EDEBÎ SANATLAR
Mânâ üzerinde oyunlar yapıp, sözü güzelleştirme yolları. Edebî eserlerde mânâ ve fikri daha iyi anlatmak, açıklamak, zevkle okunmasını sağlamak ve ifâdeyi temin etmek için yapılır.
Bir dildeki kelimelerin iki mânâsı vardır. Bunlara hakîkî ve mecâzî mânâlar denir. Kelimelerin her zaman öz mânâlarında kullanılması bilhassa edebî eserler için kusur sayılır. Ayrıca hakîkî mânâlar, her zaman duygu ve düşünceleri, hayâlleri anlatmaya yetmez. Bu yüzden edebî sanatlar bütün dünyâ edebiyâtlarının her döneminde kullanılmıştır. Türk edebiyâtında, bilhassa dîvân edebiyâtı sanatkârları bu sanatlara yer vermiş, istedikleri sanatı yapabilmek için husûsî gayret sarfetmişlerdir. Son devir Türk edebiyâtında istisnâlar hâriç söz sanatlarından vazgeçilmemiştir. Bir edebî eseri zevkine vararak okumak ve yazarının anlatmak istediğini tam anlayabilmek için diğer bilgilerin yanısıra edebî sanatları da bilmek gerekir.
Edebî sanatlar, zihnî faaliyet mahsulü olmaları dikkate alınarak; a) Heyecâna bağlı sanatlar, b) Fikre bağlı sanatlar şeklinde sınıflandırılabileceği gibi, bir ifâde içinde yaptıkları vazîfe temel alınarak da 1) Mecazlar, 2) Mânâya âit sanatlar, 3) Söze âit sanatlar şeklinde de gruplandırılabilir.
Bu ikinci gruplandırmaya göre mecazlar bölümünde teşbih, istiâre, mecaz-ı mürsel, kinâye, ta’riz, teşhis ve intak, tecâhül-i ârif, hüsn-i ta’lil, mübâlağa ve tezat yer alır.
Mânâya âit sanatlar arasında, tenâsüb ve îhâm-ı tenâsüb, leff ü neşr, terdid, aks, tekrir, nidâ, rücû, kat’, sehl-i mümtenî, istifhâm, muammâ-lügaz iltifât, irsâl-i mesel, tazmin ve iktibas gibi sanatlar vardır.
Söze âit sanatlar grubunda da; iştikak, kalb, iâde, îcâz, cinas, tersî, seci, aliterasyon sayılabilir.
Edebî sanatların en çok kullanılanları şunlardır:
Teşbih (benzetme):Aralarında benzerlik bulunan iki şeyden zayıf olanı kuvvetli olana benzetmeye denir. Edebiyâtta çokça kullanılır. Bir teşbihde en az iki, en çok dört unsur bulunur. Bunlardan benzeyen ile kendisine benzetilen esas unsurlar (öğeler) olup, benzetme edatı ile benzetme yönü yardımcı unsurlardır. Öğe sayılarına göre teşbihler, unsurların hepsi ile yapılan tam teşbih, esas unsurlarla yapılan beliğ teşbih, benzetme yönü söylenmeden yapılan mücmel teşbih, benzetme edatı söylenmeden yapılan müekked teşbih denilen kısımlara ayrılır.
Tam teşbihe misâl:
Mehmetçik cesâret ve kahramanlıkta aslan gibidir.
Benzeyen: Mehmetçik
Kendisine benzetilen: Aslan
Benzetme yönü: Cesâret ve kahramanlık
Benzetme edatı: Gibi
Beliğ teşbihe misâl:
Mehmetçik aslandır.
Benzeyen: Mehmetçik
Kendisine benzetilen: Aslan
Mücmel teşbihe misâl:
Mehmetçik Aslan gibidir.
Benzeyen: Mehmetçik
Kendisine benzetilen:Aslan
Benzetme edatı: Gibi
Müekked teşbihe misâl:
Mehmetçik cesâret ve kahramanlıkta aslandır:
Benzeyen: Mehmetçik
Kendisine benzetilen: Aslan
Benzetme yönü: Cesaret ve kahramanlık
İstiâre: Benzetme, yalnız benzeyen veya kendisine benzetilenle yapılırsa istiâre sanatı ortaya çıkar. Bu da kendisine benzetilenle yapılıyorsa açık istiâre, yalnız benzeyenle yapılıyorsa kapalı istiâre olmak üzere ikiye ayrılır:
Açık istiâreye misâl:
Ağaçlar sonbaharda elbiselerini soyunur.
Kendisine benzetilen: Elbiseler
Bu cümlede “elbiseler” kelimesi “yapraklar” yerine kullanılmıştır.
Kapalı istiâreye misal:
... dönerken inleyen tekerlekler.
Benzeyen:Tekerlekler
Burada tekerleklerin dönerken çıkardığı sesler, hasta bir insanın inlemesine benzetilmiştir.
Mecâz-ı mürsel:Benzetme maksadı gütmeden bir kelime veya ibâreyi öz mânâlarında kullanılmayacak şekilde ifâde etmeye denir.
Misâl: “Derse girildi.” denildiğinde, ders söylenip, dersin yapıldığı yer olan dershâne kastedilmiştir. Yine “Ateşi yak.” sözüyle, kömür odun vb. gibi şeylerin yakılmasının kasdedilmesi de mecâz-ı mürseldir.
Kinâye: Hem hakîkî, hem mecaz mânâsı anlaşılabilen sözdür. Biri için “Açıkgöz” denildiğinde, hakîkat mânâsı olan, o kimsenin gözünün açık olduğu anlaşıldığı gibi, mecaz mânâsı olan zekî ve becerikli olduğu da anlaşılır. Bu sözde kasdedilen mecâzî mânâdır.
Ta’riz:Bir sözün anlaşılan mânâsının tam tersini kastetmektir:
Misâl:
Tersinden Öğüt
Her nere gidersen eyle talanı,
Öyle yap ki ağlatasın güleni,
Bir saatta söyle yüzbin yalanı,
El, bir doğru söz seylerse inanma.
Yusufelili Huzûrî
Şâir bu kıt’anın her mısrâsında ta’riz sanatı yapmış, asıl söylemek istediğinin tam tersini ifâde etmiştir.
Teşhis ve İntak: Teşhis, insan olmayan varlıklara insanların yaptığı işleri mecâzî olarak yaptırma; intak da bu varlıkları söyletme, konuşturma sanatıdır.
Misâl:
Testi ile Güğüm
Güğüm bir gün testiye,
“Yola çıkalım” dedi.
Testi “Korkarım” dedi.
Evde kalmak istedi.
Çünkü onu en küçük,
Bir vuruş hemen kırar.
Güğüme, boynu bükük,
Dedi ki “Hakkınız var.”
“Sizin deriniz benden,
Çok daha fazla sağlam.
Siz gidiniz fakat ben,
Size yoldaş olamam.”
Burada testi ve güğüm gibi iki varlık, insanlar gibi davrandırılarak teşhis, konuşturularak da intak sanatı yapılmıştır.
Tecâhül-i Ârif: Bilinen bir şeyi bilmiyormuş gibi görünerek yapılan sanata denir. Çeşitli sebeplerle doğrudan doğruya söylenmek istenmeyen bir söz bu şekildeki ifâde ile daha etkili olur. Ayrıca nükte yapmak için de çok sık kullanılır.
Misâl:
Beli bükülmüş bir ihtiyar bir gün yolda oturmuş, dinleniyormuş. Onun böyle yere eğilmiş gibi duruşunu anlamamazlığa gelen bir genç; “Ne o efendi baba, bir şey mi arıyorsun?” diye sormuş. İhtiyâr, gencin bu ta’rizini anlamamış görünerek; “Evet oğlum, gençliğimi kaybettim.Onu arıyorum.” diye cevap vermiş.
Burada ihtiyârın cevâbında tecâhül-i ârif sanatı yapılmıştır.
Hüsn-i ta’lil: Bir olayın meydana gelişini gerçek sebebinden farklı olarak hayâlî ve daha güzel bir sebebe bağlama sanatına denir. Bilhassa divan şâirleri tarafından çok sevilir.
Misâl:
Su Kasîdesi’nden
Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taştan taşa vurup gezer âvâre sû
Fuzûlî
(Su, hazret-i Peygamberin ayağını bastığı toprağa kavuşmak için, ömür boyu başını taştan taşa vurarak gezmektedir.)
Bu beyitte, suların taşlar arasında sağa sola çarparak akıp gitmesi hâdisesi normaldir. Fakat şâir onun akışını, Peygamber efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) duyduğu çok büyük aşk ve hasret sebebiyle, O’nun ayağının bastığı toprağa kavuşabilmek için bir çırpınış sebebine bağlayarak hüsn-i ta’lil sanatı yapmıştır.
Mübâlağa: Övmek veya yermek için bir husûsun abartılarak söylenmesi sanatıdır. Duygu ve düşünceler bu sanatla kuvvetlendirilmek istenir. Ancak, zevk ve incelikten mahrum, kaba ve hoş olmayan ölçüsüz çeşitleri, ters etki bırakır ve sevilmez.
Misâl:
Öyle zaîf kıl tenimi firkatinden kim
Vaslına mümkün ola yetürmek sabâ beni
Fuzûlî
(Ayrılığınla vücûdumu öyle zayıflat (saman çöpü gibi et) ki, sabah rüzgârının beni sana ulaştırması mümkün olsun.)
İnsan, ne kadar zayıflarsa zayıflasın, hafif esen sabah rüzgârının onu havalandırıp bir yere götürmesi düşünülemez. Böyle olmasına rağmen, beyitte vücûdun rüzgârın götürebileceği kadar zayıflamasının istenmesi mübâlağadır.
Tezad: Aralarındaki bir alâkadan dolayı birbirine zıd mânâları, bir ifâdede toplamaktır.
“Bir evde ayş ü şâdî bir evde ye’s ü mâtem” mısrâında sevinç ve neşe mânâsına olan ayş ü şâdî ile ye’s ü mâtem mânâca birbirine zıd olup, aralarında tezat sanatı meydana gelmiştir.
Tenâsüb: Mânâca birbirine uygun kelimeleri bir arada zikretmektir. Divan edebiyâtında çok kullanılan bu sanata “mürâât-ı nazîr”, “telfik ve tevfik” gibi isimler de verilir.
Misâl:
Siper et sînemi, gel hançer-i âzâra gönül
Böyledir resm-i mahabbet buna yok çâre gönül
beytinde siper, sîne, hançer-i âzâr kelimelerinin birbirine fikir ve mânâca uygunluğu netîcesinde tenâsüb sanatı ortaya çıkmıştır. Ayrıca aşağıdaki beyit de ihâm-ı tenâsüp için iyi bir örnek teşkîl eder. İhâm-ı tenâsüpte kullanılan kelimelerin başka mânâları da olabilir.
Pek uçurma bildiğim kuştur benim bâğbân
Bülbülün gülzâr-ı âlemde hezârın görmüşüz
Nâbi Efendi
Burada “uçurma” ile “kuş” ve “bülbül” ile “hezâr” kelimeleri ayrıca başka anlamlar ifâde ederler. “Uçurma” kelimesinde kuş uçurmanın dışında “yüksekten atma, mübâlağa etme”, “hezâr” kelimesinde ise “bin” mânâsının dışında “bülbül” mânâsı ile karşılaşılır. Böylece îhâm-ı tenâsüp yapılmış demektir.
Gerçekte mânâ;
“Bahçıvan; bildiğim o kuşu pek fazla uçurma. Biz âlemin gül bahçesinde bülbülün binlercesini görmüşüz.” demektir.
Beyitte geçen kuş, bülbül ve uçurma kelimeleri kendi aralarında; gülzâr (gülbahçesi) ve bağbân (bahçıvan) kelimeleri de gene aralarında mânâ yönünden ilgili olduklarından tenâsüp sanatı vardır.
Tevriye: Yakın ve uzak olmak üzere iki mânâsı olan bir sözün bir nükteden dolayı uzak mânâsının kastedilmesidir.
Sordum didiler ahbâb
Semt-i vefâda doğru yoldadır
Semt-i vefâ, yakın mânâsıyla yârin bulunduğu yeri, uzak mânâsiyle, sâdık ve vefâkar olduğunu ifâde eder. Yine doğru yoldadır, sözünün yakın mânâsı yârin evinin semtinde dosdoğru yol üzerinde olduğuna, uzak mânâsı ise, sevgilinin iffet sâhibi olduğunu gösterir. Şâir her ikisini de uzak mânâları ile kullanmıştır.
Tekrir: Mânâya güç kazandırmak maksadıyla bir veya birkaç kelimenin ısrarla tekrar edilmesidir.
Misâl:
Esselâm ey zât-ı pâk-ı Mustafâ
Esselâm ey nûr-ı îmân esselâm
Esselâm ey sâhib-i lütf ü kerem
Esselâm ey kân-ı ihsân esselâm
Necâtî
Şâir, Hazret-i Peygamber için yazdığı bu şiirinde esselâm kelimesini devamlı tekrar ederek tekrir sanatı yapmıştır.
Rücû: Önceden söylenen fikri sonra reddediyor veya değiştiriyor görünerek aslında onu kuvvetlendirme sanatıdır.
Misâl:
Makber, makber değil bir türbe
Abdülhak Hâmid
Şâir bu sözüyle, mezâr mânâsına gelen makberi reddediyor görünerek gene mezâr olan, fakat husûsî şekilde saygı gösterilen mezarların ortak ismi olan türbe kelimesini söyleyerek ilk sözünü kuvvetlendiriyor ve rücû sanatı yapıyor.
Kat’ (kesme):Üslûbun daha etkili olması için sözü okuyucunun sonunu tahmin edebileceği bir yerde kesmeye kat’ denir.
Misâl:
Birinde rüyâ tadı;
Biri kan içen cadı.
İkisinin de adı;
Ömürden bir gün... heyhât...
Enis Behiç Koryürek
İstifham: Üslûbun daha etkili olması için sözü soru şeklinde düzenlemeye istifham denir.
Misâl:
Sormayın; Kays ile Leylâ neyidi.
Biri mecnûn, biri mecnûneyidi.
Ârif NihatAsya
Nidâ (ünlem): Dikkat çekme ve heyecan bildirmek için başvurulur. “Ey, oy, vay, hey...” gibi kelimeler ve noktalamada (!) işâreti ile gösterilir.
Misâl:
Sabah Ezânı
“Uyan!” diyen o güzel
Nidâya aç odanı
Açıp, güzelliği en
Güzel çağında tanı;
Vakit ki seher vakti,
Ezân sabâh ezânı!
Uyan ey ârif, uyan;
Uyar uyuklayanı,
Ki yerlerle gök-şimdi-
Ezânların vatanı:
Vakit ki seher vakti,
Ezân sabâh ezânı!!
Ârif Nihat Asya
Sehl-i mümtenî: İlk bakışta yapılması kolay görünen, denendiği zaman güçlüğü anlaşılan ve benzeri yapılamayan sâde üslûplu eserleri teşekkül ettiren sanata sehl-i mümtenî denir. Bu sanatla yazılan eserlerin dili sâde ve sanatsız olduğu için aynı değerde eserin yazılabileceği sanılır. Fakat denendiği zaman benzerinin bile çok zor olduğu anlaşılır. Bu sanatla yazılmış en meşhur eser Süleymân Çelebi’nin Mevlid’idir.
Misâl:
Mevlid’den
Allah adın, zikredelim evvelâ
Vâcib oldur, cümle işde her kula
Allah âdın her kim ol evvel ana
Her işi âsân eder Allah ana
Allah adı olsa her işin önü
Her giz ebter olmaya anın sonu
Süleymân Çelebi
Telmih: Söz arasında herkes tarafından bilinen bir olayın, adını kahramanı veya yerini söyleyerek olayın tamâmını hatırlatmaya telmih denir.
Misâl:
İlâhî
Ey dost senin yoluna
Cânım vereyin Mevlâ
Aşkını komayayın
Od’a gireyin Mevlâ
Yûnus Emre
Yûnus Emre “Od’a gireyin” sözü ile İbrâhim Peygamberin aleyhisselâm ateşe atılması olayını hatırlatıyor. Böylece telmih sanatı ortaya çıkıyor.
Muammâ-lügaz: Edebiyâtta manzum bilmece demektir. Edebiyâtımızda başlı başına bir şekil olarak görünür.Anonim halk edebiyâtındaki bilmeceler sorulu-cevaplı veya yalnız soru şeklinde düzenlenen söz ve zekâ oyunlarına dayalı bir nazım şeklidir. (Bkz. Bilmece)
Misâl:
Tren gelir İS diye
Makinist vurur TAN diye
Kömürcü küreği kaybetmiş
Kondüktör bağırır BUL diye
Bu dörtlükte bilmece şeklinde verilen “İstanbul” kelimesidir.
İrsâl-i mesel: Yazılı ve sözlü anlatımlarda atasözü ve vecîze kullanmaya denir.
Misâl:
Affeyleyelim belki bilmez
“Bir sürçen atın başı kesilmez”
Şeyh Gâlip
Tazmin: Nazımda başkasına âit bir şiir parçasını kullanmaya denir.
Misâl:
Bir devri lânetiyle boğan şâirin “Sis”i
Vicdân ve rûh elemlerinin en zehirlisi.
Hülyâma bir ezâ gibi aksetti bir daha
“-Örtün. Müebbeden uyu. Ey şehr!...” o bedduâ;
Hayır, bu hâl uzun sürmez, sen yakındasın,
Sıyrıl beyâz karanlık içinden, pırıl pırıl
Berraklığında bilme nedir, hafta, ay ve yıl.
Yahyâ Kemal Beyatlı
Şâir şiirinde Tevfik Fikret’in “Sis” şiirinin ismine ve aynı şiirden” -Örtün. Müebbeden uyu. Ey şehr!...” ifâdesine yer vermiş; böylece bir yandan cevap verirken, diğer yandan da tazmin yapmıştır.
İktibas: Mânâyı kuvvetlendirmek ve sözü süslemek için şiir veya nesre, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîften birini katmaktır.İktibas müstahsen (güzel görülen) ve müstehcen (kötü görülen) olmak üzere ikiye ayrılır.
Müstahsen iktibâs: Şiir veya nesir ile alınan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf arasında uygun düşmeyen, mânâsı okuyucu ve dinleyici üzerinde hoş bir tesir bırakan iktibastır.
Bu kadar cürmü seyrettim ki
Rahmet ümmîdimin budur sebebi
Ki buyurmuş Hüdâyı azze ve cell
“Sebakat rahmetî alâ gadabî”
Son mısra; “Rahmetim gadâbımı geçmiştir.” meâlindeki hadîs-i kudsîdir.
Müstehcen İktibâs: İslâm âdâbına uymayan bir ibârede, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin alınması kötü sayılmıştır.
Aks: Bir terkib, cümle veya mısrânın son kısmını başa, baş kısmını sona getirmek sûretiyle başka bir terkib, cümle veya mısrâ teşkil etmektir.
Misâl:Âdât-us-Sâdât isim tamlamasında, iki taraf arasında akis yapılarak, “Âdât-us-Sâdât Sâdâtül âdât” (Büyüklerin âdetleri, âdetlerin büyüğüdür.) cümlesi meydana gelmiştir. “Kelâm-ı kibâr, kibâr-ı kelâmdır.” da aksın bu kısmına misâldir.
Her düzün bir yokuşu, her yokuşun bir düzü var, mısraı ile:
Tahsîl-i hüner vakti, hengam-ı civânîdir.
Hengâm-ı civânîdir, tahsîl-i hüner vakti
beyti de mısranın tekrarı ile olan akse misâldir.
İştikak: Aynı kökten türetilmiş kelimeleri bir arada kullanmaya denir.
Misâl:
Zulmü alkışlayamam zâlimi aslâ sevemem
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem
M. Akif Ersoy
“Zâlim” kelimesi “zulm” kökünden türetilmiş ve ikisi bir mısrada kullanılmıştır.
İâde: Her beytin son kelimesini bir sonraki beytin ilk kelimesi olacak şekilde kullanmaya denir.
Misâl:
Defter-i a’mâlümün hattı hatâdandır siyâh
Kan döker çeşmim hayâl ettikçe hevl-i mahşeri
Mahşeri eşküm virür seylâba ger rûz-i cezâ
Olmasa makbûl-ı dergâhın sirişküm gevheri
Gevheridür aşk bahrınun Fuzûlî âb-ı çeşm
Lîk bir gevher ki lutf-ı Hak anadur müşteri
Fuzûlî
Îcâz: Az sözle çok duygu ve düşünce anlatmaya denir. Her kişinin, her sanatkârın kolaylıkla yapabileceği şey değildir.İnsanlar tarafından benzeri hiç söylenemeyen misâlleri de vardır. Bunlar Kur’ân-ı kerîmin bütün âyetleridir. Hadîs-i şerîfler gibi de hiçbir kimse söyleyememiştir. Bu sanatta mânâ derinliği vardır.
Misâller:
Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi
Kânûnî Sultan Süleymân
Avâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş
Bâkî
Murâât-ı nazîr:Fikrî bir sebepten, mâhiyetlerindeki bir husûsiyetten dolayı, mânâları arasında bir ilgi bulunan kelimelerin aynı ifâdede toplanmasıdır. Buna cemiyyet, tenâsüb, telfik, tevfik, itilâf da denir.
Siper it sîneni gel hançer-i âzâra gönül
Böyledir, resm-i mahabbet buna yok çâre gönül
Burada, siper ile hançer arasında fikrî bir alâka vardır. Saplanmak istenen hançere karşı siper lâzım geldiği gibi, siper de hançer ve benzerlerine karşı korunmak için kullanılır.
İstihdam: İki mânâsı olan bir sözün kendisiyle bir mânâsını, zamiriyle diğer mânâsını ifâde etmek sanatıdır. Bu târif Arap edebiyâtı kitaplarına göredir. Muallim Nâci bunu, Türk dili şîvesine aykırı görüyor, yerine; bir sözü, delâlet ettiği iki mânâyı birlikte kast ile herbirini uygun yöne sarf etmek şeklinde bir târif yapıyor.
Ayağa düş dilersen, başa çıkma
Anınla başa çıkar câm-ı sahbâ
beytinde ilk mısrâda ayak, insan uzvudur.İkinci mısrâda bu kelime “anınla” zamiri ile temsil ediliyor; burada da kadeh mânâsına geliyor. Muallim Nâci târifine şu misâli veriyor:
Bahar erdi, açıldı sevdiğim hem fasl-ı dey, hem gül.
Bu mısrada açıldı kelimesi, hem kış mânâsına gelen dey’e hem de gül’e âit açılmayı ifâde ediyor. Birincisinde uzaklaştı, ikincisinde çiçek açıldı mânâsına geliyor.
Cinas: Nazımda sesleri (yazılışları) aynı, mânâları ayrı en az iki kelimeyi kâfiye olacak şekilde kullanmaya denir.
Misâller:
Varı yok, yoğu var iden “Ol” durur,
Dünyâda her olanı “Ol”, oldurur.
Her nefeste eyledik yüz bin günâh
Bir günâha etmedik hiç bir gün âh
Süleymân Çelebi
Kara gözler, kara gözler
Kararmış kara gözler
Gemim deryâda kaldı
Yelkenim kara gözler
Anonim Halk Edebiyâtı
Secî: Cümle ve cümleciklerdeki kelimelerden birini, bir kaçını veya tamâmını kâfiye teşkil edecek şekilde tertiplemeye denir.
Misâl:
Hak tebâreke ve teâlâ, nitekim ânın dînini müebbed ve şer’ini muhalled ve milletini haşre dek dayim ve ümmetini kıyâmete değin kâyim eyledi.
Sinan Paşa
Alliterasyon: Bir ibârede belirli ses ve hecelerin tekrarlanmasına denir. Böylece âhenkli bir söyleyiş meydana getirir.
Misâl:
Dest-bûsî arzûsuyla ölürsem dûstlar
Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su
Fuzûlî
bu beyitte 7 defâ “s” sesi, 8 defâ “u” ve 5 defa “l” 2 defâ “t” sesleri tekrarlanmıştır.
Celâleddîn-i Rûmî’den dehen tolup olup pür fen
Bilüp ahbâr-ı ahbârı tolı esrâr-ı dîdâram
beytinde de aynı durum vardır ve sesler aşağıda görüldüğü gibi tekrar edilmiştir:
C(1), e(6), l(6), a(8), d(5), i(5), r(7), u(2), m(2), d(6), n(4), h(3), t(2), o(3), p(4), ü(2), f(1), b(3), ı(3), s(1).
Bir diğer beyitteki alliterasyon sanatı da şöyledir:
Aman ya Rabbi el-amân ne müşkülmüş âhir
zamân
İki yüzlüler
çoğaldı pek azaldı namaz kılan
a(15), m(6), n(6), y(2), r(3), b(2), i(4), e(4), l(7), ü(5), ş(2), k(2), h(1), z(4), ç(1), o(1), d(2), ı(3), p(1).