ÇİN SEDDİ
Alm. Grosse Nouer, Chinesische Mauer,Fr. La Grande Muraille de Chine, İng. Great Wall. M. Ö. 221-210 yılları arasında, Çin İmparatoru Si-Huangti tarafından yaptırılan sed, Sarı Denizin kuzeyindeki Liaotung Körfezi kıyılarından başlar, dağları ve boyun noktalarını tâkib ederek Kansu eyâletine kadar devâm eder. 5000 km uzunluğunda ve 5-10 m yüksekliğinde, 5-8 m genişliğinde, kalın ve yüksek duvarlardan ibâret olan bu surların üstünde her 200 adımda bir 12 m yüksekliğinde kuleler bulunur. Ayrıca başlıca karayollarına tesâdüf eden geçit yerlerinde de 40 kadar âbidevî kapısı vardır. Çinliler Türk ve Moğolların istilâsından korktuğu için bu seddi yapmışlardır. Bu seddin yapılmasına rağmen Türk ve Moğolların akınlarıyla Çin ülkesi istilâ edilmiştir ve Çinliler yapılan saldırıları engelleyememişlerdir. M.Ö. 211 senesinde Hun Türkleri tarafından aşılan Çin Seddi, ikinci defâ 1644’teki Mançu istilâsında da aşılmıştır. Çin mîmârlığının en eski ve büyük eseridir. On beş ve on altıncı asırlarda önemli tâmir gören Çin Seddi günümüzde turistlerin çok ilgisini çekmektedir.
Alm. Blauffisch, Fr. Temnodon sauteur, İng. Bluefish. Lüferin 10-15 santimetrelik orta boylu olanlarına verilen ad. Beyaz etli olup, az yağlıdır. Izgarası makbul olup, 100 gramının besin değeri 137 kaloridir. Türk denizlerinde bol avlanır. (Bkz. Lüfer)
Alm. Zigeuner (pl.), Fr. Bohemiens, 2. Tzganes tzigaris (pl.), İng. The Gypsies. Hemen hemen dünyânın her yerine dağılmış bulunan ve göçebe hayâtı sürdüren bir kavim. Bâzı âlimlere göre çingenelerin menşei Hindistan olup, M.S. 9. yüzyılda buradan yayıldıkları söylenir. Ana yurtlarından ayrılan çingeneler iki ayrı kolda yayılmıştır. Birincisi Rusya’ya, Avrupa’nın güneydoğusuna ve orta kısımlarına; ikincisi Suriye, Filistin, Kuzey Afrika üzerinden İspanya’ya gitmişler ve burada kalabalık bir nüfus meydana getirmişlerdir.
Çingeneler 13 ve14. yüzyılda çeşitli bölgelerde büyük gruplar hâline gelmişler; 1322’de Girit’te, 1347’de Korfa’da, 1417’de Romanya’da, İngiltere’de, Macaristan’da, Almanya’da, 1471’de ise İsviçre’de görülmüşlerdir. Çingenelere; Arabîde Gacarî, Fransa’da Tsigunes, Yunanlılar’da Atbinganoi, Macaristan’da Chiganz, İtalya’da Zingasi, Almanya’da Zigenner, İngiltere’de Gypsy, İspanya’da Gitona, Romanya’da Faraon, Rusya’da Tsigan isimleri verilir. Doğu Anadolu’da Karaçi, Boşa isimleri de verilir.
Avrupa’daki çingenelerin dili Hint’deki Sayayan ve Dolamanların diline benzer, Ön Asya’ya yerleşenlerde Sâmi dillerini, Hint ve Avrupa dillerini kullananlara rastlanır. Bulundukları ülkenin dillerini de bilirler. “O Del” veya “O Beng” gibi tanrılara inanırlar. İslâm dînini ve Hıristiyanlığı kabul edenler de vardır. Çingeneler geldikleri yer olan Hintlilere benzer. Kara saçlı, kara gözlü, tenleri koyu esmer veya kumraldırlar.
Çingeneler genellikle çadırlarda göçebe hayâtı yaşar. Avrupa’nın bâzı bölgelerinde ise mesken olarak çadırlı arabaları tercih ederler. Kış mevsiminde şehir yakınlarına toplanırlar. Çingeneler kendi aralarında kabîle veya soylara ayrılırlar. Her kabîlenin gidilecek yerleri, yapılacak işleri tanzim eden bir reisi ve anası bulunur. Çingeneler bir evli olup, çok çocukludurlar. Çocuklarını her türlü hayat şartlarına alıştırırlar. Hattâ küçük çocukları soğuğa alışıp çeliklenmesi için, soğuk suyun içerisine sık sık sokup çıkarırlar. Kendi aralarında suçluya para cezâsı verirler veya kabîle içerisinden kovarak yalnız yaşamaya sevk ederler.
Çoğu zaman bir araya gelen çingeneler aralarındaki anlaşmazlık yüzünden birbirlerine girerler ve kavgaları günlerce devâm eder. Göçebe hâlinde yaşayan çingenelerin erkekleri gözer, kalbur, elek, sepet, maşa, kürek gibi âletleri yapar, kadınları da dolaşıp bunları satar. Yaşlı kadınları fala bakar. Bâzıları bulundukları yerde zurna ve davul çalıp oynar.
Osmanlılar zamânında İstanbul’daki çingeneler, ahlâksızlıklarıyla halkı rahatsız ettikleri için Anadolu’ya sürülür, gittikleri yerlerde aynı ahlâksızlıkları devâm ettirdikleri için şiddetli cezâlara çarptırılırlardı.
Alm. Fayencekunst, Majolikaarbeit, Keramik (f), Fr.Faincerie, ceramique, İng. Ceramic Tile. Aslı toprak olan, üzeri sırlanarak çeşitli şekillerle nakışlanıp, pişirilmek sûretiyle, meydana getirilen bir sanat eseri ve bunu gerçekleştirme sanatı. Başka bir ifâdeyle çini, porselen ve kaolin’in özel olarak pişirilmesiyle elde edilen seramik ve fayans işlerine denir. Bugünkü Türkistan, Orta Asya ve İran’da ise, “sertleşmiş Toprak” anlamına gelen ve “Kâşî” diye adlandırılan çini, porselen ve fayansların ilk defâ Çin’den getirilmiş olmasından dolayı, “Çin işi” anlamında ortaya çıkmış bir kelimedir. Çin’de bu sanatın şâheser örneklerini veren büyük ustalar yetişmiştir.
Çinicilik pek eski olup, târih bakımından tâ Asurlular zamânına varan bir doğu sanatıdır. Orta Asya’da Turfan, Aşkar ve Koça bölgelerinde yapılan araştırmalarda, nefis Türk çini ve resimlerinin ele geçirilmiş olması, Türlerin çok eski devirlerde, 8. yüzyıldan önce, bu sanat dalında da ne kadar ileri gitmiş olduklarını göstermektedir.
Orta Asya’dan itibâren asırlar boyu âbideleşen Müslüman-Türk sanat eserlerinin tezyinâtında, Güzel Sanatların çeşitli dallarından faydalanılmış, bu arada çini ve çinicilik sanatının şâheser örnekleri sergilenmiştir.
Türklerde çinicilik: İlk olarak Türkler, Orta Asya’da çini îmâl etmişlerdir. Orta Asya’daki Kâşân şehrinden dolayı çiniye “Kâşî” denildiği bilinmektedir. Kâşân şehrinde yapılan kazılarda bulunan fırın artıkları ve parça çiniler gösteriyor ki, çini, Türkler tarafındn bir sanat olarak değerlendirilmiş ve birbirinden güzel eserler verilmiştir.
Orta Asya’daki Hunlar, Karahanlılar, Uygurlar, Gazneliler çini ve seramik sanatını kitâbelerde ve binâlarda yapı malzemesi olarak kullanmışlardır. Aralarında ihtilaflar olmasına rağmen Türkler genellikle aynı sanat anlayışı ve üslûp içinde yapmışlardır. Mengüçler, Selçuklular, Eratnaoğulları, Germiyanoğulları, Karamanoğulları ile Ramazanoğullarına âit eserlerde teknik ve desen bakımından birçok benzerlikler bunu açıkça meydana koymuştur.
Türk Boyları yapmış oldukları eserlerde cephe kaplanması olarak sırlı tuğlayı kullanmışlardır. İslâmiyet öncesi Türk toplulukları içinde seramik san’atı Göktürklerle berâber Kırgız Türklerinde de görülmektedir. Kırgız seramikleri mâdenî kapkacağın taklididir. Bu seramikler üzerindeki çalışmalar M.S. 1209’da Kırgızlar ile birlikte Moğollarda da son bulur. Türk kavimleri içinde Karluklar özel bir yer tutar. Tek renkli Karluk çini ve seramiklerinde insan ve hayvan figürlerine geniş yer verildiği dokuz ve onuncu yüzyılda görülmüştür. Daha sonra Samanoğullarının elinde İslâmî dekorlar işlenmiştir. Anadolu; Samanoğulları, Abbâsîler, Karahasanlılar, Gazneliler, Fâtımîler ve özellikle Selçuklular devirlerinde çini ve seramik sanatının en çok yapıldığı yer olmuştur. Orta Asya’dan gelen Selçuklular 1037 târihinde Sûriye’yi almakla yeni bir stil geliştirmişlerdir. Selçuklular îmâlâtta birkaç değişiklik yaparak çini mozaik îmâl etmişlerdir. Bunun yanında ayrıca kitâbeler ve pano bordürleri, üçgen, dörtgen ve kabartma çinilerle mezâr kitâbeleri yazmışlardır. Bu îmâlâtta siyah, beyaz, türkuvaz, koyumâvi renklerde yaldız çok kullanılmıştır. Çini merkezleri olarak, Konya, Sivas Tokat en önemlileridir. Osmanlılar döneminde buralar merkez olmaktan çıkıp, yerini İznik ve Kütahya’ya bırakmıştır.
İlk gelişmiş Türk çinisi örnekleri 13. yüzyılda Kılıçarslan’ın Konya’daki sarayında görülmektedir. Selçuklu mozaik çini tekniği ile renkli sır tekniğinin birleşmesi, Osmanlı çinilerine bir başlangıç olmuştur. Bu durum Osmanlılar devrinde renk ve desenlerin artışıyla devâm etti. İznik, Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarında çiniciliğin merkezi olmuştur.
Osmanlı çini sanatının şâhâne üslûbu, Bursa’da Yeşil Câmi ve türbe ile başlar (1421-24). Yine Osmanlı çini sanatının getirdiği ilk büyük yenilik çok renkli sır tekniği olmuştur. Diğer bir yenilik ise sır altı tekniği ile yapılan mâvi-beyaz çinilerdir.
On dört ve on beşinci yüzyılda yapılan en büyük kısmı mâvî ve beyaz renkte olan Kütahya çinileri ile ilk “Haliç çinisi” mâmüllerine, Bursa’da Sultân Mustafa Türbesi, Yeşil Türbe ve Cem Sultân Türbesi ile Edirne’de İkinci Murad Câmiinde rastlanır.
On altıncı yüzyılda ise sırlı ve renkli duvar çinilerine rastlanmaktadır. İstanbul’da renkli sır tekniğinde yapılan çinilerin ilk örnekleri, 1522-1523 yılları arasında inşâ edilen Yavuz Sultan Selim Câmii ve Türbesindedir. Bu çeşit çinilerin son şâheserleri, İstanbul Şehzâdebaşı’ndaki Şehzâde Mehmed Türbesini (1548) süslemektedir. Ayrıca Hadice Sultan Türbesi ve Haseki Hürrem Sultan Medresesinin duvar çinileri bunlardandır.
1550’li yıllardan sonra renkli çini tekniği terkedilmiş ve çini sanatında sıraltı tekniği hâkim olmuştur. İkinci ve en büyük üslûbtaki çiniler, ilk olarak Süleymâniye Câmiinin (1557) kıble duvarını süslemekte kullanılmıştır. Yine bu dönemde yapılan Rüstem Paşa Câmiinin (1561) çinilerinde 41 çeşit lüle motifi vardır. Ayrıca çinicilik sanatında bir çığır açan üstün kaliteli bu çiniler, bugün İstanbul’da Kânûnî Sultan Süleymân Türbesi (1566), Sokullu Mehmed Paşa Câmii (1572), Piyâle Paşa Câmii (1574) ile Topkapı Sarayı’ndaki Üçüncü Murâd Han Dâiresinin duvarlarını süslemektedir.
On altıncı yüzyıl, Osmanlı çinicilik sanatının en yüksek seviyeye eriştiği devredir. İznik atölyelerinin büyük bir teknik başarısı olan kabarık parlak mercan kırmızısının çinilerde kullanılması bu zamanda gerçekleşti. Fîrûze, mâvi, koyu bir tatlı yeşil, kırmızı, açık lâcivert, beyaz ve bâzan görülen siyah olarak yedi rengin bu çinilerde sır altına tatbiki, dünyâ çini sanatında benzeri görülmemiş bir teknik gelişmedir. Bu devir çinilerinde kullanılan motiflerde, karanfil, sümbül, lâle, şakâyık, nar çiçeği, bahar yâni çiçek, açmış erik ve kiraz dalları ile, artık tamâmiyle tabiî örnekler hâkimdir. Hançer gibi kıvrılan iri yeşil yapraklar, çiçeklerin arasını doldurmaktadır. 1600 târihinde yapılan Sultan Üçüncü Murad türbesiyle bu büyük üslûbun devri de kapanır.
İstanbul’da Tekfur Sarayında 1725’ten sonra bir çini atölyesi kurulmuş ve Sultan Ahmed Çeşmesi ile Hekimoğlu Ali Paşa Câmii bu çinilerle süslenmiştir. Fakat bu atölyenin de ömrü uzun olmamıştır. Sâdece Kütahya atölyeleri günümüze kadar varlığını devâm ettirebilmiştir.
İslâm seramiklerinin önemli bir merkezi 833-884 târihlerinde kurulan Samarra şehridir. Perdah tekniği ile yapılan ilk seramikler, Samarra’da ortaya çıkmıştır. Plaka çini yapımı ilk defâ burada gerçekleştirilmiştir. İslâm seramik sanatının çok çeşitli kalite ve formda zengin örneklerini Selçuklularda fîrûze, yeşil, kobalt, mâvisi, kahverengi, renkli ve transperent sırlı örnekler çok bol bir şekilde görülmektedir. Anadolu seramikleri arasında İslâm seramik sanatının geleneksel kırmızı hamurlu gevşek hamur yapısında vazo, sürâhî, kâse ve büyük küpler yapıldığı görülür.
Ne yazık ki, bu çok değerli güzel sanat dalı 17. yüzyıl başından itibâren, gerilemeye, sonra da sönmeye yüz tutmuş ve çini yapımevleri peşpeşe kapanmıştır.
Muhteşem devirler yaşayan Türk çinicilik sanatı, eski gücünden çok şey kaybetmiş olmasına rağmen, bugün de hayâtiyetini sürdürme gayreti içerisindedir.
Günümüzde çinicilik Kütahya başta olmak üzere Çanakkale, İzmit, İstanbul gibi illerimizde yapılmaktadır. Artık iptidâî usüller yavaş yavaş bırakılarak teknolojiden faydalanılmaktadır. Ayrıca Kütahya’da Türk-Alman işbirliği ile “Çini-Koop” adı altında bir tesis kurulmuştur. 1980 yılında temeli atılıp, 1982 yılında faâliyete geçen tesiste modern cihazlar ve laboratuvar bulunmaktadır. Yılda ortalama 1000 ton çini çamuru, 160 ton sırça, 6 ton boya, ayrıca günlük kapasitesi 7200-7500 civârında olan tam otomatik karopresi (plâka çini) üretilmektedir. Bunlardan ayrı olarak Anadolu Üniversitesine bağlı Meslek Yüksek Okulunda Seramik Bölümü açılmıştır. Beş aylık çini kursları açılarak yeni yetişen elemanların ve çinicilerin daha da bilgili olmaları sağlanmakta, böylece çini ve seramikçiliğin gelişmesine çalışılmaktadır. Kütahya’ da bulunan bir çini atölyesi ihrâcâta dönük iş yapmakta, talep çokluğundan piyasaya mal yetiştirememektedir.
Çini yapımı hazırlanışı:Çini yapmak için ilk önce çini hamuru elde etmek gerekmektedir. Çini çamuru: Kaolin, tebeşir, kil-maya karıştırılarak hazırlanır. Ögütmek için değirmenlere verilir. Motor veya kol kuvveti ile sulu değirmenlerde iyice çalkalanırlar. Mâyi, pütürsüz hâle gelince ince bakır tel elekten süzülerek alınır. Daha sonra bez elekten geçirilir. Çini çamuru burada koyu boza kıvâmında olur. Bu çamurun bir kısmı döküm atölyelerine gönderilerek burada kullanılırlar. Bir kısmı çinici tornasına (çark) göndermek için süspansiyon haldeki çamurun içine kuru alçı, tuğla parçaları atılır veya alçı tencerelerine konarak nemi büyük ölçüde düşürülür. Günümüzde bu işlem “Filter Pres” denilen makina tekniğinden faydalanılmakta ve çini çamuru istenilen nemde çıkarılmaktadır. İşlenecek hâle gelen çini çamuru Çark, Kalıp, Pres atölyesine gönderilir. Çark atölyesinde ustalar yılların verdiği alışkanlık ve mahâretle çamura istedikleri şekli verirler. Burada her şey ustanın tecrübesinde ve ustalığındadır. Kalıp atölyesine gelen çini çamurları belirli kalıplar üzerine bastırılarak yayılır. Kalıp uçları dönen kalıba yaklaştırılarak şekil verdirilir. Pres atölyesine gidecek olanlar kurutma tünellerinden geçirilerek veya dışarıda bırakılarak kurutulurlar. Kuruyan çini çamuru kuru öğütücülere gönderilerek burada tekrar öğütülürler. Öğütülen hammadde nemlendirilerek hidrolik preslerde sıkıştırılıp basılarak plâka çini elde edilir. Daha beyaz ve çini yüzeyinin düzgün olması için astar çekilir. Bu işlem püskürtme tabancası veya fırça ile tatbik edilir. Astar çekildikten sonra kurutularak “birinci bisküvi pişirimi” denen fırınlamadan geçirilir. Bu fırınlama 930-950°C’de gerçekleştirilir.
Fırından alınan çini ve seramiklerin bozuk ve çatlağı ayrılarak kalan parçaların tozdan arındırılması için temiz sert bir fırça ile fırçalanır ve kurutulur. Temizlenen parçalar üzerinde süsleme yapılacak ise; istenen motif ve kompozisyonlar ince kâğıt üzerine çizilerek buralar bir iğne vâsıtasıyle delinir. Mâmülün üzerine konarak odun kömür tozu sürülür. Kömür tozu ile belirlenen yerler siyah boya ile çizilir. Çizme işlemini yapan fırça, özel olarak merkep kılından yapılır. Renklenecek yerler mâdenî boyalar ile boyanarak sırlama ünitesine gönderilir. Sırça ile iyice kaplanan çini ve seramikler 950°C’de fırında ısıtılır. Ateşhâne kısmında, sıcaklık 1200-1250 °C civârında bulunur. Fırındaki özel rafların üzerine konan çinilerin olup olmadığını anlamak için çeşni deliği denilen özel deliklerden bakılır. Fırından çıkarılan çinilerin bozukları ayrılarak diğerleri ambalajlanır ve satışa sunulur.
Üsküdar Nuhkuyusu Caddesi Çinili Mescid Sokağındaki câmi. İki avlu kapısı olan câminin, kuzey kapısının üstünde şâir Fevzî’nin on iki mısralık târih manzumesi vardır.
Câmi, mektep, çeşme, sebil, hamam ve dâr-ül-kurrâdan meydana gelen külliye, Sultan Birinci Ahmed Hanın zevcesi, Dördüncü Murad Hanın ve Sultan İbrâhim’in vâlidesi Kösem Mahpeyker Vâlide Sultan tarafından, 1640-41’de yaptırılmıştır. Mîmârı, diplomatlığı ile de meşhur olan Kâsım Ağadır.
Câminin avlusunda sekiz sütunlu bir kubbenin altında mermer şebekeli şadırvan bulunmaktadır. Üç tarafını yirmi mermer sütunlu bir saçak örtmektedir. Muntazam kesme taşla yapılan câminin minâresinin şerefe altında akant yapraklarından süsler mevcuttur. Birkaç basamakla çıkılan son cemâat yeri çinilerle kaplıdır. Ancak bunların çoğu alınmış ve yerlerine başka başka çiniler oturtulmuştur.
Câmi kapısının üstünde iki satır hâlinde sülüs yazı ile şâir Himmet’in târih manzûmesi vardır. Câmi tek ve sağır kubbelidir. İçi, kubbe kasnağına kadar, Sinan Mektebi devrinin muhteşem çinileriyle kaplıdır. Milletlerarası süsleme târihinde önemli bir yer alan câminin çinileri incelendiğinde, Osmanlı Türklerinin ilk çinicilik devrinin, 16. yüzyılın ilk yarısına kadar devâm ettiği ve ikinci yarısından sonra renk ve desen bakımından büyük bir tekâmüle eriştiği görülür. Bu câmideki çinilerde beyaz, siyah, kırmızı renklerde, karanfil, lâle, gül, erik çiçeği ve papatyaların ahenkli birleşmesi göze çarpar.
Taş işçiliğinin bütün inceliklerini toplayan minberin külâhı Kadırga’daki Sokullu Câmiinde olduğu gibi tamâmen çini ile kaplıdır Câminin çöken son cemâat yeri ile medresesinin tâmiri sırasında, büyük gelen çerçeveleri yerine oturtmak için pencere altında dolaşan, muhteşem çini pano, keser darbesiyle parçalanmıştır.
Mihrabın içi tamâmen çini kaplıydı. Mihrapta, sağındaki çini yazılardan “besmele” yazılı olanı tamâmen, mihrabın solundaki sıradan da iki parça vaktiyle çalınmıştır. Pencere kapakları üzerinde Kasîde-i Bürde yazılıdır.
İstanbul’un Sarayburnu’nda Topkapı Sarayı çevresi içinde, Arkeoloji Müzesi karşısında bulunan Fâtih devrinden kalan önemli bir yapı. Sırça Köşk, Sırça Saray olarak da tanınan, 1473 yılında yapılmış olan bu köşk, köşegenvâri plânlı, eyvanlı, hareketli örtü sistemine sâhip bulunan bir yapıdır. Yapıdaki zengin çini ile bezemeler, Fâtih devrinde bu işe verilen önemi göstermektedir.
Şüphesiz Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı devrinde yapılan bütün köşk ve sarayların hepsi bu sınırlar içinde kalmıyor. Yıkılmış olanların dışında, belirli bir oranda varlıklarını koruyan örnekler de bulunmaktadır. Özellikle Alanya ve çevresinde karşımıza çıkan köşkler bu durumu isbatlamaktadır.
Dursun Bey, Çinili köşk için; “Tavr-ı Ekâsire üzre bir sırça sarây-ı can- feza...” târifini kullanmıştır; yâni, Kisrâlar tarzına uygun bir sırçalı, çinili saraydır, der. Kisrâ Tarzı tâbirinden herhâlde Bağdat yakınında Selman Pâk’ta olan adıyla sanıyla Tâk-ı Kisrâ’yı kasdetmiş olsa gerektir. Kisrâ adı da Sâsânilere kadar olan İran hükümdarlarına verilir. Onların yapıları içinde tonozlu, eyvanlı olan yalnız bu olduğundan, mevzûbahis ettiği odur. Tâk-ı Kisrâ pek kocaman büyük tonozlu, çok katlı bir saraydır.
Çinili Köşkte de eyvan vardır. Fakat insan ölçüsünden az derin ve zariftir. Köşkün dört iç eyvanı ve bunları birleştiren tek bir kubbesi, köşelerde dört, mihverde bir olmak üzere beş odası vardır. Odaların geride olan ikisi daha basit tutumlu, hizmete mahsus yerlerdir. Birisinde bodruma inen merdiven vardır. Asıl odalar önde olan üç tânedir. Bunlar birbirinden çok başka renk ve şekillerde, bir kısmı yaldızlı hârikulâde çinilerle kaplıdır. Orta odanın kubbesinin ve köşeliklerinin alçı tezyinâtı emsalsizdir. Binâ Eski Eser Müzesi yapıldığı zaman ara duvar sökülmüş, iki taraf birleşmiştir. Son tâmirde bu duvar ihyâ edilmiş olmakla berâber, dış eyvanı örten camekân yerinde bırakılmıştır. Bütün eyvanlar gibi, açıkta olanlar da çini kaplıdır.
Bodrumun yalnız Gülhâne Parkı tarafı açıktır. Üç tarafı toprağa gömülüdür. Bu sebeple üç tarafa boş dehlizler yapılarak su ve rutûbete karşı odalar muhâfaza altına alınmışdır. Köşkün giriş cephesinde dar bir ara katı çıkarılmıştır. Binânın üstü aslında taraçadır. İçlerde olduğu gibi, revak cephesi ve eyvan, nefis çinilerle kaplıdır. Bu kısmın çinileri daha ziyâde kesme mozayiktir; içdekiler levha hâlindedir.
Çinili Köşk tam bir zevk ve safâ mekânı olup, dört evyanlı Türk plânında, nev’i şahsına münhasır bir yapıdır. Noksansız bir Osmanlı Türk zevkini temsil eder. İleride İran’ın Safevî köşklerinde misâl teşkil etmiş ve çini kaplamada da mozayik usûlünün tatbik edildiği son binâ bu olmuştur.
Alm. Zink (n), Fr. Zinc (m), İng.Zinc. Gümüş gibi beyaz renkte olan metalik bir element.
Târihi
Çinko hakkındaki doğru bilgiler ancak son 200 yılda öğrenilmiştir. Bunun sebebi çinkonun çok aktif bir element oluşu ve bunun sonucu olarak filizlerinin metabolik bir hâle dönüştürülmesindeki zorluklardır. Çinko 2000 yıl önceleri bile Romalılar ve bâzı Ortadoğu ile Uzakdoğu medeniyetleri tarafından pirincin (sarı) bir bileşimi olarak kullanılmıştır. Ancak çok uzun yıllar sonra bunun ayrı bir metal olduğu tesbit edildi. Philippus Aurealus Paracelsus (1493-1541) kurşun-gümüş eritme fırınlarında üretilen bir maddeyi sahte bakır addederek çinko (zinc) ismini verdi. 1721’de Alman Johann Friedrich Henckel (1679-1744) çinkoyu ayırdı. Böylece batı dünyâsı bu târihi, çinkonun keşfi târihi olarak kabul etti. Elementel çinko 3000 yıldan önce Çin ve muhtemelen Hindistan’da kullanılmıştır. Yine şüphesiz bâzı doğu kaynaklı işleme bilgileri İngiltere’ye ulaşmış ve 1740’ta Wiliam Champion, Bristol’da çinkoyu eritmeye başlamıştı. Mamafih ancak 1907’de ilk başarılı operasyon Belçika’da yapıldı. Çinko ilk olarak Amerika Birleşik Devletlerinde 1935 yılında New Jersey cevherinden üretildi.
Özellikleri: Kimyâda Zn sembolüyle gösterilen çinko, periyodik sistemin IIB elementlerindendir. Bileşiklerinde +2 değerliklidir. Atom numarası 30, atom ağırlığı 65.37, yoğunluğu 7.133 gr/cm3, erime noktası 419.5 °C, kaynama noktası 906 °C, spesifik ısısı 0.092 cal/gr/derece’dir. İzotopları 64Zn (%50.9), 66Zn (% 27.3), 67Zn (%13.9), 68Zn (% 17.4) 70Zn (% 0.5)dir. Oda sıcaklığında ihtivâ ettiği demire bağlı olarak büküm işleri için kırılgandır. Biraz yüksek sıcaklıkta işlenebilirliği çok iyidir. Çinko aktif olduğu için asid ve kuvvetli bazlarla reaksiyon verir. Anfoter metaldir.
Zn+H2 SO4 Æ ZnSO4+H2
Zn+2Na OH Æ Na2 ZnO2+H2
Kendisinden pasif olan metal tuzlarında çözünür, iyonu serbest hâle geçer. Çinko oda sıcaklığında havadan pek etkilenmez. Fakat 225 °C’nin üstünde oksidasyonu hızlıdır. Rutûbetli havada oksitlendiğinde üzerinde filim tabakası hâlinde bazik karbonat (ZnCO3Zn (OH)2) meydana gelir ki, bunun koruyucu özelliği çinkonun çürümesini önler.
Tabiatta bulunuşu: Yer kabuğunun tahmînî olarak % 0.013’ünü teşkil eden çinko tabiatta çok dağılmış olarak bulunur. Volkanik kayaların hemen hemen hepsinde bulunur. Tabiatta serbest halde bulunmayan çinkonun en önemli minerali çinko blendi denilen sfalerettir. (Zn S) çinko metalinin en az % 90’ı bu mineralden elde edilir. Diğer mineralleri çinko sülfat (gaslârıt) (Zn SO4. 7H2 O), çinko spatı (kalamin), (Zn CO3) (Buna simitsonit de denir). Willemit (Zn2 SiO4), franlinit (Fe, Zn, Mn) (Fe Mn)2O4 zinkit (ZnO)tir. Çinko minerallerinin en bol bulunduğu memleketler Amerika, Polonya, Rusya, Belçika ve Fransa’dır.
Elde edilişi: Mineralleri çinkoca fakir olduğundan önce zenginleştirme işlemi yapılır. Zenginleştirme işlemi genellikle flatasyon (yüzdürme) şeklinde olur. Zenginleşen cevher kavurma işlemine tâbi tutulur. Bu işlemde çinko oksit ve çinko sulfat meydana gelir. Kavurmadan sonra indirgeme işlemi yapılır.
1. Karbon ile olan indirgeme:
2. ZnO + C Æ 2Zn + CO2Æ
2. Elektroliz ile indirgeme: ZnO (çinko oksit) sulfat asidi ile reaksiyona sokulur ve çinko sulfat çözeltisi meydana gelir ki, bu da elektrolize tâbi tutulur. Katotta saf çinko metali elde edilir. Karbon ile olan indirgemede ele geçen çinko % 98-98.5 saflıktadır. Eloktroliz ile ele geçen çinko ise % 99 saflıktadır.
Bileşikleri: Çinkonun tuzlarının çoğu suda çözünür. Çinkonun, karbonatı, sülfürü, fosfatı, silikatı ve oksalatı çok az veya hiç çözünmez.
Çinko asetat: Çinko oksidin asetik asit ile muâmelesinden elde edilir. Formülü Zn(CH3COO)2 olup, boyacılıkta mordan olarak % 1-4’lük çözeltileri deri mukoza hastalıklarının tedâvîsinde ve porselen üzerinde sır yapmakta kullanılır.
Çinko oksit (ZnO): Suda çözünmez. Beyaz olup, sıcakta sarı renk gösterir. Asit ve bazda çözünür. Kauçuk endüstrisinde, pigmentlerin elde edilmesinde, seramik yapımında ve tıpta merhem yapımında kullanılır.
Çinko klorür (Zn Cl2): Susuz halde elde edilmesi oldukça güçtür. Çinko metali ile kuru klor gazının veya çinko sülfat ile sodyum klorür karışımının ısıtılması ile elde edilir. Çok kolay olarak, metalik çinkonun hidroklorik asitte çözünmesiyle elde edilir.
Çinko klorür koku giderici ve mikrop öldürücü (dezenfektan) olarak kullanılır. Fenol veya kromatlarla galvaniz yapımında amonyum klorür ile berâber lehimcilikte kullanılır. Aktif kömür elde edilmesinde, ateşe dayanıklı eşyâ yapımında, dişçi alçılarının yapımında, parşömen kâğıt îmâlinde, tekstil boyacılığında mordan olarak, merserize pamuk elde edilmesinde, kauçuk vulkanizasyonunda, pil yapımında, mantar öldürmede ve rafinasyonunda kullanılır.
Çinko sülfür (ZnS): Tabiatta sfalerit ve vurtzit hâlinde bulunur. Çinko tuzlarının alkali sülfürlerle veya hidrojen sülfürlerle (H2S) reaksiyonundan sentetik olarak elde edilir. Mineral asitlerinde çözünür, fakat asetik asitte çözünmez. Nemli havada sülfat hâline dönüşür. Çinko sülfür beyaz pigment olarak kullanılır. Bakır gibi yabancı maddelerin eser miktarı ile luminesans olayını meydana getirir. Bundan dolayı televizyon ekranlarında X ışınları ekranlarında ve karanlıkta gözüksün diye saat ibrelerinin ve rakamlarının boyanmasında kullanılır. Çinko sülfür, baryum sülfat ile litopon denilen pigmentleri meydana getirir.
Çinko sülfat (ZnSO4 7H2O): Buna beyaz vitriol veya çinko vitriolü de denir. Metalik çinkonun seyreltik sülfat asidinde çözünmesiyle elde edilir. Ayrıca teknikte, kavrulmuş çinko filizlerinin sülfat asidinde çözünmesiyle elde edilir. Çözünmeyen diğer metaller süzülerek ayrılır. Süzüntü olarak geçen çinko sülfat çözeltisi buharlaştırılır ve kristal (billur) hâlinde elde edilir. Çinko sülfat sun’î elyaf yapımında, galvanoplastide, zirâatte (bilhassa turunçgillerde) ağaç muhâfazasında ve tekstil sanâyiinde mordan olarak, kauçukta, boya ve cilâda kullanılır.
Çinko karbonat (Zn CO3): Tabiatta bulunan çinko karbonata kalamin denir. Çinko sülfat çözeltisinin sodyum karbonat ile muâmelesinden elde edildiği gibi, tâze hazırlanmış çinko hidroksidin, aşırı karbondioksit ile reaksiyonundan da elde edilir. Bazik çinko karbonat porselen îmâlinde, ısıtılıp çinko okside döndürüldükten sonra pigment olarak kullanılır.
Alaşımları: Çinko birçok alaşımlarda ikinci dereceden alaşımı meydana getirir. Al-Zn, Cd-Zn, Cu-Zn alaşımları pirinçler, Fe-Zn galvaniz alaşımlarıdır. Alaşımda, çinkonun esas olduğu alaşımlar döküme uygundur. Fiyatı ve döküm masrafı azdır. Ayrıca kalıba intibâkı iyi olduğu için sonradan bir mekanik işleme lüzum olmaz. Erime noktasının düşük olması da döküm için bir avantajdır. Çinkoya alüminyum ilâvesi kuvvet ve işlenebilme kâbiliyetini arttırır. Az miktarda magnezyum ilâvesi de dökümün sâbit olmasını sağlar. Ayrıca bakır miktarının değişmesi alaşıma sertlik ve kuvvet kazandırır.
Bu alaşımın A.S.T.M’ye göre yüzdesi şöyledir: Bakır 0.15, alüminyum 3.5-4.3, magnezyum 0.03-0.8, demir 0.1, kurşun 0.07, kadmiyum 0.005, kalay 0.005, çinko yaklaşık 96’dır. Bir de çamur hâlinde dökülen alaşımlar vardır ki, bunlar çok kullanılmaktadır. Bunlar % 94.5 çinko, % 5.5 alüminyum ve % 95 çinko, % 4.75 alüminyum, % 0.25 bakır ihtivâ edebilirler. Birincisinde alüminyum miktarının azalmaması gerekir. Döküme uygun olan, ince levhalar elde edilebilen ve uçak endüstrisinde kullanılan alaşım da % 3.5-5 alüminyum, % 4 Cu, % 1 mağnezyum, gerisi çinko olandır.
Kullanılışı: Çinko geniş ölçüde demir ve çelik yüzeyini korozyona karşı korumak için kullanılır. Yüzey kaplama elektroliz yoluyla veya sıvı çinkoyu püskürtmek sûretiyle yapılır. Dünyâ çinko üretiminin % 42’si yüzey kaplama, % 32’si kalıpçılıkta % 16’sı pirinç alaşımı üretiminde ve % 10’u saf olarak kullanılmaktadır.
Birçoğu antiseptik, astringent, tahriş edici, kostik veya toksik olan muhtelif çinko tuzları tıpta kullanılmaktadır. Daha az tahriş edici tuzları kusturucu olarak kullanılmaktadır. Vücuda alınan çinko tuzları ancak doktor tavsiyesine göre kullanılmalıdır. Ya alkolik veya sulu çözeltilerde hazırlanan çinko tuzları göz, kulak, yara ve ülser yıkamalarında kullanılır. Bu maksatla hazırlanan çözeltiler %1’e kadar konsantrasyonlarda olur. Merhem ve pudralar çinko oksit veya çinko stearattan hazırlanır.
Çinko kezâ bâzı terapetik âmillerde veya onların hazırlanmalarında, meselâ diabetikler için insulin terapisinde kullanılır.
1980-1987 yılları arasında Türkiye’deki çinko cevherlerinin işlenme istatistikleri:
Sene |
Üretim (Ton) |
1980 |
43.050 |
1981 |
55.007 |
1982 |
47.528 |
1983 |
50.000 |
1984 |
90.000 |
1985 |
81.000 |
1986 |
87.000 |
1987 |
115.000 |
1988 |
101.575 |
Dünyâda ise:
1983 |
6.119 milyon ton |
1984 |
6.410 milyon ton |
1985 |
6.506 milyon ton |
1986 |
7.048 milyon ton |
1987 |
7.183 milyon ton |
1988 |
7.229 milyon ton |
1989 |
7.122.5 milyon ton |
ÇİRİŞOTU (Asphodelus Fistulosus)
Alm. Affodill (m), Fr. Asphodele (m), İng. Asphodel.Familyası: Zambakgiller (Liliaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Batı ve Güney Anadolu.
Akdeniz çevresi memleketlerinde yetişen 30-80 cm boyunda, beyaz çiçekli, parmak şeklinde ve demet hâlinde etli yumruları olan çok senelik otsu bir bitki. Yapraklar tabanda toplanmış, uzun şeritsidir ve orta damar boyunca oluk şeklinde katlıdır. Çiçek durumu bir bileşik salkımdır.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin kullanılan kısmı toprak altındaki yumrularıdır. İnülin yönünden zengindir. Kökler kurutulup un şekline getirilir, çiriş adı altında özellikle ayakkabı yapımında yapıştırıcı olarak kullanılır.
Alm. Sehr kleine Makrele.Fr. Mequereau bâtard sale au soleil, İng. Salted and dried mackerel. Yumurtasını atarak zayıflamış olan uskumru balığına ve bunun yenmek için kurutulmuşuna verilen ad. Nisandan 13 Hazirana kadar olan dönemde tutulur. Eti kurutularak satılır. Her bin balık için 15 kilo tuz hesaplanarak 8- 10 saat fıçılarda tuza yatırılır, ardından solungaç ve iç organları temizlenerek atılır. Kuyruklarından sicimlere dizilip 5-6 saat da deniz suyunda bekletildikten sonra asılarak kurumaya bırakılır. İyi havalarda 5 günde, anormal durumlarda 15 günde kurur. Erken kuruyanları makbuldur. Tabak içinde sirke ve zeytinyağı ile ıslatılıp üzerine dereotu doğranarak hazırlanan “çiroz salatası” sevenler tarafından çok aranır. (Bkz. Uskumru)
Alm. Jagdleopard, Fr. Guepard, İng. Cheetah. Familyası: Kedigiller (Felidae). Yaşadığı yerler: Afrika ve Asya. Özellikleri: Küçük kulaklı, siyah benekli, en hızlı koşabilen etçil bir memeli. Ömrü: 20-25 yıl. Çeşitleri: Yaban ve evcilleri vardır.
Kedigiller âilesinden, saatte 112 km koşabilen en hızlı kara hayvanı. “Gepard” veya “av leopardı” da denir. Afrika’nın Cezâyir’inden Asya’nın Hindistan’ına kadar uzanan bölgede rastlanır. Küçük kulaklı, uzun bacaklı olup, sarımtrak kahverengi postu siyah beneklidir. Bâzan leopar (pars) ile karıştırılır. Leoparda benekler halkalı, çitada ise doludur. Ayrıca çitanın gözlerinin altından çenelerine doğru birer siyah çizgi uzanır. 75 santimetrelik kuyruğu ile berâber 210 cm boyunda, 50 kg ağırlıktadır. Yüksek otlar arasında gizlenerek antilop, ceylan, tavşan gibi memelileri avlar. Avına 112 kilometrelik bir hızla saldırır. Bu hızı 400-500 metre sonra düşmeye başlar. Bu mesâfe içerisinde yakalanmayan avları pençesinden kurtulabilirler. Çita, tırmanamaz ve tırnaklarını kediler gibi pençenin içine çekemez. Ehlileştirilerek, ceylan ve antilop avında başarıyla kullanılır. Hindistan recaları böyle avlara çok meraklıdır. Avcılar çitayı at sırtında tâkip ederler.
Belirli üreme mevsimleri olmayıp, her yıl 95 günlük gebelik döneminden sonra gözleri kapalı 2-4 yavru doğurur. Bunların gözleri iki hafta sonra açılır, postları koyu beneklidir. Genellikle yalnız avlanan çitalar, bâzan âile topluluğu hâlinde de avlanırlar. Postu, kürk için beğenildiğinden sayıları hayli azalmıştır.
ÇİTLEMBİK AĞACI (Celtis Australis)
Alm. Zürgelbaum (m), Fr. Micocoulier (m), İng. Nettle-tree. Familyası: Karaağaçgiller (Ulmaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Kuzey, Batı ve Güney Anadolu.
Mart-nisan aylarında çiçek açan, 2-25 metre yükseklikte, kışın yapraklarını döken, bir evcikli, rüzgârlarda tozlaşan bir ağaç. Esmer renkteki gövde, düzgün bir kabuğa mâlik olup, genç dalları ince ve bükülebilme kâbiliyetinde olduğundan aşağı doğru sarkmaktadır. Gövde üzerinde sarmal durumda bulunan, oldukça uzun bir sapa sâhiptir. Yaprakların üst yüzüne göre daha açık yeşil olan alt yüzlerinde tüyler bulunmaktadır. Yeşilimsi sarı renkteki uzun saplı çiçekler ya erdişidir, tek olarak bulunurlar veya dişi organın gelişmeden kalması sonucu erkek eşeylidir ve yalancı şemsiye tipinde çiçek durumları teşkil ederler. Çiçekler tomurcuk hâlindeyken kiremit gibi birbirini örten, oval biçiminde dip taraflarında bitişik, tüylü 5-6 tâne taç yaprağı ile örtülmüştür. Meyveler olgunlaştıkça uzun saplı, nohut büyüklüğünde az etli, siyahımsı kahverenginde eriksi meyveler meydana getirir.
Kullanıldığı yerler: Parklarda süs bitkisi olarak yetiştirilmektedir. Esnek ve dayanıklı olan odunu kıymetlidir. Tatlı olan meyveleri yenildiği gibi, yaprakları hayvanlara yem olarak verilmektedir.
ÇİTSARMAŞIĞI (Convolvulus Sepium)
Alm. Ackerwinde (f), Fr. Liseron (m), İng. Bindweed convolvulus. Familyası: Kahkahaçiçeğigiller (Convolvulaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara ve Karadeniz bölgesi.
Haziran-eylül aylarında çiçek açan, oldukça uzun toprak altı gövdesine sâhip, süt ihtivâ eden, tüysüz, 1-5 m yükseklikte sarılan bir bitki. Köşeli ve ince olan sarılıcı gövde üzerinde sarmal durumda bulunan yaprakları oldukça uzun saplı, kalp biçiminde ve ucu sivridir. Dalların ucunda çiçekler tek tek bulunurlar. Genellikle beyaz, nâdiren pembemsi renkteki taç yaprakları, tomurcuk hâlinde iken burulmuştur. Açtığı zaman çiçeğin aşağı yukarı tam olan yaygın kenarı 5 köşe olup, taç yaprakları çan şeklinde birleşmiştir. Meyveleri 4 tohumlu olup, tohumlar siyahımsı renktedir.
Kullanıldığı yerler: Güzel çiçeklerinden dolayı süs bitkisi olarak yetiştirilir. Kök ve yapraklarının müsil etkisi vardır.
Alm. Keilschrift (f), Fr. Ecriture (f), coneforme, İng. Cuneiform script. Çok eski devirlere âit olan Mezopotamya’daki (Ortadoğudaki) kavimlerin kullandıkları bir çeşit yazı. Yazıların her birisi çiviye benzediği için bu isim verilmiştir.
Yazı karekterleri yarım üçgen, birbirine karşı zıt yönde çizilmiş çizgiler, dikey çivi, yatay çivi, aşağı ve yukarı eğik çivi, köşe çengeli, gibi yazılardır. Soldan sağa doğru yazılır.
Çivi yazısını ilk kullananlar Sümerler olmuştur. Mezopotamya’ya gelip yerleşenler de kullanmıştır. Mezopotamya dışındaki kavimlerin Asurlular, Hititler, İranlılar tarafından da kullanıldığı anlaşılmıştır.
5000 sene önce çivi yazısıyla taşlar üzerine yazılan Hammurabi kânunları günümüze kadar saklanabilmiştir.
Alm. Wasckblau (n), Fr. Bleu (m), a linge, İng. Washing-blue. Çivit otundan veya indigo ağacının yapraklarından elde edilen mâvi renkli toz bir boyadır. Çamaşırların sarılığını gidermek için, çamaşırları yıkadıktan sonra son durulama suyuna katılır. Genellikle Çin, Yemen ve Hindistan’da yetişen bir bitkidir. Sarı, kırmızı, yeşil olanlarından ise boyacılıkta istifâde edilir. Gök mâvi renklisi çamaşırlarda kullanılır. Bâzı maddeler içine karıştırılarak kumaş boyanır. Hava ile temasta rengini kaybetmez ve suda erimez.