BULAŞICI HASTALIKLAR

Alm. Ansteckende Krankheiten (f.pl.), Fr. Maladies contagieuses (f.pl), İng. Contagious diseases. Hastalık yapıcı herhangi bir yolla insana geçme özelliğindeki mikropların veya parazitlerin vücuda girmesiyle ortaya çıkan hastalıklar. Hastalığı yapan organizmalar, virüsler, bakteriler, riketsialar, mantarlar olabilir. Bütün bulaşıcı hastalıklar bir veya birkaç yolla insana geçebilme özelliğindedir. İnsandan insana, hayvandan insana olduğu gibi, topraktan insana da bulaşma husûle gelebilir. Bulaşma şekillerinden başlıcaları şunlardır: 1. Aksırırken, öksürürken, konuşurken ağızdan çıkan damlacıkların başkası tarafından teneffüs edilmesiyle (verem, boğmaca ve çeşitli solunum yolu hastalıkları);  2. Direk deri temâsı ve cinsî temâsla; 3. Hastanın kullandığı çamaşır, yatak eşyâsı ve yiyecek eşyâları gibi malzemeler vâsıtasıyla; 4. Hayvanların insandan insana veya hayvanlardan insana hastalık taşımasıyla (Bunun en canlı örneği anofel cinsi sivrisineklerin taşıdığı sıtmadır. Yine aynı şekilde güvercinler "psittakoz" hastalığını taşırlar.); 5. Hastalandırıcı mikroplarla kirlenmiş yiyecekler ve içeceklerin alınmasıyla (Suyla bulaşan hastalıkların başlıcaları tifo, dizanteri, kolera, paratifo olarak sayılabilir.Yiyeceklerle de besin zehirlenmeleri ve gastroenteritler meydana gelebilir.); 6.Hastalıklı bir anneden hâmilelik sırasında veya doğum esnâsında bebeğe hastalık bulaşmasiyle (Frengi, kızamıkçık, gonore konjonktiviti, yâni belsoğukluğu mikrobunun yaptığı göz iltihâbı bu yolla bulaşabilir.).

Kuluçka devresi: Hastalık yapıcı organizma, vücuda girdiği zaman üremeye başlar. Üreyerek hastalık belirtilerini ortaya çıkaracak sayıya gelmesi belli zaman alır. Mikrobun vücuda girdikten hastalık belirtilerinin ortaya çıkmasına kadar geçen zamana "kuluçka devresi" denir. Kuluçka devresi, mikrobun cinsine göre çok değişiklik gösterir. Kolerada kuluçka dönemi bir kaç saat sürdüğü halde, karaciğer iltihâbının (hepatitis) bir şeklinde 5-6 ay sürebilir. Kuduz vak’alarında, bir hattâ iki seneyi geçer. Kuluçka süreleri olabilir (özellikle beyne çok uzak noktalardaki ısırıklarda). Epra (cüzzam)da ise kuluçka süresi 2-20 yıl gibi seneleri bulabilir. Bir kişi mikrop tarafından hastalandırılınca vücutta o mikroba karşı antikorlar (savunma maddeleri) yapılmaya başlanır. Bu antikorlar, hastalık geçtikten sonra da vücutta mevcut olup, aynı mikrobun ikinci bir saldırısında karşı koyarlar. Bir mikrobu vücut tanıyıp ona karşı antikor yapmışsa, o mikrobun daha sonraki girişlerinde ya hiç hastalık olmaz veya hastalık hafif seyreder. Buna bağışık olma durumu denir.

Sun’î olarak meydana getirilen bağışıklıkta, kişiye zayıflatılmış, ölü mikroplar veya mikrop maddeleri verilir. Bunlara karşı hastalık belirtileri hâsıl olmaksızın antikor teşekkül eder. Böylece kişinin hastalığa karşı korunması sağlanır. Birçok hastalığa karşı kullanılan aşılar böyledir. Aşılar her bulaşıcı hastalıkta tesirli olmayıp, ancak belli sayıda hastalıkta tesirlidir.

Hastalığa yakalanma açısından daha şanssız olanlar (daha çok yakalananlar) şunlardır: 1. Bulaşıcı hastalıkların salgın olduğu yerlere gidenler, 2. Üç aylıktan daha küçük bebekler, 3. Âilesinde bulaşıcı hastalık taşıyan kişi bulunanlar, 4. Yaşlı ve yatalak olanlar, 5.Kanser gibi bağışıklık sistemini felce uğratan bir hastalığı olanlar, 6. Bağışıklığı bastırıcı ilaçları kullananlar.

Bulaşıcı hastalıklarda bâzı belirtiler vardır ki, hemen hemen bütün hastalarda bulunur. Bunlar; ateş, halsizlik, iştahsızlık, başağrısı, genel vücut ağrıları olarak sayılabilir. Bâzı hastalıklarda döküntüler olabilir (kızıl, kızamık, çiçekte olduğu gibi). Hazım sistemini tutan hastalıklarda ise umûmiyetle ishal vardır.

Her doğan çocuğa, zamânı geldiğinde aşı yaptırmalıdır. Vücûdu devamlı kuvvetli tutmalı, yeme-içmeye çok dikkat etmelidir. Düzenli bir hayat sürmeli; sefâletten, içki ve gece hayâtından mutlakâ kaçınmalıdır. Bulaşıcı hastalık salgını olan yerlere mecbûren gitmek gerekiyorsa, alınacak tedbirler ve yapılacak aşılar konusunda bir hekime danışmalıdır. Temizlenmemiş kirli yiyecekler yememeli, vücut temizliğine gereken dikkati göstermelidir. Ortaçağ Avrupa’sı salgınlarla çalkalanırken, İslâm ülkelerinde bulaşıcı hastalıklara daha seyrek rastlanması, dînimizin temizliğe verdiği önem sebebiyledir.

Bulaşıcı hastalıkların tedâvisi çok çeşitli olup, hastalık yapıcı mikrobun cinsine göre değişir. Penisilin ve benzeri antibiyotikler bakterilere karşı tesirlidir. Sıtma gibi protozoon (tek hücreli canlı) cinsi mikroplarla meydana gelen hastalıklar da, çeşitli kimyevî maddelerden müteşekkil ilaçlarla iyileştirilir. Virüs hastalıkları ise antibiyotiklerden etkilenmezler.

Belli başlı bulaşıcı hastalıklar: Belsoğukluğu, Bruselloz, Çiçek, Difteri, Dizanteri (amipli veya basilli), Grip, Hepatit, Kızamık, Kolera, Menenjit, Psittakoz, Sıtma, Suçiçeği, Tetanos, Tularemi, Tüberküloz, Uyku hastalığı, Zatürre,Tifo,Tifüs.

BULAŞIK MAKİNASI

Alm. Geschirrspülmaschine, Fr. Machine a Faire la vaisselle, İng. Dish-washer. Mutfakta veya yemekte kullanılmış kap kacağı yıkamak için yapılmış bir makina. Lokanta ve yemekhaneler için yapılan ilk bulaşık makinaları, kirli bulaşıkları hareketli bir kayış veya döner bir sepet üzerinde sıcak su fıskiyelerinin altından geçirme usûlüne göre çalışıyordu. Modern bulaşık makinalarında bu işlem tam tersi uygulanır. Yâni kirli kaplar hareketsiz bir sepete dizilip, alttan ve üstten döner fıskiyelerle su fışkırtılır. Makinanın dış yüzü ile içi arasındaki boşluk ses ve ısıya karşı izolasyonu sağlayan bir madde ile doldurulur Ön yüzdeki kapak, yukarıdan aşağıya doğru açılarak raylar üzerinde duran sepetlerin dışarıya çekilmesini sağlar. Makina çalışırken kapı açıldığında bütün devreleri kesen bir mikroşalter vardır.  Bulaşık makinaları için gerekli su, musluktan bir hortumla alınır. Kirli su, bir hortum ve pompayla dışarı atılır. Kullanılan suyun miktarı, makinanın büyüklüğüne ve seçilen yıkama programına göre 13 litre ile 110 litre arasında değişir. Evlerde kullanılan makinalar 60-70 dereceye kadar ısıttıkları su ile yıkama yaparlar. Isıtıcının gücü 1800 ile 2750 watt arasında değişir. Ayrıca ısıtıcının çalışmasını denetleyen bir termostat vardır.  Bulaşık makinasında fıskıye kollarına su basan ve kirli suyu boşaltan iki pompa bulunur. Bâzı makinalarda pompalar ayrı motorlar tarafından çalıştırılır.  Makinaların üzerinde yıkanacak bulaşığın türüne göre düğmeler ve anahtar vardır. Yıkama ve durulama suyu döner kollarla hem alttan hem üstten fışkırtılır. Deterjan ve parlatıcı madde, konuldukları bölmelerden otomatik olarak alınır. Makinanın bir bölümüne suyun sertliğini gidermek için tuz konur. Kapısında bulunan bir zamanlama düğmesi, seçilen programı otomatik olarak yönetir. Program anahtarı dışarıya çekildiğinde makina çalışır, ileri itince durur. Otomatik bulaşık makinaları ilk defa 1940’ta ABD’de üretilmiştir.  Bulaşık makinaları kullanılırken, tıka basa doldurulmamalıdır. Zira çok doldurulmuş makinada temizlik tam olmaz. İki veya üç yıkamadan sonra makinanın filtresi temizlenmelidir. Uzun süre kullanılmayacak olan makina, iyice kurulandıktan sonra kapağı biraz aralık bırakılmalıdır. Motora zarar vermemek için çalışırken kapağı açılmamalıdır.

BULDOZER

Alm. Bulldozer (m), Fr. Bulldozer (m), İng. Bulldozer. Toprak tesviyesinde kullanılan paletli bir iş makinası. Dozer olarak da bilinir. Ön tarafından düşey doğrultuda aşağı yukarı hareket edebilen güçlü bir uzun kepçe vardır. Buldozer bu kepçenin alt tarafındaki kesici bıçakla toprağı parçalar ve kazıyarak kaldırır. Kaldırılan toprağı kepçesi vâsıtasıyla ileri doğru iterek sürükleyebilir. Kepçe hareket hâlinde yukarı konumda dururken toprak yüzeyini kazımak için bir miktar aşağıya indirilir. Kepçenin hareketi daha önceleri çelik kablolar vâsıtasıyla sağlanırdı. Bugün ise yaygın olarak hidrolikle tahrik edilmektedir.  Kepçenin, buldozerin hareket yönüne olan konumuna göre dik ve eğik tipleri vardır. Yan dozer denilen, eğik tipte, kepçeye sâhip buldozerlerde kazıyıp sürüklenen toprak kepçenin eğik tarafından yana atılarak toprağın ön tarafta yığılması önlenir. Günümüzde kullanılan gelişmiş tiplerde bıçağın buldozerin hareket yönüne göre konumu istenildiği gibi değiştirilip ayarlanabilmektedir. Ağırlıkları 4-40 t arasında değişen buldozerler, güçlü bir (50-700BG) dizel motorla donandığından yüksek bir itme ve çekme gücüne sâhiptir.  Yol yapımı veya tarla açma gibi çeşitli toprak tesviye işlemlerinde kullanılır. Silindir ve benzeri diğer iş makinalarının çekilmesi gâyesiyle de kullanılabilir. Engebeli arâzilerin düzeltilmesi için çok elverişlidir. Toprak üzerindeki engebeleri, kazıyıp kaldırılan toprağı sürükleyip yayarak ve çukur yerleri doldurarak toprak yüzünün kabaca düzeltilmesini sağlar. Buldozerlerle toprağın sürüklenerek taşınması ancak 20-30 m gibi yakın mesâfelerde iktisâdî olarak yapılabilir.

Günümüzde yol yapımında buldozerlerin daha gelişmiş bir tipi olan grayderler, geniş olarak kullanılmaktadır. Bunlar lastik tekerlekli büyük boy araçlar olup, paletli grayderlerin saatte 10 km hızlarına karşılık, bu araçlar saatte 50 kilometreye varan hızlara çıkabilirler. Bu dev tekerlekli yüksek araçların kepçeleri alt taraflarında bulunur. Saatte 50 tona kadar malzemeyi kaldırarak taşıyıp dağıtabilirler.

BULGARİSTAN

DEVLETİN ADI

Bulgaristan Demokratik Halk Cumhuriyeti

BAŞŞEHRİ

Sofya

NÜFÛSU

8.987.000

YÜZÖLÇÜMÜ

110.994 km2

RESMÎ DİLİ

Bulgarca

DÎNİ

Hıristiyanlık

PARA BİRİMİ

Leva

Ülkemizin kuzey batı komşusu olup, kuzeyden Romanya, batıdan Yugoslavya ve güneyden Yunanistan ile sınırlandırılan ülke. Kuzeyde Tuna ve doğuda Karadeniz tabiî sınırlarını teşkil eder. Ekonomi ve ideolojik bakımdan Sovyetler Birliği’ne bağlıyken, 1989’da Rusya’da başlayan yeniden yapılanma ve batıya açılma politikası, Bulgaristan’da da hızla yayıldı ve komünizm eski hâkimiyetini büyük ölçüde kaybetti.

Târihi

Bugünkü Bulgaristan topraklarına, M.Ö. 30’larda Traklar denilen bir kavim, bir süre sonra da Romalılar hâkim olmuştur. Altıncı yüzyılda İslavlar her tarafı yakıp yıkarak hâkimiyeti ele geçirmişlerdir. M.S. 680 yıllarında Karadeniz’in kuzeyinden Bulgar Türklerinin gelmesi ile Bulgar târihi başlamıştır. On-Oğuz grubundan olduğu bilinen bu Türklerin aynı zamanda Yukarı Tuna kıyıları ile birlikte Volga ve Kama vâdilerini de idâresi altına alarak Büyük Bulgaristan adıyla 14. yüzyıla kadar varlığını devâm ettirmiştir. Bu arada 11. yüzyıla kadar devâm eden Birinci Bulgar Krallığı yıkılarak Peçenek, Guz ve Kumanlar (Kıpçak)vâsıtasıyla İkinci Bulgar Krallığı kurulmuş, 1241 senesinde Moğol istilâsına uğramıştı.

Mîlâdî 1331-1371 yıllarında Kral İvan Aleksandr zamânında Sırpların Balkanlarda üstünlük kurmasıyle zayıflamış, Osmanlı Hükümdârı Birinci Murad Han zamânında (1326-1389) Bulgaristan toprakları zaptedilmiştir. İvan Aleksandr’dan sonra Vidin ve Dobruca beylikleri ile Tırnova Krallığı Osmanlılara karşı çıkması üzerine 1393’te Tırnova, 1396’da Niğbolu Zaferlerinden sonra, Vidin ve 1400’de Dobruca zaptolunarak Bulgar Krallığı tamâmen ortadan kaldırılmıştır.

On altıncı yüzyılda Bulgaristan üzerinde Sırplar ve Macarlar üstünlük kurmak istemişlerse de güneyden gelen Osmanlı Devleti Bulgaristan’a hâkim olarak düzenli bir idâre getirdi. Bulgaristan’ı 500 yıl Osmanlılar idâre etti. Bu dönemde idâre, Sofya’da oturan Rumeli Beylerbeyi tarafından sağlanıyordu. Osmanlı İmparatorluk merkezine yakın olması ve sefer yolu üzerinde bulunması sebebiyle ticâreti oldukça gelişme gösterdi. Bulgar tüccarlara geniş imtiyazlar tanındı. Osmanlılar, diğer tebaalarında olduğu gibi Bulgarlara da dînî yönden baskı siyaseti gütmediler. Bulgarlar genellikle reâyâ adını taşıyan, vergiye tâbi çiftçi sınıfları hâlinde kaldılar. Âdil idâre ve imtiyazlı tüccar sınıfının bulunması ve benzeri müsbet Osmanlı siyâsetine rağmen, 17. yüzyıl ortalarında Bulgaristan’da haydut denilen çeteler türeyerek isyân etmeye başladılar ve her fırsatta düşman ordularıyla Osmanlılara karşı birleşmekten geri kalmadılar. Devâm eden bu isyânlar karşısında Osmanlı hükûmeti "Çorbacı Nizamnâmesi" gibi bâzı kânûnî tedbirler alarak, Bulgaristan’da âsâyişi korumaya çalıştı. Tuna vilâyetinin başına bu maksatlarla getirilen ve geniş yetkilere sâhip bulunan Midhat Paşa, Bulgaristan’a birçok hizmetler götürdü. Hattâ Midhat Paşa, Hıristiyanlara yaranmak için ayyıldızlı Türk bayrağına bir de haç ilâve etti. Bulgar ihtilâl merkez komitesinin 20 Nisan 1875’te Koprivştitsa ve Panagyuviste’de başlattıkları büyük isyân da bastırıldı. 1876 yılı Aralık ayında İstanbul’da toplanan büyük devletler, Bulgaristan’da iki muhtar bölge teşkilini teklif ettiler. Rusya bunu kabul etmedi. Midhat Paşa ısrarla Rusya’ya savaş açmamız için direndi. Netîcede Rusya’ya savaş açıldı (20 Nisan 1877). Bulgarlar Rus ordusuna katıldıkları gibi, Türklere karşı tedhiş hareketlerine de giriştiler.

Osmanlı-Rus harbinin sonunda Ayastefanos Antlaşması imzâlandı (3 Mart 1878). Muhtar bir Bulgaristan idâresi kurulması kabul edilmişse de diğer büyük devletlerin baskısı ile Balkanlar ile Tuna arasında küçük bir Bulgar Prensliğinin kurulması şeklinde değiştirildi. Diğer bölgeler Romanya ve Sırbistan devletlerine bırakıldı. Bir süre sonra Rusya’nın mevcut Bulgar Prensliğinin idârî ve içişlerine doğrudan karışması, Osmanlı hükûmeti ile Avusturya ve İngiltere hükûmetleri, Prensliği Rusya’nın tahakkümüne bırakmak istememelerinden bu hususta büyük devletlerin nüfuz mücâdeleleri başladı. Bir süre sonra Bulgaristan Prensliğinde Prens Aleksandr idâreyi ele alarak Bulgaristan birliğinin sağlanmasını temin etti ve tamâmen Rusya’ya yaklaştı. Daha sonraki gelen idârecilerde iç ve dış ilişkilerin düzene sokulması gibi gelişmelerden sonra, 1904’te Türkiye aleyhine Sırbistan’la bir antlaşma imzâladı. 1908 İkinci Meşrûtiyetin îlânından sonra, 3 Ekim 1908’de tam bağımsızlığını îlân etti.

8 Eylül 1944 ihtilâlinden sonra Bulgaristan Komünist rejimi kabul ederek Varşova Paktına girdi. Rusya’da olan batıya açılma hareketleri, Bulgaristan’da büyük hızla yayıldı. Bir süre sonra, 35 senedir başta bulunan Cumhurbaşkanı Jivkov 10 Kasım 1989’da istifâ etmek mecbûriyetinde kaldı. 29 Aralık 1989’da ülkede bulunan Türklere yeniden kendi adlarını kullanma ve serbestçe ibâdet etme hürriyeti tanındı.  10-17 Haziran 1990’da iki kademeli ve 1932’den bu yana ilk defâ yapılan çok partili seçimde 1943-1990 arasında Bulgaristan’ı idâre eden Komünist Partisi (yeni ismi Bulgaristan Sosyalist Partisi)iktidâr oldu. Türkiye-Bulgaristan arasında siyâsî münâsebetler müsbet yönde gelişmektedir.

Fizikî Yapı

Bulgaristan, doğudan batıya uzanan Balkan Dağları ve Rodopların ayırdığı dört bölgeden meydana gelir. Bunlardan birincisi Tuna Nehri ile sıra dağları arasındaki ovalardır. Tuna Nehri kıyıları ülkenin en münbit yeridir. Burada buğday, mısır, ayçiçeği, şekerpancarı ve tütün üretilir.

İkinci bölge, ülkeyi baştan başa kesen Balkan Sıradağlarıdır. Her ne kadar bâzı bölgeleri oldukça yüksekse de, geçilmek için gerçek bir engel teşkil etmezler. En önemli geçidi Şıpka Geçididir. Dağlar orman ve ot yetişmesi bakımından zengindir. Buralarda kömür yanında bakır, kurşun ve çinkoya da rastlanır. Bu bölgede târihî Gabrovo, Kotel ve Tryavna şehirleri vardır.Sıradağlar arasında Bulgaristan’ın gül endüstrisinin merkezi olan ova mevcuttur.

Üçüncü bölge de güneyde bulunan Trakya Ovasıdır.Meriç Nehri bu ovada akar. Bu bölge esas olarak meyve, sebze ve bağlarıyle meşhurdur. Ayrıca buğday, mısır, tütün ve pirinç yetiştirilir. Plovdiv ve Pazarcık en önemli şehirlerindendir.

Dördüncü bölge, Rila ve Pirin ve esas olarak Rodopları içine alır. Bu bölgede yalnız Bulgaristan’ın değil, Balkanların en yüksek tepesi bulunur. Kurşun, çinko, krom, manganez ve altın gibi mâdenler bakımından bölge zengindir. En yüksek tepe, daha sonra Stalin olarak bilinen Musula 2925 metredir. Başşehir Sofya, Vitoşa isimli bir büyük dağın eteğindedir. Bu şehir yeri îcâbı Meriç Vâdisine ve Tuna Ovalarına kolayca ulaşabilmesi yönünden merkezîdir. Tuna ve Meriç nehirleri ekonomik yönden bölgedeki ülkeler arasında en önemli bağlantıyı teşkil ederler. Tuna özellikle sulama ve balıkçılık yönünden gelişmiştir. Bulgaristan’ın üçte birini havza olarak alan Meriç Nehri, komşu ovaların sulamasında önemli rol oynar. Karadeniz kıyıları ve ülke içindeki kaplıcalarıyla turistleri çeker.

İklimi

Ilıman bir kara iklimi mevcuttur. Yıllık ortalama sıcaklık 13°C, ocak ortalaması 0°C, temmuz 22°C’dir. Kuzey kısımları güneye nazaran daha soğuktur. Senelik yağmur ancak 640 milimetreyi bulur. Yaz aylarında yeterli olmayan bu durum, toprak kullanımında çok geniş bir sulama sisteminin gelişimini gerekli kılmıştır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Bulgarlar aslen Orta Asya’dan gelen Avar Türklerindendir. M.S. 7. yüzyılda Tuna Nehrini geçerek Islav kabîlelerini yendiler ve onları güneye sürdüler. Ancak, zamanla onların kültürlerini, dillerini benimsediklerinden kendi kültürlerini, dillerini unuttular ve Islavlaştılar.

Bulgaristan’da halk diğer Balkan milletlerinden daha homojendir. Halkın % 88’i Bulgar, % 8,6’sı Türk, geri kalanları da Çingene, Romen, Yunanlı ve Yahûdîler teşkil eder. Buradaki Türkler Dobruca ve Rodop’ta, Varna gibi şehirlerde yaşamaktadır. İdârî baskı ve Birinci-İkinci Balkan harplerinde Bulgarların katliam ve soygunları netîcesi Türkler ülkenin en fakir sınıfı durumuna düşmüşlerdir. Yapılan büyük baskılar sonunda zaman zaman Türkler anayurda sığınmaya mecbur bırakılmaktadır. 1989 yılında 400.000’den fazla yurttaş Türkiye’ye göç etmiştir. Resmî dil Bulgarca olmakla berâber, halkın çoğu Türkçe, Rusça dillerini de bilmektedir. Kullanılan Islav alfabesine 1945’te yapılan reform ile üç Rus harfi de ilâve edilmiştir. Hıristiyan nüfusun % 90’ı Ortodokstur. Halkın % 61’i şehirlerde yaşar. Şehirdeki binâlar komünist ülkelerin ortak mîmârî tarzıyla yapılmaktadır. Sovyetlerle ilişkilerden sonra halk an’anevî geleneklerini terk etmiştir. Başlıca şehirleri Sofya, Filibe, Varna, Rusçuk’tur.

Eğitim: Okuma ve yazma oranı diğer Balkan ülkelerine nisbeten daha yüksektir. 7 ilâ 15 yaşları arası eğitim mecbûridir. Sofya’da ve Plovdir’de üniversiteler vardır.

İdâre: Bulgaristan 8 Eylül 1944 ihtilâlinden sonra komünist bir idâreyle yönetilmekteydi. Bulgaristanla Türkiye arasındaki ilişkiler 1983 yılından îtibâren bozulmaya başladı. Aynı yıllarda, Todor Jivkov yönetimi ülkede bulunan Türklerin isimlerini asimile etme, sindirme çalarına girişti. Türklerin isimleri değiştirildi. Çocukların sünnet edilmeleri yasaklandı. Câmiler kapatıldı. İnsanların ibâdet ve kendi dillerini (Türkçeyi) çocuklarına öğretilmesine engel olundu. Bu hareketlere karşı çıkanlar BELENE gibi toplama kamplarına ve hapishânelere konuldu. Hattâ Türklerin malları ellerinden alınıp, trenlere doldurularak Türkiye’ye gönderilmeye başlandılar. Bu dönemlerde Türk-Bulgar münâsebetleri en gergin duruma geldi.

Bulgaristan’daki komünist rejim, Sovyetler Birliği’yle paralel olarak gelişti.  Brejnev döneminde Sovyetler Birliği’nce izlenen sıkı politikayı Todor Jivkov da aynı şiddetle Bulgaristan’da uyguladı. Fakat Sovyetler Birliği’nde başgösteren glasnost rüzgarları, her Doğu Bloku ülkesini olduğu gibi, Bulgaristan’ı da etkiledi. Todor Jivkov yönetimi, ısrarla ve inatla reformlardan kaçındı. Fakat Türklere yapmış olduğu zulümlerden dolayı dünyâ kamuoyundan tepkiler alması, tabandan gelen baskılara da dayanamaması Jivkov’u istifâ etmek zorunda bıraktı. Bundan sonra Bulgaristan’ın yönetimini eline alanlar Jivkov’un politikasını yumuşattılar. Türklerin ellerinden alınan bütün hakları geri verildi. Bu sebeple Bulgaristan ile Türkiye arasındaki ilişkiler tekrar düzelmeye başladı. Bugün karşılıklı komşuluk münâsebetleri gâyet iyi bir şekilde seyretmektedir (Aralık 1992). 1989’da Rusya’da olan gevşeme politikası Bulgaristan’da da görüldü. Komünist rejimi bırakarak, demokratik düzene dönme hareketleri başladı. 1990 Haziranında ilk serbest genel seçim yapıldı. Komünistler seçimi kazandı. Yirmi Türk parlamentoya girdi. Yasama Meclisi 5 yıllığına seçilen üyelerden meydana gelir. Bulgaristan idârî bakımdan 27 vilâyete bölünmüştür.

Ekonomi

Birinci ve İkinci Dünyâ savaşlarına girip yenik düşmesi, düşman işgâli, ekonomiyi çok etkilemişti. Bu bakımdan sanâyi tamâmen felce uğramıştı. Komünist idâre geçtikten sonra bütün sanâyi, zirâat ve ticâretle ilgili hususlar devletleştirildi. Mecbûrî çalışma, iş yerinden ayrılmama, verilenle yetinme gibi tedbirler getirilerek, sanâyinin ilerlemesine çalışıldı. Sanâyi eskisine nisbetle oldukça ileri durumdadır.

Başlıca üç bölgede mâden çıkarılır. Stara Planina bölgesinde çinko, kurşun; Burgaz-Varna bölgesinde ise pik demir üretilir. Ancak bu çıkarılan mâdenler genellikle iç tüketim için kullanılır. Karadeniz sâhilindeki Balçık bölgesinde, Varna’nın kuzeyinde ülke ihtiyâcını karşılayacak kadar petrol çıkarılır. Diğer önemli mâdenler uranyum, pirit ve linyittir. Yılda 35 milyar Kw/s elektrik enerjisi elde edilmektedir. Motörlü araçlar, küçük gemiler, vagonlar ve elektrik araçları yapılmaktadır. Ancak iç tüketimi karşılamadığı için, ithal yoluyla açığı kapatmaktadır. Kimyâ sanâyii çok gelişmiş olup, azot, boya, plastik, eczâcılık ürünleri ve antibiyotik îmâl edilir. Ülkede sanâyi kuruluşları daha ziyâde Sofya, Varna ve Filibe’de bulunur.

Ticâret: Bulgaristan ticâretini daha ziyâde Doğu bloku ile yapmaktadır. Bu ülkeden gelip geçen Tırlardan ve Avrupa’da çalışıp izne gelen Türklerden büyük bir gelir sağlamaktadır.Kimyevî maddeler, elektrik ve elektrik ürünleri ihraç etmektedir. İthal ettiği malzemeler ise, makina, ulaştırma ve tarım için lâzım olan malzemelerdir.

Tarım: Bulgaristan oldukça yüksek oranda (% 43) tarım alanına sâhiptir. İlk zamanları küçük çiftçilerin elinde olan toprak, İkinci Dünyâ Savaşından sonra başlayan Sovyet modeli kollektifleşme, 1957’de tamamlanmıştır. Daha sonra ortalama 4000 dönüm civârında arâzisi olan büyük çiftlikler teşkil edilmiştir. Bütün bunlara rağmen, 1963-1964 yılları arasında yiyecek sıkıntısı, bir zirâat ülkesi olan Bulgaristan’da had safhaya erişmiştir. En önemli ürünü buğdaydır. Onu da bilhassa hayvan yemi olarak kullanılan mısır tâkib eder. Diğer önemli ürünleri, arpa, çavdar, nohut ve pirinçtir. Sanâyide kullanılan bitki üretimini artırmak için büyük çaba harcanmaktadır. Yağ elde etmek için yetiştirilen ay çiçeği önemli bir alanı kaplamaktadır. Şekerpancarı üretimi iç tüketimi karşıladığı gibi ihraç da edilmektedir. Üretilen pamuk tekstil sanâyisi için elverişlidir. Tütün yüksek kalitede olup ihrâcat için yetiştirilir. Üretilen gül yağı parfüm sanâyiinde önemlidir. Ormanlar ülkenin % 30’unu kaplar ve kerestecilikte kullanılır. Ormanlarda geniş yapraklı ağaçlar, meşe, kayın, yaban elması gibi ağaçlar bulunur.

Bahçe ürünleri, sebze, meyve, domates, haşhaş, yetiştirilir ve Orta Avrupa ülkelerine satılır. Bağcılık, konservecilik ileri gitmiştir.Hayvancılık gelişmemiştir. Vahşi hayvanlardan ayı, kurt, yabânî kediler, tilkiler, sincap ve diğer kemirici hayvanlar bulunur.

Ulaşım: Ulaştırma çok gelişmiştir. Osmanlılar devrinde yapılan demiryolları ve modern karayolları ile komşu ülkelerine bağlıdır. Karayollarının uzunluğu 32.000 kilometreden, demiryollarıın uzunluğu da 6000 kilometreden fazladır. Varna ve Burgaz limanları işlektir. Tuna Nehri üzerinde taşımacılık yapılmaktadır.

BULGUR

Alm. Weizen (m) der gekocht, getrocknet, geschält und zerkleinertist. Fr. Gruau (m), prepare avec du ble bouilli, İng. Boiled and pounded wheat. Buğday tânelerinin su ile belli ısıda kaynatılarak her zaman kullanılmaya yarayışlı ve dayanıklı hâle getirilmiş şekli.  Bulgur yapımında sert ve iri tâneli buğdayların seçilmesi gerekir. Seçilen buğdayların taşı toprağı iyice temizlenir.Yıkandıktan sonra, 80°C’nin üstünde suda haşlanır. Bol havalı, güneşli, toz ve toprağın az olduğu belirli yerlerde kilim (çul) denen yaygıların veya örtülerin üzerine serilerek iyice kuruması sağlanır. Taştan oyulmuş dibeklerde tokmak (solgu) ile dövülerek dış kabukları ayrılan haşlanmış buğdaylar değirmenlerde kırılır. Kırma işi bittikten sonra kepeği giderilmek için normal hızla esen rüzgârda savrulur. Günümüzde modern fabrikalarda el değmeden de îmâl edilmektedir. Bulgurlar, boylarına göre iri, orta, ince olmak üzere üç kısma ayrılır. İri tâneli bulgurlar pilav yapımında, orta iriliktekiler köfte, ince irilikte olanlar da çorba pişirmekte kullanılır. Birçok yörelerde bulgur pirinç yerine kullanılır.

Bulgur ile buğday arasındaki fizyolojik değer îtibâriyle dikkate değer bir fark vardır. Bulgurda epidermis ve epicarp gibi sellülozik tabakaların ayrılmış olması, buna karşılık beslenme değeri olan alöran tabakasının tânede yapışık olarak kalması dolayısıyla bulgurun besin değeri daha yüksektir. Bulgurda % 10 protein, % 8,8 yağ, % 74,6 karbonhidrat bulunduğu sâbittir.

Buğdayın bulgur hâline getirilmesi sırasında konan suyun dış kısmındaki endozperm içine geçmesi ve yerleşmesi de bulgurun gıdâ değerinin artmasında önemlidir. Bu fizyolojik özelliğinden dolayı bulgur artık bütün batı dünyâsında çok tüketilir hâle gelmiştir.

Türke has olan bulgur her bakımdan buğdaydan üstün, daha besleyici daha kolay harmanlanabilen, proteini bol bir gıdâ maddesidir.

BULUT

(Bkz. Atmosfer)

BUMERANG

Alm. Bumerrang, Fr. Boumerang, İng. Boomerang. Özellikle Avustralya yerlileri, ayrıca eski Mısırlılar ve Avrupalılar, Hindistan’ın bâzı yörelerindeki kabîleler tarafından silah olarak kullanılan yassı bir kesite sâhip eğri bir sopa. Avustralya ve ABD’de hâlâ spor aracı olarak kullanılmaktadır. Genellikle akasya ve ökaliptus gibi sert ağaçlardan yapılmakta ve boyu 40-90 cm kadar olmaktadır. Eğriliği, kolları arasındaki açı 90°den büyük olacak şekildedir. Bâzıları düz olarak fırlatıldığı yönde ilerler, bâzıları ise havada bir dâirevî yörünge çizerek tekrar geri gelirler. Her iki tipte de bumerang döndürülerek fırlatılır ve kendi ekseni etrafında bir dâire çizerek döndüğünden dolayı bir jiroskop gibi kendisini havada dengeler. Aynı zamanda sâhib olduğu aerodinamik şeklinden dolayı havada ilerlerken kaldırma kuvvetine mâruz kalır. Böylece yere paralel olarak fırlatılan bumerangın çok uzak mesâfelere gitmesi mümkün olur.

Geri dönen bumeranglar, kendi ekseni etrafında bir pervâne gibi döndüğünde oluşan hayâlî dâire düzlemi, dik düzlemden biraz sağa veya sola eğik olacak şekilde fırlatılır. Bu eğiklik sağ elle fırlatılan bumeranglarda sağa doğrudur. Dolayısıyla fırlatılan bumeranglar da sağa doğrudur. Dolayısıyla fırlatana göre sağdan başlayıp sola doğru dâirevî bir yörünge çizerek geri gelir. Bumerang havada belli bir hızla hareket ederken aynı zamanda döndüğünden üst kısma gelen kolun havaya göre izafî hızı alttakinden daha fazladır. Çünkü dönme hareketinde cismin teğetsel hızı dâireye teğet olacak şekilde yön değiştirir. Bu hız üst kısımda bumerangın hareketi yönünde, alt kısımda ise ters yöndedir. Üst kısmın hızının fazla olması, üst kısma daha fazla kaldırma kuvvetinin tesir etmesine sebeb olur. Bu da dönen bumerangın oluşturduğu hayâlî dâireyi, sağa eğik atılmışsa sola doğru devirmeye çalışır. Fakat kendi ekseni etrafında dönmesinden ileri gelen jiroskopik tesirle devrilmeyip, hayâlî dâirenin dik ekseni etrafında dönme yapar. Bu hareket neticesi hayâlî dâirenin yönü dâimâ değişir ve neticede dâirevî bir yörünge tâkib ederek ilk başlangıç noktasına gelir.

BUMİN KAĞAN

Göktürk Devletinin kurucusu ve ilk hükümdarı. Göktürkler târih sahnesine çıktıkları sıralarda Juan-juanlara tâbi olarak, Altay Dağlarında an’anevî sanatları demircilikle uğraşıyorlar ve bu devlete silah îmâl ediyorlardı. Devrin Çin yıllıklarından, Göktürklerin bu sıralarda da dağınık halde bulunmadıkları ve federatif bir mahiyette Juan-juanlara bağlı oldukları görülmektedir. Nitekim Tu-wa adlı başbuğun yerine hânedânın başına geçen Bumin, 534 yılında Kuzey-Tabgaç idârecileriyle siyâsî münâsebet kurdu. 542’de akıncıların başında Huagn-ho Nehri yakınlarına kadar ilerledi. 546’da Juan-juan Devletine karşı ayaklanan Tölesleri itaat altına aldı. Bu başarısından sonra Juan-juan Devleti hükümdarı ile eş değerde olduğunu göstermek maksadıyla kızına tâlip oldu. Ancak bu isteğinin kabaca reddedilmesi üzerine üst üste vurduğu darbelerle Juan-juan Devletini çökertip arâzisini tamâmen hâkimiyeti altına aldı. İl-kağan ünvanını alarak tahta çıktıktan sonra eski Hun başkenti Ötüken’i ele geçirerek devlet merkezi yaptı (552).  Bumin Kağan, hükümdarlığını îlân ettikten sonra, küçük kardeşi İstemi’ye, Yabgu ünvanıyla ülkenin batı kanadının idâresini verdi. İstemi yeni yerler fethederek Batı Göktürk Kağanlığının temellerini atarken, Bumin Kağan tahta çıktığı yıl içerisinde öldü. Yerine, oğlu Kolo (Kara) ve bunun genç yaşta ölümü üzerine de diğer oğlu Mu-kan Kağan geçti.

BUNAMA (Dementia-Demans)

Alm. Altersschwaeche, Fr. demence, İng. dotage. Bilhassa yaşlılıkta tedrîcen (yavaş yavaş) meydana gelen ve aklî gerilemeyle orantılı bir hâfıza kaybı. İhtiyârlık bunaması (dementia senilis); 65-70 yaşlarında, evvelâ zekâ melekelerinde durgunluk, bencillik, korkular, kavgacılık, huzursuzluk, cinsî arzularda artma ile başlar. Yeni öğrenilen hâdiselerin unutulması ile başlayan hâfıza kusuru, gittikçe artar. Hiç tanımadığı kimseleri tanıdığını zanneder, tanıdığı kimseleri tanıyamaz. Masal uydurma gibi hâfıza yanılmaları olabilir. Özellikle karışık fikrî çalışmalarda ve sentez kâbiliyetinde bozukluk ön plândadır. Cimrilik, sıhhatine fazla düşkünlük, çocuklaşma, bâzan şüphecilik, uykusuzluk görülebilir.

Muâyenesinde zayıflama, el-dil-baş titremeleri, yutkunma bozukluğu, âni ağlama-gülme, monoton konuşma bulunabilir. Bâzan yatağının içine idrar ve gaitasını yapar, hattâ onlarla oynar.

Beyin tedkiklerinde, beyinde atrofi (küçülme) ve hücrelerde dejenerasyon tesbit edilir. Sebep olarak arterioskleroza (damar sertliğine) bağlı demansların yüzdesi çok fazladır. Sonra Alzheimer, Pick, Jacob hastalıkları önemli yer tutar. MİD denilen Multiple İnfarcts Disease % 15 sebep olarak görülmektedir. Parkinson hastalığı, beyin tümörleri, kafa travmaları (çarpma, zedelenme) beyin iltihapları, karaciğer-böbrek-akciğer hastalıklarının tesiri, hormonal ve kan hastalıkları, zehirlenmeler, sıcak çarpmaları, elektrik şoku da sebepler arasındadır. Beyin tedkiklerinden CT (Bilgisayarlı Tomografi), PET (Positron Emission Tomography), MRI (Magnetic Resonance Imaging) ile beyin atrofileri net olarak gözlenebilmektedir.

Tedâvi: Sebebe yönelik olmalıdır. Tansiyon kontrolu, beyin canlandırıcı ilâç ve vitaminler, sâkinleştiriciler faydalı olabilir. Dünyâ çapında önemli sosyal ve tıbbî bir meseledir. Âilenin hastaya koruycu bir fizîkî ve sosyal çevre temin etmeyi benimsemesi ile mümkündür. Hastanın hareket etmesi, âilenin sosyal hayâtı içinden çıkartılmaması, bedenî ihtiyâçlarının temini esastır. Bu da sevgi ve yakınlık ile mümkündür. Uygun bir psikolojik destek tedâvisi ve hastanın çevresinde rahatlatıcı, estetik değişikliklerin yapılması, bâzan şaşılacak iyileşmelere sebep olabilmektedir.

BURAK

(Bkz. Mîrac)

BURAK (BARAK) REİS

Meşhûr Türk denizcisi. Hayâtı hakkında fazla bilgi yoktur. 1488’de Osmanlıların Mısır Memlûkleri ile yaptıkları deniz seferine kadırga reisi olarak katıldı.

Cem meselesinin hallinden sonra, İkinci Bâyezîd Han, Akdeniz’i bir Türk gölü hâline getirmek için bâzı kalelerin bir an önce fethedilmesini istiyordu. Bunun için de önce İnebahtı (Leponto)Kalesinin fethedilmesi gerekiyordu. İnebahtı’nın fethi için İstanbul ve Gelibolu’da sefer hazırlıklarına başlandı. Nihâyet Sultân İkinci Bâyezîd Han karadan, Kaptan-ı deryâ Küçük Dâvûd Paşa da, 300 parçadan meydana gelen Osmanlı donanması ile 1499 yılı baharında Gelibolu’dan hareket etti. Devrin meşhur denizcilerinden Kemâl, Burak, Kara Hasan ve Herek reisler de bu donanmaya katılmışlardı. Ancak buralara sâhib olan Venedikliler de boş durmuyordu. Bütün Avrupa devletlerinden yardım alarak 160 parçadan meydana gelen kuvvetli bir filo meydana getirmişlerdi.

Osmanlı donanması aylarca sıkıntılı yolculuktan sonra, İnabahtı’ya yaklaştı. İnebahtı’ya ulaşabilmek için, Bradino Kanalını geçmek gerekiyordu. Oysa düşman donanması bu sırada Kanal’da yatmaktaydı. 29 Temmuz 1499 günü, Kaptan-ı deryâ Dâvûd Paşanın gemisinin güvertesinde yirmi kadar kaptan toplandılar. Yapılacak işin müzâkeresini yaptılar. Dâvûd Paşanın bir yanında Kemâl Reis, diğer yanında Burak Reis vardı.

Dâvûd Paşa, kaptanlara: "Daha kuvvetli olan düşman donanmasını ikiye bölüp kuvvetini azaltmak için, arkasına sarkmak üzere bir akıncı müfrezesi ayrılacaktır. Ben, bu müfreze ile düşmanın arkasına sarkacağım. Kemâl Reis ile Burak Reis benim yerimde hücûma geçecekler. Bu tehlikeli bir teşebbüstür. Düşman farkına varırsa, kurtuluş Allahü teâlâya kalmıştır." dedi.  O zaman Kemâl Reis:  "Bu işi senin yapman olmaz Paşam!" diye cevap verdi.  Kırk beş yaşlarındaki Burak Reis, hemen ileri atıldı:  "Paşa kardeş, sen serdârsın, donanma-yı hümâyûn sana emânettir. Bu akını benim gemim yapacaktır. Destûr ver! Şehid olmak önce bize düşer. Kara Hasan ile ben giderim!" dedi.

Şafak sökerken düşman donanması ile karşılaştı. Burak Reis bir düşman mavnasıyla bir göğesini top ateşi ile batırdı. Donanmadan ayrılarak düşman gemilerinin arkasına sarktı. Fakat bunu fark eden düşman, dört gemi ile Burak Reisin peşine düştü. Bu gemilerin ikisinde biner, ikisinde beş yüzer kişi bulunuyordu. Burak Reis, kendisinden çok güçlü ve sür’atli olan düşman gemilerinin ortasından sıyrılamayacağını anlayınca, mahvolmayı, mağlup olmaya tercih ederek, yakın muhârebeyi seçti. Şan ve şerefle ölmeyi tercih etti. Saldıran düşman gemilerine ateşe başladı. Düşman da karşı ateşe geçerek yaklaştılar. Üç düşman gemisi Burak Reisin gemisine rampa yaptılar. Kancalı halatlarla sıkı sıkıya bağladılar.Kanlı ve çetin bir muhârebe başladı ve saatlerce sürdü. Düşman kalyonları yok olduğu takdirde Venedik donanmasının sevk ve idâresinin de bozulacağını tahmin eden Burak Reis, kendi gemisinin barutluğunu ateşlemeye karar verdi. Böylece kendi gemisiyle berâber kendisine rampa yapan çok kuvvetli Venedik kalyonlarını da yok edecekti. Son nefesine kadar çarpışan leventler, gemiyi neft ile tutuşturdular. Düşman gemilerini de neftlediler. Rüzgârın hızlı olması sebebiyle yangın düşman gemilerini de sardı.

Çok geçmeden, deniz ortasında, siyah dumanlarla karışık kızıl alevler içinde Burak Reis ve arkadaşları şehid olurken, düşman donanmasının önemli bir kısmı da yok oldu. İnebahtı yolu da Osmanlıya açıldı. Türk denizcileri Modon limanının güneyindeki Sapienza Adasına Burak Reis Adası adını vererek kadirbilirliğin güzel bir örneğini verdiler.

BURÇ (Viscum Album)

Alm. Mistel (f), Fr. Gui (m), İng. Mistletoe. Familyası: Ökseotugiller (Loranthaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Trakya ve Anadolu. Bilhassa odunlu bitkilerin (elma, armut, kiraz, erik, ıhlamur, kavak, meşe, çam, köknar vs.) dalları üzerinde yarı parazit olarak yaşayan, mart-nisan ayları arasında sarımtrak renkli çiçekler açan, kışın yapraklarını dökmeyen, 30-80 cm yüksekliğinde çok senelik çalı tipinde bir bitki. Burç, ökse otu, gökçe, çekem isimleriyle de bilinmektedir. (Bkz. Ökse Otu) Kendi üzerinde yaşadığı ağaca haustoryum’ları (emeç) vâsıtasıyla su ile suda erimiş mâdenî tuzları temin eder. Gövdeleri kısa, kalın, silindirik ve odunludur. Dallar dâimâ ikiye çatallanmış vaziyettedir. Yapraklar karşılıklı dizilmiş ve sapsızdır. Çiçekler çok küçük ve dalların ucundadır. Erkek çiçekleri sarımsı-yeşil renktedir. Meyveleri evvelâ yeşil, sonra beyaz veya sarımsı bir renk alır ve küre şeklindedir.

Kullanıldığı yerler: Kullanılan kısımları yaprakları ve dallarıdır. Dal ve yapraklar meyveler meydana gelmeden toplanır, havadar bir yerde veya fırında kurutulur. Meyve ve dallarda yapışkan bir madde olan vissin bulunmaktadır. Yapraklarında tanen, alkoloit, saponin gibi maddeler bulunur. Antispazmatik (kramp çözücü, kasılmayı önleyici), tansiyon düşürücü ve idrar söktürücüdür. Halk tıbbında epilepsiye (sara) karşı kullanılır. Orman ve meyve ağaçları için zararlı bir bitkidir.

BURÇAK (Vicia Ervillia)

Alm. Platterbse (f), Fr. Vesce (f), İng. Vetch. Familyası: Baklagiller (Leguminnosae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu ve Trakya. Kökü dik ve esmer renkte, sapları köşeli ve 25-30 cm boyunda, çalı manzarasında, yaprağı 8-10 çift yaprakçıktan müteşekkil ve nihâyetleri sülüklü, çiçeği sarımtrak beyaz renkte, dâneleri çok küçük, köşeli, kırmızımtrak esmer renkte, baklagiller familyasına bağlı yıllık bitki.

160 kadar türü Kuzey Yarım Kürenin mûtedil bölgeleri ile Güney Tropik bölgelerde yetişen ve yetiştirilen yıllık veya çok yıllık yem ve süs bitkileridir.

Burçak hemen hemen memleketimizin her yerinde yetiştirilmektedir. En çok Orta Anadolu ve Ege bölgesinde üretilir. Burçağa, Doğu Anadolu’da "küşne" derler. Üretim miktarı senede 85.000 ton kadardır.

Burçak dânelerinin büyüklük ve küçüklüğüne, dânelerin renklerine ve dâne üzerindeki lekelere göre çeşitlere ayrılır. Memleketimizde ise yetiştikleri yere göre ad alırlar. Burçak için toprağın bir defâ işlenmesi yeterlidir. Erken ekmek lâzımdır. Bu sûretle verim daha fazla olur. Ekimi memleketimizde serpme olarak yapılır. Dönüme (Takriben 1000 m2) 8-10 kilo tohum sarf edilir. Tohum ekildikten sonra tırmıkla toprağa gömülür. Tohumları küçük olduğundan pek derine gömmemelidir.

Burçak sık biter. Boylanmadığı için çapalanmaz. Yabâni otlar görülürse, elle toplanır. Bitkilerin sarardığı ve baklaların kuruduğu zamanda hasada geçilir.  Akburçak (Lathyrus satıvus), sarıburçak (Lathyrus aphaca) türlerinin tohumları zehirlidir. Tohumlarının bileşiminde nişasta, yağ ve proteinden başka toksik (zehirli) maddeler vardır ki, insan ve hayvanlar için zehirlidir. Uzun süre una karışmış ekmeğini yiyen insanlarda ve tohumunu yiyen hayvanlarda, vücudun belden aşağı kısımlarında, bacaklarda ağrılar, yanmalar ve nihâyet felç ile sonuçlanan zehirlenmeler olur ki, buna "latirismus" hastalığı adı verilir. Bu hastalık Akdeniz çevresi memleketlerinde, Hindistan ile ülkemizin Güney Anadolu bölgesinde görülür.

Kullanıldığı yerler: Burçak yeşil olarak koyunlara yedirilir. Dâneleri sığırlara verilir. Kuvvetli bir hayvan yemidir.

BURÇLAR

(Bkz. Takımyıldız)