ÇİVİZÂDE HACI MEHMED EFENDİ
Osmanlılar zamanında yetişen Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. On sekizinci Osmanlı Şeyhülislâmıdır. Babası, Kânûnî devri şeyhülislâmlarından Çivizâde Muhyiddîn Mehmed Efendidir. Dedesi Müderris Çivi İlyas Efendi sebebiyle Çivizâde diye meşhur olmuştur. 1530 (H.937) senesinde İstanbul’da doğdu. 1587 (H.995) senesinde İstanbul’da vefât etti.
Aslen Muğla taraflarından olan Çivizâde Mehmed Efendi ilk tahsilini babasından gördü. On üç yaşındayken babasıyla birlikte hac vazifesini yerine getirdi ve Medîne-i münevvereyi ziyâret etti. Hac yolculuğu sırasında bâzı fıkhî metinleri ezberledi ve pekçok âlim ile görüşüp ilimlerinden istifâde etti. Babasının vefâtına kadar onun ilminden istifâde etti. 1547 senesinde babası vefât edince, zamanın ileri gelen âlimlerinden Pervîz Efendi, Taşköprüzâde ve Karasili Hasan efendilerden ayrıca Anadolu Kazaskerliğinden emekli Ma’lül Emir Efendiden ilim öğrendi. Rumeli Kazaskeri Abdurrahmân Efendinin hizmetinde bulundu. Ondan icâzet aldı. Bilâhare onun kızıyla evlendi.
1557 senesinde Kasımpaşa Medresesine, sonra da Süleymâniye Medresesine müderris tâyin edildi. 1569 senesinden îtibâren, Şam, Kahire, Bursa, Edirne ve İstanbul Kâdılıklarında bulundu. Anadolu ve Rumeli Kazaskerliği vazifelerinde de bulunduktan sonra 1579 senesinde emekliye ayrıldı. İki sene sonra Sadr-ı Ulemâ ve 1581 senesinin son aylarında Şeyhülislâm oldu. Beş sene üç ay altı gün Şeyhülislâmlık makamında bulunduktan sonra 1587 senesinde İstanbul’da vefât etti. Eyyûb Sultan civarında babasının kabrinin yanına defnedildi.
Çivizâde Hacı Mehmed Efendi ömrünü İslâm dînini öğrenip insanlara öğretmeye vakfetmişti. Cömertliği, güzel ahlâkı, Selef-i sâlihine bağlılığı, onlar gibi olmaya çalışması ile tanınırdı. İnsanlara zulüm edenlere hiç müsamaha göstermez, haksızlığa uğrayanların haklarını alıp zulmü ortadan kaldırırdı. Pâdişâha ve Sadrâzama gerekeni çekinmeden söylerdi. Sadrâzamın Şeyhülislâmın ayağına gelmesi hâdisesi ilk defa Çivizâde Hacı Mehmed Efendinin şeyhülislâmlığı zamanında vâki oldu. Sadrâzam Özdemiroğlu Osman Paşanın ilk olarak, Şeyhülislâmı makâmında ziyâret etmesi daha sonraları âdet hâline getirildi. Çivizâde Hacı Mehmed Efendi, fakir, zengin, pâdişâh, vezir, âmir, memur bütün insanların sevgisini kazanmıştı. İnsanlara sık sık nasihat eder, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatırdı. Kibir ve gururdan uzak durur, tevâzuyu elden bırakmazdı. Emrinde çalışanlara güzel muâmele eder, onların sıkıntılarını giderirdi.
Pekçok talebe yetiştirmiş olan Çivizâde Hacı Mehmed Efendi, edîb, şâir ve aynı zamanda hattat idi. El-Eşbâh ven-Nezâir adlı esere ta’likâtı vardır. Çivizâde Hacı Mehmed Efendi zamanındaki diğer devlet büyükleri gibi birçok hayır eseri yaptırmıştır. Zeyrek yakınlarında bir câmi ve medrese, Kürkçübaşı Süleymân Ağa Câmii yanında bir mescit yaptırmıştır.
Osmanlı şeyhülislâmlarının on birincisi. Kânûnî Sultan Süleymân Han devri şeyhülislâmlarındandır. İsmi Muhyiddîn Mehmed’dir. Çivizâde adıyla meşhur oldu. 1467 (H.881) târihinde Menteşe’de (Muğla taraflarında) doğdu. Babası Menteşeli âlim ve hattât Çivi İlyâs Şehid Efendidir. 1547 (H. 954) târihinde İstanbul’da vefât etti.
Çivizâde Muhyiddîn Efendi, tahsil için İstanbul’a gelip, devrin âlim ve fâdıllarından olan Tâcizâde Sa’dî Çelebi, Muhyiddîn Fenârî, Mevlânâ Mehmed Paşa ve Karabâli’den okudu. İlimde olgunlaşıp, yükseldikten sonra sırasıyla Edirne’de Beylerbeyi, Bursa’da Veliyüddîn Efendi oğlu Ahmed Paşa ve Ferhâdiyye Medreselerinde müderrislik yaptı. Sonra İstanbul Mahmûd Paşa Medresesi ile Edirne’de Üç Şerefeli Medreselerinde ilme hizmet etti. Çorlu Medresesi tamamlanıp bu medreseye pâdişâh fermânıyla müderris tâyin oldu. Çorlu Medresesinde müderrisken 1527’de Kâhire (Mısır) kâdılığına tâyin edildi. On yıl kadar bu vazîfede kaldıktan sonra 1537 târihinde Anadolu kazaskerliğine getirildi. 1538 (H.945)de Sa’dî Sa’dullah Efendinin vefâtı üzerine şeyhülislâm oldu.
Çivizâde Muhyiddîn Efendi, fetvâ verirken kendini hatâdan korumak için, fetvâ ve kararları gâyet açık ve vesîkalı yazar ve dört hak mezhebin hükümlerini bildirirdi.
1541 senesinde şeyhülislâmlıktan ayrıldıktan sonra, oğlu ile birlikte hacca gitti. Hac dönüşünde İstanbul’da Sahn-ı Semân Medreseleri müderrisliğine tâyin edildi. Ebüssü’ûd Efendinin şeyhülislâm olması ile boşalan Rumeli Kazaskerliğine getirildi. Bu vazîfedeyken 1547 (H.954)de vefât etti. Eyyûb Sultân civârına defnedildi. Toplam şeyhülislâmlık süresi üç yıl dokuz aydır.
Çivizâde Muhyiddîn Efendi, âlim, fazîletli, kibirden uzak, alçak gönüllü, haramlardan kaçan bir zâttı. Cömert, yüzü nûrlu, hoş sohbet olup, güzel ahlâkı üzerinde toplamıştı. Çoğu vakitlerini ilim ve ibâdetle geçirirdi. Açık sözlü ve âdildi. Zamânının bütün ilimlerinde mütehassıstı. Özellikle fıkıh (İslâm hukûku) ilminde devrinin önde gelen âlimlerindendir.
Eserleri:
1) El-Îsâr fî Hall-il-Muhtâr (Hanefî mezhebi fıkhına dâirdir), 2) Hüsn-ül-Kârî fit-Tecvîd (Kırâat ve tecvid ilmine dâirdir), 3) Fetâvâ-i Çivizâde, 4) Telvîh adlı meşhûr fıkıh usûlü kitâbının bir bölümüne olan açıklaması, 5) Mîzân-ül Müddeiyyeyn fî İkâmet-i Beyyineteyn, 6) Risâletün fî Tahrîr-i Da’vâ el-Mülk.
Alm. Tau, (m), Fr. Rosee (f), İng.Dew. Sabah ve akşam, açık havadaki bâzı bitkilerin ve cisimlerin üzerinde çok küçük su damlacıkları hâlinde biriken su buharı. Hava kütlesi içinde belli miktarda nem vardır. Bu nem miktarı sıcaklığa veya basınca bağlı olarak değişiklik gösterir. 10 °C sıcaklıkta ve normal basınçta 1 m3 hava içindeki su buharı 9,39 gr’dır. Bu miktara havanın doymuş nem miktarı denir. Nem miktarı sıcaklıkla arttığı için bu sıcaklık düşerse (aynı basınç altında) 1 m3 havada 9,39 gr su buharı bulunamaz. Bir miktar su buharının yoğunlaştığı görülür.
Hava içindeki O2 molekülleri havanın ısı kaybını çok yavaşlatır. Geceleri toprak havaya göre daha fazla ısı kaybına uğrar. Toprağa değen hava kütlesi yukarılardaki hava kütlesine göre daha düşük sıcaklıktadır. Bu kütlenin taşıyabileceği nem nisbeti düşer. Taşıyamayıp bıraktıkları nem yoğunlaşarak küçük su damlacıkları hâlinde toprak yüzeyi üzerinde kalırlar. Toprak yüzeyinde yoğunlaşan bu su kütleleri çiy’i meydana getirir.
Alm. Strich, Fr. Liqne, İng. Trait. Bir noktanın hareketiyle meydana gelen şekil veya iki yüzeyin ara kesiti.
Başlıca üç çeşit çizgi vardır:
1. Doğru çizgi: İki noktadan geçen en kısa çizgi.
2. Kırık çizgi: Bir doğrultuda olmamak üzere doğru parçalarının ucuca eklenmesinden elde edilen çizgi.
3. Eğri çizgi: Doğru ve kırık çizgilere benzemeyen çizgidir.
Alm. Trickfilm, Fr. Dessin anime (cinema d’animation), İng. Animated cartoon. Elle çizilerek yapılan resimlerin, canlandırma metodlarıyla hareketlendirilmesi.
Çin’in ve Türklerin eski gölge oyunlarına dayanan çizgi film, 19. yüzyılın başlarında Fransız Emile Reynaud’un çalışmalarıyla hız kazandı. Emile, “Theatre Optique” adında Paris’te ilk sinema salonunu açtı. 1830 senelerinde, resimleri hareket ediyormuş gibi gösteren bâzı oyuncaklar yapıldı. Bu oyuncaklar, 1832’de Joseph Plateau adlı bir Fransız ve “hayat tekerleği” anlamına gelen Zoetrope’un yapımcısı Pierre Devignes tarafından geliştirildi. 1930 senelerinde ses ve desenin az bir zaman sonra da rengin bulunmasıyla çizgi film bütün dünyâya yayıldı.
İlk çizgi film denemelerini 1908 senesinde Fransız Emile Cohl yaptı. Beyaz bir kâğıt üzerine siyah renkle çizdiği çöpten adamlarını filme aldı. Ancak projeksiyonda negatif film kullanarak siyah fon üstünde hareket eden beyaz figürler elde etti. Bunu, Amerikalı Winson Mclav “Gertie the Trained Dinasaur” adlı filmi tâkib etti. 1913-17 yılları arasında ise, dünyada yeni sanatçılar ve yeni filmler ortaya çıktı. Artık seyirci, çizgi filmi bir eğlence çeşidi olarak görüyordu.
Sesli sinemanın ortaya çıkmasıyla, çizgi filmde yeni bir altın dönem başladı. 1923 senesinde stüdyosunu kuran Walt Disney (1901-1966) “Mickey Mouse-Miki Fare” adlı ilk sesli filmini ve “Donald Duck= Vakvak Kardeş” dizisini ve nihâyet “Snov White and the Seven Dwarfs= Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” adlı uzun bir çizgi film yaptı. Disney’in hayvan tiplerine insan karakteri vererek, gerçeğe yakın bir biçimde filme hareketlilik kazandırması ve çocukları eğlendiren, güldüren, canlı ve müzikli oyunlar sergilemesi, kısa sürede şöhret bulmasına sebeb oldu. Disney’in bu çalışmalarını, Norman Mc. Laren, Alex Alexieff ve Claire Parkef gibi kimseler yeni tekniklerle tâkib ettiler.
İçinde bulunduğumuz asırda, film yapımı oldukça pahalı olmasına rağmen, yine de bütün dünya ülkelerinde gelişmekte ve yayılmaktadır.
Çeşitli gösteriler ve yarışmalar yapılmakta, üniversitelerde ve okullarda film ile ilgili dersler konmaktadır. Çizgi film, artık eğlendirici olmaktan ziyâde, çeşitli tanıtım vâsıtası ve reklâm görevi yapmaktadır. Bu konuda dergi ve kitaplar yayınlanmakta, okullarda eğitici filmler, propaganda filmleri yapılmaktadır.
Türkiye’de sinema sanatının gelişmesiyle birlikte, çizgi filmde de yeni bir gelişme göze çarpıyor. İstanbul Reklâm Ajansı, değişik bir takım çizgi film hazırlatmak için, bâzı karikatür sanatçılarını kadrosuna alarak çalışmalarına başladı. Hazırladıkları bâzı çizgi filmler çok basit olmasına rağmen, büyük ilgi gördü. Bu ajans, yurt dışından bâzı sanatçıların getirdiği yeni teknikleri alarak, çalışmalarına hız verdi. Bu arada Radar Reklâm bir animasyon bölümü açarken Ali Ulvi de bâzı ressamlarla Kare Reklâm ismini verdikleri yeni bir stüdyo kurdular. Stüdyo Çizgi, yeni film çalışmalarına başlarken, öte yandan Ferruh Doğan ve Oğuz Aral gibi isimler, Canlı Karikatür adını verdikleri bir stüdyo kurarak “Koca Yusuf” ve “Direklerarası” filmlerini çizdi. Bütün bu stüdyolar, reklâm filmlerini hazırlamak maksadıyla kurulmuştur. Yer yer başarılı olan stüdyolardan, bir kısmı zamanla dağıldı.
Çizgi film, çok sabır ve titizlik gerektiren bir sanattır. Zîrâ birkaç dakikalık bir film gösterisi yapmak için, binlerce resim çizmek gerekir. Yapımının zorluğuna rağmen herkes tarafından televizyonda ilgiyle seyredilmektedir. Bu ilgi üzerine TRT, yabancı kaynaklı çizgi filmler getirmeye başladı. Bu arada kendi sanatçılarımıza yerli çizgi film hazırlatma çalışmaları başlatılmakla beraber yetersiz kalmaktadır. 1987’den sonra Kültür Bakanlığının kendi kahramanlarımızı çizgi film yaptırma çalışmaları, devâm etmekte, yeni bir takım stüdyolar açılmaktadır. Türkiye’de ilk defâ büyük bir kuruluş kendi adına kendi millî konularını işleyecek bir çizgi film atölyesi kurdu. Türkiye Gazetesi Radyo Televizyonunun bir ünitesi olarak vazîfeye başlayan TGRT Animasyon “Abdullah” isminde 15’lik deneme filminden sonra “Deli Balta”, “Kemankeş-Dayıbey” çizgi filmini de tamamlayarak bu sâhada bir boşluğu doldurmaya aday olduğunu isbatladı.
Canlandırma teknikleri: Çizgi film sanatçıları, kendi sanatlarıyla ilgili her şeyi sahalarında kullanmışlardır. Çok çeşitli teknikler uygulamış ve zamanla bu durum değişik türlerde devam etmiştir. Kullanılan malzemeye göre, canlandırma örnekleri de değişmiştir. Çizgi film, özel ışıklı animasyon masalarında tasarlanıp çizilir. Çizimde selüloit yapraklar kullanılır. Selüloitin saydamlığı çizimi kolaylaştırmaktadır.
Çizgi filmin en bilinen tekniği “Celanimation” tekniğidir. İkinci bir çizgi film tekniği, asetat kullanmadan doğrudan kâğıtlara çizilip boyayarak hazırlanan “Paper Animation” tekniğidir. Bunlardan başka; Simplified Cel System, üç boyutlu bir teknik olan Kukla filmler, Clay Animation, Object Animation= Nesnelerle yapılan animasyon, Kolaj (Collage) ve Kinestasis ile bizdeki Karagöz oyununu andıran Kesme Animasyon (Cut Dut) ve Silüet Animasyon, Kum Tekniği, Time-Lapse Animation, Cameraless Animation, Computer Animation, Pixilation, Rotoscoping ve Pın Screen teknikleri mevcuttur.
Çizgi filmde araç ve gereç olarak; çeşitli kalemler, boyalar, standart delikli kâğıt, pim ve zımba, asetat, ışıklı masa, kamera ve kadraj (çerçeve) kullanılır.
1970’li yıllardan başlayarak 1980 ve sonrasında bilgisayar ve video âletlerinin gelişmesi, çizgi film için yeni bir imkân getirmiştir. Bütün dünyâda çizgi film yapımı yeni metodlarla hızla artmaktadır.
Çizgi filmin safhaları:
1. Sinopsis: Senaryonun ana teması doğrultusunda, senarist ve yönetmen tarafından hazırlanır.
2. Story-board (Resimli senaryo): Yönetmenin düşündüğü çizgi film sahneleridir.
3. Timing (Zamanlama): Plânlanan sahnelerin süresinin tesbitidir.
4. Fon müziği: Filmin atmosferine ve ritmine göre besteci tarafından hazırlanır.
5. Lay-out: Yönetmen veya vazifelendireceği bir yardımcı tarafından story- board’a uygun olarak dekor ve tiplerin son şeklini almasıdır.
6. Animasyon (hareketlendirme): Story board’daki hareketli sahneler animatörler tarafından gerçekleştirilir.
Bir sâniyelik çizgi film elde edebilmek için 24 kare resim çizmek lâzımdır. Gözümüzün görme özelliğinden faydalanarak daha az resimle (24 kare yerine 12 kare çekim yapılmaktadır).
7. Dekorlar: Bacg-round Story-board’daki sahnelerin geri plânları, hâdiselerin geçeceği yer ve mekanlar, Bacg-roundcular tarafından çizilir.
8. Kopya ve renklendirme: Animatörlerce hazırlanan hareketli figürler, çini mürekkeple veya fotokopi ile asetat’a kopye edilir. Renklendirmeciler tarafından boyanır.
9. Görüntüleme: Çizgi filmi meydana getiren şahıslar ve hâdiseler geçeceği mekanlar, çekim plânına göre tek kare çekim yapılabilecek bir kamera yardımıyla 8 mm-16 mm-35 mm veya video olarak görüntülenir.
10. Kurgu: Görüntü, ses, gürültü, müzik, Story-board’a göre yerlerine konur.
11. Eşleme: Değişik seslerin sahnelerdeki dozlarının ayarlanması.
12. Laboratuar: Çekim video dışında film olarak yapılmışsa, negatiflerden pozitif filmler elde etme.
Alm. Comics, Fr. Bande dessinee, İng. Comics. Gazete, kitap, mecmûa gibi yayın organları aracılığıyle bir takım hikâyelerin çizgilerle anlatılması. Kısa açıklamalar, anlatımlar, konuşma ve düşünme balonları yazı kısmını meydana getirir. İfâdenin ağırlığı çizgilerde toplanmıştır. Kısaca; resimle yazının biraraya gelmesiyle meydana gelen bir anlatım şeklidir.
Şekil ve resimleri peşpeşe sıralayarak bir hikâyeyi anlatmak çok eskiden beri kullanılan bir metoddur. Kabartma, mozaik, duvar resimleri, vitray, seramik ve dokuma gibi sahalarda kullanılagelmiştir.
Geçmişten günümüze, bugünkü şeklini alması kolay olmamıştır. Baskı tekniklerinin gelişmesi çizgi ile anlatımın da gelişmesinin ve detaylanmasının sebebi olmuştur. Anlatılmak istenen hikâyenin her safhasını aralıksız, akıcı, anlaşılır bir şekilde zihinde belirginleşmesi duygusu ve isteği, çizgi romanın doğmasına sebeb olmuştur.
İngiliz oymabaskıcı William Hogarth’ın oyma baskı karikatürleri birbirlerini tâkib eden diziler hâlinde yapıldığından, bu kimse, çizgi roman târihinin ilk temsilcisi olarak ortaya çıkmıştır.
Bugünkü mânâda çizgi roman 19. yüzyılda ortaya çıktı. İsviçreli öğretmen Rudolphe Töpffer (1799-1846), M.Vieux-Bois tiplemesi ile, Alman mizahçı Wilhelm Busch, Max und Moritz ile, Fransız Georges Kolomb, Famille Fenaull ile ilk çizgi romancı olma ünvanlarını aldılar.
Ancak çizgiyle metni bir uyum içinde birleştiren gerçek çizgi romanlar ABD’de ortaya çıktı. Yayın organları arasındaki mücâdele sonucu 1896 J.Pulitzer’in çıkardığı New York World Pazar ilâvesinde Richard Outcault’ın “The Yellow Kid’i ve Rudolph Dirks’in The Katzenjammer Kids” yayınlandı. İlk konuşma balonları ise “The Katzenjammer Kids’i” de kullanıldığından ilk çağdaş, çizgi roman sayıldı. The Yellow Kid’de (Sarı Çocuk’ta) sarı çocuğun düşünceleri, yâhut söylemek istedikleri geceliğin üzerinde beliriyordu. Dirk’s, Rönesans dönemi Alman oyma baskılarında kullanılan unutulmuş balon metodunu geri getirdiği için, kendi gazetesiyle W. Hearst’ın New York Journal Gazetesi arasında paylaşılamadı. Dirk’s, gazetesini değiştirdiği zaman açılan dâvâyı kaybetti. Çizgi romanını “The Captain and the Kids” adıyla devâm ettirdi. Bu dizi Türkiye’de Kaptan Edi ile Büdü adıyla yayınlandı.
1906’da New York Journal’de Winso Mc Cay’ın hazırladığı Ciltle Nemo in Slumberland (Küçük Nemo Rüyâlar Ülkesinde) çizgi romanı tutuldu. ABD’nin dışında sesini duyuran ise George Mc Mancısun (1884-1954) Brining Up Father (Güngörmüşler) eseridir.
E.R. Burroughs’un 1912’de yaptığı Tarzan’ı, 1929’da Harold R. Foster (1892-1982) tarafından çizgi haline getirilince, gerçekçi çizgilerin kullanıldığı ilk çizgi roman oldu.
Avrupa’da ise tam mânâsıyla ilk çizgi roman 1925’de doğdu. Alain Saint Oga’nın Zig ve Puce adlı tiplemesiydi.
Bunu Pincho’nun Becassine’si (1905) ve Farton’un Pieds Nickeles’i (1908) tâkip etti. Ancak Avrupa’da Komikler’in erişkinler tarafından da benimsenmesi için yarım yüzyıl gerekmişti. Harold R. Foster’in Tarzan’ından sonra bu alanda gerçekçi çizgilerin kullanıldığı bir diğer eser Alex Raymond’un Flash Gordon’u (Baytekin)dur. Chic Young’un Blondie’si (Fatoş) (1930), All Capp’in Lil Abner’i (Hoş Memo) bu dönemlerde mizah-karikatür çizgisinde devâm eden eserler arasındaydı...
1937’de özellikle Harold Foster’in Prince Valiant’ı (Kahraman Prens), Lee Falk ile Phil Davis’in birlikte hazırladıkları Sihirbaz Mandrake (1934), W.Ritt ile, C.Gray’ın birlikte hazırladıkları Brick Bradford (1935) fantastik bir çizgide devâm eden eserler arasında oldular.
Elsie Segar’in Popeye’si (Temel Reis), Walt Disney’in Mickes Mouse (Miki Fare) (1930) ve Donald Duck’un (Vakvak Kardeş) da bu dönemlerin mizah çizgi romanlarıydı.
1930’lu yıllarda baştan başa çizgi roman yayınlanan aylık dergiler çıkmaya başladı. Küçük boyda ve düşük mâliyetle satılan bu Comic booklar’da Joe Shuster ile Jerry Siegel’in (1938) ortak ürettikleri Kahraman Süperman ve Robert Kane’nin Batman’ı kötülüklere karşı olağanüstü güçlerle savaşırken bu piyasadaki üstün savaş güçlerini de sergilediler.
İkinci Dünyâ Savaşından az önceki yıllarda çizgi roman dergilerinde çeşitlilik ve tiraj artışı görülmeye başladı. Bunun sonucunda çizgi romanlar hazırlanırken, yeni resim ve sinema tekniklerinden faydalanılmaya başlandı. Dolayısıyla belirgin bir kalite artışı görüldü. Artık resimli roman kahramanları klasik görünüşleri dışında, yâni karşıdan ve ayakta duruşlarının yanı sıra hemen hemen her tür pozisyonlarda çizilmeye başlandı. Olağan dışı renkler, nümûnelerin gerçek olmayan renkleri, olaya estetik katarken bir yanda da psikolojik durumları ifâde için kullanılmaya başlandı.
Avrupa’daki çizgi roman ABD’nin yanında oldukça zayıf kalırken, farklı gâyeler için kullanıldığı görüldü. Artık bu tür çizgi romanlar çocuklara yönelik bir ideolojik propaganda aracı olarak kullanılıyordu. Bu şekilde kullananlar hedeflerinde isâbet kaydedip inanılması zor tirajlara ulaştılar. Fransa’da 1934 yılında çıkan Journal de Mickey ulaştığı yüksek tirajla (400.000) Avrupa’nın en sivrilen dergisi oldu... Savaşın başlamasıyla birlikte çizgi romanlar savaşa yönelik propaganda aracı olma özelliklerini korumaya devâm ettiler.
George Baker’in The Sack’ı (1942), David Brager’in G.I.Joe’si (1942) ve Milton Caniff’in Male Call’u (1942), Amerikan ordusu ve askerlerinin moralini destekleyecek şekilde hazırlandı... İtalya’da ise Kurt Caesar’ın Romanoil Legionario ile Fransa’da ise Nazi yanlısı Temeraire (1943-44) adlı dergiler, gençlere yönelik propagandalarında tesirli oldular.
Barış zamânı 1947’de Milton Caniff’in Steve Canyon’u piyasaya çıktı. Resimli romana olan ilgi ise geçici bir süre azalmıştı. Bunun üzerine, yapımcılar, korku dizilerine el attılar. Yaşayan ölüler, hortlaklar ve vampirlerle dolu bir dehşet dünyâsı okurların ilgisini çekebilmişti. Amerikan Senatosu ve muhâfazakar halkın tepkisi sonucunda şiddet ve dehşet konularında belirli sınırlamalara gidildi ve bir dizi sınırlamalar kânunlaştırılırıp, yürürlüğe konuldu...
Bunun sonucunda mizah-karikatür ağırlıklı kahramanların tutulması sağlandı. Walt Kelly’nin Pogo’su Charles M.Cshulz’un Peanuts’ı (Yer Fıstıkları) ve Mort Walker’in Beetle Bailey’i (Hasbi Tembeler) gibi.
ABD’nin pazarı durumunda olan Avrupa ülkelerinde İkinci Dünyâ Savaşından sonra kaliteli ürünler ortaya çıkmaya başladı. Herge takma adını kullanan Georges Remi’nin Tin Tin’i (Ten Ten) ABD çizgi romanlarının kalitesine eşdeğer çizgi romanlardan sayılır. Bunu Fransız Morris’in (Maurice de Bauere) Lucky Luke’usu (Red Kit) (1946) tâkib etti. Albert Uderzo, Goscinny’nin yazdığı Asterix’i (Asteriks) yeni çıkan Pilote dergisine (1959) çizmeye başladı. Bu mizah ağırlıklı yayınları Peter O’Donnell ile Jim Holdaway’ın dedektiflik ve câsusluk ağırlıklı Modesty Blaise’i izledi.
1952’de kurulan Mad dergisi bu alana ayrı bir renk getirdi. Bu dergi çizgi romanı kullanarak çizgi romanı alaya almasıyla farklılık kazandı. 1970’lerde ABD’de farklı bir akım meydana geldi. Yer altı çizgi romanları (Underground comix) çoğu üniversite kuşaklı genç yazar ve çizer grubu, siyâsî ve sosyal bir eleştiriye yönelik yayınlar üretmeye başladılar. Ancak gördüğü ilgi sınırlı olmuştu. Aynı dönemlerde Jack Kirby ve Joe Orlando gibi çizerler Fanastic Four (Fantastik Dörtlü) ve Spider Man (Örümcek Adam) Thor, The Hulk (Yeşil Dev Adam) gibi tiplemeleri lanse ettiler. Iron Man (Demir Adam) ve Conan The Barbarian (Conan)’ın Avrupa’daki pazar alanları gibi geniş bir pazar alanı buldular.
Artık çizgi roman sanatı, kabuğunu yırtmış yalnız anavatanında alâka gören bir sanat dalı olmaktan çıkmış şimdi hemen hemen dünyânın her ülkesinde belirli soluklarla devâm ettirilmektedir.
Bu alandaki çalışmaları ve genç çizerleri, yeni nesilleri teşvik amacıyla 1961’de Paris’te kurulan Çizgi Roman Sevenler Derneği 1964’te Çizgi Romanı Araştırma ve İnceleme Derneğine (Socerlıd) dönüşerek bu çabalara önderlik etmiştir. 1965’te Milletlerarası Çizgi Roman Kongresi ilk olarak İtalya’nın Bordighera şehrinde toplanmıştır. Bu arada bâzı ülkeler de kendi çizgi roman okullarını kurdu.
Güney Amerika’da Alberto Braccia, Munoz, Sam Payo, Quino İtalya’da Hugo Prat (Corta Maltesen’in çizeri), Guido Buzelli, Dino Bataglia, Sergio Topi, -Guido Crepax İspanya’da Victor de la Fuente, Enric Sio, Julio Ribera ve Palacaios bu işe öncülük edip kendi tarzlarını kabul ettirmişlerdir.
Yeni gelişmekte olan pekçok ülkede başta Çin, Küba ve Cezayir, çizgi romanı eğitim gâyesi ile kullanmaktadırlar. Doğu bloku ülkelerinin çoğu bu dala sırt çevirmiş, bu gruptaki ülkelerden Yugoslavya ise tam aksine bu işe önderlik etmiştir.
Türkiye’de bu işin ilkleri karikatürüze Amca Bey tiplemesi ile Cemal Nâdir ve Gerçekçi çizgi olarak Barbaros Hayrettin ve Koca Yusuf ile Ratip Tahir Burak’tır. Cemal Nadir’i Tombul Teyze ve Sıska Dayı tiplemesi ile Ramiz Gökçe, Karakedi Çetesi ile Selma Emiroğlu tâkib etti.
Türkiye’de ilk müstakil çizgi roman dergisi 1950’lerde yayına başlayan Pecos Bill’dir. Bunları bugün bile okur bulabilen; Tommiks, Teksas ve Teks’ler dönemi tâkib etmiştir.
1950’li yıllarda karikatürcülerin çoğu bu alana yöneldi. Utanmaz Adam’la Oğuz Aral öne geçti. 1960’lı yıllarda Hüdâverdi ile Sezgin Burak, gerçek hikâyelerden alınan konularla Faruk Genç adını duyurmaya başladı. Turhan Selçuk da bu sahanın adamıdır.
En önemli patlamayı ise karikatürcü Suat Yalaz yapmıştı. Bu zamanla Sezgin Burak’ın Tarkan’ı, Ayhan Başoğlu’nun Malkoçoğlu’su, Abdullah Turhan’ın Tolga’sı izledi. Bu tarzın diğer bir örneği de Rahmi Murat’ın yazdığı Abdullah Turhan’ın resimlediği Kara Murat’tır. Şahap Ayhan da farklı tiplemelerle bu konuda çalışan ressamlarımızdan biridir. Bu sahada Deli Balta’sıyla Gürbüz Azak, Topuz’la Vehip Sinan, Kurdoğlu ile Cem Ertürk, Hızır Bey’le Talat Güreli zikre değer isimlerdir.
Suat Yalaz’ın Karaoğlan’ı Fransa’da ve pekçok Kuzey Afrika ülkesinde Fransızca yayınlanarak bu dalda Avrupa’daki tek temsilcimiz olup milletlerarası niteliğine bürünen ilk milli çizgi romanımızdır.
Günümüz Türkiye’sinde pek çok genç çizer bu işe kollarını sıvamış ancak uygun zemini bulamadıkları için çoğu bu işe henüz başlayamadan başka alanlara kaymışlardır. Türkiye’de genç çizer neslinin yetişmesine müsâit ortam bulunmamakla berâber şu anda Türkiye Çocuk Dergisi genç çizerlere imkânlar sağlayan tek yayın organı durumundadır.
(Bkz. Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi)
ÇOBANALDATAN (Caprumulgus Europeus)
Alm. Gemeine Nachtschwalbe,Fr. Engoulevent d’Europe, İng. Night Jar.Familyası: Çobanaldatangiller (Caprimulgidae). Yaşadığı yerler: Asya, Avrupa ve Afrika ormanlarında. Özellikleri: Gece uçarken böcek avlar. Çeşitleri: 70 kadar türü bilinmektedir.
Gök-kuzgunumsular takımından, kısa-geniş gagalı, çok açılan ağızlı, gece böcek avlayan bir kuş. 26 cm boyunda, sivri kanatlı ve uzun kuyruklu olup, baykuş gibi yumuşak tüylüdür. Uçarken kanat sesi duyulmaz. Gündüz dinlenip, geceleri avlanır. “Keçisağan” veya “Gece Kırlangıcı” da denir. Uçarken iyice açılan gagaları ile böcekleri, yapışkan ağızlarında biriktirerek avlanır. Ormanlık bölgelerde yaşar. Gece kelebeğine düşkündür. Ağız çevresinde beslenmeye yardımcı, sıralar hâlinde dikleşebilen duyarlı kıllar vardır. Bu kıllar yaz geceleri, dolaşan böcekleri yutmakta yardımcı olurlar. Çok fazla böcek avladığından faydalı bir kuştur. Ağaç kabuğu rengindeki beyaz lekeli tüyleriyle çevreye çok rahat uyduğundan, dal veya toprak üstünde dinlenirken fark edilmez. Ayakları küçük ve zayıf olup, yürümede zorluk çeker.
Toprak üstündeki yuvasını kuru yapraklarla döşer. Genellikle iki adet benekli yumurta yumurtlar. Erkek ve dişi berâber kuluçkaya yatarlar. Kışın Güney Afrika’ya göç eder. Ayrı bir alt âileden olan Kuzey Amerika Çobanaldatanı da kışın Güney Amerika’ya göç eder. Çobanaldatanlar geceleri usanmadan öten kuşlardır. İnsanı yanına yaklaştırdığı halde ele düşmediği için buna “çobanaldatan” denmiştir. Karacaoğlan bunu bir şiirinde şöyle ifâde etmektedir:
“Dünyâ bir çobanaldatan, çok uğraştım tutamadım”.
ÇOBANÇANTASI (Capsella Bursa Postoris)
Alm. Hirtentäschel Taschelkräut (n), Fr. Boursea-pasteur, bourse-de-berger, İng. Shepherd’s purse. Familyası: Turpgiller (Cruciferae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Çok yayılmış olup hemen hemen her yerde.
Mart-ekim ayları arasında, beyaz renkli çiçekler açan, 10-50 cm boyunda, bir senelik otsu bir bitki. Yol kenarlarında, kırlar ve ekilmemiş tarlalarda bulunur. Gövdeleri dik, silindirik, evvelâ basit, fakat çiçek açma zamânında dallıdır. Dibinde rozet şeklinde yaprakları bulunur. Gövde yaprakları ise gayri muntazam parçalı, sapsız ve gövdeyi 2 kulakçıkla sarmış durumdadır. Çiçekleri gövdenin ucunda, salkım şeklinde 4 parçalı beyaz taç yapraklarından meydana gelmiştir. Meyveleri ters kalp veya 3 köşeli çanta şeklindedir. Tohumları küçük, oval şekilli ve esmer renklidir.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin kullanılan kısmı çiçekliyken toplanıp, gölgede kurutulmuş olan toprak üstü kısımlarıdır. Bileşiminde uçucu yağ, tanen, organik asitler ve saponin vardır. Kanamalarda kan dindirici olarak kullanılır. İdrar yolları hastalıklarına (taşlara) karşı da tavsiye edilmiştir.
On üçüncü asırda Kastamonu ve çevresinde faaliyet gösteren Türkmen beyliği. Beyliğin kurucusu Hüsâmeddîn Çoban Bey, Kayı boyuna mensub olup, Anadolu Selçuklu Devletinin ileri gelen devlet adamlarından biriydi. Bunun isminden dolayı, kurduğu beyliğe, Çobanoğulları beyliği denildi. Hüsâmeddîn Çoban, Birinci İzzeddîn Keykâvus’un sultanlığı sırasında Bizans’a karşı düzenlenen seferlere katıldı. Birinci Alâeddîn Keykûbâd tahta çıkınca, bağlılığını arz etti.
Moğollar 1223 (H.620) Kıpçak ilini işgâl edince, bunu fırsat bilen Rumlar, Kırım sâhilindeki Suğdak şehrini kontrolleri altına aldılar. Sultan Alâeddîn Keykûbât, Hüsâmeddîn Çoban’ı Suğdak’ı zaptetmek için vazîfelendirdi. Hüsâmeddîn Çoban da sefere çıkarak Suğdak’ı zaptetti. Kıpçak hanının ve Rus hükümdârının Sultan Alâeddîn’e itâatini sağladı. 1227 senesinde Kastamonu’ya döndü. Ölümünden sonra yerine oğlu Alp Yürek geçti. Alp Yürek hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır.
Alp Yürek’ten sonra yerine oğlu Muzafferüddîn Yavlak Arslan geçti. Yavlak Arslan zamânında Anadolu’da birçok karışıklıklar oldu. Yavlak Arslan, İlhanlılara muhâlefete başladı. Bunun üzerine İlhanlı hükümdârı Geyhatu, bir Selçuklu-Moğol ordusunu Kastamonu’ya gönderdi. Yapılan muhârebede Yavlak Arslan öldü. Selçuklu Sultânı İkinci Mes’ûd, bu muhârebede kendisine büyük yardımı dokunan Şemseddîn Yaman Candar’a Kastamonu ve havâlisinde Eflânî’nin idâresini verdi.
Yavlak Arslan’dan sonra yerine oğlu Mahmud Bey geçti. Mahmud Bey zamânında Bizans topraklarına akınlar düzenlendi. Sakarya Nehrinin civârına kadar olan yerler fethedildi. Ancak 1309 senesinde Candaroğlu Süleymân Paşa bir baskın ile Kastamonu’yu fethederek Çobanoğulları Beyliği’ne son verdi.
Çobanoğulları devrinde Kastamonu ve çevresinde îmâr ve kültür faâliyetleri gelişti. Memleketlerine gelen âlimlere büyük önem verdiler. Meşhûr âlim Kutbûddîn Şîrâzî, İhtiyârât el-Muzafferî isimli astronomi kitabını Yavlak Arslan için yazdı. Nüzhet-ül-Küttâp, Kavâ’id-ür-Resâ’ıl adlı eserler bu devirde yazıldı. Bu devirdeki en muhteşem yapı ise; Taşköprü’deki Muzafferüddîn Yavlak Arslan Medresesi külliyesidir.
ÇOBANOĞULLARI |
Tahta Çıkışı |
Hüsâmeddîn Çoban (Yaklaşık) |
1227 |
Hüsâmeddîn Alb Yürük |
? |
Muzafferüddîn Yavlak Arslan |
? |
Nasireddîn Mahmud Bey |
1297 |
Candaroğulları Hâkimiyeti |
1309 |
ÇOBANPÜSKÜLÜ (İlex Aquifolium)
Alm. Stechpalme (f), Fr. Houx (m),İng. Holly. Familyası: Çobanpüskülügiller (Aquifoliaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Trakya ve Kuzey Anadolu.
Çoğunlukla çalı, bâzan da, 10-15 metreye kadar boyu uzayabilen bir ağaç. Yapraklar kalıcı, derimsi, oval, kenarları geniş dişli ve dişlerin tepesi dikenlidir. Çiçekler iki evcikli olup, kurullar hâlinde bulunur. Meyvesi yuvarlak ve parlak kırmızıdır. Kuzey Afrika, Batı ve Güney Avrupa ve Batı Asya’dan Çin’e kadar olan bölgelerde yetişir.
Kullanıldığı yerler: Meyvenin iç kabuğu ökse yapımında kullanılır. Odunu çok sert, ağır ve koyu renktedir. Çok iyi cilâ tutar. Tornacılıkta, kaplamacılıkta, çark dişi yapımında kullanılır. Körpe dalları kamçı sapı yapmaya yarar. Süs bitkisi olarak da yetiştirilir.
ÇOBANÜZÜMÜ (Vaccinium Arctostophylos)
Alm. Trapezunt-, Brussa-Tee (m), Fr. The (m) de Trebizonde, İng. Tea of Trebizond, Familyası: Fundagiller (Ericaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara ve Karadeniz bölgesi.
1-2 metre yüksekliğinde, çok senelik, kışın yapraklarını döken, mayıs-haziran ayları arasında, kırmızımsı-beyaz renkli ve benekli çiçekler açan bir bitki. Sapançayı, Trabzonçayı gibi isimlerle de bilinmektedir. Rutûbetli ormanları sever. Gövdelerinin alt tarafı odunluk, üst tarafı yeşil ve silindir biçimindedir. Yapraklar hemen hemen sapsızdır. Yeşil renkli olan yaprakları, sonbaharda kızılımsı renk alır. Meyveleri küreye yakın şekilli, 8-10 mm çapında, siyahımsı renkli, ekşimsi tatlı lezzettedir. Çok miktarda küçük tohumlar ihtivâ eder.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin kullanılan kısmı yapraklarıdır. Yapraklarında tanen ve az miktarda arbutin glikoziti vardır. Yaprakları tedâvi sahasından ziyâde çay yerine kullanılmakta ve hakîkî çaya da katılabilmektedir. Tıbbî olarak idrar yolları hastalıklarına karşı kullanılır.