ÇARDAK
Alm. Laube (-ngang m) (f), Fr.Treillis (m), İng.Trellis.Yazın güneşin sıcaklığından korunmak için yapılan geçici veya devamlı gölgelik. Sebze bahçelerinde, bostanlarda veya evlerin önlerinde çardaklara rastlanır. İç Anadolu ve Doğu Anadolu’da seyrek ağaçlı yerlerde bâzan kahve ve lokanta gibi kullanılan barınma yerleri de tipik bir çardaktır.
Çardağın lügat mânâsı dört kemerdir. Osmanlılarda önceleri gümrük mânâsına kullanılmıştır. İstanbul Unkapanı’ndaki Çardak İskelesi ismi o zamandan kalmıştır.
(Bkz. Hıristiyanlık)
Alm. Multiplikation (f), Fr. Multiplication (f), İng. Multiplication. Eşit terimli toplamanın kısa yazılışı. Çarpılacak sayılardan önce yazılanına çarpılan, ikinciye çarpan, çarpmanın sonucuna da çarpım denir. Çoğu zaman çarpılan ve çarpanın ikisine de çarpan denir. Çarpma işâreti (x) veya (.) ile gösterilir.
Çarpmanın özellikleri:
1. ab=ba
2. (ka)b=k(ab)
3. a=b ise ka=kb
4. k(a+b)=ka+kb
5. k(a-b)=ka-kb
İşâretleri aynı olan iki çarpanın çarpımı pozitif ve işâretleri ters olan iki çarpanın çarpımı negatif olarak ortaya çıkar.
Osmanlı Devletinde her çarşamba günü İstanbul’un meselelerini görüşmek üzere sadrâzamın başkanlığında toplanan dîvân. Çarşamba Dîvânı’na İstanbul ve bilâd-ı selâse (Eyüp, Galata, Üsküdar)kâdıları katılırdı. Dîvân-ı Hümâyûn çavuşları ve tezkireciler de Dîvân’da vazîfeliydiler. Kâdıların Dîvânhâne’ye gelmelerinden sonra sadrâzam da selîmî kavuk ve erkân kürküyle Dîvânhâne’ye çıkardı. Bu sırada Mehterhâne’nin nevbet çalması âdettendi.
Çarşamba Dîvânı’nda İstanbul halkının değişik konulardaki şikâyetleri yanında, İstanbul’un iâşe, âsâyiş, temizlik, su, ulaşım ve yangın gibi meseleleri görüşülür ve karâra bağlanırdı. Alınan kararlar sadrâzamın mührüyle onaylandıktan sonra, ilgili yerlere havâle edilirdi. Çarşamba Dîvânı, 19. yüzyılın ortalarında Bâbıâlî’de yapılan reformlar sırasında kaldırılmıştır.
Alm. Gabel (f), Fr. Fourchette (f), İng. Fork. Yemek yerken kullanılan, ekserî uzun dört dişli olan mâdenî âlet. Bundan başka atlı arabalarda okun girdiği yere, pamuk eğirmeye yarayan âlete, ekserî buğdaygillerin hasadında kullanılan iki uçlu tarım aracına, keskiye benzer uzunca âlete de çatal adı verilir.
Çatal denilince umûmiyetle yemekte kullanılan dişli mâdenî âlet akla gelir. Eskiden tahtadan da yapılırdı. Günümüzde bu tipler hemen hemen hiç kullanılmamaktadır. Çatallar yapılış tiplerine, kullanış yerlerine göre isim alırlar. Yemek çatalı, pasta çatalı, yemiş çatalı, tava çatalı, salata çatalı gibi.
Avrupa’da çatalın kullanılıp yaygınlaşması 16. yüzyıldan sonra olmuştur. Daha önceleri altın, demir ve billûrdan yapılan tipleri nâdide eşyâlardan sayılırdı. On altıncı yüzyıl sonunda Fransa Kralı Üçüncü Henri et yerken çatal kullandığı için örf ve âdetlere uymadı diye çok tenkid edilmiştir.
On yedinci yüzyılda kullanılanlar iki dişli ve menteşeli olduğundan ortadan katlanabiliyordu. O zamanlarda soylu ve asil bilinen Avrupalı âilelerde kullanılırdı. Bizde ise genellikle 19. yüzyıl sonlarına doğru kullanılmaya başlanmıştır.
Alm. Dach (stuhl m) (n), Giebelwerk (n), Fr. Toiture (f), toit (m), İng. Gable roof. Bir binânın en üst bölümü. Esas olarak hava şartlarından korunmak için yapılır.
Çatı çeşitleri: Çatı türünün belirlenmesi taşıyıcılık bakımından olabildiği gibi görünüş yönünden de olabilir. Çatı, duvar, kolon ve ayaklar üzerine oturabildiği gibi, doğrudan doğruya zemine de dayanabilir.
Ahşap çatılar: Yaygın kullanılan ve ekonomik olan bir çatı türüdür. Bu en basit şekilde düz çatı olabilir. Bu daha çok sanâyi yapılarında görülür. En yaygın tatbik şekli ise eğimli çatıdır. Eğim, kar toplanmasını azaltmak ve su sızdırmazlığı yönünden tercih edilir. Kar yükü yanında, bâzı durumlarda, rüzgâr etkisi de çatı için önemli olur. Çatının esas taşıyıcı elemanı ahşap çubuklardan meydana gelen kafes sistemidir. Kafes sistem, ahşap çubuklar bir araya getirilerek teşkil edilir. Çubukların bağlantıları düşey düzlemde olup, kafes sistemler birbirleriyle bağlanır ve berâber çalışmaları sağlanır. Üzerinde ayrıca kafes sistemleri bağlayan aşık denen ahşap elemanlar mevcuttur. Aşıklar eğilimli doğrultuda merteklere bağlanır. Bunun üstüne de çatı kaplaması olarak ahşap tahtalar çakılır. Üstü ise çatı kiremitleriyle kaplanır. İstenirse bu araya bir izolasyon tabakası konulur. Bu şekil, ısının tasarrufu bakımından zamânımızda çok tercih edilmektedir. Kiremit yerine bâzı sanâyi yapılarında olduğu gibi, eternit veya çinko oluklu levhalar da döşenebilir. Bu halde çatıyı ahşap tahtalarla kaplamaya gerek yoktur. Bunun yanında geçirimsizliği sağlamak için bitümlü levhalar da serilebilir. Bu şekilde teşkil edilen çatı, ara bir mesned istemeksizin 8 m gibi oldukça büyük açıklıklara kadar kullanılabilir. Eğer böyle bir çatı betonarme düz döşeme üzerine konuluyorsa sık sık döşemeye mesnetleme yapılır. Çatı eğiminin binâ dış yüzlerine yakın, dik ve içerlerde daha az eğimli tertiplenmesiyle çatıda kullanılabilir bir hacim de teşkil edilebilir.
Çelik çatılar: Daha büyük açıklıkları aşmak veya daha çabuk kurulması sebebiyle çelik çatılar tercih edilebilir. Sanâyi yapılarında daha yaygın kullanılır. Ayrıca bu sûretle orta kısımdaki çatı yüksekliğini daha düşük tutmak mümkündür. Büyük açıklıklar için ekonomiktir. Kaplamaları genellikle oluklu metalik veya eternit levhalarıyla yapılır.
Betonarme çatılar: Özellikle betonarme binâlarda düz çatı istenildiğinde tatbik edilir. Su için az da olsa bir eğim vermek ve izolasyon yapmak şarttır.
Günümüzde önemli yapılar için hafif çatı tercih edilmektedir. Bunu kubbeye benzeyen betonarme kabuk inşâat ile yapmak mümkün olmaktadır. Böylece 7,5 santimlik bir kalınlıkla 25-30 metreyi aşmak kâbil olmaktadır. Değişik başka bir örnek ise kablo ağlarıyla teşkil edilen çatı olup, kare veya üçgen ara kısımları şeffaf cam veya pleksiglasla kapatılır. Bu sûretle kapatılan alanın büyük olması tabiî ışıktan faydalanmağı engellemez.
Alm. Roggen (m), Fr. Seigle (m), İng. Rye.Famiylası: Buğdaygiller (Gramineae),Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu.
Köklerinden bir kısmı derinlere giden yayvan köklü, 4-5 kardeş veren, yaprakları mavimtrak yeşil renkte ve üst tarafları tüylü, başakları dört köşeli, taneleri yeşilimtrak, sarı, esmer gibi çeşitli renklerde olan, buğdaygiller familyasına bağlı yıllık bir bitki. Tânelerinin uzun ve yassı olmasıyla buğdaydan ayırt edilir. Başakçıklar ekseriya 2 çiçeklidir. Kayık biçiminde olan kavuzun sırt çizgisi kirpik şeklinde tüylerle örtülüdür. Çavdarın vatanı genel olarak Ön Asya’dır. Anadolu’da hâlen yabânî tiplerine rastlanmaktadır. Bu tahıl, ilk önce buğday tarlalarına yabânî ot olarak girmiş, sonradan kültüre (yetiştirilme) alınmıştır.
Türkiye’de çavdar, diğer ürünlerin verimli olmadığı fakir topraklarda yetiştirilir En çok, Orta Anadolu, Marmara ve Doğu Anadolu bölgelerinde zirâati yapılır. En çok üretim yapılan illerimiz ise Erzurum, Niğde, Kayseri ve Konya’dır. Çavdar, daha çok yayla ikliminde yetişir. Kuvvetli kök sistemi olduğu için kuraklığa ve soğuğa dayanma gücü yüksektir. Yetişmesi için buğdaydan daha az sıcaklık ister. Yazlık çavdar 110-140 günde ömrünü tamamlar. Toprağın fazla yaş olmasına dayanamaz. Yetişmesi için hafif topraklar ister. En iyi olarak kumlu-tınlı, tınlı-kumlu ve milli topraklarda yetişir. Çavdar, birçok yıllar ard arda ekilebilir. Yalnız verimli olabilmesi için münâvebe ister. Çavdar için en iyi münâvebe, patates ve bir yeşil gübre bitkisi ile olan münâvebedir. Toprak fazla kumlu ise, yeşil gübre bitkisi ekilir. Güzün erkenden gübre toprağa verilir ve arkasından çavdar ekilir. Çavdar baklagillerden sonra da gâyet güzel yetişir. Buğday ve arpanın ön bitki olarak kullanılması, çavdar için pek iyi netice vermez. Çavdarın kuvvetli bir kök sistemi olduğu için umûmiyetle gübre verilmez. Yalnız, gübre verilir veya gübrelenmiş bir bitkiden sonra çavdar ekilirse veriminde artış olur. Çavdar, yeşil gübreden çok istifâde eder. Kuvvetsiz kalmış tarlaları sun’î gübrelerle kuvvetlendirmek de çavdar için iyi netîce verir. Çavdarın ekimi için toprak derince sürülerek ekime hazırlanır. Fazla verim için, güzlük ve yazlık ekimleri mümkün olduğu kadar erken yapmalıdır. Tohumluk olarak, çimlenme gücü yüksek, iri, dolgun ve temiz tânelerin seçilmesi lâzımdır. Ekim serpme veya makina ile yapılır. Makina ile ekimde sıralar arasında 15-18 cm aralık bırakılır. Çavdarın tâne ağırlığı düşük olduğu için, 4 santimetreden pek fazla derine ekmemelidir. Tohum ekildikten sonra disk, tırmık veya kültüvatörle toprak kapatılır. Çavdar için biçme zamânı “sarı erme” zamânıdır.
Çavdar verimsiz topraklarda ve soğuk iklimlerde yetişebildiğinden, Avrupa’nın kuzey bölgelerinde, Akdeniz memleketlerinin dağlık sahalarında buğdayın yerini alır. Çavdarın zirâatte kullanılan tek türü vardır. Secale cereale. Çavdarda nişasta oranı % 66, protein % 8’dir. Ekmeği siyah olmakla beraber, besin değeri bakımından buğdaydan aşağı değildir. Bilhassa proteince fakir olan beyaz ekmekten üstündür.
Kullanıldığı yerler: Avrupa’nın birçok yerlerinde çavdar ekmeği tercih edilmektedir. Anadolu’nun bâzı köylerinde ekmeği, buğday-çavdar karışımından yapmaktadırlar. Has unlarda protein tabakası kepekle beraber ayrılmış olduğundan, beyaz ekmeklerin besin değeri, proteinli olan esmer ekmeklere nazaran düşüktür. Endüstride ispirto çıkarılır. Hayvan beslenmesinde de faydalanılır. Çavdar sapından hasır, sepet vs. yapılır.
Dünyâda Çavdar Üretimi (1990)
Ülke |
Üretim (ton) |
Bağımsız Devletler Topluluğu |
20.000.000 |
Polonya |
5.800.000 |
Birleşik Almanya |
4.260.000 |
Kanada |
926.000 |
ABD |
257.000 |
Türkiye |
285.000 |
İspanya |
280.000 |
Avusturya |
356.000 |
Fransa |
254.000 |
ÇAVDARMAHMUZU (Secale Cornutum)
Alm. Mutterkorn (n), Hungerkorn (n), Fr. Ergot (m) de seigle, İng. Ergot of rye. Claviceps purpurea (Ascomycates=Asklı Mantarlar sınıfı) adı verilen çavdarmahmuzu mantarının çavdar ve benzeri buğdaygil bitkilerinin başağında parazit olarak kışı geçirmek üzere meydana getirdiği bir sklerotyum.
Sklerotyumlar 1-5 cm uzunlukta, 2-8 mm genişlikte, hafif kıvrık, siyahımtrak renkte, özel kokulu silindir şeklinde çubuklar hâlindedir. Hastalık meydana getirir. Buğdaygillerin ekildiği bölgelerde, fakat rutubetli ve yağmurlu olan iklimlerde meydana gelen bu hastalığa, bilhassa Doğu Avrupa’da, Rusya ve Polonya ovalarında ve Batı Avrupa’da, İberik Yarımadasında rastlanmaktadır. İlâç elde etmek maksadıyle Avrupa’nın birçok memleketlerinde, Macaristan, Almanya, İsviçre ve Fransa’da yetiştirilir. Türkiye’de ekilmekte olan çavdarlar ve diğer buğdaygiller üzerinde bu hastalığa rastlanmaz. Çünkü iklim yeteri kadar rutubetli değildir. Bazı bölgelerde tek tük rastlanan sklerotyumlar konu dışıdır.
Mantar sporları çavdar çiçeği dişi organının tepeciğinde çimlenir ve bir miselyum (mantar ipliklerinin meydana getirdiği topluluk)meydana getirir. Miselyum yumurtalığın içini tamâmen kaplar ve bir süre sonra üreme sporlarını vermeye başlar. Aynı zamanda mantar tatlı bir sıvı da salgılar. Balçiği denen bu sıvı böcekleri çeker. Balçiğini emmeye gelen böceklerin vücutlarına sporlar yapışır ve böylece sporlar başaktan başağa taşınarak hastalık yayılır. Miselyum yumurtalığı tahrib ettikten sonra sıkı bir örgü hâline geçerek, küçük bir boynuz veya horoz mahmuzu şeklinde siyahımtrak mor lekeli bir sklerotyuma döner. İşte bu sklerotyuma çavdarmahmuzu denir. Olgunlaşan çavdar tâneleri ile birlikte sklerotyum da toprağa düşer ve kışı toprakta geçirir. İlkbaharda çavdarın çiçek açma zamânında sklerotyumdan soluk kırmızı renkli çok sayıda saplar çıkar. Bunların uçlarında mat kırmızı renkte yuvarlak başlıklar meydana gelir. Bu başakçıkların içindeki iğ şeklinde sporlar, başakların açılmasıyle rüzgârlarla etrâfa dağılarak, tıpkı bir çiçek tozu gibi çavdar çiçeğinin dişi organının tepeciğine gelir ve dişi organ üzerinde çimlenerek hayat safhasına yeniden başlamış olur.
Çavdar ununda, çavdarmahmuzu da bulunacak olursa, bu undan yapılan ekmek zehirlidir. Bu yüzden ortaçağda Avrupa ve İskandinav memleketlerinde büyük zehirlenme vak’alarına rastlanmıştır. Bu zehirlenmeye Ergotismus adı verilir. Zehirlenme iki şekilde olur. Zehirli ekmeği yiyenlerin vücutlarının birçok yerinde şiddetli yanmalar başlar ve bunlar kangren oluncaya kadar sürer ve ölümle sonuçlanır. Kol, bacak veya herhangi bir organını kaybederek kurtulanlar da olur. Diğer şekli ise vücudun bâzı organlarında gerileme olur, sakat kalır veya ölümle sonuçlanır.
Kullanıldığı yerler: Çavdarmahmuzu tıbbî önemi de hâizdir. Hafif ısıda kurutulan mahmuz siyahımtrak menekşe renginde, yarım ay şeklinde, 10-35 mm uzunluğunda, 2-5 mm genişliğindedir. Kokusu özel, tadı yoktur. Çavdarmahmuzu alkaloit yönünden zengindir. Özellikle İspanya’da elde edilenlerinde alkaloit daha çoktur. Herbiri kuvvetli zehir olan bu alkaloitler üç grup altında toplanır: 1) Ergometrin, 2) Ergotamin, 3) Ergotoksin.
Fizyolojik etkileri olan bu alkaloitler, doğumlardan veya çocuk düşürdükten sonra devâm eden kanamalara karşı kullanılır. Çoğunun kan dindirici etkisi vardır.
Yirmi dört Oğuz boyundan biri. Üçokların Gök Han Oğulları koluna bağlı olup alâmet olarak sungur/akdoğan kuşunu kullanırlardı. “Nâmuslu ve ünü uzaklara yayılmış” mânâsına gelen “Çavuldur” kelimesi bâzı kaynaklarda “Çavundur” şeklinde geçer. Çavuldur boyu, 10. yüzyılda diğer Oğuz boylarıyla birlikte yurtlarından Mangışlak/Siyahkûh Yarımadasına göç etti. Bir kısım Çavuldur mensubu Mangışlak’ta kalırken, bir kısmı Selçuklularla birlikte Anadolu’ya geldi. Bunlardan Emir Çavuldur, Sultan Alparslan’ın; Çavuldur Caka da Danişmend Gâzinin Anadolu fetihlerine komutan olarak iştirak ettiler. Bu akınlarla gelen Çavuldurlardan Anadolu’ya gelip yerleşenler de oldu. Kurdukları köylere boylarının adlarını verdiler. Bu isimle Anadolu’da, 16. yüzyılda on altı, 20. yüzyıl ortalarında on yedi köyün mevcûdiyeti tesbit edilmiştir.
Mangışlak Yarımadasında kalan Çavuldur boyu mensupları ise, 16. yüzyılda Kalmukların baskısıyla Kafkasya’nın kuzeyine göç ettiler.
(Bkz. Ceausescu, Nicola)
Alm. Wiedehopf (m), Fr. Huppe (f), İng. Hoopoe.Familyası: Çavuşkuşugiller (Upupidae). Yaşadığı yerler: Avrupa, Afrika, Madagaskar ve Asya’dan Japonya’ya kadar olan bölgelerin park, bahçe ve açık arâzilerinde. Özellikleri: 28-30 cm boyunda, ince sivri gagalı bir kuş. Başında uçları siyah dik tüyleri bulunur. Kanat ve kuyruk tüylerinde enine siyah beyaz bantlar vardır. Çeşitleri: Tek tür olup, birkaç alt türü mevcuttur.
Güvercin kadar veya güvercinden küçük, başının tepesinde yelpâze gibi uzun tüyleri bulunan güzel bir kuş. Vücudu turuncu kahverengi tüylü olup, kanat ve kuyruk tüylerinde enine siyah beyaz bantlar bulunur. İnce uzun gagası hafifçe kıvrık ve yandan basıktır. Ayakları kısa ve güçlüdür. Yürürken başını ileri geri salladığında başındaki sorgucu ile hoş bir görünüş arz eder. Toprak üstünde sıçrayarak çeşitli oyunlar yapar. Erkek dişisine kur yaparken yiyecek taşır. Eşleşme dönemlerinde çıkardıkları sesten dolayı “hüthüt” adını almıştır. Buna “taraklı kuş” ve “ibik kuşu” da denir. Kur’ân-ı kerîmde hüthütün Süleymân aleyhisselâmın askerlerine su bulma görevi yaptığı, Sebe Melikesi Belkıs’ın sarayını haber verdiği, mektup götürüp ondan haber getirdiğinden bahsedilmektedir. Araplar buna “haberlerin babası” mânâsında “Ebü’l-ahbâr” diye künye vermişlerdir.
Böcek ve kurtçuklarla beslenir. Sivri gagası ile toprağı eşerek çıkardığı kurtları havaya fırlatıp gagasını açarak havada kapmayı sever. Haşere ile beslendiğinden faydalı bir kuştur. İnsana rahatlıkla alışır. Sonbahar mevsiminde Afrika’ya göç eder. Baharda Asya ve Avrupa’ya tekrar döner. Yuvasını ağaç kovuklarında veya yüksek toprak deliklerinde yapar. Kuluçka zamânı kuyruk bezinden ağır bir koku yayılır. Dişi çavuşkuşu 4-12 adet açık mâvi veya zeytûnî kahverengi yumurtalar üzerinde 16 gün kuluçkaya yatar. Bu sürede erkek tarafından beslenir. Çavuşkuşları göç zamanlarının dışında yalnız yaşamayı seven kuşlardır. Açık arazide bulunabileceği gibi şehir parklarında da rastlanır.
Alm. Tee (m), Fr. The (m), İng.Tea; tea plant. Familyası: Çaygiller (Theaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Doğu Karadeniz bölgesinde yetiştirilmektedir.
Vatanı olan Çin’de yabânî olarak yetiştiği zaman yüksekliği 10-12 metreyi bulan, yetiştirildikleri zaman ise boyları 2-3 metreyi aşmayan ve yaprak dökmeyen bir ağaç. Haziran-temmuz aylarında beyaz renkli ve güzel kokulu çiçekler açar. Yaprakları basit ve saplı, sert, koyu yeşil renkli, oval şekillidir. 5-9 taç yapraktan müteşekkil olan çiçekler dallarda teker teker bulunur. Meyveleri 3 gözlü olup, her gözünde bir tohum bulunur.
Çayın târihçesi:Çay, Çince “Ça” kelimesinden türetilmiştir ve bütün diller, bu içecek için bundan aldıkları ve ürettikleri kelimeleri kullanırlar. İlk olarak çaya Çin’de Îsâ aleyhisselâmın doğumundan 2700 yıl önce yazılmış olan belgede rastlanılmıştır. Fakat kayıtlar yalnız ilâç olarak kullanıldığını belirtmektedir.
Çayın Çinlilerin millî içkisi olması, ancak milâttan 400 yıl sonradır. Ortaçağlarda ticârî münâsebetlerin başlamasıyla berâber yavaş yavaş çayın kıymeti de anlaşılmış ve bütün dünyâya yayılmıştır. Milâdî 350 yıllarında Çinliler gemilerle Seylan’a gidiyorlar ve mallarını Arap ve İran gemilerinin getirdiği mallarla mübâdele ediyorlardı. Beşinci yüzyılın ortasında Çinliler Kızıldeniz’deki Aden’e kadar geldiler. Sekizinci yüzyıldan îtibâren Arap ve İran gemileri Çin’e kadar gittiler. On beşinci yüzyıldan îtibâren çay karayoluyla Orta Asya’ya geldi ve böylece Tibetliler onu genel olarak kullanmaya başladılar.
Avrupa çay hakkındaki haberleri ancak Haçlı seferleri sırasında alabildi. On altıncı yüzyılda çaydan, meşhur seyyahlardan Giovanni Battista Ramusio (1559), L. Almedia (1588) ve Tareira (1610) tarafından bahsedilmiştir. Fakat çayın hazırlanması hakkında kesin bir bilgiye sâhip değillerdi. 1610 yılında Hollanda-Doğu Hindistan şirketinin gemileri ilk çayı Hollanda’ya getirdiler ve çok geçmeden sevilen bir içecek oldu. Paris’e ilk çay 1635’te, Londra’ya 1650’de geldi. Rusya’ya karayolundan 1638’de ulaştı. Almanya’ya ise 1647 yılında girdi. Çayın halk tarafından da benimsenmesi birçok doktorun bunu tavsiye etmesinden ileri gelmiştir.
Memleketimizde çay zirâatine âit ilk denemeler 1888 senesinde Bursa’da yapılmış ve başarısızlıkla nihâyet bulmuştur. 1924 senelerinde Kafkasya’dan getirilen tohumlar ile Rize’de bâzı denemeler yapılmış ve iklime uygun tohum kullanıldığı için iyi netîceler alınmıştır. Fakat çay ekimi, kuvvetli teşvik edici sebepler bulunmadığı için ilerleyememiş ve ancak 20 dönümlük kadar bir çay bahçesi yapılmıştır. 1939’da 3788 sayılı kânunun çıkartılması ile çay zirâati büyük bir hızla gelişmiştir. 1939’da 2130 dönüm olan çaylıkların sahası, 1957’de 93.360 dönüme yükselmiştir. Çay yetiştirme işi memleketimizde ilk önce Rize civarında başlamış ve zamanla yayılmıştır. Bugün Sürmene’den Hopa’ya kadar olan mıntıkada, sâhilden 500 m’ye kadar yükseklikte olan yerlerde, geniş çapta çay fidanı yetiştirilmektedir.
Çayın yetiştirilmesi: Yabânî çay ağacı 7-10 m’lik bir yükseklikte olmasına karşılık, yapraklarını daha kolay toplayabilmek için kültürlerinde boylarını 3 m’yi geçirtmezler. Kuvvetli budama sâyesinde ağacın yeni filizler getirmesi sağlanır ki, en değerli yaprakları taşıyanlar da bunlardır. Büyüyebilmesi için çay ağacının nemli sıcak bir iklime ve bol güneşe ihtiyâcı vardır. bu yüzden çay bahçeleri genellikle tepelerin güney tarafındadır. Çay fideleri birer metre aralıkla dikilir ki, büyüyünce, aralarından rüzgâr esebilsin. Üç yıl sonra ürünün alınmasına başlanabilir ve bu arka arkaya yedi yıl sürer. Bu süreden sonra toplanan yaprakların değerleri gittikçe azalır ve eskileri çıkarılıp yerine yenileri dikilir.
Çayın toplanması: Çin’de yılda üç kez çay yaprağı toplanır. Yağmur mevsiminden biraz önce, mart, nisanda yeni, tâze yeşil yapraklar toplanır ki, en iyi çay da bunlardan yapılanıdır. Mayısın sonu ve haziranın başında ikinci ürün alınır. Fakat bunun değeri birinci ürüne oranla biraz düşüktür. Temmuz ve ağustosta yaprakların değeri çok azalır. Bu yüzden toplama yapılmayabilir.
Rize bölgesinde çay yaprakları bilhassa Mayıs-haziran aylarında toplanmaktadır. Toplanan yapraklar bu bölgedeki fabrikalarda hemen işlenmektedir.
Yağmur mevsiminde, nemliliğin çayın tadına etkisi fenâ olduğundan, yapraklar toplanmaz. Sabah erkenden gecenin çiğ taneleri buğulanıp uçtuktan sonra toplanır.
Çay yaprakları bitkinin üzerinde bulundukları yerlere göre değer taşır ve bunlardan elde edilen çayların da aynı şekilde değerleri değişiktir.
Beyaz kirpik, üzerinde beyaz yumuşak tüyler bulunan henüz açılmamış yaprak tomurcuklarıdır. Bu yapraktan elde edilen çaya altınbaş veya akkuyruk ismi verilmektedir.
Çay elde edilecek yapraklar, dalın ucunda yeni açılmış ikibuçuk yapraktır. Daha aşağıdaki kartlaşmış yapraklar koparılıp çay yapılmaz. Bizde en iyi kaliteli çay Sürmene-Hopa arasında yetişmektedir.
Çayın elde edilişi: Çay ağacından işleme göre iki tip çay elde edilmektedir. Siyah ve yeşil çay. Siyah çay elde etmek için toplanan yapraklar raflara serilerek soldurulur. Sonra makinalarda bükülür. Böylece hücre çeperlerinin kısmen parçalanması sağlanır. Soldurulmuş ve bükülmüş çaylar rutûbetli bir odada fermantasyona bırakılır. Sonra fırınlarda kurutulur ve nihâyet elenerek kalitelerine ayrılır ve ambalajlanarak ticârete çıkarılır. Türkiye’de siyah çay elde edilmekte ve içilmektedir. Yeşil çay fermante edilmeden hazırlanan çaydır. Toplanan yapraklar doğrudan doğruya kavrulur veya 80-90 °C’de ısıtılmış su buharına tutulur, sonra makinalarda kıvrılarak kalitelerine ayrılır ve ambalajlanır. Yeşil çayın tadı siyah çaydan daha kuvvetli ve serttir. Yeşil çayı daha fazla Asyalılar sever.
Kullanıldığı yerler: Çay keyif verici olarak içilmesinin yanı sıra, tıbbî önemi hâizdir. Çay yapraklarında % 1,5-4 kadar kafein, az miktarda da teofilin vardır. Çay yaprakları % 10 civarında tanen de ihtivâ eder. İhtivâ ettiği alkaloitlerden dolayı bâriz idrar söktürücü etkisi vardır. Büzücü etkisinden dolayı göz banyolarında kullanılır. Çay yapraklarının eczâcılıktaki asıl kullanılışı kafein elde etmek bakımındandır. İlâç hammaddesi olarak oldukça fazla kullanılan kafein, ya sentetik olarak veyahut da çay yapraklarından elde edilmektedir. Uzun müddet ve fazla miktarda çay kullananlarda teizm adı verilen uykusuzluk, iştahsızlık, zayıflama ve sinirlilik halleri ile kendini gösteren bir hastalık belirir. Az miktarları dinlendirici ve iştah açıcı etkisi yanında keyif vericidir.
Çayı limonla içmek âdeti Rusya’dan gelmiştir. Bâzıları bu yüzden çayın asıl aromasının kaybolduğunu iddia ederler. Gerçekten çay saf olarak hazırlanırsa, kendi aroması tam olarak meydana çıkar. Genellikle çay daha başka içeceklerle de karıştırılır. Süt bunlardan biridir. Rusların semâverde yaptıkları çay çok ince bir çaydır. 240 gr suya 1/2 gram çay yaprağı atarlar. En çok tanınmış semâver çayı yeşil yapraklı çaydan yapılır ve bu ince çayın en iyi aromaya sâhip olduğunu iddiâ edenler çoktur.
Ticâreti: Rize bölgesinden elde edilen çay memleketin ihtiyâcına kâfî gelmemektedir. Bu sebeple Tekel İdâresi her sene hemen hemen memleketimizde elde edilen miktarda çayı Hindistan, Pakistan ve Seylan’dan ithal etmekte ve bunları harman yaptıktan sonra piyasaya çıkarmaktadır. Yapılan hesaplamalarda Türkiye’de her vatandaşın millî gelirden aldığı payın % 20’sini keyif verici maddeler için harcadığı ortaya çıkmaktadır.
Dünyâ Çay Üretimi (1989)
Ülke |
Üretimi (ton) |
Hindistan |
682.000 |
Çin Halk Cumhuriyeti |
566.000 |
Sri Lanka |
207.000 |
Kenya |
181.000 |
Endonezya |
156.000 |
Bağımsız Devletler Topluluğu |
150.000 |
Türkiye |
136.000 |
Japonya |
90.000 |
İran |
46.000 |
Bangladeş |
44.000 |
Malavi |
39.000 |
Alm. Wiese (f), Weide (-land n) (f), Fr. 1. [tar.] Herbe (f), 2. [coğ] Prairie (f), 3, [tar] Pre (m), İng. Meadow; pasture. Tabiî olarak teşekkül etmiş veya insan eliyle tesis edilmiş çeşitli ot bitkilerinden meydana gelmiş yer.
Çayırlar, genel olarak düz ve taban suyu yakın olan arâzilerde, sık ve uzun boylu bitkilerden meydana gelir. Umûmiyetle, hayvanlara hazır ot gâyesiyle biçilirler veya hayvanlar otlatılır. Toprak erozyonunun önlenmesinde de önemli ve faydalıdırlar.
Yeni kurulacak çayır toprağının hazırlanması: Sonbaharda yapılacak ekim için, sulanmayan yerlerde tezeksiz ve otsuz bir nadas hazırlanır. Sulanan yerlerde ise çabuk yetişen bir çapa bitkisi yetiştirilir. Mahsul kaldırıldıktan sonra, iki defâ sürüm yapılır ve merdâne veya hafif sürgü geçirilerek ince bir tohum yatağı hazırlanır. İlkbaharda ekim yapılacaksa, toprağın sonbaharda derin sürülmesi ve kışı bu halde geçirmesi gereklidir. Bu suretle, toprak olgunlaşır ve baharda ekime hazır duruma getirilir.
Gübrelenmesi: Çayırlık kurulacak topraklara, bir evvelki bitkiye verilmek sûretiyle, dekara 4-6 ton kadar çiftlik gübresi verilir. Yeşil gübreleme yapılırsa, takviye olarak, sun’î gübrelerden, süperfosfat’tan dekara 25-30 kilo, % 40 potaslılardan 15-20 kilo verilmesi lüzumludur.
Yalnız başına sun’î gübre verilecek olunursa, dekara 25-45 kg süperfosfat, 20-30 kg potaslı ve 30-45 kg amonyum sülfat verilir. Yalnız, baklagil yem bitkilerinde amonyum sülfatı kullanmak gerekmez.
Tohumluk olarak, temiz ve çimlenme gücü yüksek tohumları kullanmalıdır. Dekara atılacak tohum miktarı, ekilecek çeşit, miktar ve oranlarına göre değişmektedir. Bunun hesabı zirâat mütehassısına yaptırılır.
Sonbaharda erken, ilkbaharda ise geç ekim iyi netîce verir. Ekim zamânında toprağın sıcaklığı 3,5-4 derece olmalıdır. Çok iyi hazırlanmış toprakta, ekimden önce ve sonra merdâne geçirilir. Ufak çayır tohumları, üç misli kül veya elenmiş toprakla karıştırılır. Bu karıştırma işi ile ekiminde ve çimlenmesinde düzgünlük sağlanmış olur.
Ekim yapıldıktan sonra, iklim, mevsim, toprak ve bitkinin durumuna göre gerekli zamanlarda sulama yapılır.
Çayırların biçimi: Çayır otlarının erken biçilmeleri ve geç biçilmeleri doğru değildir. Otların kuru maddelerinin yükselmiş ve vasıflarında da iyi bir durumda bulunduğu zaman biçilmeleri lâzımdır. Ot çeşitlerine göre değişmekle birlikte, genel olarak, çiçeklenmenin tamamlanmasına yakın bir zamanda biçilmeleri doğrudur.
(Bkz. Hokey)
Rus besteci. 1840’ta Volkinsk’te doğdu, 1893’te Petersburg’ta öldü. On dokuzuncu yüzyılın önde gelen bestecilerindendir. Melodilerinin zenginliği ve orkestra düzenlemeleriyle dikkat çekmiş, Kuğu Gölü, Fındıkkıran ve Uyuyan Güzel bale müzikleri, klasik balenin başeserleri kabul edilmiştir.
Çaykovski bir mâden mühendisinin oğluydu. Aslında hukukçu olmak istiyordu. Amatör olarak piyano dersleri aldı. Anton Rubinstein’in orkestralama derslerini takip etti ve 1866’da Rubinstein’in kardeşi Nikolay tarafından Moskova Konservatuvarında armoni hocalığına getirildi. Balakirev ve Rimsiky Korsakov ile bu dönemde tanıştı ve onların müzik görüşleri ilgisini çekti. Sinirlerinin zayıf oluşu, duygusal hayatında dengesizliklere yol açtı, depresyonlar geçirdi. 1877’de yaptığı başarısız evlilik yüzünden intihara kalkıştı. Ertesi sene Nadejda von Meck isimli bir hayranının maddî desteği sâyesinde kendini beste çalışmalarına verdi. Nadejda ile yazışmaları 1886’ya kadar sürdü. 1891’de turneye gittiği ABD’de Carnegie Hall’i hizmete açtı. İki yıl sonra Ağustos 1893’te kendisinin başeser saydığı Opus 74 Si Minör Altıncı (Patetik) Senfonisini tamamladı. Senfoninin ilk çalınışını da kendi yönetti, fakat eserin fazla takdir edilmemesi onu hayal kırıklığına uğrattı.
Çaykovski’nin ölümü bir esrar perdesiyle örtülmüştür. Öldüğünde, şehirdeki kolera salgını sırasında kaynamamış su içerek bu hastalığa yakalandığı söylentisi yayıldı. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında yapılan araştırmalar ise, imparatorluk âilesinden bir erkekle gayri ahlâkî ilişkiye girdiği yolundaki suçlama üzerine bir skandalı önlemek maksadıyla zehir içerek hayatına kıymış olabileceğini ortaya koymuştur. Kimi söylentilere göre de son senfonisinin başarısızlığı yüzünden intihar etmiştir.
Alm. Milan (m), Fr. Milan (m), İng.Kite. Familyası: Kartalgiller (Falconidae). Yaşadığı yerler: Eski ve Yeni Dünyâ kıtalarının orman ve su kenarlarında. Özellikleri: Uzun kanatlı, çatal kuyruklu, çengel gagalı; böcek, kuş, küçük kemirgenlerle beslenen kuşlar. Çöp ve leş de yerler. Bâzıları göçücüdür. Ömrü: 70-80 yıl. Çeşitleri: Kızıl, Kara, Mısır ve Florida bataklık çaylağı en meşhurlarıdır.
Gündüz yırtıcılardan, uzun kanatlı, çengel gagalı ve çatal kuyruklu bir kuş. Gaga ve pençeleri kartallardan daha zayıftır. Genellikle kızıl karışımı esmer tüylüdürler. Uzun çatallı kuyrukları tipik özellikleridir. 25 santimetreden 70 santimetreye kadar değişik boyda türleri vardır. Böcek, küçük kuş, fâre, köstebek gibi kemiricileri avlar. Çöp ve leş de yerler. Ortaçağda, kasaba sokaklarına sürüler hâlinde inerek çöpleri yediklerinden, insanlar tarafından korunmuşlardır. Yiyecek başında döğüşmeleri, çocukların ellerindeki yağlı ekmekleri kapmaları ve bâzan kümes hayvanlarına da saldırmaları, yağmacı olarak şöhret bulmalarına sebeb olmuştur.
Yeni Dünyâ çaylakları daha az leş yerler. Meselâ; Mississippi çaylağı (İctinia mississippiensis) böcek, küçük yılan, kertenkele, balık ve kurbağa avlar. Kara çaylak (Milvus migrans) Eski Dünyâ türlerinden olup, sürüler halinde Afrika ve Asya’daki şehirlerin üstünde uçuşarak leş ve çöp arar. Yavaş ve süzülerek uçar, 60 cm boya, 120 cm kanat açıklığına sâhiptir. Afrika’da yaşayanları palmiye ağacının yağlı meyvelerini de yerler. Kızıl çaylak (Milvus milvus) ise 65-72 cm boya, 150 cm kanat açıklığına sâhiptir. Kafası beyaz, gagası siyahtır. Kanatlarının altında beyaz bir leke olup, uçarken gâyet iyi görülür. Kuzeybatı Afrika, Avrupa ve Ön Asya’da ağaçlık yerlerde yaşar.
Çaylaklar, yuvalarını yüksek ağaçlar üzerine yapar. 2-4 yumurta yumurtlarlar. Kuluçka süreleri 21-28 gündür. Bu sürede erkek dişiyi besler. Leş, çöp ve kemiricileri yediklerinden faydalı kuşlardır.
Kafkasya’nın kuzeydoğusunda yaşayan bir kavim. Kültür, örf ve âdetlerine bağlı olan Çeçenler, Kuzey Kafkasya’da yaşıyan öbür kavimlere benzerler. Târihleri hakkında fazla bilgi yoktur. Yapılan araştırmalara göre bunlar, Kafkasya’nın yerli kavimlerindendir.
Dağlık bölgelerde yaşarlar. Eskiden beri düzlüklerde toprak elde etmeye çalışmışlarsa da, buralardaki güçlü kavimler buna müsâade etmemişlerdir. Çeçenler’in eskiden beri hayvancılık, avcılık ve çifçilikle uğraştıkları bilinmektedir. Yalnız dağlarda yaşamaları, arâzilerin kıtlığı, zirâatı geliştirmemiştir. Arâziye sâhip soy ve topluluklar arasında hiçbir zaman mücâdele eksik olmamıştır. Büyük soylar küçüklerini her zaman tehdit etmişlerdir. Çeçenler arasında 10. yüzyıldan sonra, Gürciler vâsıtası ile Hıristiyanlık yayılmaya başladı ise de, 17. yüzyıldan îtibâren Müslümanlık kabul edilmiş ve sonraki yüzyıllarda tamâmen yaygınlaşmıştır.
Ruslar, Kafkasya’yı 18. yüzyıl sonunda elde etmeye başladılar. Çeçenler başlarında İmam Mansur olduğu hâlde Ruslara karşı altı yıl (1785-1791) hürriyetlerini korumak için mücâdele ettiler. Bu ayaklanma Osmanlılar tarafından desteklenmiş, fakat İmam Mansur, Anapa’da Ruslara esir düşünce Çeçenler başarılı olamamışlardır.
Gürcistan’ın Ruslar tarafından 1801’de alınması, Kafkasya yolunun önemini artırdı. Bu yolun dağlı kavimlerin elinde bulunması, Rusya’nın yayılma politikasına engel oluyordu. 1812 harbinden sonra, Rusya’nın Kafkasya’daki askerî hareketi şiddetlenerek, yıkmaya, öldürmeye ve ortadan kaldırmaya çevrildi. Ruslar, merhametsizce dağlı kavimleri öldürdükleri gibi esir alıp sürdüler.
Dağıstanlı Gâzî Muhammed, 1830 yılında bütün Kuzey Kafkasya kavimlerini Ruslarla savaşa çağırdı. Savaşa Çeçenler de dâhil olmak üzere Kuzey Kafkasyalıların hemen hemen hepsi katıldı. Gâzi Muhammed 1832 yılında Rus birliği tarafından kuşatılıp şehid edildi. Daha sonra dağlıların başına geçen Hamza Bey de, 1834’te şehid edilince, mücâdelenin başına Şeyh Şâmil geçti. Ruslara karşı bütün imkânsızlıklara rağmen, Şeyh Şâmil 25 sene mücâdele verdi. Şeyh Şâmil İslâm dîni esaslarına dayanan bir devlet kurmuştu. Şeyh Şâmil zamânında Kafkasya’daki Müslümanlar Rus emperyalizmine karşı görülmemiş şekilde mücâdele veriyordu. 1839’da mücâdeleyi kaybeden Şeyh Şâmil, bir yıllık bir aradan sonra 1859 yılına kadar mücâdelesine devâm etti. Rus askerî harekâtı karşısında ve çeşitli imkânsızlıklar içinde sürdürdüğü mücâdele sonunda direnci kırıldı ve 1859 yılında teslim olmak zorunda kaldı (Bkz. Şeyh Şâmil).
Çeçenler, 1877’de Simsirli Alibek’in önderliğinde istiklâlleri için ayaklandılarsa da, Ruslar tarafından acımasızca bastırıldılar. İkinci Dünyâ Savaşında Rus rejimine karşı kesin bir vaziyet almışlardı. Bu sebepten Çeçenlerin büyük bir kısmı harpten sonra yurtlarından sürüldüler. 1957 yılında alınan bir kararla Çeçen-İnguş Müstakil Sovyet Sosyalist Cumhûriyeti kuruldu. Bugün de aynı yönetimle idâre edilen cumhûriyet nüfûsunun yaklaşık yüzde 30’unu Ruslar, yüzde 70’ini ise Çeçenler maydana getirmektedir.
Eskiden kendilerine has giyimleri olan Çeçenler, günümüzde normal şehirli elbiseleri giyerler.
Kuzey Kafkasya’da yer alan Rusya Federasyonuna bağlı bir Türk muhtar cumhuriyet. Toprakları Büyük Kafkasya Dağlarının kuzeyinde yer alır.
Birçok Kafkas halkından biri olan Çeçenler 10. asırdan itibaren uzun bir süre Ortodoks rahiplerin idaresinde yaşadılar. 17. asırda bölgede yayılmaya başlayan İslamiyet bir süre sonra bölgede hakim din haline geldi. Çeçenler ve İnguşların yaşadığı bölge 1774’te Rusya’nın eline geçmesi üzerine uzun yıllar diğer Kafkas halkıyla birlikte Ruslara karşı mücadele verdiler. Liderleri İmam Mansur’un 1791’de esir düşmesi üzerine başarısızlığa uğradılar. 1813 senesinde yapılan Gülistan Antlaşması ile Çeçenlerin dış dünya ile ilişkileri kesildi ve bölge Rusların hakimiyetine girdi. Rusların Kırım’la ilgilendiği sırada Çeçenler Dağıstanlılarla birlikte Şeyh Şamil’in yönetiminde bazı başarılar kazandılar. Daha sonra tekrar bölgeye Ruslar hakim oldu.
Rusya’da yapılan 1917 devriminden sonra, devrime karşı Çeçenlerinde bulunduğu Terek-Dağıstan yerel hükümeti kuruldu ise de bölgenin yönetimi 1918 Martında Sovyetler Birliğine geçti. Sovyetler Birliği bölgede 1920 senesinde kesin denetimi sağladı. Aynı senenin Kasım ayında kurulan Doğu Özbekistan Cumhûriyeti içinde Çeçen ve İnguş illeri meydana getirildi. Çeçen 1922’de, İnguş 1924’te Özerk yönetim birimleri durumuna getirildi. Bu iki özerk bölge 1934’te birleştirildi. İki sene sonra Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Çeçenler veİnguşlar Almanlarla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle 1944’te Kazakistan ve Orta Asya’ya sürüldüler. Sürgünden 1957’de yurtlarına dönmelerine izin verilen Çeçen ve İnguşlar Kruşçef yönetimi sırasında tekrar Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyetini kurdular. Sovyetler Birliği’nin 1990’da dağılması üzerine Çeçen-İnguş Cumhuriyeti Rusya Federasyonuna bağlı kaldı. 1919’de millî bağımsızlık hareketine başlayan Çeçen-İnguşlar, Rusya ile Federatif mukaveleyi imzalamadılar. Yine aynı sene Çeçen Cumhuriyeti ve İnguş Cumuhriyeti olarak ikiye ayrıldılar. Bununla birlikte bu halkların bağımsızlığı halen hiçbir devlet tarafından tanınmamıştır. Çeçen-İnguş Cumhuriyeti Kıbrıs Türk Federe Devletini tanıyan tek devlettir.
Çeçen-İnguş Muhtar Cumuhriyeti toprakarı coğrafî olarak 3 bölgeye ayrılır. Birinci bölgeyi, Cumhuriyetin güneyinde tabiî sınır meydana getiren Kafkas Dağları meydana getirir. Bölgenin en yüksek dağları Tebulos-Mta (4493 m) ve Şahan Dağlarıdır (4381 m). Bölge topraklarını Sunja nehrinin kolları olan Ergun ve Assa çayları sular. İkinci bölge, Terek ve Sunja ırmaklarının vâdilerinden meydana gelir. Bu iki vadinin arasında Sunja ve Terek dağları vardır. Üçüncü bölge kuzeyde yer alır ve Nogay Bozkırının engebeli düzlüklerinden meydana gelir.
Dağları ne yamaçları da sık kayın, gürgen ve meşe ormanları, yüksek kesimlerinde iğne yapraklı ağaçlar yer alır. Nogay Bozkırı kum tepeleri ve çalılıklarla kaplıdır. İklimi değişken olmasına rağmen genelde kara iklimi hakimdir.
Cumhuriyetin nüfûsu 1.350.000 civârındadır. Nüfûsun % 57.9 unu Çeçenler, % 12,9’unu İnguşlar, % 23,1’ini Ruslar ve diğer halk meydana getirir. Başkenti Grozni’dir. Nüfusun büyük kısmı şehirlerde yaşamaktadır. Eğitim gelişmiştir.
Ekonomisi petrole dayalıdır. Petrol çıkarma tesisleri Grozni ile Gudermes Ovasındaki Sunja Vâdisinde, Sunja ve Terek dağlarında bulunur. Bir petrol boru hattı ile Hazar Denizi Karadenize bağlıdır. Bölgede doğal gaz da çıkarılır. Petro-kimya tesisleri önemli sanayi kuruluşlarıdır. Tarım Terek, Sunja ve Alhan-Curt vâdilerinde yapılır. Başlıca tarım ürünleri hububat, şekerpancarı, ayçiçeğidir. Hayvancılık gelişmiştir. Ençok büyük baş hayvan beslenir.
Çeçen-İnguş Cumhûriyetinde ulaşım genelde karayolu ile sağlanır. Başkent Grozni’den öteki şehirlere ve komşu cumhûriyetlere karayolu bağlantısı vardır.
Alm. Tsetsefliege (f), Fr. Mouche (f), tse-tse, İng. Tse-tse fly. Familyası: Karasinekgiller (Muscidae). Yaşadığı yerler: Afrika’nın tropikal bölgelerinde, özellikle Kongo’da akarsu kıyılarında. Özellikleri: İki kanatlıdır. Koyu renkli olup, karasinekten biraz iridir. Delici emici ağız tipine sâhiptir. Duyu organları tüylüdür. Kan emerek beslenir. Birçok hastalık mikrobunun taşıyıcısıdır. Ömrü: Erginleri 60-70 gün yaşar. Çeşitleri: 21 türü bilinir. “G. palpalis” türü uyku hastalığı, “G. morsitans” türü nagana hastalığı mikrobunu taşır.
Böcekler sınıfının iki kanatlılar (Diptera) takımından Çeçesineğigiller (Glassininae) alt âilesi cinslerine verilen isim. İnsandan, at, sığır gibi evcil ve yabânî hayvanlardan kan emer. Yalnız Afrika’nın sıcak, rutûbetli ve gölgeli bölgelerinde görülür. “Güney ve Afrika böceği” de denir. Emilen kanın pıhtılışmaması için tükürük salgılarken bir hücreli bâzı hastalık amillerini aşıladığından tehlikelidir. Konmuş durumda kanatlarının birbiri üstünde katlanması tipik özelliğidir.
“G. palpalis” çeşidi, insanlarda uyku hastalığına sebeb olan “Trypanosoma gambiense”yi aşılar. “G.morsitans” türü ise nagana hastalığı parazitini (T. brucei) at ve sığırlara aşılar. Her iki hastalığın da öldürücü etkisi vardır.
Dişi sinekler vücutlarının içinde gelişen larvaları tek tek doğurur. Doğan kurtçukları hemen toprak altına gömerler. Gömülen larvalar birkaç saat içinde pupa’ya dönüşür. Altı hafta zarfında pupa’dan kanatlı ergin bir sinek olarak çıkar. Erginler 60-70 gün yaşar. Ömürlerinde 12 döl verir.
Bugün laboratuvarlarda yarı kısırlaştırılan çeçe sineklerini normalleriyle eşleştirerek nesilleri kurutulmaya çalışılmaktadır. Yangın ve ilâçlamalar da nesillerini hayli azaltmıştır.
Alm. Scheck (m.), Fr. Chéque (m.), İng. Check. Çoğunlukla bir bankaya hitâben belirli şekil ve şartlarına uyularak yazılan ödeme emri. Çek bir ödeme aracı olup, genellikle bankaların düzenlediği çek defteri içinde yer alan çeklerden biri doldurularak keşîde edilir.
Çekin menşei İngiltere’de, kralların mâliye bakanına gönderdiği ödeme emridir. Günümüzde özellikle gelişmiş ülkelerde nakit yerine yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Tasdikli, bilvâsıta, havâle çeki, seyyah, banka, posta çeki, çizgili çek ve mahsup çeki olmak üzere çok sayıda çeşitleri vardır.
Türkiye’de Türk Ticâret Kânunu hükümlerine göre, düzenlenen çeklerde, çek kelimesinin çek metninde bulunması, kayıtsız şartsız muayyen bir meblağın ödenmesi emri, ödeyecek kişi, ödeme yeri, çekin düzenleme yeri ve târihi ve keşidecinin adı soyadı ve imzâsının bulunması gerekmektedir. Çek; nâma, emre ve hâmiline ödemek şartıyla düzenlenebilir. Çek, keşîde edildiği târihten îtibâren on gün içinde tediyeye arz edilmelidir. Çek bu süre zarfında ödemek için muhâtaba verilmesine rağmen ödenmemişse, hâmil keşîdeci ve cirantadan (ciro eden kimseden) çek bedelini isteyebilir. Kaşlıkıksız çek çekilmesi, çekle ilgili mevzûât ve Türk Cezâ Kânunu hükümlerine göre cezâyı gerektirir.