BURSALI KÂDIZÂDE RÛMÎ
(Bkz. Kâdızâde Rûmî)
Osmanlıların son devirlerinde yetişmiş araştırmacı ve yazarlardan. Sultan Abdülmecid Han devri ordu mensuplarından Üsküdarlı Seyyid Muhammed Tâhir Paşanın torunudur. Babası Rifat Beydir. 22 Kasım 1861 târihinde Bursa’nın Yerkapı Mahallesinde doğdu. İlk tahsilini evlerinin yanındaki kârgir mektepte yaptıktan sonra Mülkiye Rüştiyesine girdi. Rüştiyede talebeyken Haraççıoğlu Medresesi hocalarından Niğdeli Hoca Ali Efendiden dînî ve Arabî dersler okudu. Babası Rifat Bey 1877-78 Osmanlı-Rus Harbinde şehid oldu. Bu sırada Mülkiye Orta Mektebini birincilikle bitiren Mehmed Tâhir, Askerî Liseye kaydoldu. Askerî Liseyi başarıyla bitirdikten sonra Mekteb-i Harbiyeye (Kara Harb Okulu) girdi. Harbiye’de okurken tasavvufa karşı ilgi duyup Halvetî-Rufâî tarîkatı şeyhlerinden Kemâleddîn Efendiye bağlandı. 1881 senesinde Harbiyeyi bitirdikten sonra teğmen rütbesiyle Manastır Askerî Rüştiyesi coğrafya ve hendese (geometri) öğretmenliğine tâyin edildi. 1884’te üstteğmen, 1888’de yüzbaşılığa yükseldi. 1895 senesinde Üsküp Askerî Rüştiyesi Coğrafya öğretmenliğine naklolundu. 1896 senesinde Kolağası rütbesine terfi ettirilerek Manastır Askerî Rüştiyesi Müdürlüğüne getirildi. 1902 senesinde Selânik Askerî Rüştiyesi Müdürlüğüne nakledildi. 1903’te binbaşılık rütbesine yükseldi.
Selânik’te bulunduğu sırada, Sultan İkinci Abdülhamid Hanı tahttan indirmek ve dış düşmanlarla birlikte hareket ederek Osmanlı Devletini yıkmak için çalışan İttihat ve Terakki Cemiyetine girdi. Rumeli’deki subayların arasında gelişen Genç Osmanlılar hareketine katıldı. Vatan ve Hürriyet Cemiyetine de üye oldu. Asıl vazifesi dışındaki siyâsî hareketlere katıldığı için Selânik Askerî Rüştiyesi Müdürlüğünden alındı. Bir müddet sonra kendisini sevenlerin himâye ve arabuluculuğuyla Manisa Alaşehir Alayı Birinci Tabur Kumandanlığına naklolundu. Buradan da İzmir Fırka Divan-ı Harp Âzâlığına tâyin edildi ve tedkik memurluğu vazifesi yaptı. Kaymakam (Yarbay)rütbesindeyken ordudan emekli oldu.
İkinci Meşrutiyetin îlânından önce İttihatçıların hareketlerine faal bir şekilde katılan Mehmed Tâhir Bey, Meşrûtiyetin îlân edilmesinden sonra Bursa Mebusu (millet vekili) seçilerek Mebusan Meclisine girdi. Ancak yaptığı bir devre milletvekilliği sırasında, Sultan İkinci Abdülhamîd Hana karşı cephe alanların aldatılmış veya devlet düşmanı olduklarını görerek siyâsî hayattan çekildi. Türkçülük fikrini harâretle savunan kimseler arasında yer aldı. Türk Derneği, Türk Yurdu, Sırât-ı Müstakîm (Sonradan Sebîlür-Reşâd), İslâm Mecmuası gibi dergi ve gazetelerde yazı yazdı. Türk Derneğinin asil üyesi, Târih-i Osmânî Encümeninin de yardımcı üyesi olarak vazife yaptı. Umûmiyetle kitabiyat ve hal tercümeleriyle alâkalı makâleler ve eserler yazdı. Askerî ve siyâsî kişiliğinden ziyâde bu sahada yazdığı eserleriyle dikkati çeken Mehmed Tâhir Bey, 28 Ekim 1924’te İstanbul’da vefât etti. Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdâî Efendi Câmii yanındaki kabristana defnedildi.
Eserleri:
Bursalı Mehmed Tâhir Beyin basılmış ve basılmamış birçok eseri, bibliyoğrafya ve biyoğrafi sahasında önemli kaynaklardır.
Basılmış olan eserlerinden bâzıları şunlardır:
1) Osmanlı Müellifleri: Eserlerinin en mühimi olan bu kitap on iki senelik bir inceleme ve araştırma neticesinde meydana gelmiştir. İçerisinde 1600’ü aşkın âlim, şâir ve evliyâ zâtın hal tercümesi anlatılmıştır. Üç cilttir.
2) Türklerin Ulûm ve Fünûna Hizmetleri, 3) Terceme-i Hal ve Fezâil-i Şeyh-i Ekber Muhyiddîn Arabî, 4) Müverrihîn-i Osmâniyeden Âli ve Kâtib Çelebi’nin Terceme-i Halleri, 5) Aydın Vilâyetine Mensûb Meşâyıh, Ulemâ, Şuarâ, Müverrihîn ve Etibbânın Terâcim-i Ahvâli, 6) Müntehebât-ı Masârî’ ve Ebyât, 7) Delîlü’t-Tefâsir, 8) Kırım Müellifleri, 9) Meşâyıh-i Osmâniyeden Sekiz Zâtın Terâcim-i Ahvâli, 10) Ulemâ-i Osmâniyeden Altı Zâtın Terâcim-i Ahvâli, 11) Hacı Bayrâm-ı Velî, 12) Siyâsete Müteallik Âsâr-ı İslâmiyye.
Sivas ve Anadolu’ nun en ünlü târihî yapılarından biri. Medreseler Sokağında, Birinci Keykâvus Şifâhânesi ve Çifte Minâreli Medrese arasında inşâ edilmiştir. Hacı Mes’ûd Medresesi olarak da bilinir. Kapısının üzerindeki kitâbeden anlaşıldığı gibi Muzafferüddîn Burûcirdî tarafından 1271/1272 (H.670) yılında yaptırılmıştır. Bugün etrâfı temizlenmiş ve yapı bütün kimliğiyle ortaya çıkmıştır. Dışa taşkın taşkapı kitâbe kuşakları, geometrik geçmelerle bezenmiştir. Köşe kuleleri palmet demetleri biçimindedir. Dört eyvanlı, iki katlı bir yapıdır. Kubbeli girişin yanlarında yine kubbeyle örtülü mescid ve türbe vardır. Türbede, Medreseyi yaptıran Muzafferüddîn Burûcirdî gömülüdür. Türbe ve mescidin yanında da iki beşik tonozlu küçük oda bulunmaktadır. Revakların arkasında medrese odaları, ana eyvanın yanlarında da iki kubbeli oda vardır. Medrese 1965-1966’da tâmir edilmiş ve müze hâline getirilmiştir.
Alm. Nase (f), Fr. Nez (m), İng. Nose. Kıkırdak, yumuşak doku ve kemiklerden meydana gelmiş koklama ve nefes alma organı. Yüzün ön kısmında iki gözün arasında başlayıp, piramit şeklinde uzanır ve ağzın üzerinde iki burun deliği ile son bulur. Burun delikleri, birbirinden sapan kemiği ile ayrılır. Burnun dış kısmı deri kasları ve deri ile örtülüdür.
Burun; nefes alma ve koku alma görevinden başka, kulak zarının iç ve dış yüzeyleri arasında basınç dengesini, konuşulurken ses tonunu ayarlamada yardımcıdır. Burundan geçen hava, buradaki kıllar ve burun salgısı (sümük) tarafından süzülür. Yüz kemikleri ve kafa kemiklerindeki "sinüs" adı verilen kemik boşlukları da buruna açılır.
Burun içi yüzeyini döşeyen dokunun (mukozanın) allerji, tozlar, bakteri ve virüsler, tahriş edici maddeler tarafından iltihaplandırılması ile soluk almak zorlaşabilir. Burun orta bölmesinin bir tarafa çarpıklığı da nefes almada zorluk ortaya çıkarabilir. Burundaki bir iltihâbî hâdise, kızarıklık, şişlik ve ağrı ile kendini gösterir. Ayrıca iltihâbın hasar yapması veya kazâdan dolayı olan bir burun hasarı durumunda, plastik cerrâhi uzmanı tarafından tedâvi gerekir.
Burun iç yüzeyinden çıkan küçük tümör şeklindeki uzantılara "polip" adı verilmektedir. Bunlar normalde bulunmaması gereken dokular olup, bâzı hücrelerin anormal çoğalmalarından ortaya çıkarlar. Müzmin iltihaplarda ve astımda polip gelişmesi sıktır. Polipler burundan nefes almayı zorlaştırırlar. Bu durumda ufak bir müdâhale ile polip çıkarılır. Yerinden çıkarılan polip, yeniden büyüyecek olursa, yapılacak iş yeniden almaktır.
Burun iltihapları genellikle bir üst solunum yolu hastalığı ile berâber bulunur. Akıntı, şişme, ağrı ve kızarıklıkla kendini belli eder. Bu devrelerde burnu yumuşak bir mendille temizlemeli, yabancı maddelerle temasını önlemelidir. Burnu karıştırmak yeni mikropların gitmesine sebeb olacağı için tehlikelidir.
Burun kanaması: Burun, damar bakımından zengin olduğundan, kanaması sıktır. Hemofili ve diğer kan pıhtılaşma mekanizmasını bozan hastalıklar, aşırı tansiyon yüksekliği burun kanamasıyla kendini gösterebilir. Atardamarların çatlamasına sebeb olan ezilmeler ve tümörler de kanamaya yol açarlar.
Burun kanamasının tedâvisinde ilk yapılacak iş başı arkaya atıp burnun iki kanadını parmaklar arasında sıkmaktır. Burun kanaması bu yolla genellikle bir dakikada sona erer. Bu sırada ağızdan solumalı, 15 dakika kadar sonra burnu serbest bırakmalıdır. Kanama durduktan sonra uzanmalı ve bir müddet hareket etmemelidir. Buruna en az üç saat dokunmamalıdır.
Kişi yaşlıysa, kanama durmuyorsa, kanamadan dolayı kişinin yüzünde, solukluk ve halsizlik hâsıl olursa, kanama tekrarlıyorsa bir hekime mürâcaat etmelidir.
Damar sertliği olan veya diğer hipertansiyonlu kimselerde kendiliğinden veya sebeb teşkil etmeyecek kadar basit etkilerle ortaya çıkan burun kanamaları, hasta için muhtemel bir kafa içi damarı çatlaması ve kanamasına alternatif olduğu ve kan basıncının normal seviyelere düşmesine veya yaklaşmasına sebeb olduğu için sevindirici olmalı, ancak yine de aşırı olma eğiliminde ise hekime başvurmalıdır.
DEVLETİN ADI |
Burundi Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Bujumburu |
NÜFÛSU |
5.441.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
27.834 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Fransızca, Kırundı |
DÎNİ |
Hıristiyan |
PARA BİRİMİ |
Burundi Frangı |
Afrika’nın merkez doğusunda yer alan bağımsız bir cumhûriyet. Bağımsızlıktan önce Urindi diye tanınırdı. Güneyinde ve doğusunda Tanzanya ve Tonganyika Gölü, batısında Kongo, kuzeyinde Rwanda bulunmaktadır. Yüzölçümü 27.834 km2dir. Doğudan batıya genişliği 265 km, kuzeyden güneye ise 345 kilometredir.
Târihi
Burundi’nin ilk devirleri ile ilgili elde pek fazla bilgi yoktur. On dördüncü asra doğru bâzı Etoponyalılar, Burundi’ye gelerek yerleştiler ve şu anda halkın büyük çoğunluğunu teşkil eden Bahutililere hâkimiyet kurdular. Ancak bu hâkimiyet kısa sürdü. Bundan sonra Almanların 1885 târihinde burayı işgâl edinceye kadarki târihi ile ilgili bir mâlumat yoktur. Bu târihte Almanların idâresi altına girdi.
Birinci Dünyâ Savaşından sonra Cemiyet-i Akvâm’ın Birleşmiş Milletler gözetimi altında Belçikalıların idâresine verildi. İkinci Dünyâ Savaşından sonra Birleşmiş Milletlerin gözetimi altında yine Belçika’nın mandasında, ancak iç işlerinde serbest bir krallık oldu. 1959’da siyâsî partiler kuruldu. 18 Eylül 1961 yılında Birleşmiş Milletlerin gözetimi altında seçimler yapıldı. Millî Birlik ve İlerici Partisi 64 sandalyenin 54’ünü kazandı. Ancak bir aydan az bir zaman sonra Millî Birlik Partisinin lideri Prens Luis Rwagasone öldürüldü. Burundi’nin 1 Temmuz 1962’de bağımsızlığını kazanmasından sonra iktidardaki Millî Birlik Partisi muhâlefet partisinin ileri gelenlerinden bâzılarını suikast olayından sorumlu tutarak îdâm ettirdiler. Bu esnâda Kızıl Çin’in burada elçilik açmasıyla komünist faâliyetler de arttı. Bir taraftan muhâlefet liderlerinin öldürülmesi, diğer taraftan komünistlerin fâaliyetleri ülkeyi iç harbe sürükledi. Tutsi ve Hutsi adıyla bilinen iki grup arasında devâm eden iç savaşlar sonucu 1966’da ordu yönetime el koydu. Seçimler yapılarak bir cumhûriyet ilân edildi. Ancak karışıklıklar durmadı. Nihâyet 1 Kasım 1976’da ordu yönetime yeniden el koydu. Anayasa askıya alındı. 30 üyeli Askerî İhtilâl Konseyi kuruldu. 1977’de Jean-baptiste Bagaza’nın devlet başkanı seçilmesi üzerine konsey dağıldı. 1981’de yeni bir anayasa yürürlüğe konuldu.
1984’te yapılan seçimlere tek aday olarak katılan Baptiste Bagaza, devlet başkanlığına tekrar seçildi. 1987 Eylülünde devlet başkanlığına Pierre Buyoya getirildi.
Fizikî Yapı
Burundi, Nil ve Kongo nehirlerinin birleştiği yerde kurulmuştur. Sonsuz gibi görülen dağ silsileleri onu karakterize eder. Ülkenin pürüzlü topoğrafyası modern taşımacılığı ve yerleşim bölgelerini olumsuz yönde etkiler. Burundi arazisinin büyük bir bölümü 1500 metrenin üzerindedir. Sâdece Kuzizi Vâdisi ve Tonganyika Gölünün doğu sâhilleri dar alüvyonlu bir vâdide 900 metrenin üzerinde yer alırlar. Bu bölgenin doğusu ve arâzi birdenbire Kongo ve Nil sularının birleştiği kesitin kuzey doğusu boyunca 2100-2700 metre yükselir. Daha sonra Viktorya Gölüne doğru yükseklik düşer. Ancak hiçbir zaman 1000 metrenin altına inmez.
İklim ve Bitki Örtüsü
Ekvator’un yakınında yer alan Burundi’nin biri yağışlı biri de kurak olmak üzere iki tür mevsimi vardır. Yıllık yağışı 7900-14.900 mm arasında değişir. Uzun süren kuraklıklar mahsülün ziyânına sebeb olmaktadır. Sıcaklık Tonganyika Gölü kenarında ortalama 23 °C Kongo-Nil’in ayırma noktasında ortalama 17 °C’dir.
Burundi’nin başlıca bitki örtüsü savan otlaklarıdır. Ülkenin çoğu ormanlarla kaplıdır. Ancak yıllardır bu orman bozulmaktadır. Bu durum karşısında yeniden ormanların geliştirilmesi için programlar yapılmaktadır. Vahşi hayvanlardan filler, timsahlar, leoparlar vb. bulunur. Bâzı hayvanların nesli tükenmekte, ancak yeniden yetiştirilmeye çalışılmaktadır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Burundi, Afrika’nın nüfus yoğunluğu en kalabalık olan ülkelerinden biridir. Halkın çoğu kırsal bölgelerde ve şehir merkezinden uzak çiftliklerde yaşar. Bujumburu en büyük şehir olup başşehridir. Kırundu lisanını konuşurlar. Dil yönünden birlik arz etmesine rağmen halkın çoğu fizikî tip, kültür değerleri ve sosyal ekonomik bakımından farklılık arz ederler. Batwa bölgesi en eski yerleşim alanlarından biriydi. Şu anda ise nüfusun ancak % 1’ini ihtivâ etmektedir. Buhutu bölgesi ise nüfusun % 86’sını barındırır. Tutsi bölgesi ve Watutsi veya Batutsi olarak da bilinir ve nüfusun % 12’sini ihtiva eder. Afrikanın başlıca göç edilen merkezlerinden biridir. Yerli halkın yanında Rwanda’dan buraya göç edip yerleşen 80.000 Tutsili vardır. Büyük sayıda göçmen Kongo’dan gelerek Bujumburu’ya yerleşmiştir.
Misyonerlerin iddialarına göre halkın onda dokuzu Roma Katolik mezhebindendir. Ancak Hıristiyanlığı millî gelenekleri ile bağdaştırarak tek tanrılı bir inanca sâhiptirler. Okulların çoğu, Bujumburu Üniversitesi de dâhil Hıristiyanların kontrolü altındadır. Halkın % 40’ı ilk tahsil yapabilmekte, çok az kısmı ortaokula gidebilmektedir. İlkokullarda Fransızca ikinci dil olarak okutulmaktadır. Ortaokullar ise Fransızca eğitimi yapmaktadır.
Ekonomi
Burundi daha ziyâde bir tarım ülkesidir. Bütün arazinin % 41’i ekilebilir arâzidir. Çiftliklerin çoğu hubûbat ihtiyacını karşılayabilmektedir. Başlıca gıdâ maddeleri muz, baklagiller, darı, süpürge darısı, yerfıstığı , tatlı patates ve kabak türü bitkilerdir. Başlıca para getiren ürün kahvedir ve Arap kahvesinden farklıdır.
Yetiştirilen sığırlar tarımda kullanılır. Millî gelirin çok az bir kısmını teşkil eder. Burundi’nin başlıca ihraç ürünleri kahve, tütün, kalay, cevher, pamuk, pirekapan ve deridir. Başlıca ithâlâtı yakıt, araç, tekstil ürünleri, makina ve gıdâ ürünleridir. Ticâretini Belçika ve ABD ile yapar.
Mâdenler: Burundi’de kalay, az miktarda altın çıkarılır. Çıkarılan diğer mâdenler yerli tüketim ile sınırlıdır. Sanâyi merkezleri başşehir Bujumburu’da toplanmıştır. Dokumacılık ve mutfak eşyâ yıpımı ileridir. Petrol istihsali önemsizdir.
İslâm âlimlerinin meşhûrlarından ve tasavvuf büyüklerinden. İsmi, Muhammed bin Abdullah es-Senhâcî’dir. Künyesi Ebû Abdullah, lakabı Şerefüddîn’dir. Busayrî diye meşhûr olmuştur. Aslen Mağripli olup, dedeleri Mısır’da yerleşmişti. 1211 (H.607) veya 1213 senesinde Mısır’ın Busayr şehrinde doğdu. 1295 (H. 695) senesinde İskenderiyye’de vefât etti. Kabri İskenderiyye’de sâhile yakın, kendi adıyla anılan câminin içindedir.
Busayrî, Ebü’l-Abbâs-ı Mürsî hazretlerinin, o da, Ebü’l-Hasan-ı Şâzilî’nin talebesidir. Hadîs ilminde derin bir âlim olup, hattâtlıkta pek mâhir, bilhassa şiirde ifâdesi çok tatlı ve derin mânâlıydı. Dinleyenlere çok tesirli olurdu. Metânet ve mahâreti pek fazla olup, evliyâlık yolunda çok yüksek derecelerin sâhibiydi. Başta Resûlullah efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) olmak üzere Eshâb-ı kirâma ve evliyâ-i kirâma muhabbeti, sevgisi ve bağlılığı fazlaydı. Peygamber efendimize sevgisini, Mudâriye, Hemziyye ve Kasîde-i Bürde adıyla meşhûr kasîdeleriyle ifâde etmiştir.
İmâm-ı Busayrî, hayâtının sonlarında felç hastalığına yakalandı. Vücudunun yarısı hareketsiz kaldı. Bu hâldeyken, kâinâtın efendisi, insanların en üstünü hazret-i Muhammed’i öven meşhûr kasîdesini yazdı. Aynı kasîdeyi rüyâsında Resûlullah’a okudu. Kasîde, Peygamber efendimizin çok hoşuna gitti. Sırtından mübârek hırkasını (paltosunu) çıkarıp Busayrî’ye giydirdi. Vücudunun felçli olan yerlerini mübârek elleriyle sıvadı. Bu rüyâdan hemen sonra uyanan Busayrî, bedeninin sağlam olduğunu, hırka-i saâdetin de sırtında bulunduğunu gördü. Bunun için bu kasîdeye, hırka, palto anlamına gelen Kasîde-i Bürde denildi.
Bu kasîde pek meşhûr olup, bütün âlimlerin ve evliyânın iltifâtına kavuştu. Hastalara okununca iyi oldukları, okunan yerlerin dertlerden, belâlardan emîn oldukları görüldü. Faydalanmak için inanma ve hâlis niyetle okumak lâzımdır.
Eserleri:
1) Kasîde-i Bürdeadıyla bilinen El-Kevâkib-üd-Dürriyye fî Medh-i Hayr-il-Beriyye’dir. Hemziyye ile birlikte çeşitli dillerde doksandan fazla şerhleri vardır. Kasîde-i Bürde 10 kısımdam meydana gelir:
Birinci kısım: Resûlullah’a olan sevginin kıymetini bildirmektedir.
İkinci kısım: İnsanların nefsinin kötülüğünü anlatmaktadır.
Üçüncü kısım: Resûlullah’ı övmektedir.
Dördüncü kısım: Resûlullah’ın dünyâya gelişini anlatmaktadır.
Beşinci kısım: Resûlullah’ın duâlarının hemen kabul olduğunu bildirmektedir.
Altıncı kısım: Kur’ân-ı kerîm övülmektedir.
Yedinci kısım: Resûlullah’ın Mîracındaki incelikleri bildirmektedir.
Sekizinci kısım: Resûlullah’ın cihatlarını anlatmaktadır.
Dokuzuncu kısım: Allahü teâlâdan af, mağfiret ve Resûlullah’tan şefâat istemektedir.
Onuncu kısım: Resûlullah’ın derecesinin yüksekliği bildirilmektedir.
2) El-Kasîdet-ül-Hemziyye fî Medh-in-Nebeviyye, 3) Dîvân-ül-Busayrî, 4) Zuhr-ül-Me’âd fî Vezni Bânet Sü’âd, 5) El-Muhrec vel-Merdûd alen-Nasârâ vel-Yehûd, 6) El-Kasîdet-ül-Mudâriyye fis-Salâti alâ Hayr-il-Beriyye.
ABD başkanı. 12 Haziran 1924’te Massachussets eyâletinde Milton’da doğdu. 1948’de Yale Üniversitesinden mezun oldu. Tekxas’ta Petrol şirketlerinde çalıştı. 1960’ta siyâsete atıldı. 1974-1975’te Pekin’de elçilik yaptı. 1975-1976 yıllarında CİA başkanlığına getirildi. Reagan’ın başkanlığı sırasında sekiz sene (1981-89) yardımcılığında bulundu. 20 Ocak 1989’da Ronald Reagan’dan sonra ABD Başkanlık görevine başladı.
Bush, Sovyetler Birliği devlet başkanı Mihail Gorbaçov’un ve Varşova Paktı üyesi olan Polonya, Romanya, Litvanya, Letonya, Macaristan ve Bulgaristan’daki reform hareketlerini destekledi. Temmuz 1989’da Polonya’da Varşova ve Gdansk’ı, Macaristan’da Budapeşte’yi ziyâret etti.
Haziran ayında Çin’deki demokrasi hareketi kanlı bir şekilde bastırıldığında önemsiz tepki gösterdi.
Aralık 1989’da Panama’ya ABD birliklerini göndererek Panama lideri Noriegaya karşı fiilî askerî müdâhalede bulundu.
2-3 Aralık 1989 Malta açıklarındaki bir gemide Gorbaçov ile yaptığı zirve toplantısından sonra SSCB’de önemli gelişmeler oldu. Ufak sapmalarla birlikte selefi Reagan’ın politikasını tâkib eden Bush, zaman zaman senato ve temsilciler meclisi ile ters tüştü. 1990 Ağustosunda patlak veren Basra Körfezi Krizi bahânesiyle Suudi Arabistan’a 250.000 asker gönderdi. Arap ve Avrupa Topluluğu ülkelerinin Körfez Krizinden etkilenen ülkelere yaptıkları yardımların büyük kısmını alarak ABD bütçe açığını kapatmaya çalıştı. Ortadoğu’da dâimâ İsrâil yanlısı politika tâkib etmekte en büyük yardımı da bu ülkeye yapmaktadır. 1990 Eylülünde Helsinki’de Gorbaçov’la tekrar görüştü. 1990 Kasımında yapılan ara seçimlerde partisi yenilgiye uğradı. 1991 Temmuzunda Türkiye’yi resmen ziyâret etti. Kasım 1992’de yapılan başkanlık seçimlerini kaybetti. Böylece başkanlık görevi 1993 Ocak ayında son buldu.
Aşırı bir Türk ve İslâm düşmanı olan Bush, bu bakımdan, kendisine kadar gelen ABD başkanlarının en ileri gidenidir.
BUY OTU (Trigonella foenum-graecum)
Alm. Wärmflasche (f), Fr. Fenugrec (m), İng. Fenugreek.Familyası: Baklagiller (Leguminnosae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Trakya, Marmara, Orta, Güney ve Güneydoğu Anadolu.
Nisan-haziran aylarında, sarımsı-beyaz renkli çiçekler açan 20-40 cm yüksekliğinde, bir senelik, otsu bir bitki. Çemen, hulbe otu olarak da bilinmektedir.
Gövdeleri dik, silindir biçiminde, içi boş ve oldukça dallıdır. yaprakları saplı ve 3 yaprakçıklıdır. Çiçekler teker teker veya 2 tânesi bir arada olmak üzere bir yaprağın koltuğundan çıkar. Meyveleri düz veya az çok kıvrılmış olup, fasulye meyvesine benzer. İçinde esmer-sarı veya kırmızımsı 6-20 tohum taşır.
Kullanıldığı yerler: Kullanılan kısımları tohumlarıdır. Olgun meyveler toplanır, güneşte kurutulduktan sonra, sopa ile dövülerek tohumlar meyvelerden dışarı çıkarılır. Tohumlarında müsilaj, uçucu yağ ve sâbit yağ, alkaloit, kolin, rutin gibi maddeler vardır. Eski devirlerde Asya memleketlerinde şehvet arttırıcı ve harplerde cesâret verici olarak çok kullanılırdı. Bugün taşıdığı müsilajdan dolayı, yumuşatıcı ve balgam söktürücü olarak kullanılmaktadır. Kuvvet verici ve iştah açıcı olarak, raşitizm, diabet, tüberküloz ve kansızlıklarda da kullanılmaktadır. Hadîs-i şerîfte; "Ümmetim hulbenin (buy otunun) faydasını bilse, ağırlığı kadar altın verip satın alırdı." buyruldu.
Unu, pastırmanın üzerini örten ve "çemen" ismi verilen karışımı (Bu karışım sarımsak, kırmızı biber ve buy otu tohumu unundan ibârettir.) hazırlamak ve sanâyide kumaşlara apre vermek için kullanılır.
Osmanlı Devletinde sadrâzam, vezir ve beylerbeyi gibi yüksek rütbeli idârecilerin yazılı karar ve emirleri. Buyrultu, genelge biçiminde olup kime yazıldığı belirtilmemişse buna "açık buyrultu" adı verilir.
Buyrultu, fermanın basit bir örneği biçiminde düzenlenir ve ilgili makamlara gönderilirdi. Vezir ve beylerbeyiler de sâhib oldukları selâhiyetle yazdıkları buyrultulara pâdişahlar gibi tuğra çekerlerdi. Ancak pâdişahlar nâmına yazılan fermanlarla, emsâli kağıtlarda tuğra, kağıdın tam ortasına çekildiği hâlde, memurların yazdıkları buyrultulardaki tuğralar, kağıdın sağ üst köşesine çekilirdi. Ayrıca tuğranın yanına gönderen kimsenin imzâsı yerine bir de mühür basılırdı.
Fermanlarda bağlama ibâresi olarak "fermanım olmağla"; buyrultularda ise "ba’desselâm inha olunur ki" şeklinde yazılırdı. Buyrultuların sonu ise "deyu" diye biterdi. Sadrâzamın buyrultusuna "buyrultu-i sâmi" denilirdi.
Alm. Eis (n), Fr. Glace (f), İng. Ice. Suyun katı hâli. Katı haldeki su tabiatta kar, dolu ve buzul şeklinde bulunur. Renksiz ve kristal hâldedir. Altıgen şeklindeki kristalleri, kar tânelerinde ve pencere camlarında donmuş hâlde çok güzel görünür.
Su, 0°C’de donduğunda hacmi takriben % 11 genleşir ve içinde bulunduğu kabı zorlar. Donan su borularının çatlaması bundandır. Donma, suyun yoğunluğunu azaltır, bu yüzden buzdağları suda yüzerler. Bütün cisimler, ısınınca hacimce genişler, soğuyunca küçülür. Fakat su, bu kâidenin dışındadır. Su iyice soğuyup donduğu zaman hacmi genişler. Yoğunluğu azalır. Bunun için buz, su üstünde yüzer. Eğer diğer maddeler gibi, hacmi küçülseydi yoğunluğu da artacağından, donan buz denizin dibine çökecekti. Böylece deniz dipleri buz yığını hâlini alacaktı ve deniz diplerinde hiç bir canlı yaşayamayacaktı. Bu hâl, bütün âlemi yaratan Allahü teâlânın kudret ve merhametinin açık işâretlerinden bir tânesidir.
Karayollarında donmanın önüne geçilmesinde ve buzun bol miktarda ticârî maksatlarla üretilmesinde, sudaki katkıların donma noktasını düşürmesi özelliğinden faydalanılır. Saf olmayan suyun donma noktasının düşük olmasından istifâde edilir. Meselâ deniz suyu -2, -7°C’de donar. Bu sebepten donması istenmeyen yollara tuz serpilerek donma derecesi düşürülür.
(Bkz. Hokey)
(Bkz. Aysberg)
Alm. Kühlschrank (m), Fr. Glaciere (f), İng. Refrigerator, icebox.Özel bir metodla çalışan, yiyecek ve içecekleri soğuk tutarak uzun zaman muhâfaza eden dolap. Sun’î soğuk üreticisi. Besinleri soğukta tutmanın, bunların bozulmalarını yavaşlattığı asırlardır bilinir. Soğutma tertibâtlı kamyonlar, vagonlar, gemiler, uçaklar, besinleri uzak mesâfelere tâze olarak ulaştırabilmektedir. Besin işleme fabrikalarında dev soğutucular kullanılmaktadır.
Soğutma ile, buz üretilmekte, havanın elverişli olmadığı yer ve zamanlarda sun’î kar bile yapılabilmektedir. Kısaca, soğutucular hayâtımızın bir parçası olmuştur. Kışın dağlarda, çukurlarda kar biriktirmek, sonra bunu evlerde soğutucu olarak kullanmak devri, modern soğutucular veya bugünkü adıyla buzdolapları ile kapanmıştır.
Temel prensipleri: Soğutma, ısının bir yerden başka bir yere aktarılması demektir. Soğuk, ısının kaybedilmesidir. Cisimden ne kadar çok ısı çekilirse, alınırsa, cisim o kadar soğuk olur. Isı sıcaktan soğuğa kendiliğinden akarken, tersine akış kendi kendine olmaz. Soğutma yapabilmek, akışı tersine döndürmek için enerji lâzımdır. Soğutmanın en basit yolu, kendisi bir enerji deposu olan bir kalıp buz kullanmaktır. Su, buz hâline getirilirken, enerji kullanılmış ve bu enerji buzda saklı kalmıştır. Buz, etraftaki ısıyı kendine alıp erirken su hâline gelir.
Isıyı çekmenin başka bir yolu buharlaşmayı sağlamaktır. Sıcak bir günde insanı serinleten, vücuttaki terin buharlaşmasıdır. Ter buharlaşırken etraftan ve vücuttan ısı alarak insanı serinletir. Bu işlem soğutucuların, buzdolaplarının temel çalışma prensibidir.
Soğutucu nasıl çalışır? Soğutucuda buharlaşan su değil, sıvı hâlden gaz hâle ve gaz hâlden sıvı hâle dönüşebilen özel kimyevî bir maddedir. Buna soğutucu denir. Bu madde, soğutucu içinde üç ünite arasında dolaştırılır. Buharlaştırıcı (evaporatör), kompresör ve yoğunlaştırıcı (kondenser). Kompresör, soğutucuyu sistem içinde dolaştıran bir pompadır. Elektrik (veya ısı) enerjisini kullanan da budur. İnce bir borudan ibâret olan buharlaştırıcıya gelen soğutucu sıvı, burada birden genişler, buharlaşır ve ısı alarak buharlaştırıcıyı soğutur. Bu kısım dolap içinde olduğundan dolap soğutulmuş olur. Isıyı almış olan soğutucu gaz, daha sonra kompresöre giderek sıkıştırılır ve kondenserde yoğunlaştırılır. Kondenser dolabın dışındadır ve yoğunlaşma ile ortaya çıkan ısı dış havaya atılmış olur. Isısı atılmış gaz daha sonra tekrar buharlaştırıcıya giderek yeniden soğutmada kullanılır.
Absorbsiyonlu soğutma: Bâzı buzdolaplarında hareket eden bir kısım yoktur. Buharlaşma ve yoğunlaşma işlemlerinde ısı (ekseriyâ bir gaz alevi) kullanılır. Absorbsiyonlu soğutucular elektriğin olmadığı veya pahalı olduğu uzak köşelerde kullanılır.
Termoelektrik soğutma: Bu sistemler, farklı metallerin, gerilim tatbikiyle birleşme noktalarında soğutma meydana getirmeleri prensibine dayanır. Laboratuvar seviyesinden ticârî sahaya geçmesini engelleyen faktörler, yeterli soğutma kapasitesine ulaşılamaması ve oldukça pahalı olmasıdır. İleride bu engeller aşıldığında kullanma sahası yaygınlaşabilir.
Alm. Eisbrecher, Fr. Dégivreur, İng. Ice-breaker. Bir kanalı veya bir limanı tıkayan buzları kırmak ve seyire elverişli bir geçit sağlamak için özel olarak inşâ edilen ve donatılan gemilere verilen ad. Çok sağlam bir gemi olan buzkıran "kaşık" adı verilen çok güçlü baş bodoslamasıyla buz üstüne çıkar ve buzu ağırlığıyla parçalar.
İlk buzkıranlar 19. yüzyılın sonlarına doğru Finlandiya ve Rusya’da yapıldı. O zamanın en önemli buzkıranı Rus amirali Makarov’un planlarına göre 1898’de inşâ edilen "Ermak" adlı buzkırandır. Bu geminin deplasmanı (taşırdığı suyun hacmi) 7900 ton, uzunluğu 97 m ve makinaları 9500 beygir gücündeydi. Nükleer enerjiyle çalışan ve daha sonra inşâ edilen "Lenin" adlı Sovyet buzkıranı ise 44.500 beygir gücündeydi. Bir başka Sovyet buzkıranı ise 75.000 beygir gücündeki "Arktika"ydı. Bu nükleer gemi Barents Denizinden yola çıkarak 7 günlük bir seyirden sonra 17 Ağustos 1977’de Kuzey Kutbuna vardı. Gemi bu seferi yapmak için 4 metreye varan buz tabakalarını aşmak zorunda kalmıştı.
Buzkıranlar özellikle Avrupa’nın kuzeyinde kullanılır. Bu gemiler her yıl yaz boyunca Atlas Okyanusu ve Büyük Okyanus arasında durup gemilerin kolayca seyretmesini sağlar. Ayrıca Amerika’nın kuzey kıyılarında ve Hudson Körfezinde de buzkıranlardan faydalanılır. İç su yollarında kullanılan buzkıranlar ise umûmiyetle motorsuzdur. Kıyıdan yedekte çekilir veya bir iticiyle itilirler.
Alm. Gletscher (m.pl.), Fr. Glaciers (m. pl.), İng. Glaciers. Kutup bölgesinde ve yüksek dağ başlarında birikip dört mevsim erimeyen, dağ yamaçlarından yavaş yavaş aşağıya inen, yer değiştiren büyük kar ve buz kümeleri. Buzullar dünyâmızda 15 milyon km2lik yer kaplar ki, bu, karaların % 10’una karşılıktır.
Dünyânın bâzı bölgelerinde buz stoklarının bulunması meteoroloji olayları bakımından çok önemlidir. Geçmiş çağlarda buzullar dünyânın çok daha geniş bölümlerini kaplıyordu. Kiss buzulları çağında % 32’si, Wurm buzulları çağında % 20’si buzullarla kaplı olduğu ilim adamlarınca ileri sürülmektedir.
Su 0°C’de altıgen şeklinde kristaller yaparak donar. Büyüteçle kara bakıldığında altıgen şeklinde görülür. Yalnız kar ile buz aynı değildir. Aralarındaki fark, karın kütlesine su girebilir, buzun ise giremez. Bu tek tek kristallerin üst üste gelmesinden meydana gelir. Kristallerin büyüklüğü farklıdır.
Buz, elektriği çok az iletir. Sebebi bünyesindeki H atomlarının normal yerlerinde bulunmaması ve böylece kristallerin elektrik dengesinin bozuk olmasıdır.
Buz yüksek havalarda birikir. Sonra kütlesinin etkisiyle vâdiye doğru yavaşça akmaya başlar. Fakat buzullar dağları örtecek kadar derinse engebeler gözden silinir. Yüzlerce kilometre üzerinde buzullar kendi örtü ve tepeciklerini meydana getirir. Buzul büyüdükçe yüksekliği artmakta, yükseklere daha fazla kar düştüğünden ve daha geç eridiğinden buzul daha yükselmektedir. Böyle olunca buzların en kalın ve ısının en düşük olduğu yerlerde derinlik fazlalaşmaktadır.
Kutuplardaki düz yaylalarda buzlar hemen hemen hiç yer değiştirmez. Çok az olan hareketi tâkip etmek mümkün değildir. Alp tipi buzullar hakkında ise bilgi fazladır. Bunların doğduğu bir buz yatağı ve buzulun aktığı bir havza vardır.
Basınç altında kalan buz daha düşük ısılarda erir. Fakat hemen sonra çevrenin ısısı eriyen buzu tekrar dondurur. Buzul üzerinde etkili basınç ve ısı sene boyunca buzulun izlediği yön üzerinde devamlı değişme gösterdiğinden, kristallerin büyüklüğü de buna uyarak değişir. Buzul kristallerinin büyüklüğü mevsimlere ve buzulun bölgelerine göre farklıdır. Ayrıca buzulun kaynağından ucuna doğru gidildikçe kristaller çok büyür. Bunlardan istifâde edilerek buzulların yaşları tahmin edilebilir.
Dünyânın Büyük Buzulları
Buzulun Adı |
Yeri (km2) |
Yüzölçümü (km) |
Uzunluğu |
Denizden Yüksekliği (m) |
Vannajohull |
İzlanda |
8500 |
142 |
60 |
Malaspinu |
Alaska |
3840 |
42 |
0 |
Yenizemiya |
Rusya |
3000 |
415 |
0 |
Nabesna |
Alaska |
2000 |
70 |
970 |
Moldrow |
Alaska |
1900 |
58 |
290 |
Fedsenka |
Pamir |
1350 |
72 |
2.904 |
Muir |
Alaska |
1200 |
41 |
0 |
Romanya’nın başşehri. Romanya Ovasının ortasında, Tuna Irmağının bir kolu olan Dimbovita’nın kıyısında kurulmuştur. Nüfusu 2 milyon civarındadır.
Çok eski yerleşim yeri olduğunu gösteren arkeolojik kalıntılar olmakla berâber Bükreş (Bucureşh) adına ilk defa 1459’dan kalma yazılı belgelerde rastlanmıştır. 1448-1476 arasında üç dönem tahta çıkan III. Vlad Tepeş (Kazıklı Voyvoda), Eflak Devletini ve özellikle o dönemde başkent olan Tirgovişte’yi Osmanlılara karşı korumak için Bükreş Kalesini yaptırdı. Ardından birçok başka yer de tahkim edilmişti. Bilhassa eline geçirdiği Müslümanları kazığa vurarak azap içinde öldürmesi sebebiyle Türkler Vlad Tepeş’e Kazıklı Voyvoda derlerdi. Fâtih Sultan Mehmed Vlad’ın bu katliamları üzerine 1462’de Eflak üzerine büyük bir sefer düzenledi. Bir ay süren hareket neticesinde Eflak, Osmanlıların mümtaz bir eyâleti hâline geldi. Böylece Osmanlı idâresine giren Bükreş, hızla gelişerek Eflak’ın başlıca ekonomi merkezi oldu. 1659’da başkent yapıldı. Kürkçüler sokağı ve Eyerciler sokağı gibi bâzı sokak isimleri şehirde loncaların kurulduğunu göstermektedir. 18. yüzyıldan başlayarak Bükreş’e mahallî prensler yerine İstanbul’daki Fenerli Rumlardan seçilen yöneticiler yollandı. 1821’de Tudor Vladimirescu önderliğinde başlayan ayaklanma sonucunda, Fener yönetimine son verildi. 1859’daki ayaklanmadan sonra da Eflak ve Boğdan birleşti ve 1862’de de Bükreş Romanya’nın başkenti îlân edildi. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Romanya tamâmen ayrıldı.
4 Mart 1977’de Bükreş’te meydana gelen depremde yaklaşık 1400 kişi ölmüş ve 7600 kişi de yaralanmıştı. Çok sayıda bina da yıkılmış veya hasar görmüştü.
Bükreş’teki en önemli yüksek öğretim kurumları Gheorge Gheorghui-Dej Politeknik Enstitüsü ve Bükreş Üniversitesidir. Ayrıca, çok sayıda araştırma merkezi ile bilim ve sanat dallarında öğrenim veren yüksek okullar vardır.
Îmâlat sanâyisi olarak, başta makina âletleri ve tarım makinaları, elektrik ve otomotiv donanımı, otobüs ve troleybüs yapımı sayılabilir.
1806-1812 Osmanlı-Rus Harbinin sonunda, 28 Mayıs 1812’de imzâlanan antlaşma. 16 madde üzerine akdedilen muâhedenin önemli hükümleri şöyledir.
Mühim bir Türk azınlığının yaşadığı Besarabya’ nın tamâmı Rusya’ya bırakılıyordu. Akkerman, Kili, İsmail gibi kaleler Ruslara geçiyor; Kalas, İbrail, İsakçı, Tulça, Türklerde kalıyordu. Ruslar işgâl ettikleri Romanya’yı (Memleketeyn, yâni Eflak ve Boğdan prenslikleri) ve Kafkas topraklarını Türkiye’ye geri veriyorlardı.
Bu muâhedenin en mühim maddesi, Belgrad ile güney arâzisinden ibâret, küçük bir Sırbistan Prensliğinin teşekkülüdür. İç işlerinde bağımsız olan bu devlette Türk askeri bulunacak ve Sırbistan Prensini Bâb-ı Âlî tâyin edecekti. Buna rağmen bağımsız bir Sırbistan’ın temelleri atılmış oluyordu. Bu prenslik 1878’e kadar adım adım imparatorluktan ayrıldı ve bu târihte Sırbistan adı aldında tamâmen bağımsız oldu.
BÜLBÜL (Luscinia megarhynchos)
Alm. Nachtigal (f), Fr. Rossignol (m), İng. Nightingale. Familyası: Karatavukgiller (Turdidae). Yaşadığı yerler: Eski ve yeni dünyâ kıtalarında, Akdeniz ülkelerinin orman ve bahçelerinde bol rastlanır. Özellikleri: Ortalama 16 cm boyunda, serçe iriliğinde ötücü ve göçücü bir kuş. Böcek, tırtıl ve yumuşak tâneli meyvelerle beslenir. Çeşitleri: Bülbül, ardıç, nar (kızılgerdan), Amerika nar, mâvi gerdan, çalı, Arap, İran bülbülleri en meşhurlarıdır.
Ötüşü dillere destan olan, yapraklarını döken ağaç ve parklarda yaşayan bir kuş. Kışı geçirmek için Eylülde Orta Afrika’ya göç eder. Baharın gelişiyle nisan ayında yurdumuza döner. Gündüz gizlenir, gece göç eder. Bülbül ortalama 16 cm boyunda, sırtı kahverengimsi, karnı boz renkli, kuyruğu kestâne rengindedir. Böcek, tırtıl ve üzümsü tânelerle beslenir. Bülbül genellikle gece öter. Bâzan gündüz de öttükleri olur. Dişilerden daha iyi öten erkek bülbülün sesinde 24 çeşit nâme bulunduğu tesbit edilmiştir. İlkbahar mevsiminin eşsiz ötücüsü, şakımaya hazırlanırken, önce sesini tecrübe ediyor ve dinliyenin dikkatini çekmek istiyormuş gibi ufak bir giriş yapar. Sonra coşkunluğa gelerek boğazındaki kuvvet ve kudret nâmelerine büsbütün ferahlık vererek şakımaya başlar. Bülbülün feryâdı âşıkların feryâdı kadar tesirli olduğundan, ötüşü insanı şevke getirir. İnlemeleri kulağa aslâ bıkkınlık vermez. İnsan dinledikçe dinleyeceği gelir. Her ötüşüne başka bir üslûb ve edâ verir. Dinleyenin gönlünde sevgiye hâs duygular ortaya çıkar. Bülbül öterken kanatlarını çırpar.
Toprağa yakın çalılık yerlerde iyi gizlenmiş yuvasına 5-6 tâne mâvi benekli yumurta bırakır. 13-14 gün kuluçkaya yatar. Bu sürede erkek dişisini ötüşleriyle eğlendirir. Erkek bülbül, dişisine yardım için öğle vakitleri birkaç saat kulaçkaya yatar. Yavrular 12-14 gün içinde gelişerek yuvayı terk eder. Genç bülbülleri kafeste beslemek mümkündür. Kafes bülbülü, karınca, krizalit, un böcekleri ve piyasada bulunan bülbül yemleriyle beslenebilir.
Bülbülün İslâm milletlerinin edebiyatlarında önemli bir yeri vardır. Bülbül Eski Türk Edebiyatında âşığı temsil etmiştir. Sevgilisi ise güldür. Bu aşkın gül solunca sona erdiği söylendiğinden, mecâzî aşkın sembolü olmuştur. İlâhî aşkın sembolü ise pervane ve mum olmuştur. Ayrıca gül ve bülbül üzerine eserler de yazılmıştır. Fazlî’nin (ölm. 1564) ve Bahaî’nin Gül ü Bülbül adlı eserleri bunlardan birkaçıdır.
Türk siyâset ve devlet adamı. 1925’te İstanbul’da doğdu. Robert Kolejini 1944’te bitirdikten sonra, Ankara Üniversitesi Dil ve Târih-Coğrafya Fakültesinin İngiliz Edebiyâtı bölümüne girdi, ancak okulu yarıda bıraktı. Basın ve Yayın Genel Müdürlüğünde çalışmaya başladı. Daha sonra Londra Basın Ateşeliğinde görev aldı. 1950 senesinde yurda döndükten sonra Ulus ve Halkçı gazetelerinde çalıştı. Bu arada Rockfeller bursuyla Harward Üniversitesinde araştırma yapmak üzere, bir yıllığına Amerika’ya gitti. 1957 seçimlerinde CHP’den Ankara milletvekili seçildi. 1959 senesinden îtibâren CHP Parti Meclisinde görev aldı. 1960 İhtilâlinden sonra, 1961’de Kurucu Meclise girdi. Kasım 1961’den 1965 senesi başlarına kadar Çalışma Bakanı olarak görev yaptı. 1966’da CHP Genel Sekreteri oldu. 12 Mart 1971 muhtırasından sonra sekreterlikten ayrıldı. 14 Mayıs 1972’de İsmet İnönü’nün yerine CHP Genel Başkanı seçildi. 1973 seçimlerinden sonra, 26 Ocak 1973’te Başbakanlığa atandı. 17 Kasım 1974’te koalisyon bozulunca, Başbakanlıktan istifâ etti. Başbakanlığı sırasında, Kıbrıs Barış Harekâtı yapıldı. 21 Haziran 1977’de Başbakanlığa tekrar atandı ise de, güven oyu alamadı. 5 Ocak 1978’de tekrar Başbakanlığa getirilen Bülent Ecevit, bu göreve 12 Kasım 1979’a kadar devâm etti.
12 Eylül 1980’de Silâhlı Kuvvetler, Türkiye Cumhûriyetini koruma ve kollama gerekçesiyle iktidâra el koydu. Bundan sonra siyâsî parti faaliyetleri yasaklandı ve CHP kapatıldı. 1982 Anayasasına göre Bülent Ecevit’in on sene müddetle siyâsetle uğraşması yasaklandı. 1987’de yasağı kalktı ve DSP’nin Genel Başkanı seçildi.
Bülent Ecevit, 20 Ekim 1991 milletvekili erken genel seçimlerine Zonguldak milletvekili adayı olarak katıldı ve seçildi. Genel Başkanı olduğu DSP, ülke genelinde kullanılan seçmen oylarının % 10.75’ini alarak TBMM’ye 7 milletvekiliyle girmeyi başardı. DSP’nin Genel Başkanı olarak siyâsete devam etmektedir.
Bâzı siyâsî ve edebî eserleri olan Bülent Ecevit’in şiirleri de yayınlanmıştır. Evli olup İngilizce bilmektedir.