (m pl.) infrarouğes, İng.Inffrared rays. Görülebilen kırmızı ışıktan daha uzun dalga boyuna sâhip, gözle görülmeyen ışınlar. “Kızılötesi ışınlar” olarak da anılırlar. Isı dedektörleri ile tesbit edilenler en uzun dalga boyu olanlarıdır. Elektromagnetik dalga spekturumda, dalga boyu bakımından görülebilen ışığın üstünde bulunur. Görülebilen dalga boyu aralığına nisbeten daha geniştir. Bu ve bunun gibi diğer görülemeyen ışınlar, gözümüze ne kadar az güvenebileceğimize işâret etmektedir.
Yaklaşık olarak, dalga boyları 0,8 mikron ile 1000 mikron arasındadır. Normal fotoğraf filimlerine tesir etmezler ve normal optik âletlerle fark edilmezler. Bunun sebebi, enerjilerinin görülen ışığın enerjisinden oldukça düşük olmasıdır. Fark edilmeleri ancak ortaya çıkardıkları ısı sonucu olur. Bu sebepten kızılötesi ışın enerjisi bâzan ve yanlışlıkla ısı radyasyonu olarak isimlendirilir.
Kızılötesi ışınların önemli kullanış yerleri son yıllarda yaygınlaşmıştır. Pekçok maddenin kimyasal analizi bu tür ışınların yardımıyla gerçekleştirilmektedir. Özellikle İkinci Dünya Savaşında yansıyıp gelen kızılötesi ışınların görünür hâle getirilmesiyle, karanlıktaki cisimler fark edilmiştir. Bu tür ışınların ısı etkisini kullanan fırınlar ve cilt hastalıkları tedâvisinde kullanılan lambalar yapılmıştır. Geliştirilen yeni hassas filimlerle, ışık vermeyen fakat sıcak cisimlerin fotoğrafını çekmek mümkün olmaktadır. Bu tür fotoğraflar gün ışığında olabildiği gibi, karanlıkta da çekilebilir. Özellikle askerî sahada kullanılması, gün geçtikçe artmaktadır. Bilhassa enfraruj ışıkları ile hedeflerin aydınlanma ve görünmelerinde çok istfade edilmektedir. Bunun yanında hava fotoğrafçılığında da faydalanılmaktadır. Fotoğrafta sâdece kızılötesi ışın geçiren filitre kullanılır. Fotoğraf sanki ay ışığında çekilmiş gibi bir his verir. Ayrıca vücudun sıcaklık durumunun araştırılmasında, sanâyide ve gözle görülemeyen yıldızların tesbitinde, astronomide kullanılır. Bunun yanında polisiye olaylarda görülmeyen yazıların, parmak izlerinin ve lekelerinin tesbitinde de istifade edilir.
Târihî gelişimi: 1800 yıllarında İngiliz William Herschel güneş ışığını prizmadan geçirip, tayflarına ayırdığında, hangi rengin termometreye daha etkili olduğu konusunu araştırdı. Mâvi, yeşil ve mor ışınlara nazaran sarı, turuncu ve kırmızı ışınların daha fazla ısı enerjisine sâhib olduğunu tesbit etti. Bunun dışında termometreyi kırmızı ışının ötesinde gözle görülür ışığın olmadığı bölgeye götürdüğünde, sıcaklığın arttığını müşâhade etti. Ancak ölçme âletlerinin hassasiyetinin yeterli olmaması, bu konudaki gelişmeyi durdurdu. Daha sonra yapılan araştırmalar, bu tür ışınların da dalga özelliğine sâhib olduğunu gösterdi.
Sâdece kızılötesi ışın elde etmek yollarından bir tânesi, siyah bir cismi yüksek sıcaklığa kadar ısıtmaktır. Siyah olmasının sebebi, gözle görünen ışını azaltmak içindir. Ancak yüksek sıcaklıklarda siyah cisimde gözle görülen ışınlar da ortaya çıkar. Bunu kızılötesi ışınlardan ayırmak için özel tertiplere ihtiyaç duyulur.
Alman filozofu. Prusya (Almanya) Ren eyâletine bağlı Barmen kasabasında 28 Kasım 1820’de doğdu. Ömrünün büyük kısmını İngiltere’de geçirerek Londra’da 1895’te öldü.
Karl Marx ile berâber ihtilâlci sosyalizmin, diyalektik ve târihî materyalizmin kurucusudur.
Babasının Mancherster’deki dokuma fabrikasında çalıştı. Eğitim için gönderildiği Berlin’de, önceleri Genç Hegelciler grubuna katıldı. 1844’te Marx’la tanıştı ve bundan sonra fikirleri yön değiştirdi. Ölünceye kadar Marx’la fikir birliği yaptı. Marx’ın geçimine ve kitaplarının basılmasına yardım etti.
1845’te İngiliz İşçi Sınıfının Durumu adlı kitabını yazdı. Brüksel’deki Komünistler Federasyonu’nun genel sekreterliğini yaptığı gibi, 1848’de Marx’la berâber Komünist Beyannâmesini yazdı. Aynı yıllardaki işçi hareketlerinde aktif rol aldı. Marx’ın ölümünden sonra fikirlerini devâm ettirerek Kapital’i tamamlamaya çalıştı. İhtilâlci sosyalizm akımının 19. asırdaki ikinci adamıdır. Fikirleri, dünyâda milyonlarca insanın, birbirlerine kin ve intikamla bakmasına sebeb oldu. Izdırap, açlık, sefâlet, kan ve ateş; Engels ve Marx’ın açtıkları yolun netîcesi hâline geldi. Dünyâdaki huzursuzlukların ana sebebi, bunların ortaya attıkları, insan tabîatına uymayan fikirlerdir. Bugün tamâmen iflâs etmiştir.
Engels’in ölümünde, vasiteyine uyularak, cesedi yakılıp, külleri Manş Denizine savruldu.
Alm. Viper, Fr. Vipère, İng.Viper. Familyası: Engerekgiller (Viperidae). Yaşadığı yerler: Avustralya hâriç, dünyânın bütün sıcak ve ılık bölgeleri. Özellikleri: Çok zehirlidir. Üçgen başlı olup, sırtlarında bir şerit deseni bulunur. Ömrü: 20-30 yıl. Çeşitleri: Bayağı, Avrupa, kum, sarı, çayır, boynuzlu, mısır, şişen, kanca dişli, Kafkas, Gabon, dağ engereği.
Engerekgiller (Viperidae) familyasından çeşitli yılan türlerine verilen genel ad. Geniş üçgen başlı, kısa kuyruklu, tıknaz gövdeli olup sırtları boyunca baklava veya zikzak desenli bir bant bulunur. Çoğunlukla gündüz güneşlenir, gece avlanırlar. Avlanmada avlarının peşinden dolaşmazlar. Sessizce avını beklerler. Üst çenelerindeki oluklu iki dişi, ağız kapalıyken damağın üzerine yapışık durur. Avına saldırmak için ağızını açtığında dikleşirler. Bütün yılanlar gibi diliyle koku alır. Zehirlediği avının izini diliyle tâkib eder. Ölüsünü bularak yutarlar. Ana besini fâre, kuş, kertenkele ve böceklerdir. Göz bebekleri, gündüzleri dikey çizgi hâlindedir.
30 santimetrelik çayır engereğinden, 2 metrelik Gabon engereğine kadar değişik uzunlukta bir çok türü vardır. Çeşitli renkte olurlar. Bütün yılanlar gibi topraktaki sarsıntıları kolayca işitirler. Ormanlık, çöllük, kayalık gibi çeşitli yerlerde yaşarlar. Toprak ve kumlarda tüneller açan, iyi yüzen, ağaca ve çalılıklara tırmananlar vardır. Kışı, soğukta nemli yerlerde uyuşuk olarak geçirirler. Sarı engerek hâriç hepsi ovavivipardır. Yâni yumurtalar ana karnında çatlayarak yavrular doğar. Sarı engerek yumurtlar. Dünyânın en zehirli yılanlarından olan “Echis carinat” engereği 70 cm uzunluktadır. Zehiri, kobra zehirinden beş kat daha güçlüdür. Hemen kalbe tesir eder. Vücudunun yanlarındaki testere dişli pullarını birbirine sürterek tehdit edici bir ses çıkararak saldırır.
Yenidünyânın “çukur engerek”lerinin alınlarında ince zarlı iki çukur bulunur. Bunlar, sıcak kanlı hayvanların vücutlarından yayılan ısı dalgalarını (enfraruj ışınları) tesbit ederler. Bunlar tabiî enfraruj dedektörleridir. Bunların sâyesinde avlarını karanlıkta bile bularak tâkip ederler. Bu çukurlardan dolayı, bunlara “çukur engerekler” adı verilmiştir. Çıngıraklıgiller âilesine girmekle berâber kuyruklarında çıngırak bulunmaz. Bâzı zoologlar “engerekgiller”le , “çukur engerekgilleri” aynı familyaya bağlı, iki alt-âile olarak kabul ederler. Gerçek engerekgillerde yüz çukurları yoktur. Canlı enfraruj dedektörleri (kızılötesi ışınları seçebilen araç) yalnız boa, çıngıraklı ve çukur engerek yılanlarında bulunur. Türkiye’de de birçok engerek çeşitleri vardır.
Alm. Artischocke (f), Fr. Artichaut (m), İng. Artichoke. Familyası: Bileşikgiller (Compositae). Türkiye’de yetiştiği yerler:Marmara ve Ege bölgesinde bahçelerde yetiştirilir.
Haziran-temmuz ayları arasında, mavi-mor renkli çiçekler açan, 50-150 cm boyunda çok senelik otsu bir bitki. Killi, kumlu ve rutubetli topraklarda yetiştirilir. Gövdeleri dik, kuvvetli, sert ve boyuna olukludur. Yaprakları sapsız, büyük, uzun-oval ve parçalıdır. Çiçekler üst yaprakların koltuğundan çıkan, uzun sapların ucunda büyük başçıklar halinde toplanmıştır. Çiçek tablası etlidir. Hepsi tüp şeklinde olan çiçekleri ve bunların aralarında bulunan tüyleri taşır.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin sebze olarak kullanılan kısmı, çiçek tablası ile tâze dip yaprakları ve kökleridir. Yapraklar ve kökte eynarın isimli acı bir madde, inulin, tanen ve filavon bünyesinde bir glikozit vardır. Tâze yaprak ve köklerinden yapılan hulâsa ve tâze yapraklardan hazırlanan çay, safra çoğaltıcı ve idrar arttırıcı olarak karaciğer hastalıklarında kullanılır. Kanda kolesterini azaltır. Ateş düşürücü ve iştah açıcı tesirleri vardır.
Alm. İnquisition, Fr. İnquisition, İng. İnquisition. Roma Katolik Kilisesinin Hıristiyanlığı muhâfaza etmek ve karşı olanları veya yeni fikirler ortaya atanları cezâlandırmak için kurduğu ruhbân cemiyeti mahkemeleri. 1183 (H.578) târihinde kurulmaya başladı ve 1807 (H. 1222)ye kadar tam altı asır devâm etti. İtalya, İspanya, Fransa ile diğer Batı Avrupa devletlerinde kurulan bu korkunç mâlikânelerde sayısız insanlar, ya din uğruna veya yeni fikirler ortaya koydukları için, haksız yere öldürüldüler, yâhut diri diri yakıldılar.
Engizisyon mahkemelerini papazlar idâre ediyor, bütün muâmelâtları gizli yapılıyordu. Papa Üçüncü İnnoceutius, Engizisyonun öncülerindendir. Suçlanan kimsenin avukatı veya kendisini müdâfaa edecek bir sözcüsü olmazdı ve suçlamaların kim tarafından yapıldığını öğrenmek hakkı yoktu. Engizisyon ruhban cemiyetinin verdiği cezâlar içinde “Haçlı seferlerine katılma gibi” cezâlar da vardı. Sanıklarda pişmanlık duygusu görülmezse, cezâsı yakılarak öldürülmekti. Eğer suçlanan kişi ölmüş ise, onu mezar bile Engizisyondan kurtaramaz. Ölü mezardan çıkarılıp cesedi yakılır, mîrâsına da el konurdu. Almanya’da engizisyonun korkunç temsilcisi Konrad Von Malburg oldu. Mary Tuder, Engizisyon Mahkemelerinin İngiltere’de kurulmasına çalıştı. İtalya’da Üçüncü Paulus zamânında engizisyon faaliyetleri devâm etti.
Engizisyon mahkemeleri yalnız Hıristiyanlıktan çıkanları değil, bütün aydınları yok ediyor, fennin ve ilmin ortaya koyduğu yenilikleri günâh sayıyordu. Dünyânın küre şeklinde (yuvarlak) olduğunu ve döndüğünü Müslümanlardan öğrenerek, Avrupalılara nakleden Galileo bile bu beyânâtından dolayı yetmiş yaşlarındayken Engizisyon Mahkemelerine sevk edilmiş, hapishânede gözleri kör olmuştur. Daha sonra sözünü resmen geri alarak kurtulabilmiştir.
Engizisyon mahkemelerinin İspanya’daki zulmü daha büyük olmuştur. 1232 târihinden başlayarak Engizisyon cemiyeti, İspanya’nın her tarafında birer şûbe açtı. Müslümanlara, Yahûdîlere, bunlara taraftar, sevgisi olanlara ve savaşlarda Müslümanlara yardım edenlerin Hıristiyanlara yapmadıkları zulüm kalmadı. 1492’de son İslâm devleti yıkıldıktan sonra Kral Ferdinand ve karısı Elizabeth, İspanya’daki Müslüman ve Mûsevîlerin tamâmını yok etmek için, engizisyonu had safhaya çıkardılar. İspanya’daki Yahûdîlerle Müslümanlar tamâmen imhâ edilinceye kadar bu mahkemelerde süründüler, oğlunu bile bu mahkemelerde îdâma mahkûm ettiren İspanya Kralı Beşinci Ferdinand, “İspanya’da artık ne Müslüman, ne de dinsiz kaldı.” diye iftihâr etmiştir.
Engizisyon mahkemeleri insanlık târihinin lekesi, Hıristiyanlığın yüz karasıdır. İspanya’da engizisyonu Napolyon Bonaparte 1807 (H. 1222) senesinde binbir zorlukla kaldırmış, onun düşmesinden sonra, tekrar canlanan bu vahşet, bir müddet daha devâm ederek târihe karışmıştır.
Sayısı pek fazla olan Engizisyon Mahkemelerinin kaç kişiyi ölüme mahkûm ettiği kat’î olarak bilinmemekte ise de milyonları geçtiği muhakkaktır. Çünkü yalnız İspanya’da küçük bir Engizisyon Mahkemesi 28.000 kişiyi ölüme mahkûm etmiştir. Bu durum göz önüne alınarak sayısı çok olan bu mahkemelerin kaç kişiyi îdâm etirdiği düşünülebilir.
Engizisyon mahkemelerinin (cemiyetlerinin) kurulduğundan, ilgâ (kaldırılma) târihine kadar yaptıkları zulüm ve cefânın derecesi ve öldürülenlerin adedi Lugât-ı Târihiyye ve Coğrafiyye adlı eserde şöyle bildirilmiştir:
Engizisyonun şerrinden (zulmünden)
başka yerlere göç eden 5.000.000
Küreğe ve zindana atılarak telef olan 291.154
Korku ve işkenceden telef olan 43.000
Diri diri yakılan-33.746
İdamdan sonra cesetleri yakılan 18.027
İşkenceden yaralanan-18.000
Toplam-5.403.920 kişi
Edip ve şâir. 1891 senesinde İstanbul’da doğdu. İlk tahsilini Üsküp ve Selânik idâdîlerinde yaptı. İstanbul Lisesini bitirdikten sonra Siyâsal Bilgiler okuluna girdi. 1914’te bitirdi. Bükreş, Budapeşte şehbenderliklerinde bulundu. 1921’de Türkiye’ye döndü. İstanbul’da Kurtuluş Savaşını destekleyen Müdâfa-i Milliye adlı gizli bir teşkilâta katıldı.
Edirne Hukuk İşleri Müdürlüğünde, Ankara Ticâret Muâhedeleri Dâiresi Reis Muâvinliğinde, Yüksek İktisat Meclisi Umûmî Kâtipliğinde çalıştı. Ekonomi Bakanlığı İş Dâiresi Reisliği yaptı.
Servet-i Fünûncuların etkisinde kalan Enis Behiç, ilk şiirlerini Şehbâl Dergisi’nde yayınladı. Daha sonra Ziyâ Gökalp’ın etkisiyle hece ölçüsünü benimsedi. Millî Edebiyât akımına katıldı. 1946’dan sonra tasavvufî şiirler yazmaya başlayan Enis Behiç, Ekim 1949 senesindeAnkara’da öldü.
Eserleri: Mîrâs (1927), Vâridât-ı Süleymân’dır.
Alm. Injektion (f), Fr. Injection (f), İng. Injektion. Bir kanala, derin bir yaraya, tabiî bir boşluğa (burun boşlukları, kulaklar, dölyatağı, vs.) herhangi bir dokuya mikropları yok etmek ve asepsi sağlamak gâyesiyle, basınçla, ilaçlı veya mikrop öldürücü bir sıvı vermek.
Enjeksiyonlar deri altı, deri içi, kas içi veya damar içine, ya tedâvi maksadıyla (anestezi, serum tedâvisi, aşılama gibi)veya teşhise yarayacak karakteristik tepkimeler meydana getirmek için (Tübercilin testi, dick testi gibi) kullanılır. Bir enjeksiyon takımında; steril (mikrop ihtiva etmeyen) bir enjektör, birkaç tâne muhtelif steril iğne, alkollü pamuk veya tamponlar, bir lastik band bulundurulur. Enjeksiyonlar mutlaka, hasta yatar durumdayken, yapılmalıdır. Deri içi enjeksiyonlar test amacıyla çok ince iğneler kullanılarak yapılmaktadır. Deri altı enjeksiyonu vücudun her tarafına yapılabilir. Fakat kolun iç tarafı, uyluğun ön dışı, göbeğin altı, kalçaların dış tarafı tercih edilir. Serum ve aşılar (kuduz aşısı) karın derisinin altına yapılabilir.
Kas içine enjeksiyonlar tercih sırasına göre; kalça kaslarına, uyluğun dış yüzüne, omuz başına yapılabilir. Kullanılacak iğne yeterince uzun olmalıdır. İğne dikine ve âniden batırılmalı, kalçadan yapılan enjeksiyon, kalçanın üst dış kadranına yapılmalıdır. Damar enjeksiyonları dirsek kıvrımın, önkol, el sırtı ve ayaktaki kirli kan damarlarından yapılabilir.
Bir ilâcı genel dolaşıma ve etkileyeceği organa en çabuk sevk etme yolu, damar içi enjeksiyonuyladır. Kas içi enjeksiyon âcil durumlarda, enjeksiyon yapmasını bilmeyenlerin kullanabileceği en emin yoldur. Bu durumda deri, mümkünse sabunlu su ile temizlenir veya üzerine mikrop öldürücü bir madde sürülür. İğne üst kolun dış tarafına omuz çıkıntısının takriben 7.5 cm altına batırıldıktan sonra, piston biraz geri çekilip, iğnenin yanlışlıkla bir kan damarına girip girmediği kontrol edilir. Eğer iğne bir kan damarına girdiyse pistonun geri çekilmesiyle enjektör içine kan gelir. Bu durumda iğnenin yeri değiştirilir. Sonra piston yavaş yavaş ileri doğru itilir. Enjektör içindeki ilâç bitince iğne geri çekilir ve enjeksiyon yeri yine bir mikrop öldürücü madde ile silinir.
Uygun olmayan enjeksiyonlar sonucu abseler, sinir zedelenmesine bağlı felçler, iğne yerinde sertleşme, deri altı kanaması ve ağrı meydana gelebilir.
Alm. Injektör (m), Fr. Injecteur (m), İng. Injector. Genel olarak havayı, sıvıları emmeye veya itmeye yarayan küçük pompa. Tıpta, bir doku veya boşluğa basınçlı sıvı doldurmaya yarayan âletlere bu isim verilir. Yâni enjeksiyon olayını gerçekleştiren bir âlettir.
Enjektörün camdan veya mâdenden, silindir şeklinde bir gövdesi ve bunun içinde gidip gelebilen bir pistonu vardır. Bir ucunda, çelikten, nikelden veya daha iyisi platinden bir musluk bulunur. Bu musluğa iğne takılır. Pistonun şekli enjektörün tipine göre değişir. En çok kullanılan tip, tamâmen kristal camdan yapılan enjektördür. Bunun pistonu, dereceli gövdenin içine sıkıca yerleşir. Enjektörlerin şekli kullanılacağı yere göre çok değişiktir.
İyi bir enjektörde aranacak özellikler şunlardır: Enjektör sterilize edilebilir olmalıdır. Hiçbir tarafından su ve hava sızdırmamalıdır. Temizlenebilmesi için kolayca sökülüp takılabilmelidir. Üzeri silinmeyecek şekilde ve doğru derecelendirilmiş olmalı, düz bir yere konulduğu zaman yuvarlanmamalıdır. Mikrop bulaştırmayı önlemesinden dolayı bir defa kullanılıp sonra atılmak için yapılmış olan plastik disposable enjektörler en uygun olanıdır. Tam usûlüne uygun olarak kaynatılmayan, vurulurken gerekli temizliğe dikkat edilmeyen enjektörlerle hastalık taşınabilmektedir.
Yeryüzünde herhangi bir noktanın düşey düzlemle, ekvator düzlemi arasında kalan açı. Bir yerin coğrafî enlemi, oranın meridyen çemberi üzerinde derece, dakika, sâniye olarak hesaplanan ve bu yerin ekvatora olan uzaklığıdır. Teknik yönden değişik tipte enlemler olmasına rağmen, bunlar arasında fark çoz azdır. Haritacılık başta olmak üzere en çok kullanılanı coğrafî enlemlerdir. Bir noktanın coğrafî enlemi, o noktanın kutup yüksekliğine eşittir. Enlemler ekvatorda kutuba kadar 0oden 90oye kadar sayılıdır. Her enlem derecesi 60 dakikaya, bunlar da 60 sâniyeye bölünür. Meselâ İstanbul 41 derece, 0 dakika, 16 sâniye kuzey enleminde yer alır. Bu değer şöyle gösterilir: 41o, 0’, 16”.
Enlemler ekvatora yakınlık ve uzaklıklarına göre aşağı enlemler, orta enlemler ve yukarı enlemler diye adlandırılırlar. Coğrafî enlemleri tesbit etmek için belirli kutup yıldızlarının görünüm açılarını almak yâhut öğle güneşinin açısını sekstantla ölçmek gibi işlemler uygulanır. Bir derecelik enlem yayı yaklaşık olarak 111 kilometredir. Yeryüzünün basıklığı yüzünden bu uzunluk kutuplarda 111.900 km, ekvatorda ise 110.568 kilometredir.
Enlem ve boylamların insan hayâtında büyük önemi vardır. Sefer hâlinde bulunan bir gemi veya uçak, bulunduğu yerin enlem ve boylamını belirterek yerini belli edebilir. Büyük denizlerde karşılaşılan bir hâdise de bu değerle belirtilir.
Hicretten sonra Peygamberimize ve Mekke’den gelen Müslümanlara (muhâcirlere) yakın alâka gösterip, malları, mülkleri, bedenleri ve diğer varlıklarıyle onlara yardım eden Medîneli Müslümanlara verilen ad. Ensâr, Arapça bir kelime olup, lügatta “yardımcılar” mânâsına gelir. Medîneli Müslümanlar, o zaman Evs ve Hazreç isimli iki büyük kabile idiler. Bunlardan olmadıkları hâlde yardım etme hususunda onlara tâbi olan diğer Müslümanlar da Ensâr sayılıyordu.
Ensâr, Peygamberimize ve onun güzîde arkadaşlarına, müşriklerin Müslümanları ortadan kaldırmak için uğraştığı, İslâmın en zor günlerinde yardım ellerini uzatmış, Resûlullah efendimizi Medîne’ye dâvet etmiş, Müslümanları Mekkeli müşriklerin işkence ve eziyetlerinden kurtarmışlardır. Medînelilerden ilk defa 6 kişilik bir grup Akabe mevkiinde İslâmiyeti kabul edip biât etmişlerdir. Bu altı kişinin adı: 1)Esad bin Zürâre, 2)Avf bin Hâris, 3) Râfi bin Mâlik, 4)Kutbe bin Âmir, 5)Utbe bin Âmir, 6)Câbir bin Abdullah’tır. Bunların hepsi Hazrec kabilesindendir.
Bu altı kişinin, ilk defa Resûlullah efendimizle tanışmasından sonra onlara; “Sizler, şimdiden sonra bana yardımcı ve destekleyici olur musunuz ki, ben de Allahü teâlânın dînini halka tebliğ edeyim, duyurayım?” buyurdu. Bunlar da şöyle cevap verdiler: “Ey Allah’ın Resûlü! Sizin de mâlûmunuz olduğu gibi, Evs kabilesiyle eski zamandan beri aramızda çok harpler yaptık, hâlâ bizim aramızdaki düşmanlık devâm etmektedir. Evs ve Hazrec kabileleri bugün de eskisi gibi birbirlerine düşmandır. Sen bizim aramıza, bu hâl dururken geldiğin takdirde biz sana yardım edemeyiz. Hele bu yıl bize izin ver, gidelim. Kabilelerimiz arasına varalım. Belki Hak teâlâ aramızda sulh olmasını sağlar, senin bize yaptığın dâveti, gidelim biz de onlara arz edelim. Umarız ki, Allahü teâlâ hepimizi sana yardımcı eyler. Şöyle ki, Evs ve Hazrec kabileleri barışıp hep sana tâbi olurlar. Dünyâda senden başka izzetli hiçbir kimse olmaz. Hele bu yıl varıp gidelim, nice olur bir görelim. Gelecek hac mevsiminde de yine seninle buluşalım.”
Bunları söyledikten sona dönüp Medîne’ye gittiler. Peygamberimizin bu haberini söylemedik bir ev bırakmadılar. Ertesi yıl olunca yine aynı yerde Resûlullah efendimiz 12 kişiye rastgeldi. Beşi, geçen yıl gelenlerdendi. Câbir bin Abdullah gelememişti. Diğerinin isimleri siyer kitaplarında yazılıdır. Bu arada Peygamber efendimiz onlara Kur’ân-ı kerîm’i ve İslâmiyeti öğretmek için Mus’ab bin Umeyr’i Medîne’ye göndermişti. Onun nasîhât ve dâveti ile çok kişi Müslüman oldu. Kısa zamanda İslâmiyet her eve girdi.
Üçüncü yıldaki Akabe görüşmesinde 70 kişiden fazla olan Medîneli Müslümanlarla Peygamberimiz şöyle sözleşip, antlaştılar:
1. Bundan sonra kendi nefslerini, hatunlarını ve oğullarını her neden korurlarsa, Resûlullah efendimizi de ondan koruyacaklar.
2. Her kim Resûlullah efendimize düşmanlık ederse, ona karşı durup, kılıçla müdâfaa edecekler.
3.Resûlullah efendimizin yoluna karşı gelen Arap ve Acem ile harp edecekler.
Bu antlaşmaya, bundan sonra Müslüman olan Medînelilerin hepsi sadık kaldı. Böylece Resûlullah’ın Mekke’den Medîne’ye hicretinden sonra Muhâcir Müslümanlara en büyük yardımı ve desteği sağladılar. Mekkeli Muhâcirlerle Medîneli Ensâr kardeşlik bağıyla öyle birbirlerine bağlandılar ki, Ensâr ellerinde bulunan herşeyin yarısını Muhâcir kardeşine verdi. Hattâ babalarından kalan malların taksiminde onları da vâris yapmaya râzı oldular. Yalnız bu hususa izin verilmedi. Ensârın bu fedâkarlığını Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîm’de ve Resûlullah efendimiz hadîs-i şerîflerinde övmektedir.
Âyet-i kerîmede meâlen buyuruldu ki:
Önce Müslüman olanlardan, Muhâcirlerin ve Ensârın önce gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden Allahü teâlâ râzıdır ve bunlar da Allahü teâlâdan râzıdırlar. Allahü teâlâ bunlar için, Cennetler hazırladı. Bu Cennetlerin altından nehirler akmaktadır. Bunlar Cennetlerde sonsuz olarak kalacaklardır. (Tevbe sûresi: 100)
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
Ensârı sevmek îmândandır. Onlara buğz etmek münâfıklık alâmetidir.
Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, siz Ensâr cemâatı bana insanların en sevimlilerindensiniz.
Alm. Inspizieren (n), Fr. Inspection (f), İng. Inspection. Gözlemek, bakmak, gözle incelemek mânâlarına gelen ve çok kullanılan bir kelime. Hasta muâyenesinin ilk basamağını teşkil eder. Çok basit olmasına rağmen, oldukça önemlidir.
Bilgili ve tecrübeli bir hekim, hastasını dikkatli bir şekilde gözleyerek, kolaylıkla teşhise varabilir. Esâsen bu safha, hastanın, hekimin odasına girmesiyle birlikte başlamış olur. Enspeksiyon yapılırken, hastanın konuşması, oturuşu, yürüyüşü, yatış şekli, yüz görünümü, cildinin rengi ve cildinde meydana gelenler, kısacası bütün vücudu dikkatlice gözden geçirilir. Böylece, sâdece görmek sûretiyle, başka hiçbir muâyene yapmadan birçok hastalığın teşhisi mümkündür. Meselâ gözlerin dışarıya fırlamış gibi görünüşü, tiroit bezinin aşırı çalıştığını gösterir. Tırnakların kaşık gibi görünmesi, demir eksikliğine bağlı bir kansızlığı gösterir. Deri hastalıklarının birçoğunun teşhisi de hemen hemen sâdece enspeksiyona dayanmaktadır.
Cildin rengindeki değişiklikler (sararma, esmerleşme, renksizleşme, kızarma), değişik cilt döküntüleri (ekzema, mantar, mikrobik, kurdeşen gibi), cilt altı su toplaması (ödem) veya cildin aşırı kuruması (dehidratasyon), gözlerin aklarındaki sararma, kızarmalar, karında şişlik, nefes darlığı, ağrının yeri ve şiddetine göre vücudun değişik şekil alması ve daha sayılamayacak kadar belirti vardır ki, sâdece enspeksiyonla anlaşılabilir. Birçok hastalık, hekimin eli bile hastaya değmeden kesin olarak teşhis edilebilir.
Alm. Enthalpie, Fr. Enthalpie, İng. Enthalpy. Sâbit basınçta meydana gelen birçok işlemde hem enerjiyi hem de işlem esnâsındaki maksimum işi göz önüne alan bir termodinamik fonksiyon. Kimyâsal reaksiyonların çoğu sâbit baskıda yürür. Hacim değiştiğinde dış baskıya karşı bir iş yapılmış olur. Böyle bir reaksiyonda iç enerji değişmesinde bu iş ile serbest hâle geçen veya alınan enerji birbirinden ayrı göz önüne alınır. Bu sebeple sâbit basınç altında yürüyen bir kimyâsal reaksiyonda hâl değişmelerini göstermek için bir hâl fonksiyonu kullanılmıştır. Bu da “entalpi”dir.
DH = E + PV
denklemi ile belirtilir. Burada H entalpi, E iç enerji, P basınç, V de hacimdir. İç enerjide olduğu gibi bir sistemin mutlak entalpisini de tâyin etmek imkânsızdır. İç enerji, basınç ve hacim, hâle bağlı miktarlar olduğundan entalpi de geçilen yollar ne olursa olsun sâdece ilk ve son hâllere bağlıdır. Bu sebeple miktar, iki hâlin farkı şeklinde ifâde edilir ve:
DH = DE + P. DV (Sâbit basınçta)
yazılır. Böylece entalpi değişmesi (H2-H1), dönüşüm sırasında sistemdeki iç enerji değişmesiyle, dışla alınıp verilen mekanik işin toplamı olur.
Alm. Inteqrierte Schaltugn (f), Fr. Circuits integrate, İng. İntegrated circuits. Transistör, diyot, direnç, kapasitör ve iletkenlerin bir tek yapıda paket hâlinde birleştirilmesi sonucu ortaya çıkan bir elektrik elemanlar topluluğu. Elektronik devreler karmaşıklaştıkça hacim problemleri meydana çıkmaya başladı. Küçük hacme sığdırılan fonksiyonları çok fazla elektronik minyatür devreler yapılmaya başlandı. Elektroniğin bu dalı mikro elektronik ismini alır.
Minyatür devrelerden, transistör, diyot, direnç ve kondansatör gibi elemanları parça îmâl edilirken teşekkül ettirilen devrelere entegre devre (IC) denir. Karpuz çekirdeği büyüklüğündeki bir entegre devrede binlerce transistör, diyot, direnç olabilir. İmâlatı yüksek bir teknoloji gerektiren entegre devreler buna mukâbil, hacim, fiyat, ağırlık, sadelik ve güvenirlik yönünden uygundur. Entegre devreler bugün cep radyosundan uzay cihazlarına kadar muhtelif elektronik sahalarında kullanılmaktadır.
İki tip entegre devre vardır. Birincisi film tipidir. Elemanları meydana getiren malzeme seramik, plastik veya yarı iletken bir malzeme yüzeyine minyatür baskı devre şeklinde yerleştirilir. Film malzemesi olarak ya boya veya elektro kaplama malzemesi kullanılır. Dirençli boyalar direnç maksadıyla, iletken gümüş veya bakırlı boyalar kondansatör ve bağlantı hatları için kullanılır. Minyatür diyot, transistör gibi yarı iletken parçalar milimetrenin birkaç binde biri kalınlığındaki filim hatlarına bağlanır.
İkinci tip entegre devre yeni iletken tip olup, film tipinden az farklıdır. Elemanlar saf silikon malzeme yüzeyine ve içine yerleştirildiğinden entegre devre daha da minyatürleşir. Yarı iletken entegre devrelerde direnç, kondansöre ilâve olarak; diyot ve transistörler de difizyon ve alaşımlama metodları ile daha imâlât safhasındaki silikon malzeme içinde meydana getirilir.
Birkaç entegre devrenin ek silikon malzeme (cip) içine yerleştirilmesi de mümkündür. Minyatür devrenin minyatürleştirilmesi olan bu entegre devreler kısaca LSI (Large-Scale Intgration) devreler denir. Bir kol saati, masa hesap makinesi fonksiyon devresi tek LSIdevresinden meydana gelir.
Alm. İnternationale, Fr. İnternationale, İng. İnternational. Milletlerarası işçi birlikleri; Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde ayrı zamanlarda toplanan, işçi diktatörlüğüne dayalı sosyalist ve komünist partilerin birliğini sağlama amacına yönelik milletlerarası işçi birliklerinin genel adı. Sözlükte “milletlerarası, beynelmilel, uluslararası” mânâsında kullanılır.
Milletlerarası işçi birliği dört merhale geçirmiştir. 28 Eylül 1964’te Londra’da kurulan milletlerarası işçi birliği, I. Enternasyonali meydana getirir. Bu kuruluşun beyannâmesi, Karl Marx tarafından hazırlanmıştır. Teşkilâtın amacı, bütün dünyâ ülkelerinde işçi idâresini hâkim kılmaktı. Yeni kurulan bâzı sendika ve dernekler Enternasyonale bağlandı. Yürütme organı durumundaki Genel Konsey, teşkilâtın dünyâ çapındaki bütün işlerini yürütüyordu. I. Enternasyonal, daha ilk yıllarındaalmanya, Avusturya, Fransa ve İspanya’da kânundışı îlan edildi ve rağbet görmedi. Nihâyet Karl Marx ile teşkilâtın diğer üyesi Bakunin arasında anlaşmazlık çıktı ve çatışma oldu. Başarısızlığa uğrayan teşkilât, Temmuz 1876’da yapılan Philadelphia Kongresinde, I. Enternasyonalin resmen dağıldığını îlân etti.
Sosyalist parti ve sendikaların teşvikiyle teşkilâtlanan ve 23 ülkenin sosyalistlerini bir araya getiren II. Enternasyonal, 1889 senesinde Paris’te toplanan bir kongre ile kuruldu. Yürütme organı ancak kuruluşundan on bir yıl sonra gerçekleştirilebildi. Merkezi Brüksel’de olup, ikinci toplantısı 1891’de yapıldı. 1896 senesinde merkezî teşkilât, uyum sağlayamayan, birliği bozan muarızlarını ihraç etti. Sınıf mücâdelesi ve devrim konusunda ısrâr eden teşkilâtı savaş konusu rahatsız ediyordu. Devletlerarası çıkan savaşa katılıp katılmama konusunda, teşkilât üyeleri birbirine düştü. Savaşın kapitalizm ile ilgili olduğu görüşü ağır bastı. Savaşı engellemek için genel greve gidilmesi kongreye getirildiyse de reddedildi. Birinci Dünyâ Savaşındaki ittifaklar, savaşan ülkelerin sosyalist partilerini karşı karşıya getirdi veEnternasyonalin bölünmesine yol açtı. Teşkilâtın üyelerinden bir kısmı koparken; Lenin’in önderliğindeki sol grup, savaşın bir sınıf savaşına döndürülmesi için çaba sarf etti. Çalışamaz hâle gelen II. Enternasyonel de iflas etti.
Komünist Enternasyonal: Kısaca Komintern olarak da bilinen III. Enternasyonal, komünist partilerin birliğini sağlamak maksadıyla 1919 senesinde kuruldu.
Üçüncü Enternasyonalin temelinde Rus bolşevikleri ve II. Enternasyonalin iflasını îlân eden Lenin vardır. Teşkilâtın kurucu kongresi, 21 ülkeden 54 delegeyle toplandı. Merkezi Moskova’daydı. Moskova’da toplanan ikinci bir kongreye ise 37 ülkeden temsilciler katıldı. Bu kongrede Lenin, Komünist Enternasyonale katılma şartlarını belirleyen 21 maddeyi kabul ettirdi. Bu maddelere göre; üye partilerin adlarını değiştirip komünist parti adını almaları, gizlice girecekleri orduda ve köylüler arasında komünist propagandayı sürdürmeleri, kongrenin zorlayıcı kararlarına boyun eğmeleri, Sovyet Cumhûriyetlerinden hiçbir yardım ve desteği esirgememeleri gerekiyordu. III. Enternasyonal, bir partiler federasyonu değil, bütün komünist partileri bünyesinde toplayan bir dünyâ partisi ve amacı da bir Dünyâ Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kurmaktı. Komünist Enternasyonal’in, Kiev, Stockholm, Viyana, Amsterdam ve Berlin’de büroları vardı. Enternasyonal Haberleşme adını alan ve dört dilde yayımlanan bir yayın çıkardı. İlk zamanlarda kongrenin bütün toplantılarına katılan Stalin, Enternasyonalin 1924-26’dan sonra ülkesindeki hâkimiyetini güçlendirdiği dönemlerde yapılan toplantılarına katılmaz oldu. Trocki, ilk kongrelerde önemli bir rol oynadı. Parti içinde hizipleşmeler baş gösterdi. Fakat Stalin’in Komünist Parti içindeki ağırlığı arttı.
Komünist Partisi öyle bir hâl aldı ki, SSCB’yi her yola başvurarak savunmak birinci hedefi oldu. Haziran 1941 senesinde Hitler’in SSCB’ye saldırması üzerine Komünist Partisi birbiri içerisinde çelişkiye düştü. Nihâyet 1943’te Stalin, Komünist Enternasyonali feshetti.
Stalin’e muhâlif bir yol izleyen Trocki, Komintern’i, işçi sınıfının lideri olarak görüyor ve teşkilâtta faal rol oynuyordu. Bilâhare, komintern’in gâyesinden saptırıldığı ve Avrupa’daki milliyetçi akımlara karşı çıkılmadığı inancına kapıldı. Komintern’de karşı bir cephe kurdu. Bunun üzerine 1929’da Rusya’dan sürüldü. Sürgün sırasında; Fransa, Almanya, İspanya ve özellikle İtalya’dan birçok fikir yanlılarını biraraya toplamayı başardı. Troçki’nin bu çalışmaları devâm ederken, Stalin Rusya’da Troçki yanlılarını öldürtüyordu.
Dördüncü Enternasyonalin kuruluş konferansı, 3 Eylül 1938’de Fransa’nın Perigny şehrinde toplandı. Konferansa katılanlar, Troçki’nin hazırladığı programa uygun olarak, IV. Enternasyonalin kurulduğunu ilân etti. Hazırladıkları program daha yüksek ücret, daha iyi çalışma şartları ve refah bir ülke adı altında işçi sınıfını ve halkı aldatmaktan öte gitmiyordu. Troçki’nin ölümünden sonra, 1949 senesinde Pablo, Enternasyonalin dağılması çağrısında bulundu. Hizipler arasında çatışma başladı. Diğer Enternasyonaller, kendi devletine ve milletine bir şey veremediği gibi, IV. Enternasyonal de 1953 senesinde kendi aralarında ikiye bölünerek târihe karıştı.
Sosyalist Enternasyonal: 30 Temmuz 1951 senesinde Frankfurt’ta kurulan ve dünyâdaki sosyalist partilerin çoğunu içine alan siyâsî teşkilât. Sosyalist Enternasyonale; kurucularının, komünist hareketin karşısında olduklarını söylemelerine rağmen, komünizmin yumuşatılmış şekli denilebilir. Sosyalist Enternasyonal, iki yılda bir toplanır ve ortak bir bildiri yayınlar. Başkan, dört yılda bir seçilir. On dokuz başkan yardımcısı vardır. Avrupa’daki sosyalist partiler, Sovyet emperyalizmini kınadıklarını söylerler. Üçüncü Dünyânın sosyalist partileri ise, esas tehlikenin Amerikan emperyalizminden kaynaklandığı görüşündedirler.
31 Ekim 1978 senesindeki Paris toplantısında, CHP’nin 1986 senesinde Lima’da yapılan genel kurulda da SHP’nin Türkiye sosyalist hareketini temsilen teşkilâta katılması kabul edildi.
Günümüz hür dünyâsında, komünizmin ve nasyonal sosyalizmin, hiçbir devlet ve ülke için kurtuluş reçetesi olmadığı ortaya çıkmıştır. İşçilerine fabrikalar ve diğer sanâyi işletmeleri; köylüye bol arâzi; memlekete ise, sulh, hürriyet ve refâh vaad eden komünist yönetimler; geride sefâlet, işsizlik, hastalık, kan ve gözyaşından başka birşey bırakmamıştır. Kandırılmış miyonlarca insan, felâkete mâruz bırakılmıştır. 1927 yılından 1939 yılına kadar, sâdece Rusya’da 17 milyon mâsum insan bir hiç uğruna yok edilmiştir. Doğu Avrupa devletlerinde de binlerce insan tank altında can vermiştir. Komünizm, köylüye ve işçilere o kadar çok şey vaad edince câhil kafalarıyla Cennet hayâtına kavuşacaklarını sananlar ancak seneler sonra, komünizmin ferdî mülkiyet düşmanlığını, diktatör idâresinin zulmünü, din düşmanlığını, bütün çalışanların işçi, ırgad hâline sokulması ve sefâlette eşitlik fikrini anlamıştır. Bu sebeple, başta işçiler olmak üzere insanlar; maddeye, nefsin arzularına iten, dinden îmândan habersiz bırakarak, hayvan gibi boğaz tokluğuna çalıştıran o dikta idâreden kurtulma çârelerini aramışlardır. Nitekim uzun yıllar komünist idâre altında yaşayan Sovyetler Birliği, demirperde ülkeleri ve diğer komünist devletlerin halkları ayaklanarak komünist idârelere bir bir son vermeye ve 1990’dan îtibâren bu ülkelerde demokrasi tesis etmeye başladılar.
Alm. Insektenkunde, Fr. Entomologie (f), İng. Entomology. Terim olarak, böcek ilmi. Entomoloji, esâsen zoolojinin bir dalı ise de yeryüzünde bulunan hayvan türlerinin dörtte üçünü teşkil eden böceklerin (700.000) çoğunun çeşitli kültür bitkilerine yaptıkları ekonomik zararlar sebebiyle ayrı bir ilim dalı hâlinde gelişmiştir. Son yıllarda bitki korumacılarca, Entomoloji kelimesinin anlamı daha geniş olarak kabul edilmekte ve zirâatte zararlı diğer hayvan (özellikle diğer Arthropoda=Eklembacaklılar) türlerini de içine aldığı kabul edilmektedir. Bu bilimin, Genel Entomoloji, Özel Entomoloji, Uygulamalı Entomoloji, Ekonomik Entomoloji vb. dalları vardır. Böcekler, hayvanlar âleminin Arthropoda şubesine (Phylum) bağlıdır.
Alm. Entropie (f), Fr. Entropie (f), İng. Entropy. Isı enerjisinin tamâmının mekanik işe dönüştürülmesinin imkânsız olduğunu ifâde eden termodinamik büyüklük. İzole bir sistem içindeki düzensizlik derecesi.
Entropi, termodinamik bir sistemin başka sistemlere iş şeklinde aktarabileceği enerji miktarını gösteren özelliği veya hal fonksiyonu olarak da tanımlanır. Entropinin değeri sistemin var olan şartları veya hâli tarafından belirlenir. Sâbit enerjili bir sistemin entropisi sıfırdan bir maksimum değere kadar değişir. Entropi değeri sıfırsa, aktarılabilecek iş miktarı sistemin enerjisine eşittir. Entropi maksimumda ise aktarılabilecek iş miktarı sıfır olur. Bir sistemden diğer bir sisteme sâbit sıcaklıkta q miktarda bir ısı aktarıldığında, sistemin entropisindeki artış, DS=q/T’dir. (T=mutlak sıcaklık). Geri dönüşümlü olmayan proseslerde DS>q/T olur.
İzole sistemlerin entropisi artmak mecbûriyetindedir. İçinde bulunduğumuz odanın bir köşesine bir sprey püskürtülürse püskürtülen zerreler toplu bir halde o köşede kalamazlar. Molekül hareketleri sebebiyle bütün odanın içinde, oradan atmosfere dağılmak mecbûriyetindedirler. Görülüyor ki, entropinin artması bir “geriye döndürülemez olay”dır.
Birisi daha sıcak iki cisim yanyana dursa, belli bir zaman geçtikten sonra sıcak olandan, daha az sıcak olana doğru bir ısı geçişi olur. Ve her iki cismin sıcaklığı eşit hâle gelinceye kadar bu ısı akışı devâm eder. Odamızda yanmakta olan bir soba ısı neşreder ve odayı ısıtır. Bu durumda ısının tek yönlü geçişi “geri döndürülemez” bir hâdisedir. Hiçbir zaman soğuk bir cisimden ısının daha sıcak bir cisme geçmesi bu sûretle birinin daha fazla soğuyup ötekinin de daha fazla ısınması beklenemez. Sobadan odaya yayılan harâretin tekrar sobanın içine dönmesi gibi hâdiseler tabiatta imkânsızdır.
Bir kabın içine o kabı ikiye bölen bir bölme yerleştirip, sonra bölmenin iki tarafına birbirinden farklı iki sıvı doldursak, bölmeyi çektiğimiz zaman, çok kısa bir müddet içinde iki farklı sıvının birbirine karıştığını görürüz. Kabı karıştırmayıp, çalkalamasak bile, bir süre sonra iki sıvı tamâmen ve homojen bir şekilde birbirine karışır. Aynı şey gazlar için de söz konusudur. Bu karışma olayları da “geriye döndürülemez” hâdiselerdir. Birbirine karışmış iki sıvının kendiliğinden tekrar ayrılması, karışan gazların herbirinin bir köşeye toplanarak birbirinden ayrı durması mümkün değildir.
Birbirine musluklu bir boru ile birleştirilmiş iki balon alalım. Bunlardan birinin içi bir gazla, meselâ, hava ile doldurulmuş, diğerinin de havası boşaltılmış olsun. Aradaki musluğu açtığımız takdirde, gaz (meselâ hava), her iki balon da aynı miktarda bulunacak şekilde dolu balondan boş balona doğru geçecektir. Bu da “geri döndürülemeyen” bir hâdisedir. Gazın gerisin geriye balonlardan biri içine geçip, diğer balonun içinin boş kalması düşünülemez.
Başka bir tecrübe daha: Bir pervâneyi rahatça dönebileceği bir tel eksene takar ve döndürürsek, bir süre sonra bu dönme muhakkak duracaktır. Zîrâ pervânenin kinetik enerjisi sürtünmeler sebebiyle yavaş yavaş ısı enerjisi hâline geçecek ve bu sûretle bir müddet sonra hareketin durmasına, yâni mekanik enerjinin tükenmesine sebeb olacaktır. Burada bir enerji azalmasının olmadığını sâdece enerjinin şeklinin değiştiğini, kinetik enerjinin ısı enerjisine dönüştüğünü belirtmek gerekir. Bu mekanik olay da “geri döndürülemeyen” bir hâdisedir. Hiçbir zaman kaybolan ısı enerjisinin tekrar mekanik enerji hâline gelmesi ve pervânenin dönmeye başlaması beklenemez.
Vapur iskelesine bir vapurun yanaştığı ve yolcularını boşaltmaya başladığı düşünülürse, çıkış turnikesine kadar bir koridorda ve sıkışık bir şekilde yürüyen yolcular, çıkışta dağılmaya başlayacaklar ve her biri ayrı istikâmete, kimisi güney tarafına kimisi kuzey tarafa, kimisi doğuya doğru gidecektir. Zaman geçtikçe bunların aralarında mesâfe artacak, birbirleriyle ilgilerini tamâmen kaybedeceklerdir. Bu da “geriye döndürülemeyen” bir hâdisedir. Geriye döndürülemeyen olayların cereyan ettiği bütün bu sistemlerde esas olarak enerji miktârının sâbit kaldığını, fakat termodinamik özelliklerinin ve mekanik bakımdan sayıların değiştiğini söyleyebiliriz. Pervânenin kinetik enerjisi ile meydana gelen ısı enerjisinin toplamı sâbittir. Giderek daha çok kinetik enerji ısı enerjisi hâline dönüşmektedir.
Aynı şekilde iki balonu dolduran gaz moleküllerinin sayısı da sâbit kalmakta, ancak bir balona düşen gaz molekülü sayısında bir azalma meydana gelmekte, mevcut moleküllerin bir kısmı karşıdaki boş balona geçerek onu doldurmaktadır. Vapur iskelesinden çıkıp İstanbul’un her tarafına dağılan insanların da sayısı değişmemiştir. Ama birbirinden uzaklaşmışlar, birbirleriyle irtibatlarını kaybetmişlerdir. Bu dağılma sırasında gittikçe artan bir “düzensizleşme” de bahis konusudur.
Kendiliğinden olan bütün prosesler inreversibl (geri dönüşümlü olmayan)dir. Buna dayanarak kâinâtın entropisinin dâimâ artmakta olduğu söylenebilir. Bir başka ifâdeyle, her an bir miktar enerji daha mekanik enerjiye dönüştürülemez hâle gelmekte ve böylece kâinât giderek tükenmektedir.
Canlı organizmalar dış dünyâdan serbest enerji almak sûretiyle geçici olarak entropilerinin artmasını durdurabilmekte veye hiç değilse yavaşlatabilmektedir. Ancak mukadder olan âkıbet değişmemekte, ölüm anında entropi artmaya başlamakta, organizma çürüyüp dağılarak, âdetâ zerrelerine ayrılmaktadır.
Bir sistemin entropisi arttıkça kullanılabilir enerji verme kâbiliyeti de azalır. Bir arada toplu bulunan insanlar berâberce çok işi yaparlar ama, dağıldıkları, birbirinden uzaklaştıkları nisbette, (toplam güçleri yine aynı olmakla berâber) hiçbir iş yapamaz hâle gelirler.
Saatte 45 santigrat derece sıcaklıkta 3000 litre su temin eden sıcak (veya ılık) su kaynağı harâret miktarı bakımından “bol bir su kaynağı” sayılır. Dış ortamdaki sıcaklığın 15°C olduğu düşünülürse, bu kaynaktan saatte 90.000 kilokalori ısı alınabilir. Ancak bu kadar muazzam kalori ile bir yumurtayı pişirmek mümkün değildir. Yumurtayı pişirebilmek için “kaynar su”ya ihtiyaç vardır. Bundan dolayıdır ki 45°C’de elde edilen büyük kalorinin 100°C’de elde edilen bir cezve sudaki pek az miktarda kalorinin yerini tutması imkânsızdır.
Görülüyor ki, entropinin artması ile sistemin düzensizliği artmakta ve kullanılabilir enerji verme kâbiliyeti, yâni işe yararlığı azalmaktadır.
Bütün kendini düzenleyen sistemlerin, canlılarda olduğu gibi, entropilerinin artmasına karşı direnmeye gayret ettiklerini görürüz. Bu, sistemin “düzenini bozucu” tesirinden haberli olması ve buna karşılık gerekli “düzeltici ayarlamaları” yapması ile mümkün olabilmektedir. Bu hâdiseyi, atom içinde de görmek kâbildir. Çekirdek etrâfında dönen elektronu merkeze doğru çeken kuvvetle dönüşün verdiği santrifüj kuvvet arasındaki denge, onu yörüngede tutmakta, fırlayıp gitmesine mâni olmaktadır. Kâinâtı teşkil eden elementlerin entropisi de artmaktadır. Evvelâ dev bir atom şeklinde olduğu tasavvur edilen kâinât, gittikçe genişlemekte, birbiri etrâfında dönen cisimlerin merkezden olan uzaklıkları mütemâdiyen artmakta olduğu görülmektedir. Odamızın bir köşesine püskürtülen kokunun her tarafa yayılması gibi kâinâtta da “geri döndürülemeyen” bir olay mevcuttur.
Kâinâtta her sistemin ve canlının entropisi devamlı artmaktaydı. Bu artış ilelebet devâm etmeyecek, maksimuma erişince işe yarar enerji kalmayacaktır. İşe yarar enerjinin kalmaması demek, maddeler arasında ısı bakımından dengenin sağlanması demektir.