EBÜ'L-HAYR RÛMÎ
On beşinci asır nesir yazarı. Hayâtı hakkında kaynaklarda bir bilgi yoktur. Saltuknâme adlı eseri yazdığı bilinmektedir. Eserin sonundan anlaşıldığı üzere Cem Sultanın emri üzerine Anadolu’nun çeşitli yerlerini dolaşarak Sarı Saltuk’a âit hikâyeleri toplamıştır.
Saltuknâme, sâde nesrin en güzel örneklerindendir. Türk-İslâm kahramanı olan Sarı Saltuk’un menkıbelerini sürükleyici bir dille anlatır. Üslup ve anlatım olarak Dede Korkud Kitabı’na ve Âşıkpaşazâde’nin Tevârîh-i Âl-i Osmân’ına benzer. Eserin bilinen üç nüshası vardır. Birinci nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi 1612 numarada kayıtlıdır. İkinci nüshası, Millî Kütüphanede Yazma Eserler, B 64 numarada kayıtlıdır. 283 yapraktır. Üçüncü nüsha Bor’daki Halil Bey Kütüphanesi 17292 numarada kayıtlıdır. 499 yaprak olan bu nüsha, eserin ikinci ve üçüncü cildini içine alır.
Onuncu ve on birinci yüzyıllarda Endülüs’te yetişen meşhur Müslüman tıp âlimi. İsmi Halef bin Abbâs ez-Zehrâvî olup, künyesi Ebü’l-Kâsım’dır.Kurtuba yakınlarındaki Ez-Zehrâ’da doğduğu için Zehrâvî ismiyle meşhur oldu. Batı ilim âleminde Ebü’l-Kâsis, Bukasis ve Al-Zahravis olarak bilinir. 930 (H. 318) -1013 (H. 404) seneleri arasında yaşamıştır.
Zamânında ilim ve kültür seviyesi en yüksek olan Kurtuba Üniversitesinde öğrenim gördü. Özellikle tıp ilminin nazarî ve tatbikî sahalarında derinleşerek söz sâhibi oldu. Zehrâvî’nin yaşadığı devirlerde ilim ve teknikte çok ilkel bir seviyede bulunan Avrupa ülkeleri, Endülüs İslâm Üniversitesinden aldıkları temel bilgilerle aydınlanma yolunu tutmuşlardı. İçlerinden zekî olanlar, ilim lisânı olan Arapçayı öğrenmek sûretiyle bâzı mühim ilmî eserleri kendi dillerine tercüme ediyorlardı. Bu dönemde yetişen Zehrâvî, önce EndülüsEmevî halîfelerinden Üçüncü Abdurrahmân ile sonra yerine geçen ikinci Hakem devrinde saray doktoru olarak çalıştı ve hükümdârların özel tabîbi oldu.
Müslüman cerrahların babası olarak kabul edilen Zehrâvî, daha çok cerrâhî sahasında başarılı ve meşhurdur. Modern cerrâhînin öncülüğünü yapan Zehrâvînin devrinde Avrupa’da bu ihtisas, hekimler tarafından üstün görülmediği için uygulama sahası açılmamıştı. Avrupa’nın aksine İslâm âleminde; makbul, yaygın ve revaçta bir ilim olduğundan tatbiki başarılı netîceler veriyordu. Cerrâhiye ilk önem veren âlim, meşhûr Râzî idi. Ali bin Abbâs onun yolunu tâkib etmiş, sonra da İbn-i Sînâ yetişmiştir. Endülüs’te de İbn-i Zühr bu sâhada temâyüz etti. Tıp ve cerrâhîyi birleştirerek tıb ilminde hamle yaptı. Fakat cerrâhinin başlı başına bir ilim hâline gelmesi Zehrâvî sâyesinde olmuştur. Zîrâ o, sâdece nazariyelerle uğraşmadı. Bizzât ameliyâtlar yaparak, metodlar ve âletler keşfetmeyi ve bunları mahâretle kullanmayı başardı. Avrupa’da İslâm âlimleri ve ilimlerinin ışığı sâyesinde teşekkül eden rönesans hareketinde Zehrâvî’nin de büyük tesiri ve rolü oldu. O devirde Avrupa’da Zehrâvî’nin eserleri ve bunlarda ortaya koyduğu tıbbî ve cerrâhî usûller de temel mürâcaat kaynağı idi.
Zehrâvî, daha o devirlerde birçok günlük âcil hâllerde cerrâhî usûllerini başarı ile tatbik etmiş, burun ameliyatları yapmış, gümüş nitratı kullanmıştır. Dağlama yoluyla da önceleri hiç yapılmamış birçok cerrâhî tedâviyi başarmıştır. Hayâtının büyük bir kısmını doğduğu yer olan Medînet-üz-Zehrâ’da tıp ve eczâcılık araştırmaları ile geçiren Zehrâvî, ayrıca din ve zamânın diğer fen ilimlerini de tahsil etmiştir. O cerrâhî uygulamalarda çok hassastı. Ameliyâtlarda kullandığı âletler kendisine has bir metodla mikroplardan temizledikten sonra kullanılıyordu. Bu işte bilinen ve maddet-üs-safra denilen bir maddeden faydalandı. Günümüzde yapılan araştırmalar bu maddenin bakterileri imhâ edici özelliğe sâhib olduğunu ispatlamıştır.
Zehrâvî’nin en çok meşgul olduğu ve çağdaşlarını da en fazla yoran hastalıklardan biri kanserdi. Onun bu hastalık için ortaya koyduğu tedâvi usûlleri günümüze kadar uygulana gelmiştir. O, akciğer iltihaplanmaları üzerinde çalışmış ve ameliyatla göğsü yarıp dağlama yoluyla bunu tedâvi etmeyi başarmıştır. Ameliyatla böbrek taşlarını düşürmeyi ilk defâ gerçekleştiren yine odur. Yaptığı ameliyât günümüz operatörlerininkiyle aynı idi. Göz, kulak, burun, boğaz ve diş cerrâhisine önderlik etti ve ilk defâ fıtık ameliyâtını gerçekleştirdi. Kadın hastalıkları dalında yeni usûl ve âletlerle büyük gelişmeler kaydetti. Çocuğun ters doğumuna müdâhaleyi ilk defâ o tavsiye etti. Bu metod doğuma çok yardımcıydı. Zehrâvî’den asırlar sonra Stutgartlı Jinekolog Walcher (1806-1935) bu yolu kullanmaya teşebbüs etti ve Müslüman bir ilim adamının buluşu olan bu usûl, Avrupalı bir hekime mâl edilerek Walcher Durumu adıyla meşhur oldu. Vaginal taş ameliyâtını tıp dünyâsına kazandırarak, doğumda büyük bir yardımcı olan kolpeurynter âletini yaptı.
Ebü’l-Kâsım Zehrâvî, ameliyâtlarda kendine has anestezi metodlarını tatbik etti ve bunun için banc otundan faydalandı. Mafsal iltihâplarını tedkik ederek, tedâvisi üzerinde durdu. Varis, yâni damar genişlemesi hastalığı üzerinde çalışmalarda bulundu. Poliplerin çıkarılmasında çengel uyguladı ve bir hizmetçisine başarılı bir trakeotomi ameliyâtı yaptı. Fransız cerrahı Pare’yi şöhrete ulaştıran ve 1552 senesinde ilk defâ onun tarafından yapıldığı sanılan büyük damarların bağlanmasını altı asır önce Zehrâvî gerçekleştirdi.Ameliyât sırasında mum ve alkol kullanarak kanamayı durdurmayı başardı. Pratisyen cerrahlara sun’î dikişi, kürk dikişi, karın yaralarında sekiz dikişi, bir ipliğe geçirilen iki iğneli dikişi, bu münâsebetle kedi bağırsakları ile yapılan dikişi, bağırsak ameliyatında kalkük kullanmayı öğretti. Bütün ameliyat dikişlerinde, özellikle karın çukuru altındaki cerrâhî müdâhalelerde, ilk defâ havsalayı (kalça boşluğunu) yatakta yüksekte tutan o oldu. Yirminci asrın başlarında Alman cerrahı Friedrich Trendelenburg (1844-1924), Zehrâvî’nin bu buluşuna sâhip çıkıp kendine mâl etmiş, Ebü’l-Kâsım’ın ismi unutturulmuştur.
Zehrâvî ayrıca birçok diş operasyonlarını târif etmiştir. Bunlar arasında diş çekme, tesbit etme, kökünü besleme ve takma dişle ilgili bilgiler vermiştir. Diğer metallerin ağız içinde kimyâsal reaksiyona gireceğini düşünerek altın tel kullandı. Demir, bakır ve altından yapılmış cerâhi âletlerini esaslı bir şekilde geliştirdi.Cerrâhî ameliyatlarda dikişler için kullanılacak ipek ipliği îmâl etti. Burun içindeki fazlalık et parçalarını temizleyip almak için ilk defâ senânin denilen orijinal bir âlet yaptı. Yine ilâçları mesâneye vermek için mâdenî şırıngayı ilk defa o yapıp kullandı.
Ebü’l Kâsım Zehrâvî’yi meşhur eden, Avrupa’da cerrâhînin temeli olan Te’lif adlı eseridir. İki ciltten meydana gelen eser dokuz yüz sayfadır. Eserin asıl adı Et-Tasrîf limen Acize an’it Te’lîf’tir. Otuz bölümden meydana gelen eserin birinci ve ikinci bölümlerinde hastalıkların genel değerlendirmesi yapılarak tedâvileriyle ilgili bilgiler verilmektedir.Üçüncü bölümden yirmi beşinci bölüme kadar olan kısımda ilâçların terkibi anlatılmaktadır. Yirmi altıncı bölümde hastalık, sağlık ve yiyecek rejiminden bahsedilmektedir. Yirmi sekizinci bölüm ise basit ilâçlarla yiyeceklere ayrılmıştır. Kitabın en önemli kısmını otuzuncu bölüm meydana getirmektedir. Burada cerrahlıkla ilgili bilgiler anlatılmaktadır.
Te’lif’in seksenden fazla yazma ve basılı kopyası vardır. Birçok defâ Lâtinceye ve İbrâniceye tercüme edildi. Eserin birinci ve ikinci kısımları 1519 senesinde Ausburg’da Lâtince olarak basıldı.Cerrâhi ile ilgili cüz’ü, meşhur Gerard de Cremona tarafından Lâtinceye tercüme edilmiştir. Bu bölümü Fâtih Sultan Mehmed Han zamânında Amasya Hastahânesi Başhekimi Sabuncuzâde Şerefeddîn tarafından bâzı ufak tefek ilâvelerle Cerrahiye-i İlhâniye adıyla Türkçeye tercüme edilmiştir.
Avrupa’da cerrâhînin temelinin atılmasına sebeb olan bu eser, Salerno, Montpelleier ve diğer Avrupa tıp fakültelerinde asırlarca ders kitabı olarak okutulmuştur. Ebü’l-Kâsım Zehrâvî’yi, Müslümanlardan çok asırlarca eserinden istifâde eden Avrupalılar tanımışlar, buluşlarını ve tedâvi şekillerini kendilerine mâl etmişlerdir.
İslâm âlimlerinin en büyüklerinden. İsmi, Nasr bin Muhammed bin Ahmed bin Muhammed’dir. Künyesi Ebü’l-Leys olup, Semerkandî nisbesiyle şöhret bulmuştur. İmâm-ül-Hüdâ ve Fakîh lakaplarıyla da anılır. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. 983 (H.373) senesinde vefât etti.
Semerkand’da doğan Ebü’l-Leys-i Semerkandî, küçük yaşta ilim tahsiline başladı. Zamânının âlimlerinden din ve fen ilimlerini tahsil etti. Öğrenim silsilesi İmâm-ı Ebû Yûsuf’a ulaşan Ebû Câfer Hinduvânî’den ilim öğrendi. Hanefî fıkhında yüksek dereceye ulaşıp, Fakîh lakabını aldı. Tefsir, hadis, kelâm, tasavvuf ve ahlâk ilimlerinde de geniş ilim sâhibi olup, İmâm-ül-Hüdâ lakabı verildi.Hanefî mezhebinin en büyük âlimlerinden olup, çeşitli ilimlere dâir pekçok kıymetli eser yazdı.
Eserleri: Haram ve şüphelilerden sakınmakta ve dünyâya kıymet vermemekte çok yüksek derece sâhibi olan Ebü’l-Leys-i Semerkandî, birçok talebe yetiştirip, kıymetli eserler yazdı. Yazdığı eserlerin en meşhurları vaaz ve nasihat kitapları özelliğinde olan Tenbîh-ul-Gâfilîn ve Bostân-ül-Ârifin’dir. Tamâmı İslâm ahlâkını anlatan bu eserler, âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîflerle berâber, nasihat ve hikmetli sözler ihtivâ ederler. Birçok tercümeleri yapılmıştır.
Ebü’l-Leys-i Semerkandî’nin diğer eserleri ise şunlardır:
1) Tefsîr-ül-Kur’ân:Dört cilt hâlinde yazılan bu tefsîr kitabının pekçok yazma nüshası vardır. Ayrıca 1892 (H.1310) yılında Kâhire’de basılmıştır. 2) Hizânet-ül-Fıkh: Hanefî mezhebinin fıkıh hükümlerine yer verir. 3) Uyûn-ül-Mesâil fil-Fürû’: Fıkıh ilmine dâir bir kitaptır. Bu eserin şerhleri mevcuttur. 4) Esrâr-ül-Vahy: Mîrâcla ilgili bir eserdir. 5)Kurret-ül-Uyûn ve Müferrihü-Kalb-il-Mahzûn: Büyük günahlardan bahs eder. 6) Şerh-i Fıkh-ul-Ekber:İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’nin Fıkh’ul-Ekber adlı eserinin şerhidir. 7) Tuhfet-ül-Enâm fî Menâkıb-il-Eimmet-il-Erbe’a el-A’lâm: Ehl-i sünnetin dört mezheb imâmının hayâtı bu eserde anlatılmıştır. 8) Dekâik-ul-Ahbâr fî Zikr-il-Cennet’i ven-Nâr: Cennet nîmetlerini ve Cehennem azâbını anlatan bir eserdir. 9) El-Fetâvâ, 10) Muhtelif-ür-Rivâye, 11) En-Nevâzil fil-Fürû’, 12) El-Mukaddime fi’s-Salât, 13) Beyânu Akîdet-il-Usûl: Temel îmân bilgilerini anlatır. Bunlardan başka; Te’sîs-ül-Fıkh, Şerhu’l-İslâm, El-Meârif fî Şerh-is-Sehâif, Te’sîs-ün-Nazar, Risâlet-ün-Meârife vel-Îmân, Risâle fil-Hikem, Kût’un-Nefs fî Ma’rifet-il-Erkân-il-Hams, El-Letâif-ül-Müstehrece min Sahîh-il-Buhârî, Risâle fil-Fıkh Ebü’l-Leys-i Semerkandî’nin (rahmetullahi aleyh) çeşitli ilimlere dâir yazdığı eserlerdir.
Güzel ahlâk sâhibi olup, İslâm dîninin yüceliğini ve ebedî saâdete ermenin yollarını, hayâtı boyunca insanlara anlatmaya çalışan Ebü’l-Leys-i Semerkandî buyurdu ki: “Kabir azâbından kurtulmak isteyen şu dört şeye sarılmalı ve şu dört şeyden de kaçınmalıdır. Sarılması gereken dört şey şunlardır: 1) Namazları doğru kılmalı, 2) Zekâtı vermeli, 3) Kur’ân-ı kerîm okumalı, 4) Allahü teâlâyı unutmayıp, çok anmalı ve zikretmelidir.
Kaçınılması îcâb eden dört şey şunlardır: 1) Yalan söylememeli, 2) Hiyânet etmemeli, 3) Koğuculuk (söz taşıma) yapmamalı, 4) Üzerine idrar sıçratmamalıdır. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: ‘’İdrârdan sakınınız. Zîrâ kabir azâbının çoğu ondandır.’’
Onuncu yüzyılda İran’da yetişen büyük kimyâ âlimi. İsmi Muvvaffak bin Ali el-Hirevî olup, künyesi Ebü’l-Mansûr’dur. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. Hayâtı hakkında bilinen tek husus, 961-976 seneleri arasında hüküm süren Sâmânî Hükümdârı Emin Mansûr bin Nûh ile aynı zamanda yaşadığıdır.
Ebü’l-Mansûr, kimyâ ilmiyle ilgili araştırma ve çalışmalarını, daha ziyâde insanların günlük hayâtı ile ilgili konular üzerine topladı. Kimyâ ilminin pratik sonuçlarını, insan hayâtında ilk defâ kullanan âlim oldu. Kalsiyum sülfatı belli sıcaklıkta ısıttıktan sonra, elde ettiği alçıyı yumurta akıyla karıştırarak kırıkların sarılmasında kullandı ve böylece, kırıkların sıhhatli kaynamasını temin etti.
George Sarton, bilim târihi ile ilgili eserinde, bu âlimden şöyle bahsetmektedir: “Ebü’l-Mansûr, zamânının bir tânesiydi. Bakır oksidi tam anlamıyla inceleyip, ilmî tanımını ortaya koymuştur.Ayrıca sürme taşı, yâni antimonu da tetkik edip, günlük hayatta kullanılabilecek yerlerini îzâh etmiştir.’’
Ebü’l-Mansûr Muvaffak, bakır üzerinde yaptığı incelemelerde, bakırın, hava ile temâsı sonucu dış yüzeyinde yeşilimsi bir tabakanın teşekkül ettiğini tesbit etti. Bu oksit tabakasını saçların parlak, siyah renge boyanmasında kullandı. Bakırın ve kurşunun bütün bileşiklerini biliyor ve çeşitli alanlarda kullanıyordu. Civa üzerinde de araştırmalar yapan Ebü’l-Mansûr, salisilik asidi (Aspirinin esas maddesini) de îmâl etmeye muvaffak oldu. İlâç îmâlâtında filtrasyon (süzme) ve buharlaştırma metodunu geliştirdi. Deniz suyunun filtrasyonunu gerçekleştirdi.
İlim târihçisi Celal Mazhar, Eser-ül-Arab fil-Hadârât-il-Avrubiyyeti adlı eserinde, çağdaş medeniyetin kuruluşu konusunu incelerken,Ebü’l-Mansûr hakkında şöyle demektedir: “Mîlâdî 10. asırda, İslâm âlemi kimyâ dalında dâhî bir kimyâcıya şâhid oldu. Bu âlim, çok önemli kimyevî keşifler ortaya koymuştu. Adı Ebü’l-Mansûr olan bu âlim, kimyâ târihinde ilk defâ sodyum karbonat ile potasyum karbonatı birbirinden ayırd etmiştir. Böylece kali ve kalevi adını verdiği sodyum karbonat, batı kimyâ literatürüne önceleri, bu ad altında geçmiş bulunuyordu. Bunun gibi o, ayrıca arseniği ve silikat asidi de târif etmişti.’’
Ebü’l-Mansûr Muvaffak, ilmî çalışmalarında iki yol tâkip ediyordu. Birincisi, daha ziyâde içtimâî mâhiyetteydi. Ders okutuyor, günlük problemler ile ilgili ilâçları hazırlıyor ve tatbikâtını yapıyordu. Yaptığı bu ilâçları piyasaya sürerek, ihtiyaç duyduğu âlet ve maddeleri satın almak için gerekli parayı kazanıyordu. Bu bakımdan, kimyâ sanâyisinin kurucusu olarak kabul edilebilir.
Ebü’l-Mansûr Muvaffak, bu ilmî çalışmaları yanında, ayrıca bizzât ilmini derinleştirmek maksadıyla birçok yolculuklara da çıkmış, birçok âlim ve üstattan istifâde etmiştir. Kitâb-ul-Ebniye fî Hakâyık-il-Edviye adlı eseri ile erişilmez bir üne ulaştı. Bu eseri, asırlar boyunca en güvenilir kimyâ kaynaklarından biri olarak kaldı. Bu eserinde, 585 çeşit ilâcı târif etmiştir. Bunlardan 466’sı bitkilerden çıkarılmaktadır.75’i mâdenlerden, 44’ü de hayvânî maddelerden yapılıyordu. Adı geçen eseri, ilâç îmâlâtı sahasında önemi çok büyüktür. Eser, tecrübî ve sınâî kimyâ dallarında da rehberlik yapmıştır.
(Bkz. Vefâ Konevî)
Onuncu yüzyılda, İslâm âleminde yetişmiş büyük matematik ve astronomi âlimi. İsmi, Muhammed bin Muhammed binYâhyâ bin İsmâil bin Abbâs’tır. 10 Haziran 940 (H.328) târihinde Horasan’ın Buzcan kasabasında doğdu. Bu yüzden Ebü’l-Vefâ Buzcânî diye meşhur oldu. 1 Temmuz 998 (H.388) târihinde Bağdat’ta vefât etti.
İlim tahsiline amcası Ebû AmrMugâzilî ve Ebû Yahyâ bin Kanib’in yanında başlayan Ebü’l-Vefâ, on dokuz yaşında Bağdat’a gitti (959). Ölümüne kadar burada ilim ile meşgul oldu. Şerefüddevle’nin sarayında yaptırdığı rasathânede çalışan âlimler arasında yer aldı. Matematik başta olmak üzere, ömrünün büyük kısmını astronomik gözlemler yapmak, eser telif etmek ve ders vermekle geçirdi. Matematik ve astronomideki hizmetleriyle ilim târihinde önemli bir yer tutan Ebü’l-Vefâ, trigonometriye (müsellesât), tanjant(zıl), kotanjant(zıllüt-temâm), sekant (tâti’) ve kosekantı (tâti’ut-temâm) kazandırdı. Diophantos’un ve Batlemyüs’ün eserlerini inceleyip açıkladı.Zamânına kadar hiçbir matematikçinin yapamadığı hassaslıkta trigonometrik çizelgeler hazırladı. Astronomik gözlemler için gerekli ceyb (sinüs) ve zıl (tanjant) değerlerini gösteren çizelgeleri on beşer dakikalık açı aralıklarıyla hesapladı. Trigonometrinin altı esas oranı arasındaki trigonometrik münâsebetleri ilk defâ açıkladı. Bu oranlar günümüzde de aynen kullanılmaktadır.
Ünlü bilim târihçisi Plorian Cajori History of Mathematics adlı eserinde onun hakkında; “Ebü’l-Vefâ şüphesiz ki Harezmî’nin matematik ve cebirdeki buluşlarını önemli ölçüde geliştirdi. Özellikle geometri ile cebir arasındaki münâsebetler üzerinde durdu. Böylece, bâzı cebirsel denklemleri geometri yoluyla çözmeyi başardı ve diferansiyel hesâbın ve analitik geometrinin temelini kurdu. Bilindiği gibi, diferansiyel hesâb insan zekâsının bulduğu mühim ve pek faydalı bir mevzû olup, ilim ve teknolojik muâsır gelişmelerin temel kaynağını teşkil etmektedir. Ayrıca Bettânî’nin trigonometriyle ilgili eserlerini inceleyerek, girift ve anlaşılmayan yönlerini açıklığa kavuşturdu.” demektedir.
Ebü’l-Vefâ Buzcânî’nin matematik târihinde ilk defâ ortaya koyduğu formüllerden bâzıları şunlardır.
1. sin (A ± B) = sin A . cos B
cos (A ± B) = cos A . cos B ± sin A . sin B
tan A
± tan B
tan (A ± B) =
¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1 ± tan A . tan B
Bu formüller bugün düzlem trigonometride toplam ve fark formülleri olarak bilinmektedir.
2. sin 2A = 2 sin A. cos A
Bu, yarım açı formülü olarak hâlâ bu şekilde kullanılmaktadır.
3. cos 2A = cos2A -sin2A
cos 2A = 1-2 sin2 A = 2cos2 A-1
1 sin A
4. tan A =
¾¾¾
=
¾¾¾¾
cot
A cos A
1
Sec A
=
¾¾¾
=
√1
ta2 A
Cos
A
1
Cosec A
=
¾¾¾
=
√1
+ Cot2 A
Sin A
Sekant’ın kâşifi olarak genellikle Kopernik bilinirse de, ünlü bilim târihçilerinden Morite Candon ve Carra da Vaux’un araştırmaları sonucu bu buluşun Ebü’l-Vefâ’ya âit olduğu tesbit edilmiştir.
Ebü’l-Vefâ, sinüs değerlerinin hesâbı için yeni bir metod geliştirdi. Böylece hazırladığı cetvellerde 30° ve 15°’lik açının sinüsünü son derece dakik olarak virgülden sonra sekiz ondalık basamak hâlinde hesapladı.
Trigonometrinin yanında cebir ilmi üzerinde de, derinlemesine çalışmalarda bulunan Ebü’l-Vefâ, o zamâna kadar bilinmeyen dördüncü dereceden denklemlerin çözümünü gerçekleştirdi. Meselâ:
x4 + px3 = r denklemini çözerken
y3 +axy + b = 0 ve x2 -y = 0
koniklerinin kesişmesinden istifâde etti. Eski Yunanlıların ve Hindlilerin çözemediği birçok problemi, geometrik yollarla çözmeyi başardı.
Zamânında birçok Müslüman astronomi ve matematik âlimi, Ebü’l-Vefâ’nın çalışmalarını ve eserlerini görmek üzere Bağdât’a gittiler ve derslerinde bulundular.Günümüzde birçok batılı ilim adamı Ebü’l-Vefâ’nın eserleri üzerinde araştırma yapmaktadır.Onun yaptığı ilmî çalışmalar o devirde İslâm âleminin ilim ve fende ne kadar ileri olduğunu açık bir şekilde göstermektedir.
Zahîruddîn Beyhekî, Târihu Hukemâ-il-İslâm kitabında Ebü’l-Vefâ’nın şu sözlerini nakletmektedir: “Mal, can emniyeti ve sıhhat olmadan yaşanılan hayât, hayât değildir. Bir kimse sana, söz ile üstün gelirse aldırma, yeter ki, sükût ile gâlib gelmesin. Bir kimsenin seviyesine uygun olarak arkadaşlık et. Eğer sen câhile ilimle, lâubâliye ciddiyetle muâmele edersen, arkadaşına eziyet etmiş olursun.Hâlbuki, sen onlara sıkıntı vermekten uzaksın.Sözüne ancak ihtiyâcı ânında kıymet verenle sohbet etme. Hocanın hakkını gözetmemek ahlâka sığmaz. Düşük, karaktersiz kimselerle görüşüp konuşma!”
Eserleri:
1) Kitâb-ül-Kâmil: Trigonometri ve astronomiden bahseden meşhur eseridir. Birinci bölümde, yıldızların hareketinden önce bilinmesi gereken meseleler, ikinci kısımda yıldızların hareketlerinin incelenmesi, üçüncü kısımda yıldızların hareketlerine ârız olan şeyler anlatılmaktadır. Eserin yazma bir nüshası Pâris National Kütüphânesinde 1138 numarada kayıtlıdır. L.P. E.A. Sedilot tarafından eser tercüme edilerek basılmıştır. 2)Kitâbün fî Amel-il-Mistarati vel-Pergar vel-Gunye, 3)Kitâb mâ Yahtâcu İleyh-il-Küttâb vel Ummâl min İlm-il-Hisâb, 4)Kitâbun Fâhirün bil Hisâb, 5) Kitâbun fî ilmi Hisâb-il-Musellesât-il-Küreviyye, 6) Kitâbun fil-Felek, 7)Kitâbu Zîc-iş-Şâmil, 8)Kitâbun fil-Hendese, 9)Kitâb-ül-Medhal ilâ Aritmetik, 10) Tefsîr-ül-Harezmî fil Cebri vel-Mukâbele.
Alm. Ebullioskopie, Fr. Ebullioscopie, İng. Ebullioscopy. Bir çözeltinin kaynama noktasının yükselmesine (saf çözücüye göre) dayanarak çözünmüş maddenin molekül tartısını tâyin etme metodu.
Bir çözücüde uçucu olmayan maddelerden biri çözünecek olursa, çözünen madde çözücüyü seyreltir. Çünkü çözücü moleküllerinin bir kısmı çözünen maddenin solvatasyonu için sarf edilmiş ve hacim biriminde çözücü molekül sayısı azalmıştır. Çözünen maddenin cinsi ne olursa olsun miktarı çoğaldıkça çözücü o kadar seyreltilmiş olur. O hâlde çözünen maddenin molar konsantrasyonu ne kadar büyürse, çözücü konsantrasyonu dolayısıyla çözücünün buhar basıncı saf çözücüye nisbetle o kadar azalır. Kaynama noktası, sıvı fazın buhar basıncının dış basınca eşit olduğu sıcaklık olduğu bilindiğine göre çözelti saf çözücüden daha yüksek bir sıcaklıkta kaynar.
Kaynama noktasındaki artış miktarı, çözünmüş maddenin molar konsantrasyonu ile her bir çözücü için ayrı bir değeri olan “molar kaynama noktası yükselmesi sâbiti”nin çarpımına eşittir.
Dt = Kb m
Yukarıdaki eşitlikle Dt kaynama noktası yükselmesindeki artış miktarı, Kb molar kaynama noktası yükselmesi sâbiti, m ise çözünmüş maddenin molaritesidir. Molarite 1 kg çözücü başına çözünmüş madde mol sayısı olup şöyle hesaplanabilir:
1000 g
m=
¾¾¾¾
G.M.
Burada g çözünmüş maddenin gram miktarı, G çözücünün gram miktarı, M ise çözünenin molekül tartısıdır. Birinci denklemde m’nin yerine eşiti konursa:
1000 g
Dt =
Kb
¾¾¾¾
G. M.
denklemi elde edilir. Kaynama noktası yükselmesi (Dt), çözünmüş madde gramı (g) ve çözücünün gram miktarı (G) bilinirse, çözünmüş maddenin molekül tartısı bulunabilir. Çünkü Kb sâbit olup her çözücü için bir değeri vardır. Meselâ, su için 1,86’dır.
Ebülyoskopi usûlü özellikle organik maddelerin molekül tartıları tâyininde çok büyük rol oynar. Anorganik maddeler iyonlaştıkları için bu usûle pek uygun değildirler. Yâni çözündükleri zaman moleküler yapıda kalan maddeler için kullanılır.
On altıncı asrın meşhûr Osmanlı âlimlerinden. On üçüncü Osmanlı şeyhülislâmıdır. Tefsir, fıkıh ve diğer ilimlerde büyük âlimdi. İsmi, Ahmed binMuhammed’dir. Ebüssü’ûd el-İmâdî ismiyle meşhur olup, Hoca Çelebi adıyla da tanınmıştır. 1490 (H.896) senesinde İskilip’te doğdu. 1574 (H.982)te İstanbul’da vefât etti. Bazı kaynaklarda İstanbul yakınlarındaki Müderris köyünde doğduğu da bildirilmektedir. Âlimler yetiştiren bir âileye mensuptur. Dedesi, Ali Kuşçu’nun kardeşi Mustafa İmâdî’dir. Semerkand’dan Anadolu’ya gelip yerleşmiştir. Babası âlim ve kâmil bir zât olup, Hünkâr şeyhi olarak bilinirdi.
Ebüssü’ûd Efendi, önce babasından ilim öğrendi.Gençlik çağında da babasının derslerine devâm ile icâzet(diploma) aldı. Babasından sonra Müeyyedzâde Abdurrahmân Efendi, Mevlânâ Seyyid-i Karamânî ve İbn-i Kemâl Paşadan ilim öğrendi.Tahsilini tamamladıktan sonra, yirmi altı yaşında müderris oldu. Çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. 1532’de Bursa kâdılığına bir sene sonra da İstanbul kâdılığına tâyin edildi.Üç sene İstanbul kâdılığı yaptı. 1537’de Rumeli kazaskerliğine tâyin edildi. Sekiz sene bu vazifede bulundu.
Ebüssü’ûd Efendi, Kânûnî SultanSüleymân Hanın sevip değer verdiği, pek kıymetli bir âlimdi. Kânûnî, onu bütün seferlerinde yanında bulundurdu. 1541’de Pâdişâh’ın emri üzerine,Budin’in ve Orta Macaristan’ın tapu ve tahrir işlerini yaptı. 1545 senesinde elli beş yaşındayken, Fenârîzâde Muhyiddîn Efendiden sonra şeyhülislâm oldu.
Kânûnî Sultan Süleymân ile İkinci Sultan Selîm Hanın saltanatları zamânında 30 sene şeyhülislâmlık yaparak din ve devlete üstün hizmetlerde bulundu. Osmanlı şeyhülislâmları arasında en çok bu makamda kalıp hizmeti geçen Ebüssü’ûd Efendidir.
Süleymâniye Câmiinin temel atma merâsiminde, mihrâbın temel taşını Ebüssü’ûd Efendiye koydurtanKânûnî SultanSüleymân Hân, onu çok sever ve her önemli işinde onun fetvâsına mürâcaat ederdi. Devrinde âlimler arasında bir mesele hakkında farklı hüküm ortaya çıksa, Ebüssü’ûd Efendinin tarafını tercih ederdi. Ebüssü’ûd Efendi, o devirde, devlet kânunlarını dînin hükümlerine uygun şekilde telif etmiştir. Tımar ve zeâmetlere dâir mevzûlarda verilen kararlar, genellikle Ebüssü’ûd Efendinin fetvâlarına dayanmıştır. Mülâzemet usûlü de onun zamânında tesis edilmişti. Kânûnî, Arâzî Kânunnâmesi’ni de Ebüssü’ûd Efendiye hazırlatmıştır.
Kânûnî SultanSüleymân Hanın cenâze namazını Ebüssü’ûd Efendi kıldırdı. Pâdişâh’ın vefâtı üzerine bir mersiye yazdı. Bu mersiyesi de, edebiyattaki yüksek derecesini göstermiştir.
Ebüssü’ûd Efendi, sekiz sene de İkinci Selim Han zamânında şeyhülislâmlık yaptı.
Ebüssü’ûd Efendi, 25 Ağustos 1574 târihinde 84 yaşında vefât etti.İslâm âleminde çok tanınmış olduğundan vefâtı büyük bir üzüntüyle karşılandı.Cenâze namazını Kazasker Muhşi Sinân Efendi, FâtihCâmiinde kıldırdı.Cenâze namazı için o devrin âlimleri, vezirler, dîvân erkânı ve halk, büyük bir kalabalık hâlinde toplandı. İkinci Selim Han, Ebüssü’ûd Efendinin vefâtından dolayı pek ziyâde üzülmüştür.
Ebüssü’ûd Efendi dînî hükümleri çok iyi bilen, sağlam karakterli, kimseye haksızlık etmeyen, hatır için aslâ söz söylemeyen, gâyet tedbirli bir âlimdi. Devrin durumunu, şartlarını, halkın örf ve âdetlerini dikkate alır, işlerinde dînin emirlerinden aslâ dışarı çıkmazdı.
İstanbul ve İskilip’te hayrât yaptırdı.İskilip’te, babası Muhyiddîn Mehmed İskilibî’nin ve annesinin medfûn bulunduğu türbenin yanında bir câmi ve bir medrese, o civarda bir de köprü yaptırmıştır. İstanbul’da, Eyyûb’de bir medrese yaptırdı. Kabri, bu medresenin yanındadır.Yine İstanbul’da Şehremini ve Mâcuncu semtlerinde birer çeşme ve hamam yaptırmıştır. Mâcuncu’da bir konağı ve Sütlüce’de bahçeli bir yalısı vardı.Tefsirini bu yalıda yazmıştır.
Osmanlı sultanlarından İkinci Selim, Üçüncü Murad ve Üçüncü Mehmed’in zamanlarında hizmet veren; Ma’lûlzâde Seyyid Mehmed,Abdülkâdir Şeyhî, Hoca Sa’deddîn, Bostanzâde MehmedSun’ullahEfendi, Bostanzâde Mustafa, meşhur şâir Bâki Efendi, Hâce-i SultanîAtâullah Efendi, Kınalızâde Hasan ve Ali Cemâlî Efendinin oğlu FudaylEfendi gibi pekçok âlimin hocasıdır.
Eserleri: Ebüssü’ûd Efendi, tefsir, fıkıh ve diğer ilimlerde pekçok eser yazmıştır. Bâzıları şunlardır:
İrşâdü’l-Aklisselîm: Meşhûr tefsiridir. Ma’ruzât, Hasm-ül-Hilâf, Gamzetü’l-Melîh, Kevâkib-ül-Enzâr, Fetvâlar, Kânûnnâmeler, Münşeât, mektupları, şiirleri ve diğer eserler.
On dokuzuncu yüzyıl Osmanlı edebiyatçı ve matbaacısı. 1848’de İstanbul’da doğmuş olan Ebüzziyâ, Konya-Koçhisarlı KâmilEfendinin oğludur.Asıl adı Tevfik’tir. Ebüzziyâ ünvânını, sürgünde bulunduğu târihte kendi adını kullanamadığı için, oğlu Ziyâ’nın babası anlamında kullanmıştır.
Türkiye’de matbaacılığı kuran İbrâhimMüteferrika’dır. Merakı ve üstün zevki sâyesinde, matbaacılığı basitlikten kurtarıp sanat hâline getiren de Tevfik Beydir. Ebüzziyâ, muntazam bir tahsil görmemiş, husûsî hocalardan ders alarak kendi gayretiyle yetişmiştir. Genç yaşta Nâmık Kemâl ve Şinâsî ile tanışmış, onların tesirinde kalarak edebiyat hayâtına atılmıştır.Arapça ve Farsçadan başka Fransızcayı da öğrenen Ebüzziyâ, Avrupa’daki matbaa alanında olan yeniliklerden faydalanmasını bilmiştir.
Ebüzziyâ, çeşitli devlet memurluklarında bulundu. Terakkî Gazetesi’ndeki yazılarıyla basın hayâtına atıldı. Daha sonra Mısırlı Fâzıl Mustafa Paşanın yardımıyla kurduğu kendi matbaasında ve Nâmık Kemâl’in hediye ettiği Matbaa-i Ebüzziyâ adıyla tanınan matbaada, devrinin neşriyat hayâtında önemli rol oynadı. Hadika ve İbret gazetelerinin baş yazarlığını yaptı ve Siraç (Kandil) Gazetesi’ni çıkardı.
Vatan Yâhut Silistre piyesinin temsilinden sonra Nâmık Kemâl Magosa’ya gönderilirken, o da AhmedMidhat’la birlikte Rodos’a sürüldü. Sultan Abdülazîz Hanın tahttan indirilmesine kadar orada kaldı. 1876’da İstanbul’a döndü. Eski ve yeni (Nâmık Kemâl, Şinâsî, Ziyâ Paşa, R.M. Ekrem, Muallim Nâci, Ahmed Râsim gibi) yazarların bir çok eserlerini içine alan, yüz cildi aşkın, Kütüphâne-i Ebüzziyâ adıyla tanınan takvim yıllıklarını, o devir için ileri bir baskı niteliğinde ve tekniğinde yıllarca çıkardı.
1900 yılında devlet aleyhindeki çalışmalarından dolayı tekrar Konya’ya sürüldü ve Meşrûtiyetin îlânıyla 1908’de İstanbul’a döndü.Aynı yıl Antalya milletvekili seçildi. Bir taraftanMecmua-i Ebüzziyâ’yı yeniden neşrederken, bir taraftan da yeni Tasvir-i Efkâr Gazetesi’ni kurdu. 27 Ocak 1913’te vefât etti.
Makâle, tiyatro, hâtıra, biyografi türlerindeki yazıları yanında antoloji, lügat, gazete, kitap, mecmua da çıkaran Ebüzziyâ edebiyâttan astronomiye, siyâsetten takvimciliğe kadar her konuda yazı yazmış bir muharrirdir.
Ecel-i Kaza adlı piyesi, Sinan Paşadan Nâmık Kemâl’e kadar Türk nesir yazarlarının eserlerinden seçilmiş parçalarla yazarlarının hayatları hakkında kısa bilgi veren Nümûne-i Edebiyât-i Osmâniye adlı antolojisi, Lugat-ı Ebüzziyâ adlı sözlüğü ve Yeni Osmanlılar Târihi, belli başlı eserleri arasındadır.
Ömrün sonu, ölüm için takdir edilen (yazılan) zaman. Dünyâ hayâtının bittiği vakit. Her canlının Allahü teâlâ tarafından takdir olunmuş bir eceli vardır. Herkes, eceli gelince ölür.A’raf sûresi, 33. âyetinin meâl-i şerîfi şöyledir:“Ecelleri geldiği zaman, onu bir saat ileri ve geri alamazlar.”
“İnsan doğmadan önce; ne kadar yaşar, nerede ölür, tövbe ile mi, tövbesiz mi ve hangi hastalıklardan, îmân ile mi, yoksa îmânsız mı gider?” cümlesi ezelde takdir edilmiş, ezelde (sonsuz öncelerde) yazılmıştır.
Ecel, İslâm dîninde iki kısım olarak bildirilmiştir. Bunlardan birine “ecel-i müsemmâ”, diğerine “ecel-i kazâ” denilmiştir.
Ecel-i müsemmâ:Bu ecel, hiç değişmez.Herkesin bir ecel-i müsemmâsı vardır ve ecel hâzır olduğu vakit, bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez.Canlı, takdir edilen o anda ölümü tadar. Bu ecelden kaçmak, kurtulmak mümkün değildir. Bu bakımdan, meselâ harplerden kaçanlar ölümden kaçtıkları için değil, ecelleri henüz gelmediği için kurtulmuşlardır.Aynı şekilde tâun (vebâ) gibi bulaşıcı hastalık bulunan yerlerden uzaklaşanlar da henüz ecelleri gelmediği için yaşamaya devâm ederler. Buralardan kaçmayıp sabredenlerden ölenler ise ecelleri geldiği için ölmüşler, yaşamaya devâm edenler de ecelleri gelmediği için ölmemişlerdir.Afrika’da açlıktan ölenler, ecelleri geldiği için ölmüşlerdir.Trafik kazâları gibi, onların da ölüm sebebi açlık olmuştur.Onlara yardımcı olmak çok iyidir ve sevaptır.İntihâr eden, başkası tarafından öldürülen veya kazâ netîcesinde ölen kimseler için halk arasında “Eceli ile ölmedi!” denilmesi yanlıştır.
Çok tehlikeli hallerden sağ sâlim kurtulanların yanında ufacık ve değersiz görünen sebeplerle ölüp gidenler düşünülürse ecel-i müsemmâ’nın anlaşılması kolaylaşabilir.O halde, ecel vakti Allahü teâlânın takdiri iledir. Bu konuda çok meşhur olmuş bir beyt şöyledir:
Ecel geldi cihâne
Baş ağrısı bahâne
Ecel-i kazâ: Bir sebebe bağlı olarak değiştirilmesi takdir edilmiş eceldir. Bir kimse, Allahü teâlânın beğendiği iyi işi yapar, yâhut sadaka verir, hac ederse, ömrü 60 sene, bunları yapmazsa 40 sene diye takdir edilmesidir. Allahü teâlânın beğendiği iyi işler, kabul olan duâlar, takdir edilen kazânın değişmesine, yâni artmasına sebeb olur. Bu husus hadîs-i şerîflerde ve çeşitli haberlerde bildirilmiştir. “Kader, tedbir ile sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan duâ, o belâ gelirken korur.”, “Kazâ-i muallakı hiçbir şey değiştirmez. Yalnız duâ değiştirir. Yalnız ihsân, iyilik artırır.” ve “Sadaka ömrü uzatır.” hadîs-i şerîfleri bunun delîlidir.
Dâvûd aleyhisselâmın yanına iki kişi gelip, birbirinden şikâyet etti. Dinleyip, karar verip giderken Azrâil aleyhisselâm gelip; “Bu iki kişiden birincisinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti. Fakat, ölmedi.” dedi. Dâvûd aleyhisselâm şaşıp, sebebini sorunca; “İkincisinin bir akrabâsı vardı. Buna dargındı. Gidip, onun gönlünü aldı. Bundan dolayı Allahü teâlâ buna yirmi yıl ömür takdir buyurdu.” dedi.
Bir başka misâl de şöyle verilebilir. Birinin 3 gün ömrü kalmışken, akrabâsını Allah rızâsı için ziyâret etmesi ile ömrü 30 sene uzar. 30 yıl ömrü kalmış olanın da akrabâsını terk ettiği için ömrü üç güne iner.
Bu değişikliklerAllahü teâlânın ezelî ilmine uygun olarak meydana gelir. Yoksa Allahü teâlânın takdir ettiği (yazdığı) şey asla değişmez. Herhangi bir şekilde öldürülen kimsenin ömrü, o anda, ortadan kesilmiş, yarım kalmış değildir.O anda eceli gelmiştir. Doktor bulmak, ilâç bulmak, organ nakli ve öteki sebepler de Allahü teâlânın takdirine bağlı olup, ecel gelmemiş ise ölünmez ve gelmiş ise kurtulunmaz. (Bkz.Kazâ ve Kader)
(Bkz. Yermük Savaşı)
(Bkz. Avrupa Para Birimi)
Alm. Verbandkasten, Fr. Pharmacie familiale; armoire à pharmacie, İng. First aid outfits. Hemen kullanılabilecek ilâçların evde muhafaza edilmesini sağlayan dolap.Her evde bir eczâ dolabı, her eczâ dolabında ilk yardım yapılmasını sağlayacak ilâç ve sargı bezleri bulunmalıdır.Çocukların erişemeyeceği bir yere konması gereken bu eczâ dolabının, kilitlenebilen tahta, metal veya plastikten yapılmış ikinci bir dolap içinde muhafaza edilmesi ve banyo veya mutfak yerine, yatak odasında bulundurulması daha doğru olur.Zira sıcaklık ve nem, ilâçlara zarar verir.
Evde en çok bulundurulması gerekli ilâçlar; ağrılara (baş, diş veya boyun ağrısı vs. gibi) kabızlık, ishal, soğuk algınlığı, böcek sokması, güneş yanığı veya benzeri rahatsızlıklara karşı kullanılacak ilâçlardır. Diğer ilâçlar ise ancak doktorla konuşup, onun tavsiyesi üzerine alınmalıdır. Yaralanma anında, yaranın tedâvisi için, sargı bezinin yanı sıra, makas ve kıymık toplamaya yarayan cımbız, çeşitli büyüklüklerde filaster ve gazlı bezlerin bulunduğu bir sargı paketi, 8 cm genişliğinde elâstik bir sargı bezi, tampon veya kompres olarak kullanılacak gazlı bez gibi malzeme bulundurulmalıdır.Ayrıca dolaba, vücut ateşine bakmak için hasta termometresi, cilt dezenfeksiyon malzemesi de koymalıdır. Bir adet lâstik turnike ve 2, 5 ve 10 ml’lik bir miktar steril enjektör bulunması da ihtiyaç hâlinde aranmaması bakımından faydalıdır.Kezâ hidrofil pamuk, oksijenli su ve mersolün(veya tentürdiyot) de eksik edilmemesi gerekir.