ÇÖKELTİ

Alm. Präzipitat (n), Niederschlag (m), Fr. Précipitation (f), dépât, précipité (m), İng. Precipitate. Sıvı ortamda kimyasal bir reaksiyon sonucunda teşekkül eden katı madde. Bir sıvıda (meselâ suda) iyi çözünmeyen bir bileşiğin iyonları bir araya geldiğinde, bunlar birleşerek bir çökelti meydana getirirler. Gümüş nitrat ve sodyum klorür suda iyi çözünen bileşiklerdir. Bunların çözeltileri hazırlanıp aynı kaba boşaltılırsa, bu takdirde suda çözünmeyen gümüş klorür bileşiği oluşur ve katı hâlde çöker:

AgNO3+NaCl ® AgCl+NaNO3

Bir maddenin çökeltisinin oluşabilmesi için, çöken maddenin iyon konsantrasyonları çarpımı o maddenin çözünürlük çarpımından büyük olmalıdır. (Bkz. Çözünürlük)

ÇÖL

Alm. Wüste (f), Fr. Déserf (m), İng. Desert. Bitki örtüsünün hiç bulunmadığı veya çok seyrek olduğu geniş arâzi. Çöl terimi, daha çok kurak yerler için kullanılan bir terimdir. Çöller, kumlu ve susuz arâziler hâlindedir. Yeryüzünde, bulunduğu yerlerde geniş alanları kaplamaktadırlar.

Çöller, bulundukları yerlerin özelliklerine göre muhtelif isimler alırlar. Bunlar; kumlu çöller, soğuk çöller, tuzlu çöller, taşlı ve kayalık çöllerdir.

Çöllerde, devamlı olarak kuraklık ve soğuklar olduğundan, bitki örtüsüne çok az raslanmakta (kaktüs, bodur ağaçlar, kayalıklar arasında yetişen bitkiler gibi) ve bu sebeple buralarda çok az sayıda insanlar yaşamaktadır.

Çöl bitkileri, yağmur yağdığı zaman çok hızlı büyür. Hattâ yağmur sularını bünyelerinde depo ederek, kurak dönemlerde bundan istifâde ederler. Böylece hayâtiyetlerini uzun müddet devâm ettirebilirler. Bâzı çöl bitkileri de su bulmak için köklerini toprağın derinliklerine salarlar. Yaprakları çok küçük olup, diken hâlindedir. Suyun depo edildiği gövde kısımları geniş bir yapıya sâhip olduklarından kuraklığa uymuşlardır.

Çöllerde, daha çok iri gövdeli hayvanlar yaşamaktadır. Bunlar vücutlarında su depo ederek uzun zaman susuz kalmaya tahammül ederler. Meselâ deve ve devekuşu gibi. Bunun yanında çöllerde küçük çöl hayvanları da bulunmaktadır. Bunlar geceleri dışarı çıkar, gündüzleri inlerde serin yerlerde barınırlar. Bunlara misâl olarak sürüngenler (kertenkele gibi), kemirgenler, tilki, muhtelif kuşlar vs. gösterilebilir.

Yeryüzünde geniş alanlar kaplayan çöller olarak; Arktik ve Antarktika (soğuk çöller), Arabistan, Orta Asya, Avustralya, Afrika (kurak-kumlu çöller)daki çölleri gösterebiliriz. Dünyânın en kurak çölü bir Güney Amerika ülkesi olan Şili’deki çöldür. Çöllerde km2ye 0.00078 ilâ 0.3 kişi düşmektedir. Yâni 4 ilâ 128 km2ye bir kişi isâbet etmektedir.

Çöllerde yağış çok azdır. Hattâ bâzı çöllerde 7-8 senede ancak bir defâ yağış olmaktadır. Yıllık yağış miktarı, çölün durumuna göre 0.5 mm ile 25 mm arasında değişmektedir. Bâzı çöllerde ise yıllık yağış miktarı 250 milimetreye kadar çıkabilmektedir. Bu tip çöller daha çok bozkır görünümündedir.

Güneş ışınları, hava sıcaklığı ve atmosferdeki nem ile alâkasından dolayı, bir iklim etkisi sayılan buharlaşma, bütün çöllerde çok önemlidir. Dünyâdaki bütün çöllerde toplam yıllık buharlaşma oranı, yıllık yağmurdan fazladır. Bu ise, sürekli bir su kaynağı olmadığı müddetçe su kütlelerinin meydana gelmesine mâni olur.

Çöllerde gece ile gündüz arasında çok fazla sıcaklık farkı bulunmaktadır. Yâni gündüzleri çok sıcak (40°C ile 50°C)geceleri ise çok soğuk (-20 ilâ -25°C) olmaktadır. Çöller, şiddetli yağışlar ile rüzgârların aşındırma ve kumulları bir yerden başka bir yere taşımasıyla meydana gelirler. Çöllerde çok seyrek yağan yağmurlar, sağanak hâlinde yağdıklarından, kumulları düz yerlere taşırlar ve buralarda bulunan tepeciklerin etrâfına yığarak adatepe diye adlandırılan adacıklar meydana getirirler.

Çöllerde yaşayan insanlar eskiden daha çok göçebe hâlindeydiler. Göçebeler, geçimlerini hayvancılıkla temin etmekte, vahalar ile otlaklar arasında yüzlerce kilometre yol katederek hayvanlarını otlatmaktaydılar.

Dünyânın En Büyük Çölleri

Adı

Bulunduğu yer

Büyüklüğü (km2)

Büyük Sahra

Kuzey Afrika

8.600.000

Libya

Kuzey Afrika

1.683.000

Simpson

Avustralya

1.450.000

Gobi

Çin Moğolistan

1.300.000

Kalahari

Güney Afrika

518.000

Nibye

Sudan

310.000

Karakum

Türkmenistan

270.000

ÇÖMLEKÇİLİK

Alm. Töpferkunst (f), Töpfereigewerbe (n), Fr.Poterie, ceramique (f), İng. Pottery,potter’s occupation. Özlü çamurdan elle veya çömlekçi çarkından geçirilerek çeşitli ölçülerdeki kalıplara dökülerek biçimlendirilen ve fırında pişirilerek sırlanan veya sırlanmadan yapılan toprak çanak. Çömlek, testi, vazo, küp yapma sanatı. Beyaz topraktan yapılarak üstü sırlanan çiniler, çömlekçilik sanatına girmezler. Bunları yapmak sanatına çinicilik denir.

Eski tekniğe göre çömlekçi çamurunun hazırlanışı ve şekil verilmesi, akarsu yataklarından veya kil toprağının üstündeki özlü çamur süzülerek, içindeki çakıl taş parçaları alındıktan sonra taşla veya tahta tokmakla dövülerek yapılırdı. Kil toprağına sâdece biraz su katılır, süzülmüş balçıklı toprak kalıplara dökülerek sıkıştırılır veya ortası oyularak çeşitli biçimlere sokulurdu.

Yeni usûllere göre, kil bol su içinde ıslatılarak sıvılaştırılır, süzülür. Süzülen bu sulu çamur belirli bir kıvama gelinceye kadar kurutulduktan sonra elle işlenerek biçimlendirilir. Son zamanlarda ise balçık, kalıplara dökülerek kullanılmaktadır.

Testiler üzerine camsı olmayan sır sürülmezse, içindeki suyu dışına çok ince bir şekilde sızdırır. Buna testinin terlemesi de denir. Çok hafif sızan bu suyun hissedilmeyecek ölçüde buharlaşmasıyla testi içindeki su soğur.

Fırınlama: Eski usûllere göre yapılan çömlekler güneşte kurutulurdu. Daha sonra ateşte pişirilmeye başlandı. On sekizinci yüzyılda çömlekçi fırınları yapılmaya, 19. yüzyılda ise tünel şeklinde fırınlar kullanılmaya başlandı. Çömlek taşıyan arabalar çömleklerin pişeceği ölçüde fırın içinden geçerek soğuma yerinde bir müddet bekletilir ve daha sonra işi bitip kavrulmuş olan çömlekler çıkarılır. Yapılan toprak kapların birisi balçığı sertleştiren, diğeri de sırı sâbitleştiren iki ayrı fırınlamadan geçer. İlk fırınlamada balçık yavaş yavaş suyunu kaybeder. Çömleğin çatlamaması için ısının fazla olmaması lâzımdır. Sıcaklık derecesi 600 derecenin üzerine çıkınca çömlek kırmızılaşır ve balçık suyunu tamamiyle kaybeder. Çömlek fırınlama esnâsında hava alırsa karbonlu maddeler atılır. Şâyet hava almaz ise çömlek koyulaşır.

Sırlama: Toprak kabın üstüne sürülen sır; kil, kireç, kurşun, çakmaktaşı, boraks ve bâzı maddelerle karıştırılır. Sır kabı süslemek ve su geçirmemesi için kullanılır. Su ile temâs edince erimez. Pişmiş bir çömleğin üzerine sulandırılmış olarak sürüldüğü zaman kuruyarak bir tabaka meydana getirir. Tekrar fırınlanırsa bu maddeler eriyerek, ince cam gibi bir tabaka olur.

Renk: Kilin birleşimi çok çeşitli maddelerden olduğu için fırınlanınca türlü renkler alır. İlk çömlek süslemeciliği bu usûlden idi. Daha sonra sır kullanılmaya başlandı. Boya, sırın içine karıştırılır veya sırın üzerine ve altına sıvanmak sûretiyle yapılır.

Süsleme: Eski zamanlarda, süsleme toprak kabın üzerine elle veya  kazımak sûretiyle veya üzerine çeşitli renkte kil sürülmekle yapılmaktaydı.

Daha sonra, çeşitli renkler ve desenler sırın altına veya üzerine sürülerek süslemeler yapılmaya başlandı.

Çömlekçiliğin târihi: Yapılan kazılardan M.Ö. 5000-4000 yıllarına kadar dayanmakta olduğu anlaşılmıştır. Her medeniyette çömlekcilik sanatı kendine has husûsiyet ve özellikleriyle kendini belli etmiştir.

Mısır’da kurulan medeniyetlerde M.Ö. 5000 yıllarında, İran’da ve Filistin’de kurulan medeniyetlerde M.Ö. 4000 yıllarına kadar çömlekçilik sanatının olduğu bilinmektedir. Anadolu medeniyetlerinde çömlekçilik tekniği M.Ö. 6000 yılına kadar giderek bir üstünlük göstermektedir. Mersin, Çatalhöyük ve Kızılkaya gibi merkezlerde koyu renkli cilâlı seramik bulunmuştur. Hacılar’da krem renginde astarlı ve cilâlı seramik bulunmuştur.

Truva, Yortan, Polatlı, Kusura, Beycesultan ile Güney Anadolu’daki yerleşim merkezlerinde M.Ö. 2900-2600 yıllarına âit, elle yapılmış, koyu renkli desenli bir çömlek cinsine rastlanmıştır. M.Ö. 2600-2300 devrelerine âit zaman içinde çömlekçi çarkı kullanılmaya başlanmış, kırmızı astarlı ve cilâlı seramikle kara renkli kablar ve kırmızı üzerine kahve rengi veya ak üzerine kırmızı renkte geometrik süsleme gösteren boyalı seramikler görülmüştür. M.Ö. 2300-1900 zamanında kullanılmış çömleklerin az önce izah edilen özelliklerin yanında kırmızı veya kırmızımsı bir astarla kaplandıktan sonra koyu renkte çizgili desenlerle süslenmiş olduğu, bâzılarında da tek renkli ve cilâlı özelliğinin yanında insan yüz tasvirlerinin bulunduğu görülmektedir.

M.Ö. 1900-1600 devresi Hititler zamânına rastlamaktadır. Geometrik desenler yanında stilize edilmiş hayvan figürlerine de rastlanmaktadır.

Orta Asya ve Türklerde çömlekçilik M.Ö. 3000 yıllarına kadar dayanmaktadır. Göktürkler zamânındaki kaplar umûmiyetle dar ağızlı testilerle geniş ağızlı çömleklerden ibârettir. Karlukların yayıldığı bölgelerde insan ve hayvan tasvirleriyle Çu Vâdisinde bulunanlarda hayvan figürlerine rastlanır. Bu çeşit süsleme İslâmiyetin yayılmasıyla yerini stilize edilmiş kuş ve geyik figürlerine bırakmıştır. Karahanlılarda insan ve hayvan figürleri kaybolmuş, bunun yerine stilize edilmiş bitki motifleri kullanılmıştır. İslâmiyetin kabûlünden sonra Türkler daha çok çini, porselen ve fayans üzerinde çalışmış ve bu alanlarda emsâlsiz eserler meydana getirmişlerdir.

Anadolu Selçukluları (M.S. 11-13. yüzyıllar) günlük işlerinde oldukça kaba yapılı ve Bizanslıların kullandığı kırmızı taban üzerine yeşil, sarı, kahverengi sırlı seramiğe benzer kaplar kullanmışlardır. Kubâdâbât ve Konya sarayında bu çömlek cinsinden parçalar bulunmuştur. Ankara Etnografya Müzesinde bulunan ağızlıklı bir testi insan figürleri, çiçek motifleri ve geometrik desenlerle süslenmiştir.

Osmanlı devrinde de su küpleri, kavanozlar, su testileri gibi kaba eşya sırlı ve sırsız pişmiş topraktan yapılmaya devâm etmiştir. Çanakkale çömleğinin târihi çok eski olup burada yapılan çoğu yeşil, sarı, koyu kahve rengi, sırlı seramik çok tanınmıştır. Ayrıca Anadolu Hisarında Göksu, Adapazarı, M.Kemalpaşa, İnegöl, Gönen, Menemen, Kütahya, Eskişehir, Ayaş, Konya, Avanos ve Diyarbakır gibi yurdumuzun birçok bölgelerinde çömlek yapım yerleri vardır. Günümüzde çömlekçiliğin eski önemi kalmamıştır. Anadolu’da bâzı yörelerde hâlâ çeşitli tipleri kullanılmaktadır.

ÇÖPLEME (Veratrum Album)

Alm. Weisser Germer (m), Fr. Ellébore (m), İng. Bear’s foot. Familyası: Zambakgiller (Liliaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Doğu Karadeniz (Zigana Dağları), Akdeniz (Toros Dağları).

Haziran-ağustos ayları arasında beyazımsı-yeşil renkli çiçekler açan, 50-150 cm yüksekliğinde, toprak altında etli bir rizomu olan, otsu bir bitki. Yüksek yayla ve mer’alarda tesâdüf edilir. Gövdeleri dik, silindir biçiminde, tüysüz ve içi boştur. Yaprakları sapsız ve koyu yeşil renklidir. Çiçekler kısa saplı ve sapsız olup, gövdenin ucunda ve üst yaprakların koltuğunda uzunca salkım durumlar teşkil ederler. Meyveleri siyahımsı-esmer renkli ve uzunsudur. Yassı kanatlı ve parlak esmer renkli tohumlar taşır.

Kullanıldığı yerler: Kullanılan kısımlar kökleridir. Toprakaltı kısmı sonbaharda topraktan çıkarılır, su ile yıkanarak temizlenir ve gölgede kurutulur. Etli depo kökleri topraktan çıkarıldığı zaman sarımsı-beyaz renklidir. Kuruma esnâsında karekteristik esmer rengini alır. 3-4 cm çapında ve 8-10 cm uzunluğundadır. Üstü buruşuk ince köklerle kaplıdır. Tadı acı, tozu şiddetli aksırtıcıdır. Bileşiminde nişasta, şekerler ve reçineden başka 20 kadar alkaloit çeşidi vardır. Hâricen sinir ağrılarını teskin etmekte ve bâzı deri hastalıklarında kullanılmaktadır. Dâhilen damla hastalığına ve bâzı kalp bozukluklarına karşı kullanılmıştır. Son senelerde bilhassa saflaştırılmış alkaloit hulâsası, romatizma ve tansiyon yüksekliğine karşı kullanılmaktadır.

ÇÖREKOTU (Nigella Sativa)

Alm. Schwarz-küemmel (m), Fr. Nigelle (f), İng. Black cumin. Familyası: Düğünçiçeğigiller. (Ranunculaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Trakya ve Anadolu.

Haziran-temmuz ayları arasında yeşille karışık açık mâvi renkli çiçekler açan, 20-40 cm boyunda bir senelik, otsu bir bitki. Yol kenarları ve bilhassa ekin tarlaları içinde bulunur. Gövde dik ve kısa tüylüdür. Yaprakların alttakileri saplı, üsttekileri sapsızdır. Çiçekler uzun saplı ve tek tektir. Taç yaprakları iki loplu ve bal özü bezleri taşıyan 8 tâne küçük parça hâlindedir. Meyveleri çok tohumlu olup, tohumlar siyah renkli ve oval şekillidir. Güney Avrupa, Balkan memleketleri, Kuzey Afrika, Türkiye ve Hindistan’da yetiştirilmektedir.

Kullanıldığı yerler: Bitkinin kullanılan kısımları tohumlarıdır. Tohumları tamâmen olgunlaştıktan sonra toplanır ve güneşte kurutulur. Çörekotu tohumlarında uçucu ve sabit yağ, tanen, şekerler, glikozit bünyeli bir saponin ve alkaloitler bulunmuştur. Tohumları gaz söktürücü, uyarıcı ve idrar söktürücü olarak kullanılmaktadır. Güzel kokusu sebebiyle müshil ilâçlarının içine ilâve edilen iyi bir lezzet ve koku değiştiricidir. Çörekotunun Anadolu’da bulunan ve aynı şekilde kullanılan diğer türleri şunlardır:

Şam çörekotu (Nigella damascena): Yaprakları parçalıdır. Çiçekleri tek ve üst yapraklar tarafından örtülmüş durumdadır. Parlak mâvi çiçeklidir.

Kır çörek otu (Nigella arvensis): 10-30 cm yüksekliğinde mâvi çiçeklidir. Yaprakları sivri parçalıdır. Tohumları kurt düşürücü olarak da kullanılır.

Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde “Habbetüssevdâ, yâni şûniz (çörekotu) dertlere devâdır.” buyurdu.

ÇÖVEN (ÇÖĞEN) OTU (Gypsophila Arrostii)

Alm. Gipskraut (n), Fr. Gypsophile. İng. Gypsophila. Familyası: Karanfilgiller (Caryophyllaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Orta ve Doğu Anadolu

Haziran-temmuz aylarında beyaz çiçekler açan, 50-60 cm yüksekliğinde çok dallı, çok senelik, kazık köklü, otsu bir bitki. Yaprakları sapsız, soluk yeşil renklidir. Çiçekler küçük beyaz renklidir. Tohumlar küçük, hemen hemen böbrek şeklinde esmer renkli ve üzeri pürtüklüdür. Memleketimizde 27 kadar türü bulunur.

Kullanıldığı yerler: Bitkinin kullanılan kısımları kökleridir. Konya ve Beyşehir havâlisinde bu bitkiye dişi çöven ismi verilmektedir. Erkek çöven ismiyle tanınan çövenin kökleri ticârette makbul değildir. Çöven köklerinde saponin, reçine ve şeker vardır. Eskiden beri temizleyici olarak, lekeleri çıkarmak için kullanılır. Memleketimizde ve Yakın Doğu’da “tahin helvası” yapımında da kullanıldığı için buna, helvacı çöveni ismi de verilmektedir. Bâzı yörelerimizde ve Kıbrıs’ta, pişirilerek salamura edilen hellim tipi peynirin bozulmaması için suyuna çöven kökü bırakılır. Trakya bölgesinde çöven otundan “köpük helvası” ismiyle beyaz, köpüksü helva yapılır. İhraç maddelerimizden birisidir.

ÇÖZELTİ

Alm. Lösung (f), Fr. Solution (f), İng. Solution. Bir maddenin diğer bir madde içerisinde moleküler seviyede homojen olarak dağılmasıyla meydana gelen karışım.

Çözeltilerin çözücü ve çözünen olmak üzere iki bileşeni vardır. Genellikle bu iki bileşenden miktarca fazla olanına çözücü, diğerine ise çözünen denmektedir. Bileşenlerin miktarlarının birbirine yakın olduğu durumlarda çözücü-çözünen ayrımı keyfîdir. Bu durumda bileşenden söz etmek daha yerinde olur. Çözeltileri, bileşiklerden ayıran en önemli özellik çözeltinin, homojenliği kaybolmaksızın, bileşiminin belli sınırlar içinde değiştirilebilmesidir.

Çözeltiler çözücünün sıvı ve katı durumda bulunuşuna göre sınıflandırılırlar önemli çözelti tipleri şunlardır:

1.Sıvı-Sıvı Çözeltiler (su-alkol)

2.Sıvı-Katı Çözeltiler (su-tuz)

3.Sıvı-Gaz Çözeltileri (su-karbondioksit)

4.Katı-Sıvı (çinko-civa)

5.Katı-Gaz (palladyum-hidrojen)

6.Katı-Katı (bakır-çinko)

Çözeltilerin konsantrasyonları (derişimleri): Çözeltide çözünmüş bulunan maddenin miktarını belirtmek için yerine göre muhtelif konsantrasyon (derişim) terimleri kullanılır. Meselâ çözeltinin 100 gramında bulunan çözünmüş madde miktarı bilinmek isteniyorsa başka, 100 mililitresinde bulunan çözünmüş madde soruluyorsa başka terim kullanılır. Değişik maksatlarla çok kullanılan muhtelif konsantrasyon terimleri şunlardır:

Çözeltilerin yüzde bileşimi: Bir çözeltinin 100 gramında çözünmüş olan maddenin gram miktarına çözeltinin yüzde bileşimi veya kısaca çözeltinin yüzdesi denir. Meselâ % 10’luk tuz çözeltisi denince 100 gramında, 10 gram tuz ve 90 gram su bulunan çözelti akla gelir.

Âdi konsantrasyon: Bir çözeltinin birim hacminde çözünmüş bulunan maddenin gram miktarına o çözeltinin “konsantrasyonu” adı verilir. Genellikle 100 mililitresinde çözünmüş bulunan maddenin gram cinsinden kütlesi alınır ve buna “yüzde konsantrasyon” adı verilir.

Molarite (Molar konsantrasyon): Bir çözeltinin litresinde çözünmüş olarak bulunan çözünmüş madde mol sayısına o çözeltinin molaritesi veya molar konsantrasyonu adı verilir. Meselâ 1 molar sülfürik asit çözeltisi denildiği zaman çözeltinin bir litresinde 1 mol (yâni 98 gram)sülfürik asit (H2SO4) bulunan çözelti anlaşılır.

Normalite: Bir çözeltinin litresinde çözünmüş olarak bulunan çözünmüş madde ekivalent (eşdeğer) gram sayısına o çözeltinin normalitesi denir. Bu târifi anlamak için “ekivalent gram sayısı”nı bilmek lâzımdır. (Bkz. Eşdeğer Ağırlık)

Molalite: Bir çözeltinin bir kg çözücüsü başına çözünmüş madde mol sayıdır. Bu konsantrasyon terimi ebülyoskopi ve kriyoskopide kullanılır.

 ŞEKİL VAR!!

ÇÖZÜNÜRLÜK

Alm. Löslichkeit (f), Fr. Solubilite (f), İng. Solubility. Doymuş bir çözeltide belirli bir çözelti veya çözücü miktarında çözünmüş madde miktarı. Başka bir ifâdeyle 100 gr çözücüyü belirli sıcaklık ve basınçta doymuş hâle getiren maddenin gram cinsinden miktarına o maddenin çözünürlüğü adı verilir.

Katı ve sıvıların çözünürlüğü genellikle sıcaklıkla artar. Gazların çözünürlüğü ise sıcaklıkla azalır, basınçla artar.

Bâzı tuzlar suda çözünmez. Hiç çözünmez sandığımız bu tuzların aslında belli bir çözünürlüğü vardır ve bunlar çok az çözündüklerinden, bunların çözünürlüğünü ifâde etmek için çözünürlük çarpımı terimi kullanılır. Çözünürlük çarpımı: Bir bileşiğin sudaki doymuş çözeltisinin serbest hâlde bulunan iyonlarının molar konsantrasyonları çarpımına denir. Meselâ gümüş klorürün çözünürlük çarpımı 10-10 mol2/l2dir ve şöyle gösterilir:

Kç(AgCl) = [Ag+]. [Cl-]= 1.10-10 mol2/l2

Bu eşitlikte Ag+ veya Cl- iyonlarının 1.10-5 mol/l konsantrasyonunda olduğu anlaşılır. Yâni 1 litre suda ancak 10-5 mol (10-5x143,5=0.001435 gr) AgCl çözünür. Fazlası çözünmez.

ÇUBUK BEY

Selçuklu beylerinden. On birinci yüz yılda, Selçuklu sultânı Melikşah’ın Anadoludaki fetih seferlerine katıldı. Emrindeki Türk boyları ile Murat Suyu vâdisinde konaklayan Çubuk Bey, 1083 senesinde Şerefüddevle Müslim’e karşı Harran’ı müdâfaa etmek için harekete geçti, fakat Cüllab Suyu sâhilinde yenildi. Aynı sene Mervanîlerden Mensur’a karşı yapılan harekâtta Artuk Beyin yanında, Sa’düddevle Gevherâyin kuvvetlerine katıldı. 1084 senesinde Diyarbakır üzerine yapılan seferde Çubuk Bey başarı gösterdi. 1085’te Diyarbakır ele geçirilince, Emir Yakut’un idâresindeki Harput, Çubuk Beye verildi. Burada bir Çubuk Beyliği kuruldu ve bir müddet hüküm sürdü. Daha sonra Melikşah’ın Mısır’ı fethetmek, Fâtımî-Şiî hâkimiyetini ortadan kaldırmak için yaptığı harekâta katıldı.

1091 senesinde Sultan Melikşah’ın Bağdat’ta yaptığı toplantıya katılan beyler ve emirler arasında Çubuk Bey de bulunuyordu. Nitekim Melikşâh’ın emri üzerine 1092’de Sa’düddevle Gevherâyin ile beraber Hicaz’ın kontrolü ve Yemen ile Aden’in devlete katılması için Arabistan’a gitti. Çubuk Bey Yemen’e giderken, Beyliği oğlu Mehmed Beye bıraktı. Çubuk Beyin bundan sonraki faaliyetleri hakkında bilgi yoktur. Mehmed Beyin vefâtından sonra, beylik Emir Belek’e geçti. Çubuk Beye bağlı boylar bundan sonra batıya doğru göç ettiler. Doğuda Germiyan ilinde uzun süre ikâmet ettikleri için Germiyanlı adını aldılar ve bu beyliğin içerisinde hizmetlere katıldılar.

ÇUHAÇİÇEĞİ (Primula Officinalis)

Alm. Primel (f), Fr. Primevére (f), İng. Pirimese, primula. Familyası: Çuhacıçiçeğigiller (Primulaceae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara ve Doğu Karadeniz bölgesi.

Mart-mayıs ayları arasında, sarı-sarımsı turuncu mor renkli ve kokulu çiçekler açan, 10-30 cm yüksekliğinde, çok senelik otsu bir bitki. Orman altlarında ve sulak çayırlarda bulunur. Yapraklar tabanda rozet şeklinde oval veya uzunca oval şekilli, kenarları dalgalı ve tabana doğru sap şeklinde daralmıştır. Alt yüzü grimsi-beyaz renklidir. Çiçekler rozet yaprakların ortasından yükselen gövdenin ucunda şemsiye gibi, bir arada toplanmışlardır. Çanak ve taç yaprakları tüp şeklinde olup, uçta 5 parçalıdır. Meyve tepesinden deliklerle açılarak tohumlarını etrafa saçar. Tohumları koyu esmer renklidir.

Kullanıldığı yerler:Bitkinin kullanılan kısımları kökleri ve çiçekleridir. Kökleri ilk ve sonbaharda topraktan çıkartılır, temizlenir ve güneşte kurutulur. Çuhaçiçeği köklerinde uçucu yağ, saponinler, glikozitler ve enzimler vardır. Bitki yumuşatıcı, hafif idrar söktürücüdür. Köklerde bu hassalar daha fazladır. Bronşit, göğüs hastalıkları ve migrende kullanılır.

Memleketimizde 10 kadar çuhaçiçeği türü vardır. Bunlar bilhassa Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgesinde yaygındırlar. Marmara bölgesinde bol olarak bulunan mâvi-sarı çiçekli Primula vulgaris türü bahçelerde ve çiçekçilerde süs bitkisi olarak yetiştirilmekte ve satılmaktadır.

ÇUHADAR

Osmanlı Devletinde sarayın büyük memurlarından ve pâdişahların hizmetlerinde bulunanlardan birine verilen ad. Çuhadan yapılmış bir elbise giydikleri için bu adla anılmışlardır. Bulundukları mevkilere göre yetkileri değişmekteydi. Sultan Çelebi Mehmed zamânında kurulan çuhadarlık, saraydaki mühim memuriyetlerdendi.

Çuhadar ağa ünvânına sâhib olan kimse, pâdişâhın hizmetinde bulunup, ona en yakın dört ağadan biri olurdu. Hasodabaşı ve silâhdar ağadan sonra üçüncü derecede önem taşırdı. Çuhadar ağa olan, ata binerek hünkârın gerisinde gider ve pâdişâhın yağmurluğunu taşırdı. Hükümdârın kaftan ve kürklerine bakmak da bunun vazîfesiydi.

Ayrıca pâdişâhın bayramda câmiye gidişlerinde ve merâsimlerde halka para saçardı. Çuhadar ağanın maiyetinde hizmetlisi olarak iki lalası, aşağı koğuşlardan birer kullukçu ve birer zülüflü baltacılarıyla ikişer sofalı, birer heybeci ve ikişer yedekçileri bulunurdu. Çuhadar terfî ederse, silâhdar olurdu. Şâyet saraydan dışarı hükûmet hizmetlerinden birine çıkarılacak olursa, kendisine beylerbeylik veya vezirlik verilirdi.

ÇUKUR AYNA

(Bkz. Ayna)

ÇUKUROVA

Akdeniz bölgesinin doğusunda, İskenderun Körfezi ile Mersin Körfezi arasında verimli bir ova. Doğuda Misis Dağına, batıda Erdemli’ye, kuzeyde Toros Dağları ile Aladağların eteklerine kadar uzanır. Yüzölçümü 3150 km2 kadardır.

Çukurova’nın doğusunda Ceyhan, batısında Seyhan nehirleri ve Tarsus Çayı bulunmaktadır. Ova, bu ırmaklarla beslenmektedir.

Denize yakın yerlerinde irili ufaklı kıyı gölleri vardır. Bunlar, batıdan doğuya doğru Tarsus’un güneyinde Aynaz bataklık gölü, Seyhan Nehri ağzının doğu tarafında Tuzla Gölü, Karataş Burnunun batı tarafında Akyatan Gölü, Karataş’ın doğusunda Akyayan Gölüdür.

Çukurova’nın tarıma elverişli durumda olan geniş ovaları sulamak için Seyhan Nehri üzerinde, Adana’nın kuzey Seyhan Barajı, Tarsus Çayının kollarından olan Kadıncık Deresi üzerindeki Kadıncık I ve II barajları kurulmuştur. Böylece sulama kanallarıyla tarım alanlarının sulanmasına başlanmış, birim alandan alınan ürün 2-3 misline çıkmıştır. Böylece Çukurova, Türkiye’nin önemli bir tarım bölgesi durumuna getirilmiştir.Yetiştirilen en önemli ürünler:Pamuk, turunçgiller (portakal, mandalina, limon, greyfurt vb), çeşitli sebzeler (turfanda sebze). Kıraç yerlerde ise tahıllar (arpa, buğday ve yulaf), sulamaya uygun yerlerde de pirinç yetiştirilmektedir. Bunların dışında baklagiller, susam ve keten tohumunun da tarımı yapılmaktadır.

Çukurova’nın aynı zamanda ticâret ve endüstri merkezi olan üç önemli ve büyük şehirleri Adana, Mersin ve Tarsus’tur.

ÇULHAKUŞU

(Bkz. Baştankara)

ÇULLUK (Scolopax Rusticola)

Alm. Waldschnepfe, Fr. Bécasse commune, İng. Woodcock. Familyası: Çullukgiller (Scolopacidae). Yaşadığı yerler: Avrupa, Asya ve K.Afrika’da. Özellikleri: 32 cm boyunda, kahverengi tüylü, göçmen bir av kuşu. Çeşitleri: Orman, bataklık, kervan çulluğu vs.

Yağmurkuşları takımından, ince uzun gagalı, gri kahverengi tüylü, tombul bir kıyı kuşu. Eti gâyet lezzetli, makbul bir av kuşudur. İnce uzun gagaları sinirce zengin yumuşak bir deriyle kaplı olup, yaprak, ot ve yumuşak topraklardan solucan, böcek ve salyangozları rahatça bularak çıkarır. Çoğunlukla gündüz gizlenerek akşamları faaliyet gösterir. Tüylerinin rengiyle rahatça çevreye uyum sağlar. İri siyah gözleri başının tepesine yakın olup, görüş alanı 360°dir. Yem ararken arka tarafını rahatça gözleyebilir. Yâni çulluk, arka tarafını da görebilmektedir.

Avrupa ve Asya’nın ılık bölgelerinde nemli orman ve su kenarlarında yaşar. Kışın Hindistan ve Afrika’ya sürüler hâlinde göç eder. Göç döneminde geceleri, özellikle ay ışığında yol alırken avcılar tarafından avlanır. Zikzaklı manevralar yaparak uçtuğundan avlanması hayli zordur. Ülkemizde sonbaharda uğrayarak kışlarlar.

Yuvasını toprak üzerine kuru yapraklarla döşer. Dört adet kahverengi yumurta yumurtlar. 17-18 günlük kuluçka döneminden sonra doğan yavrular hemen annelerini tâkib ederler. Uçarken yavrularını ayakları ile göğüs arasında veya sırtında taşır. Yenidünyâ çulluklarından “yeşil çulluk” yuvasını ağaçlar üstünde yapar. Çok eski yıllarda Kuzey Kanada’da yuva yapan “eskimo kervan çulluğu” her yıl sürüler hâlinde G.Amerika kıyılarına göç eder; ilkbaharda Mississippi Vâdisinden tekrar kuzeye dönerdi. Göç mevsimlerinde çok avlanarak ürkütüldüklerinden bu bölgeleri terk ettiler.

Çullukların birçok türü vardır. Orman, bataklık, büyük kervan, ince gagalı kervan çulluğu en çok bilinenleridir.

ÇUVAL

Alm. Sack (m), Fr. Sac (m), İng.Sack. Giyim eşyâsı buğday, un ve benzeri maddelerin nakli ve muhâfazası için kullanılan yün ve kıldan yapılmış eşyâ. Günümüzde naylon ve başka maddelerden yapılanlara da bu ad verilmektedir.

Çok eski zamanlardan beri çuvallar çeşitli şekillerde yapılmış ve kullanılmıştır. Bilhassa Anadolu’da yörükler arasında kullanılan, bulundukları yörenin özelliğini gösteren “ala çuval” denen nakışlı tipleri çok güzeldir. Gün geçtikçe azalan ve kısa zamanda ortadan kalkacak olan göçerlikle berâber bunlar da kaybolup gitmektedir.

Çuvallar gerek malzeme, gerekse kullanıldıkları yerlere göre iki grupta toplanırlar. Ala çuval: Ala, genel anlamda renkli mânâsında kullanılır. Yünden dokunmuş olup, renk ve nakış bakımından çok zengindirler. Giyecek ve bu tür eşyâlar için yapılırlar. Kıl çuval: Kıldan dokuma, hububat koymak için kullanılan çuvallardır. Çeşitli yörelerde yünden yapılan ve değişik isimlerle anılan çuvallar da vardır.

Ala çuvallar yörüklerin seyyar çulha dedikleri çadır tezgahlarında dokunur. Kıl çuvallar aynı tezgahlarda veya daha basit tezgahlarda dokunur. Tezgahlara; mutat, ip ağacı, ipacı gibi isimler verilmektedir.

Çuvallardaki nakışlar, ya yüzünde veya hem yüzünde hem de arkasında toplanmıştır. Yüzde olanlarda, nakışlar yatık geniş yollar içine sıralanmıştır. Bu çeşit çuvallar çoğunluktadır. Bunların arkası nakışsızdır. Bâzılarında boncuk ve püskül dizileri de görülür. İkinci gruptakiler de çuvalın önü ve arkası dikine bir su hâlinde nakışlıdır. Nakışlar yünden yapılan çuvallarda görülür.

Genel olarak bütün çuvallarda kolonlar vardır. Bunlar çuvalın deve havutuna veya merkebin semerine bağlanması içindir. Uçları püsküllü, kıldan ekseriya siyah beyaz renkli dokunarak yapılır. Seyrek de olsa başka renklerden de yapılanları  vardır. Kolonlar dokuma veya üzerindeki nakışa göre ayrıca isim alırlar.

Çuvalların büyüklükleri yörelere göre değişmekte ise de genellikle standart olarak yapılmakta idi. Böylece içine konan hububatın bir ölçeği olmaktadır. Ekseri büyüklükleri bir deve yükü olarak hesaplanırdı. Yapılan tetkiklerde büyüklerin 5-6 kile (on teneke) hububat alacak şekilde yapıldıkları görülmüştür. Bunların en küçükleri 69x94 cm, en büyüğü ise 80x144 santimetredir.

Çuvallar gerek dokunuşları, gerek nakışları, gerekse kolonları ile Anadolu’nun göçebe hayâtını anlatan en güzel örnekleridir. Üzerlerindeki motifler, nakışlar, asırlar öncesi hayâtın, geleneğin örnekleridir. Özellik gösteren, sanat değeri olan ve her bakımdan görülüp incelenmeye değer sanat eserleridir.

Çuvallardan boy ve en bakımından büyük olan ve sâdece kıldan yapılan hararlar da vardır. Hararlar daha ziyâde gübre ve saman taşımakta kullanılır. Kolonları yoktur. (Bkz. Harar)

ÇUVAŞİSTAN

Rusya Federasyonunun Avrupa bölümünün orta kesiminde kalan özerk bir Türk cumhûriyeti. Volga Irmağının sağ yakasında yer alır. Türkçenin bir lehçesini konuşan Çuvaşların toprakları 16. asırda Rusların eline geçti. Bölge Rus İhtilâlinden sonra Çuvaş Muhtar bölgesini meydana getirdi. Nisan 1925’te yapılan bir düzenlemeyle Özerk Cumhûriyet oldu. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Rusya Federasyonuna bağlı kaldı ve Çuvaş Muhtar Cumhûriyeti olarak yeniden örgütlendi.

Çuvaş Cumhûriyetinin yüzölçümü 18.300 km2dir. Topraklarının büyük bölümünü hafif engebeli Çuvaş Platosu meydana getirir. Ülke topraklarını Volga’nın kolları olan Sura, Bolşoy, Tsivil, Mali Tsivil, Kubnia çayları sular. Sura boyunca alüvyonlu kumluklar bulunur. Bu kumluklarda sık çam ormanları vardır. Ülkenin kuzeyinde yaprakdöken ve karışık ağaçların meydana getirdiği ormanlar yer alır. Ormanlık alanların büyük bölümü kesim sebebiyle tükenmiştir. Bölgede ılıman kara iklimi hüküm sürer. Yazları ılık, kışları ise uzun ve soğuktur. Yıllık ortalama yağış miktarı 400-500 mm’dir.

Çuvaş Cumhûriyetinin nüfûsu 1.400.000 civârındadır. Cumhûriyetin 9 şehri vardır. Başşehri Çeboksar’dır. Önemli şehirleri Kanaş, Alatır, Şumerlya ve Novoçeboksarsk’tır.

Ülkenin ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri; tahıl, kenevir, keten, patates, şekerpancarı, sebze ve tütündür. Volga Nehri boyunca meyve bahçeleri vardır. Bölgede ayrıca küçük ve büyük baş hayvan yetiştiriciliği yapılır. Hayvancılık giderek gelişmektedir. Rus İhtilâlinden önce sınırlı olan sanâyisi, İkinci Dünyâ Harbinden sonra önemli gelişmeler göstermiştir. Bir nehir limanı olan Çeboksar’da elektrikli araç makina parçaları, dökme demir, çeşitli dokuma, alkol ve deri eşyâ fabrikaları vardır. Ülke genelinde kereste, kimyevî madde, elektromekanik fabrikaları, lokomotif ve otomobil atölyeleri yer alır.

Ulaşımı sağlayan demir yolu ve karayolları gelişmiştir.Moskova’dan gelen Trans-Sibirya demiryolu ülke topraklarından geçer. Bütün şehirler arasında düzgün bir karayolu vardır. Volga Irmağında nehir taşımacılığı yapılır.

Ülkede hâlen 3 üniversite, 702 ortaokul, 24 teknik lise bulunmaktadır. Eğitim Çuvaş-Rus dilerinde yapılır. Öğrencilerin % 68’i Çuvaş’tır.