ÇOCUK TERBİYESİ

Alm. Kındererziehung (f), Fr.Education (f) de l’enfant, İng. Bringing up children. Çocuğun iyi yetenek (kâbiliyet, istidad) ve eğilimlerini geliştirme ve kötülerini silme işi. Terbiye, sistemli olarak çocuğu etkileme ve iyi alışkanlıklar vermekle mümkündür. Etkileme ve iyi alışkanlıkların verilmesine ne kadar erken başlanırsa sonuç o kadar mükemmel olur.

Ferdin fıtratında, doğuştan getirdiklerine tabiat, sonradan kazandıklarına kültür diyecek olursak terbiyeyi daha vecîz bir ifâdeyle; “Terakkî eden, ilerleyen insanlık kültürünü yeni nesillere aktarma ve doğuştan getirdiği kapasitelerini geliştirme, inkişâf ettirme faaliyetidir.” diyebiliriz.

Terbiye, konuşmakla değil icrâatla, yâni fiiliyâtla olmalıdır. Diğer taraftan yetenek ve eğilimleri geliştirirken, yâni çocuğa şahıs terbiyesi verilirken, aynı zamanda çocuğun sosyal eğilimlerini de geliştirmek gerekir ki terbiye sosyal bir yönde kazanılmış olsun. Böylece çocuk bencil olmaktan kurtulur. Kazandığı niteliklerle cemiyete faydalı bir fert olur. Sosyal olarak yetiştirilmeyen çocukların nitelikleri ne olursa olsun, kendilerini cemiyete ve cemiyet kurallarına uyduramazlar. Her zaman her yerde şahsî çıkarlarına bakarlar. Hattâ bâzan o kadar ileri giderler ki, menfaatleri için her şeyi yapabilirler. Topluma karşı gelirler. Örf, âdet, kânun tanımazlar.

Demek ki, terbiyenin gâyesi, iyi bir insan yetiştirmek ve bu insanı cemiyete faydalı hâle getirmektir.

Bilindiği gibi insanı insan yapan dört özellik vardır:

1-Zekâ ve fikir,

2-Ruh,

3-İrâde,

4-Konuşma.

Bu özelliklerin de sosyal yönde ayrıca geliştirilmesi ve terbiyesi gerekir. Çocuk terbiyesinin esâsını, insandaki bu dört unsurun terbiyesi teşkil eder.

1. Zekâ ve fikir terbiyesi:Çocuğun müşâhede kâbiliyetinin geliştirilmesi, zekâ ve fikir terbiyesinin esâsını teşkil eder. Meselâ çocuklar umûmiyetle ilk gördükleri eşyâyı tedkik etme, yoklama, kurcalama veya dâimâ sorular sorarak öğrenme heveslisidirler. Onun için çocuklara hep iyi ve güzel şeyler gösterilmeli ve soruları doğru cevaplandırılmalıdır. Böyle çocuğun düşünme ve karar verme kâbiliyeti gelişmiş olur ve yeni yeni bilgi ve görgü sâhibi olmaya başlar.

2. Rûh terbiyesi: Bâzı çocuklar rûhen çok hassastırlar. Her şeyden alınıp kırılırlar. Hayâta çabuk küserler. Böyle çocuklara çok dikkatli bir şekilde (acı da olsa) gerçekleri görmesini ve tahammül edebilmesini, fedâkârlığı, merhâmetli, şefkatli olmayı öğretmek lâzımdır.

Rûhen hassas olmayan, katı rûhlu çocuklar ise daha fazla alâka, sevgi, şefkat göstererek, duygulanacak, ibret dersi alınacak hâdiseler anlatarak, örnekler vererek, rûhen hassaslaştırılmalı, olgunlaştırılmalıdır.

3. İrâde terbiyesi: İrâde terbiyesinden gâye, irâdesi güçlü şahsiyet yetiştirmektir. Kendi kendine (nefsine) mücâhede, yâni şahsî arzu ve ihtiyâçlara gem vurabilmesini veya yok edebilmesini öğretmek, nefsine hâkim bir şahsiyet yetiştirmek, irâde terbiyesinin esâsını teşkil eder. Tabiî olarak çocukların bir kısmında irâde zayıf, bir kısmında kuvvetli olur. Zayıf irâdeli çocukları lüzûmundan fazla itaate zorlamak doğru değildir. Böyle çocukları biraz serbest bırakmalı ve kendine olan güvenini arttırmaya çalışmalıdır.

İrâdesi kuvvetli çocuklarda ise terbiye biraz sert olmalıdır. Fakat sert bir terbiye ile berâber sevgi, şefkat ve anlayış gösterilmesi de şarttır.

İrâde, terbiye edilirken çocuğun inat dönemlerinden istifâde edilmelidir. Çocuklar 3-4 yaş arası ve büluğ çağında inatçı olurlar. Bu dönemler irâde terbiyesi için müsâit zamanlardır.

4. Konuşma terbiyesi: Normal olarak çocuklar 1.5 yaşından sonra az çok konuşmaya başlarlar. İki yaşını bitirdiği halde konuşmayan çocuklarda zekâca bir gerilik düşünülürse de, tek başına konuşamama zekâ geriliğinin kat’î delîli sayılamaz. Konuşma öğrenimine yardım edilen çocuk, daha çabuk konuştuğu gibi, yardım edilmeyen çocuktan daha fazla kelime bilir.

Çocuklar konuşmaya başladıkları andan îtibâren öğretilen her kelime doğru olmalı ve çocuk tarafından doğru telaffuz edilmeli, normal dille söylenmeli, ayrıca kelimeleri yerinde ve zamânında kullanması da öğretilmelidir

Büyüklerine karşı saygıyı, hitâb etmesini ve edebini gözetmesini belletmelidir.

Çocuk terbiyesinde, en başta anne ve baba olmak üzere, bütün âile efrâdının, mürebbiyenin, öğretmeninin rolü inkâr edilemez. Ancak annenin yerini hiçbir kimse tutamaz. Fakat anne sevgi ve şefkati dolayısıyle, çocuğun yalnız iyi taraflarını değil, noksan ve kötü taraflarını da görmesini bilmelidir. Öyle yetiştirmeli ki kendine olan güven duygusunun tek başına hareket etme ve karar verme yeteneğinin gelişmesine yardımı olsun.

Anne ve baba, çocuk için tam bir örnek olmalıdır. Çocuğun yanında büyükler çok titiz davranmalı, konuşma ve hareketlerine son derece dikkat etmelidir. Hele konuşmaları ile hareketleri aslâ çelişmemelidir. Çocuk büyüdükçe evdeki büyüklerin birbirlerine saygı ve sevgi ile davrandıklarını görerek kendisi de aynı şeyi yapacak, söylemesi istenen nezâket sözlerini ise, ancak âilesinden duya duya öğrenecektir.

Diğer taraftan anne baba tam bir fikir ve görüş birliğinde olmalıdır. Yâni anne ve babadan biri sert davrandığı zaman diğeri şefkat göstermemeli, biri tarafından verilen cezâ, diğeri tarafından affolunmamalıdır. Bilinmelidir ki, yerinde ve haklı olarak verilen cezâ, çocuğun sevgisini hiçbir zaman azaltmaz. Bilakis ciddî ve yerinde cezâ veren anne baba, körü körüne sevgi gösteren, her şeye göz yuman anne ve babadan daha çok sevilir, sayılır. Demek ki çocuk terbiyesinde sevgi, şefkat ve bağlılık mühim olmakla berâber, ciddiyet ve geçici sertlik de çok önemli birer faktördür.

Çocuğa iyi bir terbiye verebilmek için, anne baba ve diğer âile fertlerinin bütün terbiye prensiplerini tam uygulamasıyla berâber, âile hayâtının düzenli olmasının yanında anne babanın da iyi geçimli olması şarttır. Anne baba geçimsizliği, hele ayrılığı kadar çocuk rûhunda fırtınalar koparan bir hâdise yok gibidir.

Unutulmamalıdır ki, çocuklar anne babayı ideâl birer insan olarak görürler. Onlar gibi olmak ve onlar gibi hareket etmek isterler. Huy ve alışkanlıklarını çabuk kaparlar. Onun için çocuk dünyâya geldikten sonra, anne ve baba bütün yönleriyle, olduklarından daha iyi olmak mecbûriyetindedirler.

Kardeşi olmayan çocukların terbiyesi daha zor ve hattâ bir problem olabilir. Halbuki birkaç çocuğun terbiyesi daha kolaydır.Her çocuk kendiliğinden itaat etmesini ve uysallığı öğrenir. Kardeşlerinin de istekleri olabileceğini ve onların da anne baba sevgisine en az kendisi kadar ihtiyâcı olduğunu anlar. Daha doğrusu her şeyini kardeşleriyle paylaşmasını bilir. Böylece karşılıklı sevgi ve hürmeti erkenden öğrenen çocuklar, cemiyete kendini hazırlayarak yetişir. Ancak anne ve babanın her çocuğa aynı sevgi ve bağlılığı göstermesi şarttır.

İyi bir terbiye verebilmek ve cemiyete faydalı bir fert yetiştirmek için para ve servete ihtiyaç yoktur. Hattâ zenginlik ve lüks hayat, ekseriyâ çocuğun fenâ yetişmesine sebeb olabilir. Çünkü acı da olsa, varlık içindeki bâzı anne babaların kendi zevk ve eğlencesini düşünerek, çocuklarını ihmâl ettikleri bir gerçektir. Hâlbuki anne babanın bu ihmalleri çocuk rûhunda fırtınalar koparabilir ve bu fırtınaların, çocuğu nereye sürükleyeceği belli olmaz. Diğer taraftan, zenginlik ve hudutsuz imkânlar, çocuğu kötü yollara saptırabilir.

Müşâhede ve tecrübelere göre, yokluk içerisinde büyümesine rağmen iyi terbiye alan çocuk, daha fazla insan sevgisiyle yetişmekte ve cemiyete daha faydalı olmaktadır. Fakat bu, “Âilelerin çocuklarının daha iyi yetişmesi için fakirlik şarttır.” mânâsına alınmamalıdır; ama âile varlıklı olsa bile, bu varlık çocukta şuurlaştırılmamalı ve çocuk âile servetine güvenmeden yetiştirilmelidir.

Garb müellifleri çocuk terbiyesinde din, cezâ ve mükâfât, oyun ve oyuncaklar, okul gibi faktörlerin önemli olduğunu bildirirler.

Çocuk terbiyesi eğitimciler kadar dinlerin de belli başlı mevzularındandır. Hayâtı, dünyâ ve âhiret olmak üzere iki büyük safhada, ikincisini birincisinin devâmı olarak takdim eden İslâm dîni; insan ömrünü de doğum öncesinden başlayarak çocukluk, erginlik, yetişkinlik, olgunluk ve yaşlılık olarak safha safha, fakat bir zincirin halkaları şeklinde bütün olarak ele alır. Bu arada çocuk terbiyesinin esaslarını, modern pedagogların uzun araştırmalar sonucu elde ettikleri umdeleri de içine almış bir halde, mükemmel bir sistem şeklinde tesbit etmiştir. Çocuk terbiyesiyle ilgili hükümler incelendiğinde, garp müelliflerinin saydığı faktörlerin asırlardır İslâm dîninde var olduğu görülür.

İslâm dîninde çocuk terbiyesinin esasları şunlardır:

1. Din: Pedagoji, yâni çocuk terbiyesi İslâm dîninde çok kıymetli bir ilimdir. İslâm dîninde çocuk terbiyesinden maksat, çocuğun Allahü teâlânın râzı olduğu, kulların beğendiği, devletine, vatanına, milletine, âilesine, cemiyete ve insanlığa faydalı bir insan olarak yetişmesidir. Bunların tahakkuku için çocuk, çeşitli güzel vasıflarla donatılmalıdır. İslâm âlimlerinin büyüklerinden olan İmâm-ı Gazâlî hazretleri çocuk terbiyesi hakkında eserlerinde şunları yazmaktadır:

“Evlâd, ana, baba elinde bir emânettir. Büyük bir nîmettir. Nîmetin kıymeti bilinmezse elden gider. Çocukların temiz kalpleri, kıymetli bir cevher gibidir. Mum gibi her şekli alabilir. Küçükken hiçbir şekle girmemiştir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa hangi tohum ekilirse, onun meyvesi hâsıl olur.”

Çocuklara îmân, Kur’ân-ı kerîm ve Allahü teâlânın emirleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve dünyâ saâdetine ererler. Bu saâdete anaları, babaları ve hocaları da ortak olur. Eğer bunlar öğretilmez ve alıştırılmaz ise, bedbaht olurlar. Yapacakları her fenâlığın günâhı baba ve hocalarına da verilir. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Kendinizi ve evlerinizde ve emirlerinizde olanları ateşten koruyunuz.” buyuruyor. Bir babanın, evlâdını Cehennem ateşinden koruması, dünyâ ateşinden korumasından daha mühimdir. Cehennem ateşinden korumak da îmânı, farzları ve haramları öğretmekle ve ibâdete alıştırmakla ve dinsiz, ahlâksız arkadaşlardan korumakla olur. Bütün densizliklerin ve fenâlıkların başı, fenâ arkadaştır. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem; “Bütün çocuklar Müslümanlığa uygun ve elverişli olarak dünyâya gelir. Bunları sonra anaları babaları Hıristiyan, Yahûdî ve dinsiz yapar.” buyurmuşlardır. Ana baba, evvelâ evlâdının hakîkî istikbâlini, sonsuz saâdete kavuşmasını düşünmelidir. Dînin esaslarını ona öğretmelidir. Bunu öğrenip yaptığı zaman, dünyâ saâdeti kendiliğinden gelecektir. Zîrâ dînimiz insanlara dünyâ ve âhirette rahat ve mesut olmanın yollarını göstermektedir.

İslâm dîninin ahlâkî esasları, insânî ve sosyal yönleri, çocuk terbiyesi için bulunmaz bir hazîne niteliğindedir. Ancak dînî telkinler, şuurlu, bilgili, müşfik ve mâhir, ehliyetli ve yetkili kimseler tarafından yapıldığında çok iyi netîceler alınmaktadır.

Çocukta kökleşmesi ve kafasına iyice yerleştirilmesi gereken ilk ve temel şey; her şeyin üstünde, her şeye muktedir, bütün iyilik ve güzelliklerle berâber her şeyin yaratıcısı bir Allah’a ibâdet etmeyi, hürmet etmeyi, sevmeyi en büyük vazîfe bilmektir. Ayrıca Allahü teâlânın ancak iyi, çalışkan ve dürüst kullarını sevdiğini, onun için karşılık beklemeden dâimâ iyilik yapması, yarattığı her şeyi, özellikle insanları sevmesi, usanmadan çalışması telkin edilmelidir. Eğer çocuk bu inançlara sâhib olursa, dürüst, vicdanlı, iyi ahlâklı, cemiyete yararlı bir kimse olmanın yolunu tutmuş demektir.

2. Cezâ ve mükâfât: Çocuk terbiyesinde cezâ ve mükâfât önemli bir faktör sayılırsa da, iyi ve ideâl anne baba için başvurulması gereken bir terbiye vâsıtası olmaması îcâb eder. Çünkü çocuk anne babayı örnek tutarak büyüdüğünden, onları taklid etmekle zâten terbiyeli büyüyor demektir. Bu usûl daha ziyâde kötü yetişen ve problemleri olan çocuklarda uygulanır. Mamafih, küçük süt çocuklarında arzu edilen veya edilmeyen bir hareketinden sonra derhal yapılırsa faydalıdır. Çünkü çocuk cezâ ve mükâfâtın ne demek olduğunu öğrenir. İyi alışkanlıkları mükâfâtla kökleştirilir. Kötü alışkanlıkları cezâ ile giderilebilir.

Bugünkü pedagojik esaslara göre dayak bir terbiye sayılmamaktadır. Oyun ve okul çağlarındaki çocuklara, yerinde ve zamânında aşırı olmamak şartıyla, tatbik edilirse tesirli bir cezâ ve terbiye vâsıtasıdır.

Küçük süt çocuklarında cezâ, anne babanın sert mimikleri ve onunla ilgilenmemesidir. Yâni süt çocuklarına daha ağır cezâ verilmemeli, bilhassa dayak atılmamalıdır.

Büyük çocuklara cezâ, yaşına uygun olmalı ve çok dikkatle tatbik edilmelidir. Cezâ kalp kırıcı olmamalı, kimsenin önünde yapılmamalı, cezâdan sonra ilgilenmemeli, bilhassa sevilip öpülmemeli, araya şefâatçı girmemeli, sözde kalmamalı, yâni derhal uygulanmalıdır.

Anlatıldığına göre Sultan İkinci Murad’ın oğlu Fâtih Sultan Mehmed Han şehzâdeliğinde Manisa’da vâliydi. Babası bu şehzâdenin yetişmesi için birçok âlim gönderdi. Fakat şehzâde Mehmed yaratılış îcâbı zekî ve celâlli olduğundan, dersten kaçınır ve hiçbir muallim onu zabtedemezdi. Doğru dürüst eğitilemiyordu. Hattâ Kur’ân-ı kerîmi bile hatmetmemişti. Sultan İkinci Murad heybetli ve hiddetli bir muallim olan Molla Gürânî’yi bu vazîfeye tâyin etti ve emrini dinlemediğinde dövmesi için de bir sopa verdi. Hocaya; oğlu emrini dinlemediği zaman hem kendisini hem de şehzâdeyi sopa ile korkutmasını ve kovalamasını, hattâ dövmesini emretti. Molla Gürânî bir gün şehzâdeye bağırınca o da hocayı babasına şikâyet etti. Babası “Olamaz öyle şey!” diye hocaya geldi. Ancak, Molla Güranî Şehzâde’den önce babasına çıkıştı. Sonunda Sultan Murâd; “Oğlum görüyorsun ya, senin yüzünden ben de azarlandım. Okumaktan başka çare yok!” dedi. Şehzâde bu hâl karşısında okumaktan başka yol bulamadı. Kısa zamanda Kur’ân-ı kerîmi hatmetti ve nice ilimler öğrendi.

Mükâfât da bir terbiye vâsıtası olabilir. Fakat daha çok dikkat isteyen bir husustur. Her şeyden önce çocuk iyice bilmeli ve inanmalıdır ki dürüst, mert, çalışkan, fedâkâr ve nâmuslu olmak, daha doğrusu iyi ahlâklı olmak, üstünlük değil, insanların en tabiî hâlidir. Ayrıca yine bilmelidir ki, çalışmak, sorumlu olduğu bir işi yapmak, sınıf geçmek de, en tabiî bir vazifedir.

Mükâfât ancak üstün bir başarıdan sonra verilmelidir. Yoksa her iyi, güzel hareketten,basit başarılardan sonra mükâfâta alışmış ve karşılık bekleyen çocukta sorumluluk hissi belirmez veya gelişmez, ayrıca menfâatçı kimse olur.

3. Oyun ve oyuncaklar: Çocuğun dikkatini ruh ve zekâ gelişmesini, çevreyle ilgisini arttırması bakımından faydalıdır. Oyuncaklar çocuğun çağına ve cinsiyetine göre değişir. Küçük süt çocukları parlak ve ses çıkaran oyuncaklardan hoşlanır. Oyuncağın tehlikesiz olması şarttır.

Meraklarından dolayı çocuklar oyuncakların nasıl çalıştığını anlamak, içini görmek isterler. Çocuğun bu tutumu, rûh gelişimini arttırması bakımındann iyidir. Mâni olunmamalı ve oyuncağını bozdu, kırdı diye cezâlandırılmamalıdır. Fakat sık sık oyuncağını bozan ve kıran çocuğa hemen yenisi alınmamalı ve oyuncağın kıymeti öğretilmelidir.

Oyunlar, çocuğun yalnız adale ve iskelet gelişmesini değil, ruh gelişimini de sağlar. Çevikliği, âni karar vermeyi öğrettiği gibi, irâdeyi kuvvetlendirir. Oyun kuralları ve incelikleri, zekâyı arttırır.

Yüzme, atıcılık vs. çocuklar için mükemmel bir spor ve oyundur. Öğrenilmesi küçük yaşta daha kolaydır.

4. Okul: Çocuk, ancak altı yaşını tam olarak bitirdikten sonra okula gitmelidir. Daha önce göndermek iyi netîce vermemektedir. Okulda öğretmenin otoritesi, topluluğa alışma, müşterek öğrenim ve oyunlar, çocuk terbiyesinde mühim birer faktördür. Ancak, okul ile âile, daha doğrusu öğretmenle anne baba hem fikir olmalı, birbirleri aleyhinde hiçbir şey söylenmemelidir. Hele okulda verilen bir cezâdan dolayı okul ve öğretmen aleyhine atıp tutmamalı, bilakis çocuğun bunu gelip anlatması hoş karşılanmamalıdır. Okula yeni başlayan çocuklarda birçok problemler olabilir. Bu problemlerin çözümü için, okul ve âilenin birlikte çalışması lâzımdır. Birçok âilelerde görüldüğü gibi, çocuk okula başlamasıyla âdetâ rahatladıkları, sorumluluklarının çoğunun okula ve öğretmene yükleyerek ferahlık duydukları, öğretim ve terbiye vazîfelerinin de sona erdiğini zannetmek hatâlı ve çocuğun geleceği için kötü bir tutum olur.

Altı yaşını dolduran çocuk, harfleri, rakamları, kelimeleri anlayabilecek, okula gidebilecek bir durumdadır. Ayrıca o güne kadar bilmediği çalışma ve sorumluluk duygusu, başarıya ulaşma ve yarışma çabası da belirmiştir. Cemiyet geleneklerine ve kânunlara uymasını bilir veya uymak için gayret sarf eder. Kiminin yetiştiği çevre îcâbı görgü ve terbiyesi az, kiminin zekâsı türlü sebeplerle gelişmemiş, kimisi bütün gün anne babadan uzak kalabilecek serbestliğe ulaşmamış olabilir. Böyle çocuklar, okul düzenine ve ortamına uyamazlar, uysalar bile öğrenimde başarısızlığa uğrarlar.

Çocuğun okul düzenine uyamayışının muhakkak bir sebebi vardır. Bu sebepler fizyolojik, sosyolojik veya psikolojiktir. Yâni çocuk okuldan önce veya okul sıralarında geçirdiği hastalık ve sakatlıklar, rûhî rahatsızlıklar, sosyal çatışmalar yüzünden bu duruma gelmiştir. Okula karşı gösterilen tepkinin ve başarısızlığın sebebi ne olursa olsun, çocuk bütün şahsiyeti ile bunun tesiri altında kalır.

Görülüyor ki, okula ve öğretmene çok sorumluluklar düşmektedir. Çünkü öğretmenlik, yalnız okuyup yazmayı öğretmek, bilgi vermek değildir. Öğretmenin her çocukla ayrı ayrı uğraşması, gelişme mekanizmalarını incelemesi, yetiştiği çevreyi, evdeki hayâtını, sıkıntılarını, korku ve endişelerini bilmesi, hâşin ve dengesiz çocuklara özel ilgi göstermesi gerekir. Fakat bütün bu sorumlulukları öğretmene yüklemek insafsızlıktır. Bu problem âile-öğretmen işbirliği ile berâber çözülmelidir.

ÇOKBACAKLILAR (Myriapoda)

Alm. Tausendfüsser, Fr. Myriapodes, İng. Centipedes and millipedes. Eklembacaklıların zengin bir sınıfı. 2700’den fazla türü vardır.

Vücutları baş ve çok sayıda halkalı bir gövdeden meydana gelir. Başlarında bir çift anten, iki-üç çift ısırıcı-çiğneyici ağız parçası, petek veya basit gözler bulunur. Bâzı türlerde göz yoktur. Yaşayışlarına uygun olarak antenlerindeki koku alma tüyleri çok hassastır. Vücutları silindirik veya basıktır. Halkalardan birer çift veya ikişer çift bacak çıkar. Ayakların uçlarında pençeye benzer birer tırnak bulunur.

Karada, nemli yerlerde yaşayan gececi hayvanlardır. Taşlar, çürüyen yapraklar, kütükler altında, lavabo kenarlarında ve bodrumlarda bol rastlanırlar. Püskül veya boru şeklinde trake sistemiyle solunum yaparlar. Çiyan ve kırkayaklar, bu sınıfın tipik eklembacaklılarıdır.

Nebâtî ve hayvânî besinlerle beslenirler. Gündüzleri nemli yerlerde barınır, gece faaliyet gösterirler. Zehirli olanları, boyları 1-2 milimetreden 26.5 santimetreye kadar değişen tipleri vardır. Kırkayaklar çürümüş yapraklar gibi nebâtî besinlerle beslenir. Bâzan genç bitki köklerini de yediklerinden bahçeler için bir âfet olurlar. Bütün çıyanlar etçildir. Gövdelerinin ilk halkasındaki bacaklar bir çift zehir çengeli şeklindedir. Böcek, solucan, sümüklü böcek, hattâ kertenkele ve fâreleri çengelleri ile ısırarak, zehirlerini enjekte ederek, avlarını felce uğratıp yerler.

“Bermuda çıyanı” 15 santimetreden küçük olup, ısırdığı insanı, birkaç gün ateşler içinde yatağa düşürür. Boyu 26.5 santimetreye varan Güney Amerika ve Hindistan’daki “dev çıyan” insanı öldürebilir.

Çokbacaklılar yumurta ile ürerler. Dişi yumurtalarını topraktaki oyuklara bırakır. Yumurtaları koruyan ve yavrulara bir süre bakan türler vardır. Yumurtadan çıkan yavrular erginlere benzerse de, bâzılarının vücut halka sayısı azdır. Deri değiştirme devrelerinde halkaların sayısı artarak büyürler. Kırkayaklarda halkalardan ikişer çift, çıyanlarda birer çift bacak çıkar. Bacakların sayısı türlere göre değişir. Kırkayakların çoğunda 115 çift bacak bulunur. Çıyanlarda 15 çiftten 173 çifte kadar değişir. Çokbacaklılar her zaman tek sayıda bacak çiftine sahiptirler. Vücut renkleri bulundukları ortama uygun olarak, siyah, kahverengi, sarı vs. olur. Tropik bölgelere gidildikçe boyları ve zehirlerinin tesirleri artar.

ÇOKGEN

Alm. Vieleck, Polygon (n), Fr. Polygone (m), İng. Polygon. Herhangi üçü bir doğru üzerinde olmayan üç veya daha çok noktayı ikişer ikişer birleştiren doğru parçalarının birleşimi olan düzlemsel şekil.

Çokgenin doğru parçalarına “kenar”, kenarlar tarafından meydana getirilen açılara “çokgenin açıları”, bu açıların köşelerine “çokgenin köşeleri” adı verilir. Komşu olmayan iki köşeyi birleştiren doğru parçasına da “köşegen” denir. Çokgenler kenarlarının sayısına göre isim alırlar. Üç kenarlı ise “üçgen”, dört kenarlı ise “dörtgen”, beş kenarlı ise “beşgen” gibi. Çokgenler “konveks” ve “konkav” olarak da sınıflandırılır. Eğer bir çokgende bütün köşegenler çokgenin içerisinde ise, böyle çokgenlere konveks, köşegenlerden biri dışında ise konkav denir. Bir konveks çokgenin bütün kenarları ve açıları eşitse böyle çokgenlere “düzgün çokgen” adı verilir. Bu çeşit çokgenlerin köşeleri bir çember üzerindedir. Bir çokgenin alanı, içerisi üçgenlere ayrılarak bu üçgenlerin alanlarının toplanması sûretiyle hesaplanır.

Bir çokgenin kenar sayısı n ise, iç açılarının toplamı (n-2).180° formülü ile bulunur. Meselâ üçgenin iç açılarının toplamı; n=3 olduğuna göre, (3-2).180°=180°’dir.

ÇORBACI

Kapıkulu ocaklarına eleman yetiştiren 31 bölüklü acemi ocağı ile Osmanlı ordusunun piyâde (yaya) askerini teşkil eden bölük zâbitlerinin ünvânı. Cemâat denilen yeniçeri ortası çorbacılarına “yayabaşı” veya “serpiyâdegân” denildiği gibi, bölük denilen ağa bölükleri çorbacılarına “bölükbaşı” ismi de verilirdi. Çorbacılar bâzan “subaşı” ünvânını da alırlardı. Çorbacıların kıdemlisine yeniçeri ortalarında “yayabaşı”, bölüklerde de “başbölükbaşı” denilirdi. Çorbacılar kırmızı çuhadan kollu cübbe, ince gömlek, kırmızı şalvar, ayaklarına sarı mest pabuç ve başlarına börk giyerlerdi.

Yaya bölük komutanı olmalarına rağmen atları vardı. Çorbacılar bölüklerin bütün işlerinden sorumlu olduğu gibi, büyük suçlar hâriç, maiyetindekilere cezâ verebilirdi.

Yeniçerilerin İkinci Mahmud zamânında kaldırılmasından sonra, “çorbacı” yerine “ortaağası” tâbiri kullanılmıştır.

ÇORLULU ALİ PAŞA

Osmanlı sadrâzamlarından. 1669 senesinde Çorlu’da doğdu. Çorlulu bir çiftçi veya berberin oğluydu. Kapıcıbaşılardan Türkmen Kara Bayram Ağa çok zekî olduğunu anlayıp, evlâtlık aldı. Enderûn’da yetişti. İkinci Mustafa Han zamânında silâhdar oldu (1700). Silâhdarlığında, bütün saray memuriyetlerinin rütbe ve derecelerini tâyin eden yeni bir nizamnâme vücûda getirdi. Nizamnâmesinde, kendi makâmını da Enderûn-ı Hümâyûnun en büyük zâbitliği derecesine çıkardı. Sarayda pâdişâhla sadrâzam arasındaki haberleşmeyi Dârüssaâde ağaları yerine getirirken, bu hizmeti de silâhdar ağanın yapmasını karâra bağladı.

1703’te silâhdarlıktan alınıp, kubbe vezirliği ile saraydan uzaklaştırıldı. Önce sadâret kaymakamlığına, Sultan Üçüncü Ahmed’in tahta çıkmasından sonra da Halep vâliliğine tâyin edildi. Aynı sene dördüncü kubbe vezirliğine tâyin olunan Ali Paşa, 1704’te Trablusşam vâliliğine getirildi. İki ay sonra tekrar kubbe vezirliğine getirildi. 1705’te Baltacı Mehmed Paşanın sadâretten azli üzerine sadrâzam oldu.

Poltava Muhârebesinde Ruslara yenilen Demirbaş Şarl’ı desteklemesi ve Osmanlı Devletini harbe sürüklemesi üzerine, sadrâzamlıktan azlolundu ve Midilli’ye sürgüne gönderildi (1710). 1711’de burada îdâm edildi.

Ali Paşa, servetini hayırlı eserlere harcamış olup, câmi, çeşme, dârülhadîs, kütüphâne, tekke, imâret, hamam, şadırvan yaptırmıştır. İstanbul Çemberlitaş’taki medresesi çarşı olarak kullanılmaktadır.

ÇORUH - KELKİT DAĞLARI

Karadeniz bölgesinin doğusunda, kıyıya paralel uzanan iki dağ sırasından iç kısımda kalanlara verilen isim. Çoruh-Kelkit Vâdisi bu sıradağları, Kuzey Anadolu dağlarından ayırır. Kuzeydoğuda Yalınçam Dağından başlayan Çoruh-Kelkit Dağları, Mescit Dağında 3239 m yüksekliğe ulaşır. Batıda Kop Dağı (2918 m) ile sona erer.

Çoruh-Kelkit Dağlarında bitki örtüsü kıyı dağlarına göre azdır. Orman alanları 1500-2000 metreden sonra başlar. Yükseklerde köknar ve kayın, alçak kesimlerde meşe ve ardıç, güney kesimde ise, sarıçam vardır. Sırtlarının üzerinde bulunan yüksek düzlükler, Çoruh-Kelkit Dağlarını, kıyı dağlarından ayıran diğer bir özelliktir. Bunun en belirgin örneği Bayburt-Aşkale karayolunun geçtiği Kop Geçidinin çevresindeki yüksek düzlüklerdir.

Çoruh-Kelkit Dağlarındaki yerleşim bölgelerinde hayvancılık gelişmiştir.

ÇORUH NEHRİ

Karadeniz bölgesinin en doğusunda yer alan nehir. Karadeniz bölgesinin doğusundadır. Uzunluğu 466 kilometredir. Bunun 442 kilometresi Türkiye sınırları içinde, 24 kilometresi Sovyetler Birliği sınırları içerisindedir. Mescit Dağlarının batı yamaçlarından çıkar. Çoruh Dağlarının vâdilerinden geçerek batıya doğru devâm eder. Bayburt yakınlarında kuzeye doğru yönelir. Rize Dağlarının güney vâdilerine ulaştıktan sonra batı yönünden gelen Pulur Suyu ile birleşerek doğuya doğru yön değiştirir. İspir’den Yusufeli’nin güney yakınından geçtikten sonra sağ taraftan Oltu Çayını, Artvin’e varmadan Şavşat Suyunu alarak 90°’lik bir açı ile kuzeye yönelir. Borçka’da kuzeydoğuya yönelerek Muratlı’yı geçtikten sonra Sovyetler Birliği sınırları içerisine girer ve Batum’un güneyinden Karadeniz’e dökülür.

Çoruh Nehrinin geçtiği yatak oldukça dar olup derindir. Yamaçlar ve vâdiler, gittikçe dikleşir ve nehir yatağı dar bir durum alır. Bu sebeple, Çoruh Nehrinin akıntısı çok hızlıdır. Çoruh Nehri umûmiyetle ilkbahar aylarında kabarır ve yaz aylarında alçalır.

ÇORUM

Karadeniz bölgesinin Orta Karadeniz bölümü ile Anadolu’yu bağlayan geçit bölgede kurulmuş bir ilimiz. Güneybatıda Kırıkkale, kuzeyde Sinop, Kastamonu ve Samsun, güneyde Yozgat, doğuda Amasya, batıda Çankırı ile çevrilmiştir. 39°51’ ve 41°20’ kuzey enlemleri, 34°04’ ve 35°28’ doğu boylamları arasında yer alır. Orta Anadolu platosunun kuzey kısmındadır. Denizden yüksekliği 770 metredir. Trafik kod numarası 19’dur.

İsminin Menşei

Sultan Alparslan’ın 1071 Malazgirt Zaferinden sonra, Anadolu kapıları Türklere açılmış, buraları Türklere yurt olmuştu. Bu akınlar sırasında Bizanslıların Nikonya (Yonkoniye) dedikleri bu yerleşim alanında, Oğuzların, Alayuntlu obasına bağlı Çorumlu oymağı da yerleşerek, geleneklerine uygun olarak kendi oymaklarının adı olan Çorumlu adını vermişlerdir. Bu kelime daha sonraları Çorum hâline dönmüştür. Bir başka rivâyete göre de Nikonya’da yaşayan Bizanslılar buralara hâkim olan Danişmentlilere önce bağlılık gösterip, sonra kötü niyetlerinin anlaşılmasıyla Bizanslılara Cürümlü denilmiş. Bu kelime daha sonra Çorum hâline dönmüştür. Yine Selçuklu Sultanı Kılıçarslan, havasının iyi olması dolayısıyla hasta oğlu Yâkûb’u ve diğer hastalıklı ve çelimsizleri buralara göndermiş ve bunlar sağlıklarına kavuşmuşlardır. Bundan dolayı şehre Çorum adı verilmiştir. Bunlardan başka Çevrim, Cevr-i Rum kelimelerinden geldiği de söylenmektedir.

Târihi

Boğazkale kazılarında elde edilen eserler ve çevredeki mağaralar Çorum ve çevresinin çok eski bir yerleşim alanı olduğunu göstermektedir. Binlerce yıllık medeniyet üstüste gelmiş bir târih şehridir.

Boğazkale ve çevresinde yapılan kazılarda M.Ö. 4000-5000 yıllarına âit olduğu tesbit edilen kalıntılar bulunmuştur. M.Ö. 1700 yıllarında kurulan Hitit Devleti ve bundan sonra kurulan devletler pekçok târih mîrâsı bırakmışlardır. Başkenti Hattuşaş olan ilk Hitit Devleti, M.Ö. 1200 yıllarına kadar hüküm sürmüş, sonra Frigler Devleti kurulmuştur. Güneye çekilen Hititler, bir müddet daha yaşamış ve târih sahnesinden silinmiştir. Hititlerden daha ileri olduğu tesbit edilen Frigler de M.Ö. 676 târihine kadar Çorum’a birçok târih mîrâsı bırakmışlardır. Kafkaslardan Anadolu’ya gelen Kimmerler, her yeri yakıp yıkarak Frigler devrine son vermiş ve bölgeyi yağmaladıktan sonra çekip gitmişler, daha sonra Çorum ve çevresine Asurlular hâkim olmuştur. Bu sırada doğuda büyüyen Medler M.Ö. 612 yılında Asurluları yenerek buraları ele geçirmişlerdir. M.Ö. 585 yıllarında parçalanan Medlerin yerine Persler hâkimiyet sürmüştür. M.Ö. 332’de Makedonya imparatoru İskender, Anadolu’yu almış, İskender’in ölümünden sonra M.Ö. 276 yıllarında Galatlar Çorum’a hâkim olmuştur. Pontus Rum tehdidi altında kalan Galatlar, Roma İmparatorluğu’na bağlanmış, böylece Bizanslılar hâkimiyet sürmeye başlamıştır. Bu târihten sonra 1071 yılına kadar Çorum, Bizanslıların prensliği olarak uzun yıllar kalmış, bu arada İslâm orduları zaman zaman buralara seferler düzenlemiştir. Emevîler zamânında İstanbul’u kuşatan İslâm ordusu, geri dönerken Eshâb-ı kirâmdan Kereb-i Gâzi, Süheyb-i Rûmî ve Ubeyd-i Gâzi’nin Çorum civârında şehîd oldukları ve mübârek kabirlerinin Hıdırlık mevkiinde olduğu rivâyet edilir.

Büyük Türk sultânı Alparslan’ın 1071’de Malazgirt Muhârebesiyle Anadolu kapıları Türklere açılmış, Bizans hâkimiyeti son bulmuştur. Dânişmend Ahmed Gâzi, Amasya’yı aldıktan sonra, o zamanki adıyla Nikonya olan Çorum’u almak üzere amcasının oğlu Çavlı Beyi gönderdi. Yapılan çetin muhârebeden sonra 1075’te Çorum fethedildi. Alayuntlu boyundan Çorumlu oymağının başı İlyas Bey, buraya vâli tâyin edildi. Daha sonraları Anadolu Selçukluları, bu bölgede Dânişmendlileri yenerek hâkimiyet kurdular. 1243 yılında Baycu Noyan komutasındaki Moğol saldırısına uğrayan Selçuklular, Çorum ve çevresinden çekilmiş, böylece Çorum bir süre başsız kalmış, ferdî mücâdeleler olmuştur. 1308’de kurulan İlhanlılar bölgeye hâkim oldular. Daha sonra da Eratna Beyliğinde kalan Çorum, 1398’de Yıldırım Bâyezîd Han zamânında Osmanlı topraklarına katılmış, bundan sonra bir daha Osmanlılardan çıkmamıştır. Selçuklular ve Osmanlılar tarafından birçok eserlerle îmâr edilen Çorum’da sık sık meydana gelen zelzelelerden dolayı pekçok eser tahrib olmuştur.

Osmanlı devrinde Çorum, Sivas-Rum beylerbeyliğine bağlı 8 sancaktan biriydi. Tanzimâttan sonra Ankara eyâletinin 5 sancağından biri oldu. Cumhûriyet devrinde ise il hâline getirildi.

Fizikî Yapı

Çorum’un % 39’u dağ, %48’i plato, % 2’si yayla ve % 11’i ovadır.

Dağları: Çorum’un yarısına yakın kısmı dağlarla kaplıdır. Canik, Ilgaz, Küre dağ silsilelerinin uzantıları veya başlangıç noktalarını sınırları içerisine alır. Bu dağ silsileleri Çorum’da yüksek olmayan, orta yükseklikte kalker bir yapı gösterir. Sivri ve sarp tepelere pek rastlanmaz. En yüksek tepeler:Erenler Tepesi (2907 m), Türbetepe (1981 m), Dursun Tepe (1948 m)dir. Dağları genellikle çıplaktır. Orman örtüsü çok azdır. Başlıca dağları; Eşerli Dağ (Kaldırım Tepe 1776 m), Alagöz Dağı (1650 m), Kartal Dağları (1700 m), Teke Dağı (1700 m), Kavak Dağı (1600 m)ve Sakarözü (1675 m)dür. Bu dağlar arasında Kırkdilim Boğazı vardır.

Ovaları:Çorum’un %11’i ovalarla kaplıdır. Esasında birer yayla olan bu ovaların yükseklikleri 450-500 m arasında değişir. Bâzıları ise 1000 metreye kadar yükselir.

Çorum Ovası:Denizden 800 m yükseklikte, 375 km2lik bir alanı kaplar. Alüvyonlu topraklarla kaplı bir ovadır. Bozboğa Ovası: Merkez ilçe sınırları içinde kalan ova denizden 820 m yüksekliktedir. Alüvyonlu topraklarla kaplıdır. Hüseyin Ova: Alaca ilçesini ve çevresini içine alan ova, 264 km2dir. Denizden yüksekliği 725-875 metredir. Dedesli Ovası: Kızılırmak’ın her iki yakasında İskilip ilçe sınırlarında 250 km2lik bir alanı kaplar. Alüvyonlu topraklarla kaplı verimli bir ovadır. Seydim Ovası, Taybı Ovası, Mecitözü Ovası, Osmancık Ovası, Düvenci Ovası, Hamamözü Ovası, Kuyumcu Ovası, Sungurlu Ovası, Delice Ovası, başlıca ovalarıdır.

Akarsuları: İlin en önemli akarsuları Kızılırmak ve bu ırmağa dökülen Delice Irmağı. Yeşilırmağa dökülen Çekerek ırmağı, Budaközü, Ovacık Suyu, Devrez Çayı, Çat Suyu, Mecitözü Çayıdır. 

Göller: Çorum’da önemli göl yoktur. Eymir, Kırgöz ve Uyuz gölleri çok küçük olup yazın suları hiç yok gibidir. Osmancık ve Kargı’da yüksek dağlar üzerinde tektonik özellikte bulunan birkaç ufak göl varsa da önemli değildirler. İl sınırları içerisinde Çorum Barajı hâricinde baraj da yoktur. Ancak inşâatına devâm edilen Alaca Barajı ve Kızılırmak üzerine plânlanan Obruk Barajı projesi devâm etmektedir. DSİ tarafından yaptırılan sulama gâyeli Ahmedoğlan, Evciyeni, Kışla, Seydim I, Seydim II, Alacahöyük, Geven, Bozdoğan, Çopraşık, Örükkaya, Çatak, Soğucak, İbrâhimköy, 100. Yıl Göleti, Aksu, Geykoca, İnegâzilli göletleridir. Bunlar 11.594 dekar alanı sulamaktadır.

İklim ve Bitki Örtüsü

Çorum, Karadeniz ikliminden İç Anadolu iklimine geçiş yeri üzerinde yer alır. Genel olarak yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlıdır. İlkbaharı kısa, sonbaharı uzun geçen Çorum ilinde en sıcak ayları temmuz-ağustos, en soğuk ayları ocak-şubattır. Kuzeyden güneye doğru gidildikçe iklim sertleşir. En fazla yağış mayıs ayında düşer. Yıllık ortalama nisbî nem oranı % 65’tir. Kar yağışları, genellikle kasım-nisan ayları arasında olur. Genellikle kara iklimi hüküm sürer. Sıcaklık +39,4 ile -25,6°C arasında seyreder. 30 senelik yağış ortalaması 395 milimetredir.

Tabiî bitki örtüsü açısından çok fakirdir. İç Anadolu ikliminin hüküm sürdüğü Çorum ilinde, iklime paralel olarak step bitki topluluklarına rastlanır. Yüzyıllardır kesilmesi sebebiyle çok küçük bir alan ormanlarla kaplıdır. Boş bulunan orman alanlarında hızlı bir şekilde ağaçlandırma çalışmaları sürdürülmektedir. Çorum ilinin % 9’u ormanlıktır. Tarım yapılmayan arâzi % 2 olmasına rağmen, yazları sıcak ve kurak geçmesi sebebiyle yeşillik bilhassa yaz ve sonbaharda görülmez.

Ekonomi

Ekonomi tarım ve hayvancılığa dayanır. Faal nüfûsun % 85’i tarım sektöründe çalışır. Son 10 sene içinde sanâyi sektöründe gelişme eskiye nazaran hızlanmıştır.

Tarım: Orta Anadolu ile Karadeniz geçit bölgesinde yer alan ilde umûmiyetle kışları soğuk ve yazları sıcak ve kurak step ikliminin hâkim olması, bu iklim karakterine uygun olarak hubûbat zirâatı ön plânda gelir. Ekiliş alanları îtibâriyle buğday ve arpa önemli bir üretim potansiyeline sâhiptir. Kızılırmak’ın suladığı alanda pirinç tarımı yapılır. Bunlardan başka patates, mısır, fasulye, çavdar, kendir, yem bitkileri ve diğer sebzeler de ekilmektedir. Tarım âlet ve makinaları bakımından ihtiyâca cevap verecek şekilde olan Çorum’da modern tarıma geçiş hızla devâm etmektedir.

Nohut, mercimek, şekerpancarı, ayçiçeği, soğan, keten ve kenevir bol yetiştirilir. Meyve olarak kavun, karpuz, ceviz, armut, ayva, kayısı, kiraz, erik ve elma yetişir. Ahmet Bey, Çatalkara ve Tokat, Narince sofralık üzümleri meşhurdur.

Hayvancılık: Çorum’un ekonomik yapısında, hayvancılık önemli bir yer işgâl eder. Tarımla uğraşan her âilede hayvancılık da yapılır. Bunun hâricinde toplu işletmeler kurulmakta, özellikle tavukçuluk her geçen gün ilerlemektedir. 10.000 tavuk kapasiteli 5 işletme, 15.000 tavuk kapasiteli 2 işletme, 20.000 tavuk kapasiteli 2 işletme, 50.000 tavuk kapasiteli bir işletme açılmıştır. Koyun, kıl keçisi, tiftik keçisi, manda ve sığır beslenir. Çorum ilinde arıcılık günden güne gelişme göstermektedir. Çorum için hayvancılığın tarımdan ileri olduğu il olarak bahsedilir.

Ormancılık: Orman sahası 360.000 hektara yakındır. Ayrıca 15.000 hektar fidanlık vardır. Çorum’un 147 köyü orman içinde ve 180 köyü orman kenarındadır. Bu köylerin nüfûsu 200.000’e yakındır. Her yıl yaklaşık 70.000 m3 sanâyi odunu ve 130.000 ster yakacak odun istihsal edilir.

Asırlar önce Çorum orman bakımından çok zengindi. Ormanların tahribi ile ormanlar sâdece dağlar üzerinde kalmıştır.

Mâdenler: Yeraltı kaynakları çok zengin olan Çorum’da mâden işletmesi büyük sermâyeyi gerektirdiği için, özel teşebbüsce işletilen mâden çeşitleri çok azdır. Çorum ilinde mâden deyince akla kömür gelir. Osmancık, İskilip, Bayat hattı zengin linyit yatakları ile kaplıdır. Bu hat üzerinde Türkiye Kömür İşletmelerince işletilen Alpagut Dodurga linyitleri Çorum ve çevresinin kömür ihtiyâcını karşılamaktadır. Altı bin dekar işletme alanına sâhip Alpagut Dodurga Linyitleri İşletmesi 1964 yılında üretime geçmiştir. Henüz işletilmeyen MTA tarafından tesbit edilen mâdenler şunlardır:300.000 ton tuz rezervi, 200 ton pirit rezervi, 200 ton bakır rezervi ve daha başka mâdenler mevcuttur.

Sanâyi: Sanâyileşme açısından geri kalmış illerimizdendir. Îmâlât sanâyiinin il ekonomisindeki payı çok önemli değildir. 19 adet un fabrikası vardır. 1960 yılından sonra toprak sanâyii hayli gelişmiştir. Çorum’da 46 adet tuğla ve kiremit fabrikası mevcuttur. İldeki ilk devlet yatırımı 1957’de üretime geçen ve bugün 1200 ton kapasiteli olan çimento fabrikasıdır.

Çorum ilinde küçüklü büyüklü yaklaşık 102 adet fabrika mevcuttur. Bunların 100 tânesi özel sektöre, 2 tânesi kamu sektörüne âittir. Çorum ilinde alışılmış sanâyi kolları dışında deterjan, emâye, kâğıt, ağaç parke, fermuar, makarna, bulgur ve tereyağı fabrikası mevcuttur. El sanatlarından bakırcılık yaygındır.

Ulaşım: Çorum ili Ankara-Samsun karayolu üzerinde olması sebebiyle karayolu ulaşımı gelişmiştir. Demir ve deniz yolu yoktur.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Nüfus: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 609.863 olup, 253.804’ü şehirlerde, 356.059’u köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 12.820 km2 ve nüfus yoğunluğu 49’dur.

Örf ve âdetler: Çorum ilinin yakın bir zamâna kadar bölge olarak sönük bir yerde olması, cemiyet hayâtında örf ve âdetlerde eskiye bağlılığın devâm etmesine sebeb olmuştur. Yeni yeni değişmeye başlamış bâzı yerleşim alanları ise hâlen atalarından kalan gelenek ve göreneklere bağlılığı sürdürmektedirler. Çorum’da geleneksel Anadolu yaşayışı hâkim olup, erkek, âilenin mutlak reisi ve hâkimidir. Bugün Çorum’un birçok köylerinde eski âdetler devâm etmektedir. Evlerde tezgâhlarda dokunan pamuklu bezler iç çamaşırı olarak kullanılmakta, yün ve tiftikten kumaşlar dokunmaktadır. Köylerin dışında örf ve âdetler yok denecek kadar azalmıştır.Kına türküleri ve halayları meşhurdur. Köy düğünlerinde davul zurna çalınır.

Halk oyunları: İğdeli gelin, Dillala, Çekirge, Bediriş oyunları meşhurdur.

Mahallî yemekleri: Has baklava, oğmaç, pezi gömbe, kızartma katmer, mayalı, cızlak, mantı, tutmaç aşı, çatal aşı, lüle baklava, karaçuval helvası, hasıda, hedik, cilbir, borhana, keşkek, mücver, sasak beyni, İskilip dolması (torba pilav). İskilip turşusu çok meşhurdur. Turşu birçok illere tenekeler içerisinde sevk edilir. Leblebisi meşhurdur. Çorum denilince akla leblebi gelir.

Çorum’da sporun oldukça eski ve parlak bir geçmişi vardır. Özellikle karakucak güreşi Çorum yaylalarında belki de yüzyıllara dayanan bir geçmişe sâhiptir.

Millî Sporcular

Güreş: Âdil Candemir (Londra Olimpiyat Şampiyonu), Tevfik Kış (Dünyâ ve Olimpiyat Şampiyonu), Mahmut Atalay (Dünyâ ve Olimpiyat Şampiyonu), Hamit Kaplan (Dünyâ ve Olimpiyat Şampiyonu), Dursun Alıcı (Balkan ikincisi), İzzet Büyük (Dünyâ dördüncüsü), Kâzım Yıldırım, Hayri Polat, Şevket Ilgaç, İsmâil Çevik (Balkan üçüncüsü), Hüseyin Teke, Mehmet Uysal, Kemal Saydam, Muhammed Bodur.

Halter: Hasan Has (Millî, Türkiye rekortmeni, Balkan ikincisi).

Atletizm: Rıza Kepçeli, 1950 yılında Atatürk Kır Koşusu Ortaokullar Türkiye Şampiyonu. Kamber Duran, 1971-1972 yıllarında İlkokullar Uzun ve Yüksek Atlama Türkiye birincisi ve rekortmeni.

Çorum’da Anadolu örneğine uygun olarak güreş, cirit, at yarışları, avcılık ve sinsin adı verilen çoğunlukla davul ve zurna çalınarak oynanan, halkın iştirakiyle gerçekleştirilen sporlar yapılagelmiştir.

Eğitim: Okur-yazar nisbeti % 71’dir. Erkeklerde bu oran % 80, kadınlarda % 62’dir. İl dâhilinde 11 anaokulu, 964 ilkokul, 51 ortaokul, 11 lise, 17 meslekî ve teknik okul vardır.Yüksek okul olarak 19 Mayıs Üniversitesi’ne bağlı 1 adet Meslek Yüksek Okulu ve ayrıca 200 kişilik bir yetiştirme yurdu mevcuttur.

Yetişen meşhurlar:

Akşemseddîn; asıl adı Mehmed Şemseddîn olup, Şamlıdır. 1390 yılında doğmuştur. Osmanlı İmparatorluğunun büyük bir din âlimi, aynı zamanda doktordur (Bkz. Akşemseddîn). Koca Mehmed Paşa; Sultan İkinci Murad Han zamânında 10 yıla yakın vezîriâzamlık yapmıştır. Osmancıklıdır. Doğum yılı kesin olarak bilinmemektedir. 1439 yılında ölmüştür.

Şeyh Muhyiddîn-i Yavsî, İskilip’te doğdu. İskilip, Amasya ve İstanbul’da tahsilini yaparak o zaman Amasya vâliliği yapan Şehzâde İkinci Bâyezîd’e hoca oldu. Babası Mustafa İmâdî ölünce, Zeynîye Tekkesi şeyhi oldu.

Ebussuud Efendi, Şeyh Muhyiddîn-i Yavsî’nin oğludur. Doğruluk ve iyi ahlâk sembolüdür. Bu sebepten doğruluk ve güzel ahlâkta temâyüz eden birine; “Sen Ebussuud Efendinin torunu musun?” denir. İskilipli olan bu büyük âlim, uzun yıllar Kânûnî’ye şeyhülislâmlık yapmıştır.

Elvan Çelebi, Baltacı Mehmed Paşa, Yedisekiz Hasan Paşa, Çorum’un yetiştirdiği diğer büyüklerdendir.

İlçeleri

Çorum’un biri merkez olmak üzere 14 ilçesi vardır.

Merkez: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 186.377 olup, 116.810’u ilçe merkezinde, 69.567’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 136, Cemil bucağına bağlı 22 ve Seydim bucağına bağlı 34 köyü vardır. İlçe toprakları Çorum, Bozboğa, Ovasaray ve Seydim ovaları ile batı ve kuzeydoğuda yer alan Canik Dağlarından meydana gelmiştir. Ovalarını Çorum Suyu ve Kızılırmak sular.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, baklagiller, şekerpancarı ve meyvedir. Hayvancılık gelişmiştir. Köylerde el sanatları halkın ikinci bir meşgûliyet dalıdır. Çimento fabrikası, tuğla ve kiremit fabrikaları, gıdâ fabrikaları, yem fabrikası başlıca sanâyi kuruluşlarıdır.

İlçe merkezi, Çorum Suyunun doğusunda, Çorum Ovasının kenarında, ortalama yüksekliği 800 m olan bir alanda kurulmuştur. Ankara-Merzifon karayolu ilçe merkezinden geçer.

Alaca: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 54.814 olup, 20.646’sı ilçe merkezinde, 34.168’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 99 köyü vardır. Yüzölçümü 1371 km2 olup, nüfus yoğunluğu 40’tır. İlçe toprakları Bozok platosunda yer alır. Hüseyin Ova ilçenin tek düzlüğü olup, alüvyonlu topraklardan meydana gelmiştir. İlçe topraklarını Alaçay sular.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, şekerpancarıdır. Sebzecilik ve meyvecilik gelişmiştir. Üzüm, dut, kiraz, kayısı, erik, kavun, karpuz ve ceviz yetiştirilen başlıca meyvelerdir.

İlçe merkezi, Hüseyin Ovada Alaçay kıyısında kurulmuştur. Çorum-Yozgat karayolu ilçeden geçer. İl merkezine 49 km mesâfededir. İlin tahıl ambarı olması yüzünden, ilçe, tahıl ürünlerinin alım-satım merkezi durumundadır. Hitit yerleşim merkezlerinden olan Alacahöyük kalıntıları, ilçe merkezine 15 km mesâfede Haramözü köyündedir. İlçe belediyesi 1920’de kurulmuştur. Eski adı Hüseyinabad’dır.

Bayat: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 35.010 olup, 8090’ı ilçe merkezinde, 26.920’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 35 köyü vardır. Yüzölçümü 784 km2 olup, nüfus yoğunluğu 45’tir. İlçe toprakları genelde dağlıktır. Kuzeyi ve orta bölümünü Köroğlu Dağlarının uzantıları engebelendirir. Dağların yüksek kesimlerinde yaylalar vardır. Kızılırmak ve kolları ilçe topraklarını sular. Akarsu vâdilerinde küçük ovalar yer alır.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday ve pirinçtir. Hayvancılık ekonomik açıdan ikinci derecede gelir kaynağıdır. Yaylacılık usûlü ile en çok küçükbaş hayvan beslenir. Hayvancılığa bağlı olarak yapağı ve tiftik işlenmesi gelişmiştir.

İlçe merkezi Bayat Suyu kenarında, tepelik bir alanda yer alır. İl merkezine 79 km mesâfededir. İskilip-Ankara karayoluna 13 kilometrelik bir yolla bağlıdır. İskilip’e bağlı bucakken, 1958’de ilçe oldu ve aynı sene belediyesi kuruldu.

Boğazkale: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 10.425 olup, 2501’i ilçe merkezinde, 7924’ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 15 köyü vardır. Sungurlu ilçesine bağlı bucak merkeziyken 19 Haziran 1987’de 3392 sayılı kânunla ilçe oldu. İlçe toprakları dalgalı düzlükler ve tepelik alanlardan meydana gelmiştir. Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, şekerpancarı, soğan, patates, üzüm ve mercimektir.Hayvancılık gelişmiştir.

Dodurga: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 13.550 olup, 3974’ü ilçe merkezinde, 9576’sı köylerde yaşamaktadır. Osmancık ilçesine bağlı belediyelik köyken 9 Mayıs 1990’da 3644 sayılı kânunla ilçe oldu. İlçe toprakları genelde dağlıktır. Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, şekerpancarı, arpa, pirinçtir.Hayvancılık ve arıcılık gelişmiştir.

İskilip: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 51.877 olup, 19.624’ü ilçe merkezinde, 32.253’ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 59 köyü vardır. İlçe toprakları genelde dağlıktır. En yüksek noktası Kös Dağıdır (2065 m). Kızılırmak ve kolları ilçe topraklarını sular. Güney ve güneydoğusunda Kızılırmak’ın taşıdığı alüvyonlu topraklardan meydana gelen küçük ovalar vardır. Dağların yüksek kesimlerinde yaylalar, alçak kesimlerinde ise çam ormanları yer alır.

Ekonomisi tarım ve küçük sanâyie dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, şekerpancarı, elma, üzüm, patates ve armut olup, ayrıca az miktarda pirinç yetiştirilir. Hayvancılık gelişmiş olup, en çok koyun, Ankara keçisi ve sığır yetiştirilir. Küçük el san’atları, dericilik ve kunduracılık yaygındır.

İlçe merkezi, yüksek dağlık bir kesimde İskilip suyu vâdisinde yer alır. İl merkezine 55 km mesâfededir. İlçe belediyesi 1872’de kurulmuştur. Çorum’un en eski ilçesidir.

Kargı: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 26.762 olup, 5858’i ilçe merkezinde, 20.904’ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 49, Hacıhamza bucağına bağlı 9 köyü vardır. Yüzölçümü 1301 km2 olup, nüfus yoğunluğu 21’dir. İlçe toprakları genelde dağlıktır. Dağlar Kızılırmak ve Devrez çayı vadisiyle yarılmıştır. Kuzeyinde Ilgaz Dağları, güneyinde Köroğlu Dağları yer alır. Devrez Çayı ve Kızılırmak vâdilerinde küçük ovalar vardır.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri; pirinç, buğday, arpa, patates, elma, armuttur. Akarsu vâdilerinde sebze ve meyve yetiştirilir. Hayvancılık gelişmiş olup, en çok koyun, kıl keçisi ve Ankara keçisi beslenir. İlçe topraklarında kireçteşı, mermer ve traverten yatakları vardır.

İlçe merkezi, Kızılırmak Vâdisinde yer alan ovanın kuzeyinde kurulmuştur. İl merkezine 116 km uzaklıktadır. Samsun-İstanbul karayolu ilçeden geçer. Belediyesi 1936’da kurulmuştur. Kastamonu’ya bağlı ilçeyken 1953’te Çorum’a bağlandı.

Laçin: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 12.584 olup, 1570’i ilçe merkezinde, 11.017’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 15 köyü vardır. Merkez ilçeye bağlı bir bucakken, 9 Mayıs 1990’da 3644 sayılı kânunla ilçe oldu. İlçe toprakları genelde düzdür. Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, şekerpancarı ve meyvedir.Hayvancılık ve el sanatları köylerdeki halkın ikinci bir meslek dalıdır.

Mecitözü: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 32.059 olup, 6287’si ilçe merkezinde, 25.772’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 55 köyü vardır. Yüzölçümü 959 km2 olup, nüfus yoğunluğu 33’tür. İlçe toprakları orta yükseklikteki düzlüklerden ve dağlardan meydana gelir. Güneyinde Karadağ yer alır. Dağlardan kaynaklanan suları Çorum Çayı ve Efenik Çayı toplar.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, şekerpancarı, arpa, patates, soğan, elma ve baklagiller olup, ayrıca az miktarda armut ve üzüm yetiştirilir. Hayvancılık gelişmiştir. İlçe, gelişmemiş bir yerleşim merkezi olup, Çorum-Amasya karayolu kuzey kıyısında yer alır. İl merkezine 37 km mesâfededir. Belediyesi 1892’de kurulmuştur.

Oğuzlar: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 11.846 olup, 5867’si ilçe merkezinde 5979’u köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 7 köyü vardır. İskilip ilçesi merkez bucağına bağlı belediyelik bir köyken 9 Mayıs 1990’da 3644 sayılı kânun ile ilçe oldu. Eski ismi Karaören’dir. İlçe toprakları genelde dağlıktır. Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, şekerpancarı, patates, üzüm ve armuttur. Hayvancık gelişmiştir.

Ortaköy: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 13.073 olup, 3353’ü ilçe merkezinde, 9720’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 15 köyü vardır. Yüzölçümü 242 km2 olup, nüfus yoğunluğu 54’tür. İlçe topraklarının kuzey ve kuzeybatısı dağlık, doğusu ise ovalıktır. Çekerek Çayı ilçe topraklarını sular.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa ve soğan olup, ayrıca az miktarda patates, üzüm, pirinç ve armut yetiştirilir. Hayvancılık gelişmiştir. İlçe merkezinde çeltik fabrikaları vardır. İlçe merkezi, Çekerek Suyuna dökülen Karahicip Deresi kıyısında kurulmuştur. İl merkezine 53 km mesâfededir. Gelişmemiş ve küçük bir yerleşim merkezidir. Mecitözüne bağlı bucakken, 1959’da ilçe oldu ve aynı sene belediyesi kurulmuştur.

Osmancık: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 52.490 olup, 21.347’si ilçe merkezinde 31.143’ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 24, Kamil bucağına bağlı 12 köyü vardır. İlçe toprakları genelde dağlıktır. Doğusunda Çal ve Ada dağları, batısında Köroğlu Dağları yer alır. İlçe topraklarını Kızılırmak sular.

Ekonomisi tarım ve mâdenciliğe dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, şekerpancarı, arpa, pirinç, patates, soğan ve az miktarda üzüm, elma ve armuttur. Hayvancılık ve arıcılık gelişmiştir. İlçe topraklarındaki mermer ve linyit yatakları işletilir.

İlçe merkezi, Kızılırmak’ın güney kıyısında yer alır. Tosya-Merzifon karayolu ilçeden geçer. İl merkezine 61 km uzaklıktadır. Baltacı Mehmed Paşa Osmancık’ta doğmuştur ve burada dört târihî çeşme yaptırmıştır.

Sungurlu: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 81.665 olup, 30.521’i ilçe merkezinde, 51.144’ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 103 köyü vardır. İlçe toprakları orta yükseklikte dalgalı düzlükler ve tepelik alanlardan meydana gelmiştir. Kızılırmak’ın kollarından Delice Suyu ilçe topraklarını sular.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, şekerpancarı, soğan, patates, üzüm, mercimek, elma ve nohuttur. Sebze ve meyve yetiştiriciliği yaygındır. Hayvancılık gelişmiş olup, en çok sığır besiciliği yapılır. Un ve tuğla fabrikaları başlıca sanâyi kuruluşlarıdır. Dokumacılık yaygın yapılan el sanatıdır. İlçede bentonit yatakları vardır.

İlçe merkezi, Samsun-Ankara karayolu üzerinde Budaközü Çayı kenarında kurulmuştur. İl merkezine 70 km mesâfededir. Eski ismi Budaközü’dür. Merkez ilçeden sonra en hızlı gelişen ve en büyük ilçedir.

Uğurludağ: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 27.331 olup, 7356’sı ilçe merkezinde, 19.975’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 33 köyü vardır. İskilip ilçesine bağlı bir bucakken, 19 Haziran 1987’de 3392 sayılı kânunla ilçe oldu. İlçe toprakları genelde dağlıktır. Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri tahıl, şekerpancarı ve patatestir. Hayvancılık yaygın olarak yapılır.

Târihî Eserler ve Turistik Yerleri

Çorum târihî eserler bakımından gerçek bir hazînedir. Başlıcaları şunlardır:

Çorum Kalesi: Kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi’nde Dânişmendliler tarafından yapıldığı bildirilmektedir. Kale, şehrin güneyinde az yüksek platform üzerinde ovaya hâkim bir yerde kurulmuştur. Kare biçiminde olup, her kenarı 80 metredir. Kale içinde ahşap evler ve minâresi yıkılmış büyük bir mescit vardır.

İskilip Kalesi: Yüz metre yüksekliktedir. Üç tarafı kayalarla çevrilidir. Yalnız kuzeybatı kısmı girişe elverişlidir. Etrâfı surlarla çevrilidir. Dört yanında burçlar bulunmaktadır. Kalenin güneye bakan kısmında bir kapısı vardır. Kalede iki gizli yol bulunmaktadır. Birisi büyük Câmi yönünde, birisi de Tabakhâne Mahallesine çıkmaktadır. Kalenin kimler tarafından yapıldığı bilinmemektedir.

Osmancık Kalesi: Eski Osmancık ilçesinin doğusunda çok dağlık olan Kandiber denilen kalenin içerisinde kurulmuştur. Surlarının uzunluğu 2500 m, yüksekliği 27.5 metredir. Kalenin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Kale içerisinde kayaları oymak sûretiyle yapılmış bir hamam harâbesi bulunmaktadır.

Ulu Câmi: Çorum’un en büyük câmisidir. Minberinin kapısı üstünde 706 senesi Safer ayının onuncu günü (1306 Ağustos) yazısı bulunmaktadır. Sultan Alâeddîn Keykubât’ın kölesi tarafından yaptırılmıştır. Çeşitli zelzelelerde yıkılıp yeniden yapılmıştır. En son olarak Çabarzâde Süleymân Bey ile oğlu Abdülfettah Bey zamânında bugünkü şekli inşâ edilmiştir. İnşaat, 1810 senesinde tamamlanmıştır.

Hıdırlık Câmii:Eshâb-ı kirâmdan Süheyb-i Rûmî’ye saygı nişânesi olmak üzere ilk defâ Hıdır oğlu Hayreddîn Bey tarafından yaptırılmıştır. Beşiktaş Muhâfızı Çorumlu Yedisekiz Hasan Paşanın Süheyb-i Rûmî’den bahsetmesi üzerine, Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın emri üzerine şimdiki câmi ve türbe yapılmıştır.

Şeyh Muhiddîn Yavsî Câmii: İskilip’te Ebussuud Efendinin babası Şeyh Yavsî tarafından tek kubbeli olarak yaptırılmış, daha sonra Ebussuud Efendi tarafından ekleme yapılarak câmi büyütülmüştür. Câminin yanında Şeyh Muhiddîn Yavsî’nin türbesi vardır.

Büyük (Ulu) Câmi:1839’da Göçükoğlu Hasan Usta tarafından yapılmıştır. İskilip’tedir. Büyük ahşap kubbesi vardır.

Mihri Hatun Câmii: Dördüncü Murad Han, Kargı’ya bağlı Karakire köyünde hastalanarak vefât eden hanımı için yaptırmıştır. 1943 zelzelesinden zarar gören yapı, tâmir ettirilmiştir. Sâdece minâresi ilk yapılış şeklini korumaktadır.

Sinan Paşa Külliyesi: Kargı ilçesindedir. Külliye câmi, sıbyan mektebi, han ve hamamdan meydana gelmiştir. 1507’de Sinan Paşa tarafından yaptırılmıştır. Câmi avlusunu çevreleyen medrese zamânımıza ulaşmamıştır. Hamam 1956’da tâmir ettirilmiş olup, günümüzde kullanılmaktadır. Hanın bir kısmı yıkıktır.

Koca Mehmed Paşa Câmii: Sultan İkinci Murad’ın vezîri Koca Mehmed Paşa tarafından 1430 senesinde Osmancık ilçesinde yaptırılmıştır. Selçuklu mîmârî özelliği hâkimdir. Kapısı cevizden olup, üzerinde çok zarîf ve sanatkârane bir işçilikle işlenmiş oyma süslemeler vardır. Granit taştan yapılı mihrabın geometrik süsleri çok güzeldir. Câminin yanında imâret vardır.

Akşemseddîn Câmii: Fâtih Sultan MehmedHanın hocası Akşemseddîn tarafından yaptırılmıştır. Osmancık ilçesindedir. Günümüze ulaşan dershâne ve iki oda mescid olarak kullanılmaktadır.

Elvan Çelebi Zâviyesi:Mecitözü ilçesi Elvan köyündedir. Zâviye, câmi ve türbeden meydana gelen yapı, Osmanlı döneminin ilk zâviyelerindendir. 1352’de Âşıkpaşaoğlu Elvân Çelebi yaptırmıştır. Kündekari tekniğinin çok güzel bir örneği olan türbe kapısı, Çorum İl Müzesindedir.

Koyun Baba Türbesi: Sultan İkinci Bâyezîd döneminde Osmancık ilçesinde yaptırılmıştır. Türbe, tekke, imâret ve kervansaraydan meydana gelen külliyeden günümüze sâdece türbe kalmıştır. Ağaç işçiliğinin eşsiz bir örneği olan kapı, Çorum Müzesindedir.

Koyun Baba Köprüsü: Osmancık ilçesinde olup, Osmanlı köprü mîmârîsinin en güzel örnekleridir. İnşâsına 1486’da başlanmış, 1491’de tamamlanmıştır. Köprü, 250 m uzunlukta, 7.5 m yüksekliktedir. Dokuz kemerli, on beş gözlüdür.

Çorum Saat Kulesi: 1894 târihinde İkinci Abdülhamîd Hanın Beşiktaş muhâfızı, Yedisekiz Hasan Paşa tarafından yaptırılmıştır. Saat Kulesi 27.5 m yüksekliğindedir. Tabanı sekiz köşeli olup, 5.3 m çapındadır. Her köşesi 2.1 metredir. Kulenin gövde çapı 3.9 m olup, 24 köşegenlidir. Kuleye döner merdivenle çıkılır. 81 basamağı vardır. Saatın rakamları dâiresi çapı 1.5 m olup, yelkovan uzunluğu 85 cm, akrep uzunluğu 70 santimetredir. Geniş ve çok derin bir temel üzerine oturtulduğu söylenmektedir. 68 cm genişliğinde, 1.70 m yüksekliğindeki kapısının üzerinde 60x95 cm ebadındaki kitâbesinde: 

Şehinşâh-ı zamân Abdülhamîd Hân-ı keremkârın

Ferikân-ı kirâmından Hasan Pâşâ bî-hemtâ

Bütün evkâtını vakf ile ihyâ-i hayrâta

Muvaffak eylesin hem de aynı âmâline Mevlâ

 

Bu saat kulesi ezcümle hayrât-ı güzîninden

Yapıldı yümn-i evferle bu şehri eyledi ihyâ

Çıkıp bir vakt-i eşrefde yazıldı bâbına târih

Bu mevkat-ı celili yaptı bak heft heşt Hasan Paşa.

yazıları yer almaktadır.

Sungurlu Saat Kulesi: 1892 yılında Kaymakam Edip Bey tarafından yaptırılmıştır.

Güpür Hamamı:Ulucâmi karşısındadır. 1436’da yapılan hamamda sonradan bir takım değişiklikler yapılmıştır. Hâlen kullanılmaktadır.

Paşa Hamam: Çöplü semtinde bulunan hamam, Tâceddîn İbrâhim Paşa tarafından 1484’te yaptırılmıştır. Hâlen kullanılmaktadır.

Ali Paşa Hamamı: Çarşı içinde saat kulesi yanındadır. Çorum’un en büyük hamamıdır. Erzurum Beylerbeyi olan Ali Paşa tarafından 1573 yılında yapılmıştır. Hâlen kullanılmaktadır.

Boğazköy (Hattuşaş): Anadolu’da yaşayan Hitit Devletinin başkentidir. Çorum’a 82 km, Sungurlu ilçesine 30 km uzaklıktadır. Boğazköy (Hattuşaş)ün çevresi 6-8 km uzunluğunda büyük bir sur ile çevrilidir. 7 kapısı vardır. Bu kapıların üçü önemlidir. Kral Kapı, Aslanlı Kapı ve Yer Kapıdır. Yer Kapıya 70 m uzunluğunda bir yeraltı tünelinden girilmektedir. Bu surlar içerisinde birçok tapınaklar vardır. En önemlisi Büyük Tapınak etrâfında çeşitli erzak küpleri mevcuttur. Bu tapınak içinde sütunlu galeriler, râhiplere âit odalar, adak sunma yerleri ve kurban kesme yerleri mevcuttur. Bugün yabancı istilâlar ve bir takım tahribat sonucu duvarların büyük kısmı yıkılmış, 1.5 m yükseklikte duvarlar kalmıştır. Hattuşaş şehrinin 5 tapınağının en büyüğü ve en önemlisi Büyük Tapınaktır. Kazılarda 10.000’den fazla yazılı tablet bulunmuştur. Dünyânın en zengin Hitit Müzesi Çorum’dadır.

Alaca Höyük (Arinna):Alaca’ya 22 km, Çorum’a 45 km, Boğazköy’e 37 km uzaklıktadır. Höyüğün genişliği 277 m, uzunluğu 310 m olup, 20 m yüksekliktedir. Alacahöyük’te ilk kazı yapılmasını sağlayan Türk bilgini İstanbul Müzeler Müdürü Halil Ethem Bey olmuştur. Kazıya 1906-1907 yıllarında başlanılmıştır. Altın, gümüş ve tunçtan yapılmış çok sayıda eser bulunmuştur. Büyük kısmı Ankara Müzesindedir. Geri kalanı Alacahöyük’tedir. Hitit İmparatorluğuna âit on binlerce eserin çıkarıldığı târihî bir hazînedir.

Yazılı Kaya: Hattuşaş şehrinin 2 km doğusunda yer alır. Bu kaya iki büyük galeriden ibârettir. Taptıkları şeylerin resimleri ile süslüdür. Büyük galeride insanlar sayısı 69, küçük galeride ise 18’dir. Bir açık hava tapınağı olarak kurulan muzzam kabartmaların M.Ö. 1300 yıllarında Üçüncü Hattuşil zamânında yapıldığı anlaşılmaktadır. Yazarlı, Büyük Gülücek, Eski Yapar, Kalın Kaya, Kalehisar ve Gerdek Kayada eski çağlara âit çeşitli târihî eser ve kalıntılar vardır.

Eski Ekin Mağarası: Yapma mağaradır. Yanından dere geçen bu mağara yığılmış taş basamaklarından çıkınca yontulmuş bir kapıdan dar bir koridorla geniş bir odaya geçilir. Odanın içerisinde oturma yerleri ve dışardan ışık alması için bir de penceresi vardır. Gerdek Kaya Mağarası: Çorum’a 12 km uzaklıkta Elmalı köyüne yakın bir yerdedir. Mağara tek bir odadan ibârettir. Dış duvarları üzerinde çok enterasan motifler vardır. Büyük Laçin Mağarası: Laçin’e bir km uzaklıktadır. Bir odadan ibârettir. Mescitli Mağarası: Kaya içine oyulmuştur. Köye iki kilometredir. Kapılı Kaya Mağarası: Kırkdilim Boğazının bitiminde yüksek odalı bir mağaradır. Geniş bir penceresi vardır. Yeni Kışla Mağarası: Mağaranın içerisi 8-10 m yüksekliğindedir. Köye bir kilometre uzaklıktadır. Molla Hasan ve Kadıderesi Mağarası: Yanyana dizilmiş üç dallı bir mağaradır. Köye 1 km uzaklıktadır. Alköy Mağarası: Cemilbey bucağına bağlı Alköy’ün yakınında yerden 4 m yükseklikte çok düzgün oyulmuş bir mağaradır. Sazak Mağarası: Saçayak boğazına 500 m uzaklıkta bir kaya üzerindedir. Mağarada ocak yerleri ve sedirler vardır. Böğdüz Kılıçören Mağarası: İçerisine, çok derin bir koridorla girilir. Bu mağarada söylentilere göre büyük bir hazînenin Bizanslılar zamânında saklandığı söylenmektedir. Mağaranın ağzı kapalıdır, az bir yeri açıktır. Kılıçören köyünün güneyindeki dağlardan birisidir.

Mesire yerleri: Çorum ilindeki mesire yerleri genellikle ormanlık bölgelerde toplanmıştır. Bâzıları şunlardır:

Belediye Parkı: 40.000 metrekarelik bir sahada ağaçlı, çiçekli bir mesire yeridir. 1884’te Kaymakam Mahmud Bey yaptırmıştır. Baha Bey Çamlığı: İl merkezine 2 km uzaklıkta Çamlık bir mesire yeridir. Hacılar Hanı Çamlığı: Çorum-Samsun yolu üzerinde il merkezine 30 km uzaklıkta, çam ve meşe ağaçlarıyla kaplı bir dinlenme yeridir. Soğuksu kaynakları çoktur. Çatak: Çorum’a 20 km uzaklıkta orman içi bir mesire yeridir. Keklik ve üveyik av kuşları çoktur.

Kaplıcaları: Çorum ilinde şifâlı su kaynakları varsa da az olup, yeteri kadar faydalanılmamaktadır. Bâzıları şunlardır:

Laçin Hamamı: İl merkezine 40 km uzaklıkta Laçin ilçesi yakınındadır. İçme kürleri idrar söktürücüdür. Arak Mâdenî Suyu: Çorum-İskilip karayolu üzerinde Karacaören köyü yakınındadır. Mîde, karaciğer, safra yolları ve metabolizma hastalıklarının tedâvisinde faydalıdır. Figani (Beke) Hamamı: Çorum-Mecitözü yolu üzerindedir. İdrar söktürücü özelliği vardır.