BÜTÇE

Alm. Budgat (m), Etat (m), Haushaltplan (m), Fr. Budget (m), İng. Budget. Kamu kesiminin gelecek bir dönem için kaynak-harcama dengesini yansıtan ve parlamenter demokrasilerde yasama organının, yürütme organına kamu harcaması yapma ve kamu gelirlerini toplama konusunda verdiği yetkiyi gösteren belge. 

Târihçe: Bütçeyle ilgili yerli ve yabancı literatürden anlaşıldığı kadarıyla, "bütçe" kelimesinin bütün dillere İngilizce "budget" kelimesi ile girdiği ve Lâtince kökünün "bulga" olduğu belirtilebilir. "Budget" kelimesi İngilizceye çanta, torba anlamındaki "bouget" kelimesinin değişmesiyle girmiş ve bugünkü mânâsı ilk defâ 18. yüzyıl içinde kullanılmaya başlanmıştır.  Türkiye’de "bütçe" kelimesi, Tanzimâttan sonra kullanılmaya başlanmış ve 1876 yılından başlamak üzere "Muvâzene Defteri" ve "Muvâzene-i Umûmiye" kelimeleri ile dilimizde yer almıştır. Bütçe, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerde, ilk olarak halk hareketlerinin siyâsî baskısının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. 1215 yılında Magna Carta (Büyük Berat)nın Kral John tarafından imzâlanmasıyla başlayan demokrasi hareketinde ilk bütçe fikrinin yer aldığını söylemek mümkündür. 

Kamu bütçesinin mâhiyeti: Konuya başlarken yapılan giriş niteliğindeki târif biraz uzun görünmekle berâber, esas îtibâriyle, kamu bütçesi kavramının iki yönünü ortaya koymaktadır. Şöyle ki: 

Ekonomik yönden:Bütçe, kamu kesiminin gelecek bir dönemdeki kaynak-harcama (arz-talep) dengesini ortaya koymakta ve böylece ekonominin bütünü için sağlanan toplam arz ve toplam talep dengesinin bir parçası olmaktadır. Dolayısıyla bütçe, kamu kesiminin (merkez idâre ve mahallî idâreler) ekonomik bir plânı niteliğindedir. Piyasa ekonomilerinde özel kesim yönünden genellikle bir anlamda plânlamaya gerek duyulmaksızın ekonomi işlemesine rağmen, kamu kesimi yönünden, böyle bir plânlama zarûrî olmuştur. Bununla berâber bütçe, hukûkî özellik taşıması ve fizikî dengeler yansıtması gibi temel bâzı hususlarda "kalkınma plânı" kavramından ayrılır. Bu arada hemen belirtmek gerekir ki, kamu bütçesi bir ekonominin gelecek bir dönemdeki toplam kaynak ve harcamaların tahmin dengesini yansıtan "millî bütçe" den de tamâmen farklı bir kavramdır. 

Hukûkî yönden: Bütçe, millet temsilcilerinden teşekkül eden millî meclislerin merkezî yürütme organını veya mahallî idârelerde bölge halkının, mahallî yöneticilerin faaliyetlerini murâkabe etme aracıdır. Parlamenter demokrasilerde millet adına hareket eden meclislerin tasdiki alınmaksızın ülke çapında herhangi bir kamu hizmetinin yapılması, kamu hizmetleri ve kamu gelirlerinin belirlenmesi (hizmetlerin finansman şeklinin tesbit edilmesi) mümkün değildir. Bütçenin kânun olup olmadığı konusunda üç ayrı görüş vardır: Bütçe diğer kânunlar gibi hazırlanıp, görüşülüp tasdik edildiği ve yasama organınca kânun olarak çıkarıldığı için maddeten de şeklen de kânundur. Bir diğer görüşe göre mücerret, sürekli ve objektif hükümler taşımadığı ve mâlî yıl sonunda ömrünü kaybettiği için bütçe ancak şeklî yönden bir kânun olup, öz olarak maddeten bir kânun sayılamaz. Son bir görüşe göre ise; gider kısmı idârî tasarruf, gelirle ilgili bölümü ise bâzan maddî bir kânun bâzan da idârî tasarruf olarak nitelenir. 

Ülkemizde bütçenin hukûkî yönden ele alındığı ve târif edildiği görülmektedir. Anayasanın 161, 162, 163 ve 164. maddeleri bütçe ile ilgilidir. Anayasanın dördüncü kısmında yer alan bu hükümler "Mâli Hükümler" alt başlığı altında yer almışlardır. Bütçenin hazırlanması ve uygulanmasına ilişkin 161. madde aynen şöyledir: 

"Devletin ve kamu iktisâdî teşebbüsleri dışındaki kamu tüzel kişilerinin harcamaları, yıllık bütçelerle yapılır. Mâlî yıl başlangıcı ile genel ve katma bütçelerin nasıl hazırlanacağı ve uygulanacağı kânunla belirlenir. Kânun, kalkınma plânları ile ilgili yatırımlar veya bir yıldan fazla sürecek iş ve hizmetler için özel süre ve usûller koyabilir.

Bütçe kânununa bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz." 

Kamu bütçesinin temel özellikleri, gördüğü fonksiyonlarla büyük ölçüde ilişkilidir. Bu fonksiyonları denetim, yönetim ve plânlama olarak sıralamak mümkündür. Aynı anlama gelmek üzere kamu bütçesi, milletin kendi adına hareket eden otoriteyi denetleme aracıdır. Aynı zamanda kamu yönetiminin ve ekonomik plânlamanın bir aracıdır. 

Kamu bütçesinin temel prensipleri: Bütçenin temel prensipleri daha önce söz ettiğimiz temel özellik ve fonksiyonların gerçekleşmesi için uyulması zarûrî olan prensiplerdir. Genellik ve birlik prensibi olarak başlıca iki tâne temel prensipten söz edilebilir: 

a. Genellik Prensibi: Bütçede bütün kamu gelir (kaynak) ve harcamaların bütün ayrıntılarıyla yer almasına genellik prensibi adı verilir. Genellik prensibinin bir adı tahsis yapmamadır (Ademi tahsis). Bütün kamu gelirleri ve kamu giderlerinin karşılığı sayıldığı zaman genellik kuralına uyulmuş, belirli kamu geliri türleri belirli kamu hizmetlerinin karşılığı sayıldığı zaman, söz konusu prensipten sapılmış olur. 

b. Birlik Prensibi: Bütün kamu kesimi üretici birimlerinin harcama ve gelirlerinin tek bir bütçe içinde toplanmasına birlik ilkesi denir. Bu prensibe göre, bir ülkede kamu, harcama ve gelirleri tek elden tahmin edilmekte, plânlanmakta ve dengelenmektedirler. Birlik kuralının diğer bir alanı konsolidasyon’dur. Kamu üretici birimleri ayrı bütçeler düzenleseler dahi, bu bütçeler bir konsolide bütçe hâlinde toplanır ve birleştirilir. 

Türkiye’de bütçenin temel ilkelerinden sapma gösteren en belirgin örnek, mahallî idâre bütçeleridir. Buna ek olarak katma bütçeli idâreler (Gelirlerini özel gelirleri ile karşılayan ve genel bütçe dışında yönetilen kamu kuruluşları) de genellik ve birlik prensiblerine aykırı olarak genel bütçenin dışında düzenlenmektedir. Kamu İktisâdi Teşebbüsleri ve Döner Sermâye İşletmeleri (Genel ve katma bütçeli idârelere bağlı olarak çalışan, ticâri, sınâî nitelikte faaliyette bulunan fon işletmeleri) fiyat karşılığı mal sattıklarından bu kuruluşların gerçek anlamda bir kamu bütçesi oldukları söylenemez. 

Bütçe sistemleri: Bütçe veya bütçeleme sistemlerini bütçenin, denetim, yönetim ve plânlama aracı olmasına hizmet etme özelliğine göre şöyle sıralamak mümkündür: Geleneksel Bütçe Sistemi, Performans Bütçe Sistemi, Plan-Program Bütçe Sistemi. 

Bu üçlü ayırım aynı zamanda bütçeleme sisteminin merhale ve kademelerini de göstermektedir. Bir başka ifâdeyle, geleneksel bütçe sistemi sâdece denetimi ön plâna almakta, performans bütçe sistemi denetimin yanı sıra yönetici başarısını da ölçmekte, plân-program bütçe sistemi ise bütçenin denetim, yönetim ve plânlama aracı olma üzelliklerinin bütününü yapısında bulundurmaktadır. 

Türkiye’deki uygulama: Türkiye’de bütçenin birlik prensibi büyük istisnalar ile birlikte uygulanmaktadır. Merkezî devlet teşkilâtının harcamaları ile gelirlerinin dengelendiği genel bütçenin yanında, katma büçeler, fonlar, KİT bütçeleri ve döner sermaye işletmeleri yer almaktadır. Genel bütçe; yasama, yürütme ve yargı organlarının bütçelerinden müteşekkildir. 

Konsolide bütçe: Genel ve katma bütçeli idâre bütçelerinin birleşmesiyle ortaya çıkar. Genel bütçeli idârelerin harcamalarına katma bütçeli idâre harcamaları eklenmekte, bu toplamdan genel bütçeden katma bütçeli idârelere yapılan hâzine yardımları düşülünce, konsolide bütçe harcamalarına ulaşılmaktadır.

BÜVEYHÎLER

Onuncu asırda İran’da kurulan ve eski Sâsânî İmparatorlarının soyundan geldiğini iddiâ eden Şiî hânedân. Büveyhîlerin kurucusu, Ebû Şûcâ Büveyh çok fakirdi. Çocuklarıyle berâber sırtlarında odun taşıyarak geçinirlerdi. Büveyh’in üç oğlu, Ali, Hasan ve Ahmed doğup büyüdükleri Deylem’de hüküm süren Deylemî Devletinin ordusunda uzun müddet paralı askerlik yaptılar. Zamanla orduda otoriteleri arttı. Hazar Denizinin güneyindeki bölgede, iktidâr boşluğundan da istifâde ederek bağımsızlıklarını îlân ettiler. 

Kendisine halîfe tarafından vâlilik mührü gönderilen Ali bin Büveyh, halîfeye karşı kötü niyet beslemekle birlikte, iyi geçiniyordu. Biraz daha kuvvetlenince, halîfeye üstünlüğünü kabûl ettirmeye çalıştı. Halîfe de uzlaşma yolunu tercih ederek Fars eyâletinin idâresini ona bıraktı. O bölgedeki Türk subaylarından bir kısmı da Ali bin Büveyh’in ordusuna katıldı. Ordusu kuvvetlenen Ali bin Büveyh, kardeşi Hasan’ın da desteğiyle Rey, Hemedan, Irak ve Acem’in kalan yerlerini zaptetti. Daha sonra kardeşi Ahmed’i Kirman, Ahvaz ve Huzistân’ın fethi ile vazîfelendirdi. Buraları fetheden Büveyhîler, birçok Ehl-i sünnet Müslümanı katlettiler. Bağdat’taki Şiî komutanlar, onları Bağdat’ı işgâle dâvet ettiler. Halîfe Müstekfî de Bağdat’ı yağmadan ve Müslümanları katledilmekten kurtarmak için, Ahmed bin Büveyh’e hil’atlar giydirip hediyelerle karşıladı. Ahmed’e Muizzüddevle, Ali’ye İmâdüddevle, Hasan’a da Rüknüddevle ünvânlarını verdi. 

Buna rağmen Büveyhîler, Ehl-i sünnet Müslümanlara akla gelmedik kötülük ve zulmettiler. Hattâ Abbâsî halîfeliğini yıkıp Eshâb-ı kirâm düşmanlığına dayalı bir halîfelik kurmayı dahi düşündüler. Halîfe Müstekfî’yi tutuklayıp gözlerine mil çektiler. Yerine Ebü’l-Kasım el-Fâzl’ı, El-Mûtî adıyla hilâfet makâmına geçirdiler. Ahmed’den sonra yerine geçen oğlu Bahtiyâr, oyun ve eğlenceye düşkündü. Halîfe Mûtî’yi halîfelikten alarak, yerine Tâî-lillah’ı getirdi. 

Bahtiyâr (İzzüddevle)ın izzet ve sefâhata düşkün olup, keyfî davranışları sebebiyle devlet işleri gittikçe bozuldu ve çekişmeler başladı. Rey, Hemedan ve İsfehan’da hüküm süren Adudüddevle, İzzüddevle’nin ordusundaki Türk askerleri tahrik ederek isyân ettirdi. İzzüddevle önce tutuklandı sonra da öldürüldü. 

Diğer Büveyhîler üzerine hâkim olan Adudüddevle; Irak, Kirman, Fars, Umman Huzistan, Musul, Diyâr-ı Bekr, Harran ve Menbic’e kadar sınırlarını genişletti. Büveyhî Hânedânı en kuvvetli ve güçlü devrine ulaştı. Zulmüyle ün yapan Adudüddevle, kırk sekiz yaşında öldü. Yerine 983 yılında Samsamüddevle ünvânıyla bilinen oğlu Ebû Kalicâr geçti. Diğer kardeşleri Şerefüddevle ve Behâüddevle ile aralarında saltanat kavgaları başladı. Şerefüddevle, Samsamüddevle’yi Fâris’te bir kaleye hapsettirdi. Saltanat Şerefüddevle’ye geçti. Halîfe Tâî-lillah bir ahidnâme yazdırarak bütün devlet işlerini yürütmekle vazîfelendirdi. Emirlik tâcı giydirdi. Şerefüddevle üç yıla yakın hüküm sürdükten sonra, 989’da vefât etti. Yerine kardeşi Behâüddevle hükümdâr oldu. Öte yandan Samsamüddevle hapisten kaçıp etrâfına topladığı kuvvetlerle, Behâüddevle ile mücâdeleye başladı. İki yıl süren bu mücâdele Samsamüddevle’nin ölümüyle son buldu. Bu mücâdeleler sırasında Halîfe Tâî-lillah’la arası açıldı. Behâüddevle Tâî-lillah’ı vazîfeden alıp hapsettirdi. Sarayını ve hazînesini yağma ettirdi ve yerine Kâdirbillah’ı getirdi. 

Büveyhoğulları içinde zâlim ve kan dökücülükle meşhur olan Behâüddevle, yirmi beş yıla yakın hüküm sürdükten sonra, 1012 senesinde öldü. Yerine oğlu Sultanüddevle geçti. Sultanüddevle zamânı kardeşleri Celâlüddevle Ebû Tâhir, Kıvâmüddevle Ebü’l-Fevâris ve Müşerrefüddevle arasında çekişmelerle geçti. Sonunda Müşerrefüddevle’nin 23 yaşında ölmesi üzerine yerine kardeşi Celâlüddevle geçti. Yeğeni Kalicar’la mücâdeleye girişen Celâlüddevle, Bağdat’tan kaçtı. Tekrar anlaşma yaparak Bağdat’ta yedi seneye yakın hüküm sürdükten sonra 1044 (H. 435) senesinde öldü. Yerine oğlu Fîrûz geçti. Ebû Kalicar, Fîrûz’dan Bağdât’ı aldı. Taraftarları Hemedân’ı istilâ edip, Selçuklu Sultânı Tuğrul Beyin vekilini kovdular. Tuğrul Bey ile anlaşma yapıp karşılıklı akrabâları ile evlenerek sulhu pekiştirdiler. Ebû Kalicar 29 yıl hüküm sürdükten sonra, 1048 (H. 440) yılında öldü. İçki, oyun ve eğlence âlemlerine düşkün olan Ebû Kalicar’ın yerine oğlu Ebû Nasr Hüsrev Fîrûz, Melik-ür-Rahim ünvânını alarak tahta geçti. Bunun zamânında da iç karışıklıklar devâm etti. Bu sırada kuvvetlenen Ehl-i sünnet Selçuklu Sultânı Tuğrul Bey, bu karışıklıklardan istifâde ve halîfenin de yardım istemesi üzerine, Bağdât’a geldi. Son Büveyhoğlu hükümdârı Melik-ür-Rahim’i de tutuklattı. Böylece Büveyhoğulları Devletine son verdi. 

Yüz yıla yakın İran ve Irak’ta hüküm süren, temel fikir ve düşünceleri Eshâb- ı kirâm düşmanlığına dayanan, oyun, eğlence ve içki âlemlerine düşkün bir hayat süren Büveyhoğulları Devleti, halîfelere ve sünnî Samanoğulları ile Gazneli ve Selçuklulara karşı hareket ederek İslâm birliğinin bozulmasına sebeb oldular. 

BÜVEYHÎ HÜKÜMDÂRLARI

Fars ve Hûzistan Kolu

İmâdüddevle Ali-934

Adudüddevle-949

Şerefüddevle-983 

Samsâmüddevle-990

Behâüddevle-998 

Sultânüddevle-1012 

Müşerrifüddevle-1021

Ebû Kalicar-1024

Fülâd Sütûn-1048 

Şebânkâre reisi Fazlûye’nin

hâkimiyeti ele geçirmesi 1056

Kirman Kolu

Muizzüddevle Ahmed 936 

Adudüddevle -949 

Samsâmüddevle -983

Behâüddevle-998 

Kıvâmüddevle- 1012

Ebû Kalicar -1028 

Kirman Selçuklularının kuruluşu -1048 

Cibâl Kolu 

İmâdüddevle Ali-932

Rüknüddevle Hasan 947-977

Hemedân ve İsfehân Şubesi

Müeyyidüddevle-977

Fahrüddevle Ali -983 

Şemsüddevle-997

Semâüddevle- 1021

Kâkûye Hânedânı hâkimiyeti 1028

Rey Şubesi

Fahrüddevle Ali-977

Mecdüddevle Rüstem-997

Gaznelilerin hâkimiyeti-1029

Irak Kolu

Müizzüddevle Ahmed-945

Bahtiyâr-967

Adudüddevle-978

Samsâmüddevle-983

Şerefüddevle-987

Behâüddevle-989

Sultânüddevle-1012

Müşerrefüddevle-1021

Celâlüddevle-1025

Ebû Kalicar-1044

El-Melikü’r-Rahim-1048

Selçuklu hâkimiyeti-1055

BÜYÜ

Alm. Zauberei (f), m, Hexerei (f), Fr. Sorcellerie (f), sortilege (m), magie, İng. Magic, sorcery. Maddî yâhut mânevî menfaat (fayda) sağlamayı veya zarar vermeyi hedef alan hukûken ve dînen meşrû sayılan yollar dışında bir takım kuvvetleri yönlendirmek için yapılan çeşitli gizli, garip işler. 

Modern fen ilimleri, büyüyü kendi metodları icâbı olarak reddederler. Bu hâl, o ilimlerin sahâsına girmeyen ve metodlarıyla incelenemeyen şeylerin yok olduğu mânâsına gelmez. Ancak, konuları ve hüküm verme sâhalarının dışında olduğunu gösterir. Bu bakımdan büyü, daha pekçok şey gibi, modern bilimlerin sâhası dışında kalmakta veyâ varlığı yokluğu laboratuvar teknikleriyle bugün için îzah ve ispat edilememektedir. 

Diğer taraftan büyünün, hemen hemen insanlık târihi kadar eski bir geçmişi vardır. İlk defâ nerede ve nasıl çıktığı bilinmemekle beraber, eski çağlarda çok tanrılı bâtıl dinlere mensup insanlar tarafından, tanrılarla aralarındaki münâsebeti düzenlemek gâyesiyle büyü ismiyle anılan bâzı faaliyetlerin yapıldığı bilinmektedir. İnsanlar, böylelikle çeşitli tanrıların lütuf ve ihsanlarını üzerlerine çektiklerine inanırlardı. Büyüye târih boyunca bâzı insanlar daha başka maksatlarla başvurmuşlardır. Bunlarda insanların zaafları, diğer insanlarla olan münâsebetlerinde sağlamak istedikleri menfaat veya zararlar gâye edinilmiştir. 

Semâvî dinler (Hak dinler), büyüyü yasaklamıştır. Bu arada, İslâmiyet de, kendinden önceki bütün dinleri neshetmiş, büyüyü (sihiri) de yasaklamış ve çok çirkin bir iş olarak vasıflandırarak, Müslümanların büyü yapmaktan ve yaptırmaktan kesinlikle uzak durmalarını emretmiştir. 

İslâm âlimlerinin eserlerinde büyü hakkında kısaca şu bilgiler verilmektedir: 

"Allahü teâlâ, herşeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere tabiât kuvvetleri, fizik, kimyâ, biyoloji kânunları denir. Bir iş yapmak, bir şeyi elde etmek için bu işin sebeplerine yapışılır. Meselâ, buğday elde etmek için tarla sürülür, ekilir, biçilir. Buna «âdet-i ilâhî» yâni «Allahü teâlânın âdeti» denir. İnsanların bütün hareketleri, işleri Allahü teâlânın âdeti içinde meydana gelmektedir. Ancak sevdiklerine ve seçtiklerine iyilik, ikrâm olmak için âdetini bozarak sebepsiz şeyler yaratır. Bunlardan, peygamberlerden zuhur edene, mûcize, evliyâdan görülene kerâmet ve sâlih müminde bulunanına firâset denir. Âdet dışı şeyler, Müslüman olmayanlardan ve sapıklardan ortaya çıkarsa, buna da istidrâc denir. Allahü teâlâ, mûcize, kerâmet, firâsetten râzıdır, beğenir. İstidrâc ve sâhiplerinden râzı değildir, onları beğenmez. Müslüman olmayanlardan ve sapıklardan âdet dışı olarak zuhur eden şeyler onlar için bir ihsân değil, âhiretteki azaplarını arttırıcı bir sebeptir. 

İşte herkesin bildiği bir sebep olmadan meydana gelen şeylerden bâzıları da büyü (sihir) ismiyle anılır. 

Peygamber efendimize de büyü yapılmış ve büyünün tutması netîcesi hasta olmuşlardır. 40 gün sonra Allahü teâlâ tarafından "kul-e’ûzü" süreleri indirilerek bunları okuması emredilmiş ve büyü bozulmuştur. İslâm âlimleri buyurmuşlardır ki: "Sihrin tesiri kat’î değildir. İlâcın tesiri gibi olup, Allahü teâlâ isterse tesirini gösterir. Sihir yapan, istediğini elbette yapar diye inanmamalı ve böyle düşünmemelidir. Allahü teâlâ, takdir etmişse tesir edebilir diye düşünmelidir." 

Peygamber efendimiz buyuruyorlar ki: 

Müslüman sihir yapamaz. Allah saklasın, îmânı gittikten sonra sihri tesir eder. 

Cebrâil bana geldi. Kalk, namaz kıl ve duâ et! Bu gece Şâban’ın on beşinci gecesidir, dedi. Bu geceyi ihyâ edenleri Allahü teâlâ affeder. Yalnız, müşrikleri, büyücüleri, falcıları, hasisleri, alkollü içki içenleri, fâiz yiyenleri ve zinâ yapanları affetmez. 

BÜYÜK GÜNAHLAR

(Bkz. Günahlar)

BÜYÜK HUN İMPARATORLUĞU

(Bkz. Hunlar) 

BÜYÜK MENDERES

Ege bölgesinin en uzun nehri. Afyonkarahisar’ın Sandıklı kazâsının batısındaki, Kükürt Dağlarının batı yamaçlarından doğar. Güney batıya doğru akmaya başladığında pekçok pınarla beslenir. Akışı esnâsında sert dirsekler yaparak yoluna devâm ederken, en önemli kolu olan Banaz Çayını alır. Bundan sonra Buldan civârında ovaya kavuşur. Sarayköy yakınında batıya dönerek verimli meşhur ovasında akışına devâm eder. Düz ovada akarken Nâzilli yakınlarında Akçay, Aydın yakınlarında Çine Suyu gibi önemli olanların yanında pekçok kollar alır. Akış istikâmeti boyunca, Nazilli, Aydın, Söke, Balat ovalarını sular. Büyük Menderes’in denize döküldüğü kısım ise Milas Ovasıdır. 

Havzası ve uzunluğu ile Batı Anadolu’nun en uzun nehridir. Ova kısmında uzunluğu 200 km, doğuştan îtibâren ise 584 km’dir. Havzası 25.000 km2dir. 

BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

(Bkz. Türkiye Büyük Millet Meclisi)

BÜYÜK OKYANUS

Alm. Pazifischer Ozean (m), Pazifik (m), Fr. Ocean Pacifique (m), İng. Pacific Ocean. Dünyâdaki okyanusların en büyüğü. Kuzey kutbundan güney kutbuna kadar uzanan Büyük Okyanus, Asya kıtasının ve Avustralya’nın doğu sınırları ile Amerika kıtasının batı kıyıları tarafından çevrilmiştir. 166.000.000 km2 olan yüzölçümü, kıyı denizleriyle berâber 180.130.000 km2yi bulur. Bu rakam dünyâdaki sularla kaplı sahanın yaklaşık yarısını teşkil eder. Kuzey-güney doğrultusunda en uzun mesâfesi 16.000 km olmasına karşılık, doğu-batı doğrultusundaki en uzun mesâfesi 17.000 kilometredir. 

1513 senesinde Panama Tepelerinden burayı gören ilk Avrupalı olan Vasco Nunez de Balboa "Güney Denizi" ismini vermiştir. 1520’de Magellan kendi ismini verdiği boğazı aşıp buraya açıldığında, suların sıcak olması sebebiyle buraya "Pasifik" adını vermiştir. 

Kuzeyde Bering Boğazı ile Kuzey Buz Denizine, güney-batı ve batıda Endonezya, Malezya, Avustralya Adaları ile Hint Okyanusuna, doğuda Panama Kanalı, Magellan ve Drake boğazları ile Atlas Okyanusuna bağlanan Büyük Okyanusun güneyinde Antarktika kıtası yer almaktadır. 

Jeolojik çağlardan Paleozoik çağda meydana geldiği birçok araştırmacı tarafından iddiâ edilen Büyük Okyanusta günümüzde bile deprem ve yanardağ patlaması hâdiseleri vukû bulmaktadır. Okyanus tabanı bazaltık kayalardan meydana gelmiş olup, böyle dış tabakalara "Sima" adı verilir. Büyük Okyanus "ateş kuşağını" meydana getiren pekçok yanardağ hâlen faaliyetlerini sürdürmektedir. 

Karalarla olan sınırları doğu ve batıda oldukça birbirine zıt bir görünüm arz eder. Güneyde Antarktika, doğuda Amerika kıtası ile olan sınırları girintisi ve çıkıntısı az olan bir yapıya sâhiptir. Bu durumu bozan tek yer Amerika kıtası ile olan sınırındaki Kaliforniya Körfezidir. Batı ile kuzey sınırları doğu ve güney sınırlarının aksine çok girintili-çıkıntılı bir yapıya sâhiptir. Girinti ve çıkıntılarının çok olması birçok kıyı denizinin teşekkül etmesine sebeb olmuştur. Bunlardan, kuzeydeki Bering Denizi, batıda Japon, Sarı, Doğu Çin, Güney Çin, Filipinler, Endonezya, Mercan ve Tasmanya denizleri en çok bilinenlerindendir. Büyük Okyanusun ada ve adacıklarının en yoğun olduğu bölge orta kesimlerdir. Bu adalar genellikle volkanik veya mercan adalarıdır. Bunun yanında okyanus dibindeki sıradağların su yüzeyine çıkması netîcesinde meydana gelmiş olan adalar da vardı. Hawaii, Galapagos, Yeni Kaledonya, Paskalya adaları bu tip adalardandır. 

Kıyı şekillerinde olduğu gibi dipleri de oldukça çeşitli görünümlere sâhip olan Büyük Okyanusun derinliği ortalama 4000 metre civârındadır. Dip kısımlarında yer yer bulunan sıradağlar sık sık sivri tepeler hâlinde yükselerek okyanus yüzeyine yaklaşırlar. Bâzan da derin çukurlar meydana gelmektedir. Aleut Çukuru (7822 m), Kuruli Çukuru (10.542 m) Japon Çukuru (10.230 m), Marianne Çukuru (11.022 m), Filipinler Çukuru ise Büyük Okyanustaki ölçülebilen en derin çukurdur ki, derinliği 11.521 metredir. 200 metrelik kıyı sahanlıkları doğu kıyılarına nazaran batı kıyılarında daha gelişmiştir. Dibi okyanus tortularıyla kaplı olan Büyük Okyanusta bu durum özellikle orta kısımlarda yoğundur. Genellikle bu tortular kırmızı kil şeklindedir. Kuzey kesimlerinde kalkerli tortular, kıyı denizlerinde ise kara tortuları bulunur. 

Büyük Okyanusta iki büyük akıntı mevcuttur. Biri kuzey, diğeri ise güney yarımkürede bulunan bu akıntılardan birincisi saat istikâmetinde, diğeri ise ters istikâmette meydana gelmektedir. Kuzeydeki akıntı 10° kuzey enleminde sıcak su akıntısı olarak doğu-batı istikâmetinde yol aldıktan sonra, doğuda Filipin Adalarından kuzeye doğru yönelerek Kuroşuvo akıntısı ismiyle 40° kuzey enlemine kadar akar. Tekrar doğuya dönerek Amerika kıyılarına varır. Burada güneye doğru dönerek Soğuk Kaliforniya Akıntısı ismiyle başladığı yere inerek devrini tamamlar. Ayrıca Bering Denizinden gelip bu büyük kuzey yarımküre akıntısına katılan soğuk su akıntısı da kuzey yarımküresindeki diğer önemli bir akıntıdır. Bu akıntı Oyaşivo Soğuksu Akıntısı olarak bilinir. 

Güney yarımküredeki akıntılar ise Güney Ekvator Akıntısı ismi ile doğudan batıya doğru ekvatora çok yakın olarak akar. Sonra doğuda Süleyman Adaları civârında pekçok yönde akıntılar hâlinde kollara ayrılsa da, bunlardan en önemli olanı Doğu Avustralya Akıntısı ismiyle güneye akandır. Bu akıntı Avustralya’nın güneydoğu ucundan doğuya dönerek akarken yaklaşık 40° güney enlemi civârında batıdan gelen Soğuk Antarktik Akıntısıyla birleşir. Amerika kıtasının batı sâhillerine yetişen bu akıntı, buradan tekrar kuzeye dönerken bir başka soğuk su akıntısı ile daha birleşir. Birleştiği bu soğuk su akıntısı Peru veya Humboldt Soğuk Su Akıntısı ismiyle bilinirler. Ekvator civârında tekrar batıya dönerken akıntı dönme dâiresini tamamlamış olur. Bu iki büyük akıntı arasında kalan tam ekvator üzerinde bulunan dar bir sahada batı-doğu istikâmetinde, diğer iki akıntıya ters bir yönde akan sıcak ekvator akıntısı da mevcuttur. 

Büyük Okyanusta tuzluluk oranı ve deniz suyu sıcaklıkları bölgelere göre değişir. Tuzluluk oranının en yüksek olduğu yerler tropik bölgelerdir. Buralarda binde otuz altıyı bulan tuzluluk oranı bu iki tropik bölgeler arasında yer alan ekvator bölgesinde düşüş gösterir. Kuzey bölgelerine doğru gittikçe yükselmeye başlarsa da Bering Denizinde binde otuz iki gibi bir değer alır. Buharlaşma, yağış ve akıntıların tesiriyle değişiklik arz eden tuzluluk oranı Büyük Okyanusta buraya dökülen büyük nehirler sebebiyle de (döküldükleri bölgede olsa da) değişiklik gösterir ve buralarda tuz oranı düşer. Böyle durumlara yol açan nehirlerden bâzıları; Amerika kıtasındaki Yukon, Columbia, Calarado ile Asya’daki Amur, Hoang, Ho ve Yongçe’dir. 

Su sıcaklığı ekvator bölgelerinde ortalama 26-27 °C iken, kutup bölgelerine doğru gidildikçe, çizilen izotermler enlemlere çakışacakmış gibi olurlar. Kutup bölgelerine doğru gidildikçe deniz suyu sıcaklıklarındaki düşüş, kuzey bölgelerinde güney bölgelerine nisbetle daha süratli olur. Bunun sebebi ise kuzeyde karaların çok olması ve sıcaklığa tesir etmesidir. Su sıcaklığına tesir eden bir diğer faktör ise akıntılardır. Soğuk su akıntılarının olduğu yerler sıcak su akıntılarının olduğu bölgelere nazaran aynı enlemlerde olmasına rağmen daha soğuktur. Derinlik bölgelerine göre de farklı sıcaklıklarda bulunan Büyük Okyanusta dip sularının sıcaklığı 1-15°C arasında değişmektedir.  

Yağış miktarının doğu bölgelerine nisbetle batıda daha çok olduğu okyanusta bu miktar güney-kuzey istikâmetinde artış gösterir. 

Büyük Okyanus suları canlıların yaşamalarına elverişlidir. Bol balık ve plankton çeşitleri, yosunlar, mercan ve madreporların bulunduğu okyanus sularında, mercan adaları ve setleri oldukça çoktur. Her bölgesinde balıkçılığın yapıldığı Büyük Okyanusun aşağı enlem bölgelerinde inci, mercan avcılığı önemlidir. Balıkçılığın her bölgede yapılmasının bir netîcesi olarak kıyılarda balık ürünleri sanâyii gelişmiştir. 

Yoğun bir deniz trafiğine sâhip olan Okyanus’un önemli limanları; Yokohama, Şanghay, Hong-Kong, Kanton, Manila, Singapur, Cakarta, Sidney, Holululu, Los Angeles, San Francisko, Panama, Vladivostok’tur. 

BÜYÜK SAHRA

Dünyânın en büyük çölü. Alize rüzgârlarının hâkim olduğu bu çöl, Kuzey Afrika’da batıdan doğuya, Atlas Okyanusu sâhillerinden Kızıl Deniz sâhillerine kadar uzanır. Güney-Batı ve Güney Asya’da farklı isimlerle (Arap Çölü, İran Çölü vb.) devâm eder. Doğu-batı yönündeki uzunluğu 4600 km, kuzey-güney uzunluğu ise 1600 km’den fazladır. Toplam yüzölçümü 8.6 milyon km2dir. Siyâsî bakımdan, Fas, Tunus, Cezâyir, Çad, Nijer, Moritanya, Sudan, Libya ve Mısır arasında paylaşılmıştır. 

Fizikî Yapı

Büyük Sahra’nın fizikî yapısı düzgün olup basittir. İlk çağlarda meydana gelen sert kayalardan teşekkül etmiştir. Yatay olarak uzanan bu tabaka, daha sonraları meydana gelmiş olan kumlu topraklarla örtülüdür. 

Büyük Sahra başlıca üç bölüme ayrılır: Bunlardan yüzeyde çıplak kayaların bulunduğu kısımlara "hamada"; kum ve köşeli çakıllarla kaplı kısımlara "serir"; yer yer kum tepelerinin meydana geldiği ince bir kum tabakası ile kaplanmış kısımlara da "erg" adı verilir. Ergler, Büyük Sahra’nın geniş bir kısmını teşkil ederler. Genel olarak alçak platolar şeklinde ise de Tibesti (3414 m), Air (1900 m), Akaggar (2918 m) gibi yüksek alanlar da mevcuttur. 

İklim

Büyük Sahra’nın iklimi tam bir kara iklimi özelliğini taşır. Sahra’nın bütününde günlük sıcaklık değişmeleri çok fazladır. Aşırı buharlaşma sebebiyle havada hemen hemen hiç nem bulunmaz. Rüzgârlar sürekli ve düzensiz eser. Pek ender rastlanan yağmurlar, şiddetli sağanaklar hâlindedir. Bu iklim şartlarının tabiî netîcesi olarak, Büyük Sahra’nın su durumu da kendine has bir özellik gösterir. Toprak üzerinde akarsulara rastlanmaz. Yeraltı sularına gelince, bunlar oldukça boldur. Bu akarsuların yeryüzüne çıktığı yere "vaha" denir. Vahalarda su olduğundan, bitki örtüsü ile tarıma elverişli topraklara rastlamak mümkündür. 

Eskiden ulaşım deve kervanları ile sağlanırdı. Bunlarla devekuşu tüyü, fildişi ve köleler deniz kıyısı şehirlere taşınırdı. Zamânımızda bu ticâret tamâmen ortadan kalkmış olup, yeraltı zenginlikleri önem kazanmıştır. Bunlardan manganez, bakır, demir, petrol ekonominin can damarıdır. Bunlardan manganez, Fas; demir-bakır, Cezâyir; petrol ise, bölgenin muhtelif yerlerinde çıkmaktadır. 

BÜYÜK SELÇUKLULAR

(Bkz. Selçuklular) 

BÜYÜK TAARRUZ

(Bkz. Başkumandanlık Meydan Muhârebesi)

BÜYÜK ve KÜÇÜK AYI

Alm. Grosser u.Kleiner Bâr (m), Fr. La Grandel et La Petite Ourse (f), İng. Big and little Dippers.Gökyüzünde değişmez şekiller meydana getiren yıldız gruplarından. Gökyüzüne bakıldığında bütün yıldızlar gök küresi üzerinde görünürler. Aslında bunlar yerden eşit uzaklıkta değildir. Bunların gök küresi üzerindeki izdüşümleri görülür. Bâzı yıldızlar birbirlerine göre durumlarını değiştirmeyip aynı şekilde bulunurlar. Böyle yıldız kümelerine "takım yıldız" denir. Takım yıldızlardan herbiri mevcut parlaklık durumlarına göre en parlağından başlayarak a, b, ³ harfleriyle gösterilirler. 

Kuzey yarım kürede devamlı görülebilen beştakım yıldız vardır. Bunlar Büyük Ayı, Küçük Ayı, Cassiope, Ejder, Cepheus takım yıldızlarıdır. Büyük Ayı takım yıldızı, Kutup Yıldızına yakın yedi yıldızdan meydana gelmiştir. Bulutsuz bir gecede kuzeye bakıldığında rahatlıkla görülür. Büyük Ayının b a doğrultusu a’dan îtibâren, b a’nın beş katı alınırsa, Küçük Ayı takım yıldızının en parlağı olan Kutup Yıldızı bulunur. Kutup Yıldızı yardımıyla da Küçük Ayı takım yıldızı bulunur. Dünyâ kendi ekseni etrâfında dönerken, bu takım yıldızları da Kutup Yıldızı etrâfında dönerler. 

BÜYÜK ELÇİ

Alm. Botschafter (m), Fr. Ambassadeur (m), İng. Ambassador. Diplomaside en yüksek rütbe. Bir büyük elçi, görevli bulunduğu yabancı devlette kendi devlet başkanını temsil eder. Emrinde bulunan büyükelçilik personeli ile iki ülke arasında çeşitli konularda işbirliği sağlar. Bir devlete büyükelçi tâyin edilmeden önce, kimliği, hayat hikâyesi o devlete bildirilir. Elçinin gideceği devlet bunu inceleyerek devlet başkanının onayına sunar. Bu şekilde gelişen işlemlere "agremen talebi" denir. Vazîfe yapması uygun görülen büyükelçi yeni görevi başına hareket eder. Vardığı devletteki yeni vazîfesine hemen başlamaz. Ancak gittiği yerin devlet başkanına güven mektubunu sunduktan sonra görevine başlar. 

Büyükelçinin seçimi bir devletin tamâmen kendi yetkisidir. Seçilen bu şahıs meslekten yetişmiş bir diplomat olabileceği gibi bir başkası da olabilir. Teklif edilen büyükelçiyi kabul etmemek bir devleti rencide edeceğinden genellikle bildirilen büyük elçiler kabul edilir. 

BÜYÜTEÇ

Alm. Lupe (f), Vergrösserungsglas (n), Fr. Loupe (f), İng. Magnifying glass. İnsan gözünün görmede zorluk çektiği cisimleri büyütmeye yarayan her iki yüzü de tümsek, yakınsak, ince kenarlı mercek. Büyütece pertavsız da denir. 

İnsan gözünün bir cisimdeki ayrıntıları fark edebilmesi, cismin görünüm açısına bağlıdır. Uzak cisimler küçük görülürler ve ayrıntılar fark edilmez. Onlar, görüş açısını büyüten teleskopla daha iyi görülür. Gözlenen cisim çok küçükse, cisim ne kadar yaklaştırılırsa yaklaştırılsın görüş açısı küçük kalır. Bu sebepten çıplak gözle net bir görüntü elde etmek mümkün olmaz. Cisim göze yaklaştırılarak görüş açısı büyütülmek istenirse de görüntü net teşekkül etmediğinden görme mümkün olmaz. Büyüteç yardımıyla cismin büyük bir görüntüsünü elde ederek, göz retinasına düşürüp net olarak görmek mümkün olur. Büyütecin büyütme gücü, cismin büyüteçle elde edilen görüntüsünün çıplak gözle görünümüne oranı olarak târif edilir. Bu târifte normal gözün minimum (asgari) görüş mesafesi 25 santimetredir. Büyütecin f odak uzaklığı metre cinsinden ise, gücü 1/f’dir ve birimi dyoptridir. Bu halde büyütecin gücü ile yakınsaması birbirine eşittir. Odak uzaklığı 20 cm olan bir büyütecin gücü 1/0,20= 5 dyoptridir. 

Büyüteç, güneş ışınlarını bir noktada toplama özelliğini gösterir. Bu nokta büyütecin odak noktasıdır. Bunun neticesinde büyük bir ısı yoğunlaşması olur. Büyütecin odak noktasına konulan kâğıt, kumaş ve kuru otlar, hattâ sigara yanar. Kırda, bahçede, kibritin olmadığı zamanlarda büyüteçten yararlanarak ateş yakılabilir. Siyah cisimlerin yanması, beyaz cisimlere göre çok daha kısa zamanda ve kolay olur. 

Saatçılar tâmir edecekleri saatin küçük parçalarını gözlerine kıstırdıkları göz pertavsızlarıyla büyüterek, daha rahat görme imkânı elde ederler. Kumaş incelemek için kullanılan iplik büyüteci 1 cm2de bulunan atkı ve çözgü adedini bulmaya yarar. 

Cepte taşınabilen deri muhafaza içinde büyüteçler olduğu gibi, saplı olanları, küçük yazıları büyüterek okumak için yazı üzerinde dâimâ sâbit yükseklikte bulunabilen tipleri de mevcuttur.

BY-PASS

Yeterli beslenemeyen kalp adalesine köprü damarlar ile sağlam damarlardan kan akıtma usûlü. Kolesterol ve yağlardan, lipoprotein bakımından zengin gıdâlarla beslenmek ve çok yemek; hareketsizlik, tembel hayat, stres, yüksek tansiyon, sigara içmek ve şeker hastalığı sebebiyle kalb atardamarlarının (koroner arterlerin) daralması veya tam tıkanması sonucu o damarın beslediği kalp adalesine yeterli kan akımı sağlanamaz. Bu da koroner yetmezliğine; eğer adale hiç beslenmezse enfarktüse yol açar. Yâni kalp adalesi o yörede yeterli beslenemez veya ölür. Kalp adalesini korumak için by- pass yapılır. 

By-pass, tıkalı bir damarın uç kısmına şu veya bu damarı kullanarak yeni kan akımını sağlamaktır. Bu yeni kan akımı, hastaların fazla çalıştığı zaman artan kan akımı ihtiyaçlarını bile karşılayabildiği için, ameliyattan sonra hastalar ağrı olmadan günlük hayatlarını geçirir, hattâ ekzersiz yapabilirler. Ancak by-pass, ölü kalp adalesini besleyemez, onun çevresinde hâlâ canlı ama beslenmesi sınırlı olan bölgeleri besler. 

By-pass yapılınca kalp yenilenmiş olmaz. Çünkü hasta bölge, yâni enfarktüslü bölge yerinde durmaktadır. O bölgede kalp kasılması ya azalmıştır, ya durmuştur veya ters çalışma göstermektedir. By-pass bu bozukluğu tamâmen düzeltemez. Bâzı hastalarda kısmen faydalı olabilir. Aynı zamanda damar sertliği, ilerleyici bir hastalıktır. By-pass bu hastalığın ilerlemesini önleyemez. Damar sertliğinin ilerleyici karakterini değiştirmek, ancak risk faktörlerini azaltmakla mümkün olur. (Bkz. Atardamar Sertliği)

By-passın hastalara sağladığı en önemli şey, kaliteli ve ağrısız hayattır. By-pass yapılmadan önce koroner anjiografi denilen, kalp damarlarının filminin çekilmesi ve tıkanan damarın ortaya koyulması, ayrıca sol karıncığın yeterlik durumunun tetkik edilmesi gerekir. (Bkz. Angiografi)