DALAKOTU (Teucrium Chamaedrys)
Alm. Gemeiner Gamander (m),Fr. Germandrée (f), İng. Germander. Familyası: Ballıbabagiller (Labiatae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara, Karadeniz, Orta Anadolu ve Akdeniz bölgesi.
Haziran-eylül ayları arasında pembe veya beyazımsı renkli çiçekler açan, 10-30 cm boyunda, çok senelik, otsu bir bitki. Kısamahmuz, yer meşesi ve yer palamudu gibi adlarla da tanınır. Orman altları ile kurak çayırlarda rastlanır. Gövdeleri yatık, gövdeden çıkan dallar ise dik, alt kısımları yuvarlak üst kısımları ise dört köşeli ve tüylüdür. Çiçekler yaprakların tabanında gruplar teşkil ederler. Pembemsi renkteki çiçekler tüp şeklindedir.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin kullanılan kısmı, toprak üstü kısımları, yâni çiçekli bitkidir. Çiçek açma mevsiminde çiçekli dallar toplanır, demet yapılıp havadar bir yerde kurutulur. İştah açıcı, uyarıcı, yaraları iyi edici ve ateş düşürücü olarak kullanılır. Bitki uçucu yağ, acı maddeler, tanen, glikozit ve saponinler taşır.
Dalakotunun tüylü olanı ”Teucrium polium” mayasıl otu olarak tanınmaktadır. Bitki, üzerini tamâmen kaplamış olan tüylerden dolayı beyaz-gri renktedir. Yaprakların kenarları bilhassa uca doğru dişli ve içe doğru kıvrıktır. Çiçekleri beyaz renkli olup oval durumlarda toplanmıştır. Anadolu’da çoğu yerde yaygındır. Aynı dalak otu gibi kullanılmaktadır.
Küçük fakat suyu bol Akdeniz havzası akarsularından. Gülhisar’ın güneyinde Yeşilgül Dağının kuzey yamaçlarından çıkar. Acıpayam yakınlarına kadar kuzey yönünde akar. Bu sırada suyu bol değildir. Eşler dağından gelen küçük çaylarla birleşerek suyu bollaşır. Acıpayam Ovasında büyük bir dirsek yaparak güneybatıya doğru akmaya başlar. Acıpayam ovasından sonra dar ve derin vâdilerin içinden akar. Arâzi çok ârızalı olduğundan pekçok çağlayan meydana getirir. Bölge çok yağmur aldığından çayın akışı hızlı ve suyu boldur. Dalaman Ovasına girdiği zaman akışı yavaşlar. Bu sebepten Dalaman’la deniz arasında ulaşım bakımından faydalanılır. Kıyıda getirdiği alüvyonlardan meydana gelen ova çok verimlidir. Burada her çeşit tarım yapılır. Çayın uzunluğu 229 kilometredir.
Budizmin bir kolu olan “Makayana”nın rûhânî liderine verilen ünvan. Budizmin Makayana kolu Tibet, Moğolistan, Batı Çin’in bir bölümü, Bhutan ve Sıkkım çevrelerinde yaygındır. Tibetlilerin inancına göre, Dalay Lama Mahayana Tanrısının dünyâ üzerindeki görünüşüdür. Tanrının rûhu Dalay Lamada yaşamaktadır. Dalay Lama ölünce, içindeki kutsal (ilâhî) ruh, en az 49 günlük geçen bir zamandan sonra yeniden bir çocuğun vücûduna girer. İlk Dalay Lama, 1474’te ortaya çıkmıştır. Budist inanışına göre zamanımıza (1993) kadar Makayana Tanrısının rûhu 14 Dalay Lamanın vücûdunda yaşamıştır. Tibet’in son Dalay Laması Tenzin Gyatsodur.
Tenzin Gyatso, 6 Haziran 1935’te Tibet’in kuzeydoğusundaki Kokonor bölgesinde doğdu. Köylü bir âilenin çocuğudur. Beş yaşında Budacıların en yüksek kişilerince on dördüncü Dalay Lama seçilerek Tibet’in başşehri Lhasa’ya götürüldü. Bin odalı Potala Sarayında taç giydirildi.
1950 senesinde Çin birlikleri Tibet’i işgâl etti. 1959’da Tibetliler ayaklanınca, Çin birlikleri binlerce Tibetliyi öldürdü. Dalay Lama 100.000 kişi ile Hindistan’a kaçtı. Kırk yıl, Himalayalardaki Dharmsala şehrinde sürgün hükûmetine başkanlık etti. 1987’de Albert Schweitzer Hayırseverlik Ödülü aldı. Budizmi anlatan kitaplar yazdı.
Dalay Lama, kırk yıl ülkesindeki Çin işgâline pasif direniş yürüttü. Bu çalışmalarından dolayı 1989 Nobel Barış Ödülü verildi.
Alm. Welle, Fr. Onde, flot, vague, İng. Wave, undulation. Deniz veya göl gibi geniş sularda çeşitli sebeplerle yükselip alçalan su yığını. Meydana geliş sebepleri, büyümeleri, tehlikeleri, taşıdıkları enerjileri insanları düşündürmüş ve üzerinde çalışmalara sevk etmiştir.
İkinci Dünyâ Harbi sırasında hırçın dalgaların arasında, karaya çıkarmaların ihtiyaç duyulması, dalgaların nasıl meydana geldiği, kıyıya nasıl vâsıl oldukları, orada nasıl sona erdikleri, üzerinde çalışmaların artmasına sebeb oldu. Bilginlerin yaptığı araştırmalarda bu soruların cevapları bulundu. Dalga, bir su akıntısı değildir. Yâni dalga ilerlerken onunla birlikte akan, ilerleyen bir su kütlesi yoktur. Dalga, su üzerinde meydana getirilen bir şekil değişikliğinin (çukur veya tepelerin) bir noktadan diğer bir noktaya iletilmesidir. Gerilmiş bir yayın bir ucunda meydana getirilen titreşimin hızla diğer uca doğru iletilmesi gibidir. Bütün titreşimler bir enerji taşır. Denizlerdeki dalgalarda bir enerji titreşimi olup iletkeni ise sudur, yâni okyanuslar, denizlerdir. Bu enerjiyi meydana getiren dinamo ise rüzgârdır. Dalgalar küçük tepecikler meydana getirmeye başlayınca rüzgâr yanlarına çarparak onları gittikçe daha yükseklere ve daha derinlere doğru iter. Böylece dalgaların enerjisi zamanla artar. Genellikle fırtınalı bir havada deniz dalgaları 15-16 metreye yükselir. Bu yüksekliğin üstündeki dalgalar kendi ağırlıklarını taşıyamadıklarından yâhut da rüzgârın şiddetinin etkisi altında parçalanırlar.
Dalgaların taşıdığı enerji tahminlerin çok üstündedir. Büyük fırtınaların neticesinde okyanuslarda meydana gelen dalgaların koca transatlantiklerde meydana getirdikleri tahribat bunların tipik örnekleridir. Bâzan âniden çıkan bu yüksek dalgalar öyle müthiş bir kuvvetle çarparlar ki, transatlantiğin 8 cm kalınlığındaki çelik bodoslama levhalarını yassılaştırırlar. Kaptan köşkünde büyük delikler açabilirler ve geminin içindeki çelikten kamera duvarlarını parçalayabilirler. Bu hususlar dalgalara tutulan büyük transatlantiklerde tesbit edilmiştir.
Şimdiye kadar vesikalara dayanarak usûlüne uygun hesaplanan en büyük dalga 1933 yılında Amerika Bahriyesinin Büyük Okyanusta karşılaşmış oldukları dalgalardır. Gemi subaylarının trigonometrik hesaplarına göre dalga 27-30 metreden başlamış, 32-35 metrelik dalgalar devâm etmiş ve tepesiyle dibi arası 38 m olan bir dalga ölçülebilmiştir.
Kıyıdaki dalgalar, çarpıp kırıldıklarından, açık denizlerdeki kadar yüksek değildirler.Kış aylarında üç metreye kadar çıktıkları tesbit edilmiştir. Yalnız bâzı Büyük Okyanus kıyılarında 12-14 metre yüksekliğinde dalgalara rastlamak da mümkündür. Dalgaların ne kadar uzaklara gidebildikleri ise günümüzde modern kayıt cihazları ile tesbit edilmektedir. Büyük Okyanustaki dalga kayıt cihazları, Kaliforniya kıyılarına çarpan dalgaların en çok birkaç gün önce Avustralya’dan esen kuvvetli rüzgârın denize sürdüğü enerjinin etkisiyle meydana geldiğini tesbit etmektedir. Bir dalganın saatte mil cinsinden hızı şöyle hesaplanır:
Arka arkaya gelen iki dalga tepesi arasındaki zaman sâniye olarak ölçülür. Bu sayı 3.5 ile çarpılır. Meselâ iki dalga arasında 5 saniyelik bir zaman varsa bu durumda 3.5 x 5 = 17.5 millik bir hız bulunur.
Dalgaların taşıdıkları muazzam enerjiyi ise şu rakamlar açıkca ifâde etmektedir. Yalnız 1-2 m yüksekliğindeki bir dalganın iki kilometre uzunluğundaki bir kıyıya çarptığında bir iki saniye içinde bıraktığı enerji 3500 beygirgücündeki bir motordan aynı sürede alınabilecek enerji kadardır. Limanlara konulmuş olan dinamometreler, ekseriya dalgaların önlerine çıkan engellere bir metrekareye 60 tonluk bir basınç ile çarptığını göstermiştir. İskoçya’da dalgalar, bir dalgakırandan 2600 tonluk yekpare bir beton bloğunu koparıp götürmüştür.
Alm. Wellenbewegung (f), Fr. Mouvement (m) ondulatoire, İng. Wave Movement. Titreşimlerin dalga şeklinde yayılması. Bir ortamın bir noktasında bir kuvvetin tesiriyle âni ve geçici bir değişiklik meydana gelirse, bu değişiklik ortamın esnekliği nisbetinde diğer noktalara yayılır. Diğer noktalar da, ilk noktaya yakınlık sırası ile sanki aynı kuvvet tesir etmişçesine ilk nokta gibi değişikliğe uğrarlar (hareket ederler). İlk nokta eski durumuna döndüğü hâlde, değişiklik noktadan noktaya sirâyet ederek yol alır, yayılır. Değişikliğin, yâni aynı tesirin bu nakline nabt (puls) denir. Eğer ilk noktadaki değişiklik kesilmez birbiri arkasından tekrar tekrar devâm ederse, pulsların arkası kesilmez, devamlı olur. Bu durumda ilk nokta titreşim hareketi yaptığından bu titreşim ortam boyunca bütün noktalarda görülür. Titreşimlerin bu şekilde yayılması dalga hareketi meydana getirir.
Dalganın yayıldığı ilk noktaya dalga kaynağı denir. Titreşen noktaların titreşim doğrultusu dalganın yayılma doğrultusuna dik ise böyle dalgalar, enine dalgalar; paralel ise, boyuna dalgalardır.
Dalga kaynağının titreşimi zamâna göre düzgün değişen devirli bir hareket ise meydana gelen dalgalar devirli (periyodik) dalgalardır.
Dalganın yayıldığı ortamdaki bir noktanın hareketinin zamanla değişiminin grafiği çizilecek olursa, elde edilen eğri dalga eğrisidir.
Dalga karakterleri: Yayılma hızı, dalganın ortamda bir saniyede aldığı yoldur.
Ortamın bir noktasının, hareketi bir kere tekrarlaması için geçen zamâna “periyot”, sâniyedeki tekrar sayısına ise “frekans” denir. Periyot (T), frekans (f) ile gösterilirse:
f= 1/T veya T=1/f veya f.T=1 yazılabilir. Periyodun birimi sâniye (sn) ise, frekansın birimi sn-1dir.
Dalga boyu: Bir periyotluk zamanda dalganın yayıldığı mesâfedir. Yâni bir periyot süresince, dalga tepesinin yayılma yönünde aldığı yoldur. Bu yol iki dalga tepesi arasındaki mesâfeye eşittir. Dalga boyu (l) ve dalgaların yayılma hızı (v) ile gösterilirse:
l = v.T veya l = v/f bağıntıları yazılabilir.
Bir noktanın denge durumundan azamî ayrılma miktarına dalga genliği denir.
Dalgalar enerji taşır, dalga hareketi enerji naklinin bir şeklidir.
Dalgalar yansıma, kırılma, kırınım ve üst üste binme özelliklerini gösterir.
Üst üste binmede dalgaların birbirine tesiri, dalgaların durumuna göre şiddet arttırma, azaltma veya yok etme şeklinde olabilir.
Bir hacim içine hapsedilen, yansıyan dalgası kendi üzerine düşen dalgaların hareketinde, ortam içinde bâzı noktalarda hiçbir hareket görülmez. Bu noktalar sıfır genlikli noktaların üst üste binmesiyle meydana gelen düğüm noktalarıdır. Fakat bu hacimde dalga hareketi bir uçtan bir uca devâm eder. Böyle dalgalara duran dalgalar denir.
Dalganın meydana geldiği ve yayıldığı ortam madde ise, böyle dalgalara mekanik dalgalar denir.
Elektromağnetik dalgalar boşlukta da yayılabilir. Işık, radyo dalgaları, infrared, ultraviyole şualar, röntgen şuaları (X ışınları) ve gamma şuaları elektro mağnetik şualardır.
Kuantum fiziğinde dalga karakterlerini maddenin kütlesine bağlayan bir ifâde bulunmuştur. Bu formüle göre madde, duran dalgalar gibi düşünülebilir. Madde belli bir hacme hapsedilmiş dalgadan ibârettir.
Alm. (Perufsmässiger)Taucher (m), Fr. 1.Plongour (m), 2. Scaphandrier, İng. Diver. Husûsî olarak hazırlanmış olan solunum sistemi kullanılarak, çeşitli maksatlarla ve araştırma yapmak gâyesiyle denizlerin derinliklerine dalan kişi.
Dalgıç suya dalarken kumaştan yapılmış su geçirmeyen tulumu ve mâdenî başlığı giyer. Başlığın arka kısmına yerleştirilmiş esnek boru gemi veya kayıkta bulunan pompaya bağlı olup, dalgıcın devamlı temiz hava almasını sağlar. Bâzan içlerine hava doldurulan ve dalgıcın sırtına bağlanan tüpler de kullanılır.
Maske: Dalgıcın su altında etrâfını rahatça görmesini sağlar. En kullanışlı olanı alın ve üst dudağı içine alan, ağzı serbest bırakan ve basınç ayarlamak için burun yeri bulunanıdır. Sonorkel: Ağza alınan kısa lastik hortumdur. 35-40 cm boyundadır. Paletler: Dalgıcın süratli ve rahat hareket etmesini sağlar. Bu sâyede ellerini serbest bırakıp dilediği yönde hareket edebilir. Balıkadam elbiseleri: Vücudun ısı kaybını önlediği gibi âni ısı değişmeleri neticesinde ortaya çıkabilecek tehlikeleri önler. Tüpler: Normal havayı su altında depo etmeye yarar ve hacimleri 3 ile 16 litre arasında değişmektedir. En az 300 atmosfere dayanıklıdırlar. Rezerve:Su altında hava bittiği takdirde veya bitmek üzereyken hayat kurtarıcı küçük bir hava deposudur. Rezerveye bağlı mandal çubuk aşağıya çekilerek çalıştırılır. Rezerveyi açmadan önce nefesi dışarı verip ağzı kapatmalıdır. Çünkü mandal açıldığında tazyikli hava ciğerleri zedeleyebilir. Sıfır zaman göstergesi (Dekompresyonmetre): Dalgıcın vurgun yemesini önleyen bir âlettir. Suyun basıncıyla çalışır. Dalış bittikten sonra çıkışta su altındaki bekleme kademelerini gösterir. Kola veya kemere takılabilir. Basınç saati (Manometre): Tüp içindeki hava miktarını atmosfer olarak gösteren bir âlettir. Derinlik göstergesi: Su altında derinlikleri metre olarak gösterir, kola takılır. Dalgıç saati: Bu saatler özel olarak yapılmış olup, su geçirmezler. Dalgıcın su altındaki kalış zamânını ve çıkışta bekleme kademelerindeki bekleyiş sürelerini tâyin eder. Su altı pusulası: Deniz dibinde istikâmet tâyini için kullanılır. Can yeleği: Tehlike ânında kullanılır. Karbondioksit gazıyla doldurulmuş küçük tüplerle şişirilmiştir.Tüp üzerindeki mandal açıldığı zaman can yeleği şişer ve tehlikede olan kişi rahatça su üstüne çıkar. Su altı lambaları: Karanlıkta veya mağara gibi ışıksız yerlerin aydınlatılmasında fayda sağlar. Ağırlık kemerleri ve kurşunlar: Su altına rahat inebilmek için ve istenilen derinlikte rahatlıkla gezebilmek için takılır. Dikkat edilecek önemli nokta, tehlike ânında, bir anda çıkarılabilir nitelikte olmalıdır. Su altı bıçakları: Su altında emniyet bakımından önemlidir. Şamandralar: Dalış yapılan yerin belirtilmesi açısından önem taşır. Bir ucunda kurşun, diğer ucunda ise plâstikten yapılmış yarım dâire şeklinde yuvarlak bir kutudur.
Dalgıç, merdivenden veya doğrudan doğruya suya dalar. Su dibine iniş çok hızlı olup,yüzeye çıkış ise oldukça yavaş olur. Dalgıcın suya dalıp, her bir metre inişinde basıncın 0,1 kg/cm2 artmasıyla kandaki azot miktarı da fazlalaşır. On beş metre kadar olan derinlikten dalgıcın oldukça yavaş çıkması lâzımdır. Çünkü gaz kabarcıklarından dolayı atardamarlarda tıkanma olup, dalgıcın hayâtı tehlikeye girer. Daha derinlerden çıkarken, belirli seviyelerde daha fazla bekleyerek çıkılır. Genellikle 60 m civârında olan derinlikler dalgıcı pek rahatsız etmez. Dalma işinde rahatsız olan dalgıçlar basınç odasında bakıma alınarak tedâvisi yapılır.
Denizin derinliklerinden yüze çıkarken dalgıçlarda, basıncın âniden düşmesine bağlı olarak “vurgun, vurgun yeme” tâbir edilen bir hastalık ortaya çıkabilir. Buna dekompresyon veya caisson hastalığı da denir. (Bkz. Vurgun)
100 ile 250 m arasındaki derinliklere dalmak için, dalgıcı kontrol altına alan mâdenî bir elbise giydirilir. Bu tür elbiselerin içinde dalgıcın rahat çalışması için normalin üstünde, basınç bulundurulur. Daha derinlerde hava dışardan hortumlarla verildiği gibi, sırt tüpünden de faydalanılır. Solunum için ise, kirli havayı temizleyen maske kullanılır ve bu sûretle su altında uzun müddet kalınmış ve çalışma imkânı sağlanmış olur. Ayrıca deniz dibi çalışmalarında dalma çanı denilen pencereli kuleler de kullanılır. Bu âletin mâdenden yapılmış, kutu biçiminde odalı olanları da vardır. Bu âlet çelik halatlarla suya batırılır ve istenilen derinliğe indirilince içine girilerek çalışma yapılır. Deniz altı temel atmalarda, batan gemileri kurtarmada bu âletlerden faydalanılır.
Dalgıçlar su altındaki bitki ve hayvanları incelemek, batık olan bir şeyi bulmak, deniz dibindeki eski eserleri tetkik etmek, bulup çıkarmak, batan gemi ve vâsıtaları çıkarmak gibi işleri yapmak için dalarlar.
(Bkz. Su Sporları)
Osmanlı Devletinde muhâsara edilen kaleye girmek veya düşman ordusu içine dalmak için fedâî yazılan asker. Bunlara “serdengeçti” de denirdi. Bunlar toplu hâlde düşman ordusunun sağ, sol veya arkasından hücûm ederlerdi. Ölümü hiç düşünmeyen bu yiğitlerin hücumları pek dehşetli olur ve ekseriyâ daldıkları ordunun moralini bozar içlerine korku salarlardı. Napolyon birkaç yüz dalkılıç meydana çıktığında bunların önünde durmanın güç, mağlub olmamanın ise imkânsız olduğunu beyân eder.
Kuşatması uzayan kalelere serdengeçtiler gece merdiven kurarak yalın kılıç içeri girerler. Bütün kale efrâdına karşı gözlerini kırpmadan kılıç sallarlardı. Bunlar için şehâdet âdetâ mukadderdi. Az da olsa sağ kalanlar olurdu. Bunlar gerek kumandanları, gerekse arkadaşları tarafından çok iltifât görürlerdi. Din ve devlet için başlarını vermekten çekinmeyen bu yiğitlerin sağ kalanlarına mükâfâtlar verilir, “serdengeçti ağası” tâbiriyle hürmet gösterilirdi.
Yeniçerilerin bozulmasıyla serdengeçtiler de eski ehemmiyetini kaybettiler, ocak kaldırılınca, “dalkılıç” “serdengeçti” de kendiliğinden kalkmış oldu.
Özlüyorum Malazgird, Niğbolu ve Kosova’yı
Şimşek nallı rüzgâr atlar üstünde,
Dalkılıçlar biçerken ovayı ...
Yaşasaydım aaah öyle bir günde!
Alm. Dalmatien (pl), Fr. Dalmatie (f), İng. Dalmatia. Hırvatistan’da Adriya Denizi boyunca uzanan dar bir kara parçası. İstria Yarımadasından başlayıp kuzeyde Cattaro Körfezine ulaşır. Kıyı boyunca yer alan irili ufaklı adaları da içine alır. Ülke topraklarının çoğu bir platodan meydana gelmektedir. Platonun üstünde Dinarik Alpleri Sıradağları bulunmaktadır.
Dalmaçya toprakları 1918 yılına kadar Avusturya idâresinde bulunuyordu ve yüzölçümü 12.830 km2 idi. Yaklaşık 650.000 nüfûsu vardı. Yugoslavya idâresine geçtikten sonra Split ve Dubrovnik adı altında ikiye bölünerek güney ucunda yer alan Kotar’dan ayrılmıştır.
Dalmaçya toprakları jeolojik yapısı bakımından tebeşir ve eosen kalkerleri ihtivâ eder. Son derece verimli kırmızı toprakları, hava aşındırmaları sonucu meydana gelmiştir. Zramanja, Krka ve Cetini gibi ırmaklar ülke topraklarını sulamaktadır. Karstik bölgede irili ufaklı pekçok göl yer almaktadır. Ülkenin kıyı kesimlerinde iklim Akdeniz iklimi özelliğini taşır. Riviera ve Yunanistan kıyılarına nisbetle kışları daha ılık, yazları ise daha serindir. Ülkenin iç kısımlarında sert kara iklimi hüküm sürer. Güney bölgesinde yer alan adaları, önde gelen turistik yerlerdir. Bellibaşlı büyük şehirleri olan Split, Dubrovnik, Siberik, Zatar, ülkenin Adriya Denizi kıyılarında yer alırlar ve daha çok deniz yolu ile birbirlerine bağlıdırlar. Ülke ahâlisinin çoğunu Sırplar ve Hırvatlar teşkil etmektedir. İtalyan-Venedik kültürü tesiri altındadırlar. Ülke halkı Hıristiyan olup, Katolik mezhebindedirler. Güney kesimlerinde Ortodokslar da bulunmaktadır. Halk genellikle millî kıyâfetleriyle dolaşır. 1898 yılına kadar ülkede Dalmatça konuşuluyordu. Günümüzde ise Sırpça ve Hırvatça konuşulmaktadır. Dalmaçya’da tarla zirâati, hayvancılık ve balıkçılık gelişmiş bir vaziyettedir. Başlıca gelirleri ton balıkçılığı ve sünger avcılığıdır. Ayrıca denizcilik, gemicilik, ev sanâyi ve yağcılık da oldukça gelişmiştir. Limanları ve adaları işlek olup, askerî savunma bakımından ehemmiyet arz ederler.
Dalmaçya ülkesi, eski çağlarda İllirya’nın bir parçasını teşkil ediyordu. Romalılarla yapılan birçok harplerden sonra, M.Ö. 33 yıllarında Augusta tarafından İllirium bölgesine, Büyük Theodosius zamânında Batı Roma’ya, 489’da Doğu Gotları ülkesine, 526’da da Bizans İmparatorluğuna katılmıştır. Mîlâdî 7. asırda Hırvatların ve Sırpların eline geçen bu ülke sonradan Macarların istilâsına uğrayarak elden çıktı. Macarların elindeyken ayrıca Venediklilerin de istilâsına uğrayan, 16. asırda Osmanlı mücâhitlerinin akınları sonucu iç bölgelerine varıncaya kadar fethedilmiş ise de, 1699’da yapılan Karlofça Antlaşması ve 1718’de yapılan Pasarofça Sözleşmesi sonucu Venediklilerin eline geçmiştir. Daha sonraki devirlerde Avusturya, Fransa ve yine Avusturya’nın eline geçen bu ülke, Birinci Cihan Harbi sonucu yıkılan Avusturya-Macaristan Devleti elinden çıkarak Yugoslavya ile birleştirildi. 1915 yılında İtalyanlar ülkenin bütün kuzey yarısına sâhip çıkmak istemişlerse de, ABD’nin müdâhalesi ve yapılan Rapollo Antlaşması ile ancakZara üzerindeki toprakları ve stratejik önemi olan birkaç adayı alabilmiştir. 1990 senesinden sonra doğu blokunda görülen liberalleşme, Yugoslavya’ya da sıçradı. Yugoslavya’yı meydana getiren cumhûriyetler bağımsızlıklarını îlân ettiler. Dalmaçya, Hırvatistan Cumhûriyeti topraklarında kaldı.
(Bkz. Renk Körlüğü)
İngiliz fizik ve kimyâ bilgini. 1766 senesinde Cumberland’da doğup, 1844’te Manchester’de öldü. Bir dokumacının oğlu olan Dalton, evvelâ öğretmenlik yapmış, daha sonraları da matematik ve fizikle uğraşmıştır. New College’e 1793’te profesör olduktan sonra yaptığı bir çok meteorolojik araştırmalarla kendini tanıtmıştır. Batıda atom teorisinin gerçek kurucusu kabul edilmektedir. Eskilerden aldığı maddenin bölünmezliği hipotezine ilmî bir temel ve şekil vermiştir. Gaz karışımlarının sıkıştırılma yollarını araştırmış ve 1801’de bununla ilgili bir kânun açığa çıkarmıştır. Su buharının çeşitli sıcaklıktaki basınçlarını ortaya koymak yoluyla gazların özgül ölçülerini belirtmeyi de o bulmuştur. Daltonizm isimli hastalığı kendi üzerinde incelemiştir.
Başlıca eserleri:1793’te yazdığı Meteoroloji Gözlemleri ve Denemeleri ile 1808’de yazdığı Yeni Kimya Felsefesi Sistemi’dir.
Alm. Plan Van Dalton, (r), Fr. Plan de Dalton (m), İng. The plan of Dalton. ABD’de 20. asır başlarında bâzı ortaokullarda tatbikâtına başlanıp, başka ülkelerde de kabul edilen bir öğrenim sistemi. Bu sistem “Dalton Laboratuvarı Plânı” diye de tanınır. İlk olarak Dalton ortaokulunda denendiği için bu isim verilmiştir.
Helen Parkhurst 1913 senesinde eskiden beri kullanılan ortaokul plânlarını değiştirmeyi ve dershânelerin herbiri için özel havası olan laboratuvarlar kurmayı düşünmüştür. Bu plâna göre atölye tarzında olan bu laboratuvarlar bir öğretmenin mesuliyeti altında bulunacak ve bu öğretmenler bir araştırma ve tetkik havası meydana getirerek talebelere akıl vermek ve yol göstermek gâyesini güdeceklerdi. Böylelikle dershâne öğrencinin derslerini öğretmenine anlatacağı bir yer olmaktan ziyâde, öğrenciyle öğretmen arasında karşılıklı bir danışma, tartışma ve fikir alış verişi mekânı meydana getiriyordu. Bu sistemde öğrenciler eskiden olduğu gibi ev ödevi yapmayıp, müddeti bir ay ile bir hafta arasında değişen çalışma anlaşması imzâlar, bu anlaşmayla teşebbüs ettiği işi, tatminkâr şekilde bitirmeden de yeni bir anlaşma imzâlayamazdı. Bâzı Dalton okullarında umûmiyetle öğleden sonraları edebî toplantılar, münâzaralar gibi cemiyet çalışmaları da yapılır.
Bu plân İngiltere, Japonya ve Çin’de benimsenmiş olup değişik şekillerde de Almanya, İsviçre ve Hollanda’da tatbik edilmiştir. İngiltere’de bu plânla öğretim yapan 2000’den fazla okul vardır. Avrupa ülkeleri ile Batı devletlerinin bir çoğunda uygulanan bu plândan daha sonraları vazgeçildi. Modern eğitim plânları uygulanmaya başlandı.
Alm. Staatnetz (n), Fr. Bordique bourdique (f), İng. Weir for fishing. Balıkçılıkta mühim yeri olan bir çeşit avlanma sistemi. Dalyan, göl ve ırmak ağızlarında, denizin kıyıya birkaç yüz metre yakınlarında kurulur. Birçok ağ, direk, halat gibi elemanlardan meydana gelir. Denizde dikdörtgen şekli verilecek biçimde kazıklar çakılır. Kazıklar arasına kurşun uçlu ağlar sarkıtılır. Dar kenardan bırakılan bir giriş kapağından balıkların ağa girmesi sağlanır. Bu kapak bir makara ile toplanıp açılır. Balıklar içeri girince makara bırakılarak çıkışa mâni olunur. Dalyanın giriş kısmında vigla denilen direkler üzerinde bekleme yeri bulunur. Burada dâimâ bir kişi bekler. Balıklar girince kapak indirilip içeri giren balıklar dipte bulunan bir ağın yukarı çekilmesiyle toplanıp teknelere çekilir. Dalyanlar umûmiyetle üç kısımda toplanır:
1. Karadeniz Boğazı ile Marmara’nın kıyı sularında kurulan “asıl dalyanlar.” Bunların alt kısımları tamâmıyla kapalıdır. Bu dalyanların “şire dalyanı”, “büyük şire dalyanı”, “yarım şire dalyanı”, “çekme dalyanı” olarak isimlendirilen değişik tipleri de vardır. Asıl dalyanların, yaz ve kış mevsiminde kurulmak üzere iki çeşidi mevcuttur.
2. Çoğu zaman ırmak ve göllerin ağızlarına kurulan “çubuklu dalyanı” ismiyle anılan dalyanlar. Bunların diğer bir adı da “kotra”dır. Bunlarda ayrıca ağ kullanılmaz.
3. Akdeniz’de kullanılan orkinos ve torik balıklarını avlamak için kurulan “direksiz dalyanlar.”
Yurdumuzda en verimli dalyanlar;Köyceğiz (Muğla), Güllük (Muğla), Büyük Çekmece (İstanbul) ve Karataş (Adana) dalyanlarıdır. Dalyanlarda en çok kefal, levrek, çipura avlanır.
Bugün dalyanların kurulu olduğu kıyılardaki yerleşim bozukluğu, deniz kirliliği, bol ışık ve gürültünün olması, balık sürülerinin yer değiştirmesinde büyük rol oynar. Bâzı plânsız avlanmalar, göç eden balıkların kıyılara sokulmadan geçip gitmelerine yol açmaktadır. Bu kötü şartlar sebebiyle, çok büyük emek ve harcamalar yaparak kurulan dalyanlar verimsizleşmekte ve önemini kaybetmektedir. Ayrıca gırgır, trol ve elektronik araçlarla yapılan balık avcılığı da dalyan avcılığına darbe vurmuş, balık avlama yatakları bu vesîlelerle yok denecek kadar azalmıştır.
Osmanlı sadrâzamlarından. Şûrâ-yı Devlet üyelerinden Seyyid İzzet Efendinin oğlu olup, İstanbul’da 1853 yılında doğdu. Tahsilini tamamladıktan sonra Hâricî Teşkilâtta görev aldı. Paris, Berlin, Petersburg ve Londra elçilikleri kâtipliklerinde bulundu. Daha sonra Sultan Abdülmecîd’in kızlarından Mediha Sultanla evlendi. 1884 yılında Şûrâ-yı Devlet üyeliğine tâyin edildi. İki sene sonra da vezir rütbesi verilen Dâmâd Ferid Paşa, Londra Büyük Elçiliğine tâyinini istediyse de, Sultan İkinci Abdülhamîd Han tarafından bu isteği reddedildi. Bunun üzerine memuriyetten ayrılıp, Meşrûtiyetin îlânından sonra Âyân Meclisi üyesi oldu. Devamlı yükselmek arzusunda olduğundan İttihat ve Terakki Cemiyeti ileri gelenlerine yaklaştı. Ancak anlaşamamaları sonucu onların aleyhinde çalışmaya başladı.
İmparatorluğun son zamanlarında beş defâ sadârete getirilmiştir. Sadâreti zamânında yaptığı tutarsız icrâatı sebebiyle memleketin içte ve dışta zor durumlara düşmesinde büyük tesiri olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, Osmanlıların son sultânı, Sultan Altıncı Mehmed (Vahîdeddîn Han) dekendisini sevmeyip daha şehzâdeliği zamânında Ferid Paşaya karşı sâhib olduğu düşüncelerini açıklamıştı. Zekî, vatanını seven ve son derece nâmuslu olan Sultan Vahîdeddîn’in Ferid Paşayı defâlarca sadârete getirmesini târihçiler, zamanın kritik oluşundan ve mecburiyetten ileri geldiğini söylerler.
Nitekim İşgâl altındaki bir memlekette baskıların çok olması, Tevfik, Ali Rızâ, Sâlih Paşa kabînelerinin kısa zamanda görevden ayrılmaları, işgâl idâresinin devamlı tazyiki, onu 13 ay müddet içinde beş defâ sadrâzamlığa getiren önemli sebeplerdir. Ferid Paşa, Tevfik Paşanın kurduğu üçüncü kabînenin 3 Mart 1919’da düşmesi üzerine, 4 Mart 1919’da ilk defâ sadârete getirildi.
15 Mayıs 1919 Yunanlıların İzmir’i işgâline kadar 2.5 ay ilk sadareti sürdü. Ferit Paşanın 19 Mayıs’ta kurduğu hükûmet, 20 Temmuz 1919’a kadar devâm edebildi. Ancak bir gün sonra tekrar kabîneyi kurmakla görevlendirildi. Bu üçüncü sadâreti ise 30 Eylül 1919’da sona erdi.
Ali Rızâ Paşa kabînesinin 3 Mart 1920’de düşmesi, arkasından kurulan Sâlih Paşa hükûmetinin 25 günlük iktidârdan sonra çekilmesi, Tevfik Paşanın tekrar hükûmet kurmayı kabul etmemesi, Ferid Paşanın 5 Nisan 1920’de tekrar sadrâzamlığa gelmesine sebeb oldu. 30 Temmuz 1920’de kabînesini yenilemek için istifâ etti. Bir gün sonra da son kabînesini kurdu. Bu beşinci ve son kabînesi, 17 Ekim 1920’ye kadar devâm etti.
Ferid Paşanın 13 aylık iktidârı sırasında önemli olaylar; Meclis-i Meb’ûsan’ın kapatılması, Sevr Barış Antlaşmasını imzâlaması ve Kuvâ-yı Milliyeye karşı davranışlarıdır. Anadolu’da hiç sevilmeyen Ferid Paşa, Millî Mücâdelenin zafere ulaşması üzerine, Avrupa’ya kaçtı. 6 Ekim 1923’te Fransa’nın Nice şehrinde öldü.
Sultan Üçüncü Mehmed Han zamânında üç defâ sadârete gelmiş Osmanlı sadrâzamı. Sultan Üçüncü Murad’ın kerîmesi Ayşe Sultanla evlendiği için Dâmâd olarak anılan İbrâhim Paşa, Kanije Kalesini fethetmesi sebebiyle de Kanije Fâtihi ünvânı ile meşhurdur.
Aslen Bosnalı olan İbrâhim Paşanın doğum târihi bilinmemektedir. 1531’de Enderûn-ı Hümâyûna alınarak yetiştirildi.Sarayda çeşitli görevler yaptıktan sonra Üçüncü Murad’ın cülûsu esnâsında Rikabdarlığa, cülûsundan sonra 1574’te Silâhdarlığa ve 1580’de Yeniçeri Ağalığına getirildi. 1581’de Rumeli Beylerbeyliğine tâyin olunan İbrâhim Paşa, bir müddet sonra Kubbe vezirleri arasına girdi. Mısır Vâlisi Mürteşî Hasan Paşanın Mısır’da meydana getirdiği karışıklıkları gidermek ve Mısır vâridâtını yeniden tanzim etmek üzere 1583’te Mısır vâliliğine tâyin olundu. Bir buçuk yıl sonra da Lübnan’da Dürzî İsyânını bastırdı. Bu hizmetlerine karşılık ikinci vezirliğe getirildi.
1586 yılında Sultan Üçüncü Murad’ın kızı Ayşe Sultanla evlendi. 1595’te Sadrâzam Ferhad Paşa Eflâk Seferine çıkınca, sadâret kaymakamı oldu. Nihâyet Sinân Paşanın vefâtı ile 5 Nisan 1596’da kendisine vezîriâzamlık verildi. Sultan Üçüncü Mehmed Hanın da iştirak ettiği Eğri’nin fethi ve Haçova Meydan Savaşlarında büyük yararlıklar gösterdi. Ancak Avusturya Seferine Kırım kuvvetlerinin gelmemesi ve Kırım Hanı Gâzi Giray’ın İbrâhim Paşanın tesiriyle Fetih Giray’ı öldürtmesi yeniden azline sebeb oldu.
İbrâhim Paşa, 1599’da Cerrâh Mehmed Paşanın yerine üçüncü defâ vezîriâzam ve Avusturya seferine serdâr-ı ekrem tâyin edildi.
Sefer hazırlıklarını tamamladıktan sonra 1599’da İstanbul’dan Belgrad’a doğru harekete geçti. Edirne’ye geldiğinde Avusturya seraskeri olan Satırcı Mehmed Paşayı başarısızlığı sebebiyle katlettirdi. Daha sonra Belgrad’a, oradan Macaristan’a giren İbrâhim Paşa, Estergon üzerine yürüdü. Ancak bu hareketi, muhârebe yapmak veya kale fethetmekten ziyâde uzun süren muhârebeler netîcesinde dağılan veya Osmanlılar aleyhine cephe alan yerli halkın yeniden kazanılması, serhad kalelerinin tâmiri gâyesine yönelikti. Kışı Belgrad’da geçiren Vezîriâzam İbrâhim Paşa, 1600 senesi baharında Estergon üzerine yürüyüşe geçti. Tiryaki Hasan Paşanın da bulunduğu toplantıda, her zaman için tehlike teşkil eden Kanije’nin fethi kararlaştırıldı. Kırk günden fazla muhâsara edilen kale, bir taraftan gelecek yardımdan ümit kesilmesi, diğer taraftan kalenin barut mahzenine ateş düşmesi üzerine İbrâhim Paşaya teslim edildi. Burası beylerbeyilikle Tiryâkî Hasan Paşaya verildi. Avusturyalıların mühim hudud kalelerinden olan Kanije’nin düşmesi, düşmana büyük bir darbe idi. Bu muvaffakiyetinden çok memnun olan Pâdişah, vezîriâzam İbrâhim Paşaya gönderdiği hatt-ı hümâyûnda onu tebrik etti ve hayatta olduğu müddetçe makâmında kalacağını vâdetti. Bu fetihle İbrâhim Paşa, Kanije Fâtihi ünvânını aldı.
Dâmâd İbrâhim Paşa, serhadde almış olduğu tedbirler ile askerin, serhad gâzilerinin ve yerli halkın derin sevgisini kazanmış, bu mıntıkada Avusturya harplerinin zuhûrundan beri devâm eden âsâyişsizliği bertaraf etmişti.
Vezîriâzam ve serdâr-ı ekrem İbrâhim Paşa Belgrad’da bir taraftan sefere hazırlanırken, diğer taraftan da kendi kethüdâsı Mehmed Ağa ile Murad Paşayı, îcâbında sulh için görüşmek üzere, tâlimât verip Budin’e gönderdi. Ancak bir müddet sonra rahatsızlanan İbrâhim Paşa, 10 Temmuz 1601’de vefât etti. Cenâze namazı ordugâhta kılındıktan sonra naaşı Belgrad’a nakl ve daha sonra İstanbul’a getirilerek Şehzâde Câmiinin caddeye bakan cephesinde inşâ ettirdiği türbesine defnedildi.
İbrâhim Paşanın âlicenâp, cömert ve gayretli bir vezir, muvaffak bir kumandan olduğunda bütün kaynaklar müttefiktirler. Emrine verilen orduları sevk ve idâreyi bilmiş ve bilhassa zemin ve zamâna göre aldığı siyâsî tedbirler ile Lübnan harekâtında ve Macaristan serhâdlerinde Osmanlı nüfûz ve hâkimiyetini süratle tesise muvaffak olmuştur. Gerçekleştirmeye çalıştığı Avusturya sulhü plânları, ölümü ile netîcesiz kalmış; fakat Macaristan serhadlerinde ardından gidecek olan Lala Mehmed Paşa ve Kuyucu Murâd Paşa gibi kuvvetli iki devlet adamının yetişmesini sağlamıştır.
(Bkz. Atardamar Sertliği)
Alm. Ader (f), Fr. Vaisseau (f), İng. Vessels. Kalp ile dokular arasında kan iletimini sağlayan boru şeklindeki yapılar. Damarlar canlı yapılar olup, ihtivâ ettikleri bağdokusu, kas ve bu kasları harekete geçiren sinirleri ile birbirini tamamlar şekilde çalışırlar. Böylece dokulara gidecek kan miktarını ayarlamada kalbe yardımcı olurlar.
Damar denildiği zaman genellikle bu isim altında kan damarları, yâni atar ve toplardamarlar anlaşılır. Fakat bundan başka beyazkan denilen sıvıyı toplayarak toplardamarlara aktaran lympha (lenf, akkan) damarları da vardır.
Kan damarlarını, ilettiği kanın gidiş yönüne göre iki kısma ayırmak mümkündür. Bunlardan birisi, kalpten kanı alıp dokulara doğru götüren bölümdür. Bu bölüme dâhil olan damarların içinde oksijeni fazla olan kan bulunur. Bu tip damarlara atardamar veya “arteria” denir. Bunlar kalpten kalın bir oluk şeklinde aorta çıktıktan sonra organizmanın genel prensiplerine göre dallanma gösterirler. Her dal sayı bakımından çok, çap bakımından ise bir öncekinden daha küçük olmak üzere, devâm eden dallanmalarla dokulara girer. Atardamarlar çaplarına göre büyük, orta, küçük, ön kılcal ve kılcal atardamar olmak üzere beş tipte incelenebilir. Arterlerin kesitini incelersek karşımıza yine beş tabaka çıkar. Bunlar:
1. Dış tabaka (kas dokusundan fakir, bağ dokusundan zengindir).
2. Dış elastik bağ dokusu.
3.Orta tabaka (elastik lifler ve düz kaslardan meydana gelmiştir).
4. İç elastik bağ dokusu.
5. İç tabaka (endotel denilen yassı hücreli zardan yapılıdır).
Atardamarların bazıları ise gittikleri dokuya göre özellik gösterebilirler. Bunlara özellikli arterler denir.
Kan damarlarının, ilettiği kanın gidiş yönüne göre tasnifinde diğer grup da toplardamarlar, diğer adıyla “venae”dır. Bunlar atardamarların organlara ve dokulara getirdikleri kanın dokuyla kan arasında madde ve gaz alışverişinin yapılmasından sonra toplayarak kalbe götüren damarlardır.
Atardamarların son bölümünü kılcal atardamarlar teşkil ederken, toplardamarların ise başlangıcını kılcal damarlar yapar. Bunlar birleşerek çapları gittikçe artan ve sayıları azalan toplardamarları meydana getirirler. Bu damarlarda bağdokusu lifleri ile kasdokusu birbirine karışmıştır. Fakat üzerlerine binen yük sebebiyle kaslar daha belirgindir. Toplardamar duvarları atardamara nazaran ince olup, kesitleri atardamarlarınkinin tersine büzülmüş durumdadır. Toplardamarlar birçok yardımcı unsurlara rağmen kanı kalbe iletmekte yetersiz kalabilirler. Böylece kan damarda göllenir. Bu göllenme ile damarlarda genişleme, kıvrılma, düğümlenmeler olur. Bu hâdise bacakta meydana gelirse varis’ten, anüs bölgesinde meydana gelirse basur (hemoroit)dan söz edilir.
Alm. Destilleren (n), Destillation (f), Fr.Distillation (f),İng. Distillation. Bir likit (sıvı) çözeltiden, ısıtma ile buhar meydana getirme ve bunu tâkiben buharı soğutup likitleştirme (kondense etme) işlemi. İşlem, kolay kaynayanı zor kaynayanlardan ayırmak için kullanılır. Kullanılan cihaz, karışımın içinde kaynayabileceği bir kap, (meselâ cam bir balon) ve bunun üstüne bağlanan bir soğutucudan ibârettir. Balondan çıkan buharlar soğutucu ile tutulur. Endüstri ve laboratuvarlarda kullanılan, gerek kesikli, gerekse devamlı (kontinü) çalışan pekçok damıtma cihazı tipi vardır.
Bir katı madde ile bir sıvı karışımı ısıtıldığında yukarı çıkan buhar hemen hemen saftır. Geriye solit (katı) madde kalır. Deniz suyunun damıtılmasıyla su çözünmüş maddelerden arınarak saflaşır. Eğer suda çözünmüş maddeler istenen maddeler ise bu takdirde suyun buharı salınır. Geriye sözkonusu maddeler kalır. O taktirde bu işlem basit bir “buharlaştırma” işlemi olur.
İki veya daha fazla sıvının birbirinden ayrılabilmesi için bunların kaynama noktalarının birbirinden farklı olması lâzımdır. Bu taktirde uygulanan damıtma “fraksiyonlu damıtma” ismini alır. Bu maksatla damıtma kolonları kullanılır. Kazandan çıkan buharlar kolon boyunca yukarı doğru çıkar. Kolon boyunca daha az uçucu olan bileşen (komponent), yukarı çıkan buharın içinden likitleşerek aşağı akar. Bu esnâda aşağı doğru akan likitin içinde bulunan kolay uçucu komponent bu ısı ile buharlaşır. Böylece kolonda aşağıdan yukarıya doğru azalan bir sıcaklık (temperatür) aradiyenti (derecelenmesi) hüküm sürer. Yâni kolonda; üst kısımlar kolay uçucu komponent bakımından, aşağı kısımlar ise zor uçucu komponent bakımından zenginleşir. Tepede en düşük kaynamalı buhar kondense olur, tabanda ise en yüksek kaynamalı sıvı bulunur.
Bu sıvıların birbirinden ayrılması o kadar basit bir iş değildir. Uzun hesaplamalardan sonra tatbikatı yapılırken de bir sürü teferruat üzerinde durulur.
Kaynama noktası yüksek olan organik bileşiklerin bozunmasını önlemek için “vakum destilasyonu” uygulanır. Böylece karışımın düşük sıcaklıkta kaynaması sağlanmış olur. Bu maksatla vakum destilasyonundan başka “su buharı destilasyonu” da uygulanır. Isıdan etkilenen bileşikler için, meselâ vitaminler için, moleküler destilasyon uygulanır:Soğutucu, buharlaştırma bölgesine çok yakın tutularak, çıkan moleküllerin çarpışmadan tutulması sağlanır.
ŞEKİL VAR!
Suyun damıtılması: Damıtık su elde etmek için, damıtma işlemi önce potasyum permanganat (KMnO4), sonra baryum hidroksit Ba(OH)2 ile yapılır. Kalaydan yapılmış soğutucularda yoğunlaştırılır ve kalaylı kaplarda saklanır. İçerisine su kaçmaması lâzımdır.
Alm. Dach-Hauwurz (f), Fr. Orpin (m) brûlant, Joubarbe (f) des toits. İng. Wallpepper, creeping jack. Familyası: Damkoruğugiller (Cassulaceae).Türkiye’de yetiştiği yerler: Trakya ve Anadolu.
Tek veya çok yıllık bitkiler. Yapraklar tabanda rozetler meydana getirirler. Etli yaprakları vardır. Bir veya çok çiçeklidir. Beyaz-sarı-pembe renkli olan çiçekler kürevî veya salkım durumunda bulunurlar. Çoğunluğu kuzey yarımkürede bulunan 600 türü vardır. Türkiye’de 35 türü bulunur.
DAMKORUĞUGİLLER (Crassulacenae)
Alm. Krassulazeen; Dickblattgewächse, Fettpflanzen (pl), Fr.Crassulacees (pl), İng.Crassulaceae. Çoğunlukla, kurak, güneşli ve taşlı yerlerde yetişen, yaprakları basit, karşılıklı dizilişi su depo ederek etlenmiş otsu bitkilerin bulunduğu familya. Lâtince “crassus” ismi yağlı, şişman yapraklarının etli olmasından dolayı verilmiştir.
Çiçekleri çok simetrik ve düzlemdir. Yumurtalık üst ve orta durumdadır. Çiçek organları 3 veya 5’lidir. Meyveleri çok tohumludur. Familyada 35 kadar cins, 1500 tür bulunmaktadır. Ülkemizde 6 cins ve 66 türü görülür. Süs bitkileri olarak kullanılırlar.
Antalya ili, Alanya ilçe merkezine bir km uzaklıkta yer alan karstik mağara. Milyonlarca sene önce meydana geldiği tahmin edilen mağaranın kireçtaşı ve mermer duvarlarındaki çatlaklar, deniz dalgalarıyle yüzey sularının aşındırması netîcesinde olmuştur. Mağaranın içi sarkıt ve dikitlerle kaplıdır. Deniz kıyısında olan mağara 1948’de bulunmuştur. Tavan yüksekliği 15 metredir. Yaklaşık 200 metrekarelik bir alanı kaplar. Havasında karbondioksit, yüksek oranda nem ve radyoaktivite bulunmaktadır. Turistik önemi fazla olan mağara, havasının astım ve benzeri hastalıklara iyi geldiği inancıyla ziyâret edilir.
Alm. Dumping. (s), Fr. dumping (m), İng. dumping. Bir malın satılabilmesi, elden çıkarılması için dış pazarlarda, pazar fiyatlarından mâliyet değerinden çok aşağı fiyatla satılması.
Üretim miktarındaki muhtemel bir artışın mâliyet değerini düşürmesi beklenen durumlarda, üretici firma iç pazardaki fiyatları düşürmeden, dış pazara daha düşük fiyatla satış yapmayı uygun bulabilir.
Damping bâzan girilmesi zor pazarlara mal satabilmek veya bu pazarlarda rekâbeti ortadan kaldırmak maksadıyla da uygulanır. Mâliyetinden daha düşüğe dış piyasalara yapılan teklifler o pazara nüfûz etmeyi ve varsa yerli üreticileri veya diğer rakipleri kolayca bertaraf etmeyi imkân dâhiline sokar. Böylece dış ülkedeki tüketiciler geçici bir süre için bile olsa, yabancı malları yerli mallarınkinden daha düşük fiyatlarla satın alabilirler. Düşük fiyatın uzunu süre devâm etmesiyle rakipler pazardan çekilebilir. Böylece dış piyasaya hâkim olan firma sonradan fiyatları istediği gibi arttırır.
Damping dürüst bir ticârî uygulama sayılmaz. Pazarlarının zarar göreceğini anlayan ülkeler, kendi üreticilerini yabancı firmaların dampinginden korumak için buna engel olmaya gayret ederler.
Alm. Gefleckter aron (m),Fr. Arum, pied-de-veau (m), İng. Arum. Familyası: Danaayağıgiller (Araceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Muğla, Maraş, Toroslar.
Nisan-mayıs aylarında çiçek açan, fenâ kokulu çiçek durumları meydana getiren, gölgeli ve serin yerleri seven, bilhassa kaya gölgeliklerinde yetişen, 50 cm kadar boyunda, yumru köklü, zehirli otsu bir bitki. Yaprakları uzun saplı ve ok şeklinde, parlak yeşil renkli olup, ağızda çiğnendiğinde dili yakar. Çiçekler alt kısmında kıvrılmış beyazımsı-yeşil renkli spata adı verilen yaprakçıkla örtülü spadiks (çomak) üzerinde bulunur. Spadiksin kâidesinde dişi çiçekler, bunların hemen üstünde verimsiz çiçekler daha uca doğru erkek çiçekler ve en nihâyette verimsiz çiçekler bulunur. Spadiksin uç kısmı (apendiks) bir çomak şeklinde olup, bayat et kokusunda morumsu veya sarı renklidir.
Kullanıldığı yerler:Kullanılan kısmı yumrularıdır. Yumrularında rafit, saponin vardır. Tahriş edici ve yakıcıdır. Halk arasında romatizma ve sinir ağrılarını dindirici olarak kullanılır.
DANABURNU (Gryllotalpa Gryllotalpa)
Alm. Gemeine Maulwurfsgrille, Fr.taupee-grillon, İng. Mole Cricket. Familyası: Kazıcı çekirgegiller (Gryllotalpidae). Yaşadığı yerler: Avrupa’da Ege bölgesinde, Orta Anadolu ve Akdeniz bölgelerinde toprak altında bulunur. Özellikleri: Ön ayakları kazıcıdır. Fidan köklerini kestiğinden zararlıdır. Çeşitleri: 20 kadar türü bilinir.
Böcekler sınıfının, düzkanatlılar (Orthoptera) takımından 5-6 cm uzunlukta bir eklembacaklı. Ön bacakları kazıcı tipdedir. Kırmızı renkli vücudu kadife gibi tüylüdür. Ömrünü toprak altında geçirir. Yuvasını kazmak için fidan köklerini kestiğinden zararlıdır. Gündüz yuvasında gizlenip gece dışarı çıkar. Esas besinini solucan ve larva teşkil etmekle berâber, kök ve yaprak da yer. Bahçe ve bostanlara büyük zarar verir. Avrupa’da yaşar. Ege bölgesinde yaşayan türleri de vardır. Ön kanatları küçülmüş, orta kanatları büyüktür. Erkekler ön kanatlarını birbirine sürterek ses çıkarır. Dişilerde ince uzun yumurtlama borusu vardır. Tombul vücutlarına rağmen kısa mesâfelerle uçabilirler.