DUTGİLLER (Moraceae)

Alm. Morazeen,  Maulbeergelwächse (pl), Fr. Moracées, İng. Moraceae. Süt borusu ihtivâ eden, odunlu, nâdiren otsu bitkiler. Çiçek ve cinsli, dioik veya monoik bitkilerdir. Almaşık dizilişli yaprakları, taç yaprakları bulunmayan küçük erkek ve dişi çiçekleri ve bileşik meyveleri vardır. Çiçek durumları koçandır. Çoğu tropik bölgelerde olmak üzere 70 cinsi, 1000 kadar türü vardır. Erkek organları 2-6, ovaryum üst durumludur.

DUVAR FESLEĞENİ (Parietaria Oficinalis)

Alm. Glaskraut, Fr. Herbe de pariétaire, İng. Wallwort. Familyası: Isırganotugiller (Urticaceae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Trakya, Marmara, Batı ve Orta Karadeniz bölgesi.

Temmuz-kasım ayları arasında çiçek açan, duvarlar üzerinde, taş aralarında bulunan çok senelik otsu bir bitki. Gövde dik, basit, şeffafça, tüylü, gevrek ve kırmızımsı yeşil renklidir. Yaprakları saplı, almaşlı dizilişli, uzunca oval şekilli, sivrilmiş uçlu, tam kenarlı, tüylü ve üst yüzü parlaktır. Çiçekler yaprakların koltuğunda yumak şeklinde durumlar yapmışlardır. Aynı fert üzerinde hem dişi hem erdişi çiçekler bulunmaktadır. Erkek organları tomurcuk içerisinde gergin olarak kıvrılmış bulunurlar ve çiçek açıldığı zaman geriye doğru bir hareket yaparlar. Bu esnâda çiçek tozları etrâfa yayılır.

Kullanıldığı yerler: Toprak üstü kısımlarında, müsilaj, tanen, acı maddeler, anorganik tuzlar bulunmaktadır. İdrar söktürücü, şeker hastalığına karşı ve yara tedâvisinde kullanılmaktadır.

DUVAR GAZETESİ

Duvara asılmak sûretiyle haberlerin duyurulduğu gazete. Gelişmemiş ülkelerde, küçük yerleşim merkezlerinde, önemli meydanlara, halkın görebileceği yerlere asılan basit gazete.

Halkının gazete alamayacak derecede fakir olması veya gazete basım ve dağıtımının pahalı olduğu devletlerde çıkarılır. Devletin önemli gördüğü haberler, Resmî haber ajansları vâsıtasıyla gazete hâlinde hazırlattırılıp îlân tahtasına veya belli bir yere asılır. Bu iş için husûsî memurlar tâyin edilir. Duvar gazeteleri, halkın dikkatini daha çok çekmek için, yazıdan ziyâde resimlerle süslenir.  Bununla berâber  basının hür olmadığı Afrika, Güney ve Orta Amerika, Çin gibi ülkelerde de duvar gazetesi yaygındır. Çünkü devlet, vatandaşın istediği haberi değil, devletin bildirdiği haberi öğrenmesini ister.

Okulların ve çeşitli eğitim-öğretim kurumlarının kendi bünyelerinde çıkarıp, okulun belli bir yerine astıkları gazetelere de duvar gazetesi denir. Bu gazeteler daha çok öğrencileri teşvik için yapılır. İçinde makale, haber, karikatür, şiir ve çeşitli konuları anlatan bilgiler yer alır.  Bu gazeteler tek sayfadan ibârettir. Bir komisyon veya öğrenci (Gazetecilik Kolu) tarafından çıkarılır.

DUVAR SARMAŞIĞI Hedera Helix)

Alm. Efeu (m), Fr. Lierre (m.), İng. Ivy. Familyası: Sarmaşıkgiller (Araliaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Trakya, Marmara ve Karadeniz Bölgesi.

Eylül-ekim ayları arasında çiçek açan, kışın yapraklarını dökmeyen çok senelik tırmanıcı bir bitki. Bahçe duvarlarını ve bina yüzlerini kaplamak için çok kullanılır. Rutubetli ormanlarda ağaç gövdeleri üzerinde bulunur. Gövde silindir biçiminde ve odunludur. Çiçek vermeyecek olan dalların taşıdığı adventif kökler sâyesinde yükselir. Yaprakları derimsi, tüysüz, üst yüzü parlak koyu yeşil, alt yüzü ise açık yeşil renklidir. Çiçek taşımayan yaprakların tabanı kalp şeklinde, çiçek taşıyanlar ise oval şekillidir. Meyve küre şekilli, genellikle 5 tohumlu ve siyahımsı-mor renkli, yalancı bir üzümsü meyvedir. Zehirli bir bitkidir.

Kullanıldığı yerler: Bitkinin kullanılan kısmı yaprakları ve meyveleridir. Yaprak ve meyvelerinde saponin özelliğinde, sıcak kanlı hayvanlar için zehirli olan, hederin isimli glikozit vardır. Meyvelerin müshil ve kusturucu tesiri varsa da kullanılması oldukça tehlikelidir. Yaprakları halk arasında yara tedâvisinde kullanılır.

DUYU

Alm. Sinn, Fr. Sensation (f), İng. Sensation. Sinir sistemimize çevreden ve vücudumuzdan çeşitli reseptörler (alıcılar) vasıtasıyla getirilen izlenimler. Çevreden olduğu gibi iç organlardan da uyartılar gelerek sinir sistemimizi uyarabilir. Duyu, çeşitli kısımlara ayrılarak incelenir:

1. Yüseysel (sathî) duyular (Eksteraseptif duyular): Özelleşmiş göz, kulak, dil gibi organlar dışında etrâfımız hakkında deri vâsıtasıyla da bilgi edinmekteyiz. Yüzeysel duyular; dokunma, sıcak, soğuk ve yüzeysel ağrı duyuları olmak üzere dört çeşittir. Bunlardan ilk üçünün deride özel alıcı (reseptör) cisimcikleri bulunur. Yüzeysel ağrı duyusu deride yaygın bulunan sinir uçları tarafından alınır.

2. Derin duyular (Proprioseptif duyular): Eklem kapsülleri, kas ve kirişlerdeki reseptörler vasıtasıyla mafsal ve kaslarımız hakkında alınan izlenimlerdir. Bu duyulardan bir kısmı şuurumuza intikal ederek idrak edilir ve buna göre karşılık verilir. Bunlara “şuurlu derin duyu” denilmektedir. Bir kısım derin duyu ise şuurumuza intikal etmeden beyincik vâsıtasıyla hareketlerimizi etkiler. Bu duyulara da “şuursuz derin duyu” ismi verilir. Kas ve tendonlarımızda (kirişlerimizde) uyandırılan ağrı, titreşim duyusu ve denge duyusu da derin duyulardandır.

3. İç organ duyuları (İnteroseptif duyular): İç organlardaki reseptörler tarafından sağlanan duyulardır.

Kortikal duyular: Beyin kabuğunun parietal bölgesi (kafa yan bölgesi) tarafından yüzeysel ve derin duyular birarada değerlendirilerek sağlanır. Her iki çeşit duyudan faydalanılarak izlenimler elde edildiği için buna “kombine duyu” da denir. Kortikal duyular olarak “Stereognozi” (elimize aldığımız bir cismin şekli, büyüklüğü, ağırlığı ve ne olduğunu anlamak), “Borognozi” (hacimleri aynı olan cisimlerden hangisinin daha ağır olduğunu anlamak), “Topognozi” (uyarıların vücuda uygulandığı yeri anlamak), “İki nokta diskriminasyonu” (uyarılan iki nokta arasındaki mesafeyi anlamak), “Grafestezi” (gözler kapalıyken vücuda elle yazılan yazıları anlamak) gibi duyular sayılabilir.

Duyu yolları: Omurilikten çıkan ön ve arka sinir kökleri, birleşerek “spinal sinir” adını alırlar. Omurlar arasındaki pencerelerden omurga kanalı dışına çıkan spinal sinirler birleşerek sinir ağlarını yaparlar. Omiriliğin tek bir arka kökünden çıkan duyurucu sinir tellerinin dağıldığı deri bölgesine dermatom adı verilir. Her dermatom komşu olduğu dermatomların sinirlerinden de teller alır.

Omurilikten çıkan duyurucu sinir tellerinin sinir hücreleri arka köklerdeki “spinal gangliyon” (omurilik sinir düğümü)larda bulunur. Spinal gangliyonlardaki sinir hücrelerinin çevresel uzantıları hiçbir yerde kesilmeden arka kök, spinal sinir, sinir ağı ve çevresel sinirlerden geçerek deri veya derin dokulardaki reseptörlere ulaşırlar. Duyurucu kafa sinirleri de kendi bölgelerindeki derin veya yüzeysel reseptörlerde sonlanırlar. Sıcak soğuk ve dokunma ile ilgili uyarıları alan derideki özel reseptörlere sırasıyla “Ruffini”, “Krause” ve “Meissner” cisimcikleri denilmektedir. Yüzeyde ağrı için özel bir reseptör yoktur. Şuurlu derin duyu yollarının başladığı reseptörler ise adale, eklem kapsülü ve krişlerde bulunurlar. Spinal gangliyonlar ile duyurucu kafa sinirlerinin gangliyonlarındaki sinir hücrelerinin beyne giden uzantıları taşıdıkları duyu çeşidine göre çeşitli yollar izleyerek neticede, yankafa lobunun (beyinde) “postsantral” kıvrımında sonlanırlar.

Duyu muayenesinde sırasıyla yüzeysel duyular (dukunma, sıcak, soğuk ve yüzeysel ağrı), şuurlu derin duyular (derin ağrı, titreşim, kas ve eklemlerin durumu) ve kortikal duyular incelenir.

DÜDÜKLÜ TENCERE

Alm. Schnellkochtopf (m), Fr. Auto-cuiseur, İng. Pressure cooker. Buharın dışarıya kaçmasını önleyecek şekilde düzenlenmiş bir kapağı bulunan, kapalı basınçlı kap. Çeşitli maksatlar için günlük hayatın çeşitli yerlerinde kullanılır.

En çok kullanma alanı mutfaklardır. Bunun yanısıra sanâyide kâğıt hamuru hazırlama işlerinde kullanılan düdüklü tencereler biraz daha geliştirilmiş bir tipidir. Bunlarda 5,17 ile 7,58 atm. arasında değişen bir basınç teşekkül ettirilip, odun parçalarının lifleri gevşeyip ayrışıncaya kadar ve kağıt yapımında kullanılacak niteliğe gelinceye kadar pişirilmesi sağlanır.

Bir diğer kullanma alanı tıptadır. Burada, mikroptan arındırmak için düdüklü tencerenin geliştirilmiş bir şekli kullanılır. Otoklav adı verilen bu düdüklü tenceredeki yüksek sıcaklık mikroptan arındırma işleminin daha emin olmasını sağlar.

Vücuda zararlı bakterilerin öldürülmesi açısından gıda sanâyiinde de kullanılır.  Bilhasa Botülizm’in (bozuk et konserveleri yeme sonucu ortaya çıkan zehirlenme) önlenmesi için, buharla pişirme usulleri gıda sanâyiinde çok faydalı olmaktadır.

Bütün bu sistemlerde buharın, her hangi bir sebepten patlamasından dolayı kazalara meydan vermemesi için kapaklara veya uygun olan başka yerlere emniyet kapakları takılır. Bunlar fazla basınçta sıkışan buharın tahribat yapmadan emniyetle çıkmasını temin ederler.

DÜELLO

Alm. Duell (n), Zweikampf (m), Fr. Duel (m), İng. Duel. İki kişi arasında önceden kararlaştırılarak, öldürücü silâhla belli kurallara uyularak yapılan dövüş, hesaplaşma. Eskiden düello, savaş öncesi veya iki kişi arasında yapılırdı. Taraflar bu döğüşe müdâhale etmezlerdi. Bu çarpışmalar çok şiddetli olur, çarpışanlardan birinin ölümü ile son bulurdu. Sonradan bu, bir nevi gelenek hâline geldi. Bilhassa Germenler çok düello yaparlardı. Düello Germenler vâsıtasıyla Avrupa’ya yayılmıştır. Özellikle Fransızlar, 16. yüzyılda düelloya çok rağbet göstermişlerdir. Târihi kayıtlara göre Fransa’da on sekiz yıl içinde düelloda 4000 kişi öldürülmüştür. Fransa’da iki kişi yolda karşılaştığında birbirine ilk olarak; “Dün kimin dövüşü vardı?” “Bugün kim dövüşecek?” diye sormak âdet olmuştu.

Fransa’da düello, 19. yüzyıla kadar devâm etmiştir. İngiltere’de ise bundan önce yasak edilmiş, düello edenlere ağır cezâlar verilmiştir. Avrupa’da düello, asiller arasında yayılmıştı. Sıradan bir kimse asillerle düello edemezdi. Bugünkü dünyâ hukukunda düello kânun dışıdır, yasaktır.

Düellonun Kuralları

Fransa’da düello yapacak kimselerin yirmi bir yaşını bitirmiş, altmış yaşını geçmemiş olmaları şarttır. Düello için seçilen şâhitlerin düellonun yapılıp yapılmamasına, hangi çeşit silahların kullanılacağına, düellonun yerini ve zamânını tâyine yetkileri vardır. Şâhitler düellonun ölümle bitip bitmeyeceğine karar veremez. Ancak dövüş durdurulacak mı, yoksa devâm mı edecek bunu kararlaştırabilirlerdi. Düellonun çeşitlerine göre konulmuş kuralları vardı. Düello esnâsında bu kurallara uymak şarttı.

Kılıçla düello: Bu düelloda kılıçların ağırlığı 750 gramı geçmez, düellocular, çarpışma anında birbirleriyle konuşmazdı. Düellonun yerini şâhitler tesbit eder ve şâhit iki düellocunun kılıçlarının uçlarını birbirine değdirterek “Haydi beyler!” derdi. Bundan sonra düello başlamış olurdu. Ortada bastonla bir hakem bulunur, düelloyu en ince ayrıntılarına kadar tâkib eder ve gerekirse düelloyu durdururdu. Hakemin dur emrinden sonra taraflar düelloyu keserdi. Aynı zamanda yere düşmüş bir rakîbe vurmak da yasaktı. Düelloculardan biri yara alır almaz durdurulur, hazır olan doktor yaralıya müdâhale ederek gerekli tıbbî yardımı yapardı. Bundan sonra düellonun sürdürülmesi kararlaştırılırsa düello devâm eder, aksi halde bırakılırdı. Karar vermede doktorun da reyi alınırdı. Ayrıca düelloda, düello yerinin eni en az 3 m boyu ise 30 metreden az olmazdı.

Tabancayla düello: Tabanca ile düelloda yapılan hazırlıklar kılıçla düellonun hazırlıklarının aynısıdır. Yalnız bunda kullanılan tabancalar, hısımların daha önce kullandıkları tabancalar olması şartı vardır. Tabancalar aynı cinsten olup şahitlerin gözleri önünde doldurulur. Sonra bir kutuya konularak mühürlenir ve bu kutu ancak düello anında açılırdı. Düellocular arasında en az 16 ilâ 25 m arasında mesâfe bırakılırdı.

Düellocular tabancalarını ya kollarını başlarına doğru bükerek havaya veya ellerini bacaklarına yapıştırarak yere tutarlardı. Hakem önce “Dikkat!” diye seslenir. Sonra da “Ateş!” emrini verir arkasından saymaya başlardı “Bir... iki... üç”. Hakem sayarken düellocular üç el ateş ederlerdi. Üç dedikten sonra ateş etmek yasaktı. Her iki tabancada üçten fazla mermi bulunmazdı.

Amerika’da ise, düellocular önce sırtsırta durur, kararlaştırılan kadar adım yürüyerek, sonra geriye döner ve birbirlerine ateş ederlerdi.

Düello hakkında kısa bilgiler: Dünyâ edebiyât literatürüne düello, İngiliz gezgin yazarlarından “Crudutues” in Zorbalıklar adlı eseriyle girmiştir. Tiyatro yazarı Shakespeare de eserlerinde düellodan bahsetmiştir. Fransızlardan A. Dumas Pere, Michel Zevaco gibi ünlü yazarlar eserlerinde düelloyu anlatmışlardır. Voltaire ise, dâvet edildiği düelloya gitmez, düellodan nefret ederdi. Napoleon da düelloyu hiç sevmezdi. Rausseau da düellodan hoşlanmazdı. Ünlü Rus şâiri Alexander Puşkın, eniştesi ile düello etmiş ve aldığı yaradan ölmüştü.

Ortaçağda bâzı asilzâde ve krallar kendilerine aylıkla düellocu tutarlardı. Hatta elçiliklerde bile düellocular, parayla tutularak elçiyi korurlardı. Almanya’da üniversite öğrencileri düello kulübü kurmuşlardı. Bu kulübe üye olmak çok zordu. Buraya çalışkan, kâbiliyetli ve seçkin öğrenciler alınıyordu. Bugün düello, hemen hemen dünyânın hiçbir yerinde kalmamıştır. Ayrıca kânunen de yasaktır.

Düello, Batı Avrupa ve Amerika’da yaygın olmasına karşılık, İslâmiyeti kabul eden kavimlerde ve Osmanlılarda hiç rağbet görmemiştir. Bunun sebebi, her ne sebeple olursa olsun, Müslümanların aralarındaki görüş ayrılıklarını mahkeme huzûrunda çözümlemeleri ve bu kutsal makamdan çıkan sonuca derin saygı duymalarıdır.

DÜĞÜN

Alm. Hochzeit (-sfeierlichkeit, -feier) (f), Fr. Noce (f), İng. Wedding feast. Evlenme ve sünnet dolayısıyla yapılan şenlik. Tügmek (bağlamak) kelimesinden “-n” ile yapılmış isimdir. Bu açıdan ele alınınca “nikâh” mânâsına gelir. Zâten kelime “tügmek” yâni  bağlanmak fiilinden “-n” eki ile yapılmış isim olup iki kişiyi nikâh bağı ile bağlanmak anlamına gelir.

İnsanların nesillerinin devâmı ancak evlilikle mümkün olmaktadır. Milletler, yetişecek çocukların âile bağları içinde olmasına çok eski zamanlardan beri dikkat etmişlerdir. Her milletin binlerce yıldır, devâm eden düğün, âdet ve gelenekleri vardır. Bunlar zamanla değişmiş, unutulmuş, yerlerine toplumun inanç ve sosyal durumlarının tesir ettiği tamâmen farklı şekiller ortaya çıkmıştır. Düğün, bâzı milletlerin, din ve yaşayış tarzlarının aynı ortak özelliklerini taşır. Dînî düşüncelerin düğünlerde büyük tesirleri olmuş ve bunlar yüzyıllarca devâm etmiştir. Bugün Avrupa ve diğer Hıristiyan devletlerinde düğünün muhakkak kiliseden geçmesi âdeti, hâlâ eskisi gibi devâm etmektedir.

Örf ve âdetlerine bağlı olan Türklerde düğün, ayrı bir mânâ taşırdı. Zamanla bunlar az veya çok değişmişse de bugün Anadolu’da köy ve kasabalarda devâm etmektedir. Eskiden düğünler genellikle şöyle yapılırdı:

Kıza tâlib olan âile, önce mahalle veya köyün ileri gelen yaşlılarına durumu açar, onların fikirlerini alırdı. Çok kere tecrübeli, güngörmüş, âileleri iyi tanıyan bu zâtlar gönül, hatır dinlemeden fikirlerini bildirirlerdi.

Oğlan evi erkekleri, hatırı sayılır birkaç mahalleliyle birlikte kız evine akşamdan sonra giderlerdi. Anadolu’da buna “dünürcülük” adı verilmektedir. Daha önce fikirleri alınıp, vermeye taraftar oldukları bilindiği için bu gece şerbet içilir, kesin söz alınırdı. Bâzı yerlerde lokum vermek işin tatlıya bağlandığının işâreti sayılırdı. Buna da “söz kesme” denir ve “nişan” için gün tâyini istenirdi. Gün tâyinini ve alınacak şeyleri ekseriyâ kadınlar kendi aralarında kararlaştırırlardı. Eğer önceden anlaşma sağlanmadan kız istenmişse ve vermeye taraftar değillerse bu zaman lokum ve şerbet ikrâm edilmezdi.

Tâyin edilen günde kadınlar kendi aralarında toplanırlar, gelin kıza, kayınvâlide veya hatırı sayılan çok sevilen bir hanım, yüzüğünü takar, eğer bilezik, küpe gibi takılar da varsa onlar da yüzüğü tâkip ederdi. Sonra duâlar edilir, düğün gününün bir an önce olması temenni edilirdi. Erkekler de büyüklerin huzûrunda toplanırlar, sevilen bir zât, evlilik ve mesuliyetleri, dikkat edilmesi îcâb eden hususlar hakkında konuşur, sonra da hayırlı olması dileğiyle yüzüğü takardı. Şeker,  lokum dağıtılır, sonra da şerbetler içilir hayır duâda bulunulurdu. Düğün günü belli olunca, her iki taraftan düğüne çağrılacak olanlar “okuyucu”, “haberci” denilen kimseler tarafından dâvet edilirlerdi. Genellikle Çarşamba ve Perşembe günleri düğünler yapılırdı. Çarşamba gecesi kız evinde “kına yakma” âdeti çok yaygındı. Kızın arkadaşları ve oğlan tarafından gelenler kendi aralarında eğlenirler, mâniler söylerler, kınalar yakarlardı. Ana evinden ayrılmanın zorluğu mâniler ile anlatılır, dokunaklılık son haddine varınca, gelin kız birkaç damla göz yaşı dökerdi. Halk arasında “gelin hem ağlar, hem gider” tâbiri bu gecedeki ağlamadan dolayı söylenmiştir.

Perşembe günü kız evine gelin almaya gelinirdi. Gelinin herkese gösterilmemesine çok dikkat edilirdi. Kızın annesi, yakınları evin avlusunda gelin kapıya varmadan bozuk paraları atarlar, çoluk çocuk da büyük bir zevkle bunları kapışırdı. Kız, oğlan evine gelince kapıdan içeri girmez, kayınbaba ve kayınvâlide hâllerine göre hediyeler verir, bir hayvan kesip üstünden gelin atlatılır (bu daha çok koç olurdu) sonra girerdi. Bu sırada oğlan evinde davullar çalınır, kazanlar kaynardı. Düğün evi herkese açıktı. Karnı aç olan kaynayan kazanlardaki nohuttan, pilavdan, zerde tatlısından ve diğer yemeklerden bol bol yerdi.

Perşembe günü akşamı oğlan evinde yemek için ekserî yaşlıların dâvet edildiği sofra kurulurdu. Yemekten sonra berâberce mahallenin câmisine gidilir, yatsı namazı kılınırdı. Yatsıdan sonra topluca dâmâd evine gelinir, şerbetler içilir, mahalle câmisinin imâmı veya ehil olan başka biri tarafından Kurân-ı kerîm okunarak hazır bulunanlarla birlikte dâmâda tövbe istiğfâr ettirilip dînî nikâhları yapılır, duâ okunduktan sonra, bâzı yaşlılar dâmâdın sırtına îkâz mâhiyetinde vururlar ve gelinin odasına gönderirlerdi. Dâmâd önce iki rekat namaz kılar, geçimlerinin  iyi, çocuklarının sâlih olması için duâ ederdi. Gelinin açılmayan duvağını açabilmek için yüz görümlüğü tâbir edilen hediyeler verilirdi. Sıra tatlı yemeye gelirdi.

Cumâ günü gelin görmeye gelmek bâzı yerlerde âdet olmuştu. Dâmât câmiye Cumâ kılmaya gider. Öğleden sonra gelenler de gelini görürdü. Pazar günü evliliğin tatlı geçmesi için kız evinden bir tepsi baklava gelirdi. Pazartesi günü kız evi, dâmâdı el öpmek için yemeğe dâvet ederdi. Âilece gidilir, yemekler yendikten sonra dönülürdü.

Saraydaki, konaklardaki düğünler ise günlerce sürerdi. Fakir fukarâ için buraları bayram yeri gibi olur, karınlarını doyururlardı. Zamanla bırakılan örf ve âdetler, bilhassa şehirlerde bugün eski düğünlerin unutulmasına sebeb oldu. Anadolu’nun bazı yerlerinde kısmen eski düğünlere benzer düğünler yapılırsa da, genellikle eski yeni karışık, düğünler olmaktadır. Bugün toplumun yaşayış tarzı değişmiş olduğundan şehirlerde düğünler yeni bir hâl almıştır. Bâzı yerlerde hiç düğün yapılmamakta, yapılanlarda ise âilelerin durumlarına göre evde, salonlarda kadın erkek bir arada eğlenilmektedir.

DÜĞÜNÇİÇEĞİ (Ranunculus)

Alm. Hahnenfuss (m), Fr. Rénoncule (m), İng. Buttercup, ranunculus. Familyası: Düğünçiçeğigiller (Ranunculaceae). Türkiye’de yeşittiği yerler: Anadolu.

Nisan-temmuz ayları arasında, ekseriya parlak sarı, nâdiren beyaz renkli çiçekler açan bir veya çok senelik otsu bitkiler. Çiçekler ekseriya tek başlarına 5 veya daha çok parçalıdırlar. Taç yaprakları genellikle parlak sarı renktedir. Yapraklar elsi dilimli veya tam kenarlıdır. Memleketimizde 78 türü bulunmaktadır.

Kullanıldığı yerler: Düğünçiçeği (Ranunculus) türleri yakıcı, tahriş edici, kızartıcı ve zehirli bitkiler olarak tanınmışlardır. Tedâvi sahasında nâdiren kullanılır. Tedâvi maksadıyla kullanılmakta olan türler şunlardır:

Yakıcı düğünçiçeği (R. acer), yumrulu düğünçiçeği (R. bulbosus), bâsurotu (R. icaria) bataklık düğünçiçeği (R. scelerotus).

Bâsurotu ortaçağdan beri bâsura karşı kullanılmaktadır. Saponin, glikozit ve yakıcı bir uçucu yağ taşır. Kavak merhemi ile birlikte hâricen basura karşı verilmektedir.

Bataklık düğünçiçeği ise zehirli olarak tanınmış bir türdür. Hâricen kızartıcı ve kan toplayıcı olarak kullanılır.

DÜĞÜNÇİÇEĞİGİLLER (Ranunculaceae)

Alm. Ranunkulazeen, Hahnenfussgewächse (pl), Fr. Renonculacees (pl), İng. Ranunculaceae. Kapalı tohumlu bitkilerin büyük bir familyasıdır. Bu familya bitkilerinin çoğunluğu nemli yerlerde yetiştiklerinden bu isim verilmiştir. Çoğunluğu Kuzey Yarımkürenin mutedil ve soğukça bölgelerinde yetişen 40 cins, 2000 kadar da türü bulunur. Çoğunluğu zehirli bitkilerdir. Çiçek organlarının dizilişi sarmal, sayıları sâbit değildir. 5’li veya bâzılarında 3’lü yâhut daha çok sayıdadır. Çiçekleri balözü bezleri taşır.

DÜLGERZÂDE

(Bkz. Neccarzâde)

DÜMEN

Alm. Steuer (-ugn/f), n. (Steuer-) Ruder n. Fr. Gouvernail (m), İng. Rudder. Deniz ve hava vâsıtalarına yön vermeye yarayan parça. Yüzmekte olan bir gemide su, dümenin iki tarafından geçer. Bu yüzden dümenin herhangi bir hareketi gemilerin etrafındaki su düzenine tesir ederek harekete sebeb olur. Dümen herhangi bir yöne döndüğü zaman gemi önce dönmek istenen tarafın aksi yönüne, daha sonra dâiresel bir şekilde arzu edilen yöne döner.

Dümenin suyun akış yönü ile meydana getirdiği açıya “hücum açısı” denir. Belirli bir hücum açısından sonra dümenin dönüşü gemi yönünü etkileyemez. Büyük ticâret gemilerinde 35° kadar olan bu açıya, “kritik açı” ismi verilir. Dümenin ilk kıvrıldığı nokta ile, geminin ilk doğrultusuna dik duruma geldiği nokta arasındaki uzaklığa “avans”; yine bu iki nokta arasındaki enine uzaklığa da “transfer” adı verilir. Geminin söz konusu noktalar arasında dönerken çizdiği yayın çapı ise “taktik çap” diye adlandırılır. Bu terimler gemilerin dönme kâbiliyetlerinin ölçüsü olduklarından dümen ve gemi yapımlarında büyük öneme sâhiptir.

Dümenler ilk olarak gemilerin arka tarafını yanlara döndüren kürekler olarak, daha sonraları da gemiye yapışık ve dümen yekliği vazifesi yapan bir kol ile birlikte kullanıldılar. Ne zaman keşfedildiği bilinmeyen kıçtan takma dümenler ise 12. yüzyıldan sonra yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Günümüzde kullanılan dümenler, kıçtan takma olarak kullanılır. Birçok yönlendirme sistemleri de yardımcı sistemler olarak kullanılmaktadır.

Dümen yelpazesini büyük gemilerde kaptan köşkünden idâre edebilmek için araya zincir halat veya elektrik ve hidrolik donanımlar konulur. Kaptan köşkünden dümene komuta gönderilen kısma “dümen dolabı” denir. Dümen dolabı at arabasının tekerine benzer ve sağa sola döndürüldükçe donanım aracılığı ile dümen yelpazesi sağa sola döner.

Gemilere takılan dümen donanımları iki tiptir: Bunlar, elektromekanik ve modern gemilerde bulunan elektro-hidrolik dümen donanımlarıdır. Dümen donanımının görevi kaptan köşkündeki dümen dolabından verilen dönüş emirlerinin süratli ve hatâsız olarak yelkendeki dümen makinasına oradan da dümen yelpâzesine intikalini sağlamaktır. Bu emir iletimi mekanik, elektrik veya elektrik-hidrolik karışımı sistemlerle olabilir. Dümenler; gemi tip ve cesâmetine göre muhteliftirler.

Yönlendirme sistemlerinden jet sistemde, sisteme alınan su “kanatçıklarla” istenen yöne doğru püskürtülür. Bu sistem dönüş alanının mahdûd olduğu yerlerde bilhassa feribot, ırmak gemisi gibi vâsıtalar tarafından kullanılır. Dümenin gerisine bağlı bir pervâne bulunan hareketli dümen sisteminde, pervâne dümenin yalnız meydana getirebileceği itme gücünden çok daha büyük bir itme temin eder. Sikloit pervâne sisteminde ise hem pervâne hem de dümenin işi sikloit pervâne tarafından görülür. Ayrıca sikloit pervâne sistemi geminin olduğu yerde dönebilmesini de sağlar. Parçalı dümen sisteminde, dümene ek olarak bulunan diğer bir kısım asıl dümenin çizdiği yayı büyüterek bu yüzeydeki akışı düzenler. Navyflux tipi iticilerde itiş, suyun yönlendirilerek  dışarı verilmesiyle sağlanır. Pruva itme sistemi kanat açısı ayarlanabilen bir pervânenin sağladığı itme gücü ile çalışır. Bu sistem daha çok düz bir rota izlemek mecbûriyetinde olan gemilerde kullanılır.

Uçaklarda yön tâyini için kullanılan kuyruk bölgesinin arkasındaki kısma da dümen adı verilir. Uçakların dümeni iki kısımdır. Yön tâyin edene “doğrultu” yükseklik tâyin edene “yükseklik dümeni” denir.

Gerek deniz, gerekse hava vâsıtalarında dümenler, vâsıtanın idâre edildiği kısımdan hidrolik veya elektonik bir sistem vâsıtasıyla yöneltilirler.

DÜNYÂ

Alm. Erde Welt (f), Fr. Terre (f), monde (m), İng. Earth, world. Güneş sistemindeki gezegenlerden biri. Dünyânın uzaydan görünüşü mavi olduğu için uzay dilinde dünyâ mavi gezegen ismi ile de çağrılır. Bu mavilik atmosferde bulunan oksijenin, güneş ışığının tayfı neticesidir. Bu mavilik aynı zamanda kâinatta yegâne canlı bulunan yerin dünyâ olduğunu da göstermektedir.

Dünyâ güneşten îtibâren üçüncü büyük gezegendir. Güneşten 149.589.000 km uzakta elipsoidal bir yörünge boyunca dönmektedir. Güneş etrafındaki bir dönüşü güneş yılı olarak târif edilmiş olup 365 gün 5 saat 48 dakika ve 46 saniyedir. Bu dönüşünden mevsimler hâsıl olur. Kutuplardan basık karpuz biçimindedir. Dünyânın yuvarlak olduğunu Avrupalılardan ilk açıklayanlar Kopernik (1540) ve Galile (1640)dir. Bundan çok daha önce dünyânın yuvarlak olup döndüğünü büyük İslâm âlimleri meselâ, Bîrûnî isbat etmişti. Endülüs İslâm Üniversitesinde astronomi profesörü olan Nûreddîn Batrûcî ise 1185 senesinde yazdığı El-Hayat kitabında bugünkü astronomiyi anlatmaktadır. Pekçok Avrupalı Endülüs Üniversitesinde tahsil yapmış, fennin Avrupa’ya yayılmasına çalışmışlardır.

Dünyânın ekvatordaki çapı 12.756,3 km, kutuplardaki çapı ise 12.713,6 km’dir. Ekvator bölgesinde çapın büyük olması dünyânın ekseni etrafında hızla dönüşünün neticesi olabilir. Dünyânın yoğunluğu 5.52 gr/cm3tür. Atmosferinde % 78.09 azot, % 20.95 oksijen ve az miktarda da hidrojen, karbondioksit, helyum, argon, kripton, metan, neon bulunur. Atmosferdeki su miktarı ise % 0.2-0.4 arası değişir.

Dünyâ bir günde, yâni 23 saat 56 dakika 4 saniyede kendi ekseni etrafında bir tur atar. Bu dönmesinden gece ve gündüz hâsıl olur. Dünyânın ekseni yer küresi ile güneş arasındaki doğruya dik olmayıp bu doğruya dik olan aydınlanma düzlemine 23,5 derece eğik olduğu için gece ile gündüz uzunluğu yalnız ekvator üzerinde her zaman eşittir.

Diğer yerlerde eşit olmayıp her ay değişmektedir. Ekvatordan kutuplara doğru gidildikçe gece ile gündüz arasındaki fark artar. Kutuplarda altı ay gündüz, altı ay gece sürer. Gece de tam gece değil yarı karanlıktır. Son yapılan ölçümler ayrıca göstermiştir ki, günün uzaması kısalması, ayın çekim kuvveti etkisi ile dünyâ dönüş hızında yaptığı yavaşlatma sebebiyle de değişmektedir. Güneşin, ayın ve diğer gezegenlerin çekim kuvvetleri etkisi ile 41.000 senelik bir peryotta dünyânın eğimi 23,5 derece ile 22 derece arasında değişir. Her mevsim dünyânın eksenel eğimi farklıdır.

Dünyâ güneş etrafında elips şeklindeki yörüngesinde dönerken güneşten mesâfesi artar ve azalır. En yakın noktada dünyânın ekseni etrafında dönüş hızı da saniyede 960 km artar. Bunun neticesi olarak kuzey yarım kürede kışlar, kısa ve daha ılık geçer. Buna mukâbil güney yarımkürede de yazlar uzun ve serin geçer. Güneşin, ayın ve diğer  gezegenlerin çekim kuvveti sebebiyle yörünge elipsindeki yaklaşma ve uzaklaşma özelliği 25.800 sene ara ile değişir. Kuzey Yarımkürede bugünkü özellikler 12.900 sene sonra tam tersine dönecektir. Kıtaların Kuzey Yarımküresine kümelendiği düşünülürse dünyâ ileride takrar bir buz çağı yaşıyabilir.

Dünyânın Fizikî Özellikleri

Dünyânın toplam yüzey alanı yaklaşık olarak 510.2 milyon km2dir. Bu yüzölçümünün yaklaşık yüzde 70.8’i su ile ve 29.2’si de kara ile örtülüdür. Kıtalar daha ziyade kuzey yarım kürede  toplanmıştır. Coğrafî kuzey kutup, okyanus ortasına; güney kutup ise, buzlarla kaplı Antarktika kıtasına rastlar.

Dünyâ kabuğu devamlı hareket hâlinde olup, radyoaktif maddelerin reaksiyonu ile meydana çıkan ısı neticesi devamlı dışarı itilir. Bu kuvvet yer yer kırılmalar ve yeni toprağın yüzeye çıkmasına sebep olur. Yer kabuğu kalınlığı kıtalarda yaklaşık 35 km, okyanuslarda 4,8-6,4 km mesâfeye ulaşır.

Yer kubuğunu 2900 km kalınlıkta ergimiş metal tabaka tâkip eder. En içeride 3.200 km çapında top biçimde iç kor kütle vardır. Dünyânın kütlesi 5,98X10 27 gram olarak hesaplanmıştır. Dünyâ kabuğunun analiz neticesine göre % 46’sı oksijen, % 28’i silikon, % 11’i kalsiyum, potasyum, mağnezyum ve % 8’i alüminyumdur.

Dünyânın etrafında dönüşü, metal kordan ötürü elektrik akımları doğurur. Bu elektrik akımlarının doğurduğu manyetik saha ise dünyâ üzerinde yaşayan canlıları güneş ve diğer yıldızların yaydığı zararlı parça radyasyonlarına karşı koruma görevi yapar. Manyetik saha yönü değişirse bu değişmenin dünyâ üzerinde yaşıyan canlıların çoğunun ölmesine sebeb olacağı, deniz dibi incelemelerinde bir zamanlar ölmüş olan hayvanlardan anlaşılmıştır. Kayaların incelenmesinden dünyâ manyetik saha yönünün değişmesinin 750.000 ile 7.700.000 senede bir tekrarlandığı anlaşılmıştır. Bugünkü durumun 730.000 sene önce yine aynı olduğu tahmin edilmektedir.

Yer’in İç Yapısı

Yer, yüzeyden merkeze doğru genel olarak üç tabakadan meydana gelir:

1. Litosfer (Taşküre)+ Kabuk: Yerin üzerinde bulunduğumuz katı kısmıdır. Yüzeyden içeri doğru 33 m’de 1° sıcaklık artar. Yer kabuğu yaklaşık 35 km kalınlıktadır. Bu tabakada alüminyumlu silikatlar esas kütleyi teşkil eder. Ortalama yoğunluğu 2,5-3’tür.

2. Pirosfer (Ateşküre)-Örtü (Manto):Kalınlığı 2.900 km’dir. Sima ve Nifesima diye iki tabakaya ayrılır. Merkeze doğru sıcaklığın  kısmen artması sebebiyle bu tabakanın sıvı olması ileri sürülmüş, fakat faaliyette bulunan volkanlardan lavların alınması, deprem dalgalarının hızlarından yerin içinin sıvı olmadığı anlaşılmıştır. Mağnezyumlu silikatlar ve demirli elementlerin bulunduğu bu tabakanın ortalama yoğunluğu 3-5’tir.

3. Barisfer (Ağırküre)-Çekirdek: Ağır madenlerden demir ve nikel bulunur. Ortalama yoğunluğu 11’dir. İç çekirdeğe kütle sebebiyle yapılan basınç 4 milyon atmosfere varır. Çelikten daha sert durumdadır.

Yer’in Dış Yapısı

Yerin etrafını atmosfer adı verilen Lui gaz tabakası sarmıştır. Eski Yunanca Atmos= nefes, sphere= küre, Atmosfer= nefes alınan küre, hava küre demektir. % 78,09 azot, % 20,95 oksijen, % 1’de su buharı, karbondioksit, hidrojen, helyum ve soy gazlar bulunduğu daha önce bildirilmişti. Atmosferin yoğunluğu yere yakın kısımlarda azalır. Yerden yukarı doğru 4 tabaka vardır:

1. Troposfer:16 km’ye kadar uzanır. Atmosferdeki gazların % 75’i bu tabakada bulunur. Sıcaklık 100 m’de 0,56 derece düşer. Meteorolojik olaylar bu tabakada, bilhassa bu hareketlerde önemli rolü olan su buharının olduğu 3-4 km’lik bölümde cereyan eder, 9 km’den sonra solunuma, 17 km’den sonra ateş yakmaya yeterli oksijen bulunmaz.

2. Stratosfer:Troposferden sonra 30-35 km’ye kadar olan tabakadır. Sıcaklık ve hava hareketlerinin nisbeten sakin olduğu bir tabakadır. Ultraviyole ışınlar tesiri ile oksijen gazı ozon hâline döner. 19-45 km arasında ozon tabakası olmasaydı, atmosferden geçen ultraviyole ışınlar şimdikinden 50 defa daha kuvvetli olup yeryüzünde sular dışında hayat olmazdı. Ozon tabakası bugünkünden 2 kat daha fazla olsaydı, yere ulaşan ultraviyole ışınları bugünkünün 10’da biri kadar az olup hayat bu hale gelmeyecekti. Atmosferdeki gazların % 97’si 27 km’ye kadar bulunur.

3. Mezosfer:Stratosferden 80-90 km’ye kadar uzanan tabakadır.

4. İyonosfer:80-90, 250-300 km arasındadır. Seyrek gaz iyonları bulunur. İyonların özelliklerine göre harflerle gösterilen tabakalara ayrılır. İyonların güneşten aldıkları enerji tesiriyle sıcaklıkları fazladır. Ancak insan oralara çıksa, çok seyrek oldukları için bu yüksek sıcaklığı fark edemez. Bu tabaka radyo dalgalarını aksettirir. Kutup ışığı belirir. Füzelerle incelenmektedir.

5. Ekzosfer:300 km’den yukarıdadır. Yer çekimi tesiri çok azalır. Hidrojen ve helyum gibi hafif gazların atom ve iyonları bu çekimden kurtulup uzaya kaçabilir.

Atmosferin sebep olduğu olaylar:

1. Gökyüzünün rengini verir: Güneşten gelen ışınların, % 15’i atmosfer tarafından emilir. % 27’si yeri ısıtır. % 8’i yere çarpıp uzaya yansır. % 25’i atmosferde dağılmaya uğrar.

Dağılmaya uğrayan ışınlar gölge yerlerin aydınlanmasını ve mavi ışınların kırmızı ışınlara nazaran daha fazla dağılması sebebiyle havanın mavi görünmesini sağlar. % 25’in; 16’sı yine yere iner. Havanın sıcaklığı daha ziyâde alttan ısınma  ile olur. Atmosfer olmasaydı, gökyüzü karanlık olacak, gündüzün yıldızlar görünecekti. Güneş gören yerler aydınlık ve sıcak, gölge yerler karanlık ve soğuk olacaktı.

2. Yeryüzünün ısınmasına sebep olur. Yere gelen güneş enerjisi atmosfer sebebiyle uzaya kaçamaz. Hava cereyanları ile güneş gören yerlerin çok sıcak, gölge yerlerin çok soğuk olmasına engel olur. Kış odasının, pencere camından giren güneş ışınları ile ısınması gibi atmosfer sebebiyle de yeryüzü ısınır. Yâni atmosferi geçip yere gelen güneş ışınları atmosferden tekrar uzaya kolayca dönemez.

3. Basınç sebebiyle yerde suyun bulunmasına, buharlaşma yolu ile kaybolmasına sebep olur.

4. Kırılma olayı görülür.

5. Tan olayı meydana gelir. (Bkz. Atmosfer)

Dünyâ İle İlgili Yeni Buluşlar

Dünyâ ile ilgili incelemeler atmosferin bileşimi, hareketleri, dünyâ güneş münasebetleri, atmosfer dışındaki atomik parçacıklar, dünyânın manyetik sahası üzerinde devam etmektedir.

Dünyânın manyetik sahasının, merkezindeki metal kütleden meydana geldiği anlaşılmıştır. Uzaya gönderilen inceleme uzmanları bu manyetik sahanın uzaydan gelen atomik parçaları, elektronları tuttuğunu tesbit etmiştir. Tutulan bu elektronların bir şerit içinde helezonlar çizerek dünyânın manyetik bir kutbundan diğerine doğru yol aldığı anlaşılmıştır. Daha sonraki incelemeler elektron tutan şeridin iç içe iki kuşaktan oluştuğunu göstermiştir. Bütün bu incelemeler 1957 senesinde Sputnik 1’in uzaya fırlatılması ile başlamış Explorer 1, Explorer 3, Explorer 4 gibi birçok inceleme uyduları ve devamlı gönderilen insanlı, insansız uydularla devam etmektedir.

Güneş Radyasyon Parçacıkları

Güneşten gelen parçacık akımları (Plazma) ilk olarak 1919 yılında İngiliz bilim adamı F.A. Lindemann tarafından anlaşıldı. Alman fizikçisi Ludwing F. Biermann kuyruklu yıldızların kuyruklarının neden güneşten uzaklaşacak yönde uzandığını, yine güneşten yayılan  bu parçacıklara bağlamıştır. 27 Ağustos 1962’de Venüs’e gönderilen Mariner 2 uzayda akan parçacıkların güneşten geldiğini kesin olarak tesbit etti. 16 Aralık 1965’te Dünyâ ile Venüs arasında güneş yörüngesine oturtulan Pioneer 6 ise güneşten yayılan parçacıkların muntazam olarak saniyede 307,5 km hızla hareket ettiğini tesbit etmiştir. Güneşten ayrılan radyasyon parçacıkları dünyâ ve gezegenlerin civârından geçerken bu gezegenlerin manyetik sahaları ile dışarıya doğru itilirler. Manyetik sahayı delip geçebilen parçacıklar ise gezegen kutuplarına doğru helezonlar çizerek ilerler.

Uyduların Dünyâ Hakkında Verdiği Bilgiler

15-25 Mayıs 1958 târihlerinde dünyâ etrâfında yörüngeye oturtulan Sputnik 3500 km yükseklikte atmosferin moleküler yapıyı atomik yapıya terk ettiğini gösterdi. Dünyâ etrâfında yörüngeye oturtulan Amerikan ve Rus uydularından alınan bilgilerle, atmosferin bileşimi, iyonosferdeki elektron yoğunlukları, iyonosferdeki elektromanyetik radyasyon ve radyo yayın karakteristikleri, dünyâyı kuşatan küresel manyetik şeritler ve güneş radyasyon parçacıklarının bu manyetik şeritlerden nasıl uzaklaşarak yayıldığı devamlı incelenmektedir. İyonosferin günün muhtelif saatlerinde geometrik yapısının değiştiği anlaşılmıştır. Öğlen vakti 200 km kalınlıkta olan iyonosfer sabah ve akşamları 300-400 km’ye kadar şişer.

Meteoroloji Uyduları

1960’tan îtibâren uzaydan global incelemelerle hava tahminleri yapılmaya başlandı. Uydudaki bir eleman dünyâ yüzeyinden yansıyan veya yayınlanan enerjiyi almakta, böylece bulutların değişimleri tâkip edilmekte, ayrıca hararet ve basınç değişimleri de alınmaktadır. Bu metod dünyâ yüzeyindeki kimyasal madde ve mâdenler hakkında da bilgi verir. Uydulardan alınan muhtelif bilgiler bilgisayarlarda analiz edildikten sonra meteorolojik, jeolojik tahminler yapılmaktadır.

Uydulardan çekilen resimler hem normal fotoğraf hem de enfraruj ışıkla çekilebilir. Enfraruj ışık gece de fotoğraf çekmeye yarar. Bu şekilde fotoğraf çeken, bulut, hava ve okyanuslardan yayılan enerjileri voltaj veya akım olarak hisseden birçok uydular (Tiros-Television-İnfrared Orbital Satellites) dünyâ etrâfında yörüngelerinde dönmektedir.

Uyduların yörüngeleri ve dönüş hızları farklı olabilir. Meselâ her öğle vakti kutuplardan ekvatoru geçen (ESSA) uyduları her zaman normal fotoğraf çekebilirler. Çünkü devamlı gün ışığı bulunan bölge üzerinde dolaşırlar. Dünyâ dönüş hızıyla aynı hızda yörüngesinde dönen GOES uyduları ise dünyâ dönüşüne göre sâbit oldukları için bulutların ve yüzeyin gece gündüz devamlı normal ve enfraruj resimlerini çekerler.

Eski Dünyâ

Uzaydan radar dalgaları ile görüntülenen yerlerin jeolojik yapıları daha ayrıntılı olarak görülebilmektedir. 14 Kasım 1981 günü uzayda yörüngesinden radar dalgaları ile tesbitler yapan Columbia uzay mekiğinin çektiği resimlerin analizi çok hayret vericiydi. Sahra kumlarının altında milyonlarca sene önce mevcut olan geniş nehir yatakları bulunmaktaydı. Colombia bu tesbitlerini radar fotoğraf makinası (SIR-A) ile yapmıştı. 1,3 sigahertz frekanslı 23 cm dalga boyu olan mikro dalga, gevşek sahra toprağının 5-6 metre derinliklerine ulaşabildiği için bu nehir yataklarını tesbit edebilmiştir. Nehir yataklarının bulunduğu yerlerde sonradan araştırmacıların yaptığı kazılarda gerçekten nehir yatakları ortaya çıkarılmıştır. Eylül 1982’de Mısır Çölünde böyle bir bölgede bir metre derinliğine inildiğinde nehir yatağı ortaya çıkarılmış ve bu yatak içinde ise, eski devirlere âit âlet ve silahları andıran araçlar bulunmuştur.  Arkeolojistlerin yaptığı tahminlere göre 200.000 sene önce bu bölgeler, sahra yeşillik ve akarsularla dolu olup insanların yerleştiği yerlerdendi.

DÜNYÂ BANKASI

Alm. Weltbank, İnternationale Bank für Wieder ausfbau und wirstchaftliche Entwicklung (IBRD) , Fr. Banque Internationale, Banque Internationale de Reconstruction et de Développement (BIRD) , İng. World Bank, International Bank for Reconstruction and Development (IBRD). Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası. Üye ülkelerin kalkınmasına katkıda bulunacak üretim projelerine finansman sağlayan Birleşmiş Milletlere bağlı mâlî bir kuruluştur. 1944’te ABD’de Bretton Woods’ta Uluslararası Para Fonu (IMF) ile birlikte kuruldu. 1946’da fiilen faaliyete geçmiştir. Kuruluşunun ilk yıllarında savaş sonrası Batı Avrupa ekonomilerinin îmârı için finansman sağlamış, daha sonraları gelişmekte olan ülkelere kredi vermeye başlamıştır.

Dünyâ Bankası, 1956 yılında gelişmekte olan ülkelerde özel kesime kredi sağlama fonksiyonunu üstlenen bir kuruluş olan Uluslararası Finans Kurumunu (IFC) kurdu. 1960’ta ise, yine gelişmekte olan ülkelere daha iyi şartlarla kredi vermek maksadıyla Uluslararası Kalkınma Birliğini (IDA) kurdu. Böylece üç ayrı kuruluşu (Dünyâ Bankası, IFC ve IDA) içine alan Dünya Bankası Grubu (The World Bank Group) ortaya çıktı.

Dünyâ Bankasının nihâî yönetimi üye ülkelerin elindedir. Kararlar üye ülkelerin Mâliye Bakanları veya Merkez Bankası başkanlarından teşkil edilen Guvernörler Kurulu tarafından alınır. Ülke temsilcilerinin kullandıkları oylar eşit olmayıp, ilgili ülkelerin oy verme güçlerine bağlıdır. Oy verme gücü de Banka’ya ödedikleri âidâtla bağlantılıdır. Dünyâ Bankasına üye olan ülkeler aynı zamanda Uluslararası Para Fonu (IMF) üyesidir. Her iki kuruluşun toplantıları genellikle birlikte yapılır.

Dünyâ Bankası üç tip kredi açar. Bunlar; proje kredileri, program kredileri ve millî para kredileridir. Bankanın temel kredi politikası proje kredilerine dayanır. Diğerleri istisnâîdir. Dünyâ Bankası proje kredisi açma kararı verirken, teklif edilen projeleri ekonomik, mâlî ve teknik yönlerden analize tâbi tutar. Banka’nın yapmış olduğu incelemeler sâdece projeyle kayıtlı değildir; bu arada ülkenin uyguladığı genel ekonomik ve mâlî politikalar da gözden geçirilir. Banka’nın herhangi bir ülke hakkındaki değerlendirmeleri sâdece kendi vereceği krediler açısından değil, öteki finansman çevreleri, yâni sanayileşmiş ülkeler, özel tîcârî  bankalar, kalkınma bankaları bakımından da büyük ehemmiyet taşır.

Banka’nın kredi politikalarında ve koyduğu kriterlerde 1970’lerden sonra önemli değişmeler olmuştur. Temel ihtiyaçların karşılanması ve yoksullukla mücâdele gibi amaçlar ön plâna geçmiştir. Belirtilmesi gereken diğer önemli bir nokta, 1980’de “Yapısal Uyum Kredisi” (Structural Adjustment Credit) programının uygulamaya konulduğudur. Bu programa göre orta ve uzun vâdeli bir perspektif içinde ekonomik kalkınma ve dış dengenin gerçekleştirilmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu arada tarım ve tarıma dayalı endüstrilerin geliştirilmesine özel bir önem verilmektedir.

DÜNYÂ SAĞLIK TEŞKİLÂT (WHO)

Birleşmiş Milletler Teşkilâtına bağlı sağlık kuruluşu. Sağlık şartlarının iyileşmesi için, milletlerarası işbirliğini sağlamak maksadıyla 1948’de kuruldu.

1923’te kurulan Milletler Cemiyeti Sağlık Teşkilâtı ile 1909’da kurulan Uluslararası Toplum Sağlığı Dâiresinin görevlerini devr alan WHO, salgın hastalıklarla mücâdele, sağlık konusunda milletlerarası işbirliği ve bilgi alış-verişi yapmaktadır. Yıllık Dünyâ Sağlık Konferansları düzenler. Bu konferanslar teşkilâtın genel yönetim politikasını tesbit eder. Bir yürütme kurulu ile uzmanlardan meydana gelen dâimî teşkîlâtı bulunmaktadır. Teşkilâtın başında bir genel sekreter bulunur.

Teşkilâta 150’den fazla devlet üye olmuştur. Gelirini üye devletlerin yaptığı yardımlarla sağlar. Teşkilâtta, Türkiye’den de uzmanlar bulunmaktadır.

DÜNYÂ SAVAŞLARI

Alm. Weltriege, Fr. Guerresmondiales, İng. World wars. Cihan Harpleri veya Harb-i Umûmî adları ile de bilinen iki büyük dünyâ savaşı vardır. Birincisi 1914-1918 yılları arasında Avrupa, Rusya, Ortadoğu, ABD ve başka bâzı bölgeleri kapsayan milletlerarası savaş. Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti ve Bulgaristan’ın meydana getirdiği İttifak Devletleriyle Fransa, İngiltere, İtalya, Rusya, Japonya ve ABD’den müteşekkil Îtilâf Devletlerini karşı karşıya getiren bu savaş, İttifak Devletlerinin yenilgisiyle sona erdi. (Bkz. Birinci Dünyâ Savaşı)

İkinci Dünyâ Savaşı ise 1939 yılında başlayıp 1945 yılına kadar sürdü ve dünyânın hemen her yanını etkisi altına aldı. Birincisi Dünyâ Savaşının netîcelendiremediği meselelerin getirdiği 20 yıllık bir sıkıntılı dönemin sonunda patlak veren savaşta Almanya, İtalya ve Japonya’dan müteşekkil Mihver Devletler ile Fransa, İngiltere, ABD, SSCB ve Çin’in meydana getirdiği Müttefik Devletler karşı karşıya geldi. Mihver Devletlerin yenilgisi ile biten savaşın sonunda dünyâda yeni güç dengeleri ortaya çıktı. (Bkz. İkinci Dünyâ Savaşı)