EMRÎ
Divan şâiri. Edirne’de doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Hayâtı hakkında fazla bilgi yoktur. Devrinde kıymeti anlaşılmadığından imâret kâtipliğinden fazla yükselememiştir.
Çekingen tabiatlı bir kişiydi. Kasîde yazarak devlet büyüklerinden herhangi bir itsekte bulunmamıştır. Zamânının en büyük şâiri Bâkî’ye hicviyeler yazmıştır. Fevrî, Rahimî gibi çağdaş şâirlerin Emrî’nin şiirlerine nazireler ve tahmisler yazmaları, çağının ileri gelen sanatkârları arasında yer aldığını göstermektedir.
Emrî’nin en çok tanınan yönü, muammacılık ve târih düşürmekteki ustalığıdır. Muammâcılıkta onun kadar usta şâire rastlanmaz. Murat Molla (İstanbul-Fâtih) Kütaphânesindeki eserinde 621 muamma vardır. Zamânının eleştirmecileri Emrî’nin kuvvetli bir şâir olduğunu belirtmişlerdir. Şiirlerinde genellikle ince hayâllere, teşbih ve tevriyelere fazla yer vermiş ve mânâca derinlik getirmiştir.
Eserleri:Emrî’nin en tanınmış eseri Dîvân’ıdır. Bir de Muammâ mecmuasından başka Pend-i Attâr tercümesi vardır.
Eğitimci, yazar. 1858’de Lüleburgaz’da doğdu. Lüleburgaz Rüşdiyesini bitirdikten sonra, Mülkiye’ye girdi. 1871’de İdâdî kısmını, daha sonra da yüksek kısmını bitirdi. Yanya, Selânik, Halep, İzmir maârif müdürlüklerinde bulundu. 1900 senesinde siyâsî görüş yüzünden İsviçre’ye kaçtı. Fakat Sultan İkinci Abdülhamîd Han tarafından affedilerek yüksek bir maaşla Meclis-i Maârif âzâlığına, aynı vazîfe üzerinde kalmak şartıyle Konya Hukuk Mektebi Müdürlüğüne getirildi (1906). Aynı zamanda Emîrî takma adıyle Servet-i Fünûnda yazılar yazdı.
Meşrûtiyet îlân edildiği zaman Kırklareli mebûsu oldu (1908). İki defâ Maârif Nâzırlığına getirildi. 1914 senesinde İstanbul Yeşilköy’de vefât etti. Kabri Fâtih Câmii avlusundadır.
Emrullah Efendi, Türkiye’de ilk defâ içtimâî ve felsefî makâleler yazdı. Son zamanlarda fikrî yorgunluğu had safhaya ulaştığından unutkanlığı, dalgınlığı ile tanındı.
Muhîtü’l Maârif isimli resimli ansiklopedisini, 1902’de bitirebilmek için büyük gayret sarf etmişse de vefât etmesi üzerine tamamlayamadı. Sonradan tek cilt olan eser, genişletilerek ve düzeltilerek 1914 senesinde yeniden basıldı.
Alm. Europaischer Geld System (m), Fr. Systeme (m), monetaire Europeen İng. European Monetary System. Avrupa devletleri arasında “birleşme yoluyla barış” düşüncesinden hareket edilerek, üye devletlerin kabul ettiği para sistemi. 4 Aralık 1978 yılında Fransa devlet başkanı Valery Giscard d’Estaing’in teklifiyle İngiltere, F. Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, Danimarka, İrlanda, İtalya, Lüksemburg’dan ibâret dokuz Batı Avrupa ülkesinin kabul etmesiyle EMS (Avrupa Para Sistemi) yürürlüğe girmiş oldu.
EMS, Avrupa’yı dengeli bir “para bölgesi” haline getirmeyi, millî paraların korunması ve daha dengeli bir mâlî politika izlenmesini sağlamak amacını taşımaktadır. Gerçek maksat, ülkelerin öncelikle topluluğa üye ülkelerin “ekonomik birliğini” gerçekleştirmeyi, gelecek yıllarda da “siyâsî birliği” temin etmektir. Sistemin gâyelerinden birisi de üye ülkelerden birinin parasının belli bir mevsim (aralığın) ötesinde dalgalanması hâlinde, bütün topluluk üyelerinin bu parayı elbirliğiyle desteklenmesi ve bu gâyeyle ortak bir fon kurulması da kararlaştırılmıştır.
Alman parasının önderliğinde kurulan bu sistem, bir Avrupa parası meydana getirmiştir. Her ülkenin bir para birimi olduğu gibi EMS’nin birimi “ECU” (European Currency Unit), yâni “Avrupa Para Birimi” ECU başlangıçta İngiltere, Sterlin’in değerinin sistem içinde yüksek oranda tesbit edilmesinin, ihracat ve işsizliği olumsuz yönde etkileyebileceği ve topluluğun tarım politikasının aleyhlerinde işlemesi dolayısıyla katılmamıştı. Yine İngiltere 1984 yılında da topluluğun tarım politikası ve diğer bâzı sebeplerden dolayı, topluluktan ayrılmayı dahi istemiş, Fransa’nın arabuluculuğu sâyesinde ortaklıktaki anlaşmazlıklar kısmen giderilmişti. Yine üye ülkelerin paralarının bir “sepet” meydana getirmesi öngörülüyordu. Yâni bir ATülkeleri “para sepeti”. Bu sepette, topluluk üyesi ülkelerin sâbit miktarlarda paraları bulunacak ve herbir para miktarı ülkenin ticâretini gösterecektir. Bu para birimi banknot olarak basılmayacak, yalnızca bir hesap birimi olarak kullanılacaktır. Ayrıca, bu yeni para birimi döviz kurları mekanizmasının faydası, bir rezerv birimi ve ödeme aracı olacaktır. Kurulan Avrupa Para birimine halen İngiltere ve Yunanistan katılmamıştır (1991). Üye ülkelerin paralarının o ülkenin toplam döviz rezervi, ekonomik gücü, mal ve hizmet ihrâcâtındaki ağırlığı gibi sebeplere bağlı olarak şöyle olmakta:
Paraların ECU içindeki yüzdeye karşılık ağırlığı % olarak gelen değerler:
Alman Markı 27,3-0,828
Fransa Frangı-19,5 1,15
İngiliz Sterlini 17,5-0,0855
İtalyan Lireti 14,0-109,0
Hollanda Florini-9,0 0,286
Belçika Frangı-7,9 3,66
Danimarka Kronu-3,0 0,217
İrlanda Sterlini-1,5 0,000759
Lüksemburg Frangı-10,3 0,14
Böylece ECU içinde her üye ülke parasının bir “merkezî oranı” bulunuyor. Misâl olarak 1 ECU: (yaklaşık olarak) 2,5 DM’tır. “Avrupa Para Sistemi” EMS sâyesinde şu faydaların sağlanması düşünülüyor:
-Bankalar ve işletmeler uzun süreli işlemlerini (özellikle yatırımlarını) daha kolayca tasarlama imkânına kavuşabilecekler.
-Tüketimde büyük kitleler meydana getiren insanlar açısından önemli olan enflasyon önlenebilecek.
-Dengeli bir politika hayatı sağlanacak.
-Spekülasyonlar önlenecek.
-Üye ülkelerin ihrâcât ve ithâlâtlarında denge sağlanacak, kur farkları ve enflasyon korkusu olmayacağı için işbirlikleri gelişecek.
Avrupa Birleşik Devletleri, kurma çalışmalarından biri olan Avrupa Para Sistemi, geleceğin ortak parasının esası olacaktır.
Alm. Emulsion (f), Fr. Emulsion (f), İng. Emulsion. Bir sıvının diğer bir veya birkaç sıvı içinde mikroskopik veya ultramikroskopik boyutta damlacıklar hâlinde dağılması ile ortaya çıkan karışım.
Emülsiyonlar sıvıların kendiliğinden veya çoğu zaman çalkalama, karıştırma gibi mekanik bir yolla dağılması ile elde edilirler. Ancak karıştırılan sıvıların birbiri içerisinde çözünmemesi veya çok az çözünür olması gerekir. Emülsiyonların kararlı olmaları, içlerinde bulunan veya katılan, damlacıkların yüzeyinde bir katman meydana getiren (meselâ sabun molekülleri) veya mekanik bir kararlılık sağlayan (meselâ kolloidal karbon veya bentonit) emülsifiyanlarla sağlanır. Kararsız emülsiyonlar zamanla iki sıvı katmanına ayrılırlar. Kararlı emülsiyonlar, emelsifiyanı etkisiz hâle getirmek suretiyle kararsız hâle getirilebilirler. Bu, bâzan uygun bir üçüncü maddenin ilâvesiyle, bâzan ısıtma veya dondurma ile gerçekleştirilebilir.
Süt (su içinde yağ damlacıkları) ve tereyağı (yağ içinde sulu çözelti damlacıkları) bilinen iki emülsiyondur. Boya ve deri sanâyiinde boyama ve debbağlama işlerinde, fakir cevherlerin flatasyon (yüzdürme) yoluyla saflaştırılmasında, sentetik kauçuk ve plastiklerin üretiminde, şampuan gibi kozmetiklerin, kremlerin yapımında emülsiyon şeklindeki karışımları önemli yer tutarlar.
Alm. Akademie (f) der Wissenchaften, Fr. Acàdemiè (f) de la Science, İng. Acdemy of Science (hist). On dokuzuncu asrın ortalarında resmen kurulmuş olan ilk Türk Akademisi. Kuruluş gâyesi eğitim ve kültür alanında gerekli çalışmaları yapmak, batıdaki ilmî çalışmaları ve yenilikleri tâkib etmek, Türk dilinde ilim ve fenlere dâir lüzümlu kitapları hazırlamak veya tercüme etmek, ilmin memlekete yayılması, vatandaşların bundan istifâdesiyle umûmî seviyeyi yükseltmek olarak tesbit edilmişti.
21 Temmuz 1846’da toplanan Meclis-i Maârifi Umûmiyede ilmî müesseseler arasında bir de Encümen-i Dâniş’in kurulmasına karar verildi. Encümen-i Dâniş’in resmen kurulması için Ahmed Cevdet Paşa bu kurumun gâyesi ve sağlayacağı faydaları ihtivâ eden bir mazbata yazarak Sultan Abdülmecîd Hana arz etti. Abdülmecîd Han izin verince, Cevdet Paşa bu mazbataya uygun bir beyannâmeyi 1 Haziran 1851 târihli Takvîm-i Vekâyî’de (Resmî Gazete’de) yayınladı.
Maârif târihimiz açısından bir vesika mâhiyetinde olan bu beyannâmede, Encümen-i Dâniş’in kuruluşundaki ilmî maksat çok daha açık bir şekilde îzâh edildi. Ayrıca reis ve âzâları îlân olundu. Encümen-i Dâniş’e, Bezm-i Âlem Vâlide Sultân’ın, Sultan Mahmud türbesi yakınlarında yaptırdığı Dârülmaârif adlı okulun içinde bir yer ayrıldı. Encümen-i Dâniş, Sultan Abdülmecîd Hanın irâdesi üzerine 18 Temmuz 1851 (19 Ramazan 1267) târihinde büyük bir törenle açıldı. Açılışa başta Pâdişah olmak üzere, sadrâzam, bütün hükûmet üyeleri ve ilmiye sınıfı katıldı.
Açılış töreninden sonra, dâhilî ve hâricî âzâlara, birer rüûs (diploma) verildi. Encümen-i Dâniş’in nizamnâmesinde (tüzüğünde) dâhilî ve hâricî âzâlıklar ile bunların husûsiyetleri ve faaliyet alanları belirtildi. Dâhilî âzâlar kesin olarak kırk kişiydi. Bunların her birisinin bir ilim dalında mütehassıs olması, bir yabancı dili bilmeleri, bir eser hazırlama veya tercüme kâbiliyetlerine hâiz olmaları şart koşuluyordu. Dâhilî âzâlar, zarûrî bir mâzeretleri bulunmadığı müddetçe, toplantılara katılmaya mecburdu. Dâhilî âzâlıklarda “Sadrâzam Reşid Paşa, Şeyhülislâm Ârif Hikmet Bey, Serasker Mehmed, Hâriciye Nâzırı Âlî ve Ticâret Nâzırı İsmet Paşa gibi devlet adamları, ayrıca Sadrâzam Fuâd Paşa, Şerif Mehmed, Târihçi Hayrullah Efendi, Ziver Kala, Ahmed Vefik, Osman Sâhib, Ahmed Cevdet Paşa, Ali Fethi ve Recâî efendiler gibi devrin ilim ve edebiyât dünyâsının mümtaz sîmâları da yer alıyordu.
Hâricî 30 tâne âzâ bulunuyordu. Hâricî âzâların, Türkçeye vâkıf olmaları şart koşulmamıştı. Akademiye hangi dil ile olursa olsun mâlûmât verebilmeleri yeterli sayılıyordu. Bunlar maarife dâir yazacakları yazıları Encümen-i Dâniş’e göndermekle vazîfeliydiler. Hâricî âzâlıklarda devrin Rum ve Ermeni bilginlerinin yanında, meşhur İngiliz müsteşriki James W. Redhouse, Fransız müsteşriklerinden Bionchi gibi Avrupa’nın tanınmış ilim adamları yer alıyordu.
Encümen-i Dâniş’te yalnız öğretim kitapları hazırlanırken daha sonra Dârülfünun’da okutulacak kitaplar da hazırlanmaya başladı. Encümen-i Dâniş’te ilk önce Kavâid-i Osmâniye ile ilgili bir lügat kitabı hazırlanması kararı alındı. Bununla ilgili çalışma netîcelenmediyse de târihle ilgili Ahmed Cevdet Paşaya verilen 1774’ten 1824’e kadar Osmanlı târihini yazma görevi tamamlandı. 12 cilt hâlinde muazzam Târih-i Cevdet diye bilinen Osmanlı târihi kitabı meydana geldi.
Encümen-i Dâniş’in hangi târihte ve neden lağvedildiği hakkında kesin bir mâlûmat yoktur. Ancak 1862’ye kadar devlet salnâmelerinde “Diyânet Takvimi” ismi geçtiği hâlde bundan sonrakilerde görülmemektedir. Buradan Sultan Abdülmecîd Hanın vefâtıyla çalışmasına son verildiği tahmin edilmektedir. Bu ilk Türk Akademisi 12 yıl kadar hizmet vermiştir.
Metrenin uzunluk ölçüsü olarak kullanılmasına kadar arşınla beraber kullanılan bir ölçü. Metre hesabıyla bu 65 cm’dir. Farsça endahten mastarından türetilen “endaz” kelimesinin sonuna bir ha ilâvesiyle küçük arşın mânâsına gelir.
Osmanlı sarayında, devlet işlerini görecek olanların sistemli tarzda mükemmel bir tahsile tâbi tutuldukları ve terbiyenin öğretildiği müessese. Sarayın iç kısmı mânâsına gelmekte olup, “Enderûn-ı Hümâyûn” şeklinde de kullanılırdı. İstanbul’un alınmasından sonra Fâtih, Topkapı Sarayını yaptırdı. Dört tarafı surlarla çevrili bu saray; değirmenleri, fırınları, bostanları, silah depoları, koğuşları ve mescitleriyle âdetâ bir kasaba idi. Mutfaklarında günde yirmi bin kişiye yemek dağıtılıyordu. Fâtih, Osmanlı Devletinin teşkilâtını temelleştirirken, Enderûn’u da sağlam esâslara oturttu. Meşhur Kânûnnâmesin’de Enderûn için bâzı maddeler koydu. Enderun, Fâtih’in büyütmesiyle de kalmadı. Osmanlı hudutları büyüdükçe buna paralel olarak saray teşkilâtı da genişletildi. Sarayın enderun halkını, devşirme denilen bâzı Hıristiyan tebaa çocukları veya harplerde esir alınıp yetiştirilen gençler meydana getirmekteydi. Bunlar devşirme kânununa göre sekiz ilâ on sekiz yaşları arasında toplanıp önce Edirne Sarayı, Galata Sarayı, İbrâhim Paşa Sarayı gibi saraylarda tahsil ettirilip, Türk-İslâm âdet ve geleneklerine göre yetiştirilirdi.
Bu saraylarda eğitim gören içoğlanlarından başarılı olanları, belli aralıklarla çıkma denilen usûl ile ihtiyaca göre Enderûn Mektebine alınır, diğerleri ise Kapıkulu Süvârî Bölüklerine gönderilirdi.
Topkapı Sarayı Enderûn Mektebinde, hem devlet adamı veya sanatkâr olmak üzere tahsil ve terbiye gören, hem de çeşitli hizmetlerde bulunan içoğlanları (gılâmân-ı enderûn) altı odaya ayrılmışlardı. Aşağıdan yukarıya doğru bu altı oda şunlardır: 1) Büyük ve küçük odalar, 2)Doğancı koğuşu, 3)Seferli odası, 4) Kiler, 5)Hazîne odası, 6)Has oda.
Topkapı Sarayı içoğlanları dolamalı ve kaftanlı olarak iki sınıf idiler. Büyük ve küçük oda gılmanlarına, dolama giydiklerinden dolayı dolamalı, seferli, kiler, hazine ve has oda gılmanlarına da kaftan giydikleri için kaftanlı denilirdi.
Enderûn mektebinde ilk müfredât programı; Kurân-ı kerîm, ilm-i hâl, tecvit gibi sâdece dînî bilgileri öğreten derslerden ibâretti. İkinci Murad zamânında müfredât programları geliştirilip; tefsir, hadis, fıkıh, ferâiz, şiir ve inşâ, hey’et, hendese, coğrafya, ilm-i kelâm, mantık, meânî, bedî’ ve beyân ile hikmet dersleri verilmeye başlandı.
Enderûn mekteplerine alınan içoğlanları öncelikle buradaki hazırlık sınıfları olan küçük ve büyük oda gılmanları arasına katılırlardı. Buradaki okuma-yazma, özellikle Kur’ân-ı kerîm tahsiliyle ilgili derslerdi. Buradan doğancı koğuşuna geçen içoğlanları eğitim ve öğretime devâm ederlerdi. Doğancı koğuşunun 1675’te kaldırılmasından sonra yüksek tahsilin ilk basamağı seferli odası oldu.
Enderûn Mektebinde asıl eğitimin başladığı bu odada tetimme medreselerine denk bir eğitim gören içoğlanları, dersleri dışında Farsça okumak ve en az bir zanâat, sanat veya fenle (zekâ tesbiti sonunda belirlenen istidâtlarına göre) ilgilenmek zorundaydı. Bunlar dışında ata binmek, iyi silâh kullanmak isteyenler, iyi bir silâhşör olarak yetiştirilirlerdi. Güzel yazı (hüsn-i hat), cilt sanatı, tezhib, tasvir, mîmârî gibi sanatları öğrenmek isteyenler, şiir, edebiyât ve tıp, matematik, hendese gibi bilimlere ilgi duyanlar da ilgilendikleri alanlarda sarayda görevli bilginlere veya ehl-i hıref-i hassa (sarayda bulunan mesleğinde ehil sanat erbâbı) üstatlarına devâm ederlerdi. Bunlar için hükûmetçe zamânın en büyük sanatkâr ve bilim adamları görevlendirilir, saray-ı hümâyûn hocaları ünvânını alan bu üstatlar, haftada bir defâ Enderûn Mektebine gelirler, öğrenciler tarafından karşılandıktan sonra da o günkü konuyu işlemeye başlarlardı. İçoğlanları, aldıkları bu dersle yetinmezler, kendilerinden eski olan oda kıdemlilerinin çevrelerinde dört-altı kişilik gruplar meydana getirerek, kendi kendilerine küme çalışmalarına devâm ederlerdi. Böylece yedi-sekiz yıllık bir eğitim ve öğretimi bitiren delikanlılar ya bir üst sınıfa geçerler, ya bir saray görevine tâyin edilirler veya uygun bir subaylıkla saray dışına verilirlerdi. Daha sonra sırasıyla Kiler ve Hazîne odasında eğitim gören gılâmân-ı enderûn en son Has Oda denilen bölüme gelirlerdi.
Has Odadakiler Enderûn Mektebinin elit (en yüksek) kısmı idiler. Genç olmalarına rağmen büyük bir mevkiye sâhib olurlardı. Burada bulunanlara devrin en yüksek eğitimi ve öğretimi verilirdi. Buradaki eğitimin ana hedefi elemanları idârecilik yönünden yetiştirmekti.
Has odalılar eski ve acemiliklerine göre dış hizmete çıkarılırlardı. Eğer eskilerden ise müteferrikacılık, acemi ise çâşnigirlikle çıkardı. Has odalıların sancak beyliği ile çıktıkları da görülürdü.
Enderûn’a âit bütün odaların ve koğuşların harfi harfine tatbik edilen nizâmnâmeleri vardı. Tertip ve tanzim edilmemiş, kendi hâlinde bırakılmış hiçbir şey yoktu. Koğuşlarda disiplin son derece sıkı idi. Yatılıp kalkılacak ve dinlenilecek zamanlar da dakika şaşmazdı. Has odalılar hâriç, diğer dâire mensupları güneşin doğmasından iki saat önce kalkarlardı. Kalkış ve yatış saatleri güneşin doğuş ve yatsı namazının vaktine göre devamlı değişirdi. Yatsı namazı cemâatle kılındıktan sonra hemen yatılırdı. Bu esaslar doğrultusunda kurulup teşkilâtlanan Enderûn-ı Hümâyûn Mektebi, kuruluşundan îtibâren aşağı yukarı devletin bütün büyük siyâsî ve askerî memurlarını yetiştirdi. Bu memurlar, mektepten aldıkları terbiyenin mükemmelliği sâyesinde, Osmanlı Devletine sadâkât ve hamiyyetleriyle hizmet ettiler.
Diğer taraftan Enderûn-ı Hümâyûn devletin günlük hayâtının en canlı alanı idi. Akağalar Kapısı önündeki mermer sütunlarla çevrili revakta cülûs-ı hümâyûn, ayak dîvânı, bayramlaşma gibi merâsimler veya olağanüstü toplantılar yapılırdı. Harplerde Sancak-ı şerîf bu kapı önüne dikilirdi. Bâbüssaâde’nin iki kapısı arasında Kapıağası Dâiresi yer alırdı. Burada, iç kapıdan girilince tam karşıda arz odası ve onun arkasında İkinci Selim zamânında yaptırılan 12 sütunlu mermer havuz yerine Üçüncü Ahmed tarafından yaptırılan kütüphâne yer almaktadır. Enderûn-ı Hümâyûnda ayrıca hazîne-i hümûyûn (iç hazîne, enderûn hazînesi), kiler-i hassa, hazîne kethüdâsı dâiresi, hazîne koğuşu, Hırka-i saâdet ve mukaddes emânetleri ihtivâ eden has oda, enderûn ağaları mescidi, pâdişâhın özel mutfağı (kuşhâne) bulunmaktadır. Enderûn bölümünde Sultan Dördüncü Murad’ın yaptırdığı Bağdat, Revan ve Kara Mustafa Paşa Köşkü ile Mecidiye Kasrı da yer almaktadır.
Saray teşkilâtının kurulduğu ilk zamanlarda enderûn ricâlinin en büyüğü Kapıağası idi. Sonraları Bâbüssaâde Ağası ünvânını alan bu memur, topyekün Enderûn memûriyetinin âmiriydi. Maiyetinde Kapıoğlanı ismiyle otuz-kırk kişi bulunurdu. Bunlardan; miftâh ağası, peşkir ağası, şerbet ağası, ibrik ağası diğerlerinin büyüklerindendi ve doğrudan baş ağanın maiyeti sayılırlardı. Kapıağası her zaman pâdişâha refâkat ederdi. Yalnız pâdişâh seferde ve avda buluduğu zaman yanında bulunmaz, sarayın muhâfazası hizmetini îfâ ederdi. Taşra hizmetine verilip saray dışına çıkarıldığı zaman, Mısır vâliliğince (16. asır sonlarında) gönderilirdi.
Enderûn ağalarının ikincisi Hasodabaşı idi. Pâdişahın en yakın hizmetini görenler bunun emrindeydi. Emri altında Hasoda gılmanı ismi verilen içoğlanları vardı. Has odabaşı da dâimâ pâdişahla berâber bulunurdu. Saraydaki emânât-ı mukaddesenin muhâfazası da has odaya âitti. Ayrıca Hırka-i saâdetin huzûrunda Kur’ân-ı kerîm okurlardı. Silahdâr Ağa, has oda ağalarının ikincisiydi. Sarayda pâdişaha âit kılıç, tüfenk, ok, yay, zırh gibi eşyâları bu ağa muhâfaza ederdi. Has oda ağalarının üçüncüsü olan çuhâdâr ağa, alaylarda ata binerek pâdişahın gerisinde gider ve yağmurluğunu taşırdı. Has odanın dördüncü ağası olan rikâbdâr ile has oda ağalarının sonuncusu olantülbend gulâmının vazîfesi, pâdişâhın husûsî eşyâyarını taşımak ve hizmetini görmekti. Bu ağalar ve emrindekiler üzerlerine düşen hizmetleri görürlerken, eğitimlerini de aksatmadan devâm ettirirlerdi. Bu ağalar saray içi terfilerde sıraya göre birbirilerinin yerine terfi ederler, saray dışına çıktıklarında da vezir pâyesini alırlardı.
Enderûn ağalarının üçüncüsü aynı zamanda hazîne-i hümâyûn görevlilerinin reîsi olan Hazînedârbaşı idi.
Kilercibaşı Enderûn ağalarının dördüncüsüydü. Pâdişah yemek yerken hizmet-i hümâyûnda bulunur, kilercilere nezâretlerle berâber sofra edevâtını muhâfaza ederdi.
Beşincisi Sarayağası idi. Sarayağası, Enderûn-ı Hümâyûn nâmını alan, has oda, hazîne, kiler ve seferci odası, doğancı koğuşu ile büyük ve küçük odaların muhâfazasına nezâret ederdi. Maiyetinde yine ağalardan kırk nefer bulunurdu.
Enderûnda çok sıkı bir intizam vardı. Kıdemli olmak büyük bir meziyet teşkil ederdi ve her ağa kendinden eski olana hürmet etmek mecbûriyetinde idi. Kânun küçük bir ihmâlkârlığa bile yer vermeden tatbik olunur, en küçük bir disiplinsizliği görülen derhâl saray dışına çıkarılırdı.
Enderûn halkı gün doğmadan önce kalkar, abdest alıp topluca sabah namazını kılardı. Pâdişah da ekseriyâ sabah namazını Enderûn Câmiinde edâ ederdi.
Enderûnda; kuşlukta, ikindide ve yatsıdan sonra olmak üzere günde üç defâ yemek verilirdi. Bu yemekler, ilk zamanlar iki kap iken, zamanla dörde, sonra da altıya çıkmıştı.
Enderûnluların elbiseleri hünkâr tarafından tedârik edilirdi. Ağalar, başlarına som sırma takke ve takkenin altına iç fesi giyerlerdi. İki kollarının yanından enlice siyâh kadifeden zülüf denen uzun birer alâmet sallandırırlardı. Üstlerine, mevsime göre kaftan ve altlarına entâri giyer, bellerine ağır sırma işlemeli, kapaklı kemer takarlardı. Pâdişahla dışarı çıktıklarında kalıp işi denilin kavuk giyerler ve bellerine lâhûrî şal sararlardı. Eskiler mücevherli bıçak ve hançer takarlardı.
Bilhassa ilk kuruluş ve devletin yükselme devrelerinde hakîkî bir mektep vazîfesi gören Enderûn’dan, altmış sadrâzam, üç şeyhülislâm, yirmi beş kaptan paşa yetişti. Yirminci asrın tanınmış psikologlarından Amerikalı Terman, Enderûn okullarına, alınan talebeler ile ilgili olarak; “Zekâ ölçmek, test usûlünü kullanmak ilk olarak Osmanlılarda, Enderûn’a seçilen talebelerde başladı.” demektedir.
Osmanlı orduları Viyana’ya kadar gelince, Avrupa devletleri çok korku ve telâşa kapıldılar. İslâmiyet Avrupa’ya yayılıyor, Hıristiyanlık yok oluyor diye şaşkına döndüler. Osmanlı akınlarını durdurmak için çâreler aradılar, çok uğraştılar. Sonunda İstanbul’da bulunan İngiliz sefiri müjdeyi gece yarısı şifre ile bildirdi. Şifresinde; “Buldum, buldum, Osmanlıları zaferden zafere ulaştıran sebebi ve bunları durdurmanın çâresini buldum.” diyor ve bulduğu çâreleri şöyle anlatıyordu:
“Osmanlılar, aldıkları esirlere hiç kötülük yapmıyor, kardeş gibi davranıyorlar. Hangi milletten, hangi dinden olursa olsun, küçük çocukların zekâlarını ölçüyorlar. Keskin zekâlı çocuklar, seçilerek saraydaki (Enderun) denilen mekteplerde, değerli öğretmenler, tarafından okutuluyor, İslâm bilgileri, İslâm ahlâkı, fen, kültür dersleri verilerek, kuvvetli, başarılı müslüman olarak yetiştiriliyorlar. Osmanlı ordularını zaferden zafere ulaştıran değerli kumandanlar, Sokullular ve Köprülüler gibi seçkin siyâset ve idâre adamları, hep böyle yetiştirilen keskin zekâlı çocuklardı. Osmanlı akınlarını durdurmak için, bu Enderûn mekteplerini ve bunların kolları olan medreseleri yıkmak, Osmanlıları fende geri bırakmak lâzımdır.”
Devşirme usûlünün kalkmasından sonra, Enderûn’a köleler alınmaya başlandı. Ancak birçok vezir, asilzâde ve tüccar, şeref bulmak düşüncesi ile çocuklarını Enderun’da okutabilmek için köle diye Saraya satıyorlardı. Bu durum anlaşılınca pâdişahlar, zâdegân takımından gençlerin Enderûna kaydedilmesini emrettiler.
İkinci Mahmud, Yeniçerilerin kaldırılmasıyla başlanan ıslâhât sırasında, Enderun’da da hayli değişiklik yaptı. Enderûn-ı Hümâyûn Nezâreti nâmıyla bir nezâret teşkil olundu ve ayrıca Mâbeyn-i Hümâyûn Müşirliği ihdâs edildi. Sultan Abdülmecîd Han zamânında Dolmabahçe Sarayına nakledilen Enderûn’un eski vaziyeti gevşemeye ve bozulmaya başladı. Mâbeyn, Enderûn’dan ayrıldı. Enderun müstahdeminin eski terakkî yolları kapandı. Tanzimât ile mekteplerden fen dersleri kaldırılıp enderûnlar da değerini kaybedince, sultan İkinci Abdülhamîd Han, günün şartlarına uygun orta dereceleri mektepler ve fakülteler açtı.
On sekizinci yüzyıl divan şâirlerinden. 1759 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Babasının ölümü üzerine İstanbul’a getirildi. Enderûn Mektebinde yetişti. Hafif halleri yüzünden saraydan çıkarılınca, 12 yıl sefil bir hayat sürdü, sonra Halep ve Erzurum’da bâzı memurluklarda bulundu. Rodos’ta mecbûrî ikâmet ettirilirken gözleri kör oldu ve İstanbul’a dönmesine izin verildi. 1810 yılında İstanbul’da öldü.
Nâbî ve Nedîm’in yolunda yürümek istemiş olan Enderunlu Fâzıl, üstün bir şâir sayılmasa da mesnevilerinde gerçek hayat sahneleri çizmesinin yanında devrinin âdetleri ile halk ruhuna yer verdiği için dikkat çeker.
Eserlerinden Defter-i Aşk, Hûbânnâme, Zenânnâme mesnevî şeklinde olup, Çengînâme murabbalardan meydana gelmiştir.
Eserleri:
Dîvân, Defter-i Aşk, Hûbânnâme, Zenânnâme, Çengînâme.
Enderûnlu Fâzıl, dokuz ay Gürcistan, Kafkasya ve doğu illerinde Pâdişah adına büyük debdebe ile masrafını kesesinden ödemek şartıyla dolaşmış ve dönüşünde hazineden para almamıştır. Bu hâlini Şeyhî’nin Hârnâme’sini andıran mizahlı bir dilekçe ile pâdişâha arz etmektedir.
Edüp bu mâlıhulyâ ile Fâzıl
Sitanbul’a kudûm-i müflisâne
Olunca hizmetim makbûl-ı dergâh
Dediler bu garîb-i nâtüvâna
...................................
Kudûm etti bana envâ-ı âlem
Ziyâretgâh-ı ecnâs oldu hâne
On dokuzuncu yüzyıl divan şâiri. İstanbul’da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Çocukluğunda saraya alınarak Enderun’da yetiştirildi. Bu yüzden Enderunlu lakabı ile anıldı. Bolayır’da Süleymân Evkafının mütevelliliğinde bulunması bir yana hep saray hizmetlerinde çalıştı. 1824 yılında İstanbul’da öldü.
Dîvân edebiyâtının ikinci derecede şâirlerinden olan Vâsıf, muhammes, gazel ve özellikle şarkılarıyla tanınmıştır. Şiirde Nedim tarzında bir yol tutmasına rağmen, fazla açık, biraz da lâubâlidir. Bu yüzden edebî kişiliğini gölgelemiştir.
Vâsıf’ın şiirleri eskilerden ve çağdaşlarından daha fazla gerçek sahneleri içine almaktadır. Dîvân’ında günlük eğlenceler, gerçek manzaralar ve halk deyimlerine yer vermiştir. Çağının hayâtını Dîvân’ına yansıtmış olması, şiirlerine, târihin bir safhasında İstanbul’daki çeşitli zümrelerin yaşayış, konuşuş ve eğlenme tarzlarını tesbit eden etnografik bir değer katmaktadır.
Şiirlerinin toplandığı bir Dîvân’ı vardır. Şiirlerinden bir örnek:
Murabba
Çözülme zülfüne ey dilrübâ dil bağlayanlardan
Kaçınma âteş-i aşkınla bağrın dağlayanlardan
Düşer mi ictinâb etmek seninçün ağlayanlardan?
Şirişk-i çeşmimün bak, farkı var mı çağlayanlardan
Havâyı perçeminle başka bir hâlet olur serde
Yeni baştan misâl-i Vâsıf uğrattın beni derde
Gamınla gerçi çoktan ağlarım amma bu günlerde
Şirişk-i çeşmimin bak, farkı var mı çağlayanlardan.
(Bkz. Hormonlar)
DEVLETİN ADI |
Endonezya Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Cakarta |
NÜFUSU |
181.451.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
1.919.443 km2 |
RESMİ DİLİ |
Bahasia |
DÎNİ |
İslâmiyet |
PARA BİRİMİ |
Rupiah |
Güney DoğuAsya’da bir devlet. Endonezya, Ekvator üzerinde Sumatra Adasından, Avustralya’ya kadar uzanan adalar topluluğu üzerinde kurulmuştur. Batı ve güneyden Hint Okyanusu, kuzeyden Güney Çin Denizi, kuzey doğudan Büyük Okyanus ile çevrili, 5’i büyük, 300’ü orta büyüklükte, kalanları çok küçük adacıklar olmak üzere toplam 13.677 adadan müteşekkildir.
Târihi
Endonezya’nın târihi hakkında bilinen en eski bilgiler, 4-5 bin yıl kadar önce, Malaysia’dan halkın gelip yerleştikleri hakkındadır. Eski çağlardan beri ülkenin üzerinde bulunduğu adaların deniz ticaretinde ehemmiyeti çok büyük olmuştur. Bu sebepten, halk genellikle denizci veya tüccardı. Tarih çağlarında ülke, Çin, Hindistan, İran ve Bizans İmparatorluğunun deniz ticâret yolu idi. Hâlen bu özelliğini muhafaza etmektedir. Eski çağlarda ticâret gemileri buraya uğrar, baharat, reçine ve değerli kereste alırlardı. Ticâretteki bu ehemmiyeti sebebiyle, dünyânın çeşitli yerlerinden Endonezya’ya gelip yerleşen insanlar ülkede yeni fikir ve geleneklerin yerleşmesine sebep olmuşlardı. Mîlâdın ilk yıllarına kadar halk aşîretler hâlinde yaşıyorlardı. Bu zamanda artan Hint tesiri neticesinde halk arasında Allahü teâlânın emrettiği hakiki yol olmayan, putperestlik, Budizm ve Hindu dinleri yayıldı. Bu devirlerde ülkede aşîret idâreleri krallık hâline geldi. Öyle ki her ada ayrı bir krallıktı. Yedinci ve on üçüncü asırlara kadar bölgenin en güçlü krallıkları, Sumatra ve Java krallıkları idi. Güçlü olmalarının bir neticesi olarak da bölge ticâretine hâkimdiler. On ikinci ve on beşinci asırlarda Hindistan ve Malaysia’dan ticâret için buraya gelen Müslüman tâcirler hak din olan İslâmiyetin yayılmasına vesile olmuşlardı. Halk İslâmiyeti hiçbir zorlama olmaksızın kabul edip benimsemişti. Bundan dolayı daİslâmiyet, Endonezya’da süratle yayıldı.
Avrupa’nın sömürgecilik zihniyeti, Endonezya’yı 1511 senesinde yakaladı. Bu sene Portekiz Malakka’yı işgal etti. Bundan sonra İspanya, Hollanda ve İngilizler ülkeyi istilâ ettiler. Bu devletler Endonezya’yı sömürmenin yanısıra Hindistan’ı da sömürgelerine katmak için üs olarak kullanmakta idiler. On altıncı asrın sonlarında Hollandalılar, Doğu Hindistan, Java ve Moluk’da kurdukları şirketlerle bölge ticâretini ele geçirdiler. Bunun yanısıra Cakarta’ya üs kurmalarıyla Hollanda’nın bölgedeki nüfusu arttı. Diğer sömürgeci devletlerin anlaşmaları neticesinde 18. asrın sonlarında Hollandaülkeyi tam mânâsıyla tek başına ve insafsızca kendi menfaatine kullanmaya başladı. 1900’lü senelerin başlarından îtibâren gün geçtikçe antiemperyalist fikirlerin kuvvetlenmesi sonucu Hollanda sömürgeciliğine karşı, milliyetçilik ve bağımsızlık mücadelesi fiilen başladı. Bu mücâdelenin önde gelen liderlerinden Ahmed Sukarno 1927’de kurulan Milliyetçi Partinin başkanı oldu. Endonezya halkının başlattıkları ve her geçen gün kuvvet kazanan bağımsızlık mücâdelesi karşısında Hollanda endişeye düştü. Halk tamâmen Hollandalı sömürgecilerin menfaatleri doğrultusunda yönetilmekteydi. Milliyetçilik ve bağımsızlık hareketlerini yatıştırmak ve sömürgeciliğini devam ettirmek için Hollanda siyâsî bir oyun olarak yerli halka idârede kısmen iştirak hakkı tanıdı. Bu oyuna kanmayıp tam bir bağımsızlık isteyen halkın mücâdelesi çok kanlı bir şekilde bastırılmaya çalışıldı. Mücâdelenin liderlerinden Ahmed Sukarno ve arkadaşları yakalanarak sürgüne gönderildi. İkinci Dünyâ Savaşında Japonya, Endonezya’yı işgal etti. Siyâsî olarak Japonlar ülke halkının Hollandalılara karşı yaptıkları bağımsızlık mücâdelesini desteklediler. Japonlar, milliyetçilerin hükümet kurmalarına müsaade etti.
17 Ağustos 1945’te Japonların teslim olmalarıyla Endonezya’da Ahmed Sukarno başkanlığında bir hükümet kurularak bağımsızlıklarını îlân ettiler. Hollanda, Endonezya’nın bağımsızlığını tanımadı. Endonezya ve Hollanda arasında bu sebepten başlayan mücâdele, Endonezya’nın zaferiyle neticelendi. Hollanda, “Endonezya, Birleşik Devletleri”ni resmen tanımak zorunda kaldı. 1950 senesinde devletin adı “Endonezya Cumhûriyeti” olarak değiştirildi. Ülkenin kurulu olduğu adalardan Yeni Gine Hollandalıların elinde kaldı. Endonezya ancak 1962 senesinde adanın batı kısmını Hollandalılardan kurtardı. Çin ve Rusya bütün antikomünist ülkelerde yaptıkları gibi, genç Endonezya Cumhûriyetini de yıkıcı ve bölücü faaliyetlerle kendi sömürgeleri, peykleri hâline getirmeye çalıştılar. Ülke idâresini ellerine geçirmek için hükümet darbesi girişiminde bulundular. 1965 senesinde vuku bulan bu ayaklanma kanlı bir iç savaşa sebep oldu. 1.000.000 civârında insanın öldüğü iç savaşta komünistler, milliyetçiler ve ordu tarafından bertaraf edildi. Devletin kuruluşundan îtibâren meydana gelen hâdiselerde oldukça yıpranan Ahmed Sukarno iktidarı, 1967’de General Suharto tarafından yapılan hükümet darbesi ile son buldu. Darbe sonunda başa geçen General Suharto daha sonra yapılan seçimleri de kazandı. 1982’de Sebker seçimleri kazandı. 1983’te Suharto dördüncü defa 10 Mart 1988’de beşinci defa başkan seçildi.
Fizikî Yapı
Endonezya’nın üzerinde bulunduğu adalardan büyük olan beş tanesi, Sumatra, Borneo, Java, Celebes ve Yeni Gine’dir. Yeni Gine Adasının Endonezya’ya âit olan batı kısmına İrian Barat adı verilir. Borneo Adasının Endonezya’ya âit olan kısmına ise Kalımantan adı verilir. Sumatra, Borneo, Java ve Celebes adalarına Büyük Sonda Adaları; Bali, Lombok, Sumba, Sumbawa, Flores, Timor vb. gibi orta büyüklükteki adalara Küçük Sonda Adaları; Buru, Ceram, Halmehera vb. adalara ise Moluk Adaları ismi verilir. Adalar arasında çeşitli iç denizler mevcuttur. İç denizlerle beraber yüzölçümü yaklaşık 5.000.000 km2 olan Endonezya’nın kara parçalarının toplam yüzölçümü ise 1.919.443 km2dir. İç denizleri, Java, Sunda, Banda, Flores, Celebes ve Moluk denizleridir. Adaları birbirinden ayıran deniz ve boğazların önemli özellikleri derin olmalarıdır.
Endonezya genel yapı îtibâriyle volkanik adalardan müteşekkildir. Çoğu sönmüş vaziyette yaklaşık 150 civarında volkan bulunmaktadır. Ülke Ekvator çizgisi üzerindedir. Büyük adalardan olan Sumatra ülkenin batısında olup, Malakka Boğazı ile Asya kıtasından, kuzey batı, güney doğu doğrultusunda, güney doğuda Sonda Boğazı ile Java Adasından ayrılmıştır. Birmanya’daki sıradağların bir uzantısı Sumatra Adasının batı kıyılarında devam eder. Bu sıradağlar sönmüş ve halen faaliyette bulunan pekçok volkandan müteşekkildir. 3000 m’yi aşan yüksekliklere sâhip bu dağ silsilesinin kuzeyinde geniş ve verimli vâdiler, büyük göller bulunur. Adanın doğu kesimleri, düz ve basık olan ovalıktır. Bataklıklar doğu sahillerinde oldukça geniş yer kaplar. Büyük ırmaklara sâhiptir. Java Adası, Sumatra ile Küçük Sonda adalar dizisinin en batısındaki Bali Adası arasında batı doğu istikametinde yer alır. Yaklaşık 1000 km boyunda ve 200 km eninde olan bu adada ekvatora paralel sıradağlar vardır. Bu sıradağlar, güneye daha yakın olup, üzerinde çok sayıda, bâzıları hâlen tütmekte olan volkanlar mevcuttur. Adanın kuzeyi düz ovalı olmasına rağmen güney kıyıları yüksektir. Güney de deniz dibi fazla kayalık değildir. Bu da gemilerin adanın güney kıyılarına rahatlıkla yaklaşmalarını sağlamaktadır. Bu sebepten limanlar güneyde kuzey kıyılarına nisbeten daha çoktur. Java Adasının doğusunda yer alan orta büyüklükteki adalar topluluğu olan Küçük Sonda Adaları da fizikî yapı îtibâriyle diğer Sumatra ve Java Adalarından pek farklı yapıya sâhip değildir. Topluluğu meydana getiren adaların hepsi volkanik olup, kıyıları düz ovalıktır. İrian Barat denilen Yeni Gine’nin Endonezya’ya âit batı kısımları da fizikî yapı olarak pek fazla değişmez. Bradjamusti Sıradağları, bölgenin ortasında batı doğu doğrultusunda yer alır.
Güney kısmı verimli ovalarla kaplı olan bölgenin kuzeyinde orta kesimlerindekine nazaran daha alçak olan sıradağlar, paralel olarak yer alır. Bu iki dağ silsilesi arada yer alan ova ile birbirinden ayrılır. Her iki sıradağlardan inen çok sayıdaki ırmak tarafından sulanan ova oldukça verimlidir. Yeni Gine Adasının batı kısmı olan bu bölgenin ortasındaki Bradjamusti Sıradağlarında yer alan Carstenz Tepesi 5050 m ile ülkenin de en yüksek noktasıdır. Yeni Gine ve Celebes adaları arasında yer alan pekçok ada ve adacıktan müteşekkil olan Moluk Adaları da dağlıktır.
Kıyıları çok girintili çıkıntılı, aynı oranda kayalık olan adalar gemilerin yanaşmasına müsait olmadığı halde bâzı yerler gemiler için iyi bir barınak vazifesi görmektedirler. Celebes Adası, adanın tam ortasındaki dağların dört farklı yöne açılması ile bir ahtapot görünümü arzetmektedir. Dört yarımadanın arasında kalan üç körfez de derin ve oldukça geniştir. Dağların en yüksek noktası 3840 m ile Latimodjang Tepesidir. Celebes Adası yakınlarında pekçok küçük adacıklar mevcuttur. Endonezya’yı meydana getiren adaların en büyüğü Borneo’dur. Bu ada siyasî bakımdan üç bölgedir. Kuzeyde ve kuzey batıda Malaysia’ya bağlı Sarawak ve Sabah bölgeleri ve bu iki bölge arasında kalan bağımsız Brunei Devleti ile bu bölgelerin dışında kalan, adanın orta ve güney kısmını teşkil eden Endonezya’ya bağlı Kalimantan adı verilen bölgedir. Güney-batı, kuzey doğu istikametinde, Endonezya, Malaysia sınırının bir kısmında dağlar uzanır. Kalan geniş kısımları düz ovalık, kıyı kesimleri ise bataklıktır. Genellikle alçak ve bataklık olan kıyılarında gemilerin yanaşmasına elverişli pekçok körfez vardır.
Önemli akarsuları ülkenin büyük adalarında bulunmaktadır. Sumatra Adasındaki ırmaklar, Musi, Kampar, Rokar ve Hari’dir. İrian Barat bölgesindeki en önemli akarsu ise adanın ortasındaki sıradağlardan çıkıp, kuzeyde Büyük Okyanusa dökülen Mamberamo Irmağıdır. Borneo Adasının Endonezya’ya âit kısmı olan Kalimantan bölgesindeki en önemli akarsuları ise, Kayan, Mahakam, Barito ve Kapuas ırmaklarıdır. Ülkenin en önemli gölleri ise Sumatra Adasının kuzeyinde yer alan Toba Gölü, Celebes Adasındaki Towuti ve Poso gölleri ile Kalimantan bölgesindeki Semajang ve Djempang gölleridir.
İklim
Ekvator üzerinde yer alan ülkede tabiatıyla ekvator iklimi hüküm sürmektedir. Bütün yıl boyunca muson rüzgârlarının etkisinde kalan ülke, bol yağış alır. Kışın kuzey batıdan esen musonlar bol yağış getirirler. Bahar ve yaz aylarında ise güney doğudan esen yaz musonları yağışlara sebep olurlar. Senelik yağış miktarı, ortalama 3000-7000 mm arasında değişmektedir. Yıllık ortalama sıcaklık ise 25-26°C’dir. Bölgelere göre iklim çok az da olsa farklılık arz eder. Sumatra Adasında yıllık yağış ortalaması 4.500 mm’yi bulurken, sıcaklık, 26°C’lik ortalamaya sâhiptir. Muson rüzgârlarının tesirinin en fazla olduğu bölge burasıdır. Java Adasında yağış, diğer bölgelere göre biraz daha azdır. Bilhassa bölgenin doğu kesimlerinde senelik yağış ortalaması 900 mm’ye kadar düşmektedir. Bu bölgenin yüksek bölgelerinin nisbeten serin geçmesine rağmen, sıcaklık farkı pek fazla değildir. Küçük Sonda Adalarından Timor’da, 1400 mm civârında olan yıllık yağış ortalaması, bölgenin en düşük ortalamasıdır. İrian Barat ve Moluk adalar topluluğunda da sıcaklık ortalaması 25°C, yağış ortalaması ise 2500 mm civârındadır.
Tabiî Kaynakları
Endonezya, Hollanda’nın her ne pahasına olursa olsun, sömürge olarak kullanmaktan vazgeçmek istemediği seviyede bol tabiî kaynaklara sahip bir ülkedir. İkliminden dolayı gür tropik ormanlar ülkenin bitki örtüsünü meydana getirir. Bol ve çeşitli bitkiler ülkede mevcuttur. Bataklıkların çok bulunduğu kıyı bölgelerinde bataklık bitkileri ve mangrovlar hâkim bitki örtüsüdür. Dağ yamaçlarının gür ormanlarla kaplı bulunduğu Sumatra’da bazı bölgelerde kauçuk ormanlarına da rastlanır. Küçük Sonda Adalarında kerestesi makbul ağaçlarla kaplı ormanlar daha çoktur. Ülkede hemen hemen 2500 m yüksekliklere kadar ekvator bitkilerinin meydana getirdiği ormanlar vardır. Celebes Adasında düzlük olan bölgelerde iri yapraklı bitkiler daha hâkim olurken, yükseklere çıkıldıkça kerestesi mobilyacılıkta çok değerli olan abanoz ve tek ağaçları ziyâdeleşir. Borneo Adasının kıyı kesimlerinde bataklıklar yoğun olduğundan bu bölgelerde bataklık bitkileri hâkimdir. Burada da iç kısımlarda ormanlar değerli tropik ağaçlar ihtivâ ederler. Bambu, ülkenin her yerinde en bol bulunan ağaçtır. Palmiye, muz, hintkirazı ve turunçgillerin yaygın olduğu Endonezya’da, yüksek ve yağışın daha az bulunduğu bölgelerde ormanlar seyrekleşir ve yerlerini savanlara, tik, kazein, okaliptus ağaçlarına bırakır.
Hayvan çeşitleri çok boldur. Dünyâda kuş çeşitlerinin bolluğu ile meşhurdur. Tropik ormanlarda kaplanlar, leoparlar, büyük orangutanlar, maymunlar, her boyda yılanlar, sürüngenler, bataklık bölgelerinde timsahlar ülkenin her bölgesinde bulunan hayvanlardır. Sumatra ve Kalimantan’da Hindistan filleri, Sumatra ve Java adalarında ise gergedanlar bol olarak bulunur.
Yer altı zenginlikleri bakımından da yer üstü zenginliklerinde olduğu gibidir. Bol ve çok çeşitli madenler mevcuttur. Kalay, petrol, tabiî gaz, kömür, boksit, manganez, altın ve gümüş yatakları dünya rezervleri arasında önemli bir yer işgal eder. Ayrıca bunlardan başka nikel, bakır ve iyot ile tuz da zengin yeraltı madenleri arasında yer alır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Ülke nüfûsu 177.046.000 civârındadır. Nüfûsu en fazla olan İslâm ülkesidir. Halk çok çeşitli etnik gruplardan meydana gelir. Nüfûsun büyük bir kısmını meydana getiren Malaysialardan başka Papular, Bataklar, Alaslar, Kabauslar, Gojolar, Araplar, Çinliler ve Hindular da etnik grupları teşkil eder.
Ülkenin en dikkat çekici özelliklerinden biri de nüfus dağılımının çok düzensiz olmasıdır. Java adası nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu bölgedir. İrian Barat ise yoğunluğun en az olduğu bölgedir. Ülke yüzölçümünün % 7’sini teşkil etmesine rağmen Java’da nüfus yoğunluğu kilometre kareye 450 kişidir. Yoğunluğun en az olduğu İrian Barat bölgesinde ise kilometre kareye 1,7 kişi düşer. Ülkenin başşehri olan Cakarta, Java adasında bulunmaktadır. Endonezya’nın önemli şehirleri de buradadır.
Halk genellikle tarımla uğraşır. Buna rağmen nüfusu milyonları aşan pekçok büyük şehirleri vardır. Ülke halkının başlıca besin maddesi pirinçtir.
Halkın % 90’ı Müslümandır. Kalanı ise Konfüçyüs, Budizm, Putperest ve Hıristiyanlık gibi inançlara sâhiptirler. Ülkede, birbirine çok benzeyen 250’den fazla dil kullanırlar. Bağımsızlıktan sonra yapılan çalışmalarla ülkenin resmî dili olarak, kullanılan farklı lehçelerin ortak kısımlarını ihtiva eden “Bahasia” denilen lisan kabul edilmiştir. Hollandalılar sömürge zamanlarında kendi dillerini okullarda mecburi etmişlerdi. Fakat, halk bunu kabul etmedi. Okuma yazma oranı toplam nüfusa göre % 75’tir. Bu oran bağımsızlıktan önce % 50’lerin altında idi. Hollandalılar, halkın okur yazar olmasını her fırsatta engellediler. 8-14 yaş arası öğretim mecburi ve parasızdır. 14’ü bağımsızlıktan sonra kurulmuş olmak üzere 17 üniversite vardır.
Halkın % 80’i köylerde yaşar. Kıyı bölgelerinde yaşayan halk ile iç kesimlerde yaşayanlar arasında hayat tarzı ve kültür farklılıkları oldukça fazladır. Halk güzel evler yapmaya düşkünlükleri ile meşhurdur. Yaptıkları evler iklim ve imkânlar icâbı, daha ziyade kazıklar üzerine kurulmuş, çatıları çok dik, genellikle bambudan yapılmıştır. Temel gıda maddeleri pirinç olmasına rağmen, bazı fakir bölgelerde mısır ve manyok bitkilerinin pirinç yerine ikâme olduğu görülmektedir. Erkek ve kadınlar gelenek halinde olan, kain veya sarong adı verilen, vücuda sarılan elbiselere bürünürler. El sanatları, özellikle kumaş dokuma ve işleme yönünde çok yaygındır. Batik denilen egzotik renk ve desenli kumaşlar en fazla işlenen el sanatı ürünleridir.
Siyâsî Hayat
Endonezya’da başkanlık sistemine dayalı, cumhûriyet rejimi vardır. Parlamento, 460 üyeli Millet Meclisi’nden meydana gelmektedir. 1967’ye kadar ülkeyi Ahmed Sukarno başkanlığındaki hükümet yönetti, bundan sonra da Suharto başkanlığa geçti. Ülke idarî bakımdan 21 bölgeye ayrılmıştır.
Ekonomi
Ekonomi tarıma dayalıdır. Fakat bağımsızlığına kavuştuğundan beri sanâyi, mâdencilik ve ticârette çok önemli ilerlemeler kaydedilmiş ve bu ilerlemeler devam etmektedir. Topraklarının ancak % 7,5’u ekilebilir durumdadır. Sulanabilen arâzilerde senede iki defa mahsul almak mümkündür. Ülkede en çok ekilen tarım ürünü pirinçtir. Pirincin çok yetiştirilmesine rağmen, halkın temel beslenme maddesi olduğu için ülke ihtiyacını dahi karşılayamamaktadır. Ekilebilir arâzilerinin çoğunluğu Java, Bali ve Sumatra adalarındadır. Bu durum nüfus dağılımının en etkili faktörüdür. Pirincin yanında çay, baharat, tütün, mısır, yer fıstığı, şekerkamışı, manyok, patates, kahve, soya fasulyesi yetiştirilen önemli ürünlerdir.
Ülkenin üçte ikisinin ormanlık olması ekonomiye orman ürünlerinin katkısını arttırmaktadır. Orman ürünlerinde dünyâ ülkeleri arasında ikinci sırayı almaktadır. Kerestesi değerli olan abanoz ve hint meşesi ağaçları, kauçuk ormanlarından elde edilen kauçuk, kına ağacı kabuklarından elde edilen kinin ülke ekonomisine büyük katkısı bulunan orman ürünleridir. Dünyâ kinin ihtiyacının % 90’ını Endonezya karşılamaktadır. Ormanlar devlet kontrolündedir.
Mâdenlerin işletilmesi sömürge devrine göre, ülke için daha faydalı hâle gelmesine rağmen, ekonomi halen dışa bağımlı, dış yatırımlara muhtaçtır. Senelik 50 milyon ton olan petrol üretimi ülke petrol rezervlerinin pek azının değerlendirilmesi ile elde edilir. Petrol rafinerilerinin gelişmesi her geçen gün petrol üretimini artırmaktadır. Petrol en ziyâde Sumatra ve Kalimantan bölgelerinden elde edilmektedir. İhracatının yarısını petrol tutmaktadır. Petrol ve tabiî gaz istihsalinden sonra ülke maden üretiminde ikinci sırayı teşkil eden kalay istihsalinde dünyâ devletleri arasında üçüncü sırayı almaktadır. Sanâyi, ancak bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra kurulmaya başlandı. Petrol rafinerileri, demir-çelik sanâyii, lâstik, çimento, kâğıt, kinin, gübre, dokuma fabrikaları her geçen gün çoğalmaktadır. Tuz üretimi devlet tekelinde olup, ülke ihtiyacını karşılayacak seviyededir. Limanları her tonajdaki gemilerin yanaşmasına elverişli, tersaneleri de her geçen gün gelişmekte olmasına rağmen kendi deniz filosu yetersizdir. Ülkenin en çok sıkıntı çektiği husus elektrik enerjisinin yeterli olmamasıdır. Fakat son yıllarda bu konuda kayda değer çalışmalar yapılmaktadır. Makina, elektronik, dokuma ve kimyâ sanâyii gelişme içerisindedir.
Hayvancılık ülke ekonomisinde fazla bir yer tutmaz. Sâdece koyun, keçi ve kümes hayvanları beslenmesi yaygındır. Ülkenin fizikî yapısı icabı balıkçılık ekonomide geniş bir yer tutar. Son zamanlarda senelik balık istihsali iki milyon ton dolaylarına erişmiştir. Genellikle kıyı balıkçılığı olarak yapılan balıkçılık, ülke için ticârî bir vasıf taşımaz. Japonya’nın yardımlarıyla balıkçılık gelişmekte, açık deniz balıkçılığı için çalışmalar yoğunlaşmaktadır. Karayolu ulaşımı mühim olmadığı için fazla gelişmemiştir. Hava ve deniz ulaşımı ülke ihtiyacını karşılayacak seviyededir.