ENDOSKOPİ

Alm. Endoskopie (f), Fr. endoscopie (f), İng. Endoscopy. Bâzı organların ve vücut boşluklarının, özel âletlerle bakılarak incelenmesi. Yemek borusu incelenecekse “özofagoskopi”, mide incelenecekse “gastroskopi”, onikiparmak barsağı incelenekse “duodeneskopi”, son barsak incelenecekse “rektoskopi”, mesane incelenecekse “sistoskopi”, akciğerin bronşları incelenecekse “bronkoskopi”, karın boşluğu incelenecekse “laparoskopi”, rahim incelenecekse “histeroskopi” adı verilir. Endoskopi için kullanılan âletlere genel olarak “endoskop” ismi verilmektedir.

Endoskopinin gelişmesiyle, hastalıkların kesin teşhisinin konulmasında önemli mesâfeler kaydedilmiştir. Endoskopi çeşitleri içinde en çok yapılanı yemek borusu ve mide incelenmesi olduğundan burada kısaca bahsedilecektir. Özofagoskopi ve gastro-duodenoskopi için kullanılan endoskoplar fiberoptiktirler. Yâni binlerce prizmanın eklenmesiyle meydana gelmişler ve aynı zamanda eğilip, bükülme özelliğine sâhiptirler. Eskiden kullanılan endoskoplar eğilip bükülme özelliği olmayan boru şeklinde sert endoskoplardır.

Mide incelenmesinde kullanılan endoskoplara gastroskop ismi de verilmektir. Bu iş için hastanın öğürmesini önlemek üzere boğaz mukozasına uyuşturucu bir madde püskürtülür. Sonra, tecrübeli bir hekim tarafından, gastroskop yemek borusu içinde mideye indirilir ve gerekli incelemer yapılır. İnceleme esnasında fotoğraf çekilebildiği gibi, sinermatografik inceleme de yapılabilir. Şüphelenilen yerlerden parça alınıp, histopatolojik incelemeye tâbi tutulmak sûretiyle bâzı hastalıkların kesin teşhisini koymak mümkündür. Özellikle mide kanserlerinin kesin teşhisinde gastroskopinin önemi  çok büyüktür.

Endoskopik muayenelerin yapılması  oldukça kolaydır. Hemen hemen tehlikesi yok gibidir. Fakat endoskopi sırasında görülenleri tam değerlendirebilmek için tecrübe şarttır.

ENDOTEL

Alm. Endthel (n), Fr. Endothelium (m), İng. Endothelium. Yassı ve düz kenarlı hücrelerin kaldırım taşları gibi düzgün bir şekilde yanyana dizilmesiyle meydana gelen hücre tabakası. Hücrelerin tertibi, tek katlı yassı bir epiteli hatırlatır. Fakat ondan farklı olarak hiçbir zaman serbest, yâni dış âlemle direkt veya indirekt temas  hâlinde olan yüzeyleri örter, böylece kan ve lenf damarlarıyla, kalp boşluklarının iç yüzeylerini kaplar ve korneanın arka duvarını örter. Endotel tabakası, endodermden hâsıl olur.

Endotel hücreleri, gâyet yassı hücrelerdir. Çekirdekleri de yassı olup, profilden çomakçık şeklinde görülürler. Endotel hücreleri aktif hareketlidirler, şişerler, tekrar sinerler ve böylece kılcal damarların boşluklarını (lümenlerini) daraltıp genişletebilirler. Endotel hücreleri arasındaki aralıklar çok az miktardaki ara madde (substantia fundamentalis) ile âdeta “tutkallanmış” gibidir.

ENDÜLÜS EMEVÎ DEVLETİ

765-1031 yılları arasında Endülüs’te hâkimiyet kuran Emevî Hânedânı. Ed-Dâhil (Muhâcir)lakabıyla bilinen Abdurrahmân’dan îtibâren Üçüncü Hişam’la sona eren bu devlet, 275 sene yaşadı. Üçüncü Abdurrahmân’a kadar “Kurtuba  Emirliği”diye adlandırılan devlete bu hükümdâr zamânında “Endülüs Emevî Hilâfeti” nâmı verildi. Hükümdâr, “Emîr-ül Mü’minîn” ünvânını aldı.

Endülüs Devletinin kuruluşu: Devletin  kurucusu Abdurrahmân bin Muâviye bin Hişam bin Abdülmelik bin Mervân bin el-Hakem, Ebü’l-Muttarif künyesiyle tanınmaktaydı. Mührüne “Abdurrahmân Allah’a güvenir ve sığınır.” yazısını yazdırmıştı. Sûriye Emevî Devletinin  yıkılması üzerine Fırat Irmağını geçerek Filistin’e kaçtı. Azatlı kölesi Bedir, kız kardeşini ve servetini kaçırarak onun yanına geldi. Abdurrahmân, Afrika vâliliğinin merkezi olan Kayrevan’a gitti. Burada gereken iltifâtı göremeyince, bir müddet de Zenâteler yanında misâfir kaldı. Abbâsî Devletinin kurulmasıyla Şam’dan ayrılıp, Endülüs’e yerleşen Emevîlerin varlığını haber alan Abdurrahmân, onlara mektup yazarak, kendilerini karşılamalarını ve yardım etmelerini söyledi. Orada bulunan Yemenlilerle de işbirliği yaptı. Yanında bin kadar Berberî olduğu halde Eylül 755 târihinde Gırnata’nın  güneyinde ufak bir liman olan El-Münekkeb (Almunecar)e ayak bastı. Endülüs vâlisi olan Yûsuf el-Fihrî ile olan savaşta gâlip geldi. Abdurrahmân bundan sonra Kurtuba’ya giderek emirliğini îlân etti (756). Bu haberi duyan Emevî taraftarları akın akın bu ülkeye gelmeye ve onun devlet kurmasında yardımcı olmaya başladılar.

Abdurrahmân’ın hükümdârlığı otuz üç yıldan fazla sürdü. Bu devrede Abdurrahmân kurduğu yeni devleti sağlamlaştırmak için bölgesindeki Müslümanları etrafında topladı. Kuvvetli bir ordu kurdu. Tarım ve sanâyi gelişti. Büyük bir ticâret filosu kurularak İstanbul’a kadar ticârî münâsebetler tesis edildi. Bu arada câmiler, yollar, şehir etrâfındaki surlar yaptırıldı.

Abdurrahmân’ın 787 senesinde vefâtından sonra, yerine oğlu Hişâm geçti. Hişâm önce iki kardeşi Abdullah ve Süleymân’ın ortaya çıkardığı karışıklığı bastırdı. İç âsâyişi sağladıktan sonra, orduları ile Narbone ve Celikiye üzerlerine seferler yaptı. Ayrıca tarım ve ticâretin gelişmesi için köklü tedbirlere başvurdu. Fakat 39 yaşında öldü. Yerine oğlu Hakem geçti. Hakem zamânında iç karışıklıklar baş gösterdi. Hakem bu karışıklıkları bastırmak için çaba gösterdi. Yerine geçen İkinci Abdurrahman devri de çeşitli iç karışıklıklarla geçti. Bunun zamânında devlet zayıfladı. 852 senesinde vefât edince yerine oğlu Muhammed geçti. Babasından daha sert tedbirlere başvuran Muhammed, kara ve denizden olmak üzere Celikiye üzerine geniş bir sefer hazırladı. Oğlu Münzir kumandasındaki kara birlikleri Batalyos’u aldılar.

886 senesinde ölünce yerini oğlu Münzir aldı. İlme meraklı ve âlimleri koruyan bu hükümdarın saltanatı kısa sürdü. Onun âdil idâresi sâyesinde halk oldukça sâkin bir devir geçirdi.  Ölünce yerine kardeşi Abdullah melik oldu. Abdullah zamânında iç karışıklıklar yeniden baş gösterdi. Netîcede Abdullah bütün hâsımlarını boyun eğmek zorunda bıraktı. Yarı bağımsız hâle gelen Saragosa, Uclès, Huesca, Oscanoba, Ecija, Elvira ve Jaen (Ciyan) eyâletlerini, tekrar Kurtuba emirliğine bağladı.

Abdullah 912’de öldüğü zaman, babasının vasiyeti üzerine yerine torunu Üçüncü Abdurrahmân bin Muhammed’i yirmi üç yaşında iken emir yaptılar. Üçüncü Abdurrahman ve bundan sonraki devrelerde, târihinde bir daha erişemeyeceği siyâsî, iktisâdî ve fikrî üstünlüğün doruğuna ulaşan Endülüs, siyâsî güç ve medeniyet bakımından parlak devrini yaşadı. Üçüncü Abdurrahmân elli yıl süren saltanatının ilk seneleri iç huzuru sağlamakla geçti. 917’de İşbiyeli ve Camona Abdurahman’ı tanımak zorunda kaldı. 920 senesinde Asturia Kralı Ordonoa ve Hıristiyan ordusunu Semure denilen yerde hezîmete uğrattı. Bundan sonra Muez, Osma, Sam Esteban, Clunie ve Calahorro’yu ele geçirerek Pirenelere dayandı. 951’de Leon kralının ölümü üzerine çıkan taht kavgası da Abdurrahmân’ın bu ülkeler üzerinde otorite kurmasına yardım etti. Saneho ve Navarra Kraliçesi Totey, yardım talebinde bulunmak üzere Kurtuba’ya kadar geldi. Bu siyâsî temas Endülüs târihinde ilk defâ vukû bulan bir hareket olup, büyük bir başarıydı. Leon kralı on kadar kaleyi Abdurrahmân’a bırakıyor, karşılığında ise, onun askerî ve siyâsî desteğini  sağlıyordu.

Abdurrahman donanmasını kuvvetlendirdi. 931 senesinde Sebte’yi fethederek, Mağrib’e el attı. Fas’a yayılmış olan Şiî çetelerini bu ülkeden çıkartarak Nakur ve Mağraveler’i kendine bağladı.

Abdurrahmân 73 yaşında ölünce, yerine 961 senesinde oğlu İkinci Hakem geçti. Bu hükümdar babasının kurduğu düzeni titizlikle sürdürdü. Fıkıh ve tarih konularında bilginler arasında yer alan İkinci Hakem, ülkenin îmar edilmesi, ilim ve fikir hayâtının gelişmesi için büyük çaba sarf etmiş, sanat ve mîmârî eserlerin yaptırılmasında büyük gayretler göstermişti. Kurtuba Câmii ve Kurtuba şehrinden beş kilometre uzaklıkta yaptırılan yazlık şehrin güzelliği, bahçeleri dillere destan olmuştur. Bu şehre “Çiçek Şehri” mânâsına “Medînetüz-Zehrâ” ismi verildi.

Onun ölümünden sonra tahta vasiyeti üzerine on iki yaşındaki oğlu İkinci Hişâm çıktı. Hişâm yaşı küçük olduğundan idâreyi Mansur bin Ebî  Âmir adlı nâibi  üzerine aldı. Mansur ve ondan sonra oğlu Abdülmelik ve Abdurrahmân devlet üzerinde tam bir diktatörlük kurdular. Abdurrahmân’ın Galicia’da seferde olmasından faydalanan muhâlifler, İkinci Hişâm’ı tahttan indirerek, Muhammed bin Hişâm bin Üçüncü Abdurrahmân el-Mehdî’yi sultân ilân ettiler.

Bunun üzerine Kurtuba’ya dönen Abdurrahman’ı yakalayarak îdam ettiler. Bu olaylarla barış devri kapanarak, memleket anarşiye  sürüklendi. Netîcede Kurtubalılar Mehdi’yi  yakalayıp öldürerek 1010’da İkinci Hişâm’ı yeniden sultan îlân ettiler. Hişâm isyan eden Berberîlerle iyi geçinmek için gayret gösterdiyse de müsbet bir netîce alınamadı ve 1013’de tekrar tahttan indirildi. Süleymân bin Hakem tahta geçirildi. Bu da sükûneti sağlayamayınca, Sebte vâlisi Ali bin Hammûd’u çağırdılar. 1017’de tahta çıkan Ali bin Hammûd çok geçmeden öldürüldü. Bunun üzerine yeniden kargaşalık baş gösterdi. 1018’de Kasım bin Hammûd tahta çıktı. Merkezdeki bu kargaşalık üzerine vâliler kendi bölgelerinde bağımsızlıklarını îlân ettiler. Bunun  üzerine Endülüs İslâm târihinde “Tavâif-i mülûk” (Beylikler devri) ortaya çıktı ve iç çekişmeler devleti yıprattı. Endülüs Emevîlerini bir bayrak altında toplamak için son gayreti gösteren Beşinci Abdurrahmân’ın oğlu Ümeyye 1031’de tekrar Kurtuba’ya girerken yakalandı ve öldürüldü. Parçalanan bu devlet az sonra Cevherîler tarafından tâbi beylik hâline getirildi. Hıristiyan devletler bu beylikleri kısa zamanda yıkmakta güçlük çekmediler. Bunlardan yalnız “Benî Ahmer” devleti 1492 yılına kadar yaşayabildi.

Emevîler, İslâm dînini, İspanya’dan Avrupa’ya soktu. Fas, Kurtuba ve Gırnata üniversitelerini kurup, batıya ilim ve fen ışıkları saldı. Hıristiyanlık âlemini uyandırıp bugünkü müsbet ilerlemenin temelinin atılmasına  sebeb oldu. Dünyâ  üzerindeki ilk üniverside Fas’ın Fez şehrinde bulunan Kayrevan Üniversitesi idi. Bu üniversite 859 (H.244) yılında kurulmuştu. İlme ve âlimlere çok değer verilirdi. Bunun için Endülüs’te ilim ve fen çok ilerledi. Saraylar ve devlet dâireleri birer ilim kaynağı oldu. Her memleketten ilim öğrenmek için Kurtuba’ya akın akın toplandılar. Kurtuba’da büyük ve mükemmel bir tıp fakültesi kuruldu. Avrupa’da ilk defa yapılan Tıp Fakültesi budur. Avrupa kralları ve devlet adamları, tedâvi için Kurtuba’ya gelir, gördükleri medeniyete, güzel ahlâka, misâfirperverliğe hayrân kalırlardı. Kurtuba’da altı yüz bin kitap bulunan bir kütüphane yapıldı. Ayrıca emsâli pek az bulunan ince sanatlı saraylar, câmiler, bahçeler meydana getirildi.

Birçok ilimlerin bilhassa tıp ve astronominin temelleri atıldı. Endülüs emevîleri devrinde yetişen âlimlerden bâzıları şunlardır:Muhyiddîn-i ibni Arâbî, Kâdı Ebû Bekr ibni Arabî, Nûreddîn Batrûcî (Bkz. Batrûcî), meşhur müfessir Ebî Abdullah bin Muhammed Kurtûbî. Son zamanlarda İslâm ahlâkını, İslâmiyetin emirlerini bıraktıklarından, hattâ Ehl-i sünnet îtikâdından ayrıldıkları için, Pirene Dağlarını aşamadılar. Parçalandılar ve yıkıldılar. Endülüs Devleti yıkılmasaydı, felsefeci İbnür Rüşd’ün ve İbn-i Hazm’ın İslâmiyete uymayan fikirleri din ve îmân hâlini alıp, dünyâya yayılacaktı. Böylece İslâmiyete pek büyük zarar verilecekti.

ENDÜLÜS EMEVÎ SULTANLARI 

Sıra

No

İsim

Doğum

Târihi

Tahta Çıkışı

Vefâtı

1

Abdurrâhman bin Muâviye bin Hişâm bin Abdülmelik

728 (H.110)

756 (H. 138)   (H.170)

 787

2

Hişâm bin Abdurrahmân

759 (H.142)

787 (H. 170)   (H.180)

796

3

Hakem bin Hişâm

771 (H.154)

796 (H. 180)   (H.239)

852

4

Abdurrahmân bin Hakem

792 (H.176)

821 (H. 206)   (H.239)

 852

5

Muhammed bin Abdurrahman

823 (H.208)

852 (H. 239)   (H.273)

 886

6

Münzir bin Muhammed

(?)

886 (H. 273)   (H.295)

908

7

Abdullah bin Muhammed

872 (H.258)

908 (H. 295)   (H.300)

912

8

Abdurrahman Nasır bin Muhammed bin Abdullah

890 (H.277)

912 (H. 300)   (H.350)

961

9

Hakem bin Abdurrahmân

(?)

961 (H. 350)   (H.366)

977

10

Hişam bin Hakem

962 (H.351)

977 (H. 366)   (H.403)

1013

11

Muhammed Mehdi bin Hişam bin Abdül Cebbar bin Abdurrahmân Nasr

(?)

1009   (H.399)

 (?)

12

Hişam bin Hakem (ikinci defâ tahta çıkışı)

(?)

1009 (H. 399)   (H.403)

1013

13

Süleyman bin Hakim bin Süleymân bin Abdurrahman Nâsır

(?)

1013 (H. 403)   (H.407)

 1017

14

Ali bin Hamûd bin İmâmı Hasan

(?)

1017 (H. 407)   (H.408)

1018

15

Kâsım bin Hamûd

(?)

1018 (H. 408)   (H.412)

1021

16

Yahyâ bin Ali

(?)

1021 (H. 412)   (H.413)

1022

17

Abdurrahmân bin Hişam bin Abdülcebbar

(?)

1022 (H. 413)   (H.413)

1022

18

Muhammed bin Abdurrahmân Abdullah bin Abdurrahmân Nasır

(?)

1022 (H. 413)   (H.414)

 1022

19

Hişâm bin Abdülmelik bin Abdurrahmân Nâsır

(?)

1027 (H. 418)   (H.422)

1031

ENDÜSTRİ

(Bkz. Sanâyi)

ENERJİ

Alm. Energie (f), Fr. Energie (f), İng. Energy. İş yapabilme kâbiliyeti. Enerji kelimesi “kudret” yerine kullanılmaktadır. Bir sistemin enerjisi, o sistemin yapabileceği âzamî iştir. İş, fizikte bir cisme, bir kuvvetin tesiri ile yol aldırma, yerini değiştirme şeklinde târif edilir. İş (W), kuvvet (F) ve kuvvet etkisiyle cismin aldığı yol (x) ile gösterilirse, W= F.x olur. Kuvvet tatbik edilen cisimlerin hızları değişir. Bütün hareketli cisimler, hıza sâhip oldukları için, aynı zamanda yukarıdaki iş târifinden gidilerek enerjiye sâhip oldukları da çıkarılabilir. Yâni, hıza sâhip olan cisimler zinde bir kuvvetin sâhibidirler. Bu kuvvetle iş yapabilirler. Hızla çarpışan iki şişenin birbirini kırması, sâhip oldukları enerji sebebiyledir. Hareketli cisimlerin sahib oldukları bu enerjiye “kinetik enerji” denir. Kinetik enerji, o cismin kütlesi ile hızının  karesinin çarpımının yarısına eşit olur (E= 1/2 mv2). Sürtünmesiz bir ortamda duran bir cisim bir (F) kuvvetinin etkisiyle harekete geçer ve bir (x) yolu sonunda (v) hızını kazanırsa, kuvvetin yaptığ iş,  cismin kazandığı kinetik enerjiye eşit olur (F.x= 1/2 mv2). Eğer kuvvet, hareketli cisme tesir etti ise, o zaman o cisim üzerine yapılan iş, o cismin kinetik enerjisindeki değişmeye eşittir.

Potansiyel enerji: Cisimlerin durumları sebebiyle iş yapabilecek hâlde olmalarıdır. Yer çekimi potansiyel enerjisi, yerin çekim kuvveti etkisindeki cisimlerin, yerden belli bir yükseklikte bulunmaları ile sâhip oldukları enerjidir. Yapabilecekleri iş, kütlelerin, yerçekimi ivmesi ve bulundukları yüksekliğin çarpımıyla verilir. Potansiyel enerji= m.g.h ifâdesinde, g yerçekimi ivmesini gösterir ve değeri sâbittir. Esnek cisimler kuvvet tatbiki ile sıkışma ve uzama yapabildikleri için, potansiyel enerjiye sâhip olabilirler. Yâni, bir kuvvet  sebebi ile üzerlerine yapılan işi, potansiyel enerji olarak depo edebilirler. Bir yayın biriktirdiği potansiyel enerji, esnekliğini gösteren sâbit bir sayı ile uzama ve sıkışma miktarının karesinin çarpımının yarısı ile verilir. E= 1/2 k.x2 formülünde k sâbitine, yay sâbiti denir ve yayın sertlik derecesini gösterir.

Kinetik  enerjiye ve potansiyel enerjiye mekanik enerji denir. Mekanik enerji korunumludur. Aralarında değişme olabilir. Yüksekteki bir taş düşerken, potansiyel enerjisi kinetik enerjiye dönüşür. Hareketli bir cisim bir yayı sıkıştırırken, kinetik enerji, yayın biriktirdiği patansiyel enerji hâline geçer. Düşen bir su kütlesinin  potansiyel enerjisi, kinetik enerji hâline dönüşür. Bu kinetik enerji bir türbini döndürebilir.  Bu türbinin dönme mili, bir su kabı içindeki karıştırıcıyı da döndürürse, kap içindeki suyun, sıcaklık derecesinin yükseldiği görülür. Suyun kazandığı ısı, türbini döndüren suyun kinetik enerjisidir. O halde ısı da bir enerjidir.  Isınan cisimler iş yapabilirler. Gaz dolu bir kabın altı ısıtıldığında kabın kapağının yükseldiği görülür. Böylece ısı enerjisi potansiyel enerjiye dönüşmüştür. T sıcaklığındaki bir cismin sâhib olduğu enerji, 1/2 K.T2 formülü ile verilir. K Boltzmann sâbitidir.

İzâfiyet teorisinde, her maddenin bir enerjiye karşılık geldiği gösterilmiştir. Bir cismin kütlesinin, ışık hızının karesi ile çarpımı o maddenin enerji karşılığını verir (E= M.C2).

 Modern fizik,  enerji naklinin (transferinin) çok küçük miktarlar (enerji paketleri) hâlinde olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu küçük miktarlara (enerji paketlerine) kuvant denir. Bu hâle de enerjinin kuvantumlu oluşu denir.

En geniş mânâda enerjinin korunumlu olması, isim değiştirse de enerji miktârının değişmemesi demektir. Meselâ kütle yok olmakta, fakat kütlenin karşılık geldiği enerji, ısı enerjisine dönmektedir.

Enerji kânunları:Güneşin yaydığı  elektromagnetik dalgalar enerji taşırlar. Bu sebepten güneş önemli bir enerji kaynağıdır. Güneş enerjisinin sanâyideki yayılma miktarı 4x1033 erg’dir. Güneşte, elektronlarını yüksek sıcaklık sebebi ile kaybetmiş olan hidrojen atomları birbirleri ile nükleer reaksiyonlara girerek, Helyum çekirdeği hâline gelmekte ve reaksiyondaki kütle kaybı enerji şeklinde açığa çıkmaktadır. Bu enerji radyasyon yoluyla güneş etrafına yayılmaktadır.

Jeolojik devirler boyunca toprak altında kalan canlı organizmalar, bugün çıkarılıp ısıya çevrilerek enerji kaynağı olarak kullanılmaktadır. Bitki artıkları “mâden kömürü” tabakalarını ve “linyit” yataklarını meydana getirmiştir. Diğer canlı organizmalar da petrol ve tabiî gaz hâline gelmişlerdir.

Belli bir yükseklikteki su, yüksekliği nisbetinde bir potansiyel enerjiye sâhiptir. Bu potansiyel enerjiye “hidrolik enerji kaynağı” denir. Bu kaynaktan  elektrik enerjisi elde edilir.

Nükleer enerji:Atomun kütle kaybına karşılık gelen enerjidir. Nükleer reaksiyonlarda, kütle kaybı enerji şeklinde açığa çıkar. (Bkz. Nükleer Enerji)

Rüzgâr enerjisi: Yâni basınç farkları sebebiyle hava moleküllerinin kazandıkları kinetik enerji ve (gel-git) denilen suların yükselmesi ve alçalması da enerji kaynağı olarak kabul edilmektedir. Aynı zamanda dalgalar ve denizlerin dip ve yüzeyi arasındaki sıcaklık farkı da bir enerji kaynağıdır.

Jeotermal enerji ise, yer kabuğundaki kızgın mağma tabakasındaki ısı enerjisidir. Bu tabakaya temas eden su, yüksek basınçlı buhar hâlinde yeryüzüne çıkar veya çıkarılır.

Enerji naklinde elektrik enerjisi kullanılır. Bu alternatörün rotorunun dönme eksenine bağlı türbin (su veya buhar türbini), başka bir enerjiyle (barajlarda yüksekten düşen su ile veya termik ve nükleer santrallarda buhar kazanlarındaki buhar basıncı ile) döndürülürse, elektrik enerjisi elde edilir. Elektrik enerjisi aynı zamanda güneş pillerinden de elde edilmektedir.

ENERJİNİN KORUNUMU PRENSİBİ

Alm. Erhaltung (f) der Energie, Fr. Conservation (f), de L’energie, İng. The Conservation of Energy. Bir sistemin sâhip olduğu toplam enerji miktarının değişmemesi. Bir sistemin herhangi bir anda sâhip olduğu enerji kaybolmayıp, başka bir enerji çeşidi olarak sistemde aynen mevcuttur. Toplam enerji, çeşitli enerjilerin değişik kombinezonları şeklinde olabilir.  Bu enerjiler fizikî (kinetik, potansiyel, termal, ışık vb.) veya kimyevî olabilir. Meselâ belli bir yükseklikte bulunan bir cismin, yerçekimi sebebiyle sâhip olduğu bir potansiyel enerjisi vardır. Bu cisim, deniz seviyesine göre (h) kadar yüksekte ise, sâhip olduğu patansiyel enerji, deniz seviyesinde sâhip olacağı potansiyel enerjiden (m) cismin kütlesi, (g) yerçekimi ivmesi olmak üzere (mgh) kadar fazladır. Bu cisim serbest düşmeye bırakılırsa, düştükçe potansiyel enerjisi azalır fakat azalan potansiyel enerjiye eşit miktarda kinetik enerji kazanır. Esâsında düşerken kazanacağı kinetik enerji çok az da olsa kaybettiği potansiyel enerjiden bir miktar eksik olabilir. Bunun sesebi, düşme sırasında hava molekülleri ile olan sürtünme netîcesinde cismin kinetik enerjisinin bir kısmının ısıya dönüşmesidir. Isıya dönüşen bu enerji, cisim ve hava moleküllerinde depo edilir. (m) kütleli bir cismin düşerken (v) hızına eriştiğinde, kazanacağı kinetik enerji mv2/2 ile hesaplanır. Cismin (h) yüksekliğinden düştüğünde kaybettiği potansiyel enerjinin kazanacağı kinetik enerjiye eşitliği (mgh= mv2/2) olur şeklinde ifâde edilir. Cismin kazanacağı hız ise: 

V =  2g.h  olur. 

Benzer şekilde bir akünün sâhip olduğu kimyâsal enerji, akü boşaldığı zaman kaybolmayıp elektrik enerjisine, bu da bir lambayla ışık, bir elektrik motoruyla kinetik enerjiye dönüşmektedir. Ayrıca bir atomun sâhip olduğu çekirdek enerjisi nükleer reaksiyonlarla ısı enerjisine bu ısı da değişik enerji şekillerine dönüştürülebilmektedir. Burada da enerji  eksilmeyip başka enerji şekilleri hâlinde tezâhür etmektedir. Hattâ çekirdeğin ısı vermesi hâlinde madde miktarında meydana gelen eksilme, maddenin enerjiye eşdeğer olması şeklinde telakki edilmektedir. Bu gibi dönüşümlerde toplam enerji yerine toplam madde ve enerji miktarı düşünüldüğünde aynı koruma prensibi hâlâ geçerliliğini korur. Maddenin tamâmen enerjiye dönüşmesi hâlinde madde ve enerji toplamının değişmemesi E= mc2 eşitliği ile ifâde edilir. Burada E enerji, m maddesinin kütlesi, c ışık hızı (300.000 km/s) dır.

ENES BİN MÂLİK

Peygamber efendimize on sene hizmetle şereflenen sahâbî. Ensâr-ı kirâmın, yâni Medîneli ilk Müslümanların büyüklerinden idi. Künyesi, Ebû Hamza’dır. Bu künyeyi kendisine Resûlullah efendimiz vermiştir. Bir gün Hamza denilen baklayı toplarken, Resûl-i ekrem efendimiz onu görmüş, Ebû Hamza diye iltifât buyurmuşlardır. Lakabı Hâdimü Resûlillah (Resûlulah’ın Hizmetçisi)tır. Kendisine böyle söylenince çok sevinir ve memnun olur, bununla iftihâr ederdi. 612’de hicretten on sene önce Medîne’de doğmuş 712 (H.93) senesinde vefât etmiştir.

Resûlullah efendimiz, Medîne-i münevvereye gelişlerinde hazret-i Enes 9-10 yaşlarındaydı. Annesi Ümmü Süleym kendisini alıp, Resûlullah efendimizin huzûr-ı saâdetlerine  getirdi ve; “Anam, babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Ensârın erkek ve kadınlarından sana hediye vermeyen kalmadı. Bu oğlumdan başka hediye edecek  bir şeyim yok. Bunu al. Sana hizmet etsin.” deyince, isteği kabul buyruldu. Ümmü Süleym; “Yâ Resûlallah! Şu hizmetçiniz Enes’e duâ buyurunuz.” deyince, Resûlullah efendimiz; “Yâ Rabbî! Enes’in malını ve evlâdını mübârek ve yümünlü eyle, ömrünü uzun eyle, günâhların  affeyle.” şeklinde duâ buyurdular.

Enes radıyallahü anh şöyle buyurdu: “Resûlullah efendimize on yıl hizmet etmekle şereflendim. Bir defâcık olsun bana “üf.” bile demedi. Şunu niçin böyle yaptın, bunu niçin yapmadın buyurmadı.”

Enes bin Mâlik hazret-i Ebû Bekr devrinde, Bahreyn havâlisinin zekâtını toplamakla vazîfelendirildi. Ebû Bekr’in vefâtında, Bahreyn’de bulunuyordu. Daha sonra Medîne’ye geldi. Hazret-i Ömer’in zamânında Medîne’de kaldı, onun meşveret meclisinde (danışma kurulunda) çalıştı. Hazret-i Osman zamânında Basra’da kalan Enes bin Mâlik fıkıh dersleri vermeye devâm etti. Hazret-i Ali’nin halîfeliği zamânına yetiştiği gibi, Emevî halîfelerinden bir kısmını gördü.

Enes bin Mâlik, uzun ve bereketli bir ömür yaşadı. Basra’da vefâtına yakın hastalandı. Halk, gece-gündüz ziyâretine geldi ve yanında bulundular. Basra’da vefât eden en son Sahâbî odur. Basra’ya 9-12 km mesâfede bulunan Tat mevkiinde 712 (H.93) senesinde vefat etti. Muhammed bin Sîrîn (rahmetullahi aleyh) tarafından gasl, techiz ve tekfini yapıldı. Vefât ettiği yere defnedildi. Vâsıyeti üzerine, Resûlullah efendimizin mübârek saçlarından bir miktar kabrine kondu.

Enes bin Mâlik Peygamber efendimizin uzun seneler hizmetinde bulunması sebebiyle, Kur’ân-ı kerîmin tefsirini çok iyi öğrenmişti. Âyet-i kerîmelerin tefsirine dâir bildirdiği rivâyetler tefsir kitaplarını süslemektedir. Peygamber efendimizden 2230 hadîs-i şerîf bildirdi. Hadîs ilminin yayılmasında önde gelenlerdendir. Verdiği derslerde Resûlullah efendimizin devrini, tekrâr o günleri yaşar gibi neşe ve zevkle anlatır, talebeler üzerinde büyük tesir uyandırırdı. Bu yüzden ilim öğrenmek için gelenler onun meclisine devâm ederlerdi. Birçok yerde ilim halkası kurdu. Talebelerinin  ihtiyaçlarını kendisi temin ederdi. Mekke-i mükerreme, Medîne-i münevvere, Basra, Kûfe ve Şam ders verdiği mühim merkezlerdi. Zamânın halîfesi bile onun derslerine gelmeyi gönülden arzu ederdi. Onun ilim deryâsından istifâde edenler çoktur. Hasan-ı Basrî, Süleymân Teymî, Ebû Kılâbe, Ebû Bekr bin Abdullah el-Müzenî bunların başlıcalarıdır.

Enes bin Mâlik’in, hadis ve tefsir ilminin yanında, fıkıh ilminde de büyük hizmeti olmuştur. müstakil bir eser teşkil edecek kadar, fetvâ ve ictihâdları vardır.

Peygamber efendimiz Enes bin Mâlik hazretlerine şöyle buyurdular:

“Ey Enes, biliyor musun, mağfireti (bağışlamayı) gerektiren hususlardan biri de, Müslüman kardeşini sevindirmendir. Onun üzüntüsünü giderirsin, yâhut içini rahatlatırsın, yâhut ona bir mal verirsin veya borcunu ödersin, yâhut kendisi olmadığı zaman çoluk çocuğuna göz kulak olursun.”

Enes bin Mâlik’in bizzat Resûl-i ekrem efendimizden rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bir kısmı şöyledir:

Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız (güçleştirmeyiniz); müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.

Herhangi biriniz kendi nefsi için istediğini, Müslüman kardeşi için de istemedikçe, gerçek mü’min olamaz.

Birbirinize buğz etmeyiniz, hased etmeyiniz (kıskanmayınız), birbirinize sırt çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz. Bir Müslüman için kardeşini üç günden fazla terk etmek (küsmek) helâl olmaz.

ENFARKTÜS

Alm. Infarkt, Fr. Infarctus, İng. Infarction, infarct. Bir dokunun bir parçasının, buraya gelen kan akımının engellenmesiyle, mevzii olarak oksijensiz kalması neticesi “koagulasyon nekrozu” denen şekilde eriyerek canlılığını kaybetmesi. En sık görülen sebebi atardamarların pıhtı veya damar sertliği neticesi tıkanması veya ileri derecede daralmasıdır. Damarın kasılarak daralması (spasm), ânî kansızlık ve o bölgede kanama da diğer sebepler olarak sayılabilir. Enfarktüs hangi dokuda meydana gelmişse o dokunun adıyla anılır. Kalb enfarktüsü (myokard enfarktüsü), beyin enfarktüsü, kemik enfarktüsü, barsak enfarkstüsü, akciğer enfarktüsü gibi.

Enfarktüs tabiri yalnız başına veya kalb enfarktüsü olarak “kalb krizi” anlamında kullanılmaktadır. (Bkz. Kalp Krizi)

ENFEKSİYON

(Bkz. Bulaşıcı Hastalıklar)

ENFİYE

Alm. Schnuppe 1. Schnupftabak (m), Fr. Tabac à priser  İng. Snuff, Keyif vermek için buruna çekilen ve çürütülmüş tütünden yapılan bir toz. Avrupa’da 17. yüzyılda yayılmaya başlayıp, 18. yüzyılda yaygın hâle gelmiştir. İlk zamanlarda enfiye önceden hazırlanmaz, kullanılacağı zaman hemen rendelenirdi. Bu bakımdan enfiyeciler yanlarında bir de rende taşırlardı. Enfiye, kullananlar tarafında mine, gümüş, bronz, kaplumbağa kabuğu gibi çeşitli maddelerden yapılan kutularda muhafaza edilirdi.

Toz hâlinde kullanılan enfiyenin hazırlanması pek kolay olmuyordu. Enfiye şekline getirilen tütünün, defalarca süren fermantasyonu, 18 ve 20 ay kadar zaman alırdı. Bundan sonra gül suyu, lavanta, karanfil, yâsemin gibi şeylerle kokulandırılırdı.

Enfiye kullanmak, bilhassa İstanbul’da alafranga çevrelerde 18. yüzyılın ikinci yarısından îtibâren moda hâline gelmişti. Batı tesiri altındaki kimselerce ise 19. asırda bir gösteriş vesilesi olarak kullanılmıştı. Enfiyenin kullanılması veya çekilmesi belli usûllerle yapılırdı. Enfiyeciliğin artması, bununla ilgili sanâyinin gelişmesine sebep olmuştur. Enfiye kullananlar kutu ve mendil gibi vâsıtalar da kullanırlardı. Enfiyeler çoğunlukla Avrupa’dan getirilirdi. Günümüzde tiryakisi ve kullananları hemen hemen hiç kalmamış gibidir.

ENFLASYON

Alm. Inflation, Fr. Inflation, İng. Inflation. Cari fiyat seviyesinde toplam talebin toplam arzı aşması. Lâtince şişme anlamına gelen “inflare” kelimesinden türemiştir. “Enflasyon” ilk defa 1835 yılında ABD’li bir devlet adamının vermiş olduğu bir konferansta kullanılmıştır.

Enflasyonu; “ölçülen iki devre arasında reel millî gelir artışından daha fazla para arzı, artışı olması” şeklinde de târif etmek mümkündür. Buna mukâbil enflasyonu toplam arz’daki bağımsız değişmeler ile açıklayan görüşler de vardır. Ne var ki, toplam talep hesaba katılmadıkça, nihâî olarak, enflasyonu açıklamanın imkânı yoktur. Toplam talepteki değişmelerin para arzındaki artışlardan bağımsız olarak meydana gelebileceğini de belirtmek gerekir. Meselâ para arzında hiçbir değişiklik olmamak kaydı ile sadece gelir dağılımının mevcut kompozisyonu değişirse toplam talepte de buna bağlı olarak bir dizi değişiklik olacağı muhakkaktır.

Enflasyonun sebeplerini ekonominin arz yönünde arayan çeşitli açıklamaları, aralarındaki ayrıntı sayılabilecek farklılıklar bir yana, faktör ve mal piyasalarındaki serbest rekabetten uzak ilişkilere indirgemek mümkündür. Ancak bu tür bağımsız mâliyet artışlarına bağlı fiyat yükselişleri, talebi besleyen unsurlarla desteklenmedikçe (meselâ, para arzı artışı doğacak), iktisadî durgunluğa paralel olarak eninde sonunda yavaşlamak, durmak zorundadır. Bu düşünce bâzı iktisatçıları, arz (maliyet) enflasyonu diye birşey olmayacağını, nihâî tahlilde her enflasyonun talep enflasyonundan ibâret sayılması gerektiğini söylemeye götürmüştür.

“Enflasyon” ile “fiyat artışları” her zaman eş anlamlı olmayabilirler. Her enflasyon beraberinde fiyat artışı getirir. Ancak belli bir devrede fiyat artışları olması mutlaka enflasyon var demek değildir. Enflasyon bir vetire (süreç), fiyat artışı ise bir sonuçtur. Bâzı iktisatçılar tarafından, bâzı fiyat artışları ile mücâdelenin enflasyon ile mücâdeleden  farklı olduğu veya olması gerektiği savunulmuştur. Bunlara göre fiyat artışlarındaki enflasyon dışı sebepler şunlardır:

1.Reel millî gelirin düşmesi.

2. Ticâret hadlerinin ülke aleyhinde bozulması. Yâni ihraç mallarının fiyatlarının ithal mallarının fiyatlarının nisbî olarak gerisinde kalması.

3. Ekonomisi tarıma dayalı ülkelerde iklim şartlarının elverişsiz gitmesiyle üretimin düşmesi. Kuraklık, sel vs.

4.Sanâyi kesiminde uzun süren ve yaygın grevler olması.

5.Harp, iç harp ve büyük karışıklıklar gibi sebeplerle üretim sisteminden, buralara kaynak transferi olması.

6. Dış ticâret dengesinin bozulması sebebiyle sanayi hizmetleri ve tarım kesimlerinde girdi noksanlarının ortaya çıkması.

7.Nüfus artışı ve iç göçler dolayısıyla köy-kent nüfus dağılımının değişmesi.

Fiyat artışlarında enflasyon dışı sebepler olarak sayılan ve çoğaltılabilecek olan bu faktörler ile enflasyon arasında karşılıklı bir etki-tepki (etkileşim) ilişkisinin olduğu da şüphesizdir.

Enflasyon ile karıştırılmaya müsâit kavramlardan birisi de “pahalılıktır.” Ekonomi lügatında  pahalılık diye bir kavram yoktur. Geçim mâliyeti vardır. Fiyat endeksleri vardır, fakat pahalılık endeksi yoktur. Pahalılık izafi bir kavramdır ve şahsın geliri ile fiyatlar arasındaki ilişkiyi verir. Sözgelişi fiyatlar % 20 artarken şahsın geliri % 50 artıyor ise, o şahıs için hayat pahalılaşmamış ucuzlamıştır. Ancak fiyatların % 50 arttığı bir ortamda şahsın geliri % 20 artmış ise, o şahıs için hayat pahalılaşmıştır. Bir başka deyişle sâdece fiyatların artması pahalılık mânâsına gelmediği gibi, fiyatların düşmüş olması da ucuzluk mânâsına gelmez.

Enflasyonun, gelir  dağılımını bozmak, ödemeler bilançosunu etkilemek, toplam yatırım-tasarruf hacmiyle bunların iç dağılımını değiştirmek gibi çeşitli iktisadî etkileri yanında kamu maliyesi açısından en göze batan özelliği dolaylı vergilerle taşıdığı benzerliktir. Enflasyon vergisikavramını bu benzerlik doğurmuştur.

Enflasyon da, tıpkı vergi gibi, bâzı kişilerin elinden bir kısım satın alma gücünün alınıp devlete aktarılması imkânınını vermektedir. Yine tıpkı dolaylı vergiler gibi enflasyon da vergiyi yüklenenlerce az hissedilir bir karakter taşır. Özellikle bu sonuncu husus, bazı vergilerin toplumda ciddi bir tepki uyandıracağından çekindiklerinden siyâsî karar organlarının, niçin bunlar yerine enflasyoncu finansman tercihini kolaylıkla yapabildiklerini açıklayan önemli bir unsurdur. Bütün bu benzerliklere rağmen enflasyonu vergiden ayıran çok önemli bazı özellikler vardır:

1.Herşeyden önce enflasyon diğer vergilerden farklı olarak, yasama organının tasdikiyle yürürlüğe girmez.

2. Enflasyonu vergiden ayıran ikinci temel özellik, elde edilen gelirin sâdece devlete gitmemesi, özel kesim ile devlet arasında bölüşümde elde edilecek pay, çeşitli unsurlara bağlı olarak değişecektir.

Enflasyonu açıklayan diğer görüşler:

Enflasyonlar, genellikle talep şişkinliğinden ve mâliyet masraflarının kabarmasından ileri gelebilir.

1. En çok rastlanan enflasyon tipi, talep şişkinliğidir.

Harcamalar ve ihrâcat toplamının üretim ve ithâlât tutarını aşması, talep enflasyonu belirtisidir.

Talep enflasyonunu bir formülle ifade etmek mümkündür:

 

Y+ M < C + I+ G + X

Bu formülde Y üretimdir; M ithâlâttır; C tüketimdir; I yatırımlardır; G devlet masraflarıdır; X ihrâcâttır.

Talep enflasyonları parasal karakterli olabilir veya olmayabilir. Para ve kredi hacminin genişlemesi harcamalarda artışa ve fiyatlarda pahalılığa sebep olmuşsa, talep enflasyonu parasal karakterlidir.

Parasal karakterli talep enflasyonunda şu durumla karşılaşılır:

D M        D Y
    
 ¾¾¾ >  ¾¾¾¾
        M           Y

 Bu formülde M satın alma gücü hacmi; Y gelirler; DM satın alma gücü hacmindeki artış; DY gelirlerdeki artıştır.

2. Mâliyet enflasyonları başlıca altı sebebe ilişkin olabilir:

a) Dış ticaretin kısıtlanmış bir rejime bağlı bulunması ve gümrük vergilerinin aşırı derecede yüksek olması,

b) Gider-istihlâk-istihsâl vergilerinin ağırlığı,

c) Malî tekeller ve eksik rekâbet şartları,

d) Fâiz haddinin yüksekliği,

e) Toplu sözleşmelerle ücretlere yapılan zamlar,

f) Devalüasyon.

Enflasyonları, hızlarına göre de sınıflandırmak mümkündür:

1. Aşırı enflasyon, dâimâ parasal karakterli olan bir talep  şişkinliğidir. Emisyonun hızla kabarması, paradan kaçış ve tüketim humması, aşırı enflasyonun özellikleridir.

2. Kronik enflasyon, yâhut müzmin enflasyon, parasal karakterli olabilir veya olmayabilir. Bu tip enflasyonların özelliği, hızının mutedil fakat süresinin uzun olmasıdır.

3. Belirsiz enflasyon veya sürünen enflasyon durumunun özelliği, fiyat yükselişlerinin yavaş bir tempo izlemesidir.

Belirsiz enflasyonda, para kıymetinin bir yıldan diğerine kaydettiği düşüklüğü çok defa fâiz haddi telâfi edilebilir.

Enflasyonlar, iktisâdî faaliyetin akışını başlıca üç yönden etkiler:

1. Gelirlerin dağılışı haksız bir değişikliğe uğrar. Halktan bir kısmının geliri, enflasyon hızından fazla ve bir kısmının geliri enflasyon hızından yavaş artar. Zengini daha varlıklı ve fakiri daha yoksul yapan bir durum hasıl olur. Satın alma gücündeki haksız değişiklikler, sosyal huzursuzluklara yol açar.

Spekülasyon kazançlarının alın teri kazancından çok daha verimli gözükmesi, aydınların psikolojisi üzerinde olumsuz etki yapar.

2. Enflasyonun prodüktivite ve kalite üzerinde zararlı tesirleri vardır. İş bulma  kolaylığı ve kazançların  rahatlığı, işçileri ve satıcıları kayıtsız ve müstağni davranışlara sevk eder. Kolay kazanan ve pervasız harcayan bir zümrenin türemesi, her türlü malı piyasaya sürmek fırsatını temin eder.

3. Enflasyon, dış ödemeler dengesini de sarsar. Sermâyeler para kıymetinin emin ve para kirasının yüksek olduğu bölgelere açık veya gizli yollardan göç eder. Enflasyon hızı diğer ülkelerden fazla ise, ihrâcatın tıkandığı ve ithal mallarına rağbetin arttığı görülür. Turizm gelirinin gelişme temposu yavaşlar ve vatandaların dış seyahatlerdeki harcamaları çoğalır.

4. Enflasyon devrelerinde, sosyal gerginlikler şiddetlenir.

Enflasyon hızını belirten formül şöyle yazılabilir:

    Pt          b Y0
       
¾¾¾ = ¾¾¾¾¾¾¾
         P
t-1    Y0 -(a+ i0)

Bu formülde Pt cârî fiyat seviyesini; Pt -1 bir önceki devreye âit fiyat seviyesini; Y0 tam çalışma şartlarında ekonominin istihsâli; b marjinal tüketim eğilimi; i0 devletin ve bankaların meydana getirdikleri ek satınalma gücünü göstermektedir. a tüketime bağlı sâbit bir rakamdır.

                    Pt
   
Bu formülde: ¾¾¾¾¾¾
                          P
t -1

bir önceki devreden beri fiyatların değişme oranını göstermektedir.

b, yâni marjinal tüketim eğilimi büyük bir rakam olduğu oranda, fiyat artışları hızlı bir seyir izlemektedir.

(a+io) yâni bankalar  ile devletin meydana getirdikleri satınalma gücü ve tüketim şartlarına bağlı unsur ne kadar büyük bir rakamla ifade edilirse, enflasyonun şiddeti de aynı yönde artmaktadır.

Enflasyonun sosyal etkileri: Enflasyon, servet ve gelir dağılımını değiştirici bir olaydır. Enflasyonda, haklı sebep olmaksızın refah ve varlık, bir sosyal tabakadan diğerine geçmektedir. Enflasyonun refahtan insanların aldıkları payı değiştirmesi, sosyal bünyede tepkilere yol açmaktadır.

Enflasyon hızı, servet  ve gelirlerin kayma yönü üzerinde etkili olmaktadır. Aşırı ve hızlı enflasyonlarda zekâlarını ve pratik bilgilerini borsa taklitlerindeki ustalıklarıyla birleştirebilen spekülatörler, hayret uyandırabilecek büyüklükte  menfaatler elde etmektedirler. “Creeping” (sürünen) enflasyonlar, sınâî müteşebbisleri meydana getirmektedir. Emisyonun hissedilir artışlar gösterdiği kronik enflasyonlarda, ticârî aracılar ve müstehlike (tüketiciye) doğrudan doğruya mal ve hizmet arzedenler, avantajlı bir ortamdan faydalanmaktadırlar.

Fâiz hâsılatıyle ve diğer basit karakterli gelirle yaşayanlar enflasyonların dilsiz kurbanlarıdır. Enflasyon şuurunun  uyanmadığı ortamlarda, ücretler fiyatlara gecikerek intibak etmektedir. Sendikaların kuvveti ve bunaltıcı baskı yaptıkları devrelerde ise, ücretler fiyatların önüne geçmekte ve enflasyonist baskıya öncülük etmektedir.

Enflasyon temposunun hızlandırılması, spekülatif kazançları hızlandırdığı için sahne sanatkârlarına ve eğlence sanâyiine kazançlı olmaktadır. Enflasyon nakdî sermâyeyi tahrib etmektedir. Ancak bankalar, mevduat hacminin şişmesi dolayısıyla, nominal değer eksilişlerini fazlasıyla telafi edebilmektedir.

Enflasyon devrelerinde, millî karakter temellerinden sarsılmaktadır. Manevî ve ahlakî değerler küçümsenmektedir. Kumar iptilası yayılmaktadır. Keyif verici maddeler tüketimi artmaktadır. Gıda şartları bozulmakta ve genel sağlık durumu sarsılmaktadır. Yolsuzluklar çoğalmaktadır. Memurların rüşvet aldıklarına dâir söylentiler fazlalaşmaktadır. Polis vak’aları, trafik kazaları ve boşanmalar yoğunlaşmaktadır.

Uzun süreli kronik enflasyonlar, öğretmenlerin sosyal statülerini ve geçim şartlarını geriletmektedir. Böylece yeni neslin  kültür seviyesi düşmekte ve gençler dejenere akımlara kolaylıkla sürüklenmektedir. Dejenere çocukların oranı, enflasyondan iktisaden yararlanmış âilelerde daha yüksek olmaktadır.

Einaudi ve Spitzmüller gibi iktisatçılar enflasyonun topluma bozgunla sonuçlanmış bir savaştan daha pahalıya mal olduğunu söylemişlerdir.

Aşırı enflasyon(Hyperinflation):

Bu durumda para değeri baş döndürücü hızla düşer. 1920 Almanya, 1921 Avusturya, 1921 Rusya, 1922 Macaristan, 1922 Polonya, 1943 Yunanistan, 1945 Macaristan enflasyonları bu husustaki en aşırı örnekleri teşkil eder. Daha yakın yıllarda çeşitli ülkelerde, özellikle Güney Amerika’da  rastlanan enflasyonlar, bu örneklerin boyutlarına ulaşmasalar dahi, enflasyonu ılımlı ölçüde tutabilmenin  ne kadar güç olduğunu ve fiyat artışları vetiresinin nasıl kolayca dejenere olacağını göstermek bakımından ibret vericidir.

Büyük Alman enflasyonunda para değerinin düşme hızına tanınmış istatistikçi Ernst Wegemann şu örneği vermiştir:

“Bir milyon markı olan bir şahıs, 1920’de fabrika alabilirdi. 1921’de aynı para bir köşk almaya yetiyordu. Bir milyon, 1922’de bir otomobil fiyatı idi. 1923’ün ilk yarısında bir  milyona ancak bir kat elbise diktirebilirdi. 1923’ün ikinci yarısında ise, bir milyon mark sâdece bir tomar basılı kağıt olmaktan başka bir değer taşımıyordu.”

Aşırı enflasyonlar, dâimâ parasal karakterlidir. Para kıymetinin düşmesi banknot ve kredi hacmindeki kontrolsuz ve sınırsız şişmeden ileri gelir. Bu tip enflasyonlar, para değerinin kısa sürede sıfıra yaklaşmasıyla veya inmesiyle sonuçlanabilir.

Para aşırı enflasyonlarda, kıymet ölçüsü ve tasarruf âleti olmak niteliğini kaybeder, banknotların mübâdele aracı olarak gördükleri hizmet de, ciddi suratte aksar. Alış veriş, trampa usûlü ile yapılmaya başlar. Mukâvelelerde altın kayda konulması, yaygın tatbikat hâlini alır. Çeşitli kurumlar yardımcı paralar çıkartmaya koyulurlar. Büyük Alman enflasyonunda çıkartılan yardımcı paraların sayısı iki bini aşmıştır.

Aşırı enflasyonlarda, para önünden kaçış denilen olayla kaşılaşılır. Reel kıymetlere talep hücum derecesini bulur. Fiyat endeksleri, astronomik rakamlara erişir. Nakdi tasarrufun değeri sıfıra  inmeye yüz tutar. Marjinal tüketim eğilimi azamî derecesine yaklaşır ve erişir. İhrâcât tıkanır. Servet ve gelirlerin bölünüşü değişir. Süratli servet yapan ve enflasyon zenginleri denilen bir tabaka belirir. Gelirlerin büyük kısmı, sayılı ellerde toplanır.

Müşâhedeler, aşırı enflasyonlarda siyâsî ve sosyal huzursuzlukların arttığını ve ortalıkta bir spekülasyon hummasının hüküm sürdüğünü ortaya koymaktadır. Aşırı enflasyonun sosyal bünyede yaptığı tahribât büyüktür. Ahlâk seviyesi sarsılır. Âile bağları gevşer. Boşanma ve suç istatistikleri yükselir. Sosyal değer yargıları an’anevî ölçülerden ayrılır. Siyâsî huzursuzluklar şiddetlenir. Aşırı cereyanlar kuvvet kazanır.

Büyük Alman enflasyonunu inceleyerek iktisat ilmine önemli katkılarda bulunan ilim adamları arasında bilhassa Constantino, Bresciani, Turroni ve Albert Aftalion zikredilebilir.

Alman enflasyonu:

1919-1923 arasında Almanya’da para değerinin şiddetli iktisadî ve sosyal sarsıntılar doğurarak aklın almayacağı sûrette düşmesi olayıdır.

Almanya Birinci Dünya Savaşı masraflarının bir kısmını, çıkardığı hazine bonolarına karşılık Reichsbank’tan aldığı kredilerle finanse etmişti. Bu finansman usûlü 1914-18 arasında tedâvüldeki banknot miktarının ve fiyatların artmasına yol açmıştı.

Harpten sonra Almanya’nın ödemeye mecbur kaldığı muazzam harp tazminatı ve yenilgiyle ilgili diğer çeşitli masraflar yine kısmen Reichsbank’a başvurulmak suretiyle karşılanmıştı. Dolayısıyla tedavüldeki kâğıt paranın ve fiyatların artışı hızlanarak devam etmişti. Bir müddet sonra da, bu hareket kendiliğinden şiddetlenmeye başlamıştı. Gerçekten bir yandan vergi hâsılatı, fiyat yükselişleri, dolayısıyla kabaran devlet masraflarının gittikçe gerisinde kalmış ve bundan tedavülü yeniden genişletmek lüzumu doğmuştu. Öte yandan fiyatların günden güne (hatta sonraları saatten saate) yükselmesi karşısında mark’a güvenini tamâmıyla kaybeden halk, elindeki parayı derhal mala çevirmeğe bakmış ve böylece paranın tedavül sürati durmadan artmıştır. Ruhr havzasının 1923 başında Fransız ordusu tarafından işgalinden sonra hareket başdöndürücü bir hız kazanmıştı. Harpten evvel 4.2 mark olan dolar, 30 Kasım 1923’de 4.2 trilyona çıkmıştı.

Enflasyon, başlangıçta üretimin artmasına engel olmamıştı. Fakat hızlandırıcı, mütedavil sermâyeleri eritmek, gelecek için herhangi bir hesap yapma imkanını ortadan kaldırmak ve kredi mal  teminini güçleştirmek suretiyle istihsali aksatmıştı. Üretim endeksi (1913= 100) 1921’de 77, 1922’de 86’ya çıkmışken, 1923’te 54’te düşmüştür. Ayrıca bütün borçluların (bu arada en  büyük borçlu olan devletin) borçları fiilen silinmişti. Buna karşılık alacakların, marka yatırılmış olan paraların, bütün tasarrufların değeri sıfıra inmişti. Bu sonuncu olay da orta sınıfları kökünden sarsmıştı. Tasarruf eğilimini zayıflatmak, israf ve spekülasyon eğilimlerini  kuvvetlendirmek suretiyle Alman enflasyonunun pek kötü ahlakî etkileri de olmuştur.

1923 sonunda Rentenbank adlı bir banka  kurulmuş ve buna, bütün Alman taşınmaz malları üzerinde tesis edilecek ipotek, ticarî ve sınâî müesseselerin altınla ödenecek tahvilatı karşılığında, Rentenmark adlı değeri 1 trilyon kâğıt mark olarak tesbit edilen yeni bir para çıkarmak yetkisi verilmiştir. Reichsbank’ın hükümete ve iş alemine vereceği krediler sıkı bir surette sınırlandırıldığından, Rentenmark tedricen halkın güvenini kazanmış ve para yeniden istikrara kavuşmuştur. Bir müdet sonra Rentenbank tedâvülden kaldırılmıştır. Banknot ihraç hakkı çeşitli kayıtlar altında, tekrar Reichsbank’a verilmiştir. Rentenmark’ın yerini yine Reichsmark almıştır.

Alman enflasyonunun nasıl bu derece şumûllenebildiği çok münâkaşa edilen bir meseledir. Alman hükümetinin, borçlarından kurtulmak ve harp tazminâtını ödeyemeyeceğini ortaya koymak amacıyla, enflasyonu bilerek frenlemediğini iddia edenler vardır.