CEZÂYİR MENEKŞESİ (Vinca Minor)
Alm. Rosenrotes Singrün (Immergrün), Fr.Pervanche, İng. Periwinkle. Familyası: Zakkumgiller (Apocynaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara, Ege bölgesi.
Mart-haziran ayları arasında, mavi-mor renkli çiçekler açan, çok senelik, 10-40 cm yüksekliğinde, kışın yapraklarını dökmeyen ve süt taşıyan bir bitki. Orman altlarında, rutûbetli ve gölgeli yerlerde bulunur. Esas gövde yatık, ince, silindir biçiminde, içi dolu ve tüysüzdür. Bu gövde üzerinde çiçekleri taşıyan genç ve dik dallar çıkar. Yapraklar kısa saplı ve karşılıklı olup, derimsi ve oval şekillidir. Üst tarafı parlak, alt tarafı ise donuk yeşil renklidir. Çiçekler uzunca saplar ucunda teker teker bulunur ve mâvimsi-mor renkli olup, huni biçimindedir. Meyveleri uzunca oval şekilli, 2-3 tohumludur.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin kullanılan kısımları yaprakları ve genç dallarıdır. Yapraklar çiçek açma esnâsında toplanır ve gölgede kurutulur. Bileşiminde tanen, organik asitler, karbonhidratlar, glikozit ve alkaloitler bulunur. Kabız edici özelliğinden dolayı ishal ve dizanteride, kan kusmalarında ve yaraların tedâvisinde kullanılmaktadır.
Memleketimizde yetişen diğer türleri, otsu Cezâyir menekşesi (V. herbacea), Lübnan Cezâyir menekşesi (V. libonatica), Büyük Cezâyir menekşesi (V. major)dir.
CEZÂYİRLİ HASAN PAŞA (Gâzî, Palabıyık)
Osmanlı Devletine hizmet vermiş, cesâretiyle tanınmış sadrâzamlardan. Heybetli görünüşünden dolayı önceleri kendisine “Palabıyık” lakâbı verilmişse de, sonraları; “Cezâyirli” ve “Gâzî” ünvanları ile anılıp meşhûr olmuştur.
1720’de Gelibolu’da doğduğu rivâyet edilmektedir. Diğer bir rivâyete göre ise, küçük yaşta İran sınırında esir düşmüş daha sonra da Tekirdağlı bir tüccâr tarafından köle olarak satın alınıp büyütülmüştür. Sonradan efendisi tarfından âzâd edilen Hasan Paşa, onun verdiği bir miktar sermâyeyle, yiğitlerinin şöhretini duyduğu Cezâyir’e gitmek için yola çıkmış; ancak yolda gemileri yabancı bir gemiye rampa edince, Hasan Paşa, çok genç olmasını rağmen düşman gemisine sıçrayıp büyük bir gayretle cenge katılmıştı. Rüzgârın yön değiştirmesiyle gemiler birbirinden ayrılınca, Hasan Paşa düşman gemisinde kalmış, geminin mürettebâtından on beş kadarını yalnız başına öldürdükten sonra, diğerlerini geminin ambar ve kamarasına kapatmak sûretiyle gemiyi ele geçirmişti. Lâkin, deniz ortasında yatağanıyla yapayalnız kaldığından, Cezâyirliler tarafından kurtarılarak Cezâyir’e götürülmüştür. Hasan Paşanın bu cesâreti o zamanki Cezâyir Dayısı tarafından pek takdir edildiğinden, gemi kendisine bırakıldığı gibi, bir de kahvehâne verilerek dayılar arasına katılmıştır. Kısa zamanda şöhrete ulaşarak Tlemsen beyi olan Hasan Paşa, Cezâyir’deki dayıların hasetliğine mâruz kalıp, hayâtı tehlikeye düştüğünden İspanya’ya geçmiştir. Oradan Napoli’ye, oradan da İstanbul’a gelmiştir.
Kendisi denizciliğiyle meşhur olduğundan, kaptanlar sınıfına alınarak, bir de gemi verilmiştir. 1770’te mîr-i mîrânlık pâyesiyle kaptan olmuş ve Limni Adasını Hıristiyanlardan alıp “Gâzî” ünvânını kazanmıştır. Aynı sene içinde vezir olan Hasan Paşa, kapdân-ı deryâlığa getirilmiştir. Daha sonra Boğaz muhâfızı, ardından da Anadolu eyâleti ile Rusçuk seraskeri oldu. Aynı sene ikinci defâ kaptân-ı deryâ nasbolundu. 1780’de Mora vilâyeti de ilâve olarak idâresine verildi. 1786’da sadâret kaymakamı olan Hasan Paşa, iki sene sonra kaptân-ı deryâlıktan azledilerek kendisine Özi Kalesi seraskerliği (başkomutanlık) vazîfesi verildi.
Hasan Paşa, kaptân-ı deryâ olduğu ilk senelerde 1768 Türk-Rus Harbi başgöstermişti. Rusların Akdeniz’e gönderdikleri Baltık donanması İngiliz donanması ile takviye görerek önce Osmanlı donaması ile çarpışmış, fakat bu çarpışmada kesin bir netîce alınamamıştı. Ege kıyılarına yakın Koyun Adaları civârında yapılan ikinci bir savaşta asıl muhârebe Hasan Paşanın kalyonu ile Rus amirali Spiridov’un gemisi arasında olmuştur. Rus gemisinin kendi kalyonuna yanaştığı bir sırada Hasan Paşa birkaç çarmıh halatını kestirdi. Her ipe birkaç Türk Cengâveri yapışıp, Hasan Paşa ile birlikte otuz kadar yiğit Rus gemisine atladı. Düşman gemisinde yapılan kahramanca çarpışma esnâsında Hasan Paşa bir kurşun yarası aldıysa da, bunu belli etmeden bir müddet daha cenk ettikten sonra, leventleriyle berâber kendi gemisine geçmeye muvaffak oldu. Bu beklenmeyen baskın ile şaşkına döner Ruslar telâşa kapılarak kendi cephâneliklerini ateşlemişler, ateş Türk gemisine de sıçrayınca, her iki gemi de yanmaya başlamıştı. Gemide kalmanın imkânsız hâle gelmesi üzerine Hasan Paşa yatağanını ağzına alarak berâberindekilerle denize atladı. Bir tahta parçasına tutunarak kıyıya doğru giderlerken kıyıdan gönderilen bir kayıkla kurtarıldılar. Hasan Paşaya, gösterdiği bu kahramanlık sebebiyle kaptanlık ve beylerbeyliği verildi.
Hasan Paşanın ikinci kaptân-ı deryâlığı 15 yıl sürdü. Bu süre içinde pek büyük hizmetlerde bulunan Hasan Paşa, Sûriye ve Irak’ta başgösteren Tâhir Ömer isyânını bastırmış; Mora Yarımadasındaki isyankâr Arnavutları yenerek fitne ateşini söndürüp, huzur ve sükûnu yeniden temin etmiştir. Daha sonra 1787 Rus-Avusturya Harbinde Yılan Adası Savaşına katılıp, Rus donanmasını mağlub etmiştir. Ertesi yıl Kasım ayında İsmâil Kalesi önünde de Rusları hezîmete uğratmış, bu başarısı üzerine 1789 senesinde kendisine vezîr-i âzamlık (sadrâzamlık) pâyesi verilmişti. Hasan Paşanın sadrâzamlığı üç buçuk ay sürdü. 1790 senesi Mart ayında Hakk’ın rahmetine kavuştu. Şumnu’da yaptırmış olduğu zâviyeye defnolundu.
Hasan Paşa, yürüttüğü devlet hizmetleri yanında, birçok hayır eserleri de bırakmıştır. İstanbul tersânesinde kalyoncular için bir kışla inşâ ettiren Hasan Paşa, Middili’ye dört saat mesâfedeki bir yerden şehre su getirterek çeşmeler yaptırdı. Bakla’da yine çeşme, Vize’de câmi ve hamam ve üç çeşme, Midilli Adası ortasında Paşa Köşkü ve büyük mermer havuz ile Limni, Sakız, İstanköy adalarında çeşmeler yaptırmıştır. Şecâat ve kahramanlığı had safhadaydı. Îmânı sağlam, idâreciliği fevkalâdeydi. Kendisine alıştırdığı bir aslanı dâimâ yanında gezdirirdi.
Otomatik âletleri ilk defâ yapan Müslüman Türk âlimi. İsmi, Bedîuzzaman Ebü’l-İzz bin İsmâil bin Rezzaz el-Cezerî’dir. Dicle ile Fırat arasında bulunan Cezîre (Cizre) bölgesinde doğduğu için Cezerî diye meşhûr oldu. Doğum ve vefât târihleri kesin bilinmemekle berâber 1136 (H. 531)-1206 (H. 603) seneleri arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. Artuklu Türklerindendir.
Doğu Anadolu’da İslâm medeniyetinin ileri olduğu, ilim ve îmâr işlerinin yürütüldüğü Artukoğulları Sarayında ilmî çalışmalar yapan Cezerî, haberleşme, kontrol, denge kurma ve ayarlama ilmi olan sibernetiğin ilk kurucusudur. İnsanlarda ve makinalarda bilgi alış verişi, bunların kontrolü ve denge durumu sibernetiğin esas konusudur. Bu ilmin gelişmesiyle elektronik beyinler ve otomasyon denilen sistemler ortaya çıktı. Bu bakımdan Cezerî, yaptığı mekanik makinalarla bu ilmin temelini atmıştır. O, sâdece otomatik âletleri yapmakla kalmamış, otomatik olarak çalışan sistemler arasında denge kurmayı da başarmıştır.Sekiz asır sonra İngiliz nöroloji profesörü Dr. Ross Ashby ancak 1951 senesinde üstün denge durumunu ortaya koymuştur. Fransızlar, sibernetiğin Descartes (1596-1650) ve Pascal’la (1623-1662), Almanlar Leibniz’le (1646-1716), İngilizler ise Roger Bacon’la (1214-1292) başladığını söylerlerse de gerçekte otomatik âletler yapıp işleten Cezerî sibernetik ve elektronik sistemin temelini atan büyük âlimdir.
Cezerî, bir robot yaparak Artuklu hükümdârı Mahmud bin Mehmed’e takdim etti. Robot, otomatik olarak hareket ediyor ve kendi kendine bâzı hareketler yapıyordu. Bunu gören Sultân hayretler içinde kaldı ve takdirlerini belirterek, emeğinin karşılığını göreceğini söyleyerek yaptıklarını ve buluşlarını bir kitap hâlinde yazmasını emretti. Cezerî bu emir üzerine, kendisini ilim dünyâsında meşhûr eden Kitâb-ül-Câmi Beyn-el-İlmi vel-Amel-in-Nâfî fî Sınâat-il-Hiyel kitâbını yazdı.
Cezerî’nin Kitâb-ül-Hiyel adı da verilen meşhûr eseri altı bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde su saati, kadranlı su saatinin, saat-i müsteviye ve saat-i zamâniye olarak nasıl yapılacağı hakkında on şekil; ikinci bölümde çeşitli kapların yapılışı hakkında on şekil; üçüncü bölümde hacamat ve abdestle ilgili ibrik ve tasların yapılması hakkında on şekil; dördüncü bölümde havuzlar ve fıskiyeler hakkında on şekil; beşinci bölümde derin olmayan bir kuyudan veya akan bir nehirden suyu yükselten âletler hakkında beş şekil; altıncı bölümde birbirine benzemeyen muhtelif makinaların yapılışı hakkında beş şekil bulunur.
Cezerî, eserde yer alan bütün şekilleri bizzat çizmiş, renklendirmiş ve yaldızlamıştır. Eseri incelendiğinde, yaptığı makinalar, kendi kendine öten tavus kuşları, otomatik saatler, robot filler, ele su döken robot insanlar, Cezerî’nin ne büyük bir su mühendisi olduğunu ortaya koymaktadır.
Cezerî’nin saatleri çalıştırma sistemi, genelde aynı mil üzerindeki bir göstergeyle üstünden, ucuna ağırlık asılı bir kayış geçen kasnak biçiminde idi. Ağırlığın düşüş hızı, yüzen bir cisimle kontrol edilmektedir.Yüzen cisim, kayışın öbür ucuna bağlanmakta ve içinde bulunduğu kap, ağır ağır boşaltılmaktadır. Bâzı zamanlarda, devrilebilen bir kova otomatik olarak dolmakta ve devrilince bir mandalı iterek, dişlinin bir diş ilerlemesini sağlamaktadır. Yaptığı makinalar, mandal dişli, planga ve kaldıraçlardan meydana gelmektedir. Bu sisteminde görüldüğü gibi günümüzde motorlu araçlarda kullanılan krank milini ilk defâ Cezerî kullanmıştır.
Cezerî, kitabında on değişik saatin nasıl yapıldığını anlatmaktadır. Bunlardan birisi tavuskuşu saatidir. Saatin cephesi 420 cm yüksekliğindedir ve üç diş içerisinde anne, baba ve yavru tavuskuşları vardır. Her yarım saatte bir, sâbit seviyeli bir kaptan akan su, eksantrik yataklanmış kayık şeklindeki kaba dolmakta, kab dolunca, devrilmekte, akan su bir çarkı döndürerek alttaki tavuskuşu da dönmekte, yavrular kavga etmekte, üstteki anne tavuskuşu ise 180° geri dönerek eski yerine gelmekte, kap tekrar dolmaya başlayınca kabın içerisindeki şamandra yükselerek, anne tavuskuşunu yavaş yavaş döndürerek gagası ile dakikaları göstermesini sağlamaktadır. Bu olay her yarım saatte bir tekrarlanmakta ve cephedeki on deliğin yarısı açılarak yarım saatin geçtiği gösterilmektedir. Bu saat 1/2 ölçeğinde İstanbul Teknik Üniversitesinde yapılmış ve çalıştırılmıştır.
Fil saatiadını verdiği âletinin tertibâtı daha karışıktır. Burada da benzer tertibâtı ile yarım saatte bir ejderhanın ağzına bir top düşmekte, filin üzerinde oturan adam kazma ile file vurmakta, elindeki sopa ile de saati göstermektedir. Benzer tertibât balıklı adam diye isimlendirilen robotta da yapılmıştır.Robot, elinde tuttuğu balıkla bardağı karşısındakine sunmaktadır. Hacamat yâni kan aldırırken alınan kanın mikdârını ölçmek için kullanılan âlette ise, şamandralar yardımıyla alınan kanın mikdârı ölçülmekte, üst taraftaki sekreter, elindeki çubukla kanın hacmini göstermektedir. Bütün bunlar Cezerî’nin ilim târihindeki yerini, batılılardan çok önceleri ilmin doğuda ne kadar geliştiğini ve batıyı aydınlattığını göstermektedir.
Eserin, müellifin hattı ile olan nüshası elde değildir. Ancak beşi memleketimizde bulunmak üzere dünyâda bilinen on beş nüshası vardır.Memleketimizde bulunanlardan dördü Topkapı, biri de Süleymâniye Kütüphânesindedir. Arapça yazılan eser, Ahmed el-Hasan tarafından çeşitli yazmalarıyla karşılaştırılarak, yayınlandı.
Cezerî’nin bu meşhûr eseri 1974 senesinde Al-Jazari’s Book of Knowledge of Ingenious Mechanical Devices adıyla Donald R. Hill tarafından İngilizceye tercüme edildi. Eserde târif ettiği makinalardan birkaç tânesi Wiedmann tarafından yapıldı ve başarıyla çalıştırıldı.
Cezerî’nin kitâbı 20. asrın başından îtibâren batıda büyük alâka gördü. Bilhassa Prof. Wiedmann bu eseri inceleyerek Almancaya çevirmiştir. Prof. Wiedmann; “On dokuzuncu asra kadar yazılan teknik eserler arasında, astronomiye âit olanlar hesaba katılmazsa, Cezerî’nin bu eseri en önemli ve en yüksek seviyede olanıdır.” demektedir.
Cezerî’nin kitabının İngilizce tercümesine bir önsöz yazan meşhur bilim târihçisi Prof. White Jr. önsözün bir yerinde; “Batılı bilginler konik sübabların ilk defâ Leonardo’nun çizimlerinde görüldüğünü öğretirler. Halbuki Cezerî’nin resimlerinde de bunlar gözükmektedir. Bunun gibi segmant dişlileri de, ilk defâ açıkça Cezerî’nin eserlerinde görülmektedir. Batıda ise bunlar, Giovanni Dondi’nin 1364 senesinde bitirdiği astronomik saat ile 1501 senesinde büyük fen mühendisi Francescio Giorgio’nun eserlerinde ortaya çıkmış ve genel Avrupa dizayn literatürüne girmiştir.” demekte ve birçok tertibâtın Leonardo ve diğerlerinden çok önce Cezerî tarafından yapıldığını açıklamaktadır.
Fransız Kralı Napolyon’a karşı Akka Kalesini başarı ile savunan büyük Türk kumandanı. Bosnalı olup doğum târihi bilinmemektedir. İstanbul’a gelerek Sadrâzam Hekimoğlu Ali Paşanın hizmetine girmiştir. Ali Paşa ikinci Mısır vâliliğinden azl edilince, Mısır’da kalarak meşhur Ali Beyin kölesi Abdullah Beyin hizmetine girdi. Bahire kâşifliğine atanan Ahmed, orada Bedevîlere karşı olan muhârebelerde gâlip gelmiş ve çok kan dökmüş olduğundan, kasap anlamına gelen “Cezzâr” lakabı verilmişti. Fakat bir müddet sonra Ali Beyin öc almasından korkarak, İstanbul’a kaçtı. Sonra da Şam Vâlisi Osman Paşanın hizmetine girerek Tâhir Ömer, Zeydan ve Şahab âileleriyle yapılan mücâdelede başarı gösterdi. 1775’te kendisine Beylerbeyi rütbesi verildi, Bir yıl sonra da Sayda vâliliğine tâyin edildi.
Sûriye’de emniyeti sağlayan ve 1780’de Emîrü’l-Haclık ile Şam eyâletine tâyin olunan Ahmed Paşa, gerek Sayda ve gerekse Şam vâliliği zamânında Akka Kalesinde oturdu. Burada kuvvetli bir ordu kuran Ahmed Paşa, küçük bir donanma da yaptırarak âdetâ bağımsız bir şekilde hareket etti.
1789’da Mısır’ı işgâl eden Napolyon Bonapart’ın anlaşmak için ileri sürdüğü teklifleri reddedince, Bonapart Akka Kalesini kuşattı. Ancak Cezzâr Ahmed Paşanın emrindeki 3000 kişilik Nizâm-ı Cedîd askerinin müdâfaada gösterdikleri azim ve mahâret netîcesinde, Napolyon ilk defâ burada yenildi. Bunun üzerine; “Akka mukâvemet etmeseydi belki Şark İmparatoru olurdum.” demekten kendini alamadı.
Mısır Seferi seraskerliğine Sadrâzam Yûsuf Ziyâ Paşanın getirilmesine gücenen Cezzâr, Sûriye’de serdâra yardımda bulunmadı ve devlete daha başka güçlükler de çıkarmaya çalıştı. Bununla berâber bu sırada “Vehhâbî meselesi” önem kazandığından kendisi Şam vâliliği ile berâber Vehhâbîlere karşı serdâr tâyin oldu. Fakat hastalığı sebebiyle vazifeye gitmeyerek, kölesi Süleymân Paşayı gönderen Cezzâr, 23 Nisan 1804’te Akka’da vefât etti.
Cezzâr Ahmed Paşa, zekî, dirâyetli, anlayışlı bir insan olup, birçok meseleleri önceden sezmek kâbiliyetine sâhipti. İdâre ettiği yerlerde adâletle asâyişi temin ederdi. Akka, Sayda ve Beyrut’u tahkim ettiği gibi, Akka’da mükemmel bir câmi, bir çarşı ve birçok çeşme ve sebil yaptırmak sûretiyle îmâr işlerine de önem verdi.
İngiliz sinema oyuncusu ve yönetmeni. Asıl adı Sir Charles Spencer Chaplin’dir. Şarlo olarak da bilinir.
1889’da Londra’da doğdu. Anne ve babası sirk oyuncusuydu. Bu yüzden altı yaşındayken seyirci önüne çıkan Chaplin, şarkı söyleyip dans etmesini öğrendi. Çocuk yaştayken babası öldü. Akıl ve ruh hastası olan annesi de sık sık akıl hastânesine gidip geliyordu. Bu sebeple sıkıntı ve sefillik içinde bir hayat yaşayan Chaplin, bu dönemde bâzan geçici sahne işleri buldu. Bâzan da sokaklarda yaşamak zorunda kaldı. On yedi yaşındayken Fred Karno’nun müzikhol topluluğuna girdi. 1910 yılında ABD’ye gitti. 1912’de buraya yerleşti. Mack Senett’in yardımıyla sinema oyunculuğuna atıldı. 1913’te Keystone film şirketiyle anlaşarak 35’in üzerinde kısa filmde rol aldı. Daha çok komedi türünde oyunlarda rol alan Chaplin, kısa sürede meşhur oldu.
1915’te Essenay Şirketi için 15 film çevirdi. 1916 ve 1917’de Mutual şirketi için 12 kısa ve orta uzunlukta film yaptı. Essenay şirketinden 1250 dolar, Mutual şirketinden 10.000 dolar haftalık; ayrıca sözleşme için 150.000 dolar aldı. 1917’de de First National şirketinden sekiz film için 1 milyon dolar aldı. 1919’da Griffith, Mary Pickford ve Douglas Fairbanks ile birlikte “United Artist” firmasını kurdu. Birçok filmini bu firma adına veya kendi adına çekti.
1942’de savaşta Almanlara karşı ikinci bir cephe çağrısında bulundu. İzlediği tutum sebebiyle pekçok çevrenin yanısıra Amerikan ordusunu da sinirlendirdi. ABD hükümetinin vergi borcu için sıkıştırması, ayrıca bâzı politikacı ve köşe yazarlarının, yıkıcı faaliyetlerde bulunduğunu ileri sürmeleri üzerine ABD’den ayrıldı. 1952’de yerleşmek üzere İsviçre’ye gitti.
1953’te ABD Adâlet Bakanlığınca soruşturulacağını öğrendi ve Cenevre’de kaldı. Bundan sonra âilesiyle birlikte Vevey yakınlarında Corsier-Suur-Vevey’de yaşamaya başladı.
1957’de Londra’da yaptığı New York’ta Bir Kral (A King in New York) adlı komedi filmiyle Amerikan idâresini ve yaşayışını tenkid etti. Bu sebeple komünizm taraftarlığıyla itham edildi. 1964’te hayat hikâyesini yayınladı. 1966’da başrollerini Marlon Brando ve Sophia Loren’in oynadığı, kendisinin de hem senaryosunu yazdığı hem de küçük bir rolde göründüğü Hong Konglu Kontes adlı son filmiyle tekrar dikkatleri üzerine çekti. 1972’de kendisine verilen Özel Oskar Ödülünü almak üzere ABD’ye gitti. 1977’de İsviçre’nin Coirser-Sur-Vevey şehrinde öldü.
Çok hareketli bir hayâtı olan Chaplin’in dört evliliğinin üçü filmlerinin başrol oyuncularıyla, dördüncüsü de oyun yazarı Eugene O’Neill’in kızı Oona O’Neill ile oldu.
Filmlerinde yergi, maskaralık ve güldürü unsurlarını iç içe kullanan Chaplin, mim oyuncusu ve yönetmen olarak sanatıyla her türlü seyirciyi etkiledi. Kırk yıldan fazla süren sanat hayâtında 79 film yaptı. Onun oyuncu ve yönetmen olarak yaptığı filmlerden bâzıları şunlardır:
Şarlo Patinajcı (The Rink), Şarlo Rejim Yapıyor (The Cure), Şarlo Göçmen (The İmmigrant), Şarlo Kaçıyor (The Adventurer), Şarlo Asker (Shoul der Arms), Yumurcak (The Kid), Şarlo Hacı (The Pilgrim), Parisli Kadın (A Woman of Paris), Altına Hücum) (The Gold Rush), Şarlo Sirkte (The Circus), Şehir Işıkları (City Lights), Asrî Zamanlar (Modern Times), Şarlo Diktatör (The Great Dictator), Sahne Işıkları (Limelight), New York’ta Bir Kral (A King in New York), Hong Konglu Kontes (A Countess From Hong Kong).
ABD-Kanada ortaklık grubundan Ottoman-American Development Company’e Doğu Anadolu’da demiryolu yapım ve çevredeki mâdenleri işletme ayrıcalığı tanıyan proje.
ABD’li Colby M.Chester 1911’de şirketi aracılığıyla Sivas-Van arasında, daha sonra Musul ve Kerkük’e de yan hatlarla bağlanacak bir demiryolu hattı kurmak ve bu hattı Akdeniz kıyısındaki Yumurtalık’a (Adana)kadar uzatarak burada liman yapmak için bâzı teşebbüslerde bulundu. Bu işler karşılığında demiryolu çevresinde petrol da dâhil bütün mâdenleri işletme hakkını isteyen şirketin teklifi kabul edilip ön anlaşma yapıldıysa da, Meclis-i Mebûsan tarafından reddedildi.
Kurtuluş Savaşından sonra 1922 Kasımında bu sefer de Colby M.Chester’in oğlu A.Chester Ankara’ya gelip tekliflerini yeniden gündeme getirdi. Yapılan bir dizi görüşme sonunda sözleşme yapıldı. Buna göre şirket tamâmen kendi imkânlarıyla Doğu Anadolu’da ve Musul-Kerkük bölgesinde 4400 km demiryolu hattı döşeyecek, Karadeniz ve Akdeniz kıyısında üç tâne liman yapacaktı. Buna karşılık demiryollarının her iki yanındaki yirmişer kilometrelik şeritin yeraltı kaynaklarını 99 yıllığına işletmeye hak kazanacaktı. Ayrıca şirkete sözleşmedeki ilke ve kurallara bağlı olarak ileride başka demiryollarının yapım ve işletme hakkı da veriliyordu.
Sözleşmeler 9 Nisan 1923’te TBMM’de onaylandı. Fakat Lozan Antlaşmasıyla Musul ve Kerkük’ün kaybedilmesi sebebiyle asıl gâyesi bu bölge petrollerinin gelirini ele geçirmek olan şirket antlaşmayı tek taraflı olarak bozdu.
CHRİSTİE, Agatha (Mary Clarissa)
Kitapları 100 milyondan fazla satmış olan İngiliz kadın polisiye romancısı ve oyun yazarı. 15 Eylül 1890’da Torquay’da doğdu. Annesinden ders alarak okula gitmeden evde öğrenim gördü. Birinci Dünyâ Savaşı sırasında hemşire olarak çalışırken polisiye romanlar yazmaya başladı.
İlk romanı Styles’teki Esrârengiz Vak’a’da ve Katil Kim adlı romanında kendini beğenmiş ünlü kahramanı Belçikalı dedektif Hercule Poirot’yu ortaya koydu. Poirot yaklaşık yirmi beş roman ve hikâyede yer aldı. Papaz Evinde Cinayet adlı romanda ise evde kalmış yaşlı kız Miss Jane Marple’yi kahraman olarak ortaya çıkardı. Agatha Christie ilk önemli başarısını Akroyd’un Katili ve Roger Akroyd Öldürüldü eserlerinde gösterdi. Sonraki 75 romanı en çok satan kitaplar listelerine geçti. Eserlerinin çoğu İngiltere ve ABD’de popüler dergilerde tefrika edildi. Oyunlarından Fare Kapanı aynı tiyatroda aralıksız 21 yıl sahnelenerek dünyâ rekoru kırdı. Savcının Şahidi adlı oyunu ise başka birçok eseri gibi başarılı bir biçimde sinemaya aktarıldı. Ayrıca Şark Ekspresinde Cinâyet, Nil Cinâyeti, Nil’de Ölüm gibi eserleri de sinemaya aktarılan eserlerindendir.
Agatha Christie, ilk kocası Albay Archibald Christie’den boşanıp Arkeolog Sir Max Mollowan’la evlendikten sonra Irak ve Suriye taraflarına arkeolojik gezilere katıldı. Mary West Maccot takma adıyla polisiye olmayan romantik romanlar da yazdı.
Agatha Christie 12 Ocak 1976’da İngiltere’nin Wallingford şehrinde öldü. Otobiyoğrafi adlı eseri ölümünden sonra yayımlandı.
Agatha Christie’nin Türkçede yayınlanan çok sayıdaki eserlerinden bâzıları şunlardır: 1) Üç Perdelik Cinâyet, 2) On Küçük Zenci, 3) Sıfıra Doğru, 4) Çarpık Ev, 5) Cenâze Merâsiminin Ardından, 6) Ve Ayna Kırıldı, 7) Filler de Hatırlar, 8) Uyuyan Ölüm.
Frederic François; Polonya doğumlu, Fransız piyanocu ve besteci. Polonezcede ismi, Fryderyk Francıszek Szopen’dir. 1 Mart 1810’da Varşova yakınlarındaki Zelazowa Wola’da doğdu. Babası Varşova’ya yerleşmiş olan Lorraineli bir Fransız öğretmen olan Nicholas’tır. Annesi iseZelazowa Wola’da yerleşmiş soylu bir Polonya ailesindendir.
Küçük yaştan itibaren piyanoya karşı ilgi duyan Chopin, yedi yaşındayken çok yönlü bir müzikçi olan Wojciech (Adalbert) Zywny’den piyano dersleri almaya başladı. Kısa zamanda özel akşam toplantılarında piyano çalmak üzere dâvetler alacak kadar ilerledi. Sekiz yaşındayken bir konserde dinleyici karşısına çıktı. Üç yıl sonra da parlamentonun açılışı sebebiyle Varşova’da bulunan Çar I. Aleksandr’ın önünde yeni bir piyano-orgu çaldı. Daha çocuk yaştan îtibâren meşhur oldu. Piyanistliğinin yanında beste çalışmalarında da bulundu. Yedi yaşındayken bir Sol Minör Polonez, hemen ardından da bir marş yazdı. Daha sonra başka polonezler, mazurkalar, çeşitlemeler, canlı İskoç dansları ve bir rondo besteledi. 16 yaşındayken Varşova Müzik Konservatuvarına girdi. Polonyalı besteci Jozef Elsner’le birkaç yıl birlikte çalıştı ve ondan ders aldı. Bilgisini artırmak gâyesiyle Viyana’ya gitti. Ağustos 1829’da verdiği iki konserle kesin bir başarı kazandı. Eylülde Varşova’ya döndü. Mart 1830’da Varşova’da iki piyano konçertosunu verdi. Aynı yıl Kasım sonunda tekrar Viyana’ya gitti. Fakat orada beklediği ilgiyi bulamadığı için Paris’e geçti.
Bu sırada Rusların Varşova’yı işgal ettiğini işiterek uğradığı hayal kırıklığıyla bunalıma düştü. Paris’teki ilk aylarında meslek ve para yönünden sıkıntı çekti. Fakat daha sonra tanıştığı Paris zenginlerinin evlerinde hem piyanist, hem öğretmen olarak çalıştı. Yeni besteleriyle dikkatleri üzerine topladı. 1835 yılı Chopin’in özel hayatında unutulmaz bir dönem oldu. Bohemya’daki Karlsbad kentinde anne ve babasıyla birlikte mutlu günler yaşadı. Daha sonra eski Polonyalı dostlarını görmek üzere Almanya’ya geçerek Dresden’e gitti. Aşık olduğu bir kızla evlenmesine annesi mâni olunca tekrar bunalıma düştü. Gezmek için İngiltere’ye gitti. Tekrar Paris’e döndükten sonra problemli ve bunalımlı bir hayat yaşadı. Sağlığı bozulduğu için Mayorka Adasına gitti. Orada bulunduğu sırada rahatsızlandı. Onun tüberküloz (verem) olduğunu duyan ev sâhibi, evden çıkmasını istedi. Arkadaşlarıyla birlikte Fransız konsolosluğuna sığınan Chopin, uzak bir köy olan Valldemosa’daki bir manastıra yerleşti. Soğuk, nem, kötü beslenme Chopin’in zâten bozuk olan sağlığını daha da kötüleştirdi. Mart 1839’da Marsilya’ya geçen Chopin usta bir hekimin çabalarıyla iyileşti. Paris’e dönerek konserler verdi. Düzenli bir geliri olması için yeniden özel öğretmenliğe başladı. Bu dönemde bâzı yeni besteler yaptı. 1848 devrimiyle ilgili olaylar sebebiyle sıkıntıya düşen Chopin, İskoçya ve İngiltere’ye bir gezi yaptı. İngiltere’de yerleşip, Londra’da dersler vererek ve gösterişli toplantılarda piyano çalarak yıpratıcı bir çalışma sürdürdü. 24 Kasım 1848’de Paris’e dönen Chopin’in sağlık durumu tamâmen kötüleşti.
Ölümünden önce tamamlanmamış el yazmalarının yok edilmesini ve cenâzesinde Mozart’ın Requiem’inin seslendirilmesini istedi. 17 Ekim 1849’da Paris’te öldü.
Temelde romantik olmakla birlikte, romantizmin bilinen süslemelerine yer vermediği müziğinde klasik bir sâdelik ve titizlik görülen Chopin’in pekçok eseri bugün de icra edilmektedir.
İngiliz devlet adamı ve yazarı. İkinci Dünyâ Savaşının önemli şahsiyetlerinden biridir. Oxfordshire’de, Blenheim Sarayında 1874 yılında dünyâya gelmiştir. Babası, Lord Randolph Churchill’dir. Annesi Amerikalıdır.
Churchill, öğrenimine 13 yaşındayken Harrow Kolejinde başlamış, 1895 yılında bu okulu bitirmiş ve süvâri subayı olmuştur.Sonra, asker olarak, “Kraliçe’ye âit” adıyla anılan alaya katılmıştır. Dünyânın dört bucağındaki zavallı insanların köle gibi kullanıldığı İngiliz sömürgelerinin elden çıkmaması için gönüllü olarak Küba, Hindistan ve Sudan’da çarpışmış, hizmetlerinden dolayı madalyalar almıştır.
Churchill, yazı hayâtına Morning Post Gazetesi’nde savaş muhâbiri olarak başlamış, ömrünün sonuna kadar siyâset adamlığı yanında, yazarlığını da sürdürmüştür. Güney Afrika’da savaş muhâbirliği yaparken bir ara Boerler’in eline esir düşmüş, fakat büyük tehlikeleri göze alarak buradan kaçmayı başarmıştır. İngiltere’ye avdetinden sonra Muhâfazakâr Partiye girmiş ve milletvekili seçilmiştir. Kurulan hükümette kendisineSömürgeler Müsteşarlığı görevi verilmiştir (1905-1908). Bundan sonra teşkil edilen liberal hükümette ise (1908-1915) sırasıyla Ticâret, İçişleri ve Donanma bakanlıklarında bulunmuştur. Bu görevleri sırasında, işçilerin hastalık ve ihtiyarlık sigortalarını, Lordlar Kamarasının, Avam Kamarasına karşı kullandığı veto hakkının kaldırılmasını sağlamış ve daha birçok sosyal reformların gerçekleşmesine sebeb olmuştur. Birinci Dünyâ Savaşının çıkacağı tehlikesini önceden sezerek, Temmuz Manevraları adı altında deniz kuvvetlerini harekete hazır hâle getirmiştir. Bu meyanda kömürle işleyen gemileri, benzinle işleyenlerle değiştirmiş, 18 yeni tanker yaptırmış; denizaltı gemilerini ve uçak filolarını kurmuştur. Siyâsî alanda da Fransa’nın tam desteğinin gerektiği fikrini ısrarla savunmuştur.
Birinci Dünyâ Savaşında Churchill: 1914 yılında, Birinci Dünyâ Savaşı çıktığı zaman, İngiliz Donanması Churchill’in önceden aldığı tedbirlerden dolayı çok mükemmel bir durumdaydı. Ama bunun yanında ordu zayıftı. Bu mükemmel donanmaya güvenilerek, 1915 yılında zayıf durumda olan müttefikleri Rusya’ya yardım etmek için İngilizler Fransızlarla birlikte Çanakkale Çıkartmasına katıldılar. Taktik siyasî bakımdan çok mükemmeldi. Fakat hesaplar arzû edildiği gibi çıkmadı. Türk askerinin akıllara sığmayan kahramanca müdâfaası karşısında büyük bir hezimete uğradılar. Büyük bir Türk ve Müslüman düşmanı olan Churchill Çanakkale’deki Mehmedcikten yediği tokatın arkasından vazifesinden atıldı. Daha sonra 1916 yılında Lord George başbakan olunca, Churchill de Levâzım Bakanı oldu. Fakat İngilizler, Çanakkale yenilgisinden dolayı hükûmeti devamlı tenkid ediyorlardı. Netîcede tekrar seçimlere gidilince, George, seçimlerde kaybederek iktidardan düştü. Bu ara, Churchill de tekrar yazarlığa döndü. Yazılarında genellikle Nazi Almanyasının dünyâ barışını tehlikeye düşüreceğini tema olarak ısrarla anlatmağa çalışıyordu. Bunun yanında Churchill, 1924 yılında muhâfazakârlar safında tekrâr parlamentoya girmiş ve bir süre sonra da Mâliye Bakanı olmuştur. 1929 yılında kabine düşünce, Churchill, bu defa Avam Kamarasında milletvekili olarak kalmıştır.
İkinci Dünyâ Savaşında Churchill: İkinci Dünyâ Savaşı 1939 yılında başlayınca, Churchill, hemen Donanma Bakanlığına getirilmiştir. 1940’ta Başbakan olmuştur. Savaşın ilk yıllarında halka moral gücü vermiş, daha sonra da ABD’nin savaşa fiilen katılmasını, Sovyetler Birliğinin de İngiltere’nin yanında yer almasını sağlamıştır.Savaş süresince politikacı kişiliği ile Almanların yenilmesinde başlıca sebeb olmuştur.
Churchill, 1941 yılında Amerika Cumhurbaşkanı Rooswelt’le bir toplantı düzenleyerek, Atlantik Paktını kurmuştur. Yine 1942 yılında Moskova’ya giderek Stalinle görüştü, 1943 yılında Churchill, Rooswelt ve Stalin üçü birlikte “Üç Büyükler” adı altında birleşerek Tahran toplantısını yapmışlardır. Bu toplantılar, Almanya’nın yenilmesini sağlayacak nitelikte kararların alınmasını sağlayan toplantılardır. En sonuncusunu 1944 yılında Yalta’da yapmışlardır. Dünyâ yönetimini ele geçirme, dünyâ barışını elde tutma amacıyla yapılan bu toplantıda Üç Büyükler, bütün siyâsî ve askerî güçlerini birleştirmişlerdir. Netîcede Almanya yenilmiştir. Bu toplantıların hazırlayıcısı da Churchill’dir.
1945 yılından sonra Churchill, iktidarı kaybederek muhâlefet lideri olmuş 1951’de tekrar Başbakanlığa geçmiştir. Fakat yaşı ilerlediğinden eski çalışma gücünü kaybettiği gerekçesiyle 1955 yılında kendi arzusu ile siyâset hayâtından çekilmiş, okumaya, yazmaya, resme, hattâ bir ara balık avcılığına bile meraklanmıştır. Churchill, 1965 yılında ölmüştür.
Eserleri:
Savaş Anıları, 6 ciltlik bir eserdir. İkinci Dünyâ Savaşını anlatmaktadır (1948-1954). Churchill, bu eseriyle 1953 yılında Nobel Edebiyât ödülünü kazanmıştır. Dünyânın Geçirdiği Buhran, 4 cilttir (1923-1929). Churchill’in Hayâtı.
CIA (Central Intelligence Agency)
ABD’nin merkezî haber alma ve haber verme teşkilâtı. İngilizce Central Intelligence Agency’in baş harfleri alınarak kısaca (CIA) denir. İkinci Dünyâ harbinden sonra kurulmuştur (1947).
ABD’de istihbârât ve karşı istihbârât faaliyetleri, Federal Soruşturma Bürosu, ordu ve donanma tarafından yürütülüyordu. Bunda bilgi tekrârı, faaliyetlerin dağınıklığı, rekâbet gibi mahzurlar düşünülerek, 1942’de, başkan Rooswelt tarafından (OSS) kuruldu. (OSS) İkinci Dünyâ Harbi sırasında düşman topraklarında karşı propaganda ve yanlış yönlendirme işlerini yürüttü. Düşman gerisinde sabotajlar ve tahrib eylemleri yaparak ABD birliklerine olan direnişleri kırmaya çalıştı.
1945’te dağıtılan OSS’nin yerine, başkan Truman tarafından 1946’da istihbârât işlerini birlik berâberlik içinde yürütmek için, Merkezî Haber Alma Grubuyla, Millî Haber Alma İdâresi kuruldu.
1947’de Kongre, Millî Güvenlik Konseyi ile (NCS) bu konseyin yönetimi altında çalışmak üzere (CIA) kuruldu. CIA, NSC’ye millî güvenliği ilgilendiren konularda bilgi toplayıp verecek, elde edilen bilgileri değerlendirdikten sonra, hükûmetle ilgili yerlere ulaştırılmasını sağlayacaktı. CIA; NSC’nin vereceği emirler doğrultusunda, güvenlikle ilgili istihbârât işlerini yerine getiriyordu.
Değişik kesimlerden seçilen CIA yöneticileri arasında, ABD’ye başkanlık yapan George Bush da bulunmaktaydı.
CIA dört müdürlük hâlinde çalışmaktadır.
1. Haberalma Müdürlüğü:Her türlü haber alma aracı ile bilgi toplama, câsusluk faaliyetlerini yürütür. Gizli olarak yapılan istihbârâtı değerlendirir. Havadan çekilen (uydu, tayyâre vs.) resimleri, radyo, telefon, televizyon, telgraf, telsiz gibi ulaştırma araçları ile toplanan bilgileri değerlendirir. Bu değerlendirmeler, raporlar hâlinde, ilgili makamlara gönderilir.
2. Harekât Müdürlüğü:Gizli operasyonları yürütür.
3. Bilim ve Teknoloji Müdürlüğü: Teşkilât elemanlarını, son teknolojik gelişmelerde eğitmek, kullanmasını öğretmek. Kullanılan araçları geliştirmek, Yapılan operasyonlara bilimsel ve teknik destek sağlamak, bu kısmın vazifesidir.
4. Yönetim Müdürlüğü: Teşkilât personelinin, toplanan bilgilerin, tesislerin güvenliğini sağlar.
CIA’nın şimdiye kadar başka devletlerde bir çok operasyon yaptığı meydana çıkarıldı. Bütün bu işleri yapabilmeki çin, CIA’ya geniş bir maddî imkân tahsis edilmektedir. Kadrolarında devamlı memur şeklinde on altı bin kişi (tahmînî) çalışmaktadır. Ayrıca gayri resmî yüz binlerce kişiyi menfaat temin ederek kullanmaktadır.
CIA’nın faaliyetleri çeşitli dedikodulara sebeb olduğundan son yıllarda Kongrede durumu incelenmiş ve Pike Raporu hazırlanıp açıklamalar yapılmıştır.
Bâzı devlet başkanlarını, devlet ileri gelenlerini sûikast düzenleyerek öldürtmek, ülkeler içinde bâzı etnik grupları teşvik ve tahrik ederek karışıklıklar çıkarmak, hükûmetleri devirmek gibi işleri CIA’nın yaptığı ortaya çıkarılmıştır. Bunlardan bâzılarının da ABD başkanlarının emriyle gerçekleştirildiği tesbit edilmiştir.
CIA, ABD siyâsetinde olduğu gibi, bütün dünyâ ve özellikle Orta Doğuda daha büyük faaliyet gösterir.
CIRCIRBÖCEĞİ (Gryllus Campestris)
Alm. Feldgrille (f), Fr. Grillon champetre, İng. Field cricket. Familyası: Cırcırböceğigiller (Gryllidae). Yaşadığı yerler: Sıcak bölgelerin çorak alanlarında. Özellikleri: Parlak siyah-kahverenkli, 2 cm boyunda, sıçrayıcı ve gece ötücü. Çoğunlukla bitkisel besinlerle beslenir. Çeşitleri: Âdî cırcırböceği, ocak çekirgesi.
Parlak siyah renkli, yuvarlak iri başlı, kısa kanatlı, uzun antenli, “Düzkanatlılar” takımından güzel sesli bir böcek. 2 cm boyunda olup, gündüz kazdıkları çukurlarda yalnız olarak gizlenir, gece faaliyet göstererek hoş sesleri ile öterler. Sâdece erkekleri ön kanatlarını birbirine sürterek ses çıkarır, dişileri kendilerine çekerler. İşitme organları ön bacaklarında bulunan bir uzantıdadır. Ayrıca vücutlarının sonuna yakın arka kısımlarında, duyarlı kıllarla kaplı iki boynuzsu dikenleri vardır. Arka bacakları sıçrama görevi yapar. Fakat çekirgeler kadar sıçrayamazlar. Daha çok çorak arâzide rastlanır. Bâzen otluk yamaçlarda ve tarla kenarlarında görülür. Sürüler hâlinde ağaç ve çalılıklar üstünde yaşayanlar da vardır.
Sıcak ocak ve fırın yakınlarında, evlerde tahta döşemeler altında yaşayanlarına “ocak çekirgesi” denir. Eski devirlerde bâzı kavimler tarafından ev için uğurlu sayılırdı. Cırcırböcekleri çoğunlukla bitkisel, bâzan da hayvansal besinlerle beslenirler. Birbirinin yuvasına saldıranlar vahşice döğüşür. Gâlip gelen diğerini âfiyetle yer. Japonya’da sesleri için kanarya gibi kafeste beslenen ve birbirleriyle döğüştürülenleri de vardır. İlkbahar mevsimlerinde, haziran sonlarına kadar rastlanır. Gece hoş sesleri duyulur.
Dişi, yumurtalarını toprağa bırakır. Yumurtadan çıkan larvalar tam bir kış geçirir. Bunlar ergine benzerse de kanatsızdırlar. Erginleşene kadar 8-11 defâ deri değiştirirler.
Alm. Quecksilber (n), Fr. Mercure (m), İng. Mercury, quicksilver. Kimyâda Hg sembolü ile gösterilen, metalik parlaklığa sâhip, oda sıcaklığında sıvı hâlde bulunan bir element.
Özellikleri:Cıvanın atom numarası 80, atom ağırlığı 200.59, donma noktası -38.84°C, kaynama noktası 356.95°C ve yoğunluğu 13.546 g/cm3 (20°C)’tür. Fazla uçucu olmamakla berâber, (buhar basıncı 25°C’de 0.0018 mm Hg)buharı çok zehirlidir. Uzun zaman cıva ile temas etmek kronik zehirlenmeye sebeb olur. Bunun sonucu iştahsızlık, salya çoğalması, böbrek tahribatı, sinir bozukluğu ve kansızlık gibi hastalıklar meydana gelir. Elektrik iletkenliği azdır.
Elementlerin peryodik cetvelinde 2B grubundadır. Yedi tâne kararlı izotopu vardır. İzotoplarının atom ağırlığı 196 ile 204 arasındadır. İzotoplar içinde, yüzde olarak en çok 202 izotopu mevcuttur. Oksidasyon sayısı (+1) ve (+2) dir. Sıvı hâlde genleşmesi büyüktür. Bu yüzden termometrede kullanılır. Yüzey gerilimi oldukça yüksek olduğundan camı ıslatmaz. Saf cıva, âdi sıcaklıkta, oksijenden, karbondioksitten ve amonyaktan müteessir olmaz. Yüksek sıcaklıkta cıva oksit (HgO) hâline geçer. Fakat 500°C’de tekrar cıva ve oksijen hâline döner. Kükürt ve halojenler cıva ile reaksiyon verir. Cıvaya nitrat asidi ve derişik sülfat asidi etki eder. Hidroklorik asit az etki eder. Cıvanın kimyâsal ve fiziksel özelliklerinden dolayı fen adamları cıva üzerinde uzun çalışmalarda bulunmuşlardır. İlim adamı Edison da bu madde üzerinde pekçok çalışmalar yapmıştır. Edison’un cıva hakkındaki görüşünü mesâî arkadaşı Martin Andre şöyle nakletmektedir:
Bir gün laboratuvara girince, Edison’un kendinden geçmiş çok dalgın bir halde hiç kımıldamadan elinde tuttuğu bir kaba baktığını gördüm. Yüzünde büyük bir hayret, hürmet, takdir ve tâzim ifâdesi vardı. Yanına tam yaklaşıncaya kadar, geldiğimin bile farkına varmadı. Sonra beni yanında görünce, elindeki kabı bana gösterdi. Kap, cıva ile doluydu. Bana; “Şuna bak!” dedi. “Bu ne muazzam bir eserdir. Sen cıvanın hârikulâde bir şey olduğuna inanır mısın?” Ben; “Cıva hakîkaten hayrete değer bir maddedir.” diye cevap verdim Edison konuşurken sesi titriyordu. Bana; “Ben cıvaya bakınca, bunu yaratanın büyüklüğüne hayran oluyorum. Buna ne türlü hassalar vermiş?Bunları düşündükçe aklım başımdan gidiyor!” diye mırıldandı.
Sonra tekrar bana döndü:
“Dünyâdaki bütün insanlar bana hayrandır. Benim yaptığım birçok keşifleri, birçok yeni buluşları birer hârika, birer başarı sayıyorlar. Beni insanüstü bir varlık gibi görmek istiyorlar. Halbuki ne büyük yanlış. Ben, beş para bile etmeyen bir bulucuyum. Benim buluşlarım esâsen dünyâda bulunan, fakat o zamâna kadar insanların göremedikleri büyük hârikaların ancak ufacık bir kısmını meydana çıkarmaktan ibârettir. Bunu ben yaptım, diyen bir insan ancak en büyük yalancı, en büyük budaladır. İnsan, elinden hiçbir şey gelmeyen âciz bir yaratıktır. İnsan ancak bir parça konuşabilen, biraz düşünebilen bir mahluktur. İyi düşünse, azâmete kapılmaz, aksine ne kadar boş olduğunun farkına varır. İşte ben de, bunları düşündükçe ne kadar kudretsiz, ne kadar âciz, ne kadar zayıf bir yaratık olduğumu anlıyorum. Ben mucidim (îcâd edenim) ha!.. Asıl mûcid, asıl dâhi, asıl yaratıcı işte O’dur. Allah’tır...” dedi.
Bulunuşu: Cıva tabiatta serbest hâlde bulunur. Önemli minerali kırmızı renkli olan zencefre (HgS) veya sınnabardır. Ayrıca gümüş ve altın ile malgama hâlinde bulunur. Diğer minerali ise livingstonit (HgS.Sb2S3)tir.
Elde edilişi: Zencefrenin 600°C’de kavrulmasıyla elde edilir:
2HgS+3O2 Æ 2 HgO+2SO2
2HgO Æ 2Hg+O2
destilasyon ile cıvâ saflaştırılır.
Alaşımları: Cıvanın diğer metaller ile verdiği alaşımlara “amalgama” veya “malgama” denir. Hazır bulunmaz ve kullanılacağı zaman hemen hazırlanır. En çok kullanılan amalgamaları sodyum, çinko, altın, gümüş ve kurşun ile olanlarıdır. Dişçilikte dolgu olarak kullanılan malgama kalay, bakır, çinko ve gümüş ile olandır.
Bileşikleri: Cıvanın, cıva -1- ve cıva -2- bileşikleri vardır. Cıva -2-bileşikleri, kolaylıkla cıva -1-’e ve hattâ elementel civaya indirgenebildikleri için saf olarak elde edilemez. Cıva tuzları kompleks teşkil etmeye yatkındırlar. Suda çözündükleri zaman hidroliz olurlar. Bileşiklerin çoğu organik çözücülerde çözünürler. Bütün cıva bileşikleri şiddetli zehirdir. Cıva bileşikleri genellikle ısıtılınca uçarlar ve bozulurlar. Kolaylıkla saf hâlde elde edilemezler.
Kullanılışı: Zirâat ve sanâyide mantar öldürücü olarak sürekli olarak kullanılabilmektedir. Cıva, cıva bataryalarında Weston pillerinde, elektrikli cihazlarda, barometrede, termometrede, diğer kontrol âletlerinde ve amalgama olarak kullanılır. Cıva buhar lâmbaları mor ötesi ışın bakımından zengindir. Yüksek vakum elde etmek için diffüzyon pompalarında kullanıldığı gibi cıva buharlı lambalar caddeleri ve büyük alanları aydınlatmada kullanılır.
Alm. Kopf-Steckschraube (f), (Schraub-) Bolzen (m), Fr. Cheville (f) de fer, İng. Bolt, tree nail. Teknikte çok kullanılan, çözülebilen bağlama elemanı. Cıvata esas îtibâriyle bir ucunda baş kısmı bulunan ve öteki ucunda vida dişleri açılmış bir silindirik elemandır. Baş kısmı bulunmayan ve iki ucunda vida açılmış tiplerine saplama denir. Parçaları birleştirmek için tek başına kullanılabildiği hâlde genel olarak somun denilen içine diş açılmış dişi bir elemanla birlikte kullanılır. Sıkıştırılacak parça ile somun arasına bâzen rondela denilen içi delik pul da yerleştirilir. Cıvata bağlantılarında, bağlama ve çözme işlemleri anahtar ve tornavida adı verilen takımlarla yapılır.
Cıvataların, biçimlerine göre adlandırılan birçok çeşitleri vardır. Altıgen, kare, yuvarlak başlı (düz ve yıldız yarıklı veya altıgen oyuklu) şekillerinden başka, gömme başlı, halka başlı, başsız setuskur denilen tipleri de bulunur. Bu tiplerin hepsinin tutturacakları parçalara delik delerek ve gerekliyse vida açarak bağlanmaları gerekir. Ayrıca uçları sivri olduğundan doğrudan parçaya bastırıp döndürerek vidalanan ağaç ve saç vidaları da mevcuttur.
Cıvataların karakteristik büyüklükleri ve tipleri: Cıvata bir kanal şeklinde olduğundan, cıvatanın minimum çap (iç çap), ortalama çap ve nominal çap (maksimum çap) olarak üç çap ölçüsü vardır. Bunlardan cıvatayı belirten nominal çaptır. Cıvata üstüne vida dişleri bir helis şeklinde açılmıştır. Helis bir doğrunun silindir üzerine belli bir açıyla eğik olarak sarılmasından meydana gelir. Helis eğimini gösteren bu açıya helis açısı denir. Vida helis sarımına âit iki diş arasındaki mesâfeye hatve veya vida adımı adı verilir.
Vida ekseni boyunca alınan bir kesitte diş şeklinin görüntüsüne vida dış profili denir. Vida dişleri profillerine göre sınıflandırılır. Başlıca vida profilleri üçgen, trapez, testere, yuvarlak ve kare şeklindedir. Bunlardan kare dışında diğerleri standarttır. Yâni karekteristik büyüklükleri ve boyutları nominal çaplarına ve hatvelerine bağlı olarak standartlarda verilmiştir. Cıvata bağlantılarının fonksiyonlarını yerine getirebilmeleri için işletme kuvvetleri altında çözülmemeleri gerekir. Bunun için helis açısının sürtünme açısından küçük olması şarttır. Fakat bilhassa sarsıntılı işletmelerde bunun yetmediği görülüp cıvata bağlantılarının çözülmemesi için birçok ek emniyet tedbiri getirilmiştir.
Yapılan incelemeler göstermiştir ki, cıvata bağlantısının çözülmesi somunun dönerek gevşemesinden değil, cıvata bağlantısında ve sıkılan parçalardaki temas eden yüzeylerdeki pürüzlerin ve sivri tepeciklerin ezilmesinden dolayı olmaktadır. Öyleyse gevşeme ve çözülmeye karşı en etkili çâre temas yüzeylerinin çok iyi işlenmesi ve somunun belirli aralıklarla sıkılaştırılmasıdır.
Cıvatalarda malzeme ve îmâlat usûlleri: Genellikle cıvata ve somunlar çelikten îmâl edilir. Bu maksatla çeliğin bütün cinsleri kullanılır. Ayrıca çeşitli maksatlara göre alüminyum alaşımları, pirinç ve özellikle elektrik izolasyonu gâyesiyle poliamid, teflon gibi plastikler kullanılır. Cıvatalar kullanılma yerlerine göre kaplamasız veya çinko, nikel, kadmiyum, krom kaplanmış halde bulunur.
Günümüzde cıvata îmâlatı standartlara göre büyük seriler hâlinde sâdece cıvata îmâl eden fabrikalarda yapılmaktadır.
Teknoloji bakımından vidalar talaş kaldırma ve haddeleme metodu olmak üzere iki şekilde îmâl edilir. Talaş kaldırma, tornalama veya frezeleme usûlü ile yapılır. Cıvatalar yalnız bağlama elemanı olarak değil, hareket iletilmesinde de kullanılır. Bunlara hareket vidaları veya transmisyon cıvataları denir. Somun sâbit tutulduğu takdirde cıvata hem döner ve hem de bu dönme ile orantılı olarak eksenel bir hareket yapar. Cıvata döndürülür ve somun dönmeyecek şekilde sevk edilirse o takdirde somun yalnız eksenel bir öteleme hareketi yapar. Transmisyon cıvataları, krikolar, vidalı pres, mengeneler, takım tezgâhları gibi birçok yerde kullanılır. Yapı bakımından bağlama ve transmisyon cıvataları olarak daha çok trapez, kare veya testere profilli vidalar kullanılmaktadır. Burada verim önemli olduğundan vida ve somun arasındaki temas yüzeyi iyi işlenir ve yağlama uygulanır.