ÇEK CUMHÛRİYETİ

DEVLETİN ADI

Çek Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ

Prag

NÜFÛSU

10.400.000

YÜZÖLÇÜMÜ

78.864 km2

RESMÎ DİLİ

Çekçe

DîNİ

Hıristiyan (Katolik, Protestan)

PARA BİRİMİ

Koruna

Kuzeyinde Polonya, batısında Birleşik Almanya, güneyinde Avusturya, doğusunda Slovakya tarafından çevrili olan bir Orta Avrupa ülkesi. Çekoslovakya Birinci Dünyâ Savaşı sonunda Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun parçalanması netîcesinde kurulmuştur.

Târihi

Bohemya bölgesinde oturan Keltler ülkenin bilinen ilk halkıdır. Beşinci asırda doğudan Slav kabîleleri gelerek Elbe Vâdisinde yerleşmişlerdir. Altı asır boyunca devamlı Slav, Cermen ve Macarların istilâlarına mâruz kalmıştır. On dördüncü asırda kurulan Cermen İmparatorluğu uzun seneler ülkeye hâkim olduktan sonra 17. asır başlarında Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna yenilmesiyle, bu imparatorluğunun topraklarına katıldı. Avusturya, Bohemya ve Moravya’ya, Macaristan ise Slovakya’ya hükmetmekteydiler. Birinci Dünyâ Savaşı netîcesinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun yıkılmasıyla Ekim 1918’de Çekoslovakya Cumhuriyeti adıyla bağımsızlıklarını ilân ettiler. Ülkedeki etnik gruplardan Almanların ayaklanmaları ve Almanya’nın baskısı ile Bohemya bölgesi, Almanlara verildi (1938). Bir sene sonra Hitler komutasındaki Alman orduları Çekoslovakya’yı işgâl etti.

İkinci Dünyâ Savaşı netîcesinde 1945’te ülke bu sefer de Rusya tarafından işgâl edildi. Çekoslovakya’nın doğudaki Rütenya eyâletini kendi topraklarına katan Rusya, baskı netîcesinde Çek Komünist Partisini iktidâra geçirerek sosyalist bir rejim kurdurdu. Yeni yönetim kendi anlayışı gereği hürriyetleri kısıtladı. Hürriyet taraftarı olan kişileri hapishâne ve akıl hastânelerine doldurarak ülkeyi Rusya’nın peyki durumuna getirdi. 1955 yılında Varşova Paktına dâhil oldu. 1960’dan sonra zirâat kollektifleştirildi. Nakliye ticâret ve ağır sanayi devletleştirildi. Kültür ve dînî inançlar baskı altına alındı. 1968’de Stalin taraftarlarının yerine geçen Alexander Dubcek ve Ludvik Suoboda ülkede liberal bir politika tâkip ederek ekonomide dışa açılma yönünde çeşitli reformlar yaptılar. Basın ve yayın kuruluşlarına hürriyet verildi. Komünizmin diktatörlük rejiminden kurtulup insanca yaşamak için çaba sarf eden liderler Rusya idârecileri tarafından şiddetle tenkit edildi. Çekoslovakya’daki bu liberal reformlar netîcesinde bir peykini kaybetme korkusu duyan Rusya ülkeyi işgâl etti. Ülkelere bağımsızlık sloganları öğreten Rusya kendisinin yaptığı işgâle karşı gelen halkı insafsızca tankların paletleri altında ezdi ve ülke idârecilerini şiddetle cezâlandırdı. Yüzbinlerce Çekoslovakyalı, Rus  zulmüne dayanamayarak Avusturya ve Almanya’ya kaçtı.

1989’da bütün doğu bloku ülkelerinde olduğu gibi, Çekoslovakya’da da yumuşama politikası başladı. Çok partili sisteme geçildi ve 1990’da ilk serbest seçim yapıldı. Komünistler kazanamadılar. Milliyetçi Partiler iktidar oldular. 1992 Haziranında Çekoslovakya’yı meydana getiren Çek ve Slovakya cumhuriyetlerinde ayrı ayrı yapılan seçimlerden sonra iki cumhuriyetin birbirinden ayrılması gündeme geldi. Yapılan görüşmeler neticesinde 25 Kasım 1992 günü yapılan antlaşma ile 31 Aralık 1992 târihinde iki cumhuriyet birbirinden ayrıldı.

Fizikî Yapı

Çek Cumhuriyeti batıdan doğuya doğru iki coğrafî bölgeye ayrılır. Bunlar batıda “Bohemya”, doğuda “Moravya” bölgeleridir.

Bohemya ülkenin batısında, dört tarafı ortalama 1000-1500 m yüksekliğe sâhip dağlarla çevrili olan dörtgen biçiminde bir yayladır. Bölgenin kuzeyinde Krkonose Dağları (en yüksek tepesi 1603 m), kuzey batıda Krusme Dağları, doğusunda ise Moravya bölgesine sınır teşkil eden Moravya Tepeleri vardır. Güney batıdaki Bohemya Dağlarından çıkan Vltava Irmağı güney kuzey doğrultusunda bölgeyi aştıktan sonra, Krkonose Dağlarından çıkarak Bohemya bölgesinin kuzeyini sulayan ve ülkeden çıkan Elbe Nehrine karışır. Bölgenin önemli akarsularından bir diğeri olan Ohre de kuzeybatı kesimlerini suladıktan sonra Elbe Nehrine katılır.

Moravya Çek Cumhuriyeti’nin orta kısmını teşkil eden, kuzeyden güneye doğru gidildikçe alçalan bir ova şerididir. Kuzeyinde Jesenik Dağları ile çevrili olan bölge, batısında Moravya Dağları ile Bohemya bölgesinden, doğudaki Beskydy ve Bile Karpat Dağları ile Slovakya’dan ayrılır. Oder Nehrinin de suladığı bölgeyi kuzey güney istikâmetinde kateden Morava Nehri pekçok küçük akarsuları da bünyesinde toplayarak güneyde Tuna Nehriyle birleşir.

İklim

Denizden uzak bir Orta Avrupa ülkesi olan Çek Cumhuriyeti’nde de, diğer Orta Avrupa ülkelerinde olduğu gibi kışları sert soğukların hâkim olduğu kara iklimi vardır. Yazların serin geçtiği ülkede, yıllık sıcaklık ortalamaları seneden seneye büyük dalgalanmalar gösterir. Kışın ülkede hava her zaman sıfırın alında olur. Senelik yağış ortalaması bölgelere göre 1000-1500 mm arasında değişir. Yükseliği fazla olmayan ovalık bölgelerde yağış miktarı 1000 mm civârında bulunurken, yüksek dağların bulunduğu yerlerde dağların yağmur bulutlarını tutması ve yoğunlaştırıcılık vazîfesi görmesi, senelik yağış miktarının ortalama 1500 mm civârında olmasını sağlar. Yağışlar kışın genellikle kar şeklinde olur.

Tabiî Kaynakları

Çek Cumhuriyeti topraklarının % 30’u ormanlarla kaplı olan bir ülkedir. Özellikle Bohemya Dağları ve Karpatlar’ın yüksek bölgelerinde iğne yapraklı ağaçlardan meydana gelen ormanlık bölgeler, yüksekliği fazla olmayan yerlerde kayın, meşe ve gürgen ormanları hâlini alırlar. Ormanlık bölgelerde yaşayan yabânî hayvanların başlıcaları; yaban domuzu, yaban kedisi ve dağ keçisidir. Mâdenleri kendisine yeterli seviyede değildir. Avrupa’nın en fazla uranyum üreten ülkesi olan Çekoslovakya’da kömür, antimon, manyezit, civa, grafit ve kaolin ile az miktarda petrol üretilir. Üretilen uranyum miktarı, bu maddenin stratejik ehemmiyeti bakımından açıklanmamaktadır. Bohemya dağlarından çıkarılan önemli miktardaki linyit, elektrik enerjisi üretiminde kullanılır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Nüfûsu 10.400.000 civârındadır. Resmî dili çekçedir. Hıristiyan olan halkın % 70’i Katolik, % 15’i Protestan ve diğerleri de muhtelif mezheplere bağlıdır. 6-15 yaş arasında öğretimin mecbûri ve parasız olduğu ülkede okuma-yazma bilenlerin oranı % 99’dur. Nüfûsun % 68’i şehirlerde, kalanı ise köylerde oturur. Çalışan nüfûsun ekseriyeti işçidir. Kalanı ise tarım ve diğer işlerle uğraşır, Bohemya halkı müziğe olan düşkünlükleriyle meşhurdur. Beden eğitimi halk arasında yaygındır. Çek Cumhuriyeti’nin millî sporu buz hokeyidir.

Siyâsî Hayat

1968’de hür bir rejim için istekleri, Rusya tarafından kanlı bir şekilde reddedilen Çek Cumhuriyeti, 1990’a kadar Komünist rejimle yönetildi. Çek ve Slovak Cumhûriyeti olarak iki federasyon hâlinde idâre edilirdi. İktidardaki Komünist Parti seçimlere tek liste ve tek parti olarak girerdi. Ülke, 350 üyeli Federal Meclis tarafından yönetilirdi. Federal Meclis, bütün ülkeden seçilen 200 kişilik Halk Meclisi ile 75 üyesi Çek, 75 üyesi Slovak cumhûriyetlerinden seçilen 150 kişilik Milletler Meclisinden kurulurdu. Devlet başkanı, başbakan ve bakanlar Federal Meclis tarafından kendi üyeleri arasından seçilirdi. 1989’da Doğu bloku ülkelerinde görülen yumuşama ve çok partili hayâta geçiş, Çek Cumhuriyeti’nde de görüldü. 1990’da ilk çok partili seçim yapıldı. 1992 Haziranında Çekoslavakya’yı meydana getiren Çek ve Slovak Cumhuriyetlerinde ayrı ayrı seçim yapıldı. Çek Cumhuriyeti’nde seçimleri kazanan Vaclav Klaus başbakan oldu. Bu seçimlerden sonra yapılan görüşmelerden sonra 31 Aralık 1992 târihinde iki cumhuriyet birbirinden ayrıldı.

Ekonomi

Genel olarak sanâyiye dayalı bir ekonomisi vardır. Ekilebilen arâzinin tamâmı komünist idârenin gelmesiyle devletleştirilerek kollektif tarıma geçildi. Tarım ürünleri üretiminde kollektif tarıma geçme ile verim düştü ve ülke eskisinden daha çok besin maddesi ithal etmek zorunda kaldı. En önemli tarım ürünleri buğday, arpa, yulaf, çavdar, mısır, pancar, patates ve kabaktır. Hayvancılık yaygın olarak yapılır. En çok kümes hayvanlarının beslendiği ülkede beslenen büyük baş hayvanların sayısı küçük baş hayvanların sayısından çok fazladır. Ülkenin % 30’unu kaplayan ormanlardan elde edilen ürünler ihtiyacı karşıladığı gibi, fazlası ihraç edilir. Ürettiği mâdenler ülke ihtiyâcını karşılamadığı için mâden ithal eder. Demir cevherinin önemli kısmını ithal etmesine rağmen dünyâda çelik üretiminde ilk on ülke içine girebilmektedir. Doğu bloku ülkelerin makina, kimyevî madde, silah, tekstil ürünü ihtiyaçlarının büyük bir kımını Çek Cumhuriyeti karşılamaktadır.

Ulaşım: Çek Cumhuriyeti gelişmiş kara ve demiryolu ağına sâhiptir. Demiryollarının dörtte birinde elektrikli trenler çalışmaktadır. Çek Cumhuriyeti’nde Prag ve öbür bölge merkezleri hava yoluyla birbirine bağlıdır.

ÇEKİ

Alm. Gewichtsmass (n), für 250 kg, Fr. Mensure (f) de poids de 250 kilos, İng. A weight of 250 kilos.  Tartıda kullanılan bir birim. Önceleri 4 kantar 1 çeki (yaklaşık 226 kg), 44 okka 1 kantar (yaklaşık 56,5 kg)dı. Daha sonra 195 okka (250 kg) kabul edilmiştir. Odun, kireç, taş gibi ağır ve kaba şeyleri tartmakta kullanılır. Eskiden kullanılan bu tartı birimi, bugün hâlâ bâzı yörelerde tercih edilmektedir. Bâzı odun satıcıları alış verişlerini çeki hesâbına göre yaparlar.

ÇEKİÇ

Alm. Hammer (m), Fr. Marteau (m), İng. Hammer. Çivi çakmak ve benzeri işlerde kullanılması yanında mâdenleri dövmede de istifâde edilen mâdenî bir âlet. Ekserî sapı tahtadan, bir ucu tokmaklı, bir ucu yassı mâdenden yapılan bir el âletidir. Bir şeyi çakmak, dövmek, yassılaştırmak, ezmek için kullanılır. Kullanıldıkları yerler ve yapılış biçimlerine göre çok çeşitli isimler alırlar. Camcı çekici, duvarcı çekici, gemici çekici, marangoz çekici, ayakkabıcı çekici, ay çekiç, tokmak çekiç, itfâiye çekici, kaldırımcı çekici gibi.

ÇEKİÇ ATMA

(Bkz. Atletizm)

ÇEKİÇ GÜÇ

1991 Körfez savaşından sonra, Kuzey Iraklı sivilleri, Irak’taki Saddam idâresinin tehdidine karşı korumak için müttefik ülkelerin silahlı kuvvetlerinden meydana getirilen birlik. Türkiye’de Silopi ve İncirlikte yerleştirilen bu birlik 36’ncı enlemin kuzeyindeki bölgeyi kontrol etmekle vazifelidir. Poised Hammer (Çekiç Güç), Provide Comfort (Huzur Operasyonu), Combined Tast Force (Birleşik Görevli Kuvveti) gibi isimlerle de anılan bu birlik Mûsul’un güneyinden başlayarak batıya doğru uzanan ve kürtlerin çoğunlukta bulunduğu bölgeyi kontrol etmektedir.

Irak’ın 2 Ağustos 1990 târihinde Kuveyt’i işgâl etmesiyle başlayan Körfez krizi; ABD, İngiltere, Fransa, Suûdî Arabistan, Sûriye, Mısır gibi 28 devletin birleştirilmiş askerî güçlerinin 17 Ocak 1991 târihinde havadan Irak’a hücûm etmesiyle Körfez harbine dönüştü. 28 Şubat 1991’de Irak’ın yenilip Kuveyt’ten çekilmesinden sonra 3 Mart 1991 günü Müttefik Kuvvetler ve Irak askerî heyetleri arasında ateşkes anlaşması imzalandı. Böylece Körfez Savaşı fiilen sona erdi.

Körfez savaşının sona ermesiyle Irak’ın güneyinde ve kuzeyinde ayaklanmalar başgösterdi. Kuzeyde Kürtlerin ayrı bir devlet, Şiilerin de İran’daki gibi bir rejim kurmasını istemeyen ABD, ayaklanmacılara yeterli desteği vermeyince bu isyanlar Irak hükûmeti tarafından bastırıldı. Daha sonra Kuzey Irak’ta yaşayan Kürtler, Saddam Hüseyin birliklerinin hücûmuna uğradı. Bu hücumlar neticesinde 400.000’i aşkın Kürt ve Türkmen, Türkiye’nin Güneydoğu bölgesine yığıldı. Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden durumu görüşmek, sınır bölgesinin emniyete alınmasını ve Irak yönetiminin vatandaşlarını göçe zorlayan faaliyetlerini durdurmasını istedi. Güvenlik Konseyi üyeleri arasında, görüş birliği sağlanamadığı için bu konuda acil bir karar alınamadı. Daha sonra gelişen olaylara paralel olarak Türkiye, Irak’tan kaçan Kürtler ve Türkmenler için Kuzey Irak’ta bir güvenlik bölgesi kurulmasını talep etti. Avrupa Topluluğunun Lüksemburg’taki zirve toplantısında, İngiltere ve Fransa’nın desteği ile bu teklif kabûl gördü. Daha sonra ABD de bu teklifi destekledi. ABD ve Avrupalı müttefiklerinin Temmuz 1991 ayı ortalarında Kuzey Irak’ı boşaltacakları, ancak bölgedeki Kürtlerin güvenliği ve bunlara yapılacak her türlü yardımlar için Çekiç Güç adı verilen 5000 kişilik bir müttefik birliği bulunduracakları açıklandı. Silopi’de yerleştirilen birliklerde ABD ve Türk askerlerinin yanısıra İngiliz, Fransız, İspanyol birlikleri, İncirlik Türk-ABD Ortak savunma tesislerinde ise, Irak içlerindeki hedeflere ulaşabilecek ABD avcı ve bombardıman uçakları bulundurulması kararlaştırıldı. Savaşın bitiminden sonra Kuzey Irak’taki müttefik askerler geri çekilirken, bir kısmı Silopi’de Çekiç Güç’te vazifelendirilmek üzere Türkiye’ye kaydırıldı.

Kuzey Iraklı sivilleri Saddam tehdidine karşı korumak gayesiyle kurulan ve vazife süresi 30 Eylül 1991 tarihinden itibâren üç ay uzatılan Çekiç Güç’ün Silopi ve Batman’da bulunan 3000 kişilik kara kuvveti geri çekildi. Buna mukâbil İncirlik’teki hava unsurlarını güçlendirmek ve caydırıcılığını artırmak gayesiyle F-111 ve F-16 uçakları İncirlik üssüne geldi. Çekiç Güç emrinde 402 ABD’li 199 İngiliz, 157 Fransız ve 63 Türk görevli 52 savaş uçağı, 2 Awacs, 9 helikopter, 14 adet havadan yakıt ikmali yapabilme tankı ve kargo uçağı vardır.

Çekiç Güç kara unsurlarının çekilme işlemi 14 Ekim 1991’de tamamlandı. Türk Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan bir açıklamada; “Anlaşmalarçerçevesinde İncirlik’te iki filonun üstünde uçak bulundurulmayacağı ve Çekiç Güç’ün kullanılmasının Türk hükûmetinin iznine bağlı olduğu bildirildi. Çekiç Güç’ün vazife süresinin uzatılıp uzatılmayacağı TBMM’de 6 ayda bir görüşülmektedir. En son Aralık 1992’deki TBMM toplantısında Çekiç Güç’ün memleketimizde bulunma süresinin uzatılması, Büyük Millet Meclisinde sert tartışmalara yol açtı. Muhâlefet kanadı milletvekilleri, Çekiç Güç’ün bulunuş gâyesini şüphe ile karşılıdılar ve Çekiç Güç’ün Güney Doğu Anadolu’daki anarşi olaylarını devamlı desteklediği, süper devletlerin menfaati için bulunduğu iddia edilen hususların en önemlilerindendir. Bu konuşma ve tartışmalardan sonra Çekiç Güç’ün vazife süresi altı ay daha uzatılmıştır.

ÇEKİÇBALIĞI (Sphyrna Zygaena)

Alm. Hammer hai, Fr. Requin marteau, İng. Hammerhead shark. Familyası: Çekiçbalığıgiller (Sphyrnidae). Yaşadığı yerler: Bütün sıcak ve ılık denizlerde. Bizde Akdenizde vardır. Özellikleri: Başı çekiç şeklinde saldırgan bir köpekbalığıdır. Çeşitleri: Küçük gözlü, kürek kafalı, Florida çekiçbalığı meşhûrlarıdır.

Köpekbalıkları (Selachii) takımından başı çekice benzer bir balık. Sıcak ve ılık denizlerde yaşar. Boyları 3-5 metreye ulaşabilir. 200-300 kg ağırlıkta olanları vardır. Burun delikleri ve gözleri başın iki tarafında çekiç şeklindeki çıkıntıların ucundadır. Altın sarısı gözlerinde göz kapakları vardır. Diğer balıklara nazaran daha iyi görürler.

Güçlü yüzücü olup, insana da saldırır. Sürüler hâlinde gezerek omurgasız hayvan ve kendinden küçük balıkları avlayarak beslenir. Kendi cinsinin küçüklerine de saldırır. Doğurarak ürer. Eşleşme döneminden 15 ay sonra 30-40 yavru doğurur. Yavrular başlarının çekiçleri geriye doğru katlanmış olarak doğarlar. Etleri tatsız olup, ekonomik değerleri yoktur. Nâdir olarak deri ve karaciğer yağları için avlanır. Yurdumuz sularında Akdeniz’de mevcuttur.

ÇEKİMSER OY

Alm. Ungultige Stimme (e), Fr. Vote abstentionniste (m), İng. İnvalid vote. Parlamento, toplantı ve konferanslarda oylama yapılırken olumlu veya olumsuz  yönden değeri olmayan oy, müstenkif oy. Oylamada kabul veya red için kararsız olduğunu belirtir. Bu oyun, kabul veya red oylarına hiç tesiri olmaz.

Büyük Millet Meclisinde oylama yapılacağı zaman; red için kırmızı, kabul için beyaz, çekimser için yeşil oy kullanılır. Milletvekillerine üç rengi belli eden yuvarlak oy pusulaları verilir. Bunlardan vereceği karâra göre olan rengi seçer ve oy atılacak yere atar. Yeşil oylar, parlamento geleneğine göre çekimserdir ve karârı etkilemez. Bu konuda meclis iç tüzüğünün 115. maddesinde açık hüküm mevcuttur.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarında da oylama vardır. Konseyin beş büyük tabiî üyesi olan devletlerden biri red oyu verince, karar yürürlüğe girmez. Ancak olumsuz vermeyip çekimser kalırsa, bu veto sayılmaz ve karârı engellemez.

ÇEKİRDEK

Alm. 1-Obstkern, 2- Zellhern, 3- Atomkern (m), Fr. Noyau (m); graine (f); pépin (m). İng.Pip, stone, nucleus. Atom çekirdeği, meyve çekirdeği, mermi çekirdeği denildiğinde değişik mânâlar anlaşılır.

Atom çekirdeği, atomun merkezinde bulunan, proton ve nötron adı verilen parçacıklardan müteşekkil, atom hacmine nisbetle çok küçük bir hacmi olmasına rağmen, atomun hemen hemen bütün kütlesinin toplandığı pozitif yüklü bir cisimdir. (Bkz. Atom)

Canlı çekirdeği, canlıların yapıtaşı olan hücrenin stoplazması içinde bulunan, çoğunlukla bir adet ve yuvarlak küre. Çekirdek, hücrenin hayâtî faâliyetlerini ve üremesini düzenleyerek yönetir. Bir zarla çevrili olup, içindeki sıvıya “nükleoplazma” denir. Kromozomlardan teşekkül eden kromatin ağı bir yumak gibi içini doldurur. İrsî karakteri nesilden nesile aktaran genler kromozomlarda bulunur. Genler DNA (Deoksiribo Nükleik Asit) yapısında olup, hayat sırrı DNA moleküllerinde şifrelenmiştir. Çekirdek bir veya birkaç adet çekirdekçik (nükleolus) ihtivâ eder. Çekirdekçikler RNA (Ribo Nükleik Asit) yapısında olup, protein sentezinde rol oynar.

Meyve tohumlarına da çekirdek denir.

ÇEKİRGE (Locusta)

Alm. Heuschrecke (f), Fr. Sauterelle (f), İng. Locust.Familyası: Locustidae, Acrididae, vs. gibi çeşitleri vardır. Yaşadığı yerler: Sıcak bölgelerde . Tarla, çayır ve su kenarlarında rastlanır. Özellikleri: Arka bacakları uzun ve sıçrayıcı özelliktedir. Ekinler için zararlıdırlar. Göçmen olanları, 5-6 cm veya daha uzunları vardır. Ömrü: Dört ay kadardır. Çeşitleri: Tarla, yeşil, değnek, İtalyan, Mısır, Afrika göçmen çekirgesi en meşhurlarıdır.

Düzkanatlılar (Orthoptera) takımına bağlı böcekler. Ağız parçaları kesici ve çiğneyici olup, çoğunlukla nebâtî, bâzan da hayvânî maddelerle beslenirler. Uzun yapılı başlarının yanlarında bir çift iri petek göz ve alınlarında üç adet basit (osel) göz vardır. Bir çift olan antenleri, bâzılarında kısa, bâzılarında uzun olup, dokunma ve kokuya duyarlı kıllarla bezenmiştir. Çok uzak mesâfelerden rüzgârın getirdiği nebâtî besinlerin kokularını alırlar. Üç parçalı göğüs kısımlarının her bölümünden bir çift bacak çıkar. Kanatlar da göğsün son iki halkasında yer alır. Üç çift bacağın ilk iki çifti yürümede, iri ve daha güçlü olan son çifti sıçramada kullanılır. Üst ön kanatlar dar, derimsi yapıda olup, geniş ve zar şeklinde olan alt kanatları örterek korurlar. İstirahat hâlinde, uçmaya yarayan alt kanatlar, yelpâze şeklinde  üst kanatların altında katlanır. Karın kısmının (abdomen) her iki yanında solunum borularının (trakea) açıldığı nefes delikleri vardır. Karnın her iki yanında zardan meydana gelen bir çift işitme organı vardır. Dişilerin karın ucunda yumurtlama borusu (ovipozitör) bulunur. Erkeklerde ise, ses çıkarma organı bulunur. Bâzıları arka bacaklarını ön kanatlara sürterek ses çıkarırlar. Bâzıları da ön kanatları birbirine sürterek dişilerini çağırırlar.

Tarla çekirgeleri, yeşil çekirgeler, kara çekirgeler yaygındır. Genellikle bitkiden bitkiye sıçrayarak beslenirler. Fakat yiyecek azalırsa, uzun mesâfelere uçarak göç ederler. Bulut hâlinde 2.000-2.500 km uzaklara gidebilirler. Gemilerin üstüne yağdıkları görülmüştür. Çekirge salgını zirâatte büyük âfetlere yol açar. Kondukları alanları birkaç dakika içinde çöle çevirirler. Aradıkları yeşil yiyecekleri bulamazlarsa, pamuk ve yünlü elbise, korkuluk, hattâ ahşap evlerin çatlak yerlerine saldırır; atın kuyruk ve yelesini yerler. Afrika’da çıplak çocukları kemiklerine kadar kemirdikleri olmuştur. Saatte 16 km hızla uçarak, bir uçuşta, 12 saat havada kalabilirler. Çekirge âfetleri milletlerarası mesele hâline gelmiştir. Çekirge bulutları radarla gözlenerek, uçaklarla havadan ilâç püskürtmek sûretiyle korunulmaya çalışılmaktadır.

Çöl çekirgesi (Schistacerca gregaria) milletlerarası öneme sâhiptir. Bu çekirge, Batı Afrika ve Hindistan-Pakistan sınırında çoğalarak göç eder. Batı Afrika’dan göç edenler Senegal-Sudan üzerinden Yemen’e ulaşır. Hindistan-Pakistan sınırında çoğalanlar, Kuzey Afrika, Ortadoğu, İran ve Rusya’ya yayılır. Bu çekirge memleketimize Sûriye ve Irak sınırından girer. Önceleri 8-15 yıllık aralarla geldikleri halde, şimdi hemen hemen her yıl gelmektedirler. Türkiye’de Birinci Dünyâ Savaşı sırasında batı bölgelerini istilâ eden göçmen çekirgelere karşı yapılan mücâdelede, 430 ton çekirge yumurtası ile 1200 ton çekirge toplanarak yok edilmiştir. Bunlara karşı ilâçla mücâdele, uçar hâle gelmeden yapılırsa daha başarılı olur. Son yıllarda ilâçlara karşı da mukâvemet kazanmışlardır. Eskiden uygulanan engellerle durdurma metodu hâlen uygulanmaktadır. Çinkodan veya kaygan çitten yapılan engellerin ön kısmı hendek şeklinde kazılmaktadır. Alçaktan uçan çekirge sürüsü engele çarparak hendeğe düşmekte ve köylüler tarafından üzeri hemen toprakla kapatılmaktadır. Afrikada bâzı bölge köylüleri, mahsullerini yiyen bu çekirgeleri kızartarak yemekte veya kurutarak kışa saklamaktadırlar.

Çekirgelere ilkbaharla sonbahar arasında rastlanır. Sonbahar sonunda dişi çekirge vücudunun arka kısmında uzayabilen yumurtlama borusuyla toprakta delik açar. 70 kadar prinç iriliğinde yumurta bırakır. 4 aylık ömrünün son haftasında üç defâda 200 kadar yumurta yumurtlar. Bu yumurtalar kışı toprakta geçirerek ilkbahar ve yazın başlangıcında, 34°C sıcaklıkta 11 gün içinde açılırlar. Yumurtadan çıkan “nimfa” denen genç çekirgeler toprağı dışarı atarak çıkarlar. 9 mm kadar uzunlukta olup, birkaç defâ deri değiştirerek büyürler. Nimfalar her ne kadar anne ve babalarına benzerlerse de kanatsızdırlar. İkinci deri değişiminden sonra kanatlar çıkmaya başlar. Çoğu çekirge beş defâ deri değiştirir.

Yumurtadan çıkan yavru birkaç gün bitkiyle beslendikten sonra, aktifliği azalarak bir dala sımsıkı tutunur. Dış iskeleti ensesinden çatlayınca genç çekirge yumuşak vücudunu dışarı çıkarır. Gerinerek bir miktar uzar. Yeni iskeleti meydana gelinceye kadar kendisini bitkiler arasında gizler. Deri değişimleri dört beş gün aralıklarla olur. Çekirgelerin çoğu bir ay içinde deri değişimini bitirir. Fas çekirgesi 45 günde erginleşir.

Döllenmemiş yumurtalardan (partenogenez) üreyen çekirgeler de vardır. Bu durum daha çok değnek çekirgelerinde görülür. Böyle yumurtalardan dişi yavrular çıkar. Genç çekirgeler, bâzı sinek ve arılar, kurbağa, yılan ve birçok kuş için aranan yiyecektir. Kuşların insanlara faydalı oluşunun bir sebebi de, bu gibi birçok zararlı böcekleri ve çekirgeleri yemesidir.

ÇEKMECE GÖLLERİ

İstanbul’un batısında önce koy hâlinde denize birleşikken, sonradan ayrılan iki büyükçe göl. Küçük Çekmece İstanbul’dan 15, Büyük Çekmece ise 27 km uzaklıktadır. Bulundukları mevki, şekil ve derinlikleri bu iki gölün denizden ayrıldıklarını açıkça göstermektedir. Küçük Çekmece Gölünde eski koy’u denizden ayıran set, koy’un ağzında bulunduğundan bu göl diğerinden daha büyüktür. Büyük Çekmece’de ise set, koy’un hemen hemen ortasındadır. Küçük Çekmece Gölünün yüzölçümü 16 km2 Büyük Çekmece Gölününki ise, 11 km2dir. Büyük Çekmece Gölünün denizle irtibâtı kesilerek İstanbul’un su ihtiyâcını karşılamak için kullanılmaya başlandı. Göle bağlanan derelerde su akımı zayıf olduğundan, suların tuzluluğu kısmen muhâfaza edilmiştir.

Küçük Çekmece Gölü, doğu tarafta Nakkaş Deresi, batı tarafta Ekşinoz Deresi ile bunların arasındaki Sazlıdere vâdilerinin ağız kısımlarını deniz sularının istilâ etmesiyle teşekkül etmiştir. Gölün en derin yeri 20 m civârındadır. Koy hâlindeyken, kıyı seddinin teşekkülünde, Lodos rüzgârlarının sebebiyet verdiği dalgalar kıyıya kum taşıyarak mühim rol oynamıştır.

Büyük Çekmece’yi denizden ayıran set ise, derelerin getirdiği alüvyonların doldurulmasıyla teşekkül etmiştir. Gölün derinliği azdır. En derin yer, 3.5 m olmasına rağmen, derinlikler çok yerde yarım metreyi bulmaz. Fakat koy’u geçince derinlik arttığı gibi, ağızda 35 metreyi bulur.

ÇEKMECE NÜKLEER ARAŞTIRMA ve EĞİTİM MERKEZİ (ÇNAEM)

Nükleer alanda araştırma, geliştirme, uygulama ve eğitim çalışmaları yapmak amacıyla çalışan araştırma merkezi. Türkiye Atom Enerjisi Kurumuna bağlı olan ÇNAEM 1962’de Küçükçekmece Gölünün kıyısında 3200 dönümlük arâzi üzerinde kurulmuştur.

Günümüzde bilimsel ve teknolojik çalışmalar içerisinde mühim bir yere sâhib bulunan nükleer bilimler ve nükleer teknoloji, kompleks hızlı gelişme gösteren, pahalı yatırımlar ve en mühimi de çeşitli bilim dallarında çok sayıda nitelikli eleman gerektiren bir çalışma alanıdır.

Ülkemiz dünyâdaki gelişmelere paralel olarak 1956 yılında Başbakanlık Atom Enerjisi Komisyonunu kurmuştur. Bu komisyonun ilk faaliyeti, 27 Mayıs 1962’de faaliyete geçen TR-1 reaktörünü ve Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezini kurmak olmuştur. 1982 yılında yeni bilimsel ve teknolojik ilerlemelere uyum sağlamak gâyesiyle Türkiye Atom Enerjisi Kurumu kurulmuştur.

ÇNAEM’de nükleer alandaki araştırma, uygulama ve eğitim faaliyetleri 10 ayrı bölümde yürütülmektedir: Reaktör işletme, radyoizotop üretim, endüstriyel uygulama, sağlık fiziği ve elektronik bölümleri teknik ve uygulama sâhalarında; fizik, kimyâ, radyobiyoloji, nükleer mühendislik, nükleer yakıt teknolojisi bölümleri de araştırma sâhalarında faaliyetlerini sürdürmektedir.

ÇNAEM’deki Türkiye’nin ilk araştırma reaktörü olan TR-1 1962’de faaliyete geçmiştir. TR-1 reaktörü 1 megawatt termal güçte, ılık nötronlarla çalışan havuz tipi bir araştırma reaktörüdür. Reaktörün yakıt elemanları MTRtipinde olup, % 93 zenginleştirilmiş U-235 ihtivâ etmektedir. Yavaşlatıcısı ve soğutucusu sudur. Yansıtıcı olarak kalbin ön ve arka yüzeylerinde grafit kullanılmıştır. TR-1’in kalbi, içinde 450 m3 su bulunan iki bölmeli havuzun küçük bölmesinde ve 8.70 m derinliktedir. Havuz duvarları biyolojik zırhlama sebebiyle 1.75 m kalınlığında baritli betondur.

Tıp, tarım ve endüstri alanlarında kullanılan radyoizotoplara karşı isteğin çok fazla artması ve bu taleb artışına TR-1 reaktörünün kifâyetsiz kalması sebebiyle 1974 yılında TR-2 adı verilen 5 megawatt gücünde yeni bir reaktörün, havuzun büyük bölmesinde kurulmasına karar verildi. Bunun netîcesinde TR-1 reaktörü 19 Eylül 1977’de durdurularak söküldü. TR-1’in yerini alan TR-2’nin yakıt elemanları MTR tipinde, 23 plakalı ve % 93 zenginlikte U-235 ihtivâ eden UA-1 alaşımıdır. Yavaşlatıcı ve soğutucu yine sudur. Yansıtıcı olarak kalbin iç yüzeyinde su, arka yüzeyinde berilyum kullanılır.

ÇEKTİRİ

Alm. Galeere, Galeasse, Fr. Galere, İng. Galley. Osmanlı deniz kuvvetlerinde kürekle hareket eden gemilere umûmî olarak verilen isim. Bu gemiler kürek sayısına göre özel isim alırlardı. Küçükten başlamak üzere şu isimler verilirdi: Karamürsel, üstüaçık, şayka, kırlangıç, firkate, kalite, pergende, mavna, kadırga, baştarde ve baştarde-i hümâyûn. Çektiriler ince donanma ve büyük donanma gemileri olarak iki kısımdı. Birinci çeşit küçük gemilerden müteşekkil iç deniz ve nehirlerde hizmet gören gemilere İnce Donanma denilirdi. Bunlar savaş teknesi olarak değil, araştırma, taşıma ve haberleşme işlerinde vazîfe görürlerdi.

İnce donanmanın dışında bulunan büyük boy gemiler de donanma-ı hümâyûnu meydana getirirdi. Bu çektirilerde, reis, vardiyan, kürekçi, cenkçi, topçu gibi muhârip sınıfın yanında, marangoz, kalafatçı, demirci, halatçı gibi ustalar vardı. Bunların en küçüğü olan Karamürsellerde 20, en büyüğü olan baştardelerde 800 savaşçı levend bulunurdu. Çektiriler aşı rengi boya ile, baştardeler ise husûsen yeşile boyanmaktaydılar. Baştardeler amiral gemisi olarak görev yapar, baştarde-i hümâyûn ise deniz seferine serdâr tâyin edilenin gemisi olurdu.

On yedinci asırda Osmanlı donanması 40 kadırga, 6 mavna, 20 bey gemisinden müteşekkildi ve bu gemilerde 10.500 kürekçi, 5300 cenkçi ve 600 yardımcı sınıfdan olmak üzere 16.400 asker vardı.

ÇEKÜL (Şâkül)

Alm. Senkblei (Blei-) Lot (n), Fr. Fil a p’lomb (m), İng. Plumb line. Yerçekimi doğrultusunu belirtmek için ekseri yapı ustaları tarafından kullanılan, ucuna ağırlık bağlanmış bir ipten meydana gelen âlet. Duvarcı, uzunca bir ipin ucuna bir kurşun veya demir parçası bağlar. İp ucundan tutulup aşağı doğru bırakıldığında sallanma bitince ip ile duvarın paralelliği kontrol edilir. Böylece yapılan duvarın düzgün olup olmadığı anlaşılır.

Bu âlet yerçekimi kânununa göre çalışır. Ağırlığı olan bütün cisimler dünyânın merkezi tarafından çekilir ve bırakıldığında oraya doğru yönelir. Çekülün doğrultusu yere inen dikey doğrultuyu gösterir. Çekülün ucu, açık havadaki durgun suyun yüzeyine diktir. Birbirinden uzak olan çeküller hiçbir zaman birbirine paralel olmaz. Birbirlerinden uzaklaştıkça aralarındaki açılar artar. Yalnız aynı odadaki iki çekül birbirine paralel kabûl edilir. Güney kutbunda uzatılan bir çekül ile ekvatorda bırakılan çekül arasında 90 derecelik bir açı vardır. Bu çeküllerin uçları dünyâ merkezine doğrudur ve orada kesişirler.

ŞEKİL VAR!

 

ÇELEBİ

Türklerde muhtelif sanat ve meslek sâhiplerine sembol olmuş bir tâbir. Lehçe-i Osmâniye’de; okuma bilen, okumuş, nâzik mânâları verilmektedir. Asil, nâzik, soylu, zarîf terbiyeli, koca tâbiri olarak da kullanılmıştır. Daha önceleri şehzâdelere ünvan olarak verilirdi. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin evlâd ve ahfâdına da bu ünvân verilmişti.

Osmanlılarda pâdişâhların erkek çocuklarına evvelce “bey”, sonra “çelebi” ünvanı verilmiş, daha sonra erkek kız ayrılmadan “sultân” tâbiri müştereken kullanılmıştır.

Çelebi, Türkçede kibâr, centilmen mânâsını ifâde ediyordu. Tatarlarda ise kadınlar kocalarının erkek kardeşlerine, kardeşlerinin erkek çocuklarına hürmet ve tâzim ifâdesi olarak çelebi derlerdi.

Osmanlı yazı lisanında 17. asra kadar, hânedan mensuplarının, yüksek dînî erkânın, meşhûr müelliflerin lakab ve ünvânı olarak kullanılmıştır. On sekizinci asır başına doğru çelebi kelimesi yerine efendi tâbiri kullanılmaya başlanmıştır.

ÇELEBİ HALÎFE

Osmanlılar zamanında yetişen evliyâ ve âlimlerden. Halvetiyye yolunun büyüklerindendir. İsmi, Muhammed bin Mahmud, lakabı Hamîdüddîn, mahlası Cemâl’dir. Çelebi Halîfe diye meşhur olmuştur. Cemâleddîn-i Aksarâyî’nin torunlarındandır. Amasya’da doğdu. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 1493 (H.899) senesinde Hicaz’da Mekke-i mükerreme yolunda vefât etti.

Amasya ve Aksaray’da ilim tahsil edip zamanının din ve fen âlimlerinden ders aldı. Sa’düddîn Teftazânî’nin Muhtasarü’l-Meânî adlı eserini okurken kalbine ilâhî aşk ateşi düştü. Tasavvuf erbâbından Alâeddîn-i Halvetî ve talebelerinden Şeyh Abdullah’ın sohbetlerine katılıp, feyz ve bereketlerine kavuştu. Sonra Tokat’a gidip İbn-i Tahir Halvetî’nin hizmetine girdi. Riyâzet çekip nefsini terbiye etti. Hocasının vefâtı üzerine Erzincan’a giderek Pîr Muhammed Bahâeddîn Erzincânî ile görüşüp, sohbetlerinde bulundu. Tasavvufta yüksek derecelere kavuştuktan ve icâzet aldıktan sonra memleketine döndü.

İnsanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlattı. Amasya’da Hak âşıkları yetiştirdi. Fâtih Sultan Mehmed Hanın oğlu Şehzâde Bâyezîd Amasya vâlisiyken Çelebi Halîfe’ye haber gönderip duâ istedi. Çelebi Halîfe Şehzâde Bâyezîd’e duâda bulundu. Şehzâde Bâyezîd sultan olunca Çelebi Halîfe’yi İstanbul’a dâvet etti. İstanbul’a gelen Çelebi Halîfe, yıllarca İslâmiyete hizmette bulunup çok talebe yetiştirdi. Sultan İkinci Bâyezîd Han onu iki defa ziyâret edip duâsına kavuştu. Sultan İkinci Bâyezîd Han, Çelebi Halîfe’yi kırk talebesiyle birlikte Medîne-i münevvereye gönderdi. O sıralarda vukû bulan zelzele ve veba tehlikelerinin kalkması için Resûlullah efendimizin huzurunda duâ etmelerini istedi. Daha sonra, yapılan duâların kabul olduğu görüldü. 1493 (H.899) senesinde Hicaz’da Mekke-i mükerreme yolunda vefât etti. Vasiyeti üzerine Tebük Korusu denilen ve hacıların yol güzergâhı olan bir yere defnedildi.

Çelebi Halîfe’nin yetiştirdiği talebelerinin en gözdesi Sümbül Sinân Efendidir. Sümbül Sinân Efendi, hocasının vefâtında vasiyeti üzerine yerine geçti ve kızı Safiyye Hâtun ile evlendi. Sümbül Sinân Efendi de İstanbul’un meşhur evliyâsından Merkez Efendiyi yetiştirdi. Çelebi Halîfe birçok kıymetli eser yazdı.

Eserleri:

1) Tefsîr-i Sûre-i Fâtiha, 2) Şerhu Erbe’îne Hadîsen Kudsiyyen, 3) Şerhu Erba’în-i Nevevî, 4) Zübdetü’l-Esrâr, 5) Cevâhirü’l-Kulûb, 6) Risâle-i Etvâr, 7) Risâle-i Sâd Kelime-i Sıddık-i Ekber, 8) Risâle-i Fakriyye.

ÇELEBİ MEHMED

Osmanlı Devletinin beşinci pâdişâhı. Doğum senesini ekserî târihçiler 1386 olarak kaydetmektedirler. Babası, Sultan Yıldırım Bâyezîd Han, annesi ise Germiyanoğlu Süleymân Şahın kızı Devlet Hâtun’dur.

Çelebi Mehmed küçüklüğünden îtibâren devrin en yüksek âlimlerinden ders aldı. Din ve fen ilimlerini öğrendi. 1393’te devlet idâresinde tecrübe sâhibi olmak üzere Amasya’ya sancakbeyi tâyin edildi.

Babası ile Timur Han arasında 1403’te yapılan Ankara Muhârebesinde Osmanlı ordusunun ihtiyât kuvvetleri kumandanlığında bulunan Çelebi Mehmed, muhârebenin kaybedilmesi üzerine Amasya’ya çekilmek istedi. Ancak Candaroğlu İsfendiyar Beyin yeğeni Yahya Bey karşısına çıktı. Bunu mağlub eden Çelebi Mehmed, ilerlemesinin tehlikeli olacağını anlayarak Bolu’ya gitti. Daha sonra Amasya’ya dâvet edilmesi üzerine maiyeti ile harekete geçti ve şehir hâkimi Kara Devlet Şahı yenerek Amasya’ya girdi. Çelebi Mehmed, aynı yıl civardaki hâkimleri de mağlub edip, Sivas, Tokat ve Amasya mıntıkasına tamâmen hâkim oldu. Timur Hana esir düşen babasını kurtarmak için bir plân hazırladı ise de muvaffak olamadı.

Bu sırada Batı Anadolu’da bulunan Timur Han, Çelebi Mehmed’in  faaliyetlerini öğrenip, ona teminât vâdeden mektubu ile yanına dâvet etti. Bu dâvete icâbet edip yola çıkan Çelebi Mehmed, muhtelif yerlerde türlü bâdirelerle karşılaştığından elçiye durumu anlatıp, olanları Timur Hana arz etmesini istedi. Kendisi Amasya’ya döndü. Çelebi Mehmed’in bu mâzeretini kabul eden Timur, ona elindeki yerlerin hükümdârlığını verdi ve al damgalı berât ve hükümdârlık alâmeti olarak taç, kemer ve hırka gönderdi.

Bu sırada Yıldırım Bâyezîd’in diğer oğullarından Şehzâde Süleymân Çelebi Edirne’de, Îsâ Çelebi Balıkesir ve Bursa’da, Mûsâ Çelebi ise Kütahya’da sultanlığını îlân etmişti. Eski beylikler yeniden ortaya çıkarak Anadolu birliği parçalanmıştı. Osmanlı Devletini tekrar bir idâre altında toplamak isteyen Çelebi Mehmed, kardeşi Îsâ Çelebi’ye karşı Ulubâd mevkiinde giriştiği savaşı kazanarak Bursa’ya girdi ve hükümârlığını îlân etti (1404). Îsâ Çelebi Yalova yolu üzerinden Bizans İmparatorunun yanına kaçtı. Emir Süleymân’ın isteği üzerine ise Edirne’ye gönderildi. Emir Süleymân, Îsâ Çelebi’yi mühim bir kuvvetle Anadolu’ya gönderdi. Bursa’yı almak isteyen Îsâ halkın muhâlefeti ile karşılaştığından şehri yaktı. Çelebi Mehmed ile yaptığı ikinci muhârebede de mağlub olunca, yanına kaçtığı İsfendiyar Beyle anlaşarak berâberce Ankara’yı almak üzere harekete geçtiler. Ancak müttefik kuvvetler Çelebi Mehmed’e mağlub olup, Kastamonu tarafına çekildiler.

Bir müddet sonra Îsâ Çelebi Aydınoğlu Cüneyd Beyin yanına gitti ve onun aracılığıyla Saruhan ve Menteşe Beyleriyle anlaşarak tâlihini bir kere daha denemek istedi, ancak mağlub oldu ve bu defâ Karamanoğlu’na iltihâk etti. Netîcede Îsâ Çelebi bir müddet sonra yakalanarak ortadan kaldırıldı.

Îsâ Çelebi’nin öldürülmesinden sonra Çelebi Mehmed Anadolu’da yalnız kaldı. Bundan sonra kendisinin kuvvetlenmesinden endişe ettiğinden Anadolu’ya gelen Emir Süleymân ile mücâdele etti.

Emir Süleymân, Çelebi Mehmed’in elinden birçok yerleri aldığı gibi Aydınoğlu Cüneyd Bey ile Menteşeoğlu İlyas Beye hâkimiyetini kabul ettirmişti. Çelebi Mehmed, onu yeniden Rumeli’ye döndürmek için kardeşi Mûsâ Çelebi’yi Rumeli tarafına geçirtti. Mûsâ Çelebi’nin faaliyetlerini öğrenen Süleymân Çelebi, Rumeli’ye geçti ve ilk anda Mûsâ’yı mağlub ettiyse de, sonradan onun baskınına uğrayarak hayâtını kaybetti. Çelebi Mehmed Bursa’yı hâkimiyeti altına alırken, Mûsâ Çelebi de bu sırada Edirne’de hükümdârlığını îlân etti. Mûsâ Çelebi, Anadolu’da kardeşinin kuvvetli olduğunu bildiği için orayla alâkadâr olmayıp Bizansla meşgul oldu ve bir kısım yerleri onlardan aldı. Bu arada ileride büyük bir isyan çıkaracak olan Şeyh Bedreddîn’i kazasker yaptı. Şeyh, bu sûretle nüfûzunu artıracak mevkiye sâhip oldu. Bir ara İstanbul’u muhâsara eden Mûsâ Çelebi tehlikesine karşı İmparator, Çelebi Mehmed’i Rumeli’ye dâvet etti.

Çelebi Mehmed Üsküdar’a gelerek İmparatorla görüştü. 1411’de İnceğiz mevkiinde kardeşi ile yaptığı muhârebeyi kaybettiğinden gemilerle Anadolu tarafına geçerek yaralı bir halde Bursa’ya geldi. Bir yıl sonra Mûsâ Çelebi’yle yaptığı ikinci muhârebede de muvaffak olamadı.

Mûsâ Çelebi’nin ümerâsına karşı sert davranması, bir müddet sonra onları Çelebi Mehmed’le anlaşmaya mecbur etti. Yeni plâna göre Çelebi Mehmed üçüncü defâ Rumeli’ye geçti. Kendisine katılan Sırp despotu ve bâzı ümerâ ile Tuna’ya çekilmekte olan, Mûsâ Çelebi üzerine yürüyen Çelebi Mehmed, Çamurlu-Derbend mevkiinde meydana gelen muhârebede Mûsâ Çelebi’yi mağlub etti. Mûsâ Çelebi yaralı olarak kaçarken yakalanıp boğduruldu ve Bursa’ya nakledilip, babasının türbesine defnedildi.

Daha sonra Orhan Çelebi’yi de yakalatan Çelebi Mehmed Edirne’de bütün devletin hükümdarı olduğunu ilân etti.

Çelebi Mehmed Rumeli’de bulunduğu sırada Karamanoğlu Mehmed Bey, Bursa’yı bir ay kadar muhâsara etmiş, Mûsâ Çelebi’nin cenâzesinin geldiğini duyunca, şehri ateşe vererek memleketine dönmüştü. Aydınoğlu Cüneyd Bey de bu sıralarda Ohri’den kaçarak Aydın’a gelmiş ve Ayaslug’u (Selçuk) muhâsara edip, sancak beyini öldürmüştü. Bu sebeple Çelebi Mehmed Anadolu’ya dönünce önce Cüneyd Bey üzerine yürüyüp, Çandarlı eliyle Menemen, Kayacık ve Nif kalelerini aldı. Ayrıca İzmir de fetholundu. Çelebi Mehmed, Cüneyd’in annesinin ricâsı üzerine Cüneyd’i affederek 1414’te Niğbolu Sancakbeyliğini verdi. İzmir kuşatması esnâsında Menteşe Beyi de Osmanlılara tâbi olduğu gibi, Midilli, Sakız ve Foça’daki Ceneviz kolonilerinin elçileri gelip, bağlılıklarını arz ettiler. Daha sonra Teke Beyi de tâbi oldu.

Bu şekilde işlerini yoluna koyan Çelebi Mehmed, aynı yıl Bursa’ya gelerek Germiyan ve Candar  beyliklerinden takviye alıp Karaman Seferine çıktı. Akşehir, Beyşehir ve Seydişehir kasabalarını aldı ve Mehmed Beyi mağlub etti. Bundan sonra Konya’yı kuşattı ise de, mevsimin elverişsizliğinden dolayı Karamanoğluyla sulh akdederek döndü. Ancak Mehmed Bey rahat durmayıp, Beyşehir ve Seydişehir’e saldırdığından, Çelebi Mehmed ikinci defâ Karamanoğlu üzerine gitti ve Konya ovasında yapılan muhârebede Mehmed Beyi bir kere daha mağlub etti. Bu sırada pâdişâh rahatsızlandığından yine sulh akdedildi. Mehmed Bey, gerektiğinde Osmanlı ordusuna yardım göndermeyi de kabul etti. Mehmed Bey bu vâdini Eflâk Seferinde yerine getirmiştir.

Çelebi Mehmed, Anadolu’da Türk birliğini sağlama çalışmaları sürdürürken, Hıristiyanlarla da dost geçinme politikası güdüyordu. Osmanlılara tâbi olan Eflâk Prensi Mirça, taht mücâdelelerinden istifâde ile üç yıldır vergiyi kesmişti. Kendisine voyvodalıkta rakip çıktığından zor durumda idi. Rakibi Dan, Osmanlılara mürâcaat ederek, yardım istemiş, Mirça Macar Kralı Sigismund’a başvurarak Osmanlıların kendisine yardım etmesi için aracı olmasını istemiştir. Ancak Çelebi Mehmed Sigismund’un teklifini reddedip, Candar ve Karaman beyliklerinden yardım alarak Tuna’yı geçip, Romanya topraklarına girdi. Macar- Eflâk ordusunu mağlub eden Çelebi Mehmed, Mirça’yı yeniden Osmanlılara tâbi kıldı.

Osmanlılar Erdel’e de birkaç defâ akın düzenlediler. Netîcede Macar eyâleti baştanbaşa çiğnendi. Bu sûretle, Balkanlarda ve Adriyatik’te Osmanlı nüfûzu kuvvetlendirildi.

Bundan sonra Çelebi Mehmed, Anadolu’da kuvvetlenmiş bulunan İsfendiyar Beyle mücâdeleye başlamış ve Sinop’u muhâsara etmiştir. Çâresiz kalan İsfendiyar Bey, Osmanlı Devletinin yüksek hâkimiyetini tanımıştır. Ayrıca oğlu Kasım’ın istediği Kastamonu, Tosya, Çankırı ve Kalecik’i pâdişâha vermiştir. Bunu müteâkib Çelebi Mahmed, daha önce Osmanlılarda bulunan Samsun’un alınmasını istedi. Müslüman ve kâfir olmak üzere ikiye ayrılmış olan Samsun’un kâfir kısmını Biçeroğlu Hamza Bey kuşattı. Kale halkı şehri yakarak gemilere binip ayrıldıklarından şehir ele geçirildi. Müslüman Samsun’u bizzât muhâsara eden Çelebi Mehmed’e karşı koyamıyan İsfendiyaroğlu Hızır Bey, şehri teslim edip babasının yanına döndü.

Çelebi Mehmed devrinin en önemli iç hâdisesi, Şehy Mahmud Bedreddîn’in isyânıdır. Şeyh Bedreddîn, Mûsâ Çelebi zamânında Edirne’de kazaskerliğe tâyin edilmiş ve Çelebi Mehmed’in cülûsunu müteâkib 1000 akçe aylık ile İznik’te ikâmete mecbur edilmişti. Şeyh Bedreddîn Edirne’de ve sonra İznik’te eser yazmakla meşgul olup , kendisini ziyârete gelenlere fikirlerini aşılamaya çalışıyordu. Edirne’ye gelmeden önce Anadolu’da ün kazanmıştı. İznik’te de boş durmayan Şeyh, adamlarından Börklüce Mustafa’yı Aydın taraflarına gönderip propaganda yaptırıyordu. Ayrıca Torlak Kemâl adındaki adamı da daha önce Manisa taraflarında faaliyete başlamıştı. Şeyh Bedreddîn, Börklüce Mustafa’nın hareketinin genişlemesi üzerine hacca gitmek bahânesiyle önce Sinop’a oradan Kefe’ye ve nihâyet daha önce tanıştığı Eflâk prensinin yanına giderek Şiîlerin bulunduğu Deliorman taraflarına geçti. Şiî olan Şeyh Bedreddîn, İslâm’a uymayan zararlı fikirler ortaya atıyor, haram olan hususların helâl olduğunu ileri sürerek isyân hislerini körüklüyordu. Netîcede ilk isyân Karaburun’da başladı ve daha sonra Manisa’da kendini gösterdi. Az zamanda genişledi. Börklüce Mustafa isyânı Amasya Vâlisi Şehzâde Murad ile Bâyezîd Paşa tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. Börklüce yakalanarak katlolundu. Manisa tarafındaki Torlak Kemâl de aynı âkıbete uğradı. Şeyh Bedreddîn, Bâyezîd Paşa tarafından yakalanarak Serez’de bulunan pâdişâh huzûruna getirildi. Şeyhin durumu ulemâ tarafından tedkik olunduktan sonra, Ehl-i sünnete uymayan îtikâd üzere olmak ve cemiyet nizâmını bozmakla suçlu bulunarak, Sâdeddîn Taftâzânî’nin talebelerinden Heratlı Molla Haydar’ın fetvâsıyla Serez pazarında asıldı ve malları vârislerine bırakıldı.

Şeyh Bedreddîn isyânı bu şekilde bastırıldıktan sonra Çelebi Mehmed, yeni bir isyan tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Bu tehlike Ankara Meydan Muhârebesinde babasıyla birlikte Timur’a esir düşüp Semerkand’a götürülen, Düzmece Mustafa da denilen kardeşi Mustafa idi. Uzun müddet kendisinden haber alınamayan Mustafa, bir müddet sonra geri dönüp, Karaman topraklarında kaldıktan sonra Rumeli’ye geçmişti. Osmanlı tahtına oturmak niyetinde olan Mustafa, Eflâk Voyvodasının ve Niğbolu Sancakbeyi Aydınoğlu Cüneyd Beyin yardımlarıyla faâliyete geçip, Selânik ve Teselya’da saltanat iddiâsıyla adam toplamaya başlamıştı. Fesâdın büyümesine mâni olmak için Çelebi Mehmed hemen harekete geçti ve ağabeyi Mustafa Çelebi’nin kuvvetlerini Selânik civârında mağlub etti. Cüneyd ile birlikte Mustafa Çelebi Selânik Kalesine sığındı. Çelebi Mehmed ertesi sabah mültecileri istediyse de, Selânik vâlisi, İmparatorun müsâdesi olmadan teslim edemeyeceğini beyânla özür diledi. Nihâyet imparator da Çelebi Mehmed hayatta oldukça bunları salıvermeyeceğini yemin ile taahhüd edince Pâdişâh Selânik muhâsarasını kaldırdı. Pâdişâh anlaşma gereğince, Mustafa Çelebi için her sene İmparatora önemli miktarda akçe ödeyecekti. Mustafa Çelebi Vak’ası 1420 senesinde vukû bulmuştur.

Bu vak’ayı müteâkib Çelebi Mehmed, İstanbul’u resmen ziyâret ederek İmparator tarafından karşılanmış ve Üsküdar’da İmparatora vedâ edip, İzmit üzerinden Bursa’ya gelmiş, bir müddet sonra da Gelibolu yoluyla Edirne’ye dönmüştür.

Pâdişâh Edirne’deyken, çıkmış olduğu avda rahatsızlandı. Nüzûl illetinden kurtulamayacağını anlayan Çelebi Mehmed, vezirleri Bâyezîd, İbrâhim ve Hacı İvaz Paşaları dâvet ederek, gizlice görüşüp, büyük oğlu Amasya Vâlisi Murad’ın hemen dâvet edilmesini istedi. Kısa süren hastalıktan sonra Haziran 1421’de vefât etti. Çelebi Mehmed’in vefâtı son derece gizli tutuldu. Cesedi tahnit edilerek sarayda muhâfaza edildi. Şehzâde Murâd’ın Bursa’ya gelişine kadar 40-42 gün pâdişâhın vefâtı gizlendi. Cesedi Bursa’ya getirilerek Yeşil Türbeye defnedildi.

Osmanlı Devletinin ikinci kurucusu kabul edilen Çelebi Mehmed, ne kardeşi Mûsâ Çelebi gibi sert, ne de diğer kardeşi Emir Süleymân gibi yumuşak ve kayıtsızdı. Mâkul hareket eden, sabırlı, azim ve irâde sâhibi, sözüne ve vâdine sâdık, nâzik, vakûr ve ciddî bir hükümdârdı. Yalnız dostuna değil, düşmanlarına da kendisini sevdirerek îtimât telkin etmiş ve saydırmıştır. Onun hakkında Osmanlı târihlerinden başka yabancı kaynaklar da iyi şehâdette bulunmaktadırlar. Küçük ve büyük 24 muhârebede bulunarak 40’a yakın yara aldığı rivâyet edilmektedir.  Emellerinin en başında babası zamânındaki yerlerin geri alınması geliyordu ki, bu gâye için çalışmış ve büyük ölçüde muvaffakiyet elde etmiştir. Zamânının yerli ve yabancı kaynakları  onun dirâyetinden, sebâtkârlığından, iyi ahlâkından ve daha birçok meziyetlerinden bahsetmektedirler.

Çelebi Mehmed, kısa ömrünü savaş alanlarında geçirmiş olmasına rağmen, memleketin îmârına da önem vermiştir. Bursa’da yaptırdığı câmi, medrese, imâret ve Yeşil Türbesi önemli sanat eserleridir. Câminin karşısına yüksekçe mevkide kendi türbesini yaptırdı. Türbenin karşısına düşen medresesi bugün müze hâline getirilmiş olup, Bursa medreseleri arasında Sultâniye adı ile meşhurdu. Bunlardan başka Edirne’de Emir Süleymân tarafından inşâsına başlanan ve Mûsâ Çelebi tarafından devâm ettirilen Ulu Câmi (Câmi-i Atik)nin tamamlanması da ona nasîb olmuştur. Çelebi Mehmed, bu eski câmiye vakıf olmak üzere Edirne’deki bedesteni yaptırmıştır. Ayrıca Amasya’da Şehzâde türbesini yaptırmıştır ki, oğlu Kâsım burada medfundur. Edirne’deki Eski Sarayın da Çelebi Mehmed tarafından inşâsına başlandığı rivâyet edilmektedir.

Çelebi Mehmed’in en önemli hizmetlerinden birisi de Mekke ve Medîne halkına her sene Surre Alayı göndererek mâlî yardımda bulunma âdetini başlatmasıdır.

Sultan Mehmed’in en büyüğü Murad olmak üzere, Mustafa, Kâsım, Ahmed, Yûsuf ve Mahmûd adında altı oğlu ile yedi kızı vardı. Kendisinden sonra tahta büyük oğlu Şehzâde Murad çıkmıştır.

ÇELEBİZÂDE İSMÂİL ÂSIM EFENDİ

Osmanlı şeyhülislâmı, vak’anüvis, fıkıh âlimi. 1685 senesinde İstanbul’da doğdu. Küçük Çelebizâde olarak tanınır. Babası İkinci Mustafa Han devri reîsülküttaplarından Mehmed Efendidir. İsmâil Efendi, İstanbul’daki medreselerde ve şeyhülislâm Ebezâde Abdullah Efendiden aklî ve naklî ilimleri tahsil edip mülâzım oldu.

1708’de Kenânpaşa Medresesinde müderris (profesör) oldu. 1719’da Arifiye Medresesine tâyin edildi. 1723’te Reşid Mehmed Efendinin yerine vak’anüvisliğe getirildi. Bu arada derecesi yükseltilerek Molla Gürânî Medresine müderris oldu. 1729’da müderrislik derecesinin en yükseği olan Süleymâniye Medresesine tâyin edildi. 1732 senesinde Kudüs pâyesiyle Yenişehir-i Fener kâdılığına tâyin oldu. Bursa ve Medîne kâdılıklarında bulundu. 1748 (H. 1161)de İstanbul kâdılığına yükseltildi. 1757’de Anadolu Kazaskerliğine bir müddet sonra da, Rumeli Kazaskerliğine getirildi. 1759 senesinde yetmiş dördüncü Osmanlı şeyhülislâmı oldu.

Bu yüksek vazîfeyi sekiz ay kadar adâlet ve doğrulukla yürüttü. Bu vazîfedeyken 1760 (H. 1173) senesinde İstanbul’da vefât etti. Kabri, Molla Gürânî Mahallesindeki medresenin bahçesindedir.

Çelebizâde İsmâil Âsım Efendi, aklî ve naklî ilimlerde derin âlim ve güzel ahlâk sâhibi bir kimseydi. Nazım ve nesirde de yüksek derece sâhibiydi. Arabî, Fârisî ve Türkçe yazdığı birçok kıymetli şiirleri vardır. Bu şiirlerinde Nâbi ve Nedim tarzını devam ettirmiştir. Daha çok ahlâkî şiirler yazmıştır. Âzerî Edebiyâtıyla da ilgilenmiş ve birçok Âzerî şâire nazîreler yazmıştır.

Eserleri:

Çelebizâde Âsım Târihi: Râşid Târihi’nin zeyli olup 1722-1733 seneleri arasındaki Osmanlı târihi ile ilgili olayları anlatır.

Dîvân: Arabî, Fârisî ve Türkçe şiirlerinin toplandığı kitabı. 1851’de İstanbul’da basılmıştır.

Hitay Seyahatnâmesi: Tercümedir.

Münşeât: Yazdığı mektuplarıdır.

Târih-i Nevâdir-i Çin-i Maçin Tercümesi.

ÇELEBİZÂDE SAÎD EFENDİ

(Bkz. Mehmed Saîd Paşa)