DİPOL MOMENT

Kimyâda, elektrikçe kutuplu olan moleküllerin kutupları arasındaki elektrik yükünü ifâde etmede kullanılan bir terim.

Tam kovalent ve tam elektrovalent bileşikler arasında bir takım ara bağ tipleri vardır. Meselâ HCl molekülünde, klor atomu, ortak elektron çiftini hidrojen atomuna nazaran daha kuvvetli çeker ve böylece ortak elektron çifti klora daha yakın olur. Molekül, elektrik alanının içine konulacak olursa klor yönü (+) levhaya, hidrojen yönü de (-) levhaya doğru yönelir. İşte böyle moleküllere polar moleküller, aralarındaki bağa da polar bağ adı verilir. Polar moleküllere “dipol” denir. Elektrik yükü (q) ile yüklerin ağırlık merkezleri arasındaki uzaklığın (r) çarpımı “dipol moment”ini verir. Birimi, elekrostatik yük birimi x santimetre yâni debyedir.

Eğer üç atomlu bir molekülün (sözgelişi CO2) iki bağı (CO bağları) antiparalel iseler, bu taktirde iki dipol birbirini nötralize eder ve molekül nonpolar (polar değil) olur. O zaman molekülün atomları bir doğru üzerinde dizilir. Halbuki su (H2O) molekülünde bağlar kıvrıktır:

O
      /    \
   (H
¾¾ H)

ve molekül polardır. Daha fazla sayıdaki atomlu moleküller de polar veya nonpolar olmalarına göre muhtelif geometrik dizilişler ortaya çıkar.Meselâ dört atomlu BCl3 nonpolar olup atomlar bir düzlem üzerindedir. Halbuki NH3 polar olduğundan geometrik şekil piramidaldir.

Muhtelif Sıvıların 20°C’deki Dipol Momentleri

Sıvı-Dipol Moment-10-18 e.s.u. 

Nitrobenzen-4,20

Nitrometan-3,40

Metil nitril-3,20

Hidrojen siyanür-2,90

Benzaldehit-2,70

Aseton-2,70

Asetaldehit-2,50

Glikol-2,20

Su-1,85

Fenol-1,70

İzopropil alkol-1,70

n-Butil alkol-1,70

Kükürtdioksid-1,60

Etil alkol-1,60

Klorbenzen-1,60

Anilin-1,50

Amonyak-1,50

1,3-Diklorbenzen-1,50

Etilamin-1,30

Etil eter-1,20

Kloroform-1,10

Hidrojen klorür-1,00

Hidrojen sülfür-1,00

Tiyofen-0,60

O-ksilen-0,52

m.ksilen-0,46

Toluen-0,4-0,5

Benzen-0,06

p.ksilen-0,06

DİRENÇ

Alm. Widerstand (m), Fr. Resistance (f), İng. Resistance. Kelime olarak, “bir kuvvetin etkisine karşı gösterilen zorluk.” Fizikte bu terim bu anlamına uygun olarak birçok yerde kullanılır.

Mekanik direnç, hareket üretmek isteyen kuvvetlere karşı bir malzeme parçasının gösterdiği güçlüktür. Bu direnç sürtünme ve eylemsizlik gibi sebeplerden doğar. Birimi mekanik “ohm”dur.

Akustikte akustik dirençten, Akışkanlar mekaniğinde de akışkan direncinden söz edilir.

Direnç denince çoğu kere elektrikî (elektriksel) direnç akla gelir. Bir elektrik devresine bir gerilim uygulandığında, uygulanan gerilimin devreden akıttığı akım pekçok hâllerde bu gerilimle orantılıdır. Bu orantı bağıntısına “Ohm Kânunu” adı verilir. Gerilimin akıma oranına direnç, akımın gerilime oranına, yâni direncin tersine iletkenlik denir. Bir iletkenin iki ucu arasındaki potansiyel farkı (gerilim) V, iletkenden geçen akım I ise, iletkenin direnci:

                           V
                             R
= ¾¾ olur.
                                   I

V (volt), I (Amper) olarak alınırsa R’nin birimi “ohm” olur. İletkenlik birimi ise siemens’tir. 106.3 cm uzunluğunda, 1 mm2 kesitinde, 0 °C’deki civanın direnci 1 ohm’dur denir.

Bir telin direnci telin kesitine, boyuna ve telin yapıldığı maddeye bağlıdır. Tel kesiti büyüdükçe direnç azalır. Onun için büyük akımların geçeceği teller kalındır. Bâzı cisimlerin direnci o kadar büyüktür ki, bu cisimler akım geçirmez. Böyle cisimlere “yalıtkan” denir.

Bir telin direnci, tel uzadıkça (dirençlerin seri bağlanması ile) ve sıcaklıkla artar. Direnci hesaplamak için birim uzunluk ve birim kesitteki iletkenin direncini bilmek gerekir. Buna “öz direnç” denir. š(ro) harfi ile gösterilir. Buna göre uzunluğu l, kesiti S ve direnci š olan bir iletkenin direnci R ise:

 

FORMÜL VAR!

DİKKAT! YUKARIDAKİ ....... OLAN YERLERE VE FORMÜLE (RO) ve (EL) HARFLERİ PİKAJ EDİLECEK.!

 

(l) m (S) mm2 olarak alınırsa, (R) ohm cinsinden bulunur.

Genellikle öz direncin birimi ohm-mm2/m olarak kullanılır.

Bir bobinin endüktansından dolayı alternatif akıma karşı gösterdiği zorluğa endüktif direnç denir. Bunun değeri frekansa ve endüktansın değerine ve sâbit bir sayıya bağlıdır.

Endüktif direnç= XL = 2 p .f.L

f ® Frekans birimi hertz.

L ® Endüktans birimi henry.

2p= 6,28’e eşit bir sayı.

Bir kondansatörün alternatif akıma karşı gösterdiği zorluğa da “kapasitif direnç “ veya “kapasitif reaktans” denir. Bu da frekansa ve kapasiteye bağlıdır.

                                   I
    Kapasitif direnç = Xc =
¾¾¾¾¾¾
                                        2
p.f.C

f ® Frekans (Hz)

c ® Kapasite (Farad)

formüllerden de anlaşıldığı gibi endüktif direnç frekansla doğru orantılıdır, kapasitif direnç ise frekansla ters orantılıdır. Bu özelliklerinden dolayı bu iki direnç filitre devrelerinde istenilen frekansı süzmek için çok kullanılır.

Bütün metaller ve kömür iyi iletken, akım geçiren sıvılar orta seviyede iletkendir. Akım geçirmeyen maddelere yalıtkan denir. Lâstik, kauçuk, ipek, pamuk, kâğıt, çam, porselen, mermer, mika, yağ, bakalitler, mukavvalar, fiber yalıtkandır. Germanyum, silisyum gibi yarı iletkenler denilen maddeler sıcaklıkla dirençlerinin azalması sebebiyle diyotlarda, transistörlerde, fotosellerde, elektronik entegre devrelerinde kullanılır.

Metallerin direnci ısı ile artar. Kömür ve sıvıların direnci ise azalır. -273°C sıcaklığa yaklaşınca çok az direnç gösterirler. Bu hâle “süper kondaktivite” aşırı iletkenlik ismi verilir. -273°C sıcaklığı 0°K denilen moleküler hareketlerin durduğu sıcaklıktır.

Bizmutun direnci mağnetik alanda, Selenyumun direnci ise aydınlanma ile değişir.

DİRHEM

Alm. Dirhem, Fr. Drachme, İng. Dirham. Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü ve para birimi. Farsça diremden gelmektedir. Önceleri üç çeşit dirhem kullanılıyordu. Bunlara onluk, altılık, beşlik dirhemler denilirdi. Hazret-i Ömer bu üç dirhemi birleştirerek ortalama bir dirhem yaptı ve buna yedilik dirhem denildi. Önceleri hurma çekirdeği şeklinde olan dirhemlerin bilinen yuvarlak şekliyle ilk baskısını yapan hazret-i Ömer’dir.

Gerek hurma çekirdeği şeklinde olanları ve gerek yuvarlak (müdevver) olanları nakışsızdı. Daha sonra “Abdullah ibni Zübeyr” zamânında bir tarafına “Minallah” (Allah tarafından), diğer tarafına “Bilbereke” (Bereketle) yazıları nakşedildi. Haccac bu nakışları “İhlâs sûresi” veya “Bismihi” (Allahü teâlânın adıyla) şeklinde değiştirmiştir.

Osmanlıların ilk zamanlarında gümüş meskûkat (basılmış sikkeler) için bu tabir kullanılmış, daha sonra terk edilmiştir. Kullanılan dirhem-i şerî üç gram ve 365 miligramdır (3.365 gr). Bir de eskiden kullanılan dirhem-i örfî vardır ki bu tam üç gramdır. Zekât hesaplanırken kullanılan dirhem-i şerî (3.365 gr) olanıdır.

DİSSAKKARİT

(Bkz. Karbonhidrat)

DİSİPLİN

Alm. Disziplin, Zucht (f), Fr. Discipline (f), İng. Discipline. Kânunlara ve kurallara uyma, görevini aldığı ve yaptığı işi nizam intizam içinde istenildiği gibi yapma.

Disiplin Lâtince; öğretmek, terbiye etmek demek olan “discipulus” kelimesinden gelmiştir. Önceleri öğretim ve eğitim mânâsındayken sonradan ilk defâ Büyük Frederik tarafından cezâ anlamında kullanılmıştır. Osmanlılar zamânında ise “zaptu rapt” deyimi (askeri zapt etmek, vazifeye bağlamak ve fertler arasında mânevî bağ sağlamak) bugünkü disiplin mânâsındadır. Dilimizde cezâî müeyyide olarak değil, ilk önceleri kullanılan mânâ esas alınarak kullanılmaktadır. Eğitimde, yapılan işte, askerlikte başarının esâsı disiplinli olmaya bağlıdır. Disiplin deyince akla önce ordu gelir. Disiplin ordunun rûhudur. Orduda disiplin şahsî bir mesele olmayıp, silahlı kuvvetleri ayakta tutan müşterek bir inanış rûhudur. Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kânun ve Yönetmenliği’ne göre disiplin: “Kânunlara, nizâmlara ve emirlere mutlak bir itâat ve astının ve üstünün hukûkuna riâyet” demektir.

Askerî anlamda disiplin, kendisine hâkimiyet, intizam ve itâat meydana getiren bir çeşit eğitimdir. Disiplinde esas olan bir hedef vardır. Burada esas, tek ferdin veya toplu olarak askerin tavır, hareket ve düşünüş tarzının tâyin edilmesidir. Bu sebepten “Disiplinli bir bölük disiplinsiz alaydan daha iyidir!” denmiştir. Disiplinin gâyesi en çetin hallerde bile şuurlu olarak kayıtsız, şartsız itâat etmeyi, vazîfenin tam zamânında kesin yapılmasının sağlanmasıdır. Hiçbir meslekte istenildiği zaman hayâtın fedâ edilmesi durumu yoktur. Askerlikte ise yerinde ve zamânında bir komutan verdiği bir emirle hayâtın fedâ edilmesini istiyebilmektedir. Bu ise, yapılan hizmetin kutsallığına inanan, rûhun derinliklerinde vatan sevgisi ile disiplini kucaklaştırabilenlerin yapabileceği bir iştir.

DİSK

(Bkz. Sendika)

DİSK ATMA

(Bkz. Atletizm)

DİSNEY, Walt

Amerikalı sinema, televizyon ve çizgi film yapımcısı; yönetmen. Asıl adı Walter Elias Disney’dir. Walt Disney diye meşhur olmuştur. Babası gezici marangozluk, çiftçilik ve inşaat müteahhitliği yapmış olan Elias Disney, annesi ise öğretmen Flora Call’dır. 5 Aralık 1901’de ABD’nin Chicago(Şikago) şehrinde doğdu.

ABD’nin Missouri eyâletindeki Marceline yakınlarında bir çiftlikte bulunduğu sırada okula başladı. Disney’in, çizgi çizmeye, mum boya ve suluboya resme olan hevesi ve kâbiliyeti kısa sürede ortaya çıktı. Daha sonra Kansas şehrine giderek karikatür dersleri aldı ve Kansas Sanat Enstitüsü ile Tasarım Okulunda derslere girdi. Ailesi Chicago’ya dönünce Disney, Mc. Kinley High School’da derslere devam etti. Buradayken fotoğraf çekip, çizim ve karikatür çizme alıştırmalarında bulundu. Bu sırada Birinci Dünyâ Savaşı çıktı. Savaşa katılarak Amerikan Kızılhaç Teşkilâtında vazife aldı, Almanya ve Fransa’ya gitti. 1919’da Kansas’a döndü. Çeşitli stüdyolarda teknik ressam olarak çalıştı. Bu stüdyolardan birinde tanıştığı genç sanatçı Iwerks’le birlikte bir stüdyo kurdu. Elden düşme bir kamera bularak canlandırma tekniğiyle yöredeki sinemalarda gösterilen ve günümüzün televizyon reklam filimlerine benzeyen kısa reklam filmleri yaptı. Kısa mâceralardan meydana gelen bir dizi çizgi film gerçekleştirdi. Alice Çizgi Film Diyârında (Alice in Cartooland), Talihli Tavşan Oswald (Oswald the Rabbit) adlı çizgi filmleri piyasaya sattı. İnsan biçimli hayvanları konu edinen kısa filmleriyle kısa zamanda meşhur oldu.

Disney’in bu kahramanları sinema seyircisi tarafından kısa sürede benimsendi. 1927 senesinde sinemada sesli filmlere geçilmesinden sonra, sesli Miki Fare (Mickey Mouse) filmini yaptı. Filmin büyük ilgi görmesi üzerine, Vakvak Amca, Pluto ve Gufi gibi hayvan tipleri de çizildi. 1928’de yaptığı İstimbot Willie (Steamboat Willie) filmi büyük yankı uyandırdı. Yaptığı Köpek Pluto, Üç Küçük Domuz, Kötü Kurt gibi filmlerde bütün dünyâ Disney’i tanıdı. Çizgi ve seslendirme hususunda yenilikler geliştirdi. Genç bir kadro kurarak başına Iwerks’ü getirdi. Çiçekler ve Ağaçlar (Flowers and Trees) adlı ilk renkli filmini 1932 senesinde yaptı. Zaman zaman Çekirge ile Karıncalar, Kaplumbağa ile Tavşan gibi filmlerde diğer hayvan kahramanları da kullandı. Bir taraftan kısa filmler yaparken diğer taraftan uzun metrajlı çeşitli eğlence filmleri çekmeye başladı. Pamuk Prenses, Pinokyo, Uçabilen Bir Filin Masalı, Uçan Fil Dumbo uzun metrajlı çocuk klasikleridir.

1940’ta şirketini California’nın Durbank şehrindeki yeni bir stüdyoya taşıdı. İkinci Dünyâ Savaşı sırasında ordu ve federal hükûmet için birçok iş yaptı. Bu arada canlandırma tekniğiyle gerçek görüntüleri birleştirme tekniğini geliştirdi. Bu karma tekniklerle Gönülsüz Ejder (The Reluctant Dragon), Selam Dostlar (Saludos Amigos), Renkli Besteler (Make Mine Music) ve Güneyin Şarkısı (Song of the South) filmlerini ortaya koydu. Stüdyoları büyük bir işletme hâline gelmiş olan Disney değişik türde ve çok sayıda eğlence filmi yaptı. Fok Adası(Seal İsland), Kunduz Vadisi (Beaver Valley) ve Yaşayan Çöl (The Living Desert) filmleri bunlardandır.

Ayrıca Külkedisi (Sinderella), Alice Hârikalar Diyârında (Alice in Wonderland), Peter Pan gibi uzun metrajlı canlandırma filmleri yanında bâzı oyunculu filmler de yaptı.

Televizyonun bir eğlence vâsıtası olarak taşıdığı önemi kavrayan Disney doğrudan televizyon için filmler hazırladı. Zorro ve Davy Crockett dizileri çocuklar arasında büyük ilgi gördü. Walt Disney’in Hârika Dünyâsı adlı televizyon dizisi ilgiyle tâkib edildi.

Walt Disney’in Los Angeles yakınlarında kurduğu büyük bir eğlence parkı olan Disneyland kısa sürede dünyânın dört köşesinden gelen turistlerin uğrak yeri oldu. Florida’da ikinci bir eğlence parkının yapımına başlayan Walt Disney 15 Aralık 1966’da Los Angeles’te öldü. Yapımı süren bu park 1971’de açıldı.

Çizgi filmciliğin ve canlandırma tekniğinin babası sayılan Walt Disney, bir sanatkârdan ziyâde tüccar olma özelliğini korudu. Para kazanabilmek için her türlü yola başvurdu. Filmlerinin çoğunda şiddet, vahşet ve sadizm unsurlarına yer verdiği için eğitimciler ve sosyal bilimciler tarafından tenkid edildi. Para kazanmak için eğlencenin her türlüsünü teşvik eden Walt Disney’in kurduğu Disneyland birçokları tarafından eğlence süpermarketi olarak vasıflandırılmıştır.

DİSPANSER

Alm. (kostenlose) Poliklinik, Sanitatsstation (f), Fr. Dispensaire (m), İng. Dispensary, welfare centre. Ayakta tedâvisi yapılabilecek durumdaki hastaların, ufak çapta tedâvi edilerek, karşılığında ücret talep edilmeyen veya az ücret alınan bakım evi. Hastaneden başlıca farkı, dispanserlerde yatak bulunmaması hastaların yatmadan teşhis ve tedâvi edilmeleridir. Gerekirse kan, idrar tahlili, aşı yapılır, röntgen filmi çekilir.

İlk dispanserler Avrupa’da çeşitli yardım kuruluşlarınca açılmıştır. On dokuzuncu yüzyılda bu merkezlerin sayısı artmış, imkânları gelişmiştir.

Dispanser kelimesi ilk zamanlar ilâçların ve tedâvi esaslarının bulunduğu yer için kullanıldı. Zamanla tıp dilinde, ayakta tedâvi edilebilecek hastaların teşhis ve tedâvileri için kullanılan yer anlamını aldı.

Bâzı dispanserler bir poliklinik gibi her çeşit hastalığın muâyenesi yapılan, çeşitli mütehassısların çalıştığı bir genel hizmet merkezi durumundadır. Meselâ bir sosyal sigortalar kurumu dispanserlerinde bütün tıp dallarında mütehassıslar görev almışlardır.

Bâzıları ise bir tek hastalığı tedâvi maksadı güden belirli bir dalda sağlık hizmetinin görüldüğü yer durumundadır. Bunların başında verem savaş dispanserleri, zührevî hastalıklar dispanserleri gelir.

Memleketimizde devlet eliyle açılan dispanserlerin çoğu tek ihtisas sahası olan dispanserlerdir. Verem dispanserleri, verem hastalığının yayılmasını engellemiş ve halkın korunmasını sağlamıştır. Devlete âit dispanserlerin yanında, kamu kuruluşlarına âit dispanserler ve çeşitli yardım kuluşlarına âit özel dispanserler de kurulmuştur.

Dispanserler ilk defâ başvuran hastanın teşhis ve tedâvisiyle uğraşmakla kalmaz, hastaları tıbbî kontrol altında tutmak, düzenli kayıt sistemiyle hastalığın gelişmesini tâkip etmek ve tedâviyi buna göre tesbit etmek sûretiyle geniş ve uzun süreli bir sağlık hizmeti sunar.

DİSPERSİYON (Saçılma)

Alm. Dispersion, Fr. Dispersion (f), İng. Dispersion. Bir ışığın, dalga boyları farklı bileşenlerinin spektrumlarına ayrılması. Meselâ, bir beyaz ışık cam prizmaya gönderilirse; kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mâvi lâcivert ve mor renklere ayrılmış olarak genişliyen bir koni şeklinde prizmadan dışarı çıkar. Çünkü beyaz ışık, dalga boyları farklı olan renklerin bileşiminden ibârettir.

Saydam bir ortamda ışığın dispersiyonu, belirli bir maddede ışığın hızının, dalga boyuna bağlı olarak değişmesinden meydana gelir. Işık, kırılma kâidesine bağlı olarak, kırılma indisi büyük ortamda daha çok kırılmaya uğrar. Bir ortamın kırılma indisi ise, boşluktaki ışık hızının, bu ortamdaki ışık hızına oranına eşittir. Pekçok ortamda, dalga boyu küçüldükçe kırılma indisi büyür. Buna uygun olarak, mor ışığın kırılma indisi, kırmızı ışığın kırılma indisinden daha büyüktür. Bunun netîcesi olarak beyaz ışığın spektrumunda bir uçta bulunan mor ışık, diğer uçta bulunan kırmızı ışığa göre daha çok kırılır. Bu, “Normal Dispersiyon” olarak isimlendirilir.

Bâzı maddelerde kırılma indisi dalga boyu ile azalır. Bu, “Anormal Dispersiyon” olarak isimlendirilir. Böyle maddelerden yapılan bir prizma, renklerin tersine dönmüş bir spektrumunu verir.

DİSTRİBÜTÖR

Alm. Werteiler, Fr. Distributeur, İng. Distributor. Kelime olarak mânâsı “dağıtıcı” demektir. İçten yanmalı motorlarda, indüksiyon bobini ile elde edilen yüksek gerilimli elektrik akımını bujilere dağıtan elemana distribütör denir. Yâni motorlarda ateşleme tertibatının bir parçasıdır. Motor silindirlerindeki supapların açılıp kapanmasıyla âhenkli olarak elektrik akımının geçmesini sağlar. Ateşlemenin düzenli bir şekilde devâm edebilmesi için, distribütör, bir dişli tertibatla motorun kam mili tarafından idâre edilir.

DİŞ

Alm. Zahn (f), Fr. Dent (f), İng. Tooth. Sindirim sisteminin başlangıcı olan ağızda, iki kavis hâlinde bulunan, besinlerin koparılması, parçalanması ve öğütülmesi işini yapan sert yapılar. Dişler, bu fonksiyonlarının yanında, estetik, konuşma, kendini destekleyen organların korunması ve çene gelişiminde de aktif rol oynar.

Dişler kendilerini taşıyan canlının bünyesine en münâsip bir şekilde yaratılmışlardır. Geviş getiren hayvanların, yırtıcı hayvanların, balıkların, sürüngenlerin dişleri birbirlerinden çok farklıdır. Burada insan dişleri hakkında etraflı bilgi verilmeye çalışılacaktır.

İnsan dişleri, anne karnındaki hayâtın altıncı haftasında “Dental Lamina” denen bir plakçık üzerinde tomurcuklanmalar şeklinde gelişmesine başlar. Bu dönemde annenin beslenmesi ile yavrunun dişlerinin sıhhati yakından alâkalıdır. Dişler, anne karnında çeşitli devrelerden geçip şekillenir. Doğumdan sonra yavrunun ağzında ilk çıkan dişler alt orta kesici dişlerdir. Bunlar ağızda altı aylıktan îtibâren görülebilirler. 2,5 yaşında bir çocuğun ağzında 20 süt dişi bulunur. Daha sonra süt dişleri sürekli aşınarak, çürüyerek ve kökleri eriyerek 11-13 yaşına kadar kaybedilirler. 6 yaşından îtibâren yerlerini dâimî dişlere bırakırlar. Erişkin bir insanda 32 adet dâimî diş bulunur.

Dişlerin Çıkma Zamanları

Süt dişlerinin sürme zamanları

Alt orta kesici-6-8 ay

Üst orta kesici-8-9 ay

Alt yan kesici-9-10 ay

Üst yan kesici-10-11 ay

Alt ve üst I. süt azısı-12-15 ay

Alt ve üst köpek dişi-15-20 ay

Alt ve üst II. süt azısı-20-24 ay

Dâimî dişlerin sürme zamanları:

I. büyük azı-6 yaş

Alt-üst orta kesici-7 yaş

Alt-üst yan kesici-8 yaş

I. küçük azılar-9 yaş

Alt-üst köpek dişi-10 yaş

II. küçük azılar-11 yaş

II. büyük azılar-12 yaş

III. büyük azılar-16-20 yaş  

Eksik beslenme, vitamin noksanlığı, çocuklukta geçirilen şiddetli ateşli hastalıklar, raşitizm ve bâzı hormonal hastalıklar dişlerin zamânında sürmesini geciktirebilir. Eğer zamânı geldiği hâlde dişler ağızdaki yerlerini almamışlarsa diş hekimine mürâcaat edilmelidir.

Dış görünüş îtibârıyle, ağız bozukluğunda diş etinden dışarda kalan kısmına “kion”, çene içinde gömülü olan kısmına “kök”, ve kionla kökün birleştiği yere de dişin “kole”si (boynu) denir.

Dişin tabakaları dıştan içe doğru incelendiğinde:

1. Mine,

2. Sement,

3. Dentin,

4. Pulpa olmak üzere dört kısmı vardır.

Mine: Dişin taç kısmını dışarıdan saran parlak saydam kısma “mine” denir. Çiğneme yüzeyinde 2,5 milimetreye yaklaşan mine, boyna doğru gittikçe incelir. Köke doğru gittikçe mine yerini semente bırakır. Minenin % 96’sı inorganik maddedir. Minedeki başlıca inorganik maddeler, kalsiyum, fosfor, magnezyum, karbondioksit, sodyum, potasyum, klor, flor, kükürt, silisyum ve çinkodur. Mine, trikalsiyum fosfat yapısındaki hidroksi kapatit kristallerinden meydana gelmiştir. Bu kristaller çok düzgün bir altıgen yapısındadır. Bir azı dişinde yaklaşık 12 milyon kristal mevcuttur. Mine vücudun en sert dokusudur. Mineralleri sertlik îtibârıyle talktan elmasa kadar 10 dereceye ayırmışlardır. Minenin sertlik derecesi 7 civârındadır.

Dentin: Fiziksel sertliği ve biyolojik özelliği bakımından gözeneksiz- sıkı bir kemiğe benzer. % 28 organik madde ihtivâ eder. Dentin kanallarında “odontoblast” denilen hücrelerin uzantıları bulunur. Canlı bir doku olup, kendi kendini tâmir etme özelliği vardır. İlerleyen bir çürüğe karşı (tâmir dentini) îmâl eder.

Sement: Kökü saran ve dişin alveol (diş çukuru) kemiğine bağlanmasını sağlayan kısımdır. Sement ile alveol kemiği arasında elastikî özellikte “sharpey lifleri” mevcuttur. Bunlar, diş, kuvvetli basınçlara mâruz kalınca kemikteki boşluğu içinde yaylanabilir, lifler burada amortisör vazîfesi görür. Böylelikle diş 70 kilogramlık bir basıncı rahatlıkla karşılar.

Pulpa: Kan damarları ve sinirlerin bulunduğu dişin canlı kısmıdır. Pulpa, dentin maddesini îmâl eder. Dişin beslenmesini sağlar. Ağrı duyurucu sinirler ile dişin sıhhati hakkında haber verip, aynı zamanda tâmir dentini îmâl eder.

Dişler gördükleri vazîfe ve biçimlerine göre:

1. Kesici dişler,

2. Köpek dişleri,

3. Küçük azılar,

4. Büyük azılar olmak üzere birbirinden ayırd edilir.

Kesici dişler: Kürek yâhut keski biçimindedirler. Tek köklüdürler. Gıdâları koparıp kesmeye yararlar. Alt ve üst çenede dörderden 8 tânedir.

Kanin dişleri (Köpek dişi-göz dişi):Ağzımızdaki en uzun diştir. Üst köpek dişlerinin kökleri göz boşluğuna kadar uzanır. Kesici kenar sivri bir uçla son bulur. Ağzımızda alt ve üst çenede ikişerden 4 tânedirler. Görevi besinlerin parçalanmasıdır.

Küçük azılar: Kesicilerle azılar arasındadır. Çiğneme işini görür. Alt ve üst çenede dörderden 8 tânedir.

Büyük azılar: Gıdâları öğütebilmek için çiğneyici yüzeyleri geniş ve çok pürtüklüdür. Alt ve üst çenede altışardan 12 adettirler.

Diş Hastalıkları

Dişin çürümesi: Dişlerin çürümesinde etkili pekçok sebep sayılabilir. Başlıcaları; beslenme, irsiyet, yaş, cins, hâmilelik, hormonal bozukluklar, bâzı meslekler ve bakterilerdir. En mühim sebebi de kötü ağız bakımıdır. Dişlerin sıhhatini anne karnından îtibâren ele almalıdır. Hâmile annelerin kalsiyumdan, flordan, A, D ve C vitaminlerinden zengin beslenmeleri çocuğun dişlerinin direncini arttırır. Yine bu dönemde annenin noksan beslenmesi, antibiyotik kullanması, ateşli hastalık geçirmesi, röntgen ışınlarına mâruz kalması çocuğun dişlerine daha doğmadan birçok zarar verir.

Günümüz insanı çok miktarda sun’î şekerli gıdâlar almaktadır. Özellikle yapışkan şekerli maddeler, dişler arasında kalarak bozunurlar. Çocukların dişleri çürümesin diye şekerden tamâmen menetmemeli, lâkin dişlerini temizlemesini öğretmelidir. Diş araları bakteri gelişimi için son derece müsâit, kuytu, harâreti uygun köşelerdir. Buralarda bir de gıdâ artıkları bırakılırsa bakteriler süratle çoğalıp gıdâları parçalarlar. Bozunan gıdâlar asitli bileşikler hâlinde minenin derinliklerine sızarlar. Minenin kalsiyumunu kaybetmesine sebeb olarak mineyi harâb ederler. Yine günümüz insanı tarafından külliyetli miktarda kullanılan uyuşturucular, alkollü içki ve aşırı içilen sigara da diş sağlığını tehdid etmektedir.

Diş çürüklerinin sıklığı ve fazlalığı dünyânın çeşitli bölgelerinde ayrı grafikler çizer. Özellikle pirinç ile beslenen Çinlilerde çürük oranı en üst seviyededir. Büyük oranda av hayvanları ile beslenen ve karbonhidratlı gıdâları alamayan Eskimolar’da çürük oranı bir hayli azdır. Güneşin çok az alındığı Kuzey Avrupa ülkelerinde raşitizm vakaları dişleri etkilerken, Afrikalı zencilerde sağlam diş oranı bir hayli fazladır. Yurdumuzda da diş sağlığı maalesef arzu edilenin çok altında olup, ilkokul çağındaki çocukların % 90’ı ağzında çürük diş bulundurmaktadır.

Hâmilelikte diş etlerinde iltihap ve şişme durumları meydana gelir. Anne adayı şiddetli kanama sebebiyle dişlerini fırçalayamaz. Devamlı kusması ağız asiditesini arttırır. Bu dönemde ağız bakımı daha fazla hassasiyet ister.

İlerleyen yaşın, her organ gibi, dişleri de yıprattığı bilinen bir hakîkattir. Yaşlılarda çürükten ziyâde diş eti çekilmesi ve kemiğin erimesi ile desteğini kaybeden ve sallanan dişler problem olurlar.

Bâzı meslekler de dişler üzerine ters tesirlidir. Civa ve civalı bileşiklerle, kurşun, arsenik gibi kimyâsal maddelerle uğraşanlar, fırıncılar, çivileri dişleri ile tutan marangoz ve ayakkabıcılar, X ışınlarına devamlı mâruz kalan röntgenciler ve radarcılar, nefesli çalgıları dişlerine dayayarak çalmak zorunda olan müzisyenlerde diş rahatsızlıklarına sık rastlanır.

İrsiyet, özellikle dişlerin şekilleri üzerinde etkilidir. Anne veya babadan birinden dar çene şekli, diğerinden geniş ve iri dişler alan çocuğun dişleri alveol kavisine sığmaz, dil veya dudak tarafına devrilir, çarpık olur. Çeneler arasındaki uyumsuzlukta da büyük oranda irsiyetin önemi vardır.

Şüphesiz ki dişlerde en büyük tahribatı bakteriler yapar. Dişler arasında ve çürük oyuklarında yerleşen başlıca mikroplar, streptokoklar, leptobasiller, aktinomikozlar veya mantarlardır. Bunlar gıdâ artıklarını hızla fermente ederler ve asitli bileşikler hâline getirirler. Dişin yapısını bozarlar. Diş eti cebinden hareketle diş çevresinde rahatsızlıklara sebeb olurlar. Dişin hayâtiyetine son vermekle de kalmaz, kök ucuna doğru ilerleyerek alveol kemiği içerisinde iltihaba sebebiyet verirler.

Aslında iltihaplı bir diş sâdece ağız için bir tehlike değil, bütün vücuda mikrop yayan bir odaktır. Sinsi bir düşman gibi vücudun zayıf bir ânını bekler. Vücud direncini kırar. Bulunduğu bölgede şişlik, kulaklarda, şakaklarda şiddetli ağrılar yapar. Gözleri ve yüz sinüslerini de iltihaplandırabilir. Dişlerde çok yerleşen streptokoklar kalp kapakçıklarını iltihaplandırarak buralarda haraplanmalara sebeb olur. Ağız kokuları, boğaz ağrıları, hattâ bâzı asabî bozuklukların temelinde diş problemi olabilir.

Diş Bakımı

Dişlerimizi günde üç kez mekanik olarak temizlemeliyiz. Boy boy reklamları yapılan diş mâcunlarından bembeyaz pırıl pırıl dişler beklemek hayalcilik olur. Aslında diş mâcunlarının diş sıhhati üzerinde fazla bir tesiri olmadığı gibi sıhhatli diş, mutlaka süt beyazı olacak diye de bir kâide yoktur. Dişe rengini veren minenin altındaki dentin tabakasıdır. Bunun yaradılıştaki rengi neyse daha sonra da odur.

Diş fırçalarını seçerken orta sertlikte, kuytu köşelere girebilen ve özellikle plastikten mâmul olanlar tercih edilmelidir. Kıl fırçalar domuz veya at kıllarının aklaştırılmasıyla îmâl edilirler. Kıllar büyük oranda suyu emerler. Her kılın içinde mevcut olan kanalcık ise bakterilerin yerleşmesi için çok müsâittir. Ayrıca kıl fırçaların düzensiz olan uçları diş etini tahriş edicidir. Bir fırça bir kişi tarafından kullanılmalı ve 3-4 ayda bir değiştirilmelidir. Mâcun kullanılması arzu ediliyorsa mercimek büyüklüğünde bir mâcun parçası yeterlidir. Fırçalarken diş etlerine de masaj yapılmalıdır. Önceleri diş etleri kanar, ancak düzenli fırçalama ile diş etleri pekişir. Fırçalama etten dişe doğru yapılmalıdır. Sıhhatli bir diş eti gülpembesi rengindedir. Ağzında diş taşı olanlar gecikmeden bir hekime müracâat etmelidir. Florun suda yetersiz miktarda bulunduğu bölgelerde flor tabletleri almak da yararlıdır.

Ağız ve diş sağlığında misvak kullanmanın büyük yeri vardır. Gerek hoş kokusu, gerekse kullanma ve taşıma kolaylığı misvağın câzibesini arttırır. Düzenli olarak misvak kullananlarda çürüklerin durduğu, diş etlerinin pekiştiği, ağız kokusunun kalmadığı görülür. Misvak, Arabistan’da yetişen Erak (Salvadore Persica) adlı bir ağacın dallarından yapılır. Diş ipi de fırçanın ulaşamadığı dişler arası bölgelerde kullanılabilir.

Diş Hekimliği

Diş hekimliğinin târihi, insanların diş ağrısı çekmeleri kadar eskidir. Binlerce yıl evvelki diş tabâbeti hakkında elimizde fazla bir belge yoktur. Eski Mısırlılardan kalma proteze benzer parçalar bulunmuştur. Çinliler akupunktur ile diş ağrısına müdâhale etmişler, Güney Amerika’da Perulular koka yaprakları ile dişi uyuşturma cihetine gitmişlerdir.

İslâmiyetin cihanı aydınlatmasıyle emredilen temizlikten dişler de ziyâdesiyle nasîbini almıştır. Peygamber efedimiz Sahâbe-i kirâma misvakı öğretmişler ve ümmetine kullanmayı emretmişlerdir. Peygamberimiz buyuruyorlar ki: “Misvak kullanılarak kılınan namaz, misvaksız namazdan yetmiş kat üstündür.”

Bugün hâlâ diş hekimliğinde kullanılan sâkinleştirici, ağrı kesici ve antiseptik özelliği olan Eugenol (karanfil rûhu) yüzyıllardır İslâm dünyâsında kullanılır. Târihî kaynaklar Türk hekimlerinin kendilerine has usûllerle ağrısız ve çabuk diş çektiklerini bildirmektedir.

Diş hekimliğinin kat ettiği büyük mesâfe asrımız içerisinde olmuştur. Anastezik maddelerin keşfi, röntgen ışınlarının tabâbette kullanılması, antibiotiklerin, ağrı kesicilerin ve çeşitli mukâvim estetik dolgu maddelerinin îmâli pek eski değildir.

Günümüzde diş hekiminden korkmak için bir sebep kalmamıştır, denilebilir. Dakikada 300.000 devir yapabilen, bir yandan hava, bir yandan su vererek ısınmayı önleyen elmas frezli aşındırıcılar çürükleri birkaç dakikada temizlemekte, dişlerin görünmeyen köşeleri röntgen filmleri ile apaçık tesbit edilmektedir. Diş çekimleri ağrısız yapılmakta, eksik dişlerin yerine sağlam, estetik ve temiz protezler yapılabilmektedir.

Diş hekimliği kendi içinde Cerrahî, Ortodonti (çene-yüz ortopedisi), Periondontoloji (dişi taşıyan dokular ve hastalıkları), Oral Diagnoz (ağız içi teşhisler), Pediodonti (çocuk dişleri), Endodonti (kanal tedâvileri), Konservatif tedâvi ve protez gibi dallarda ihtisaslaşmışlardır. Modern cihazlarla diş hekimliği ürkütücü değil, sevimli bir hâle gelmiştir. Diş hekiminden değil dişleri ihmâl etmekten korkmalıdır.

DİŞ KİRASI

Eskiden Ramazanlarda iftâra gidilen yerlerde misâfirlere verilen hediye (para) için kullanılan tâbir. İkinci Meşrûtiyetin îlânına kadar Ramazan ayında devletin vezir ve yüksek memurlarının konaklarında her akşam iftâr yapılması âdet hâline gelmişti. Bu dâvetlerde yemek ve ikramda bulunmakla berâber, fakirlere diş kirası namıyla para da verilirdi. Âmirlerin verdiği dâvetlere maiyetinin gelmesi îcâb ederdi.

Yemek yemeyi sevenler ve fakirler için bu yerler tam dâvet sofrası olurdu. Ev sâhibini tanısınlar veya tanımasınlar konağın kapısını çalınca içeri buyur edilirlerdi. Zamanla konaklar ve dâvetsiz ziyâfetler tamâmen ortadan kalktı.

Halk arasında bebeğin ilk dişini görenin çocuğa aldığı hediyeye de diş kirası denilmektedir. Bâzı yerlerde çocuğun dişi çıkınca, bulgur kaynatılır, içine çeşitli renklerde şekerler konarak dâvet edilen misâfirlere diğer çerezlerle birlikte ikrâm edilir. Bâzı yerlerde gölle adı altında; bulgur yanında mısır ve nohud da kaynatıldığı, ayrıca ceviz konarak yendiği ve komşulara dağıtıldığı da vâkidir. Dâvete gelenlerin bilhassa çocuğun dişini ilk görenin getirdiği hediye de dişin kirası kabul edilir.

DİŞBUDAK (Fraxinus)

Alm. Esche (f), Fr. Frene (m), İng. Ash, ash- tree. Familyası: Zeytingiller (Oleaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Karadeniz, Marmara ve Akdeniz bölgesinde yer yer.

İki çenekliler sınıfının, zeytingiller familyasından pekçok türü bulunan, ekseri Kuzey Yarım Kürenin ılıman bölgelerinde yetişen bir ağaç cinsi. Kışın yaprağını döken ağaçlardandır. Ülkemizde dört türü bulunur. Çiçekli ve çiçeksiz denilen çeşidi vardır.

Çiçeksiz dişbudak ağacı: (Praxinus excelsior): Nisan-mayıs aylarında çiçek durumları meydana getiren 20-30 cm yüksekliğinde, kıymetli bir orman ağacı. Hafif ve rutubetli toprakları sever. Kökleri derine iner. Gövde dik, karşılıklı dallı, üzerinde esmer lekeler bulunan gri renkli kabukludur. Yapraklar sivri uçlu ve kenarları muntazam dişlidir. Çiçekler bileşik salkım durumlarında olup, yapraklardan önce açar. Bitkiye çiçeksiz denmesinin sebebi çiçek örtüsünün bulunmamasındandır. Meyveleri kanatlı fındıksıdır. Tohum esmer renkli ve uzunca şekillidir.

İzmit, Çankırı, Kastamonu, Samsun, Maraş, Amasya, Toroslar (Mersin) havâlisinde bulunur.

Kullanıldığı yerler: Bitkinin kullanılan kısmı; yaprakları, kabuk ve tohumlarıdır. Yapraklar haziran-temmuz ayları arasında toplanır. Gölgede kurutulur. Yapraklarında reçineli maddeler, tanen, uçucu yağ ve glikozitler vardır. Yaprakları idrar söktürücü, müshil ve süt ifrazını arttırıcı olarak kullanılır. Romatizma ve nikris tedâvisinde de faydalıdır. Kabukları ateş düşürücü ve kabız edicidir. Tohumları idrar söktürücüdür.

Çiçekli dişbudak ağacı (Fraxinus ornus):Mayıs-haziran ayları arasında beyaz renkli çiçekler açan 5-10 m yüksekliğinde bir ağaç. Gövde dik, silindir biçiminde, gri renkli, gençken düz, sonra kabarcıklı kabuklu, yapraklar uzun saplıdır. Çiçekler evvelâ dik duran, fakat sonra sarkan durumlar teşkil ederler. Meyveleri küt uçlu, esmer renkli, yassı şekilli ve kanatlı fındıksıdır.

Trakya, İstanbul, Bursa, İzmir, Manisa Dağı, Toroslar, Osmaniye, Maraş civârında tek başına veya küçük topluluklar hâlindedir.

Kullanıldığı yerler: Bitkinin gövdesinden elde edilen usare kullanılır. Bu usare temmuz-ağustosta ağacın gövdesine yapılan yarıklardan elde edilir. Bu usârede mannitol, şekerler ve reçine bulunur. Hafif müshil etkilidir. Bilhassa çocuklara su veya süt içinde eritilerek verilir.

Dişbudak ağacı şah ve filizden büyüyebilir. Azamî 300 sene yaşar. Kerestesi açık renkli ve parlaktır. Mobilya îmâlinde kullanılır.