ÇALDIRAN MUHAREBESİ

Osmanlı pâdişâhı Yavuz Sultan Selim Han ile İran şâhı İsmâil arasında 23 Ağustos 1514’te Çaldıran Ovasında yapılan târihin en büyük meydan muhârebelerinden biri.

Akkoyunlu Devletini ortadan kaldıran, Âzerbaycan, Irak-ı Arab ve İran’ı ele geçirerek Ceyhun Nehrine kadar hudûdunu genişleten Şah İsmâil, 1510’da doğudaki sünnî Özbekleri de yendikten sonra, Anadolu’ya yöneldi. Gönderdiği dâî ve halîfeleri vâsıtasıyla yaptığı propagandalarda Osmanlı hudutları içindeki Şiîleri kendisine bağlamaya, fırsat buldukça da isyânlar çıkarmaya başladı.

Yavuz Sultan Selim Han ise, Anadolu’yu bölüp parçalamak ve batıya açılan her seferde Osmanlıyı arkadan vurmak emelinde olan Şâh İsmâil’e kesin bir darbe indirmek niyetindeydi.

Nitekim bu gâye ile şehzâdeler ve dâhildeki fesatçıların işini hâlleden Yavuz Sultan Selim Han, 10.000 azab askerinin hazırlanması için Anadolu’ya hükümler gönderdiği gibi, bütün kuvvetlerin Yenişehir Ovasında kendisine katılmasını emretti. Aynı zamanda Manisa vâlisi olan oğlu Süleymân’ı Edirne’ye getirterek Rumeli muhâfazasında alıkoydu. Nisan 1514’te İstanbul’dan Üsküdar’a geçen Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmâil’in halîfelerinden olup esir bulunan Kılıç adında birisi vâsıtasıyla Şah’a Farsça bir nâme gönderdi. Yavuz Sultan Selîm Han bu nâmede; Şah’ın Müslümanlığa aykırı hareketlerinden ve mezâliminden bahsederek, kendisinin Müslümanlığı takviye ve mezâlimi kaldırmak için faaliyete geçtiğini, yaptığı işler sebebiyle Şah’ın katline fetvâ verildiğini ve kılıçtan evvel İslâmiyeti kabul etmesi lâzım geldiğini, bunun için Safer ayında İstanbul’dan hareket ettiğini ve bizzat muhârebeye hazır olacağını, bildirmişti. Elçi Kılıç, Şah İsmâil’i Hemedan’da bularak nâmeyi vermiş ve o da muhârebeye hazır olduğunu bildirmişti. Şah İsmâil bu nâmesinde; “Er isen meydana gelesin, biz de intizardan kurtuluruz.” demişti.

Günlerce doğuya doğru yol alan Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmâil ve ordusundan bir haber alınamaması üzerine bu mektuba ağır bir cevap vermiş ve demiştir ki: “Dâvete icâbet edip uzun yolları geçerek memleketine girdik, fakat sen meydanda görünmüyorsun. Pâdişâhların ellerindeki memleket onların nikâhlısı gibidir, erkek ve yiğit olanlar kendisinden başkasının elini ona dokundurtmazlar. Halbuki bunca gündür askerimle memleketine girip yürüyorum, hâlâ senden bir haber yok. Bundan sonra da saklanıp görünmezsen erkeklik sana haramdır, miğfer yerine yaşmak ve zırh yerine çarşaf giyip serdârlık ve şâhlık sevdâsından vazgeçesin.”

Yavuz Sultan Selim Han bu nâmesiyle berâber Şah İsmâil’in gönderdiklerine mukâbele olarak hırka, şal ve çarşaf gönderdi. Bir taraftan bu mektuplaşmalar devâm ederken, diğer yandan Yavuz’un ordusu harap yollarda binbir müşkülâtla yol alıyordu. Bu durum Şah İsmâil ile muhârebe aleyhdarlarına fırsat verdi. Bunların yavaş yavaş askeri tahrik etmeye başlamasıyla, orduda fısıltılar çoğaldı. Erzincan’a gelindiği zaman asker, kumandanlar ve vezirler düşmanın meydanda olmamasından dolayı daha ileri gidilmemesini ve geri dönülmesini hükümdâra söylemek istedilerse de, Pâdişâh’ın Âzerbaycan’ın merkezi Tebriz’e 40 merhale yolları kaldığını belirtip o tarafa gidileceğini beyân etmesi üzerine korkularından seslerini çıkaramadılar. Fakat bu durumu Pâdişâh’a arz etmesi için, Karaman vâlisi olup Pâdişâh’ın çok sevip ve itimâd ettiği Hemden Paşayı gönderdiler. Hemden Paşa bu ısrarlara dayanamayarak Pâdişâh’a ileri gidilmemesi hakkında ordunun mütâlaasını arz etti. Ancak şiddetle cezâlandırılarak yerine ümerâdan Zeynel Bey Karaman beylerbeyi oldu. Pâdişâh’ın bu hareketi vermiş olduğu kat’î karârın önlenmesine mâni olmak içindi. Bunda bir ölçüde başarı ve orduda sükûnet sağlandı. Bu arada Bayburt’u zaptetmek üzere Trabzon sancakbeyi Mehmed Bey kumandasında bir miktar kuvvet yollandı.

Ordu Eleşkirt civârına geldiği zaman bu defâ yeniçeri ocağı tahrik edildi. Bunlar ayaklandıkları gibi Pâdişâh’ın çadırına; “Düşman meydanda yok, bu harap yerlerde ilerlemek askeri beyhûde telef etmektir, geri dönelim.” tarzında yazılmış mektuplar bırakıldı. Hattâ daha da ileri giden yeniçeriler bir sabah Pâdişâh’ın çadırına ok atacak kadar işi azıttılar.

Bu hâdise üzerine Yavuz Sultan Selim Han derhal atına atladı ve yeniçerilerin içine girdi. Askere hitâben; “Biz henüz kasdettiğimiz yere varmadık, düşmanla karşılaşmadık, dönmek ihtimâli yoktur, hattâ bunu düşünmek bile hayaldir. Teessüf olunur ki Şâh’ın maiyeti kendi efendileri yoluna can verdikleri hâlde, biz şerîat-ı Ahmediyye’ye muhâlif hareket eden bunları yola getirmek için bu serhatlere kadar gelmişken, bir takım gayretsizler bizi yolumuzdan geri çevirmek isterler. Biz kat’iyyen yolumuzdan dönmeyeceğiz. Ulûlemre itâat edenlerle kasdettiğimiz yere kadar gideriz. Kalbleri zayıf olanlar, ehlü iyâllerini düşünenler ve yol zahmetini bahâne edenler, kendileri bilirler. Dönerlerse dîn-i mübîn yolundan dönerler. Eğer bahâne düşman gelmediyse, düşman daha ileridedir. Er iseniz benimle berâber gelin ve illâ ben tek başuma da giderim.” diye atını ileriye sürünce yaptıklarına utanan yeniçeriler Pâdişâh’ı tâkib etmeye başladılar.

Hakîkaten ordu yiyecekten çok sıkılıyordu. Trabzon yoluyla gelmekte olan zahîre kâfi değildi. Nihayet akıncı kumandanı Mihaloğlu’yla Dulkadiroğullarından Şehsuvaroğlu Ali Beyden gelen haberler netîcesinde Şah İsmâil’in meydâna çıktığı haberi alındı. İki ordu 22 Ağustos 1514’te Çaldıran sahrasında karşı karşıya geldi.

23 Ağustos günü Türkiye’nin kaderini tâyin eden târihî günlerden biriydi. Osmanlıların başarısızlığı, Orta Anadolu’nun Kızılbaş Safevîlerin eline geçmesini sağlayacak, bunun netîcesinde ise Şiî hareketi bütün Anadolu’ya yayılacaktı. Çaldıran sırtlarından ovaya inen Osmanlı ordusunun merkezinde kapıkulu askerleriyle berâber Yavuz Sultan Selim Han vardı. Sağ kola Anadolu Beylerbeyi Hadım Sinân Paşa ve sol kola Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa kumanda edecekti. Yeniçerinin önüne azaplar sıralanmış ve onların önüne de beş yüz darbezen top yerleştirilmişti.

Şah İsmâil, sağ kola en büyük kumandanı Durmuş Han Şamlu ve Nur Ali Halîfe, sol kola Diyarbakır Beylerbeyi Ustaclu oğlu Mehmed Hanı koyarak kendisi muhâfızlarıyla berâber geride, ihtiyâtta kaldı. İki taraf kuvvetleri eşit görünüyordu. Osmanlıların yaya, yâni yeniçeri kuvvetleri çok muntazam olup, buna mukâbil Şah’ın da 60.000 kişilik mükemmel süvârî kuvveti vardı. Osmanlı kuvvetleri açlık ve sıkıntı içinde yaklaşık 2500 kilometrelik yolu kat edip, yorgun bir hâlde gelmişlerdi. Şah’ın kuvvetleri ise zinde ve dinç idi; zâten Şah’ın maksadı Osmanlı ordusunu yormak ve sonra imhâ etmekti.

Harp çok şiddetli bir şekilde başladı. Şah’ın sağ cenâhı şiddetli bir hücumla Osmanlıların sol cenâhını bozdu. Beylerbeyi Hasan Paşa bu sırada şehid düştü. Bu bozgun, azapların topların önünden içeri alınamaması ve topların zamânında ateşlenememesi yüzünden meydana geldi. Ancak sağ kol kumandanı Hadım Sinân Paşa tam zamânında topları ateşlemeye muvaffak oldu. Hafif toplar Şah’ın sol kol kuvvetlerini perişan etti. Ustaclu oğlu Mehmed öldürüldü. Bu arada merkezdeki yeniçerilerin Şah’ın gâlip gelen sağ cenâhına yoğun bir tüfek atışı başlatması ile Safevîler tarafında tam bir bozgunluk başgösterdi. Bu sırada Şah İsmâil kurşunla kolundan yaralanarak atından düşmüştü. Osmanlı kuvvetlerinin eline geçmesi an meselesiydi. Tam bu sırada Şah’a benzeyen ve onun gibi giyinmiş olan Hızır adında bir seyis Şah benim diye ortaya atıldı. Osmanlı birlikleri bu adamı esir ederken Şah İsmâil temin ettiği bir atla arkasına bakmadan Tebriz’e kaçtı. Hattâ burada da kendisini emniyette görmediğinden İran içlerine çekildi. Şah’ın bütün eşyâ ve karargâhı ile berâber hanımı Taçlı Hâtun da esir edildi. Muhârebe esnâsında Osmanlılardan Karaman Beylerbeyi Zeynel Paşa ve Anadolu Beylerbeyi Sinân Paşa ile berâber dokuz sancak beyi şehid oldu. Safevîlerden ise on dört beylerbeyi ve dokuz sancakbeyi muhârebe meydanında öldü.

Çaldıran’da kesin bir zafer kazanan Yavuz Sultan Selim Han muzaffer bir şekilde Tebriz’e girdi ve şehirde sekiz-dokuz gün kadar kaldı. Tebriz’deki sanat erbâbı tüccar ve işe yarayacaklardan bin hâneyi İstanbul’a naklettirdi. Sekiz Eylülde Cumâ namazında Tebriz şehrinde hutbe, Ehl-i sünnet vel-cemâat akîdesine göre ve Sultân-ı iklîm-i Rûm Selîm ibni Bâyezîd ibni Mehmed bin Murâd bin Bâyezîd adına okundu.

Yavuz Sultan Selim Hanın tamâmen dehâ mahsûlü bir taktikle on iki saatte henüz hava kararmadan kesin netîce aldığı Çaldıran Muhârebesi târihin en büyük ve nâdir meydan muhârebelerindendir. Çaldıran Zaferi, Anadolu’nun siyâsî ve ictimâî târihi bakımından çok mühim sonuçlar doğurmuştur.

ÇALIKUŞU (Regulus Regulus)

Alm. Wintergold-hähnchen (n), Fr. Roitelet huppé, İng. Goldcrest kinglet. Familyası: Çalıkuşugiller (Regulidae). Yaşadığı yerler: Asya, Avrupa, Kuzey Afrika ve Kuzey Amerika’nın çam ormanları ve çalılıklarında. Özellikleri: 9-10 cm boyunda, ötücü bir kuş. Sırtı ve karnı yeşilimtrak, kanat ve kuyruğu kahverengidir. Böcek, kurtçuk ve küçük tohumlarla beslenir. Göçmen olanları vardır. Ömrü: 25-30 yıl kadar. Çeşitleri: Çalı, sürmeli çalı, pembetepeli çalıkuşları en iyi bilinenleridir.

Ötücü kuşlar (Passeriformes) takımının çalıkuşugiller familyasından bir tür. En küçük kuşlardandır. Uzunluğu 9-10 cm kadardır. Küçük olmalarına rağmen kışın kar ve soğuğa dayanıklıdırlar. Sırtları zeytin yeşili, karın kısmı gri ve yeşil renklidir. Kanatları ve kuyrukları kahverengi olup, erkeklerin başlarının tepesinde kırmızı bir leke bulunur. Dişilerin başlarındaki leke sarıdır. Yavruların başında renkli işâret bulunmaz. Genellikle bir erkek birkaç dişiye sâhiptir. Yuvalarını toprağa yakın ağaç dallarına bağlantılı, havada sarkıtarak kurarlar. Yuvalar keçe gibi sert derili, sıcak ve yumurta gibi yuvarlaktır. Toprağa bakan kısmında bir giriş deliği vardır. Göçmen olmayanlar kışın 5-10 tânesi bir arada tek bir yuvada barınıp hafif ve fısıltılı sesler çıkarırlar.

Dişi senede iki defâ 8-11 yumurta yumurtlar. 14-17 gün kuluçkaya yatar. Yavrular 2-3 hafta zarfında yuvayı terk eder. Çalıkuşuna “Çitkuşu” da denir. Kış çalıkuşları beslenmek için çam ağaçlarının ince dalları arasında böcek, kurtçuk ve örümcek bulmak için daldan dala uçuşur. Yaz çalıkuşları ise daha çok çalılıkları tercih eder. Asmalara da yuva kurarlar. Göçmen olanları Avrupa ve Akdeniz ülkelerinde kışı geçirirler.

ÇALIŞMA ve SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI

Çalışma hayâtının düzenlenmesini sağlıyan bakanlık. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının kuruluş ve görevlerini belirten 28.1.1946 târih ve 4841 sayılı kânun ve buna eklenen bâzı ek kânunlarla görev ve yetkileri belirtilmiştir. 6.4.1972 târihinde çıkan ek bir kânunla Çalışma Bakanlığı bünyesinde “Yurt Dışı İşçi Meseleleri Genel Müdürlüğü” kurulmuştur.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, çalışma hayâtının düzenlenmesi, çalışanların yaşama seviyelerinin yükseltilmesi, çalışanlar ile çalıştıranlar arasındaki münâsebetleri memleket faydasına sağlar. Ayrıca memleketteki çalışma gücünün genel refahı artıracak şekilde verimli olması, tam çalıştırma ve sosyal güvenin sağlanması da bu bakanlığın görevlerindendir.

Bakanlık, görevlerini şu teşkilâtlarla yerine getirir:Araştırma Kurulu Başkanlığı, Çalışma Meclisi, Çalışma Genel Müdürlüğü, İşçi Sağlığı Genel Müdürlüğü, Yurtdışı İşçi Merkezleri Genel Müdürlüğü.

Bakanlığın merkez teşkilâtı dışında büyük vilâyetlerde işlerin yürütülmesi için 24 ilde Bölge Çalışma Müdürlükleri vardır.Yurt dışında kurulan Çalışma Müşâvirlikleri ve Çalışma Ateşelikleri; yabancı ülkelerde çalışan Türk işçilerinin hak ve yararlarının korunması ve işçilerin işverenlerle olan münâsebetlerinin düzenlenmesiyle ilgili çalışmalar yaparlar.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı bâzı teşkilâtlar ise;Yakın ve Ortadoğu Çalışma Enstitüsü, İşçi Sağlığı ve Güvenliği Merkezi, Sosyal Sigortalar Kurumu, İş ve İşçi Bulma Kurumu, Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kurdur.

ÇAM (Pinus)

Alm. Kiefer (f) Föhre (f), Fr. Pin (m) sapin (m), İng. Pine. Familyası:Çamgiller (Pinaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler:Hemen hemen her bölgede.

Çok muhtelif yüksekliklerde yetişen 10-20 m yüksekliğinde, kışın yapraklarını dökmiyen, genellikle ormanlar teşkil eden iğne yapraklı ağaçlar. Açık tohumlu bitkilerin kozalaklılar sınıfındandır. Çamların 90 kadar türü vardır. Genellikle Kuzey Yarım Kürenin mûtedil bölgelerinde geniş bir yayılma alanı gösterir. Tropik bölgelerin yüksek dağlarına kadar çok geniş bir yayılma alanı gösterdiklerinden, çok çeşitlilik gösterirler. Çam türlerinin kurak yetişme yerlerinde de yetişmelerinin ve kurak toprakların ağacı olmalarının sebebi, iğne yapraklarının sert ve kalın epidermis tabakasından meydana gelmesi, uzun kök sistemleri ile derin toprak katlarının neminden faydalanmalarıdır. Çamların toprak yönünden istekleri azdır. Onun için diğer ağaçların yetişmediği topraklarda kolaylıkla yetişebilirler. Fakat kurak, kumlu, çakıllı topraklarda yetişen pekçok çam türleri olduğu gibi, asitli topraklarda ve hattâ bataklıklarda yetişenler de vardır.

Çamın gövdesi dik, silindirik ve üst taraftan dallıdır. Kabuk esmer renkli ve pulludur. Dallanma tarzı uzun ve kısa sürgün olarak 2 çeşit sürgün meydana getirmekle karakteristiktir. Kabuk ve odun kısmında reçine bulunur. Yapraklar iğnemsi, uzun veya kısa, sert ve koyu yeşil renklidir. İkişer ikişer gruplar teşkil ederler ve kısa sürgünlerin ucunda bulunurlar. Ömürleri 5-9 yıldır. Ancak dünyânın en yüksek ağaçlarından biri de yine bir çam türü (P.aristata) olup yaklaşık 4000 yaşındadır. Erkek çiçekler sürgünlerin tepelerine yakın kısımlarında meydana gelirler. Çiçek tozları sarı renklidir. Dişi çiçekler kozalak adı verilen çiçek durumları yaparlar. Kozalakta kanatlı tohumlar bulunur.

Memleketimizde beş çam türü tabiî olarak bulunmaktadır: Kızılçam (Pinus brutia), Halepçamı (P.halepensis), karaçam (P.nigra), fıstıkçamı (P.pinea), sarıçam (P.silvestris).

Kızılçam (P.brutia): Yayılma alanı yalnız Güney İtalya, Balkan Yarımadası, Batı ve Güney Anadolu kıyı bölgeleridir. Toroslarda geniş ormanlar meydana getirirler. Genç fidan ve sürgünleri kırmızı renktedir. İğne yaprakları donuk, ince, sert ve uzundur. Kozalakları çok kısa saplı, dalda karşılıklı ve çoğunlukla ikisi bir arada bulunur. Memleketimizde terementi veya ham reçine istihsali, diğer türlerde de bulunmakla berâber, daha elverişli ve randımanlı olmasıyla kızılçamdan elde edilir.

Halepçamı (P.halepensis):Akdeniz çevresi memleketlerinde, kıyı bölgelerinde, özellikle kumsal yerlerde yetişir. Zeytin ağaçları gibi mûtedil bir iklim ister. Halepçamında iğne yapraklar kızılçamınkine göre daha kısa, daha ince, daha yumuşak ve açık renklidir. Kozalakları uzun saplı olduğundan aşağı sarkar. Genç sürgünleri de kırmızı değil, açık sarı renklidir.

Kaçaçam (P.nigra): İspanya’dan îtibâren bütün Akdeniz çevresi memleketlerinde tabiî olarak yetişen bu çam türünün, doğu sınırı Anadolu’dur. Kuzey Anadolu ormanlarında sarıçamın alt basamağında 800-1300 metreler arasında yetişir. Güney Anadolu’da ise kızılçam ormanlarının üstünde, sedir ormanlarının altında yer alır. Gövde ve dalları koyu esmerdir. İğne yaprakları sarıçamınkinden uzun, koyu yeşil, sert ve batıcıdır. Kozalakları da sarıçamınkinden daha uzun ve daha kalındır.

Fıstıkçamı (P.pinea): Bu çam türü, şemsiyeye benzer bir büyüme gösterir. Bu tür de Akdeniz çevresi memleketlerinde yetişir. Memleketimizde Antalya Aksu Irmağı-Manavgat arası ve Bergama Kozak nâhiyesinde topluluklar meydana getirir. Diğer sâhil bölgelerinde münferit ağaçlar hâlindedir. Vatanı muhtemelen Doğu Akdeniz çevresidir. Kozalakları ikişer ikişer ve karşılıklı olarak daldan çıkar. Kozalaklardan elde edilen oldukça büyük tohumlarına “çamfıstığı” denir. Besin olarak kullanılır. Bol miktarda yağ taşır. Ortalama olarak bir ağaçtan 120 kg kozalak ve bundan da 6-8 kg temiz iç fıstık elde edilir.

Sarıçam (P.silvestris):Avrupa’da ve Sibirya’da geniş bir yayılma alanı olan sarıçamın, Türkiye’de Türk-Rus sınırından îtibâren batıya doğru uzanan ve 38. enlem dâiresi dolaylarına kadar inen bir yayılma alanı vardır. Bu bölgelerde dağların yüksek yerlerinde ağaç sınırı 1800-2000 metreye kadar çıkabilen çam türüdür. Kozalakları saplı olduğundan aşağı doğru sarkar. Sürgünleri açık sarı, iğne yaprakları açık yeşil renkte, kıvrıktır. Tomurcukları reçinesizdir. Gövdelerinden, yaralanması suretiyle reçine elde edilir.

Kullanılan kısımları ve kullanılışı: Çam türlerinin gövdelerinin yaralanması sûretiyle elde edilen ham reçine, terementi veya çamsakızı olarak da bilinir. Bu madde çok eskiden beri bilinmekte ve çeşitli yerlerde kullanılmaktadır. Târihî belgelere göre en eski reçine istihsal bölgesi Akdeniz çevresi memleketleridir. Eskiden olduğu gibi bugün de reçine ihtivâ eden çıra, bir aydınlatma ve tutuşturma aracı olarak kullanılmaktadır.

Eski Mısır’da reçine, mâcun veya yapıştırıcı madde olarak kullanılmıştır. Özellikle Halepçamından elde ettikleri reçineleri, yüzyıllarca dayanan mumyaların reçinelenmesinde, verniklerin yapılmasında kullanmışlardır. Eski Yunanlılar ve Romalılar dezenfektan özelliğinden dolayı, özellikle lâdin ve köknar reçinelerini bâzı şifâlı ilâçların yapımında kullanmışlardır.

Bir ağacın terementi verimi yaşına, istihsal metoduna, mevsimine ve ağacın yetiştiği mıntıkanın iklimine sıkı sıkıya bağlıdır. Anadolu’daki çam türlerinin gövde odununda tesbit edilen ham terementi miktarları şöyledir:

Kızılçam % 7.32, fıstıkçamı % 7.75, karaçam % 4.7, sarıçam % 6.8.

Ham reçine uzun süre hava ile temas ettiği takdirde, içindeki terementi esansı uçar ve yerine şeffaf, sert, kahve renginde kolofan maddesi kalır. Aynı zamanda ham reçineden su buharı destilasyonu sonucunda %10-30 terementi esansı ve % 70-90 kadar da kolofan elde edilir. Ham reçineyi meydana getiren her iki madde de çeşitli yerlerde kullanılır. Kehribar; çam ve lâdin türleri reçinelerinin fosilleşmesinden meydana gelir.

Terementiden elde edilen terementi esansı (halk arasında neft yağı), âdi ısı derecelerinde akıcı ve uçucu bir yağdır. Bu yağ çeşitli endüstri alanlarında, çoğunlukla yağlı boya ve vernik endüstrisinde, ayakkabı boya ve cilâları, parke cilâları yapımında kullanılır. Parfümeride, pomad ve merhemlerin, böcek öldürücü ilaçların yapımında da kullanılır.

Kolofanın da çok geniş kullanma yeri vardır. Sabun ve sabun tozları yapımında, vernik endüstrisinde, kâğıt yapımında, kibrit yapımında, dezenfektan yapımında, kabloların izole edilmesinde, matbaa boyaları, makina ve araba yağları îmâlinde vs. kullanılır.

Kızılçam, sarıçam ve diğer çam türlerinin odun kabukları, tanen ihtivâ ettiklerinden deri endüstrisinde kullanılır.

Sarıçamın kurutulmuş tomurcuklarından tıpta istifade edilir. Bileşiminde uçucu yağ, acı maddeler, heterozitler vardır. İdrar ve balgam söktürücü olarak kullanılır.

ÇAMGİLLER (Pinaceae)

Alm. Pinazeen (pl), Fr. Pinacées (pl) İng. Pinaceae. Açık-tohumluların (Gymnospermae), kozalaklar (Coniferae)takımından, başlıca Kuzey Yarımkürede yayılmış olan, reçine taşıyan, bir evcikli, yaz kış yapraklarını dökmeyen ağaçları ihtivâ eden ve 10 cinsi, yaklaşık 210 türü bulunan familya. Yapraklar linear veya iğne biçimindedir. Erkek kozalaklar küçük, otsu, çok stamenli olup, dişi kozalaklar çok pulludur. Tohumlar kanatlı veya kanatsızdır. Bu familyanın önemi, çeşitli türlerinin geniş ormanlar teşkil etmelerinden başka, sanâyiye vermiş oldukları reçine, kereste, kâğıt hamuru gibi ekonomik değeri olan maddelerden ileri gelmektedir. Türkiye’de 4 cins (çam, köknar, katranağacı, ladin) türü yetişmektedir.

ÇAMURHOPLAR

(Bkz. Kaya Balığı)

ÇAN

Alm. Grosse Glocke (f), Fr. Cloche (f), İng. 1. Large bell, 2. gong. Ses çıkaran bir âlet. Tunç gibi, çınlayıcı mâdenlerden çeşitli boylarda yapılır. Bu âletin içinde asılı dil denen bir tokmak vardır. Dil çana vurunca ses çıkar. Çanların büyüklerine “Pampana” da denir. Pampanalar önceleri tren istasyonlarında trenin geliş ve kalkışını bildirmek için kullanılırdı.

Eski zamanlarda, köy, kasaba ve hatta şehirlerde çan, bir işâret vâsıtası, duyurucu olarak kullanılırdı. Hıristiyanlarda paskalya, yortular, millî günler, zafer, mağlubiyet, ibâdet zamanları, çan çalınmaktadır. Ölümler, yangınlar ve çeşitli felâket haberleri, cemiyeti alâkadar eden hâdiseler de çanla duyurulurdu. Bunun için çanlar, olaylara göre ayrı ses tonlarında çalınırdı. Bu âdetler Müslümanlarda yoktur. Bugün de kiliselerde ibâdet zamanları, çan çalınarak bildirilmektedir. Bu çanlara “nâkûs” çalana ise “zangoç” denir.

Osmanlı İmparatorluğunda ise, çanla ilgili bir kânun çıkarılmıştı. Buna göre, Müslümanların çok olduğu yerde çan çalınması kesinlikle yasaktı. Tanzimat devrinde bu kânun yürürlükten kaldırıldı.

ÇANAKKALE

Çanakkale Boğazının iki kıyısında (Avrupa ve Asya üzerinde) yer alan, üstün tabiat güzellikleri yanında Türk târihinde destanlar yazıldığı bir ilimiz. 25°35’ ve 27°45’ doğu boylamları ile 39°30’ ve 40°45’ kuzey enlemleri arasında yer alır. Edirne, Tekirdağ, Balıkesir, Marmara Denizi ve Ege Denizi ile çevrilidir. Trafik numarası 17’dir.

İsminin Menşei

Çanakkale’nin ilk ismi “Troas”tır. Sonradan “Hellespont” ismiyle anıldı. Osmanlı Devletinin Çanakkale’yi fethinden önce “Dardanellos” adını almıştı. Fâtih Sultan Mehmed Han, Çanakkale’nin Anadolu topraklarında bir kale yaptırdı. Bu sebeple şehre “Kale-i Sultânî” ismi verildi. Son asırlara kadar bu isimle anılan şehir, kalenin çanağa benzemesi veya çanak-çömlek sanâyiinin ileri olması ile “Çanakkale” ismiyle anılmıştır.

Târihi

Çanakkale, Anadolu’nun ve Ortadoğu’nun stratejik bir bölgesidir. Bu sebeple geçmişte pekçok istilâlalara uğramıştır. Çanakkale il merkezine 30 km mesâfede bulunan Truva harâbeleri en eski yerleşim merkezlerindendir. Truva iki bin sene Anadolu’nun bir kültür merkezi olmuştur. Truva harâbeleri 9 yerleşme katına sâhiptir. M.Ö. 3200 ile M.S. 400 seneleri arasına âittir.M.Ö. 1200 târihinde Akalılar (Akhaialılar) Truva Kalesini ele geçiremeyince gemilerine bindiler, kale dibinde ise tahtadan yapılmış büyük bir at bıraktılar. Bu atı kale içine alan Truvalılar, zafer şenlikleri yaparken, at içinde gizlenen Akalar, kale kapılarını açarak gemideki diğer askerlerle birlikte saldırıp şehri ele geçirdiler.

Bu bölgeyi Akalardan sonra Ispartalılar, M.Ö. 6. asırda Persler ve M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender işgâl etti. İskender, M.Ö. 334’te Çanakkale Boğazından geçti. İskender ölünce Makedonyalı generaller, bu bölgeye sâhib olmak için devamlı mücâdele ettiler. Netîcede Roma İmparatorluğu bölgeye hâkim oldu. Roma M.S. 395’te ikiye bölününce, bu bölge Doğu Roma’nın payına düştü. Bir ara Hun Türkleri geçici olarak bu bölgeye sâhib oldular. İslâm orduları 668, 672 ve 717 senelerinde kudretli donanmalarıyla Çanakkale Boğazından geçerek İstanbul’u kuşattılar ve Çanakkale bölgesini üs olarak kullandılar.

Bizans, Lâtin, İtalyan cumhuriyetleri ortaklaşa bu bölgeye hâkim oldular. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Selçuklular Çanakkale’ye kadar geldiler. Fakat Çanakkale Boğazını tam olarak ele geçiremediler. 1097’de Haçlı seferlerinde İznik’i Haçlı ordusu işgâl edince, Selçuklular Marmara ve Ege Denizi kıyılarından içlere doğru taktik îcâbı çekildiler.

1113’te Emir Muhammed komutasındaki Türk birlikleri Çanakkale’ye kadar geldilerse de, 1147-1149 İkinci Haçlı Seferi sebebiyle geri çekildiler. Anadolu Selçuklu Devletinden ayrılarak bağımsız olan Karesi Beyliği, Çanakkale’yi kesin olarak ele geçirdi. 1345’te Orhan Gâzi zamânında Karesi Beyliği Osmanlı Devletine katıldı.Türkler Avrupa’ya Çanakkale’den geçerek çıktılar. Şehzâde Süleymân Paşa tarafından 1349’da Gelibolu fethedildi. Birinci Murad zamânında 1362’den sonra Boğaz’ın bütün kıyılarını Osmanlılar fethettiler. Tanzimata kadar Gelibolu Cezayir-i Bahri Sefid (Akdeniz Adaları)veya Kaptan Paşa eyâletinin merkeziydi. Çanakkale, Kocaeli, Rodos, Oniki Ada, Asya adaları (Midilli, Sakız ve diğerleri), İyonya adaları (Korfus, Kefalonya ve diğerleri)Siklad adaları ve Egriboz Adası bu eyâlete bağlı idi. Çanakkale’nin Truva ile ilgisi yoktur. Çanakkale şehrini Fâtih Sultan Mehmed Han kurmuş ve geliştirmiştir.

Fâtih’ten sonra da coğrafî durumu îtibâriyle gelişmesine devâm etmiştir.

Tanzimattan sonra Biga bağımsız sancağının merkezi olmuştur. Cumhuriyet devrinde kendi ismini taşıyan ilin merkezi olmuştur. Birinci Dünyâ Savaşında İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları Çanakkale Boğazını geçip, İstanbul’u ele geçirmek, Rusya’ya boğazlar yolunu açmak için saldırdılar.Savaş 3 Kasım 1914’te İngilizlerin Seddülbahir’i denizden dövmesiyle başladı. 19 ve 23 Şubat 1915 saldırılarından netîce alamayınca, 18 Mart 1915’te büyük bir saldırı yaptılar. Bu saldırıda düşman, 3’ü büyük zırhlı olmak üzere 9 savaş gemisi kaybetti. 11 savaş gemisi de ağır yaralandı. Denizden netîce alamayan düşman kuvvetleri, 25 Nisan 1915’te Seddülbahir ve Arıburnu’na kuvvet çıkardılar.

Seddülbahir, Arıburnu, Morto Koyu, Alçıtepe, Kanlısırt, Conk Bayırı, Kabatepe, Kocaçimen ve Anafartalarda çok kanlı mevzi ve göğüs göğüse savaşlar oldu.Türk askeri kahramanlık destanları yazdı. “Çanakkale geçilmez!” fikrini kabullenen düşman kuvvetleri, hezîmetlerini sineye çekerek 9 Ocak 1916’da çekilip gittiler. Düşmanın çoğu müstemleke askeri olan 252.000 kaybına karşılık 253 bin kaybımız oldu. Bu savaşta Osmanlı Devleti en seçkin ve genç evlatlarını kaybetmiştir. (Bkz. Çanakkale Savaşları)

Fizikî Yapı

Çanakkale topraklarının yarısı ormanlarla kaplı, geri kalan yarısı da ekime elverişlidir. Ekime elverişli olmayan kısım % 3’tür. Arâzinin % 15’i ovalardan, % 45’i dağ ve yaylalardan ve geri kalan % 40’ı platolardan ibârettir. İl toprakları oldukça dalgalıdır. Orta kısımlar daha çok tepelik bir görünüş içindedir. Arâzi volkaniktir.

Dağları: Marmara bölgesinin Uludağ’dan sonra en yüksek dağı Kazdağı (Karataş Tepesi, 1774 m), Çanakkale ili içindedir. Diğer dağlar Kazdağı etrâfında yer alırlar.

Kırlangıç Tepe (1339 m), Gürgen Dağı (1450 m), Arpatarla Tepe (1307 m), Tekekaya Tepe (1383 m), Katran Dağı (1330 m), Susuz Dağı (1010 m), Eğrimermer Tepe (1398 m), Ardıçbaşı Dağı (1355 m), Kalafat Tepe (1417 m), Kalburcu Tepe (1307 m)ve Sazak Tepe (1184 m)dir. İlin Rumeli yakasındaki en yüksek dağ Koru Dağ olup 726 m’dir. İlin Işıklar Dağının uzantıları Boğaz ve Saros Körfezine dik yamaçlar şeklinde iner. 400 metreden azdır. Bunlar Yassı Tepe (374 m), Kömür Tepe (404 m), Bakacak Tepesi (253 m), Üveylik Tepe (363 m), Gâziler Tepesi (260 m), Karaburun Tepe (423 m) ve Kocaçimen Tepe (305 m)dir. Gökçeada’nın en yüksek yeri Tepeköy (678 m), Bozcaada’nın ise Göztepe (192 m)dir. Yaylaları azdır. Biga Yarımadasında ve Ayvacık yakınlarında bulunur.

Ovaları: Ovalar az olup, arâzinin % 15’idir. Başlıca ovalar, Kavak Ovası (Saroz Körfezi yakınında), Yalova Ovası (Kumköy), Kilye ve Pirsen ovaları (Gelibolu), Biga ve Karabiga ovaları, Agonya Ovası (Yenice), Bayramiç ve Kumkale ovaları ise eski Menderes’in aktığı alanlardır.

Akarsuları: Akarsuların hepsi Kazdağı’ndan ve çevresinden çıkan küçük akarsulardır. Yazın suları çok azalır. İlkbahar ve sonbaharda su seviyeleri yükselir. Tuzla Çayı: Çal dağından çıkar. Bâzı derelerle birleşerek Ege Denizine dökülür. Uzunluğu 50 kilometredir. Eski Menderes Çayı: Kazdağı’ndan çıkar, Ezine yakınında Akçin Çayı ve sonra da Dümrek Çayı ile birleşir. Karanlık limanda Ege Denizine dökülür. Uzunluğu 110 kilometredir. Sarıçay (Kocaçay): Kirazlı Dağ ve Aladağ’dan çıkan derelerin birleşmesi ile meydana gelir. Çanakkale’de denize dökülür. Uzunluğu 40 kilometredir. Kocabaş Çayı: Aladağ, Akdağ ve Sapçı Dağından çıkan dereler ve diğer küçük dereciklerin Biga yakınında birleşmesi ile meydana gelip, Marmara Denizine dökülür. Uzunluğu 80 kilometredir. Kavak Çayı: Gelibolu Yarımadasından geçerek Saroz Körfezine dökülür. Uzunluğu 50 kilometredir. Gönen Çayının kaynakları Çanakkale ilindedir. Kepez ve Burgaz dereleri de bu ilçenin akarsularıdır.

Gölleri: Çanakkale ilinde büyük göller yoktur. Yazın kuruyan Tuzla Gölü (Gelibolu Yarımadasında) ile Emir Gölü (Biga Yarımadasında) en önemlileridir. Atikhisar Barajı 37 m yükseklikte, 60 milyon m3 su toplanır. Uzunhızırlı Sun’î Gölünde 500 bin m3 su toplanır.

Çanakkale Boğazı: Avrupa ve Asya’yı ayıran Marmara Denizini Ege Denizine bağlar. Marmara ve Karadeniz’den gelen az tuzlu hafif sular üstten Ege Denizine; Akdeniz’den gelen çok tuzlu ağır sular alttan Marmara Denizine ulaşır. En derin yeri 100 metredir. Derinliği 60 m olan bir çukurdan sular akar. Avrupa kıyısı 78 km, Asya kıyısı 94 kilometredir. Orta çizgi 65 kilometredir. En dar yeri 1375 m, en geniş yeri 2570 metredir.

İklimi ve Bitki Örtüsü

Genel olarak ılıman sayılır. Akdeniz iklimiyle Karadeniz iklimi arasında bir geçiş iklimi husûsiyeti gösterir. Edremit Körfezinde Akdeniz iklimi hüküm sürerken, orta kısımda ve Gelibolu Yarımadasında havalar soğuk geçer Balkanlar üzerinden gelen soğuk rüzgârlar tesirli olur. Kar yağışı azdır. Yağış kış ve ilkbaharda fazladır. Yıllık yağış miktarı 600-1200 mm arasındadır. Don olayları fazladır. Senede bir aya yakın donlu geçer. Sıcaklık -10° ile +38° arasında seyreder.

Çanakkale’nin ancak % 3’ü ekime elverişli değildir. % 53’ü ormanlarla ve % 10’u çayır ve mer’alarla örtülüdür. Ormanlar iç bölgelerde daha kesiftir. % 34 arâzide çeşitli tarım ürünleri ekilir. Orman bakımından en zengin illerimizden biridir.

Ekonomi

Çanakkale ilinin ekonomisi tarıma dayanır. Sanâyi yeni yeni gelişmektedir. Turizm, balıkçılık ve ormancılığın ekonomideki yeri giderek artmaktadır. İmâlat sanâyi gelişmektedir. Balık, üzüm ve seramik meşhurdur.

Tarım: Çanakkale’de ekilen arâzi 200.000 hektara yakındır. Ayçiçeği üretiminde Türkiye’nin ikinci ilidir. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, yulaf, çavdar, susam, tütün, baklagiller (fasulye, nohut, bezelye ve börülce)dir. Bağcılık çok ileridir. Çavuş, hafızali, kozak, karadikenli, elhamra, karasakız ve mevrupalya üzümleri meşhurdur. Zeytin istihsalinde Balıkesir, İzmir ve Aydın’dan sonra dördüncü sırada yer alır. 35.000 hektarlık zeytinlik sahası vardır. Kavun, karpuz, şeftali, ceviz, erik, badem, vişne, elma, armut, kiraz gibi meyveler ve domates ve biber başta olmak üzere, patlıcan, pırasa, lahana, ıspanak ve havuç gibi sebzeler de bol miktarda yetişir. Seracılık için bölge çok elverişlidir. Sıcak termal suları çoktur. Tarımda, sulama, gübreleme, ilaçlama ve modern tarım araçlarının kullanılması ileri seviyededir.

Hayvancılık: Çanakkale il sınırları içinde hayvancılığın önemli bir yeri vardır. Koyun, keçi ve sığır beslenir. 50.000’e yaklaşan arı kovanlarından elde edilen bal çok güzel kokulu ve lezzetlidir. Çoğu çam balıdır. Türkiye’nin mühim bir balıkçılık merkezidir. Balık bakımından çok zengindir. Tekir, mercan, barbunya, sardalya, lüfer, palamut, kılıç ve kolyoz gibi balıklar en çok avlananlarıdır. Lapseki, Biga ve Gökçeada halkının çoğunluğu geçimini balıkçılıkla temin eder.

Ormancılık: Çanakkale il topraklarının % 53’ünün ormanlarla kaplı olması sebebiyle ormancılığın ekonomide mühim yeri vardır. 217 köyü orman içinde, 204 köy orman kenarındadır. Her sene ortalama olarak 850.000 ster yakacak odun yanında, 170.000 m3 tomruk, 20.000 m3 mâden direği, 14.000 m3 sanayi odunu, 950.000 m3 kağıtlık odun ve 5000 m3 telgraf direği Çanakkale ormanlarından elde edilir. Ormanlarda kızılçam, karaçam, köknar, fetkek çamı, kayın, kestâne, meşe ve gürgen gibi ağaçlar bulunur.

Mâdencilik: Çanakkale il sınırları içinde zengin mâden yatakları tesbit edilmesine rağmen, ancak bâzıları işletilmektedir. Zengin kurşun, demir, bakır, altın, çinko, antimuan, molipten, pirit ve arsenik yatakları henüz işletilmemektedir.

Seramiklerin direncini artıran Wollastonit’in Türkiye’de çıkarılan miktarının % 75’i ve seramik, kaplama, boya ve ilaç sanâyiinde kullanılan “talk” Çanakkale’de çıkarılır. Zengin linyit yataklarından bir kısmı işletilmektedir.

Sanâyi: Yakın zamâna kadar tarıma dayalı sanâyi bulunuyordu. 1973’ten bu yana başta seramik olmak üzere taş ve toprağa dayalı sanâyi oldukça gelişmiştir. Çanakkale 1973’te “kalkınmada öncelikli iller” arasına alınınca büyük gelişme olmuştur.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Nüfûsu: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 432.263 olup, 168.529’u şehirlerde, 263.734’ü köylerde yaşamaktadır.

Örf ve âdetleri: Çanakkale bölgesinde eski çağlardan bu yana birçok milletler ve medeniyetler gelip geçmiş, fakat 11. asırda Türklerin yerleşmesi ile Türk-İslâm kültürü hâkim olmuş, eski kültürler unutulmuştur. Diğer illerde olduğu gibi, Çanakkale’de de Türk İslâm kültürünün değer ölçüleri örf ve âdetlerde ve sosyal hayâtın her cephesinde görülür. Türkülerinde kahramanlık hâkimdir. “Çanakkale içinde aynalı çarşı-Ana ben gidiyorum düşmana karşı” gibi. Türk devri ve eski çağlarla ilgili çeşitli efsâneler vardır. Oyunları zeybek tipidir. Batı Anadolu’nun tesiri vardır.Müziğinde ise Trakya’nın tesiri hâkimdir. Müzik âletleri davul, zurna, def, dilli kaval ve zilli maşadır. Mahallî kıyâfet düğünlerde giyilir. Bindallı, balkaymak, üçetek, libade, çendil, şalvar, bürümcük, oyalı yazma ve başaltın kadın kıyâfetleridir. Erkek kıyâfetleri ise potur, kuşak, tozluk, beyaz yün çorap ve çarıktır. Başlıca oyunları ağır halay havası, bıçak havası, dört güllü, hora, Gelibolu zeybeği, harmandalı, karşılama ve sepetçioğlu zeybeğidir.

Meşhur yemekleri ise, sahan mantısı, kaçamak, saray tatlısı, basma helva, simit lokumu ve köy azığıdır. Halıcılık, çanak-çömlek, testi, toprak işi el san’atları köylerde çok ileridir. Sarı killi toprağın fırınlanması ile yapılan çanak-çömlek (seramik) meşhurdur.

Eğitim: Eğitim bakımından Türkiye’nin 75 ili içinde üçüncü sıradadır. Okur-yazar nisbeti % 85’e yakındır. Okulsuz köy yoktur. Bütün ilde 15 lise ve 30 meslek ve teknik lise vardır. Eğitim Enstitüsü, Eğitim Fakültesi olmuştur. Elektronik, halıcılık, işletme-muhâsebe, harita ve kadastro ve inşaat, seramik bölümlerini ihtivâ eden Meslek Yüksek Okulu da fakülte hâline gelmiştir.

İlçeleri

Çanakkale, biri merkez olmak üzere 12 ilçeden ibârettir.

Merkez: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 81.435 olup, 53.995’i ilçe merkezinde 27.440’ı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 27, İntepe bucağına bağlı 11 ve Kirazlı bucağına bağlı 11 köyü vardır. Yüzölçümü 949 km2 olup, nüfus yoğunluğu 86’dır. İlçe toprakları ovalardan yüksekliği az tepeler ve yaylalardan meydana gelir. Kıyı ovasının hemen ardından başlayan tepelerin yüksekliği doğu ve güneydoğuya gidildikçe artar. İlçe topraklarını Çanakkale, Koca Çay ve Sarı Çay sular. Tepeler ormanlarla kaplıdır.

Ekonomisi tarım ve sanâyiye dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, pamuk, üzüm, zeytin, baklagiller olup, akarsu boylarında sebze ve meyve yetiştiriciliği yaygındır. Hayvancılık, balıkçılık ve ipekböcekçiliği yapılır. İldeki sanayi sektörünün çoğu merkez ilçededir. Konserve fabrikası, Petrokimya fabrikası, yağ ve sabun fabrikaları, deri işleme atölyeleri ve orman ürünlerini işleyen işletmeler başlıca sanâyi kuruluşlarıdır.

İlçe merkezi Çanakkale Boğazının en dar kısmının doğu kıyısında kurulmuştur. Şehir Fatih Sultan Mehmed Hanın yaptırdığı Çimenlik Kalesi etrafında gelişmiştir. Kocaçay şehri ikiye böler. Bir liman şehri olan ilçeden İstanbul-İzmir karayolu geçer. Çanakkale-Eceabat arasında devâmlı feribot seferleri ile Asya-Avrupa bağlantısı sağlanır. Çanakkale limanından ithalat ve ihracat da yapılır.

Ayvacık: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 30.534 olup, 5595’i ilçe merkezinde, 24.939’u köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 39, Gülpınar bucağına bağlı 19, Küçükkuyu bucağına bağlı 16 köyü vardır. Yüzölçümü 874 km2 olup, nüfus yoğunluğu 35’tir. İlçe toprakları, güney ve batısındaki dar kıyı ovaları ve hemen bunun ardından yükselen plato ve tepelerden meydana gelir. Bölgenin en yüksek dağı olan Kazdağ, ilçenin batısında yer alır. İlçe topraklarını Tuzlaçayı sular.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri zeytin, tahıl, baklagiller ve meyvedir. İlin en zengin zeytinlikleri bu ilçededir. Hayvancılık ekonomik açıdan önemli gelir kaynağıdır. Balıkçılık ve turizm özellikle kıyı kesimlerin geçim kaynaklarındandır. İlçede zeytini işleyen küçük atölyeler vardır.

İlçe merkezi, Baba Burnunun yakınında tepelik bir alanda kurulmuştur. Eski ismi Ayvalı Oba idi. Çanakkale-İzmir karayolu ilçeden geçer. İlçe merkezinin çevresinde bölgenin en zengin zeytinlikleri yer alır. İl merkezine 73 km mesâfededir. Ticârî ilişkilerini il merkezinden çok, 59 km mesâfedeki Balıkesir’in Edremit ilçesi ile kurar. Târihî Assos şehri, ilçenin yakınındadır. Belediyesi 1876’da kurulmuştur.

Bayramiç: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 31.949 olup, 10.156’sı ilçe merkezinde, 21.793’ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 32, Evciler bucağına bağlı 15, Yiğitler bucağına bağlı 26 köyü vardır. Yüzölçümü 1275 km2 olup, nüfus yoğunluğu 25’tir. İlçe toprakları genelde dağlıktır. Güney ve doğusunda Kaz Dağı yükselir. Eski Menderes Çayı vâdisinde Bayramiç Ovası yer alır. Dağlar gür ormanlar ile kaplıdır.

Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, yulaf, baklagiller, elma ve üzümdür. Hayvancılık ekonomik açıdan önemli ise de çayır ve mer’aların ekim alanı yapılması yüzünden büyük ölçüde gerilemiştir. Meşe palamutlarından çıkarılan tanen önemli gelir kaynağıdır.

İlçe merkezi Eski Menderes Çayı kıyısında kurulmuştur. Çevresi ormanlık olup, çay kısıyında Meşe korulukları vardır. İl merkezine 75 km mesâfededir. İlin tabiî güzelliği bakımından en güzel ilçesidir. Belediyesi 1982’de kurulmuştur.

Biga: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 75.513 olup, 20.753’ü ilçe merkezinde, 54.760’ı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 37, Bakacak bucağına bağlı 16, Balıkçıçeşme bucağına bağlı 17, Gümüşçay bucağına bağlı 13, Karabiga bucağına bağlı 8, Sinekçi bucağına bağlı 11 köyü vardır. Yüzölçümü 1331 km2 olup nüfus yoğunluğu 57’dir. İlçe toprakları, Marmara denizi kıyısında yer alan ovadan ve bunun hemen ardından yüksekliği az olan tepelik arâziden meydana gelir. Biga ovası Kocabaş çayının taşıdığı alüvyonlu topraklarla kaplıdır.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri tahıl, ayçiçeği ve susamdır. Sebzecilik yaygın olup, en çok domates üretilir. Hayvancılık tarımdan sonra önemli gelir kaynağıdır. En çok sığır ve koyun beslenir. Kıyılarda, özellikle Karabiga’da balıkçılık yapılır. Süt, konserve ve yem fabrikaları başlıca sanâyi kuruluşlarıdı. Peynir üretiminde Çanakkale’nin en ileri ilçesidir. İlçe merkezi, kıyıdan 24 km içeride, Ballıkaya Tepesinin eteğinde kurulmuştur. Çan ve Lapseki üzerinden iki ayrı yolla il merkezine bağlanır. İl merkezine Çan üzerinden 101 km, Lapseki üzerinden 98 km mesafededir. Karabiga iskelesi İstanbul ile ulaşımda önemlidir.

Bozcaada: 1990 sayımına göre nüfusu 1903’tür Köyü yoktur. Yüzölçümü 36 km2 olup, nüfus yoğunluğu 53’tür. Ege Denizinin kuzeydoğusunda, Çanakkale Boğazına 19 km, Çanakkale kıyılarına 6 km uzaklıkta bir adadır. Toprakları genelde düz olup, hafif engebelidir. En yüksek noktası 191 m ile Göztepe’dir.

Ekonomisi tarım ve balıkçılığa dayanır. Bağcılık çok gelişmiş olup, çavuş üzümü çok meşhurdur. Ada çevresinde avlanan balıklar, İstanbul’a gönderilir. Üzüm işleyen fabirakaları başlıca sanayi kuruluşlarıdır. İlçe merkezi liman çevresinde kurulmuştur. Anadolu kıyısındaki odun iskelesinden düzenli motor ve feribot seferleri vardır. İlçe belediyesi 1923’te kurulmuştur.

Çan: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 51.713 olup, 23.855’i ilçe merkezinde, 27.858’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 45, Etili bucağına bağlı 23 köyü vardır. Yüzölçümü 1722 km2 olup, nüfus yoğunluğu 30’dur. İlçe toprakları engebelidir. Dağ ve tepeler fazla yüksek değildir. Dağlar arasında fazla büyük olmayan Çan Ovası yer alır. Ovayı Güllü Çayı sular. Dağlar gür ormanlarla kaplıdır.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri tahıl, baklagil, şekerpancarı, ayçiçeği tütün, sebze ve meyvedir. Hayvancılık gelişmiş olup, en çok sığır beslenir. Türkiye’nin en büyük fabrikalarından olan seramik fabrikası başlıca sanâyi kuruluşudur. İlçe topraklarında bulunan linyit, kaolin ve alçı taşı yatakları işletilir. Halı ve kilim dokumacılığı köylerde yaygındır. Orman ürünlerini işleyen atölyeler vardır.

İlçe merkezi Çan Deresi ile Kocakonak Tepesinin güney yamaçları arasında kurulmuştur. Çanakkale-Balıkesir karayolu ilçeden geçer. Seramik fabrikası ilçenin gelişmesinde büyük rol oynamıştır. İlçe belediyesi 1945’te kurulmuştur. İlçede her sene seramik bayramı düzenlenir.

Eceabat: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 9671 olup, 4055’i ilçe merkezinde, 5616’sı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 12 köyü vardır. Yüzölçümü 490 km2 olup, nüfus yoğunluğu 20’dir. İlçe toprakları, yüksekliği az tepeler ve bunlar arasında yer alan küçük düzlüklerden meydana gelmiştir. Üç tarafı denizle çevrilidir. Anafartalar limanının doğusunda Tuz Gölü yer alır.

Ekonomisi balıkçılığa dayalıdır. Eceabat’ta büyük balıkçı teknelerinin sığındığı dalgakıranlar vardır. Avlanan balıkların büyük kısmı İstanbul’a gönderilir, bir kısmı da konserve fabrikasında işlenir. Hayvancılık ve tarım gelişmiştir. En çok koyun ve sığır beslenir. Başlıca tarım ürünleri buğday, ayçiçeği, bakla, zeytin olup, ayrıca az miktarda elma, şekerpancarı, pamuk ve üzüm yetiştirilir.

İlçe merkezi, Çanakkale Boğazının batı kıyısında, ve il merkezinin tam karşısındaki koyda kurulmuştur. Trakya’yı Anadolu’ya bağlayan karayolu ulaşımı Eceabat-Çanakkale arasında çalışan feribotlarla sağlanır. İlçe belediyesi 1923’te kurulmuştur.

Ezine: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 34.234 olup, 11.167’si ilçe merkezinde, 23.067’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 39, Geyikli bucağına bağlı 11 köyü vardır. Yüzölçümü 474 km2 olup, nüfus yoğunluğu 72’dir. Biga Yarımadasında yer alan ilçe toprakları, deniz kıyısında yer alan ova ve bunun ardından yükselen dağlardan meydana gelir. Kuzeyinde Kayacı Dağı, güneyinde Kavak Dağı yer alır. İlçe topraklarını Eski Menderes Çayı ve kolları sular. Dağlar ormanlarla kaplıdır.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, bakla, fasulye, ayçiçeği, susam, pamuktur. Sebze ve meyvecilik gelişmiştir. En çok zeytin ve domates üretilir. Hayvancılık ekonomik açıdan ikinci derecede gelir kaynağıdır. Düz kesimde sığır, dağlık ve yaylalık alanlarda koyun ve keçi beslenir. Ege kıyılarında ise balıkçılık yapılır. Çimento fabrikası, tuğla ve kiremit fabrikası, zeytinyağı imalathâneleri, plastik işleme tesisleri başlıca sanayi kuruluşlarıdır.

İlçe merkezi, Akçin Deresi kenarında, kurulmuştur. Çanakkale-İzmir karayolu ilçenin doğu kıyısından geçer. İl merkezine 46 km mesâfededir. İlçe belediyesi 1886’da kurulmuştur.

Gelibolu: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 40.020 olup, 18.670’i ilçe merkezinde 21.350’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 14, Bolayır bucağına bağlı 4, Kadıköy bucağına bağlı 8 köyü vardır. Yüzölçümü 806 km2 olup, nüfus yoğunluğu 50’dir. İlçe toprakları Gelibolu yarımadasında yer alır. Genelde düz olan ilçe topraklarının en yüksek noktası 404 m ile Kömürtepe’dir. Cumalı ve Kavak dereleri ilçe topraklarını sular.

Ekonomisi tarım ve balıkcılığa dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri arpa, şekerpancarı, buğday, ayçiçeği, üzüm ve zeytindir. Marmara ve Ege kıyılarında yaşıyan halk balıkçılıkla uğraşır. Hayvancılık gelişmiş olup, koyun sığır ve keçi beslenir. Konserve fabrikası, Selektör fabrikası, zeytinyağı ve ayçiçeği yağı imalathâneleri, tarım araç ve gereç atölyeleri başlıca sanâyi kuruluşlarıdır.

İlçe merkezi, Marmara Denizinden Çanakkale Boğazına girişte boğazın batı kıyısında kurulmuştur. Büyük bir limanı vardır. Buradan ihrâcat ve ithâlât yapılır. Keşan-Eceabat karayolu ilçenin batı kıyısından geçer. Gelibolu-Lapseki arasında düzenli arabalı vapur seferleri yapılır. İl merkezine 47 km mesafededir. Evliyâ Çelebi’ye göre Gelibolu ismi “Veli bol” veya “Geliri bol” isminden gelmektedir. Avrupa kıtasında ilk Osmanlı fethi Gelibolu olup, 1354’te Gâzi Süleyman Paşa tarafından fethedilmiştir. İstanbul’un fethine kadar deniz üssü ve tersâne olarak kullanılmıştır. Çanakkale Savaşlarında önemli muhârebelere sahne olmuştur.

Gökçeada (İmroz): 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 7948 olup, 6074’ü ilçe merkezinde 1874’ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 7 köyü vardır. Yüzölçümü 279 km2 olup, nüfus yoğunluğu 28’dir. Türkiye’nin en büyük adası olan Gökçeada’nın toprakları düz olup, en yüksek noktası 672 m ile İlyas Tepedir. En önemli akarsuyu Büyükdere olup, bu çayın üzerinde sulama ve içme suyu ihtiyacını karşılamak için kurulan bir baraj vardır.

Ekonomisi tarım ve balıkçılığa dayalıdır. Adanın büyük kısmı zeytinlikler ve bağlarla kaplıdır. Akarsu boylarında ada ihtiyâcını karşılamak için tahıl ekilir. Hayvancılık gelişmiş olup, adada bir Devlet üretme çiftliği vardır. En çok koyun beslenir. Ege Denizinde avlanan balıklar İstanbul’a gönderilir. Kıyılarındaki otel, motel ve tatil köyleri yazın turistik açıdan önemlidir.

İlçe merkezi, adanın doğu kesiminde 50 m yükseklikte bir tepenin üzerinde kurulmuştur. İlçe merkezine 6 km mesafedeki Kuzu limanından Çanakkale’ye düzenli feribot seferleri yapılır. İlçe belediyesi 1902’de kurulmuştur.

Lapseki: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 24.545 olup, 5789’u ilçe merkezinde, 18.756’sı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 23, Meyçayır bucağına bağlı 9 ve Umurbey bucağına bağlı 8 köyü vardır. Yüzölçümü 955 km2 olup, nüfus yoğunluğu 26’dır. Biga Yarımadasının kuzey kesiminde yer alan ilçe toprakları, fazla yüksek olmayan dalgalı düzlüklerden meydana gelir. Başlıca akarsuyu Umurbey Deresidir.

Ekonomisi tarım ve balıkçılığa dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, üzüm, elma, yulaf, zeytin ve baklagiller olup, ayrıca az miktarda arpa ve ayçiçeği yetiştirilir. Hayvancılık gelişmiştir. Tabiî kumsalları ile Çardak bucağı yazın ilgi görür. İlçe topraklarında barit yatakları vardır.

İlçe merkezi, Çanakkale Boğazının doğu kıyısında tabiî bir liman kıyısında kurulmuştur. İl merkezine 40 km mesâfede, gelişmemiş bir yerleşim merkezidir. Gelibolu Lapseki arasında düzenli feribot seferleri yapılır.

Yenice: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 42.798 olup, 6517’si ilçe merkezinde, 36.281’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 7, Kalkım bucağına bağlı 17 ve Pazarköy bucağına bağlı 15 köyü vardır. Yüzölçümü 1367 km2 olup, nüfus yoğunluğu 31’dir. Biga Yarımadasının doğusunda yer alan ilçe toprakları, fazla yüksek olmayan engebeli alanlardan meydana gelir. Dağlık kesimler kestane, kayın, meşe, kızılçam ve karaçam ormanları ile kaplıdır. Gönen Çayı, Kocabaş Çayı başlıca akarsularıdır. İlçe topraklarında bakır, kurşun, çinko, kaolin, kil ve linyit yatakları vardır.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, yulaf, arpa, tütün olup, ayrıca az miktarda üzüm, elma ve baklagiller yetişir. İlçe tütünü Agonya tütünü adıyla meşhurdur. Hayvancılık önemli gelir kaynaklarındandır.

İlçe merkezi, Çanakkale-Balıkesir karayolunun kıyısındadır. Bir Türkmen aşireti tarafından İnceköy adıyla kurulmuştur. Zamanla gelişerek Yenice ismini almıştır. İl merkezine 97 km mesâfededir. İlçe belediyesi 1936’da kurulmuştur.

Târihî Eserler ve Turistik Yerleri

Çanakkale tabiî güzelliklerle, târihî zenginliklerin kucaklaştığı bir ildir. Her köşesi târih doludur. Arkeolojik eserlerin yanında, yemyeşil tepeler, masmavi bir deniz ve tertemiz sahilleri ile turizme çok müsaittir.

Târihî eserler: Çanakkale târihî eserler bakımından oldukça zengindir. Beş bin senelik bir târihin harâbelerini ve zamânımıza ulaşan eserlerini görmek mümkündür

Çimenlik Kalesi:Çanakkale Boğazının Anadolu kıyısında Kocaçay ağzındadır. 1452’de Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından Bizans’a denizden gelecek yardımı önlemek için yapılmıştır. Kânûnî devrinde 1552’de tâmir görmüştür. Diğer ismi, Kale-i Sultan’dır. Dış surlar ve iç kale olmak üzere iki kısımdır.

Nara Kalesi: Çanakkale’ye 6 km uzaklıktadır. 1807’de başlanmış olan yapımı İkinci Mahmud Han devrinde tamamlanmıştır.

Bozcaada Kalesi: Venedikliler zamânında yapılmış, Fâtih Sultan Mehmed devrinde tâmir ettirilmiştir. Dış surlar ve iç kaleden meydana gelen kale, son yıllarda da tâmir görmüştür.

Bigalı Kalesi: Eceabat’a 5 km uzaklıktadır. Yapımına 1807’de başlanmış olup, İkinci Mahmud Han devrinde tamamlanmıştır.

Kilitbahir Kalesi: Deniz kilidi mânâsındadır. 1462’de Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından yaptırılmıştır. Eceabat’tadır. Hiçbir yerde uygulanmamış bir plânı vardır. Dış kale iç kale ve sarı kaleden meydana gelmiştir.

Seddülbahir Kalesi: Boğazı takviye için, 1659’da Frenk Ahmed Paşa tarafından Rumeli yakasında yaptırılmıştır. Günümüzde yıkık durumdadır.

Gelibolu Kalesi: Eski devirlerden kalan kale, Bizans İmparatoru Birinci Jüstinianus tarafından tâmir ettirilmiştir. Günümüzde sâdece bir burcu kalmıştır.

Babakale: Ayvacık ilçesinin Babakale köyündedir. On yedinci asırda Kaymak Mustafa Paşa yaptırmıştır.

Atikhisar: Halk arasında Gavur Hisar denilen bu kale, Çanakkale-Balıkesir karayolu üzerinde yüksek ve sarp bir tepe üzerindedir. Osmanlı tekniğinin izlerini taşır. Gözetleme kuleleri, su sarnıçları ve surlar vardır.

Fâtih Câmii: Kalenin doğusunda çarşının güney ucundadır. 1452’de Fâtih Sultan Mehmed yaptırmıştır. 1862/1863’te Sultan Abdülazîz Han döneminde yenilenmiştir.

Abdurrahmân Câmii: Osmanlı câmilerinin ilk örneklerindendir. Orhan Gâzi döneminde yapılmıştır. Sultan İkinci Mahmud Han devrinde tâmir edilmiştir. Ezine ilçesindedir.

Sefer Şah Câmii: Ezine ilçesinde 14. asırda Yıldırım Bâyezîd Han zamânında yapılmıştır. Câminin yanında Sefer Şahın türbesi vardır.

Aslıhan Bey Câmii ve Külliyesi: Ezine’ye 12 km uzaklıkta Kemâli köyünde olup, câmi, hamam ve türbeden meydana gelmiştir. Sultan Birinci Murad döneminde yapılmıştır. Türbe, câminin kuzeyinde olup, günümüze ulaşan en eski türbedir. Câminin batısında yer alan hamam ise, en eski Osmanlı hamamlarındandır.

Hüdâvendigâr Külliyesi: Ezine’ye 40 km uzaklıkta Tuzla köyündedir. Câmi, medrese ve hamamdan meydana gelmiştir. Câmi, 1366’da yapılmıştır. Medrese câminin batısındadır. Dershâne ve on odadan meydana gelmiştir. Zamânımıza sâdece bir odası ulaşabilmiştir.

Ulu Câmi (Hüdâvendigâr Câmii):Sultan Birinci Murad döneminde ulu câmiler plânında yapılmış bir câmidir. Gelibolu’da olup, bölgenin en büyük yapısıdır. 1667’de onarılmış, 1889’da yeniden yaptırılmıştır.

Azebler Namazgâhı:Gelibolu’da 1407’de yaptırılmıştır. Bu tür eserlerin en güzelidir. Günümüzde yıkık vaziyettedir.

Gâzi Süleymân Paşa Câmii: Orhan Gâzi devrinde yapılmıştır. Câminin mihrabı ve batı duvarı ilk günkü hâlini korumaktadır. Birkaç sefer tâmir görmüştür.

Süleymân Paşa Câmii: Orhan Gâzi döneminde yapılmıştır. Süslü mihrâbı ve minâresi ilk şeklini korumuştur. Lapseki ilçesindedir.

Hüdâvendigâr Câmii: Sultan Birinci Murâd döneminde yapılmıştır. Lapseki ilçesinin Umurbey köyündedir.

Yâkup Bey Külliyesi: Lapseki ilçesinin Çardak bucağındadır. Câmi, medrese, okul ve handan meydana gelen külliyeyi 1472’de Gâzi Yâkup Bey yaptırmıştır. Medrese günümüzde tamâmiyle yıkılmıştır.

Ahmed Bîcân Türbesi: İkinci Murad Han zamânında yapılmıştır. Tek kubbeli güzel bir yapıdır. Türbede yatan zât devrinin büyük âlimlerinden idi. Gelibolu’dadır.

Sarıca Paşa Türbesi: Sultan İkinci Murad Han devri devlet adamlarından Sarıca Paşaya âittir. Gelibolu ilçesindedir.

Yazıoğlu Türbesi: Aynı ismi taşıyan câmiye bitişik üstü açık bir türbedir. Tâmir edilirken ilk özelliğini kaybetmiş olup Gelibolu’dadır.

Gâzi Süleymân Paşa Türbesi: Rumeli fâtihi ve Orhan Gâzinin oğlu Süleymân Paşanın türbesidir. Gelibolu’nun Bolayır köyündedir. 1549’da tâmir edilmiştir.

Anıtlar: Birinci Dünyâ Harbinde târihin en kanlı savaşlarından birinin cereyân ettiği Çanakkale topraklarında 250.000 Türk şehidi yatmaktadır. Bu şehitlerin aziz ruhlarını anmak ve hâtıralarına hürmet için “Çanakkale Şehitler Anıtı” yapılmıştır. 21 Ağustos 1958’de tamamlanmıştır. Hisarlık Burnu ucundadır. Bütün boğazdan görülen anıtlar, 41,70 metre yükseklikte, 4 m aralıkla 4 büyük sütun üzerine kuruludur. Gövde 30x30 metredir.

İçinde “Harp Müzesi” vardır. Şehitleri şu mısralar ne güzel anlatmaktadır:

“Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,

Bir hilâl uğruna Yârab, ne güneşler batıyor!”

 

“Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,

Bu toprak bir devrin battığı yerdir.

Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,

Bir vatan kalbinin attığı yerdir.”

 

“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı!

Düşün altında binlerce kefensiz yatanı,

Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı,

Verme, dünyâları alsan da bu Cennet vatanı!..

Diğer anıt ve şehitlikler ise; Bahriye Şehitliği ve Anıtı, İntepe Şehitliği, Anadolu Hadiye ve Rumeli Mecidiye Şehitliği, Üsteğmen Hasan ve Teğmen Mesvuf Şehitliği, Gelibolu Şehitliği, Biga Şehitliği ve Anıtı, Yahya Çavuş, Mehmed Çavuş, Sorok ve Yamut âbideleri, Conkbayırı Mehmetçik Park Anıtı, Tek Çam Anıtıdır.

Müzeler:

Atatürk Müzesi: Çanakkale Savaşları sırasında Mustafa Kemâl’in (Atatürk) tümen karargâhı olarak kullandığı Çamyayla köyündeki ev müze olarak kullanılmaktadır.

Arkeoloji Müzesi: Kazılarda çıkan târihî eserlerin muhâfaza edildiği bir müzedir.

Harp eserleri müzesi: Seddülbahir bölgesinde şehitler anıtı içindedir. 1171’de açılan müzede Çanakkale Savaşları sırasında bölgede kalan silahlar sergilenmektedir.

Eski Harâbeler: Truva Harâbeleri Çanakkale’ye 32 km uzaklıktaki eski bir şehir harâbesidir. İlk çağ halk şâirlerinden Homeros’un İlyada destanı bu şehirden bahseder. Burası dünyânın en meşhur müzelerinden biridir. Arkeolojik kazılarla tamâmen ortaya çıkarılan bu şehir harâbeleri görülmeye değer bir târih hazînesidir. Truva M.Ö. 3200 ile M.S. 400 yılları arasında 9 defâ yıkılmış ve yeniden kurulmuştur. 1873’te Sehliemanın tarafından ilk defâ bulunmuştur. Bu harâbeler Çanakkale Boğazına hâkim olan Hisarlık Tepe üzerindedir.

Truva Harâbeleri yanında Arkeoloji Müzesi vardır. Truva’da kazılar kat kat yâni üst üstedir. 2 ile 16 m derinlikte 9 şehir vardır. Truva kazılarında çıkan târihî eserlerin mühim kısmı Avrupa müzelerine kaçırılmış, ancak 1923’ten sonra çıkarılanlar İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Truva Arkeoloji Müzesinde muhâfaza altına alınmıştır.

Blegen’in tespit ettiği kronolojik sıraya göre 9 Truva şöyledir:M.Ö. 3200-2600, 2600-2300, 2200-2050, 2050-1900, 1900-1800, 1800-1300, 1300-1100, 700-350, 350-M.S. 400.

İskender amiral gemisinden mızrağını Truva istikâmetine atarak Asya seferinin başladığını anlatmak istemiştir. Anadolu’nun en önemli antik şehirlerinden biridir. Assos: Ayvacık ilçesine bağlı Behramkale köyünde M.Ö. 7. asırda kurulmuş bir yerleşim merkezidir. Denize hâkim tepe üzerindeki akropol, 3 km uzunluğunda bir surla çevrilidir. Agora tiyatro ve Athena tapınağı vardır. Alexsandrea: Çanakkale’ye 50 km uzaklıkta Dalyan köyünde Alexandrea-Troas harâbeleri surlarla çevrilidir. Bu kenti İskender’in generallerinden Antigonos kurmuştur. Lampsakoz: Lapseki ilçesinde Lampsakoz (Pitiyara)şehir harâbeleri ve Roma devrine âit lahit ve kitâbeler bulunmaktardır. Sestos: M.Ö. 650 senesinde Aiciler tarafından koloni olarak kurulmuştur. M.Ö. 300 senesine âit seramikler bulunmuştur. Şehrin iç kalesi hâlen durmaktadır. Sarnıclar kullanılmaktadır. Eceabat’a 4 km mesafededir. Dardanos: Çanakkale’nin 10 km yakınında İzmir karayolu üzerindedir. Eski bir şehir harâbesidir. Diğer harâbeler Chyrse, Perkote, Arisbe, Parion, Priapos, Kebrene, Skepsis ve tapınağı bulunan Neandrea şehir kalıntılarıdır.

Mesire yerleri: Zengin doğal güzellikler, ilde çok sayıda mesire yerinin meydana gelmesine yol açmıştır. Bunlardan meşhur olanları şunlardır:

Yaykın: Çanakkale-Çan karayolu üzerindedir. Karaçam ormanları içinde, bin kişiye yakın kişinin dinlenebileceği bir piknik yeridir.

Balaban: Çanakkale-Çan karayolu üzerinde bir dinlenme yeridir. Çam, meşe, kestane ağaçlarıyla kaplıdır. İçme suyu çok güzeldir.

Millî Park: Gelibolu Yarımadasında 33.000 hektarlık bir arâzidir. Savaş alanları, anıtlar, şehitlik, güzel koylu, temiz kumsalları ve ormanlık tepeleriyle yeşil vâdiler bulunur. Gezi ve piknik yeridir.

Karantina: Çanakkale-İzmir karayolu üzerinde il merkezine 15 km uzaklıkta, deniz kenarında bulunan bir dinlenme yeridir.

Kepez: İl merkezine 5 km uzaklıktadır. Çanakkale-İzmir karayolu üzerindedir. Denize 1 km olup, meyve bahçeleriyle çevrelenen ve Çanakkale boğazının güzelliği seyredilebilen bir dinlenme yeridir.

Kaplıcaları: Çanakkale kaplıca ve ılıcaları bakımından da çok zengin bir ilimizdir. Bu şifâlı suların bâzılarında banyo kürleri, bâzıları ise içilerek çeşitli hastalıklara iyi gelir.

Çan Kaplıcası:Çan-Balıkesir karayolu üzerindedir. Banyo tedâvîsi romatizma, mafsal romatizması, nefrit ve kadın hastalıklarına iyi gelir. İçme tedâvisi ise karaciğer, barsak, safra kesesi ve idrar yolu hastalıklarına faydalıdır.

Küçük Çetmi Kaplıcası: Ayvacık ilçesinin Küçükçetmi köyündedir. Sıcaklığı 14°C olup, karbonhidratlıdır.

Kestanbol Ilıcası: Ezine’nin Kestanbol köyündedir. Banyo tedâvîsi romatizma, nefrit, kadın hastalıkları, cilt hastalıkları, gut, siyatik, barsak parazitleri ve kırıklar için çok faydalıdır. Eski devirlerden beri kullanılmaktadır.

Külçüler Kaplıcası: Bayramiç ilçesine 18 km uzaklıkta orman içindedir. Dört bin senedir kullanılan kaplıca, kadın hastalıklarına iyi gelir.

Kirazlı-Balaban Mâden Suları: Çanakkale-Çan karayolu üzerinde Kirazlı bucağındadır. Böbrek taşlarını düşürmede çok faydalıdır.