DİYOT
Alm. Diode (f), Fr. Diode, (f), İng. Diode. Genel olarak elektron tüpleri adı verilen vakumlu elektronik devre elemanlarından ilki olan iki elektrotlu bir düzen. Elektronların boşluktaki hareketlerine ilişkin fizikî özelliklere dayanılarak geliştirilmiştir.
İlk önce vakumlu diyot lambaları bulunmuştur. Vakumlu diyot ideal olarak elektrik akımını bir yönde geçirip diğer yöne doğru geçirmeyen iki uçlu bir eleman olarak kabul edilebilir. Havası boşaltılmış bir cam tüpe yerleştirilmiş anot ve katot denilen iki elektrot ve katodun ısıtılması için bir flamandan ibârettir. Anot genellikle katodu çevreleyen bir silindir şeklinde yapılır. Katot ısıtılıp anodun gerilimi katoda göre pozitif tutulduğunda salınan elektronlar anot tarafından çekilirler. Böylece bir elektrik akımı hâsıl olur. Akacak olan akımın miktarı anot-katot geriliminin değerine bağlıdır.
Yarı iletken devre elemanlarının keşfinden sonra elektron tüplerinin kullanılma alanları gitgide daralmış bulunmaktadır.
Yarı iletken diyot n ve p gibi farklı iki yarı iletken malzemenin bir yüzey boyunca temas ettirilmesi ile meydana getirilmiştir. Elektrikî özellikleri vakumlu diyotla esas olarak aynıdır. Daha dayanıklı ve uzun ömürlü olması, daha hafif ve küçük boyutlu olması, daha az güç harcamaları vakumlu diyot lambaya olan üstünlükleri arasında sayılabilir.
Zener diyot: Zener diyotlar ters gerilim altında (anoduna eksi katoduna artı) kullanılan özel diyodlardır. Diyotlara ters yönde gerilim uygulandığında akım geçirmezler. Fakat bu ters gerilim arttırılırsa belirli bir değerden sonra akım geçmeye başlar. İşte bu noktaya zener (çığ) noktası denir. Bu noktadan sonra zenere uygulanan voltaj artsa da zener üzerindeki voltaj değişmez, akım ise çok hızlı artar. Akım çok artırılırsa zener diyot bozulur. Zener diyodun bu özelliğinden istifâde edilerek akım değişmelerine karşı voltajın sabit kalması istenen yerlerde kullanılırlar. Zener hangi voltajı sabit tutuyorsa o voltajla anılırlar (9 voltluk zener gibi). Zener diyotlar mutlaka ters gerilim altında ve bir dirençle seri bağlı olarak kullanılırlar.
Alm. Knie Gelenk (n), Fr. Joint dugenou (m), articulation dugenou, İng. Knee-Joint. Vücudumuzdaki en büyük mafsal. Baldır kemiği (tibia) ve uyluk kemiği (femur) arasında yer alır. Bu mafsalın iç ve dış yan bağları çok sağlam olduğundan, çıkıkları çok az görülür, fakat diğer rahatsızlıklarına (romatizmal hastalıklar, menisküs, mafsal iltihabı) sık rastlanır. Bunun da sebebi, mafsal boşluğunun fazlaca girintili çıkıntılı ve mafsal yüzeylerinin geniş olması, mafsalın dıştan korunmasının azlığı olarak gösterilebilir.
Uyluk ve baldır kemikleri arasında yer alan bu mafsalın ön yüzü, dizkapağı kemiği (patella) ile temastadır. Bu üç kemiğin mafsal yüzleri kalın bir hyalin kıkırdak doku ile döşelidir. Bunun sebebi, mafsal yüzeylerinin ağır mekanik tesirler altında bulunmasıdır. Baldır ve uyluk kemiklerinin birbirine daha iyi uymasını sağlayan ve hareket esnâsında değişen durumlara göre mafsal yüzeyleri arasındaki ilişkiyi ayarlayan iki tane menisküs vardır. Bu menisküsler sert kıkırdak dokusundan yapılmıştır. Menisküsler, mafsalın ağırlıktan zarar görmemesi için amortisör vazifesi görürler. Menisküsler ameliyat ile çıkarılırsa, mafsal hareketinde pek büyük bir noksanlık görülmez. Sâdece merdiven ve yokuş çıkarken bacağın gerilme hareketi zorlaşır.
Diz mafsalının bir kapsülü ve bu kapsülü dıştan kuvvetlendiren ön, yan, arka bağlar, ayrıca eklem içi bağlar da vardır. Diz mafsalı çevresinde “bursae” ismi verilen içi su dolu kesecikler de vardır ki bunlar mafsalın hareketleri sırasında, mafsal bağlarının kemik üzerine yapacağı tazyik ve sürtünmeyi azaltır. Diz mafsallarının vazifesi, fleksiyon (bacağın bükülmesi) ekstensiyon (bacağın düz hâle getirilmesi) ve biraz da rotasyondur (bacağın kendi ekseni etrâfında sağa-sola dönmesi). Fleksiyon hareketi 130-150°’dir. Ekstensiyon hareketi 180°’dir. İçe rotasyon 5-10 derece, dışa rotasyon hareketi ise 40-50 derece kadardır. Bu hareketlerde çeşitli hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan kısıtlanmalar, yürümeyi değişik derecelerde aksatır.
Alm. Dysenterie, Fr. Dysenterie, İng. Dysentery. Şiddetli ishal ile karakterize bir kalın barsak hastalığı. İki ana şekli vardır: Basilli dizanteri ve amipli dizanteri. Dizanteri eskiden beri bilinen bir hastalıktır. Amipli ve basilli dizanteriler arasındaki ayırım ancak son asırda tesbit edilmiştir. Önceleri bu iki tip dizanteri birbirine karıştırılmıştır. Eldeki bilgilere göre dizanteriyi ilk defâ M.Ö. 380’de İran ordusundaki bir salgın sırasında Herodotus tesbit etmiştir. Askerî hareketlerde, savaşlar esnâsında, toplumların kötü beslenme şartları ve göç gibi sağlık kurallarına dikkat etmedikleri zamanlarda sık sık dizanteri salgınları görülmüştür. Basilli dizanterinin benzeri belirtileriyle seyreden amipli dizanteri 1859’dan sonra ayırt edilmeye başlandı. 1898’de Shiga, Japonya’da dizanterili hastalardan dizanteri basilini üretti, şifâ bulduktan sonra, bunların büyük abdestten kaybolduklarını tesbit etti. Basilli dizanteri salgınlar yapabilmekte, amipli dizanteri ise tek tük vak’alar hâlinde görülmektedir.
Basilli dizanteri
Shigella grubu mikroplar tarafından meydana getirilir. Tek tük vak’alar hâlinde yurdumuzun her yerinde devamlı olarak vardır. Şartlar müsâit olunca salgınlar da yapar. Dizanteri basilinin kaynağı insanlardır.
Bulaşma: Direkt temas ile veya su, besin maddeleri ile dolaylı yoldan olur. Direkt bulaşmada, hastanın ellediği kapı tokmakları, çatal, kaşık, bardak, havlu ve helâ musluklarından alınan basiller de söz konusudur. Dizanteriyi hafif geçirenler, yatmaya ihtiyaç duymadan ayakta gezenler, hastalığı kolayca yayarlar. Bir insanda hafif hastalık yapan dizanteri basili, diğer bir insanda ağır bir hastalık tablosuna yol açabilir. Hastalığı hiçbir belirti vermeden geçiren dizanteri taşıyıcıları da vardır. Dolaylı bulaşmada besin maddelerinin mikropla kirlenmesi durumu görülür. Portör (hastalığı belirti vermeden taşıyan) satıcı, aşçı, garsonların ve diğer gıdâ ile uğraşanların basili bulaştırması ile ekmek, süt, su, salata, meyve gibi pişmeden yenen ve içilen maddelerden, hastalık kolayca alınmaktadır. Dizanterinin yayılmasında karasinekler de rol oynar.
Dizanteri salgınları yaz aylarında çıkar. Denize dökülen lağımlardan karışan basillerle plajlarda hastalığı almak mümkündür. Dizanteriye her cins ve yaştaki kişiler yakalanabilir. Çocuk ve yaşlılarda, diğer bir hastalığın nekahatinde bulunanlarda, dolaşım yetmezliği olanlarda, hâmilelerde ve veremli olanlarda ağır seyreder. Hastalığın kuluçka süresi, ortalama olarak 3-6 gün arasında değişir.
Belirtileri: Kuluçka dönemini tâkiben âni olarak başağrısı, halsizlik, kusma, titreme ile ateş yükselir. Karın ağrısı ile birlikte ishal başlar. Hasta günde 10 ile 120 kere arasında helâya gider. Büyük abdest içinde kan, balgam ve cerahat mevcuttur. Dışkılama karın ağrısını tâkib eden buruntuyla başlar. Arkasından şiddetli bir ağrı ile barsak muhteviyatı dışarı atılır. Bâzan hasta helâya gidemeden yatağına dışkılar.
Dilin üstü paslıdır. Hastalık ilerledikçe dil şişer. Karın muayenesinde kalın barsaklar sucuk gibi ele gelir ve ağrılıdır. Ayrıca, mide-barsak sindirim salgısında azalma olduğundan hazımsızlık da ortaya çıkar. Barsakta gaz vardır. İdrar yaparken yanma, bazan durdurulamayan hıçkırık vardır. Tansiyon, hastalığın 2-3. günü düşer, nabız sayısı artar.
Çocuklardaki dizanteri daha değişik seyreder. Çocuklarda sinir sistemi belirtileri fazladır, huzursuzluk, durgunluk, havaleyle seyreder. Su kaybı belirtileri çoktur. Dışkıda balgam boldur. Dışkı yeşil renktedir. Dizanteri erişkinlerde 10-15 gün sürer. Müzminleşen dizanteri ise gelip geçici şifalarla senelerce sürebilir. Uygun bir tedâvi ve rejimin yapılmaması ve basilin husûsiyetlerine bağlı olarak dizanteri müzminleşebilir. Müzmin dizanterinin iki şekli vardır:
Dispeptik müzmin dizanteri: Büyük abdestte kan ve balgam kaybolduğu hâlde ishâl devâm eder. Besinlerin hazmedilememesi söz konusudur. Büyük abdest oldukça fenâ kokuludur. Kalın barsakta ülserli ve kanayan noktalar vardır.
Komplikasyonlar (Hastalığın seyrinde ortaya çıkabilen durumlar): Makat çevresi apseleri, prolapsus ani (makatın dışarı çıkması), sidik kesesi iltihâbı, dizanteri romatizması, göz kapağı mukozasının iltihâbı (konjiktivit), idrar yolu iltihâbı, kaslarda felç nâdir de olsa görülebilir. Dizanterilerde ölüm oranı % 5-10 arasında değişir. Çocuk ve yaşlılarda fazladır. Türkiye’de dizanteriden ölüm oranı, batı ülkelerine göre daha düşüktür. Basilli dizanteri tipik belirtileri ile kolayca tanınır. Fakat amipli dizanteriden klinik belirtileri ile ayırt edilemez. Kesin teşhis, büyük abdestten kültür yaparak dizanteri basilini üretmekle konulur.
Tedâvi: Hasta, yatak istirahatine alınır (hastahânede yatırmak en uygunudur). Önce beslenmesi ayarlanır. Bol sıvı verilir. Hasta pirinç çorbası ile beslenir. Posa bırakan gıdalar verilmez (sebze, meyve gibi). Midede azalmış bulunan hidroklorik asit, limonata şeklinde veya özel ilâçlarla tamamlanır. Yemekten sonra, sindirim enzimleri ihtivâ eden ilâçlar verilir. Yiyebilen hastalara ekşi elmaların rendesi faydalıdır. Şiddetli ağrılara karşı; karın üzerine sıcak su torbaları ve termofor koymak iyi gelir, geceleri ilâç verilir. İshal azalıp büyük abdest şekillenmeye başlayınca, ızgara köfte, pirinç ve patates püresine geçilir. C, K ve B vitaminleri de verilir.
Tedâvide ilâç olarak en mühimi, direkt olarak basil üzerine etkili olan ilâçlardır. Bunlar arasında; tetrasiklin, kloramfenikol, sulfamidler ve streptomisin sayılabilir. Bu ilâçlar, mutlaka bir doktorun denetiminde kullanılmalıdır.
Korunma: Hastalar, sağlamlardan ayrılır, büyük abdest dezenfekte edilmeden helâlara dökülmez. Dizanteri nekahetleri ve taşıyıcıları, besin maddeleri işçiliğinden muaf tutulur. Sular klorlanır. Sütler iyi kaynatılır veya pastörize edilir, çiğ sebze ve meyveler temiz ve bol su ile yıkanır. Salgınlar esnâsında çiğ sebze ve meyve yememelidir. Besinler kara sineklerden korunmalı, el temizliğine itina göstermelidir. Korunmada yaygın olarak kullanılan bir aşısı yoktur.
Amipli dizanteri:
Entamoeba histolytica ismi verilen bir amip tarafından meydana getirilen, dizanteri şeklidir. Bu amip, insanlara âit bir parazittir. Bunun bir canlı hareketli şekli, bir de kist şekli vardır. Tabiatta ancak kist şeklinde bulunur. Amipli dizanteri tropik ve subtropik iklim bölgesinde yaygındır. Birinci Cihan Savaşında Mısır’daki kamplarda esir kalan er ve subaylarımızla yurdumuza gelmiş ve Anadolu’nun soğuk sıcak her bölgesine yayılmıştır.
Amibin kaynağı insanlardır. Canlı şekli dayanıksız olduğundan, bulaşmada önemli değildir. Bulaşmada dayanıklı olduklarından kistler rol oynamaktadırlar. Sulara, çiğ yenen besinlere karışarak hastalığa yol açarlar. Hastalığın bulaşmasında karasineklerin de rolü büyüktür.
Amipli dizanteri tek tük rastlanan bir hastalıktır. Basilli dizanteri gibi salgınlara pek yol açmaz. Ağızdan alınan kistler, doku içinde ilerler, barsakta ülserlere neden olur. Amipler bâzan portal damar (karaciğer kapı toplardamarı) içine girerek karaciğere ulaşır, netîcede abselere yol açar. Kan yoluyla ulaştığı, diğer organlarda da apse yapabilir. Had amipli dizanteri genellikle kistler alındıktan 8-10 gün sonra ortaya çıkmaktadır.
Belirtileri: Belirtilerin derecesi iklime, kişinin bünyesine ve amibin cinsine göre değişiklikler gösterir. Had amipli dizanteri, hastalığın klasik şeklidir. Belirtiler basilli dizanteriye benzer. Farklı olarak, bunda genellikle ateş yoktur. Ancak barsakta gelişen diğer bir enfeksiyon veya karaciğer apsesi gibi bir komplikasyon olursa ateş yükselir. Hafif belirtiler ve nöbetlerle tanınmayan amipli dizanteri veya had safhadayken yeterli tedâvi görmeyen veya hiçbir hekim tarafından müdâhale edilmeyen vak’alar müzminleşir. Amip hâli denen hafif hastalık, müzmin dizanterinin meydana gelmesinin başta gelen sebeplerindendir. Komplikasyonları: Barsak gangrenleri, barsak kanamaları ve delinmeleri, barsakta kanser gelişimi, hepatit (karaciğer iltihâbı) karaciğer absesi ve diğer organ abseleri sayılabilir. Amipli dizanteri; ishal yapan diğer hastalıklarla ve en çok da basilli dizanteri ile karışır. Kesin teşhis; büyük abdestten (tâzeyken) alınan bir parçanın mikroskopla incelenip, amiplerin görülmesiyle olur.
Tedâvi: En mühim ilâç emetindir. Chloroquine, metronidazol de etkilidir. Diğer hususlar basilli dizanteride olduğu gibidir.
Korunma: En mühim husus, hastaları tedâvi etmek, portörlük (taşıyıcılık) ile bulaşmasına engel olmaktır. Diğer hususlar basilli dizanterideki gibidir.
Alm. Dieselmotor, Fr. Diesel. İng. Diesel. Kuvvetle sıkıştırılmış hava içine püskürtülen yakıtla çalışan içten yanmalı bir motor tipi.
Dizel veya Diesel olarak bilinen bu motor teknikte büyük güçlere ihtiyaç duyulması sebebiyle keşfedilmiştir. Gelişmesinde Alman şirketlerinin büyük faydaları olmuştur. Kara taşımacılığında kullanılan ilk dizel motorlar 1922’den îtibâren îmâl edilmeye başlandı. Denizcilikte kullanılan dizellerin yapımları her ne kadar 1910’da başladıysa da gerçek mânâda küçük teknelerde kullanılabilen tipleri ancak 1929’dan îtibâren îmâl edildi. Bu târihlerden îtibâren kara taşıtlarında istenilen 40-50 beygir gücünde motorlar yapılmaya başlanmıştır. İkinci Dünyâ Savaşının başlarına kadar dizel motorları demiryolu taşımacılığında, traktörlerde, inşâat makinalarında, gemilerde, sanâyinin çeşitli alanlarında güç kaynağı olarak kullanıldıysa da ufak güç isteyen yerlerde tercih yine benzin motorlarındaydı. Günümüzde az masraflı olma özelliğinden dolayı benzinli motorlara tercih edilmektedir.
Çalışma prensibi: Dizel motoru içten yanmalıdır. Piston aşağı inerken, silindire hava dolar. Piston yukarı çıkınca bu hava sıkıştırılır. Sıkıştırma oranı benzininkilerden çok yüksek olup (1, 12 ile 1, 25 arası) mertebesinde olduğu için, havanın sıcaklığı 500°C’nin üstüne çıkar. Piston üst ölü noktaya yaklaşırken, silindire, üstteki bir enjektör memesinden yakıt püskürtülür. Yakıt sıkıştırma sonucu ısınmış olan havayla karışınca, kendiliğinden tutuşur. Mazot 80°C’den îtibâren tutuşmaya başladığı için yangın tehlikesi benzininkine nazaran daha azdır.
Dizel motorların bitkisel yağlardan, tabiî gaz ve benzinlere kadar akla gelen her yakıta uygulanabilme özelliği vardır. Fakat dünyâda en çok kullanılan, ham petrolden elde edilen mazottur.
Dizel motorlarında püskürtme: Mazotun püskürtülmesi püskürtme memesi ile yapılır.
Açık püskürtme ve kapalı püskürtme olarak iki türü mevcuttur. Bu tiplerden en çok kullanılan kapalı püskürtme tipidir.
Kapalı püskürtmelerde püskürtülen yakıtın geçtiği yol bir meme iğnesi ile kapalıdır. Özel bir yay iğneyi yerinde tutar. Pompa çalışınca mazot basıncı iğneyi yuvasından kaldırarak mazotu püskürtür. Püskürtme işi sona erince de yay iğneyi yuvasına getirerek gaz püskürtülmesini keser. Açık püskürtme işinde; püskürtme işini gören bir çok delikler bulunur. Her bir deliğin püskürttüğü yakıt hüzmeleri birbirleriyle karşılaştıkları ve çarpıştıkları için yelpaze şeklinde püskürtülür.
Püskürtmeçler, hacimleri 3 litreden fazla olan dizel motorlarında çok delikli olurlar.
Dizel motorları yapılış şekillerine göre üç bölüme ayrılır:
1. Yanma odalı dizel motorları: Bu çeşit dizel motorların silindir kapaklarında özel olarak yapılmış yanma odaları bulunur. Bu odalara sıkıştırma zamanlarında gerekli oranda hava sıkıştırılır. Mazot bu odacık içerisine püskürtülerek yüksek ısı altında yanması ve pistonları çalıştırması sağlanır.
Bu tip motorlarda mazot püskürtme pompaları da alçak bir basınçla (santimetrekareye 60-80 kg) çalışırlar. Bu motorlarda soğuk havalarda motorun kolayca çalışabilmesi için kızdırma bujileri vardır.
2. Anaforlu dizel motorları: Bu motorların silindir kapaklarında da birer yanma odaları mevcuttur. Motorun sıkıştırma zamânında bu odalara belirli hava sıkışır. Mazot bu yanma odaları ile silindirleri birleştiren kanalların çok yakınlarına ince tozcuklar şeklinde püskürtülür. Yakıtın ilk hüzmeleri yanma odalarına geçerek yüksek sıcaklık altında kendi kendine ateşlenir ve geri dönerek gerideki yakıtları da yüksek bir basınç ve anafor altında yakarak pistonların üst ölü noktadan alt ölü noktaya doğru itilmesini sağlar. Bu tip motorlar santimetrekareye 120-150 kg basınçla çalışırlar. İlk ateşlemeler bunlarda da kızdırma bujileriyle yapılır.
3. Püskürtmeli dizel motorları: Diğer dizel motorlarına göre yüksek hızla çalıştıkları için daha verimli motorlardır. Yakıt doğrudan doğruya, diğerlerinden farklı olarak yanma odasına püskürtülür. Yanma odalarında santimetrekareye 150-350 kg bir basınçla sıkıştırılan hava, püskürtülen yakıtı kolayca yakar ve verimi arttırır.
İki zamanlı dizel motorları: İki zamanlı motorlarda anamilin bir defa (360 derece) dönmesiyle çevrim tamamlanır, sâdece yakıt ve hava karışımıyle çalıştıklarından benzine nazaran daha verimlidir (Benzinlerde hava+yakıt+yağ karışımı).
Piston, yanmış gaz basıncı ile alt ölü noktaya doğru inerken emme ve egzoz kapaklarının ağzını açar. Emme kapağı havayı, pompadan silindire doğru verir. Bu da egzoz gazlarının aşağı doğru iletilmesine ve silindirin karışımdaki egzoz deliğinden dışarı çıkmasına yol açar. Piston yukarı çıkarken, kapakları örterek, silindirin her tarafını kapatır ve silindirin üst kısmına yakıt püskürtmeden önce, temiz havanın sıkıştırılmasını temin eder. Bu tür sisteme ters süpürme denir.
Tek atışlı süpürmede de, silindirin kenarında bir emme kapağı vardır. Egzoz gazları silindirin üst kısmındaki kapakçıktan dışarı atılır. Bu kapakcıklar bir tane veya daha fazla olabilir. Kapakçıklar emme kapağının üstünün açılmasından biraz daha önce açılır. Bu durumda basınç altında bulunan gazlar, silindirden dışarı çıkmaya başlar.
Dizel motorların benzine göre üstünlüğü
1. Benzin motorlarında teorik olarak hesaplandığı kabul edilen % 75 ısı enerjisi, % 25’e yakın bir işe dönüşebildiği hâlde, bu oran dizel motorlarında % 65 ısı enerjisinden % 35 gibi faydalı bir iş elde edilir ki, bu dizel motorlarındaki yüksek basınç ve ısıdan dolayı verimin benzine göre % 10 daha fazla olduğunu göstermektedir.
2. Dizel motorlarında beygir saat başına 100-200 gr civârında mazot sarfiyâtı olduğu hâlde, bu durum benzinde 300 gr civârında seyreder.
3. Çekiş gücü uygulama safhasında dizellerde daha fazla, benzinlerde daha azdır.
4. Mazotun tutuşma derecesi 80°C’den îtibâren başladığı hâlde benzinlerde oda sıcaklığında olur. Bu durum benzinlilerde dizellere göre yangın tehlikesinin daha çok olduğunu gösterir.
5. Dizel motorlar bitkisel yağlar dahil olmak üzere benzinin yüksek oktanlısına kadar her türlü yakıtla çalışabildiği hâlde benzili motorlarda yalnız benzin kullanılır.
6. Ateşleme donanımı benzine göre daha basit olduğu için ârızaları daha azdır.
7. Benzinli motorların egzoz gözlerinde daha fazla CO2 olmasına karşılık dizel motorların egzoz gözlerinde daha az CO2 vardır.
8. Dizel motorlarındaki işletme giderleri aynı işi görecek benzinli motorlara göre yarıdan daha azdır.
Kullanıldığı yerler: Ticârî nakliyat taşıtlarında ve inşaatlarda hemen hemen sâdece dizel motorları kullanılır. Çoğu lokomotifler dizel-elektrik tahriği (dizel motorunun mekanik gücünü tekerlekleri döndüren elektrik enerjisine çevirir) veya dizel motoru ile çalışır. Zirâî makinalar, biçerdöver, traktör ve su motorları hep dizelle çalışır. Sanâyide kullanılan jeneratör ve kompresörlerin de Dizelden faydalanılarak çalıştırıldığını söylemek yerinde olur. Bu motorlar hava veya su ile soğutulabilir, iki veya dört zamanlı olabilirler.
(Bkz. Baskı ve Baskı Tekniği)
Alm. Progressionen, Fr. Progression, İng. Progression. Tanım kümesi pozitif tam sayılar olan bir fonksiyon. Bu fonksiyonun değer kümesi reel sayılar ise, reel dizi; kompleks sayılar ise, kompleks dizi adını alır. n’inci görüntüsü olan f(n) = an ye genel terim denir. Terimleri a1, a2, ..., an ... olan bir dizi (a1, a2, ..., an ...) veya kısaca (an) şeklinde gösterilir. Örnekler:
1
1 1 1
1. (an)
= (¾)
= (1,
¾ ,
¾ ,.....
¾ ,...)
® 0’dır.
n
2 3
n
2n+1 3
5 7 2n+1
2. (bn)
= (¾¾¾)
= (¾
,
¾ ,
¾ ,....,
¾¾¾
,...)
® 2’dir.
n+1 2
3 4
n+1
3. (cn) = (-1)nn = (-1, 2, -3, 4, ....., (-1)nn, .....)
4. (dn) = (2) = (2, 2, 2, ......., 2, ......) ® 2
Birinci dizi monoton azalan, ikinci dizi monoton artan dizilerdir. Her n için an>an+1 ise dizi monoton azalandır. an<an+1 ise dizi monoton artandır. Birinci dizinin bütün terimleri 0 ile 1 arasında, ikinci dizinin bütün terimleri ise 2 ile 3/2 arasındadır. Böyle alt ve üst sınırları olan dizilere sınırlı diziler denir. Bâzı dizilerin alt sınırı reel sayı olup, üst sınırı belli bir sayı olmaz veya tersi olur. Dizinin alt sınırına EBAS (en büyük alt sınır), üst sınırına da EKÜS (en küçük üst sınır) denir.
Bir dizinin yakınsaklığı:Genel terimin limiti belli bir sayı olan dizilere yakınsak dizi denir. Belli bir limiti yoksa veya birden fazla limiti varsa bu diziye ıraksak dizi denir. 1. ve 2. örnekteki dizilerin limitleri 0 ve 2 olduğundan yakınsaktırlar. 3. örnekteki dizinin içinde iki dizi vardır. Bunlar (-1, -3, -5, ... (-1)n n, ...) ve (2,4,6,8, ... (-1)n n, ...) dizileridir. Her iki dizinin de belli bir limiti yoktur. Bu dizi ıraksaktır. 4. örnekteki diziye sabit dizi denir. Sâbit dizilerde her n için an = an+1’dir. ((-1)n) dizisi de ıraksaktır. Bu dizi (-1, 1, -1, 1, -1, 1 ...) şeklindedir. İki farklı limiti vardır. Biri (-1) sâbit alt dizisinin limiti -1’dir. Diğeri (+1) sâbit alt dizisinin limiti 1’dir. Genel terimi (-1)n+(-1)n+1 olan dizi de sâbit (0) dizisidir. Sâbit dizilerin tek limiti olduğundan yakınsaktır.
Dizilerin birçok alt dizileri de vardır. Dizilerin dört işlemi tanımlanmıştır. Bir dizinin bir sayı ile çarpımı, dizinin bütün terimleriyle çarpımı demektir. Aritmetik ve geometrik diziler, çok kullanılan iki özel dizidir.
Aritmetik dizi:(a,a+r, a+2r, a+3r, ...) şeklinde dizidir. İlk terimi a, r ortak farkı sıfırdan farklı bir reel sayı olmak üzere genel terimi:
an = a+(n-1) r
olan diziye aritmetik dizi denir.
a = 2, r = 3 için (an) = (2, 5, 8, 11, ...)dir.
a = 3, r = -2 için (an) = (3, -1, -3, -5, ...)dir.
Aritmetik dizinin ardışık üç terimi a1, a2, a3, ise:
a1+a3
a2
=
¾¾¾¾
veya
2a2 = a1+a3
dir.
2
Dizinin terimleri sonsuzdur. Terimleri belli sayıda olan bir diziye sonlu dizi denir.
Sonlu bir aritmetik dizinin özellikleri:
1. Aritmetik dizide herhangi bir terimden, kendinden önce gelen terim çıkarıldığında ortak fark bulunur. Yâni;
an-an-1 = r dir.
2. Bir aritmetik dizi (a1,a2, ... am ..., an ...) ise
an-am
r =
¾¾¾¾
dir.
n-m
3. Bir aritmetik dizide baştan ve sondan aynı uzaklıkta olan iki terimin toplamı, ilk ve son terimin toplamına eşittir. Yâni:
(a1, a2, a3 ... an-2 , an-1, an) bir aritmetik dizi ise
a1+ an = a2+an-1 = a3 + an-2 = ...= ap+an-p+1 dir.
4. Bir aritmetik dizide her terim kendinden eşit uzaklıktaki terimlerin aritmetik ortalamasıdır. Yâni:
ap-k+ap+k
ap
=
¾¾¾¾¾¾
, 1
£ k <
p’dir.
2
Yâni a1,a2,a3,a4,a5,a6,a7,a8 bir aritmetik dizi ise
a3+a5
a2+a6
a1+a7
a4
=
¾¾¾¾
=
¾¾¾¾
=
¾¾¾¾
olur.
2
2
2
5. a ile b sayıları arasına bunlarla birlikte aritmetik dizi teşkil edecek şekilde n tane sayı yazılırsa, bu dizinin ortak farkı:
b-a
r =
¾¾¾¾
dir.
n+1
Meselâ 7 ile 23 arasına öyle üç tâne sayı yazalım ki bu beş sayı aritmetik dizi teşkil etsin:
23-7 16
r =
¾¾¾¾
=
¾¾¾
= 4
olur.
3+1 4
O halde bu üç sayı 11,15,19 sayılarıdır.
6. Sonlu bir aritmetik dizinin ilk n terim toplamı:
n
Sn
=
¾¾
(a1+an)
veya:
2
n
Sn
=
¾¾
[2a1+(n-1)r]
dir.
2
Meselâ (4,11,18,25, ...) dizisinin 10 terim toplamı:
10
S10
=
¾¾
(4+9.7)
=5.67 = 335 bulunur.
2
Geometrik dizi: k, 0 ve 1’den farklı bir reel sayı olmak üzere (an) = (a, ak, ak2, ak3, ..., akn-1, ...) dizisine geometrik dizi denir. İlk terim olan a’yı sâbit bir k sayısı ile çarparak dizinin terimleri elde edilir. Geometrik dizinin genel terimi:
an = a.kn-1 dir. k>1 ise artan, a<k<1 ise azalan dizi olur.
Sonlu bir geometrik dizinin özellikleri:
1. Bir geometrik dizide bir terimin kendinden öncekine bölümü ortak çarpandır. Yâni:
an
¾¾
=
k’dır.
an-1
a = 2, k = 3 için geometrik dizi, (2,6,18,54, ...) dır.
Bu dizide:
54 18 6
¾¾
=
¾¾
=
¾¾
= 3
olur.
18
6 2
2. Bir geometrik dizide her terimin karesi kendisinden önceki ve sonraki terimlerin çarpımıdır. Yâni:
a2n = an-1.an+1 dir.
3. Sonlu bir geometrik dizide baştan ve sondan aynı uzaklıktaki iki terimin çarpımı, ilk ve son terimlerin çarpımına eşittir. Yâni:
a1.an = a2.an-1 = a3.an-2 = ... = ap.an-p+1’dir.
4. a ile b sayıları arasına bunlarla birlikte geometrik dizi teşkil edecek şekilde n tane sayı yazılırsa bu dizinin ortak çarpanı:
FORMüL VAR! (1)
Meselâ 2 ile 162 arasına öyle üç sayı yerleştirelim ki, bu beş sayı bir geometrik dizi teşkil etsin. Bunun için;
FORMüL VAR! (2)
bulunur.
İstenen sayılar: 6,18,54’tür.
5. Bir geometrik dizinin ilk n terim toplamı:
1-kn
Sn
= a
¾¾
dir.
1-k
1 1 1
Meselâ (2, 1,
¾,
¾,
¾, .....)
2 4 8
dizisinin ilk 10 terim toplamı:
FORMüL VARR! (3)
bulunur.
Alm. Deutscher Normenausschuss,Fr. Acide desoxyribonucleique, İng. Desoxyribonucleic asid. Kalıtımda rol oynayan organik bir molekül. Bir nükleik asit çeşidi. “Deoksiribo nükleik asit” adını alır. Kısaca “DNA” olarak gösterilir. Canlılarda yönetici bir moleküldür. Hücrenin protein ve enzim sentezinde rol oynar. Ayrıca yeni bir hücre meydana getirecek gerekli elemanları taşıdığından hücre bölünmesinin esasını teşkil eder.
İlk defâ A.F.Mıescwer adlı bir araştırıcı 19. yüzyılın sonlarında hücre çekirdeğini incelerken bu maddeleri fark etmiştir.
Ökaryotik hücrelerde DNA başlıca çekirdekte bulunmakla berâber az olarak mitokondri ve kloroplastlarda da vardır. Hücre çekirdeğinde bulunan kromatin, DNA ve buna bağlı proteinlerden yapılmıştır.
1953 senesinde Watson ve Crick adlı araştırıcılar hazırladıkları modeller üzerine DNA yapısını açıklamaya çalışmışlardır. Buna göre; DNA teorik olarak sonsuz uzunlukta ve birbirine sarmal olarak dolanmış yanyana iki molekül zinciridir. Bu, hayâlî bir eksene sarılı bir ip merdivenine benzetilebilir. Merdivenin kenarları bir şeker molekülü (deoksiriboz) ile fosforlu bir molekülden meydana gelir. Merdiven basamaklarının arasında gevşek hidrojen bağlarıyla birbirini çeken pürin ve pirimidin denilen azotlu bazlar bulunur. Bu basamaklar merdivenin kenarındaki şeker moleküllerine bağlıdır.
DNA’daki azotlu bazlar iki gruptur: Pürin bazları adenin ve guanin; pirimidin bazları ise sitozin ve timindir. Bunların molekül durumları şöyledir ki, bir adenin ancak bir timinle ve bir sitozin ancak bir guaninle birleşebilir. Bunlar pratikte baş harfleri ile gösterilir. Bu duruma göre her kademede ancak 4 çift baz bulunabilir. A-T, T-A, G-S, S-G. Her DNA molekülünde; adenin (A) molekül sayısı, timin (T) molekül sayısına eşittir ve ancak birbirleriyle karşılıklı bağ yapabilirler. Birbiriyle oranları 1’dir (A/T=1). Aynı durumlar guanin (G) ile sitozin (S) arasında da mevcuttur (G/S=1). Ancak (G+S)/(A+T) oranı 1’e eşit değildir. Bu oran bütün DNA’larda farklı olabilmektedir. Adeninle timin arasında çift hidrojen bağı (A = = = T) bulunur. Sitozinle guanin arasında ise üç hidrojen bağı (S G) mevcuttur. Bir baz çifti, yapısı îtibâriyle yakınındaki baz çiftlerini etkilemez. Bu azotlu baz-şeker-fosfat topluluğuna “nükleotit” denir. DNA, bir nükleik asit olup, temel birimi “nükleotit”tir. DNA’nın bütün nükleotitlerinde şeker ve fosfor grupları aynıdır. Nükleotitlerin farklılığı taşıdıkları bazlardan kaynaklanır. Nükleotitler taşıdıkları azotlu bazlara göre adlandırılırlar: Adenin nükleotit, guanin nükleotit, timin nükleotit, sitozin nükleotit.
Bu DNA molekülünü yapan nükleotitlerin belirli bir sıra ve düzenle dizilmeleriyle molekül boyunca gen blokları meydana gelir. Sâdece şeker ve bazdan oluşan birleşime ise nükleosit denir. DNA molekülündeki sarmallık sağa doğrudur, her on çift nükleotitte tam bir tur tamamlanır.
DNA genetik bilgi deposudur. Mikroskopla bile görülemeyen bu sayılamayacak kadar bilgiler, gâyet muntazam olarak yerleştirilmiştir. İnsan vücudunun plânını içinde taşıyan bu muhteşem yapı kendisini inceleyen ilim adamlarını hayretler içinde bırakmakta ve DNA’dan bahseden ilmî eserlerin pek çoğunda bunu yaratanın azâmet ve büyüklüğü dile getirilmektedir.
DNA’nın iki görevi vardır: Birincisi hücre bölünmesinin hazırlıkları sırasında kendi kopyasını yapmasıdır. Kromozomların ikiye bölünmesi sırasında DNA molekülü kendisinin bir kopyasını yapar, buna replikasyon veya duplikasyon denir. Bu olay yavru kromozomda aynı kısımların bulunabilmesi için gereklidir. DNA’nın kendini eşlemesi esnâsında, iki sarmal ipliği bir arada tutan hidrojen bağları âdetâ bir fermuar gibi açılır. Açıkta kalan pürin ve pirimidin nükleotitlerin uçları, hücrede önceden sentezlenmiş nükleotitlerle tamamlanır. Böylece birbirinin aynı olan iki DNA meydana gelmiş olur. Hücre bölünmesinde her biri bir hücreye gider. İkinci görevi, kendinde toplanmış olan bilgiyi RNA’ya (Ribonükleik asit) vermesidir. Bu işleme transkripsiyon denir. Transkripsiyonun esâsı DNA kalıbı üzerinden RNA’nın direkt olarak sentezlenmesidir. Böylece DNA’daki bilgi RNA’ya aktarılmış olur. RNA’daki toplanan bilgi ribozomlarda tercüme edilerek protein, enzim gibi maddelerin sentezinde kullanılır.
Kromozomlarda bulunan genler DNA yapısındadır. Her canlı bireyin ve neslinin hayat plânı hücre hâfızasını meydana getirir. DNA molekülleri şifrelerle kodlanmıştır. DNA’nın yapısına giren bazların (A,T,G,S) her biri şifre sembolü olarak kullanılır. Hayâtın dili bu dört harfli alfabeyle DNA moleküllerinde yazılmaktadır. DNA’nın ipliklerinde ard arda gelen üç nükleotit bazı bir mânâ (şifre) ifâde eder. Dört farklı nükleotitle arka arkaya 64 şifre kodlanabilir (AAA, AAS, AAG, AGS, vb.). Şifrelerin DNA’daki sıralanışlarının değişmesiyle ise binlerce mânâ ifâde edilebilir.
DNA’lar, kendilerinin kopyalarını yaparak, üreme hücreleriyle hayat şifrelerini nesilden nesile iletirler. Canlıların vücut yapılarının ve karakterlerinin (mâvi gözlülük, kıvırcık saçlılık, çekik gözlülük vs.) cansız bir molekülde şifrelenmesi ve bu molekülün otomatik olarak kendisinin kopyasını yapabilmesi, daha açık bir ifâdeyle hayat sırrını kendinde kapsaması özelliğine fen adamları hayretle bakmakta ve bunların ancak ilâhî bir kudretle mümkün olabileceğini ifâde etmektedirler.
Bâzı sebeplerden dolayı DNA’daki genlerde yapı değişiklikleri görülebilmektedir. Bu değişmeler yavru hücrelere de aynen geçer. Bu durum bâzan kansere sebeb olabilmektedir.