CEMİYET
Alm. Verein, Fr. Association,İng. Association. Topluluk, toplum. Belli bir gâye için bir araya gelmiş olan topluluk, dernek. Düğün, sünnet vb. için yapılan toplantı; perişanlığın, dağınıklığın zıddı olan derli topluluk olma hâli. Resmî olanlarına daha ziyâde kurum denir.
Topluluk hâlinde yaşamaya muhtâç özellikte yaratılan insanoğlu, târih boyunca yapmakta güçlük çektiği işleri başarabilmek için biraraya geldi, Cemiyetler teşkil etti. Bu cemiyetler, ekseriyetle hayırlı bir işi tahakkuk ettirebilmek için kurulduğu gibi, bâzı zamanlarda kötü maksatları gerçekleştirmek için kurulanları da oldu. Umûmiyetle insan ömrünün sınırlarını aşan ve sürekli bir gâyeyi gerçekleştirmek için kurulan cemiyetler, milletlerin hayâtında önemli bir yer tutmuştur.
İslâm dîninin sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya verdiği ehemmiyet sebebiyle, daha önceki Müslüman devletlerde bulunan meslekî birlikler, hayır kuruluşları ve vakıflar gibi çeşitli cemiyetler, Osmanlılar devrinde de kurulmuş ve pekçok hayırlı hizmetler gerçekleştirmiştir.
On dördüncü yüzyılın ikinci yarısından îtibâren güçlenen ve teşkilâtlanmaya devâm eden Osmanlı Devleti, devlete karşı güç meydana getirebilecek insan topluluklarını belli gâyeler etrâfında toplayarak, çeşitli cemiyetler kurdu. İsmi cemiyet olmasa da bir esnaf birliği olan Ahîlik Teşkilâtı, bunlardan ilki olarak düşünülebilir. Aynı gâye etrâfında bir araya gelen insanlarla devlet arasında anlaşmayı sağlayan kethüdâlar, devlet tarafından; kethüdâdan sonra gelen yiğitbaşı ise, esnaf veya cemiyet üyeleri tarafından seçildi. Cemiyet üyelerinin dilekleri yiğitbaşı tarafından kethüdâya, kethüdâ aracılığı ile de saraya iletiliyordu. Kuruluş ve yükseliş devirlerinde, devlet ile cemiyetlerin münâsebetleri gâyet sağlıklı bir şekilde yürüdü. İslâmiyetin birlik ve dayanışmayı emretmesi sebebiyle çeşitli unsurların birlik ve berâberlik içinde yaşadığı Osmanlı Devletinin, Hıristiyan Avrupa ile kültürel münâsebetlerin başlatıldığı 17 ve 18. yüzyıllarda, Avrupa’da meydana gelen bâzı değişiklikler Osmanlı Devletine de tesir etmeye başladı.
Fransız ihtilâlinin sancılarının çekildiği dönemde Avrupa’da birçok cemiyet ortaya çıktı. Hızlı olarak kurulup gelişen mason cemiyetleri, toplumun geniş kitlelerini etkilemeye başladı. Bulunduğu çağda medeniyetin zirvesine ulaşmış olan Osmanlı Devletini yıkmaya çalışan masonlar ile birlikte hareket eden diğer azınlıklar ve yerli ihânet şebekeleri, Osmanlı ülkesinde de çeşitli adlarla cemiyetler kurmaya başladılar. Daha çok devlete karşı kitlelerin haklarını savunmak maksadı görünümüyle kurulan bu cemiyetler, toplumda nifâk tohumları ekmeye başladı. Avrupa’ya tahsil için gönderilen bâzı kimseler de bu cemiyetlere üye olarak veya aynı gâye ile yeni cemiyetler kurarak Osmanlı Devleti aleyhinde çalışmaya başladılar. Osmanlı Devletini güçlendiren yeniçeri ocağının mânevî güç kaynağı olan ve büyük velî Hâcı Bektaş-ı Velî tarafından kurulan Bektâşîlik tarîkatı, bu çeşit bozuk fikirli kimseler tarafından ele geçirildi. Hurûfî denilen kimseler, Bektâşî tarîkatının asıl temizliğini bozdular. Nihâyet Avrupa’daki mason cemiyetleriyle irtibatlı olan, İslâmiyetin emirlerine ters fikirler ileri süren sahte Bektâşîler, yeniçeri üzerinde etkili oldular. Masonluğa paralel olarak 18. yüzyılın sonlarında, sapık Bektâşîlik de büyük bir gelişme gösterdi. İkide bir başkaldıran ve halkın huzûrunu bozan yeniçeri ocağı, 19. yüzyılın ilk yarısında kaldırılınca, Bektâşî tekkeleri de kapatıldı. Bu arada mevcut ilmî gelişmeleri tâkib etmek gâyesiyle cemiyetler kuruldu. On dokuzuncu yüzyılın başında İsmâil Ferrûh Efendinin başkanlığında kurulan ve 1826’da İkinci Mahmud Han tarafından yeniçeri ocağı ve Bektâşî tekkeleriyle birlikte kapatılan Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi bunlardandır. Sultan İkinci Mahmud Hanın vefâtından sonra yeniden ortaya çıkan Bektâşîlik, Avrupa’daki mason cemiyetleriyle işbirliği yaptı. Avrupa’ya tahsil için giderek Avrupâî fikirlerin tesirinde kalan ve aydın geçinen kimseler tarafından gizlice kurulan çeşitli cemiyetler de, yaptıkları çalışmalarla Osmanlı Devletinin, pâdişâhın ve Bâbıâlî hükûmetlerinin aleyhinde bulundular.
Bu arada tarîkat veya esnaf cemiyeti türünde olmayan, değişik adlarda dernekler de kuruldu. Münif Paşanın önderliğinde Avrupa’da tahsil görmüş sözde aydın bir kısım kimseler tarafından, İngiltere’deki Royal Society ile 1859’da İskenderiye’de açılan Mısır Enstitüsünü örnek alarak kurulan ve 1882 yılında zararlı yayınlarından dolayı kapatılan Mecmûa-i Fünûn dergisini yayınlayan Cemiyet-i İlmiye-i Osmânîye, bu derneklerin başında yer alır. Ayrıca daha çok üyelerin ödediği âidâtlarla yaşayan, batıda benzerlerine rastlanan, ana maksatları siyâsî olan cemiyetler kuruldu. Bunların çoğu, Osmanlı Devletini parçalamak için gayr-i müslim ve Türk olmayan kimseler tarafından kurulan gizli siyâsî cemiyetlerdi.
1865’te İstanbul’da Belgrad Ormanlarında gizlice yapılan bir toplantı, Yeni Osmanlılar Cemiyetinin ilk kuruluş teşebbüsü sayılabilir. Bu teşebbüsün Bâbıâli hükûmetince öğrenilmesi üzerine, cemiyetin başında bulunanlar Avrupa’ya kaçtılar ve İtalyan Carbonari (Karbonari) Teşkilâtını model alarak 1868’de Pâris’te Yeni Osmanlılar Cemiyetini kurdular.
Önce Eyüp Medresesinde gizlice toplanan ve Fransızca olan tıp terimlerinin Türkçeleştirilmesi (Osmanlılaştırılması) için 1865’te kurulan Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmâniye, yarıresmî özellikte olan Cemiyet-i İlmiye-i Osmâniye, Dârüşşafaka kurumunu meydana getiren Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslâmiye cemiyetleri izinle kurulmuşlardı. Böylece Tanzimât döneminde, cemiyet kurmakla ilgili kânûnî düzenleme olmasa bile örfî olarak izne bağlanmış oluyordu. Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın pâdişâh olmasından sonra îlân edilen Meşrûtiyetin ilk zamanlarında, cemiyet kurma alışkanlığı yavaş yavaş yerleşmeye başladı. 1876’da yürürlüğe giren Kânûn-ı Esâsîde de cemiyetler için bir kânûnî düzenleme getirilmedi. Bu durum cemiyetlere karşı îtimâdı sarsıyordu.
Resmî vazifeli kurullar, cemiyet adıyla adlandırılabildiği gibi (meselâ Mecelle Cemiyeti), bâzan da genel kurul karşılığında cemiyet terimi kullanıldı. Cemiyet kelimesinin cezâ hukûkuna göre yasaklık arz etmesi sebebiyle, Encümen-i Dâniş ve Encümen terimlerinin kullanıldığı da oldu. Bu dönemde cemiyet adıyla kurulan kuruluşların sayısı da sınırlıydı. Cemiyet-i Tedrîsiyye-i Hayriye ve Dârüşşafaka cemiyetine benzer bir cemiyet de bunlardandı. Hayırlı işler için hükûmetten izin alınarak kurulan bu cemiyetlerin yanında, dış destekli gizli ve siyâsî cemiyetler eskisinden daha çok ve güçlü olarak kuruldu. İstanbul’da Mercan Lisesi öğrencileri tarafından 1904 yılında kurulan Cemiyet-i İnkılâbiye bunlardandır. Bu cemiyet, 1876 Kânûn-i Esâsîsini yeniden yürürlüğe koymak için hücreler biçiminde teşkilâtlanarak, Avrupa’daki Jön Türkler (Yeni Osmanlılar) ile irtibat kurup, gönderdikleri yayınları gizlice dağıtıyordu.
Bu siyâsî cemiyetlerden olan, İtalyan Carbonari Teşkilâtını ve masonluk teşkilâtlarını örnek olarak alan İttihat ve Terakki Cemiyeti, Osmanlı ülkesinin çeşitli yerlerinde şûbeler açtı. Bâbıâli baskını olarak bilinen bir darbeyle, idâreye hâkim olduğu 1913 yılına kadar cemiyet olarak varlığını sürdüren İttihat ve Terakki, bu târihten îtibâren meclis grubuna fırka, yâni parti olarak girdi. İkinci Meşrûtiyetin îlânından sonra meydana gelen serbestlik havasından istifâde eden pekçok gayri müslim ve Türk olmayan unsurlarla, Türk olup da Osmanlı Devletinin aleyhinde faaliyet gösteren kimseler tarafından kurulan cemiyetlerle birlikte, bâzı hayır cemiyetleri de kuruldu. 29 Temmuz 1908’de kurulan Osmanlı Uhuvvet Cemiyeti, 8 Ağustos 1908’de kurulan Osmanlı Hukuk Cemiyeti, Osmanlı Mühendis ve Mîmârları Cemiyeti, Arap asıllı Osmanlıların kurduğu Uhuvvet-i Arabiyye-i Osmâniye Cemiyeti, Fedâkarân-ı Millet Cemiyeti, Arnavud Başkım Kulübü, Cemiyet-i Milliye-i Nâciye, İttihâd-ı Muhammedî Cemiyeti bu dönemde kurulan cemiyetlerden bâzılarıdır.
Kurulan bu cemiyetlerden çoğu siyâsî ve yıkıcı maksatlıydı. Böylece siyâset, ordu ve okullara kadar yayıldı. İlk günlerde cemiyetlerin kuruluşuna karşı çıkamıyan İttihat ve Terakki tarafından, 3 Ağustos 1909’da Cemiyetler Kânûnu çıkarıldı. O zamâna kadar örf ile kurulmasına izin verilen cemiyetler, kânunla kurulabilecekti. 8 Ağustos 1909’da, 1876 Anayasası’na eklenen 120. maddeyle Osmanlıların, hakk-ı ictimâ’a mâlik oldukları belirtildi. Bu düzenlemeye göre bölücü ve ahlâka aykırı cemiyet kurulması yasaklanıyordu. Yine bu düzenlemeye göre cemiyet kurmak için izin almaya gerek görülmüyor, fakat kurulduktan sonra hükûmete bildirilmesi emrediliyordu. Bu cemiyetlere üye olabilmek için 21 yaşında olmak gerekiyordu, yıllık âidat miktarı ise yirmi dört altını geçmiyordu. 1901 Fransız Cemiyetler Kânunu örnek alınarak hazırlanan bu kânuna göre, cemiyetlerin gayri menkûl mal edinebilme hakları sınırlı tutuluyordu. Bu konuda yabancı derneklerle ilgili herhangi bir hüküm yer almıyordu. Kapitülasyonlar ve mason teşkilâtlarının, İttihat ve Terakki karşısındaki özel durumları nazarı îtibâra alındığı için, böyle bir düzenlemeye gerek duyulmamıştı.
Gizli ve bölücü maksatlar taşıyan kimseler, 1909 kânununa uygun bir gâyeyi perde edinerek teşkilâtlandılar. Cemiyetler Kânunundan altı ay kadar sonra çıkarılan esnaf cemiyetleri hakkında tâlimâtla, kendine has bâzı geleneklere göre idâre edilen esnaf teşkilâtları, İttihat ve Terakkinin vesâyeti altına alınmaya çalışıldı. Verilen tâlimâta göre eskiden beri devâm eden esnâf kethüdâlıkları kaldırılıyor, her esnafın ayrı bir cemiyet kurabileceği hükme bağlanıyordu. Şehremâneti (belediye) denetiminde olan ve cemiyet adıyla anılan bu cemiyetler bugünkü odaların bir benzeriydi.
Bu dönemde, Donanma-i Osmânî, Muâvenet-i Milliye Cemiyeti gibi devletin ön ayak olması ile bâzı özel yapıda dernekler de kuruldu. 1912’de memur, müstahdem ve öğretmenlerin, fırka ve siyâsî cemiyetlere girmesini yasaklayan bir irâde yayınlandı. Bu özel durumlardaki cemiyetlerden birisi de pâdişâhın himâyesinde ve velîahtın fahrî başkanlığında kurulan Hilâl-i Ahmer Cemiyeti idi. İttihat ve Terakki bu özel kuruluşlu cemiyetler üzerinde de bir tür vesâyet kurmak istedi.
1914’te özel bir cemiyet türü olarak Osmanlı Güç Cemiyetleri kuruldu. Resmî mektep ve medreseler ile sâir resmî müesseselerde mecbûrî olarak güç dernekleri kurulur hükmüne uyarak izcilik cemiyetlerinin, Osmanlı Güç derneklerinin hazırlık şubesini meydana getirmeleri öngörüldü. 1916’da Genç Dernekleri hakkında Kânûn-i Muvakkat çıkarılarak Güç Dernekleri Nizamnâmesi ilgâ edildi. Güç Dernekleri yerine Genç Dernekleri kuruldu. Harbiye Nezaretinin emir ve müsâdesine bağlı olan bu dernekler, Gürbüz Derneği ve Dinç Derneği olmak üzere iki kısma ayrıldı. 12-17 yaşındaki gençler Gürbüz Derneğine; daha yukarı yaştakiler, Dinç Derneğine üye oldu. Derneklere girmek ve tâlimlere katılmak mecbûrî olup, bu mecbûriyet silâh altına alınıncaya kadar sürüyordu. Bunlar, daha çok cemiyet olmaktan ziyâde, Birinci Dünyâ Savaşı şartları içinde cephelere asker yetiştirebilme gâyesini taşıyordu.
1919’da Birinci Dünyâ Savaşı yenilgisi şartları içinde Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’nin Harbiye Nezâretine ve Donanma-i Osmânî Cemiyetinin Bahriye Nezâretine katılmasına dâir bir hükûmet karârı çıkarılarak, Dâmad Ferîd Paşanın sadrâzamlığı sırasında bu cemiyetler de feshedilip mallarının Hazîne-i Mâliyeye devredilmesi kararlaştırıldı.
Bu dönemin sonlarında kurulan önemli bir cemiyet de mason teşkilâtının ön ayak olmasıyla tesis edilen Himâye-i Etfâl Cemiyetidir. Mütâreke döneminde Anadolu ile irtibâtı kalmayan ve kapanan bu cemiyet, 30 Haziran 1921’de Ankara’da yeniden kurulmuştur.
Mütâreke döneminde bölücü ve yabancılara yaranma gâyesiyle kurulan çeşitli cemiyetler yanında, Anadolu’daki Millî mücâdele hareketine yardımcı olmak gâyesiyle de cemiyetler kuruldu. 1919’da bu millî dernekleri birleştirme gâyesiyle kurulan Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti 1923 yılında siyâsî partiye dönüşerek Cumhuriyet Halk Partisinin temelini meydana getirdi. 1909 senesinde çıkarılan Cemiyetler Kânunu, 28 Haziran 1938 târihli Cemiyetler Kânununun yayınına kadar yürürlükte kaldı.
Osmanlı Devletinin kuruluşundan beri çeşitli gâyelerle kurulan ve çeşitli adlarla faaliyet gösteren cemiyetler, daha çok 19 ve 20. yüzyılda toplum ve devlet hayatı üzerinde etkili oldular.
19. yüzyılın ilk yarısından itibâren Osmanlı ülkesinde faaliyet göstermeye başlayan masonlar çeşitli yerlerde localar açarak faaliyetlerini yaygınlaştırdılar. Sultan İkinci Abdülhamîd Han zamânında ise sıkı tâkibâta uğradılar. Fakat bunlar daha çok yabancı tebealı kimseler olup, ticârî alanda pay kapma ve kapütülasyonları kendi menfâatlerine kullanma çalışmaları yaptılar. Hürriyetçi ve Meşrûtiyetçi akımların savunucusu iddiâsıyla ortaya çıkan Tanzimât ricâlinin çoğu mason oldu. Yeni Osmanlılar ve Birinci Meşrûtiyetin ileri gelenleri, siyâsî eğilimlerini localarda geliştirdiler. Mason locaları çeşitli siyâsî cemiyetlerin fikrî ve hareket programlarına modellik ettiler. İstanbul’daki ilk localar, İngilizlerle irtibatlı kuruldu. Fransız bağlantısında ise, ikisi Abdülmecîd Han zamânında, ikisi de Abdülazîz Han zamânında olmak üzere 1908’e kadar dört loca kuruldu. Dördü de Pâris’teki Grand Orient (Maşrık-ı Âzam/Yüce Doğu) merkez locasına bağlıydılar. Bu devirden sonra üyeleri arasına Türk ve Müslüman kimseleri de alan localar, bu üyeleri vâsıtasıyla Sultan İkinci Abdülhamîd Hanı tahttan indirmek için çeşitli plânlar uyguladılar. İstanbul’dan başka Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli yerlerinde de localar açıldı. Rumeli’de açılan locaların büyük bir bölümü Selânik’te bulunuyordu. Bu localardan, İtalyan bağlantılı Makedonya-Risorta ve Fransız bağlantısındaki Veritas locaları, Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin beşiği oldular.
İkinci Meşrûtiyetin îlânı, masonluk hareketine yeni bir hız getirdi. Locaların sayısı arttı. 1909 yılında Maşrık-i Âzam-ı Osmânî locası kuruldu. Bu locaya, eski masonlardan Talat Bey (Paşa), Mehmed Ali (Baba) Bey, Süleymân Fâik Paşa ve Câvit Bey üstâd-ı âzam (yüce üstat) seçildiler.
Umûmiyetle 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başında cemiyet adıyla kurulan cemiyetlerden bâzıları şu şekilde kısımlara ayrıldılar:
A- Osmanlıcılık gâyesiyle kurulan sosyal ve siyâsî cemiyetler:
1) Meşrûtiyet-i Osmâniye Kulübü: (1908). Kurulan muhtelif cemiyetlerdendir. 2) Nesl-i Cedîd Kulübü (1908). 3) Kürt Dernekleri.
B- Türk milliyetçiliğine bağlı olarak kurulan cemiyetler: 1908’den sonra yayılan ve siyâsî hayatta etkili olan Türkçü-Milliyetçi fikirler, faaliyetlerini çeşitli cemiyetler vâsıtasıyla sürdürdüler.
1) Türk Derneği (1908). 2) Türk Yurdu Cemiyeti (1911). 3) Teâvün-i İctimâî Cemiyeti (1911). 4) Türk Ocağı (1912). 5) İstihlâk-i Millî Cemiyeti (1912). 6) Millî Türk Cemiyeti (1914).
C- Paramiliter cemiyetler:
1) Müdâfâa-i Milliye Cemiyeti (1914). 2) Türk Gücü Cemiyeti (1913). 3) Osmanlı Güç Dernekleri (1914). 4) Genç Dernekleri (1916).
D- Kültürel cemiyetler:
Millî Tâlim ve Terbiye Cemiyeti (1916).
E- Matbûât cemiyetleri:
Meşrûtiyet döneminde çeşitli matbûât cemiyetleri de kuruldu:
1) Cemiyet-i Matbûât-i Osmâniye (1908). 2) Osmanlı Matbûât Cemiyeti (1917).
F- Esnaf cemiyetleri:
İttihat ve Terakkinin himâyesi altında 1913 yılından îtibâren esnafın teşkilâtlanmasına yönelik bâzı cemiyetler de kuruldu. Bu cemiyetlerin kurucuları ve isimleri hakkında fazla bilgi mevcut değildir. Zirâat, Debbağ (Dericiler), Bahçıvanlar, Yapıcılar esnafı cemiyetleri bunlardan bâzılarıdır.
G- Osmanlı ülkesinde kurulan ayrılıkçı cemiyetler:
Osmanlı Devletini parçalamak gâyesiyle daha önce gizli olarak kurulmuş olan cemiyetlerin bir çoğu Tanzimâtın îlânından sonra açığa çıktı. Osmanlı Devletini parçalamak ve yıkmak gâyesini dolaylı olarak açığa koyan Hıristiyan Avrupa devletleri (İngiltere, Fransa vb.) ve çarlık Rusya’sı, Osmanlı Devletinin hâkimiyeti altındaki gayri müslim ve Türk olmayan unsurları kışkırttılar. Ortaya çıkardıkları kavmiyetçi akımları desteklediler. Osmanlı Devletini yıkmak ve Sultan İkinci Abdülhamîd Hanı devirmek için kurulan Jön Türkler de kavmiyetçilik akımını savunarak, bu hareketleri tahrik ettiler.
Balkanlarda yaşayan; Arnavut, Yunan, Bulgar, Sırp, Rumen ve diğer kavimler, bağımsız devletler kurmak maksadıyla Osmanlı Devletine karşı harekete geçtiler. Hıristiyan Avrupa devletleri ve Çarlık Rusyası’nın teşvik ve desteğiyle çeşitli ayrılıkçı cemiyetler kuruldu.
1. Yunanlılar ve Rumlar tarafından kurulan cemiyetler: İlk Yunan cemiyeti olan Etniki Eterya, 1814’te Ksantos tarafından kurulduysa da asıl idârecisi Çar’ın yâverlerinden Kondt Kapadistriya idi. Kilisenin, fikir adamlarının ve şâirlerin çalışmalarıyla kısa zamanda teşkîlâtlanan bu cemiyet, Helenizmin tek temsilcisi sayıldı. İlk zamanlar gizli çalışan cemiyet, sonradan resmen yardımlaşma kuruluşu hüviyetinde ortaya çıktı. Bu cemiyetin en büyük destekçisi, İstanbul’da Fener Patrikhânesi idi. Helenist ideoloji, Enosis terimleriyle sembolleştirildi. Osmanlı ülkesindeki Akdeniz ve Karadeniz Rumlarını Yunanistan’a katarak Büyük Yunanistan’ı kurmak ve İstanbul (Konstantinopolis)u da içine alan megola idea (megali idea) denilen gâyesini tahakkuk ettirmek için tek yetkili organ Etniki Eterya Cemiyeti kabul edildi. 1876’da îlân edilen Birinci ve 1908’de ilân edilen İkinci Meşrûtiyetten sonra toplanan Osmanlı Meclis-i Mebûsânında yirmiye yakın Rum üye de Etniki Eteryanın fikir savunuculuğunu yaptı. 1909 yılında Yunan ordusunu temsilen kurulan askerî birlik, bir çok faaliyetlerde bulundu.
İkinci Meşrûtiyetten sonra Yunanlılar ve Rumlar, başka cemiyetler de kurarak gâyelerine ulaşmaya çalıştılar. 1908’de Rum Meşrûtiyet Kulüpleri adlı cemiyetler kurdular. Bu arada bir ihtilâl cemiyeti hâline gelen Etniki Eterya, çeşitli şiddet ve terör hareketlerine girişti. Müslüman Türklere çeşitli zulüm ve işkenceler yaptı. 1909 yılında Edirne-Uzunköprü’de Adelfia adlı bir ihtilâl cemiyeti de kuruldu. Rum Uhuvvet-i İlimperverâne Agâyî, Rum Uhuvvet-i İlimperverâne İrinî, Rum Maârifperver cemiyetleri de bu dönemde kuruldu.
2. Bulgar ve Makedonya cemiyetleri: Bulgarlar ve Makedonyalılar da Osmanlı Devletine karşı çeşitli komite ve çeteler kurdular. Makedonya-Edirne İhtilâlci İç Cemiyeti (V.M.R.O.) bu komitelerin en önemlisidir. 1903 yılındaki İllinden İsyânını plânlayan ve mahallî şûbeleri ile geniş bir teşkilâta sâhib olan bu cemiyet, daha çok plânlayıcı mâhiyettedir. Bu komitenin yaptığı plânları uygulayan 10-15 kişilik çeteler; sûikast, bombalama, sabotajlar yaparak Müslüman-Türklere çok zulmettiler. Bu çetelerin önemlilerinden birisi Sandanski çetesidir.
Berlin Antlaşması ile Sırp, Karadağ ve Romenlerin bağımsızlığı tanınmıştı. Bulgar, Arnavut ve Makedonyalılar ise, Osmanlı ülkesi içindeki yerlerini koruduklarından, 1878’den sonra komitacılık ve çeteciliğe devâm ettiler. Makedonyalılar, 1893’de Selânik’te Bulgarca, Viteşna Makedonska-i Odrinska Revolütsionna Organizatsiya kelimelerinin baş harflerinden meydana gelen, V.M.R.O. Cemiyetini kurdular. Gizli bir cemiyet olan bu teşkilât, bağımsız bir Makedonya kurmak için çalıştı. Bu cemiyet Makedonya’yı; Selanik, Manastır, Serez, Drama, Usturumca, Melnik ve Edirne olmak üzere sekiz ihtilâl sancağına, her sancağı da ikişer kazâyı ayırdı. Her sancak ve kazâda mahallî birer komite kurdu. Ayrıca her sancakta maddî durumu, kongreye delege seçimini, esirleri, Osmanlı memurlarını gözetlemek ve denetlemekle vazifeli üçer kişilik denetim kurulları vazifelendirildi. 1898’de başlayan çete savaşı, 1902 yılı boyunca 1903 Ağustosuna kadar, Selânik Olaylarına ek olarak da seksen altı çete savaşı yapıldı. Makedonya, terör hareketleriyle tamâmen sarsıldı. 2 Ağustos 1903 günü Kruçevo Cumhûriyeti îlân edildi. On iki gün süren ve İllinden Olayı olarak bilinen isyân hareketi, Osmanlı ordusu tarafından bastırıldı.
1878’de kurulan Bulgaristan Prensliği de çeşitli komiteler kurarak, Osmanlı Devleti hâkimiyetinden kurtulmaya çalıştı. Hemen her köyde bir çete teşkil edildi. Papazlar, subaylar, özellikle öğretmenler her yerde bir ihtilâlci odak kurmaya çalıştılar. Ya istiklâl ya ölüm sloganıyla ortaya çıkan Bulgar komite ve çeteleri, yerli halkı teşkilâtlandırdıkları gibi, Batı kamuoyunu da yanlarına aldılar. Sofya’daki merkeze sıkı ve disiplinli bir şekilde bağlı olan komite ve çeteler, kendilerine katılmayan ve Müslüman-Türk olan kimselere çok zulmettiler.
1908’den îtibâren Bulgar meşrûtiyet kulüpleri kuruldu. Aynı yıl kulüpler kongresi Selânik’te toplandı ve hepsi de federatif bir yapı içinde düzenlendi. Yaygın bir şekilde teşkilâtlanan bu kulüplerden, İstanbul’da da Derseâdet Bulgar Meşrûtiyet Kulübü kuruldu. Tamâmen bölücü ve ihtilâlci bir teşkilât olan Bulgar Meşrûtiyet Kulüpleri, aynı yıl içinde kurulan Bulgar Demokratik Kulüpleriyle birleşerek Federalist Bulgar Fırkasını meydana getirdiler. İkinci Meşrûtiyetin îlânından sonra açılan Osmanlı Mebûsân Meclisinde bulunan Bulgar asıllı veya diğer Balkan kavimlerinden olan mebûslar da bu cemiyetlerin çalışmalarını desteklediler. 1908-1913 yılları arasında çetecilik faaliyetleri çok yaygınlaştı ve kânunla bile önlenemedi.
Sultan İkinci Abdülhamîd Hana karşı çalışan Pâris Jön Türkleri (Ahmed Rızâ Bey grubu), Rumeli’de şûbeler açarak Bulgarların teşkilâtçılığını övüp desteklediler. Daha sonra İttihat ve Terakkinin ileri gelenlerinden olan Niyâzi ve Enver beyler de Makedonyalılar gibi çete faaliyetine gireşerek Sultan Abdülhamîd Hana karşı çıktılar. Teşkilâtlarını, Balkan Bulgar çetelerini örnek alarak kurdular.
3. Arnavutların kurduğu cemiyetler: Osmanlı Devletinden en son kopan ve bağımsızlığına en geç ulaşan Arnavutluk’ta, 1908’den sonra isyân hareketleri başgösterdi. Arnavutlar, ikinci Jön Türk hareketine içten katkıda bulundukları gibi; kendi bünyelerinde de teşkilâtlandılar.
Geniş çaplı ilk isyân, 1910 yılı Nisanında başladı ve Malisörler tarafından bir yıl sonra yeniden alevlendirildi. İttihat ve Terakki iktidârınca gönderilen askerler ayaklanmayı şiddetle bastırma yoluna gitti. İttihatçılar tarafından yerli halka karşı zulüm ve işkence yapıldı. Bu uygulama, Arnavutluk meselesini daha da kızıştırdı. Pâdişâh Sultan Reşâd, bu hareketleri iyilikle bastırmak istediyse de netîce alınamadı. Osmanlı ordusu içindeki parçalanmalar ve İttihatçıların kötü uygulamaları ile ortaya çıkan iç karışıklıklar yüzünden Said Paşa kabînesi dağıldı. İttihat ve Terakki iktidârdan uzaklaştı. Gâzi Ahmed Muhtar Paşa hükûmeti, Arnavutların isteklerini kabul ederek umûmî af îlân etti. Tam bu sırada Balkan Savaşı patlak verdi.
Arnavut cemiyetlerinin içinde en tanınmışı, 1908’de veya daha önce kurulduğu kabul edilen Başkim Cemiyetidir. Arnavutluk’taki isyânları tertipleyen ve teşvik eden bu cemiyetti. Cemiyetin yanında çeteler ve gizli ihtilâl cemiyetleri de kuruldu. Balkan Savaşı, Arnavutluk meselesiye ilgili çözüme giden yolu kapadı. Mütâreke döneminde de bâzı küçük ve etkisiz cemiyetler kuran Arnavutlar, konuyu yeniden ele almaya çalıştılar.
4. Sırp cemiyetleri: Makedonya meselesiyle ilgili olarak Sırpların da önemli bir yeri olmuştu. Balkan Yarımadasında ihtilâlci kaynaşmalara Yunanlılardan önce başlayan Sırplar, çeteler kurarak Osmanlı Devletine ve Müslüman-Türklere karşı çeşitli hareketlerde bulundular. 1878’den beri teşkilâtlanan Sırplar, 1908 ve 1909 yıllarında kendi azınlık haklarını korumak için millî teşkilâtlarını kurdular.
5. Mûsevîlerin kurduğu cemiyetler: Osmanlı Devletinde yaşayan Yahûdîler, 19. yüzyılda kurulan beynelmilel siyonizmin teşkilâtlanması doğrultusunda cemiyetler kurdular. Bunlar arasında Evrensel İsrâil Birliği Yahûdî teşkilâtı, Alman Yahûdîleri Kurtuluş Birliği gelmektedir.
6. Ermeni cemiyetleri: Osmanlı Devletinin parçalanması ve yıkılması için çalışan Ermeniler de çeşitli komite ve cemiyetler kurdular. Birçok Avrupa devletleriyle Rusya’nın teşviki Osmanlı Devletine karşı çıkan Ermenilerde, Erivan’dan Akdeniz’e kadar uzanacak bir Ermeni Devleti kurmak fikrini ortaya çıkardı. Bunun için çeşitli komiteler ve çeteler kurarak kanlı terör ve tedhiş hareketlerine giriştiler. Pekçok Müslüman-Türkü şehîd ettiler. Bulgarlar ve Yunanlılarda olduğu gibi “Türk (Osmanlı) zulmü”, “Ermeni soykırımı” gibi slogaları kullanarak mazlum bir unsur gibi görünmeye çalıştılar. Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu nâzik durumu fırsat bilerek, Rusya ile İngiltere’nin teşvik ve desteğiyle dünyâ kamuoyunu ters yönde etkilemeye çalıştılar. Kurdukları tedhiş komitelerinin en büyükleri; Armenaganlar, Hınçak ve Taşnaksütyun’dur.
a) Armenaganlar Komitesi: 1882’de Van’da Mıgırdıç Portakalyan ekibi tarafından kuruldu. İhtilâlci ve saldırgan bir ideolojiye sâhib olan bu komite, memleket içinde ve dışında teşkilâtlandı. Van yöresinde hareketli olan komitenin yurt dışında yayınlanan Armenia adlı bir gazetesi de vardı.
b) Hınçakyan Komitesi: 1887’de, Fransa’da tahsil yapan üniversiteli gençler tarafından Cenevre’de kuruldu. Kurucularının hepsi Rus Ermenisi olan komitenin temel ideolojisi, Marksizmdi. 1890’da Hınçakyan İhtilâl Partisi adını aldı. İlk başta, İstanbul komite merkezi olarak kabul edildiyse de, sonradan Londra’ya taşındı. Osmanlı ülkesi içinde gizlice ve geniş bir şekilde teşkilâtlanan komite, Rus konsolosluklarından büyük destek gördü. 1890’da Ezurum İsyânı, 1892-1893’te Merzifon-Yozgat-Kayseri olayları, 1895’te Birinci Sason olayları, 1895’te Bâbıâli gösterileri, 1895’te Zeytun İsyânı bu komite tarafından tertiplendi. Çeşitli eğilim ve görüşte olan Ermenileri bünyesinde barındıran komite, 1896 Londra Kongresinde çıkan tartışmalar sonucu parçalandı. Ayrılan bir grup, Reforme Hınçak Partisini kurdu. Bu dönemlerde Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın idâresine karşı çıkan Jön Türklerle de işbirliği yapan Hınçakyan Komitesi, tertiplediği olaylarda pekçok Müslüman-Türkü katletti.
c) Taşnaksütyun Komitesi: Rusya (Kafkasya) Ermenilerini bir arada ve federasyon hâlinde toplamak için 1890 yılında Tiflis’te kurulan bu komitenin temel gâyesi, Hınçakyan Komitesini ikinci plâna atmaktı. Sosyalist olan veya olmayan Ermenilerden meydana gelen bu komite, kısa zamanda parçalandı. Sosyalist olmayanlar ayrılarak iki yeni komite kurdular. 1892’de toparlanmaya çalışan Taşnaklar, Rus ihtilâlci teşkilâtı Narotnovels’i taklid ederek tamâmen sosyalist bir program hazırladılar. Osmanlı, İran ve Rusya içinde teşkilâtlandılar. Merkez olarak Tiflis seçildi. Tebriz’de bir silâh fabrikası kurularak çetelere silâh dağıtıldı. Ermeni olmayan kimseleri de üyeliğe kabul eden komite, Kürtler arasında propagandaya girişti. Kürt çeteleri, Makedonya komiteleri, Bulgar santralistleri ve Pâris’teki Jön Türklerle anlaşmalar yaptı. Bu komite, Sultan İkinci Abdülhamîd Han idâresine karşı Van İsyanını çıkardılar ve 1896’da Osmanlı Bankasına saldırı, 1904’te İkinci Sason İsyânı, 1905’te Yıldız’da bomba suikastı gibi hâdiseleri tertiplediler.
Ermeniler bu üç komite hâricinde başka komiteler de kurdular. İkinci Meşrûtiyetin îlânından sonra da faâliyetlerine devâm eden Ermeniler, Rusya ve İngiltere tarafından desteklenerek Osmanlı ülkesi içinde bağımsız bir Ermeni Devletinin kurulmasına çalıştılar. İttihat ve Terakki ile anlaşarak, Meşrûtiyet-i Osmâniye Ermeni Cemiyetini kurdular. 31 Mart Vak’asından sonra çıkan ve Adana Vak’ası diye anılan hâdise, Ermenilerin en önemli baş kaldırmalarıdır. 1908’den sonraki Osmanlı meclislerinde de yer alan Ermeniler, hükûmetlerde nâzır (bakan) olarak vazife yaptılar. Bu dönemdeki Ermeniler hem İttihatçı hem de Taşnak veya Hınçak komitesi mensubuydular. Ayrıca Îtilâf Fırkası içinde de yer aldılar. 1914 yılı başından îtibâren terör hareketlerini arttıran Ermeni komitelerine karşı bâzı tedbirler alındı. Birinci Dünyâ Savaşında Rusların, Doğu Anadolu’yu işgâl etmeleri için, Türk birliklerinin gerisine sarkan Ermeni komiteleri sabotaj ve isyân hareketlerini çıkarttılar. Pekçok Müslüman-Türkü acımasızca katlettiler. Birinci Dünyâ Savaşının Osmanlı Devletinin mağlûbiyetiyle son bulması üzerine, Ermeni-ittihatçı diyaloğu çok şiddetli bir intikam hareketine dönüştü. Ermeniler ülke dışına çıkan Talat ve Cemâl paşalarla, Bahaddin Şâkir ve Cemâl Azmi beyleri öldürmekle devâm ettiler.
7. Arap cemiyetleri: Osmanlı Devletinin parçalanması ve yıkılması için asırlardır gayret sarf eden en büyük İslâm düşmanı olan İngilizler, Arapları Osmanlı Devletine karşı kışkırttılar. Osmanlı Devletine karşı çıkan ve milliyetçilik iddiâsında bulunan Araplar da kendi gâyelerini tahakkuk ettirebilmek için çeşitli cemiyetler kurdular.
Bu cemiyetlerin bâzıları gizli, bâzıları mahallî cemiyetlerdir. Kurucularının çoğu da Osmanlı parlamentosunda üye veya Osmanlı ordusundan kaçan Arap asıllı subaylardı. Âyân âzâsı Abdülhamîd Zohrâvî, Şefik el-Müeyyed, Rızâ es-Sulh, Tâlib en-Nakîb, Şükrü el-Aselî, Rûbî el-Hâlidî gibi mebûslar, Binbaşı Azîz el-Mısrî gibileri bu cemiyetlerin kurucularındandır. Bu kimselerden bir kısmı Birinci Dünyâ Harbi yıllarında ünlü İngiliz câsusu Lawrence ile işbirliği yaparak, Osmanlılar aleyhine çalıştılar. Bu cemiyetlerin İngilizlerin desteğiyle çalışmaları netîcesinde Osmanlı toprakları parçalandı.
Böylece Osmanlı târihinde önemli yer tutan cemiyetler, faydalıları bir tarafa bırakılırsa, Osmanlı Devletinin parçalanmasında ve yıkılmasında büyük rol oynadılar.
Cumhuriyet devrinde de çeşitli maksatlarla dernekler kuruldu. 1924 Anayasasının 70. ve 79. maddelerinde Cemiyet kurma hürriyetiyle düzenlemelere yer verildi. 28 Haziran 1938 târih ve 3512 sayılı Cemiyetler Kânunu ile cemiyetlerin kuruluş ve çalışma esasları belirtildi. 1946 senesinde bu kanunda önemli değişiklikler yapıldı. 27 Mayıs 1960’tan sonra çıkarılan geçici anayasada 1924 Anayasası’ndaki hükümler aynen korundu. 1961 Anayasası’nın 28. ve 29. maddelerinde derneklerle ilgili hükümler ayrıntılı bir biçimde açıklandı. 12 Mart döneminde Anayasa’da bâzı değişiklikler yapıldı. Bu değişiklikler doğrultusunda Dernekler Kânunu’nda da düzenlemeler yapıldı. 22 Kasım 1972 târih ve 1630 sayılı Dernekler Kânunu 3512 sayılı Cemiyetler Kânununu yürürlükten kaldırdı.
1630 Sayılı Dernekler Kânunu da 1982 Anayasası’nda belirtilen esaslara göre çıkartılan 7 Ekim 1983 târih ve 2908 sayılı Dernekler Kânunu’yla yürürlükten kaldırıldı.
1982 Anayasası’nda “Temel Hak ve Ödevler” başlığı altında 33. maddesinde belirtilen esaslar doğrultusunda çıkarılan 2908 sayılı Dernekler Kânunu’na göre; herkes önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sâhiptir. Hiç kimse bir derneğe üye olmaya zorlanamaz. Dernekler siyâsî gâye güdemezler, siyâsî çalışmalarda bulunamazlar. Siyâsî partilerden destek göremez ve onlara destek olamazlar. Derneklerin Sendikalar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve vakıflarla siyâsî maksatla ortak hareket etmeleri yasaktır. Kuruluş gâye ve şartlarını kaybeden veya kânunun öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyen dernekler kendiliğinden dağılmış sayılır. Dernekler Kânunu’nun bildirdiği durumlarda hâkim kararıyla kapatılabilir. Milli güvenlik ve kamu düzeni bakımından gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda hâkimin kapatma kararına kadar kanunda yetkili kılınan merciin emriyle çalışması durdurulabilir...
Her derneğin bir tüzüğü bulunur. Tüzükte derneğin adı, kuruluş merkezi, gâyesi ve bu gâyeyi gerçekleştirmek için dernekçe sürdürülecek çalışma konuları ve çalışma biçimleri, dernek kurucularının ad, soyad ve adresleri, meslek veya sanatları ikâmetgâhları tâbiiyetleri, üyelikle ilgili hususlar, genel kurul, yönetim ve denetleme kurullarının seçilme ve çalışma esasları vb. hususlar belirtilir.
Dernekler kuruluş bildirisi ve eklerini merkezlerinin bulunduğu yerin en büyük mülki âmirliğine verilmesiyle tüzel kişilik kazanırlar. Tek bir il sınırı içinde faaliyet gösteren dernekler il emniyet müdürlüğüne, federasyon, konfederasyon biçiminde teşkilâtlanmış dernekler ise Emniyet Genel Müdürlüğüne kaydolunur. Derneklere üye olabilmek için medenî hakları kullanma ehliyetine sâhip olmak ve on sekiz yaşını bitirmiş olmak yeterlidir.
Derneklerin mecbûri olarak bulunması gereken organları, genel kurul, yönetim kurulu ve denetleme kuruludur. Bu organların kuruluş ve çalışma biçimi ile görev ve yetkileriyle alâkalı temel kâideler kânunda belirtilmiştir. Dernekler tüzüklerinde belirtilmiş olmak kaydıyla gerekli gördükleri yerlerde şûbe açabilirler. Dernekler birleşerek federasyon, federasyonlar da konfederasyon şeklinde teşkilâtlanabilirler.
Dernek genel kurulu derneği feshetme yetkisine sâhiptir. Dernek acz içine düşerse veya yönetim kurulunun tüzüğe uygun kurulma imkanı kalmazsa kendiliğinden feshedilmiş sayılır. Derneğin kuruluş gâye ve şartlarını yitirmesi veya üye yeter sayısının bulunamaması sebebiyle üst üste olağan genel kurul toplantısının yapılmaması durumunda da dernek feshedilmiş sayılır. Ayrıca Dernekler Kânunu’nda belirtilen durumlarda mahkeme kararıyla bir derneğin temelli olarak kapatılmasına karar verilebilir.
Derneklerin başlıca gelir kaynakları; üye âidatları, derneklerce yapılan yayınlar ve eğlence piyango vb., derneklerin mal varlığından elde edilen gelirler, bağış ve yardımlardır.
Türkiye’de hâlen mevcut dernekler, sosyal yardım, kültürel ve meslekî dernekler olmak üzere üç sınıf hâlinde faaliyetlerini sürdürmektedirler. Bu derneklerin başlıcaları şunlardr:
Sosyal yardım dernekleri: Türkiye Kızılay Derneği (TKD), Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu (ÇEK), Türkiye Ulusal Verem Savaş Derneği (TUVESAD), Türkiye Harp Mâlûlü Gâziler, Şehit, Dul ve Yetimler Cemiyeti. Câmi ve okul yaptırma dernekleri vb.
Kültürel dernekler: Türkiye Jeoloji Kurumu (TJK), Türk Eğitim Derneği (TED), Türk Coğrafya Kurumu (TÜCK), Türkiye Turizm Kurumu (TURİZK).
Meslekî dernekler: Türkiye Belediyecilik Derneği, Türkiye Zirâatçiler Cemiyeti (ZİRC), Türkiye Ormancılar Cemiyeti (TOC), Türkiye Turing Otomobil Kurumu (TTOK), Esnaf ve Sanatkârlar Derneği Konfederasyonu, Türk Sanâyici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD).
Türkiye’de çeşitli gâyelerle kurulan dernekler gâyelerine yönelik çok faydalı hizmetler gördüler. Pekçok hayır eseri yaptılar. Meslek derneği niteliğinde olanlar, mensupları arasında yardımlaşma ve dayanışmayı sağladılar. Ancak bâzı art niyetli kimselerin yanlış sevk etmesiyle topluma ve ülkeye zararlı olanları oldu. Zaman zaman siyâsî ve ideolojik faaliyetlerde bulunan bâzı dernekler ise kuruluş gâyelerinden ziyâde destekledikleri siyâsî görüşe veya ideolojiye hizmet etmişlerdir.
Alm. Völkerbundsrat (m), Fr. Societe des Nations, İng. League of Nations. Milletler Cemiyeti. 1919’da Paris Versay Sarayında yapılan toplantı ile, devletler arasındaki anlaşmazlıkları sulh yoluyla halletmek için ve sürekli olarak ilk defâ görevlendirilen milletlerarası teşkilâtın adı. Saldırılara karşı teminâtı ve milletlerarası münâsebetlerin geliştirilmesini de üslenmişti. Milletler Cemiyeti, Versay Antlaşmasının yürürlüğe girişiyle (10 Ocak 1920) resmen teşekkül etmiştir. Cemiyetin merkezi, tarafsız bir ülke olarak kabul edilen İsviçre’nin Cenevre şehrindeydi. Bugünkü Birleşmiş Milletlerin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Kurulduğu dönemde cemiyeti bekleyen iki mühim mesele vardı:
1. Harpleri önlemek veya durdurmak sûretiyle milletlerarası sulh ve emniyeti temin etmek;
2. Kültürel ve sosyal gelişmeleri teşvik için bütün alanlarda milletlerarası işbirliği sağlamak.
Bunlardan birincisinin temini için, cemiyete üye olan devletlerin siyâsî bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini karşılıklı olarak teminât altına alıyorlar, hakları çiğnenecek olan her devleti koruyacaklarını taahhüd ediyorlardı. Münâsebetlerin kesilmesine yol açacak herhangi bir anlaşmazlık hâlinde Milletler Cemiyetinin hakemliğine başvuracaklarına ve oybirliğiyle alınmış olmak şartıyle konsey kararına uyacaklarına söz veriyorlardı. Harp veya harp tehlikesi gibi durumlarda cemiyet, barışı etkili bir şekilde korumaya elverişli tedbirleri tâyin etmek ve bunlara üye devletlerce saygı gösterilmesi için gerektiğinde askerî ve mâlî müeyyideler koymakla görevliydi.
Diğer taraftan kültürel ve sosyal alanlarda verimli bir işbirliği sağlanabilmesi için Milletler Cemiyetine birçok görev düşüyordu. Milletlerarası polis kuvveti kurulması ve kaçakçılığın, insan ticâretinin engellenmesi, dünyâ çapında ticârî ve sosyal kâideler konulması ve sağlık problemlerinin halledilmesi gibi görevler en önemli olanlarıydı.
Milletler Cemiyeti, otuz iki kurucu üyesi yanında, anlaşmaya yapılan bir ilâveyle on üç devleti daha cemiyete girmeye çağırmıştı. Cemiyetin kurulmasında özellikle ABD ve Fransa ön plânda rol oynadı. Milletler Cemiyeti karar yetkisine sâhip iki organ ile (Konsey ve Genel Kurul) bir dâimî sekreterliğe sâhipti. Genel Kurul, bütün üye devletler temsilcilerinden meydâna geliyor, yılda bir defâ toplanıyordu. Genel Kurulun yeni üyelerin kabûlü, antlaşmaların incelenmesi ve bütçe yetkisi gibi çeşitli görevleri vardı. Ancak Milletler Cemiyeti bunca program ve faaliyetine rağmen başarılı olamadı. Özellikle İkinci Dünyâ Harbi, cemiyetin çökmesine sebeb oldu. Nihâyet 8-18 Nisan 1946’da yapılan toplantı sonunda cemiyet görevini Birleşmiş Milletler teşkilâtına bıraktı ve 31 Temmuz 1947’de hukûken ortadan kalktı.
İlkbahara doğru önce havada, sonra suda, nihâyet toprakta, yedişer gün arayla meydana gelen sıcaklık yükselişi. Yanmış kömür parçası, kor. Hacıların Mina denilen mevkide şeytan taşlaması.
Eskiler, seneyi kış ve yaz günleri diye ikiye ayırmışlardır. Kış günlerine Kasım, yaz günlerine ise Hızır denirdi. Kasım günleri Milâdî 8 Kasımda girer ve 179 gün (Şubat’ın 29 çektiği sene-i kebise denilen artık senelerde 180 gün) sürer. Hızır günleri de 6 Mayısta girer ve 186 gün sürer.
Cemrelerin düşüşü Kasım günlerinde olur. Birinci Cemre Kasımın 105’inde havaya. İkinci Cemre 112’sinde suya.Üçüncü Cemre 119’unda toprağa düşer. Bu günler 20 Şubat, 27 Şubat ve 6 Marta (Şubatın 29 çektiği 4 senede bir 5Marta) rastlar.
Cemrelerin eski takvimlerdeki Arapça karşılığı “Cemre-i ûlâ behevâ”, “Cemre-i sâniye beâb” ve “Cemre-i sâlise behâk” şeklinde yazılırdı. Cemreler kışın soğuk günlerini geride bıraktığımızın müjdecisidir.
Hac ibâdeti esnâsında, hacıların Kurban bayramının birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerinde Minâ’da şeytan taşlarken attıkları çakıl taşları veya bu taşlardan meydana gelen yığınlar. Minâ’da Cemre adı verilen ve birbirlerine birer ok atımı mesâfede bulunan üç taş yığını vardır. Bunlardan birincisine “Cemre-i Ûlâ” (birinci cemre), ikincisine “Cemre-i Vüstâ” (orta cemre) ve üçüncüsüne “Cemre-i Akabe” adı verilir.
Kurban bayramının birinci günü sabahı Meş’aril Haram denilen yerden güneş doğmadan önce Minâ’ya hareket edilir. Minâ’ya gelince, Mescid-i Hîf’e en uzak olan Cemre-i Akabe denilen yerde sağ elin baş ve şehâdet parmaklarıyla iki buçuk metreden veya daha uzaktan cemre yerini gösteren duvarın dibine yedi taş atılır. Bundan sonra buradan gidilip kurban kesilir.
Bayramın ikinci günü öğle namazında Minâ’da okunan hutbeden sonra, üç cemreye yedişer taş atılır. Bu taşlar atılırken Mina’yı sağa, Mekke-i mükerremeyi sola almak sûretiyle önce Mescîd-i Hîf’e en yakın olan Cemre-i Ûlâya (birinci cemre), sonra Cemre-i Vustâya (orta cemre), daha sonra Cemre-i Akabe’ye taş atılır.
Bayramın üçüncü günü de böyle yedişer taş atılır ki, hepsi kırk dokuz taş olur. Bunları öğleden önce atmak câiz değildir veya mekruhtur.
Dördüncü gün de, Minâ’da fecrden (tan yerinin ağarmasından) güneşin batışına kadar dilediği zaman yedişerden yirmi bir taş daha atmak müstehaptır (sevaptır). Böylece yetmiş taş atılır. Bu taşlar atılırken, “Bismillahi Allahü ekber” denir.
İran’da ilk hükûmet kuran Pişdânîoğullarının dördüncü ve en büyük hükümdarı ve şarabı ilk defâ yapan kimse.
Sekiz yüz sene süren hükümdarlığı zamânında İran’da beş yüz yıl hiç kimse hasta olmamıştır. Bunun için ilâhlık dâvâsında bulunarak, milleti kendine taptırmıştır.Martın 20. günü tahta çıktığı için, bugüne Nevruz diyerek yılbaşı ve dînî bayram yapmıştır. İnanmayanların, ateşe tapanların bu bayramı İran’da bugün de kutlanmaktadır. Her milletin geçmiş eski târihlerinde doğru dinleri kabul etmedikleri zamanlardan kalma bâzı âdet ve sapık inançları olabilir. Doğru dinlerin gelmesi ile unutulmaya yüz tutan bu hurâfeler zaman geçip dinden uzaklaşmalar olunca yeniden ortaya çıkar. Zamanla câhil halk, İslâmiyetten önce yaşanmış olan bu sapık âdetleri ibâdet gibi benimserler. Nevrûz olarak bilinen günün bu bakımdan İslâmiyetle uzaktan yakından alâkası yoktur. Ateş yakmak, üzerinden atlamak, erken saatlerde kalkıp çeşitli oyunları oynamak bir ibâdet olmayıp doğru yoldan ayrılmaktır.
Cemşid, bin yaşındayken, Şeddad’ın kardeşinin oğlu olan Dahhâk’la yaptığı muhârebede yakalanmış, destere gibi olan balık kemiği ile ikiye biçilmiştir.
Şâir ve yazar. Servet-i Fünûn edebiyâtının önde gelen üç temsilcisinden biri. 1870’te Manastır’da doğdu. Babası Plevne’de şehit düşmüş bir binbaşıdır. İlk ve orta tahsillerinden sonra 1889 yılında Askerî Tıbbiyeyi bitirerek doktor çıktı. İhtisas için gönderildiği Pâris’te (1890-94) yılları arasında dört sene kalarak yurda döndü. Çeşitli yerlerde hekimlik yaptıktan sonra 1896 sıhhiye müfettişliği göreviyle Hicaz’a gitti. 1908’den sonra siyâsî hayâta girdi. 1914’te kendi arzûsuyla emekli olduktan sonra 1922’ye kadar Edebiyat Fakültesinde müderrislik yaptı. Bu arada “Millî mücâdele hareketine karşı çıkması” üzüntüyle karşılandı. Cumhuriyet devrindeki hayâtı edebî yazılar ve çalışmalarla geçti. 13 Şubat 1934’te beyin kanamasından ölerek Bakırköy Mezarlığına gömüldü.
Cenab Şahâbeddîn, başta şiir olmak üzere tenkit ve makâleler, vecizeler, biyoğrafya ile seyâhat ve tiyatro eserleri yazmıştır. Daha 14-15 yaşlarındayken dîvân gazellerini taklid ederek şiire başlayan Cenab, İstanbul’da tıbbiye talebesi olduğu yıllarda bu çalışmalarını geliştirdi. Bir ara Recâizâde MahmudEkrem, Abdülhak Hâmid tesirine girmiş, dört yıl kaldığı Paris’te yakından tâkib ettiği sanat ve edebiyat çalışmalarına ileri derecede vâkıf olarak İstanbul’a dönmüş, Servet-i Fünûnun yeniliklerinde öncülük yapmıştır. Hayâtı boyunca arûz vezninden vazgeçmemiş, bu vezni şiirde sağlamak istediği iç mûsikî ve âhengin esas unsurlarından biri olarak değerlendirmiştir. Nazmı, nesir ile kelimelerdeki ses mûsikîsinin toplamına eşit gören şâir, kelime tekrarları, ses oyunları ile kulağı okşamayı ön plânda tutmuştur.
Bir bütün olarak ele alındığında şiirlerinde konuları sınırlamıştır. Âdetâ bir tablo yapar gibi yazmış, konuda var olan unsurlara yer vererek, diğerlerini atmıştır. Biçim üzerinde ısrarla durarak muhtevâcı şiir akımı ve anlayışlarına karşı çıkmıştır. Servet-i fünûn şâirlerinin hemen benimseyip uyguladıkları bu özellikleri Paris’te kaldığı yıllarda Fransız şâirlerinden ve edebî akımlardan aldı. Bilhassa parnasçılar ve sembolistlerin tesiri altında kaldı.
Mecazlar konusunda Servet-i Fünûn ana hatlarını çizen Cenâb Şehâbeddîn, Batıdaki misallere özenerek hiç duyulmamış, yeni yeni isim ve sıfat takımları kurdu. O yıllarda da pekçok ağır tenkide mâruz kalan ve edebiyâtımızda benimsenmeyen bu mecazların en çok gülünç bulunan ve îtirâz edilenleri arasında “sâat-ı semen-fâm, lerze-i rûşen, berf-i zerrîn, perî-i fikir...”gibileri sayılabilir. Onun bu yabancı, garip ve lügat kitaplarının derinliğindeki kelimelere düşkünlüğü bâzı şiirlerini okunamaz hâle getirmiştir.
Sosyal meselelere hiç yanaşmayan Cenab için “Şiirin amacı, yalnız güzelliktir.” Konularını beşerî aşk, felsefe ve tabiat temalarından seçmiştir. Şiirlerinde de duygu sığ kalır hattâ felsefî şiirlerinde de fikrî bir derinlik bulunmaz. İnanç konularında şüpheci bir tavrı vardır. Siyâsî ihtiras ve şahsî kaygılarla dolu hayâtı eserlerine de aksetti. Kaprisli kişiliği kendisini, pekçok edebî tartışma ve tenkidin hedefi hâline getirdi. Tartışmalarında edebî tenkitten ve makalelerinde bir taraftan seviyeli ve doyurucu olmakla birlikte, karşısındakini küçümsemek ve alaya almaktan da vazgeçmezdi. Alayı zekânın tabiî bir hakkı sayması, düşmanlarının sayısını artırmaktan, herkesi kendisine küstürmekten başka bir şeye yaramadı.
Eserleri arasında önemli bir yer tutan Tiryâkî Sözleri, ince ve ısırgan bir zekânın verimi olan sözlerle doludur. Biyoğrafya türündeki tek eseri William Shakspeare (Vilyem Şekspir)dir. Tenkit ve makalelerinin bir kısmı Evrâk-ı Eyyâm, Nesr-i Harb,Nesr-i Sulh kitaplarında toplanmıştır.Hac Yolunda, Avrupa Mektupları, Âfâk-ı Irak isimleriyle yayınlanan seyâhat eserlerinden başka, başarısız tiyatro eserleri de vardır. Şiirleri kitap hâlinde toplanmıştır.
ELHÂN-I ŞİTÂ’dan,
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
Eşini gâib eyliyen bir kuş gibi kar,
Geçen eyyâm-ı nev-bahârı arar.
Ey kulûbun sürûd-i şeydâsı,
Ey kebûterlerin neşîdeleri,
O bahârın bu işte ferdâsı:
Kapladı bir derin sükûta yeri, karlar;
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar.
Ey uçarken düşüp ölen kelebek,
Bir beyâz rîşe-i cenâh-ı melek, gibi kar;
Seni solgun hadîkalarda arar.
Meşhur Osmanlı âlim ve şâiri. Amasya’da doğmuş olup, doğum târihi bilinmemektedir. Babası ileBursa’ya yerleşti. Cenâbî Mustafa Efendi, Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) torunu hazret-i Hüseyin’in soyundan olduğu için seyyiddir.
Cenâbî Mustafa Efendi, İstanbul’a gelerek çeşitli medreselerde ilim tahsil etti. Sonra büyük âlim Ebussu’ûd Efendiden dînî ilimlerle, bunların kolları olan âlet ilimlerini tahsil etti. Kendini yetiştirdikten sonra İstanbul’un ve Edirne’nin sahn medreselerinde müderrislik yaptı.
Fazîleti, güzel ahlâkı sebebiyle herkes tarafından sevildi. Sultan Üçüncü Murad Han tarafından da taltif edilip, takdîrini kazandı. Kâdı olmayı tercih ettiği için 1587 senesinde Halep kâdılığına tâyin edildi. 1589 senesinde rahatsızlandı. Bu sebepten kâdılıktan ayrıldı. 1590 senesinde Halep’te vefât etti.
Dînî ilimlerde olduğu gibi, Arap edebiyâtında ve târih ilminde de kendisini yetiştirdi. Bahr-i İlim isimli iki büyük cilt hâlinde, çok güzel ve sağlam kaynaklı Arabî târih kitabı yazdı. Bundan başka birkaç eseri daha vardır.
Cenâbî Mustafa Efendi, Arabî ve Türkçe çok güzel şiirler de yazdı.