BUĞDAYGİLLER (Gramineae)

Alm. Gramineen (pl.), Fr. Graminees (pl.), İng. Gramineae. Tohum kabuğu, meyve kabuğu ile bitişik, sapları boğumlu ve ekseriyâ içi boş, başakçıklar, başak vaziyetinde toplanmış halde, 4000 kadar türe sâhip, Glumiflorea takımına bağlı bitki familyası.

Buğday, pirinç, çavdar, mısır, darı, yulaf ve arpa gibi bitkiler buğdaygillerdendir.

Anadolu’da, bütün buğdaygillere âit çeşitler yetişmekte ve yetiştirilmektedir. Buğdaygillerin, bütün dünyâda ve Türkiye’de yetişme alanı geniştir. İnsan ve hayvan beslenmesinde büyük öneme sâhiptir. Memleketimizde, buğday ve pirinç yemeklik olarak, çavdar, mısır ve darı hem yemeklik, hem de hayvan yemi, arpa ve yulaf ise hayvan yemi olarak sarf edilmektedir.

Buğday memleketimizin hemen hemen her tarafında, daha çok İç Anadolu bölgesinde yetiştirilir. Pirinç en fazla Trakya, Kastamonu, Kahramanmaraş ve Hatay illerimizde; mısır Karadeniz bölgesinde; darı Hatay’da yetiştirilmektedir.

Türkiye’nin Yıllık Buğdaygiller Üretimi (1991)

Buğday

20.400.000 ton

Çavdar

280.000 ton

Arpa

 7.800.000 ton

Yulaf

 276.000 ton

Mısır

 2.100.000 ton

Darı

 9.000 ton

Pirinç

 158.000 ton

BUHAR

Alm. Dampf (m.), Fr. Vapeur (f.), İng. Vapor. Bir maddenin, sıvı hâlinden ve bâzı maddelerin ise katı hâlinden sonra geçtikleri gaz hâli. Sıvı hâlinden gaz hâline geçmeye "buharlaşma", katı hâlinden gaz hâline geçmeye ise "süblimleşme" denir. Meselâ karbondioksitin katı hâli olan kuru buz, normal atmosferik şartlarda eriyip sıvı hâline geçmeden hemen gaz hâline geçer.

Buharlaşma olayı her sıcaklıkta cereyân edebilir. Çünkü sıvı yüzeyinde bulunan sıvı molekülleri her an gaz molekülü gibi serbest hâle geçebilir. Dâimâ hareketli olan gaz molekülleri sıvının yüzüne çarparak tekrar sıvı hâline döner. Zamanla gaz hâline geçen moleküllerle, tekrar sıvı hâline geçen moleküller birbirini dengeler duruma gelir. Bu durumda mevcut olan buhar, "doymuş buhar" olarak adlandırılır.  Buharlaşma ve buna âit çeşitli özellikleri de inceleyen bir bilim dalı olan termodinamik kâidelerine göre buharlaşma çeşitli grafiklerle ifâde edilir. Çünkü buhar; basınç, sıcaklık, hacim ve daha pekçok termodinamik faktörün tesiriyle hal değişimine uğramaktadır. Kritik sıcaklığın altındaki sâbit bir sıcaklıkta belirli bir kaptaki buhar sıkıştırılırsa, basınç belirli bir değere geldiğinde buhar sıvı hâle geçmeye başlar. Bu anda buharın belirli bir hacmi vardır. Bu basınca buharın o sıcaklıktaki doyma basıncı, hacme ise doyma hacmi denir. Sıkıştırmaya devâm edilirse, basınç ve sıcaklık sâbit kalır. Bu durumda sıvı ve buhar birlikte karışım hâlinde bulunur ve tamâmen sıvılaşıncaya kadar devâm eder. Son buhar zerrelerinin de sıvılaştığı andaki hacim, doymuş sıvı hacmidir. Bu işlem, değişik sıcaklıklar sâbit tutulmak sûretiyle tekrarlanırsa, her sıvı için doymuş buhar ve doymuş sıvı hacimlerinin hâsıl ettiği çan şeklinde bir doyma eğrisi elde edilir. Bu eğrinin altında kalan alandaki noktaların (basınç, sıcaklık ve hacim olarak) ifâde ettiği özellikleri taşıyan madde dâimâ bir sıvı-buhar karışımından ibârettir. Sağ taraftaki özellikleri hâiz olanlar ise kızgın buhar olarak adlandırılır. Eğrinin üzerindeki noktalar ise doymuş sıvı ve buhara âit özellikleri ifâde eder. Kritik sıcaklığın üzerindeki sâbit bir sıcaklıkta buhar ne kadar sıkıştırılırsa sıkıştırılsın hiçbir zaman sıvılaşma olmaz. Burada buhar ideal bir gaz gibi düşünülebilir.Her maddenin kendine has bir kritik sıcaklığı vardır.Meselâ suyun kritik sıcaklığı 374°C’dir.

Atmosfere açık serbest yüzeyi olan sıvılarda dâimâ buharlaşma meydana gelir. Çünkü her sıcaklıkta belirli bir buharlaşma basıncı vardır. Bu basınç doymuş buharın o sıcaklıktaki basıncına eşit olmaktadır. Yüzeyde meydana gelen buharın basıncı sıvının buharlaşma basıncına eşit olduğu zaman buharlaşma durur ve doymuş buhar meydana gelir. Buharlaşma basıncı açık yüzey üzerindeki buhar veya hava basıncına eşit olunca kaynama hâdisesi meydana gelir. Kaynama olmadan meydana gelen buharlaşma tamâmen açık yüzeye bağlıdır.

Açık yüzeyi olmayan kapalı sıvılarda normal buharlaşma hâdisesi meydana gelmez. Buharlaşma, kaynama netîcesinde olur. Kaynama, sıvının herhangi bir noktasında meydana gelebilir. Bunun için ise, sıvının o noktasındaki basıncın o sıcaklıktaki buharlaşma basıncından az olması gerekir. Meselâ oda sıcaklığında suyun buharlaşma basıncı 0,02 atmosfer kadardır. Kapalı bir kaptaki suyun basıncı, sıcaklık oda sıcaklığında (20°C) tutulmak üzere bu basınca indirilirse kaynamaya başlar. Buharlaşma tamamlanıncaya kadar sıcaklık sâbit kalır. Suyun atmosfer basıncında buharlaşma sıcaklığının, 100°C olduğu, herkes tarafından bilinmektedir. Bu da aynı prensibin netîcesidir.

Buharlaşma cereyan ederken gaz hâline geçen moleküller çevreden ısı alırlar. Dolayısıyle çevreyi soğuturlar. Yazın sıcak havalarda etrâfı ıslattığımızda serinlik olması, suyun buharlaşırken çevreden ısı almasından ileri gelir. Bu ısıyı ifâde etmek için buharlaşma ısısı târif edilmiştir. Bu, atmosfer basıncında bir kg sıvının buharlaşırken çevreden aldığı ısının miktarıdır. Meselâ suyun buharlaşma ısısı 539 kcal/kg (1 atm. basınç, 100°C sıcaklıkta), alkolün 210 kcal/kg, civanın 68 kcal/kg vb.’dir.

BUHAR MAKİNASI

Alm. Damfmaschine (f.), Fr. Machine (f) a vapeur, İng. Stream engine.Buharın sâhip olduğu enerjiyi kullanarak mekanik enerji elde etmeye yarayan makina.  Esas olarak ısı enerjisini mekanik enerjiye dönüştürür. Buharı meydana getiren moleküller, taşıdıkları ısı enerjisi dolayısıyla, dâimâ hareket hâlinde olduğundan, bulundukları kabın çeperlerine basınç yaparak kuvvet uygularlar. Bu da mekanik olarak bir itme kuvveti kaynağıdır. Bunun için silindir içindeki pistonun buharın bu itme tesiriyle hareket etmesinden mekanik enerji elde edilmiş olur. Pistonun hareketi iki ayrı ana prensibe göre sağlanabilir. Atmosfer basınçlı buhar makinalarında pistonun çalışma yüzüne buhar girmesiyle ileri hareket, sonra bu buharın soğutulup basıncının düşmesiyle, pistonun diğer yüzündeki atmosfer basıncıyla aradaki fark dolayısıyla, geri hareket sağlanır. İki zamanlı buhar makinalarında ise buhar, hareketli bir kapak vâsıtasıyla pistonun iki yüzüne sırayla gönderilerek pistonun hareketi ve iş yapan buharın dışarı atılması sağlanır. Pistonun gidip-gelmesi, piston koluna bağlanan bir su tulumbasının koluyla su pompalamada veya piston koluna bağlanan bir krank-biyel mekanizmasıyla dönme hareketi elde etmek gâyesiyle pekçok endüstriyel sahada kullanılır. Buhar enerjisinden faydalanarak mekanik enerji elde edilen diğer bir şekil, en gelişmiş buhar makinası olan buhar türbinlerinde buharın kullanılmasıdır. Buhar makinası denince umûmiyetle krank-biyel mekanizmasıyla dönme hareketi elde edilen makinalar anlaşılsa da, buhar makinalarının târihî bir gelişimi vardır ve bu gelişmeye bağlı olarak değişik adlar altında değişik gâyelerle kullanılmışlardır.

Endüstrinin gelişmesinde buhar makinasının büyük rolü vardır. Çünkü buhar makinasının çalışmasını sağlayan güç, o zamâna kadar kullanılan makinalardaki gibi belli bir yere bağlı değildir. İki asra yakın bir zamâna kadar endüstriye ve ulaşım araçlarına hâkim olmuştur.

Mekanik olarak buharın enerjisinden faydalanmayı ilk olarak bir Fransız mühendisi olan Salamon de Caus düşünmüştür. 1663’lerde Worcester Markisi’nin yaptığı buhar çeşmesi denen makina, Salomon de Caus’un düşüncesinden hareketle yapılmıştır. Bu sâyede buhar basıncından faydalanarak suyun yükseklere çıkarılabilmesi sağlanmıştır. 1698 yılında bir İngiliz olan Thomas Savery buhar pompası denen ve su pompalamada kullanılan makinayı yaptı. Bu makina tamâmen buharın ısıtılıp soğutulmasından ileri gelen basınç yükselme ve düşmeleri netîcesindeki basınç farkına göre çalışmaktaydı.

Bir pistonun bir silindir içinde hareketini sağlayacak şekilde buhar basıncından faydalanma, 1679’larda buharlı tencerenin bulucusu olan Fransız Denis Papin tarafından gerçekleştirildi. Bu prensipten hareketle bir emme tulumbasının kolunu, silindir içinde hareket eden pistonla irtibatlayarak, su pompalamaya yarayan ve Savery’in buhar pompasından daha değişik, gelişmiş bir buhar makinası Thomas Newcomen tarafından yapıldı. Newcomen makinası ile aynı gâyeler için kullanılabilen Savery buhar pompasında hareketli herhangi bir piston yoktur. Buhar elde etmeye yarayan kazan, suyu emmeye ve basmaya yarayan oval bir kap ve bu kabın emme ve basma tarafına bağlı borulardan ibâretti. Ayrıca borularda suyun aşağı doğru kaçmaması için tek yönlü kapaklar bulunurdu. Oval kaba buhar gönderilince, daha önce emilen ve kapta bulunan su, basma borusundan yukarı basılırdı. Sonra buhar vanası kapatılıp, oval kaptaki buhar, başka bir kaptan gönderilen su ile yoğunlaştırılır; dolayısıyla kaptaki basınç atmosfer basıncının altına düşerdi. Netîcede emme su borusundan kabın içine dolup, bu su tekrar buhar gönderilerek yukarı basılırdı.

Newcomen makinası, Savery pompasından farklı olarak piston-silindir sistemine sâhiptir. Kazandan silindire gönderilen buhar, su püskürtmek sûretiyle soğutulup, oluşan düşük basınç pistonun aşağı inmesini sağlar. Meydana gelen artık su bir boruyla dışarı atılıp, tekrar silindire buhar gönderilmek sûretiyle de pistonun yukarı çıkması sağlanır. Pistona bağlı bir piston kolu, bir emme-basma tulumbasının yatay koluna bağlanarak pistonun aşağı yukarı hareketi pompalama için kullanılır. Her iki makina keşif zamanlarına göre gelişmiş makinalar olsa da verimleri çok düşüktür.

Döner hareket elde edilen buhar makinalarındaki en önemli gelişmeyi James Watt adında bir İngiliz yapmıştır. Pistonun her iki yüzüne buhar göndermek sûretiyle hareketi sağlanan bu makinada buharın sırayla pistonun her iki yüzüne girip çıkışını sağlamak gâyesiyle dönme hareketine bağlı olarak çalışan çeşitli kapaklar kullanılır. Bunlar buhar pistonunun bir yüzüne girerken,diğer yüzdeki artık buharın dışarı atılmasını sağlayan delikleri sırayla açıp kapamaya yarar.Pistonun her iki yüzüne ard arda tesir eden buhar, pistonun gidip-gelme hareketi yapmasını sağlar. Bu gidip-gelme hareketi ise, piston kolu vâsıtasıyla krank mili harekete geçirilerek dönme hareketine çevrilir. Piston kolu ile krank kolu arasında biyel denen bir kol daha vardır. Bu kol eski makinalarda doğrudan bir ucu piston koluna, diğer ucu krank koluna mafsallı olarak yerleştirilir. Daha sonraları 1803’te Richard Trevithick’in bulduğu kayar kafa sistemiyle pistonun biyele birleştiği mafsal düzgün olarak aynen piston gibi gidip-gelme yapacak şekilde tesbit edilmiştir. Piston kolunun doğrudan krank koluna bağlı olduğu, yâni biyelin olmadığı sistemler de vardır. Pistonun her iki yöne en fazla gidebileceği noktada piston kolu ile krank kolu aynı doğru üzerine gelir. Bu noktalara ölü noktalar denir. Bu ölü noktalardan krankın geçmesi için tek silindirli makinalarda volan denen ve krankla birlikte dönen kütlelerin atâletlerinden faydalanılır. Çok silindirli makinalarda ise krank kolları arasında belli bir açı olacak şekilde yapılır.

Lokomotif, gemi, otomobil gibi vâsıtaları harekete geçirmekte ve çeşitli sanâyi alanlarında kullanılan döner hareketli buhar makinalarının pekçok çeşitleri vardır. Buhar makinalarında en önemli konu, verimin yüksek olmasıdır. En yüksek verim, yâni sıcak buhardan elde edilecek en büyük mekanik enerji, girişte yüksek basınç ve çıkışta düşük sıcaklığın sağlanmasıyla elde edilir. Meselâ buhar enerjisini tamâmen kullanmak için yüksek basınçlı küçük bir silindirden çıkan buhar, alçak basınçlı büyük bir silindire gönderilmek sûretiyle çalışan kademeli veya bileşik buhar makinalarının alçak-orta-yüksek basınç silindirli olmak üzere üç kademeli olanları da vardır. Hattâ, iki orta basınç silindiri bulunan dört kademeli makinalar bile yapılmış, fakat pek tutulmamıştır. Üç kademeli makinalar genellikle deniz araçlarında kullanılmıştır. 1930’lara kadar Atlas Okyanusunda yolcu taşımış olan Olympic gemisinin makinası üç kademelidir. Öyle ki alçak basınç silindirinin çapı 2,5 metreye yakındır. Kademeli makinaların silindirleri yan yana düşey olabildiği gibi, yatay veya karşılıklı çalışanları da vardır. Diğer bir ilgi çekici buhar makinası tipi de merkezden buhar çıkışlı veya eşakımlı denen makinalardır. Bunlarda buhar, silindirin ucundan girer, piston silindirin ortasından geçerken tam silindirin orta kısmında bulunan delikleri açmış olur ve böylece buhar hiç yön değiştirmeden dışarı atılır. Bu tip makina ilk defâ 1908’lerde Johann Stumpf adındaki Alman tarafından geliştirilmiştir. Daha sonraları ABD, İngiltere, Almanya ve İsviçre’de çok büyük merkezden buhar çıkışlı makinalar yapılmıştır. Bunların silindir sayısı 5’e, güçleri 30.000 beygire kadar olanları vardır.

Buhar makinalarında kullanılan buhar, çeşitli tipleri olan buhar kazanlarında üretilir (Bkz. Buhar Kazanları). Pistonlu buhar makinalarının yerine geçen buhar türbinlerinin buharı da yine buhar kazanlarından sağlanır. Pistonlu buhar makinaları artık yerini dizel motorlarına, patlamalı motorlara ve elektrik motorlarına bırakmaktadır. Fakat termik santrallarda elektrik üretiminde kullanılan buhar türbinleri modern bir buhar makinası olarak hâlâ geçerliliğini korumaktadır (Bkz. Buhar Türbinleri). Gerçi buhar türbinlerinin çalışma prensibi pistonlu makinalardan farklıdır, ama her ikisinin de buharla çalışması ortak ana özellikleridir.

BUHAR TÜRBİNLERİ

Alm. Dampfturbinen (f.pl.), Fr. Turbines (f.pl.)a vapeur, İng. Steam turbines. Yüksek basınç altındaki buharın sâhip olduğu termal enerjiyi, mekanik dönme enerjisine çevirmeye yarayan sistem. Genellikle bunun sonucu olarak elektrik üretilir.  Buhar, yüksek bir hızla, yerleştirilmiş kanatlar içinden geçecek şekilde gönderilir. Bununla bir dönme hareketi ortaya çıkar. Buharın basınç enerjisini en verimli şekilde enerjiye dönüştürmek için Laval (yakınsak-ıraksak) lüleleri kullanılır. Bu lüle önce birden daralırken, sonra yavaş yavaş genişler. Ağızlığın özelliğinden dolayı geçen buharın basıncı kinetik enerjiye, yâni hıza çevrilir. Buharın hızının yüksekliği nisbetinde, buhar jetinin rastladığı engele tatbik edeceği basınç da artar. Bu, ayrıca buharın ilk yörüngesinden ayrılmasına da bağlıdır. Eğer bir mil üzerindeki kanatlar, gelen buharı hemen hemen çevre doğrultusuna çevirirse, buhar mili döndürecek çevre doğrultusunda bir kuvvet tatbik eder. Buharda bulunan enerjinin en verimli şekilde alınması için birbirini tâkip eden kademeler şeklinde çok kademeli olanları vardır. Her kademenin kanatlı kısımları aynı bir mil üzerine yerleştirilmiştir. Bu sebepten aynı hızla dönerler. Bu dönen düzene bütün olarak "rotor" denilir. Teorik olarak buharın bütün basıncı atmosfer basıncına tek ağızla indirilerek hıza çevrilebilir. Ancak, bu durumda milin mâkul bir verim sağlayabilmek için çok yüksek hızda dönmesi gerekir. Bu ise bazı teknik zorlukları getirmesi yanında büyük merkezkaç kuvvetinden dolayı makinayı harâb edebilir. Enerjiyi, birbirini tâkib eden kademelerde kullanan türbinler çeşitli prensiplere göre inşâ edilmiştir:

1.Hızlı kademeli:Bu sistemde buharın tam olarak basıncı tek bir hıza çevrilir. Elde edilen, hızı yüksek buhar jeti rotor kademesindeki kanatların belli bir kısmına püskürtülerek enerjisinden faydalanılır. Curtis türbini bu tip bir türbindir.

2. Basınç kademeli:Püskürtme borusunda buhar genişler ve ortaya çıkan yüksek hızlı buhar, kademeli kanatlara çarparak rotoru döndürür. Daha sonra buhar kılavuz kanatlar arasından geçer. Burada buhar biraz daha genişler ve hız başka bir kademeyi çevirir. Bu şekildeki sâbit ve döner kademelerdeki kanatlar arasından geçen buhar, her kademede biraz genişleyerek kademelerdeki bütün basınç kullanılıncaya kadar bu işleme devam eder. Ağırlık bakımından aynı olan buharın her devreden geçtiğinde hacim büyümesi ile yavaş yavaş basıncı azaltılır. Bu sebepten türbinin çıkış ucundaki kademenin kanatlarının çapı giriştekilerden daha büyüktür. Bunlara aksiyon türbinleri adı verilir.

3. Reaksiyon kademeli: Bu sistemde basınç, sâdece püskürtme borusunda ve sâbit kılavuz kademelerinde değil, rotor kademelerinde de hıza çevrilir. Bunlara reaksiyon türbinleri denir. Buhar türbinleri aynı zamanda türbini terk eder. Düşük basınçlı buharın girdiği yere göre yoğunlaştırıcılı veya yoğunlaştırıcısız olacak şekilde de sınıflandırılır. Yoğunlaştırıcılı türbinler çıkış buharının ısısını ve basıncını düşürdüğünden basıncın türbindeki düşme oranı dolayısıyla türbinin verimi artar. Yoğunlaştırıcısız sistemlerde ise, türbinde işi biten kullanılmış buhar atmosfere veya bir ısıtma sistemine veyâhut herhangi bir kullanım yerine gönderilir. Buharın çıkıştan sonra girdiği yerlere göre de türbinlere değişik isimler verilir.

BUHÂRA

Özbekistan Cumhûriyeti sınırları içinde bulunan târihî bir şehir. Zerefşan Irmağının aşağı havzasındaki büyük vahâda yer alan Buhâra şehrinin denizden yüksekliği 220 metredir. Kara ikliminin tesirinde olup kışlar soğuk, yazlar ise çok sıcak geçer.

Buhâra idâresinin merkezi olan şehrin bulunduğu yerde eski devirlerden beri şehirler kurulmuştur. Eskiden beri idârî bir bölge olan Buhâra’nın merkezi Nûmicker (Bûmickes) idi. Sanskritçede manastır mânâsına gelen Viharanın Türkçedeki şekli buhardan türemiş  olması mümkündür. Buhâra idâresinin merkezi olan Nûmickes şehrinde kurulan bir "Vihara" (manastır) sebebiyle şehre bu ad verilmiştir.

İslâmiyetten önce İranlıların Türklerin veya başka milletlerin hâkimiyetinde kalmış olan Buhâra’nın önemli bir ilim, kültür ve ticâret merkezi hâline gelmesi, Müslümanlar tarafından feth edilmesinden sonradır. Hazret-i Muâviye’nin halîfeliği zamanında Abdullah bin Ziyâd tarafından fethedilmeye teşebbüs edildiyse de, şehrin hükümdârı olanBidûn Hâtun bâzı şartlarla sulh antlaşması yaptı. Bu antlaşmaya göre yıllık 1 milyon dirhem vergi ve 200 muharip vermeyi kabul etti. İki yıl sonra hazret-i Muâviye’nin Horasan Vâlisi Saîd bin Osman bin Affan bu antlaşmayı yenileyerek Buhâra’yı İslâm hâkimiyetine aldı. Ancak buradaki İslâm hâkimiyeti devamlı olamadı. Şehir zaman zaman Müslümanların kontrolünden çıktı. Emevîlerin Horasan vâlisi Kuteybe binMüslim 706-709 yılları arasında düzenlediği seferler neticesinde Buhâra’yı tamâmen fethetti. Kuteybe binMüslim İslâmiyetin yayılması için geceli gündüzlü çalıştı. Birçok mescid yaptırdı. 712 senesinde Kale içinde bulunan puthânenin yerine büyük bir câmi yaptırdı. Bîdûn Hâtun’un oğlu Tuğşâde Buhâra Vâlisi tâyin edildi. İslâmiyeti kabul etmekle şereflenen Tuğşâde otuz yıl Buhâra’da hüküm sürdükten sonra 739’da Semerkant’ta iki kişi tarafından öldürüldü. Onun zamanında henüz Müslümanlığı kabul etmemiş olan Türkler, Buhâra’yı birkaç defâ ele geçirdiler. Tuğşâde’den sonra oğlu Kuteybe ve kardeşi Bünyat Buhâra’yı idâre etti.

Emevîler zamanında ve Abbâsîlerin ilk devirlerinde Buhâra’da yerli hükümdârdan başka Merv’deki Horasan vâlisi tarafından tâyin edilen bir emir veya âmil bulunuyordu. Horasan Vâlisi olan Fâzıl bin Süleyman et-Tûsî, Buhâra şehrinin etrâfını düşman hücumlarından korumak için sûrlarla çevirdi (782). Bulunduğu yer îtibâriyle Horasan vilâyet merkezi Merv’le yakın ilişki içinde bulunanBuhâra, Horasan vâlileri merkezlerini Merv’den Nişâbur’a taşıyınca Mâverâünnehr’in diğer kısımlarının idâresinden ayrıldı. 874 senesine kadar Horasan’daki Tâhirîlere bağlı bir vâli tarafından idâre edilmekteydi. Buhâra Emîri Yâkub bin Leys es-Saffâr Tâhirîleri ortadan kaldırdı ve kısa bir müddet kendisini Horasan hükümdârı îlân etti. Adına hutbe okundu. 874 senesinde şehir halkı ile ulemâ Sâmânîlerden Semerkant hâkimi Nasr bin Ahmed’e başvurarak şehri ona teslim ettiler. Nasr da küçük kardeşi İsmâil’i Buhâra vâliliğine tâyin etti. Böylece Buhâra 999 yılına kadar Sâmânîler tarafından idâre edildi.

Buhâra şehri Sâmânîlerin idâresinde kaldığı bu dönemde târihinin en parlak devrini yaşadı. Büyük bir ilim, kültür ve ticâret merkezi oldu. 892 yılında Nasr bin Ahmed ölünce yerine İsmâil geçti ve Buhâra’da yerleşti. Böylece Buhâra, Sâmânîlerin devlet merkezi oldu. İsmâil 900 yılında Saffârilerden Amr bin Leys’i yenince Abbâsî halîfesi tarafından Horasan emiri olarak tanındı. Bu sâyede Buhâra zengin ve büyük bir devletin merkezi oldu. Sâmânî hükümdarları âlim, edip ve şâirleri himâye ettikleri için çok sayıda edip ve şâir Buhâra’da toplandı. Birçok saray, medrese, câmi ve mescid inşâ edildi. Buralardan yetişen âlimler İslâmiyetin yayılmasına hizmet ettiler. İlmin yanında sanâyi de gelişti. Özel kumaşlar dokunan Dârü’t-Tıraz yaptırıldı. Buhâra’da dokunan kumaşlar, halılar, kilimler, yünlü ve pamuklular, seccadeler çeşitli ülkelere ihraç edildi. Buhâra ve etrâfında zirâat, ticâret ve sanâyi çok gelişti, çok büyük çarşılar inşâ edildi.

Karahanlılardan Hârun Buğra Han 992’de Buhâra’yı geçiçi olarak işgâl etti. Karahanlı İlig Han Nasr bin Ali 999 senesinde Buhâra’yı zabtedip Sâmânî Devletine son verdi. Bunun üzerine şehir eski siyâsî önemini kaybetti. Karahanlılar devrinde Buhâra’yı vâliler idâre etti. Bir buçuk asır boyunca şehre hâkim olan Karahanlı hükümdarlarının ancak birkaçı Buhâra’da oturdu. Bunlar bâzı yeni binâlar inşâ ettirdiler. Buğra Han İbrâhim bin Nasr 1044-45’te Fâtımîler lehine başlatılan şiî propagandasına karşı çıktı. Buhâra’daki İsmâilîlerin öldürülmesini emretti. On birinci yüzyılın ikinci yarısında Şemsülmülk Nasr bin İbrâhim Han yeni bir Cumâ Câmii, şehrin güneyinde de Şemsâbâd denilen bir saray yaptırdı ve bir av sahası meydana getirdi. ArslanHan devrinde Buhâra en sâkin ve huzurlu dönemlerini yaşadı. Bu hükümdar kale ve surları yeniden yaptırdı. Cumâ Câmiini ve iki yeni saray inşâ ettirdi.

Buhâra, İslâm orduları tarafından fethedildikten sonra ilk defâ 9 Eylül 1141 târihinde meydana gelen Katvan Savaşından sonra putperest olan Karahıtayların idâresine geçti. Bununla berâberBuhâra’da Sadr ünvanlı hükümdarların nüfûzu devam etti. Harezmşah Alâeddîn MuhammedTekiş bin İlarslan 1182’de Buhâra’ya bir sefer düzenledi. 1207 senesinde KarahıtaylarDevletine son vererek Buhâra’yı hâkimiyeti altına aldı. Harezmşahlar döneminde Buhâra mâmur hâle getirildi. Şehrin çeşitli yerlerine medreseler, kütüphâneler ve câmiler yapıldı, şehrin kalesi tâmir ettirildi. Harezmşahların otoritesi bir müddet daha devam etti. Alâeddîn Muhammed Tekiş 1217-18’de Buhâra’da Abbâsî halîfesi Nâsır Lidinillah adına okunmakta olan hutbeye son verdi.

Moğol hükümdarı Cengiz Han 1220 senesinde Buhâra’yı kuşattı. Üç gün müddetle yaptığı şiddetli hücumlar neticesinde kaleyi almak mümkün olmadı. Bu sırada kale savunmasını lüzumsuz sayan vâli ve bâzı komutanlar hücuma karar verdiler.Kuşatmanın üçüncü günü âni bir taarruzla Moğol çemberini yarıp çıktılar. Fakat Ceyhun Nehri kıyısına varmadan Moğol süvârileri tarafından imhâ edildiler.

Ertesi gün şehrin etrafındaki sahra güneş ışıkları altında kan ile dolmuş büyük bir gölü andırıyordu. Bu durum karşısında Buhâra ahâlisi aman dilemek üzere Cengiz Hana Kâdı Bedrüddîn’i elçi gönderdi. Yapılan görüşmeler sonucunda halka dokunulmayacağı vâdiyle Moğol ordusu 1220 senesi Şubat ayının on birinde Buhâra’ya girdi. Bir kısım Türkmenler teslim olmayı kabûl etmeyerek iç kaleye çekildiler. Verdiği sözde durmayan Cengiz, şehrin yağmalanmasını ve ateşe verilmesini emretti. Binaların çoğu ahşap olduğu için birkaç gün içinde Cumâ Mescidi ile tuğladan yapılmış bâzı binaları dışında şehrin tamamı yandı. İç kaleye çekilen Türkmenler şehri kahramanca savundular. Her saldırılarında Moğollara büyük kayıplar verdirdiler. Kum tanesi gibi kalabalık olan Moğol sürüsü karşısında iç kale de fazla dayanamadı. Kale düştü ve içindekilerin hemen tamamına yakını şehid edildiler. Bu savunmada Türkmenlerden otuz bine yakın asker Moğollar tarafından şehid edildi, hanımları ve çocukları da esir edildi.

Cengiz Han, oğlu Tuli ile şehre girdiği zaman, ihtişâmına hayran kaldığı Ulu Câmiye atı ile girdi. Âlimlere çeşitli hakâretlerde bulundu. İçki sofrası hazırlatıp esir kadınları raksetmeye zorladı. Bu sırada, Kur’ân-ı kerîmlerin ve büyük İslâm âlimlerinin yazdığı değerli kitapların muhâfaza edildiği dolaplar ve sandıklar,Moğol askerlerince yağmalandı. Kur’ân-ı kerîmler ayaklar altına alındı. Bir kısmı parçalanarak yakıldı. O sırada câmide bulunan âlimler, içleri kan ağlayarak bu durumu seyrediyorlar ve gadab-ı ilâhiyyeye uğradıklarına inanıyorlardı. Cengiz, daha da ileri gitti ve ilme olan düşmanlığının nişânesi olarak oradaki bütün âlimleri öldürttü. Anbarlarda bulunan zâhirelere el koydu. Şehirde ve hisardaki kadınlar ve ihtiyarlar dâhil herkesin, üzerlerindeki elbiseden başka bir şey götürmemek üzere Namazgâh Sahrasına çıkartılmasını istedi. Erkekler, Semerkant muhâsarasında kullanılmak üzere orduya alındı. Kadınlar askerlere dağıtıldı ve şehir baştan başa yağmalandı.

Bir zamanlar yalnız Mâverâünnehr’in değil, bütün İslâm âleminin en meşhûr ilim ve kültür merkezlerinden olan âlim ve evliyâ yatağı Buhâra, yanıp yıkılmış, kale ve surları yerle bir edilmiş, halkı darmadağın olmuş ve bir enkaz yığını hâline gelmişti. Bu hâdiseleri, Horasan’a kaçan bir Buhâralı kısaca; "Moğollar yıktılar, yaktılar, öldürdüler ve gittiler." diyerek veciz bir şekilde dile getirmiştir.

Cengiz’in yerine geçen Ögeday, Buhâra’yı tekrar mâmur hâle getirdi. 1238 senesinde Buhâra halkı Moğollara karşı isyân ettilerse de, isyân kısa sürede bastırıldı. 20.000 kişi öldürüldü. Moğolların egemenliği altında Buhâra’nın nasıl idâre edildiği ve durumu hakkında kaynaklar yeterince bilgi vermemektedir. Şehir; 1273’te İran Moğolları, 1276 yılında da Çağataylar tarafından ele geçirilerek yağmalandı. Buhâra hiçbir zaman böyle üst üste felâkete uğramamıştı. Şehirde yedi sene canlı varlık bulunmadı. 1283 senesinde Emir Kayd ve Mes’ûd Bey, Buhâra’yı îmâr ederek, başka beldelerden getirdikleri halkı yerleştirdiler.Mes’ûd Bey Mes’ûdiye Medresesini yaptırdı. 1316 senesinde, Çağatay prensi Yasavur tekrar Buhâra’ya saldırarak şehri yağmaladı. Halkın büyük kısmını alıp götürdü ve zorla Ceyhun bölgesine yerleştirdi.

Çağatay Hânedânı ve daha sonra Timur ve Timuroğulları devrinde Buhâra, Mâverâünnehr’in siyâsî hayâtında mühim bir mevkiye sâhib olmamıştır. Bu devirde Buhâra’da meydana gelen en önemli olay Behâeddîn Nakşibend tarafından kurulan Nakşibendiyye tarîkatının ortaya çıkmasıdır. Buhâra ve civârında insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatan Şah-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî’nin talebelerinden Hâce Muhammed Pârisâ, Buhâra’da çok etkili oldu. Bu devirde yetişen Uluğ Bey de Buhâra şehrinin merkezinde bir medrese yaptırdı. Özbekler, 1500 senesinde Buhâra’yı ele geçirdiler. Özbeklerden MuhammedŞeybek, Şeybânîler Hânedânına Buhâra’yı pâyitaht yaptı. Buhâra, Şeybânîlerden Ubeydullah bin Mahmûd ile Abdullah bin İskender Han zamanında, siyâsî ve mânevî hayâtın merkezi durumuna geldi. Şehir bu durumunu bölgede kurulan Astırhanlar (Estarhanlar) ve Mangıthanlar döneminde de devam ettirdi.

Astırhanlar hanlıkları, Ruslar tarafından işgâl edilince, reislerinden Yâr Muhammed ile oğlu Can, Buhâra’ya sığındılar. İskender’in kızı ile evli olan Can’ın oğlu Bâki Muhammed, on altıncı yüzyılın sonlarında Canoğulları sülâlesini kurdu. Abdülazîz devri, Buhâra Hanlığının son parlak devri oldu. Daha sonraları zayıflayan Buhâra Hanlığı, 1740 yılında Nâdir Şah tarafından yıkıldı. Nâdir Şahın ölümünden sonra Canoğullarının yerine Mangithanlar sülâlesi geçti. 1860’tan sonra Ruslar,Türkistan içlerine doğru ilerlediler. Onların bu hareketini engellemeye çalışan Emir Muzaffereddîn, 1868’de Zirebulak’ta mağlub oldu. Ruslar Buhâra’ya bağlı bâzı yerleri işgal ettiler.Ruslar, İngiliz rekâbetinin de tesiri ile Buhâra Hanlığını yarı bağımsız bir hâle getirdiler. Bölgenin verimli topraklarını sömürmek için, demiryolu kenarlarına Rus köyleri kurarak çoğunluğu sağlamaya çalıştılar. 1910-1920 yılları arasında emirlik yapan Mîr Alîm Han zamanında da Rus baskısı devam etti. Ruslar 1917 Komunist ihtilâli ile harekete geçen emire karşı 1918 yılında savaş açtılar. Birçok Türk aydını öldürüldü. Buhâra ve çevresi Ruslar tarafından işgâl edilince, Mîr Alîm Han 1920 yılında Afganistan’a sığındı. 6 Ekim 1920’de Buhâra Hanlığı ilgâ edildi. İnsanlar, kadın-erkek, ihtiyâr-çocuk demeden kızıl kurşunlara hedef oldular. Câmi ve mescidler kapatılıp, din adamları kurşuna dizildi. Buhâra bir defâ daha harâbe hâline geldi. Afganistan’a geçen Mîr Alîm Han, orada öldü. 1979’da, kızılordu Afganistan’ı işgâl edince, Mîr Alîm Hanın oğlu ve yakınları Pakistan’a geçti. Daha sonra Türkiye’ye getirilerek Gaziantep’te yerleştirildi.

Mâmûr olduğu devirlerde belli başlı ilim merkezlerinden biri olan Buhâra’da yetişen binlerce âlimden bâzıları şunlardır:İmâm-ı Buhârî, Hakîm Tirmizî, Muhammed bin Selâm el-Bîkendî, Abdullah bin Muhammed el-Müsnedî, Muhammed bin Yûsuf el-Bîkendî, İbrâhim bin el-Eş’as, İmâm-ı Muhammed Şeybânî, Yûsuf-i Hemedânî, Abdülhâlık-ı Goncdüvânî,Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Muhammed bin Muhammed Buhârî,Hâce MuhammedPârisâ, Seyyid Emîr Külâl, Mahmûd Buhârî.

Buhâra, verimli ve bereketli bir arâziye sâhipti. Ticârî faaliyetler çok gelişmişti.MüslümanlarBuhâra’yı fethettikten sonra, pekçok câmi, medrese ve kütüphâne gibi mîmârî eserler yaptılar. Yuvarlak tuğla pâyeler üzerine sivri kemerli ve kubbeli bir yapı olan ve zamanımıza kadar ulaşanHazerDegaron Câmii, Karahanlılar tarafından yaptırılmıştır.Her kubbenin etrâfı tonozlarla çevrili olan câmi, 1121 senesinde yapılmıştır. Kuli Hâtun ve Hakîm Tirmizî türbeleri de zamanımıza kadar ulaşan eski eserler arasında olmakla birlikte, bakımsızlıktan yıkılmaya yüz tutmuşlardır.

Ayrıca Uluğ Bey tarafından yaptırılan Uluğ Bey Medresesi, on beşinci asır mîmârîsinin güzel bir örneğidir. 1536 senesinde yapılan Mîr Arab Medresesi ile 1652 senesinde yapılan Abdülazîz Han Medresesi, on altıncı asır mîmârîsini çok güzel temsil eder. Buhâra’da son medrese, 1807 senesinde Niyâzi Kul tarafından yaptırılan Dört Kuleli Medresedir.

Rusya’da komünist rejim, iktidârı ele geçirdikten sonra, yönetimi altında bulunan Mâverâünnehr’de birçok ibâdet yerlerini yıktılar.Yalnız Buhâra vilâyetinde 360 câmi ve mescid yıktırıldı. Uluğ Bey Medresesini bıraktılar ki, o da din aleyhtarlığı için müze olarak kullanıldı. Buhâra kütüphânelerinde bulunan binlerce Kur’ân-ı kerîm ve hadis kitapları başta olmak üzere, bütün dînî eserleri toplayıp, yakan komünistler, sokaklarda yırtarak ayaklar altında çiğnediler.Halkın evlerinde bulunan dînî, millî ve târihî kitaplara varıncaya kadar toplayıp imhâ ettiler.Kitapları teslim etmek istemeyen binlerce Müslümanı da hunharca şehid ettiler.

Rus işgâlinden sonra başkenti Taşkent olan Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhûriyetinin bir şehri hâline gelen Buhâra’da Sovyet idâresine karşı başlatılan silahlı mukâvemet 1926 yılına kadar sürdü. 1923 sonunda Buhâra hükümeti tamâmen Rus kontrolü altına alındı. Halkın büyük bir kısmı Afganistan’a, geri kalanı da kırsal alanlara ve Özbekistan şehirlerine kaçtı. 1930 ve 1940’lı yıllarda da baskılar sebebiyle bir göç daha yaşandı. Şehrin nüfusu tamâmen azaldı. Fakat İkinci Dünyâ Savaşından sonra hızlı bir artış gösterdi. 1939’da 50.000 iken 1969’da 69.000’e, 1970’te 112.000’e yükselmiş günümüzde ise 200.000’i aşmıştır. 1950’lerde doğal gaz rezervlerinin bulunmasıyla Buhâra’nın gelişmesi hızlanmıştır. Buhâra topraklarından elde edilen doğal gazın boru hattıyla Urallara, Avrupa’nın bir kısmına ve diğer Orta Asya ülkelerine nakledilmesi, şehrin ticârî ve ekonomik yönden önemini arttırmaktadır. Buhâra’nın bugünkü nüfusu; Özbekler,Türkmenler,Kırgızlar,Kazaklar,Tatarlar, Uygurlar, Tacikler,Ruslar,Kafkasyalılar, Ukraynalılar ve Yahûdîlerden meydana gelmektedir. Buhâra şehri Özbekistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra tekrar ilim, kültür ve ticâret merkezi olmaya namzet görünmektedir.

BUHÂRÎ

Kur’ân-ı kerîmden sonra dünyânın en kıymetli kitabı olan Sahîh-i Buhârî adıyla meşhur olan hadis kitabını yazan büyük hadis âlimi. İsmi, Muhammed bin İsmâil olup, künyesi Ebû Abdullah’tır. Hadis ilminde yüksek derecede olup, 300.000’den fazla hadîs-i şerîfi senetleriyle birlikte ezbere bilen bir âlim olduğu için "İmâm", Buharalı olduğu için "Buhârî" denilmiş, İmâm-ı Buhârî ismiyle meşhûr olmuştur. 810 (H. 194) senesinde Buhârâ’da doğdu. 870 (H. 256) senesinde Semerkant’ın Hartenk kasabasında vefât etti.

Küçük yaşta babasını kaybeden Buhârî, ilk tahsiline doğum yeri olan Buhârâ’da başladı. Duâsı makbul sâlihâ bir hanım olan annesi, onun ve kardeşinin yetişmesi için gayret sarf etti. On yaşından îtibâren hadis âlimlerinin derslerine devâm etti. On beş yaşına girmeden 70.000 hadîs-i şerîfi ezberledi. Hadis ilminde kısa sürede o derece ilerledi ki, hocaları ile karşılıklı ilmî münâzaralarda bulunmaya başladı. Nitekim hocası Dâhilî, bâzı hadîs rivâyetlerindeki eksikliklerini onun yardımıyla tamamlamıştır. On altı yaşındayken Abdullah bin Mübârek ve Vekî bin Cerrâh’ın kitaplarını ezberledi. Fıkıh ilminde, müctehitlerin bildirdiklerini öğrendi. Sonra annesi ve kardeşiyle birlikte hacca gitti. Hac farîzasını îfâ ettikten sonra annesi ve kardeşi Buhârâ’ya döndüler, İmâm-ı Buhârî ise, Mekke’de kalıp, hadîs-i şerîf toplamaya başladı. On sekiz yaşındayken Sahâbe ve Tâbiîn fetvâlarını topladı. Abdullah bin Zübeyr el-Hamîdî’den Şâfiî fıkhını öğrendi. Bu arada Medîne-i münevvereye gidip Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kabr-i şerîfini ziyâret edip, geceleri kabr-i şerîf başında Târih-ul-Kebîr kitabını yazdı. Mekke ve Medîne’den başka, Bağdat, Basra, Kûfe, Mısır, Nişâbur, Belh, Merv, Askalan,Dımeşk, Hums, Rey ve Kayseriyye gibi ilim merkezlerini dolaşıp, hadis âlimleriyle görüşüp binden fazla âlimden hadis ve diğer ilimleri öğrenip nakletti.

Kuvvetli zekâya ve hâfızaya sâhib olan İmâm-ı Buhârî, işittiği hadîs-i şerîfi hemen ezberliyordu. Onunla hadîs-i şerîf dinleyenler yazdığı hâlde, o, yazma ihtiyâcını duymuyordu. Muhammed bin Selâm el-Bîkendî, İbrâhim bin el-Eş’âs, Ebû Âsım eş-Şeybânî, Abdurrahmân bin Muhammed bin Hammad, Hâlid bin Mahled, Ebû Nasr-il-Ferâdisî, Abdân bin Osmân el-Mervezî, Ali bin el-Medînî, Ahmed bin Hanbel, Yahyâ bin Ma’în, İshak bin Râheveyh, Süleymân bin Harb, Abdullah bin Zübeyr el-Hâmidî gibi hocalar elinde yetişti.

Buhârî, ilim tahsilini bitirdikten sonra, Mısır’dan Mâverâünnehr’e kadar tanınmış ilim merkezlerinde hadis ve çeşitli ilimler okuttu. Derslerinde binlerce talebe bulunurdu. Kendisinden 70.000’den fazla talebe hadis dinlemiştir. Bunlar arasında, Tirmizî, Nesâî, Ebû Zür’a ve Ebû Bekr bin Huzeyme, İbn-i Ebî Dâvûd, Muhammed bin Nasr-ul-Mervezî, Müslim bin Haccâc, İbn-i Ebiddünyâ gibi büyük ve tanınmış hadis âlimleri de vardı. Binlerce talebe yetiştirdikten sonra Nişâbur’a oradan da Buhâra’ya döndü. Bir müddet Buhâra’da kalıp, hadis ve ilim öğretmekle meşgul oldu. Bir rivâyete göre Buhâra vâlisi çocukları için özel ders verilmesini, buraya kimsenin girip, dersi dinlememesini istedi. Buhârî cevâbında; "Ben bir kısım kimseleri hadis dinlemekten men edip, birkaç kişiye hadis öğretmem." buyurdu. Bu durum vâliyle arasının açılmasına sebeb oldu. Buhâra’dan ayrıldı. Allahü teâlâya, şikâyet yoluyla vâlinin verdiği sıkıntıyı arz etti. Duâsı kabûl olup, aradan bir ay geçmeden vâli azledildi, zindana atıldı. Bu arada Semerkantlılar kendisini dâvet ettiler. Giderken yolda, Semerkantlılardan bir kısım insanların isteyip, bir kısmının istemediği haberini alınca, Hartenk köyünde kaldı. İşin iç yüzünü öğrenmek istemişti. İnsanların bu hâlinden kalbi daraldı ve canı sıkıldı. Teheccüt namazından sonra ellerini açıp; "Yâ Rabbî! Yeryüzü bu genişlikle bana dar oldu. Beni tarafına al!" diye duâ etti. O ay, orada hastalandı ve 870 yılının Ramazan bayramı gecesi Semerkant’tan 72 km uzaklıkta olan Hartenk’de vefât etti. Mezarı oradadır.

İmâm-ı Buhârî, çok cömerd olup, herkese iyilik ederdi. Fakîrlere çok sadaka verir, talebelerinin ihtiyaçlarını bizzat karşılardı. Bayram günleri hâriç bütün yılını oruçla geçirirdi. Haramlardan ve şüphelilerden dâima kaçar, gıybetten çok korkardı. "İsterim ki Rabbime kavuştuğumda hiç gıybet etmemiş olayım ve böyle bir şey için kimse beni aramasın." buyururdu. Gecenin ilk saatlerinde biraz uyur, sonra kalkar ilim ve ibâdetle meşgul olurdu. Kur’ân-ı kerîmi üç günde bir defâ hatmederdi.

Hadis ilminin ve hadis âlimlerinin önderi olan İmâm-ı Buhârî, yüz binlerce hadîs-i şerîfi ezberlemişti. Hadîs-i şerîfleri metinleri ve senetleriyle ezbere bilirdi. Hadîs-i şerîflerin râvîlerini çok inceler dînin emirlerine uymayan, edeplerini gözetmeyen, ahlâkında bir kusur olanların rivâyet ettiği hadîs-i şerîfleri almazdı. Hadîs-i şerîfin metnini ezberlediği gibi, o hadîs-i şerîfi rivâyet eden kimselerin, künyelerini, doğum ve ölüm târihlerini, ahlâk ve yaşayışlarını, kimden rivâyette bulunduklarını, o râvîden başka kimlerin hadîs-i şerîf aldığını öğrenir ve ezberlerdi. Bir kimse hadis rivâyetinde ve râvîlerin senedinde hatâya düşse, hemen İmâm-ı Buhârî’yi bulup sorar ve doğrusunu öğrenirdi. Gittiği her yerde, etrâfı hadîs-i şerîf almak ve öğrenmek isteyenlerle dolup taşardı. İmâm-ı Buhârî’nin hadis ilmindeki rumuzu "HI" harfidir. Aynı zamanda tefsir ve kelâm ilimlerinde de üstâd olan İmâm-ı Buhârî’nin tefsire dâir bildirdiği rivâyetler tefsir âlimlerinin eserlerini süslemektedir. Kelâm ilmine dâir eserler de yazmıştır.

Eserleri:

1) Câmi-us-Sahîh: En büyük ve en meşhur eseridir. Sahîh-i Buhârî ismiyle de tanınır. İslâm âlimleri söz birliğiyle; "Kur’ân-ı kerîmden sonra en sahih kitap Sahîh-i Buhârî’dir." buyurmuşlardır. İmâm-ı Buhârî bu kitabı Mescid-i Harâm’da yazdı. Her hadîs-i şerîfi kitâbına yazmadan önce istihâre yapmıştır. Gusl edip, Kâbe’de makâmın gerisinde iki rekat namaz kılıp, koyduğu sağlam usûllere göre sahih olduğu kesin olarak belli olan hadîs-i şerîfleri yazmıştır. Bu kitabı müsveddeden temize çekme işini de Medîne-i münevverede Peygamber efendimizin kabr-i şerîfi ile minberi arasında bulunan Ravda-i Mutahherada yaptı. Bu eserini nasıl yazdığını kendisi şöyle anlatmıştır: "Câmi-us-Sahîh kitâbını, 600.000 hadîs-i şerîf arasından seçtim. Her hadîs-i şerîfi kitaba koymadan önce gusledip, iki rekat namaz kılıp, istihâre yaptım. Ondan sonra hadîs-i şerîfi kitaba koydum. Bunları yapmadan hiçbir hadisi yazmadım. 7275 hadîs-i şerîf olan bu kitabı on altı yılda tamamladım."

Kütüb-ü Sitte adı verilen altı sahih hadis kitabının en başta geleni olan Sahîh-i Buhârî’nin, Ali el-Yünûnî tarafından el yazmasıyla çoğaltılan metni mûteber olmuştur. Bu nüshanın aslı Kâhire’de Akboğa Medresesi Kütüphânesindedir. Sahîh-i Buhârî’nin birçok şerhleri ve baskıları yapılmıştır. 1894’te Sultan İkinci Abdülhamîd Han tarafından Mısır’da yaptırılan iki cilt baskısı pek nefis, ciltlenmiş, altın tuğra ve nukûş ile süslenmiştir. Bu baskı Bulak’ta Emîriyye Matbaasında yapıldı. Zeynüddîn Ahmed Zebîdî, mukarrer rivâyetleri birleştirerek Buhârî-i Şerîf Tecrid-i Sarîh ismiyle kısaltılmıştır.

2) Târih-ul-Kebîr, 3)Târih-ul-Evsat, 4)Târih-us-Sagîr (Bu üç eser hadis râvîlerinin hayatlarını ve hadis ilmindeki yerlerini ihtivâ etmektedir.), 5) Kitâb-u Duafâ-is-Sağîre: Zayıf râvîlerin hallerinden bahseder. 6) Et-Târih fî Mârifeti Ruvât-ül-Hadîs, 7) Et-Tevârîh-ul-Ensab, 8) Kitâb-ül-Kûnâ, 9) El-Edeb-ül-Müfred (Ahlâkla ilgili hadîs-i şerîfleri toplayan eserdir.), 10) Ref’ul-Yedeyn fissalâti, 11) Kitâb-ül-Kırâati Half-el-İmâm, 12) Halk-ul-Ef’âl-il-İbâdi ver-Reddü alel-Cehmiyye, 13) El-Akide yâhut Et-Tevhîd: Kelâm ilmiyle ilgilidir. 14) El-Câmi-ul-Kebîr, 15) Et-Tefsîr-ül-Kebîr, 16) Kitâb-ül-Mebsût, 17) Esmâ-üs-Sahâbe.

BUHTUNNASAR-NABUKEDNAZAR

(Bkz. Bâbil Krallıkları)

BUHURDAN

Alm. Rauchergefass (n), Fr. Encensoir (m.), İng. Censer. İçinde buhur yakılan kap. "Buhur" (tütsü) kelimesiyle, Farsça mekân (yer) ismi yapan "dân" ekinden türetilmiştir. Ateşliğe ateş konarak kokulu ağaçlar ve buhur çubukları yakılan ayaklı ve mâdenî kaplar olup, kapakları üzerinde dumanın çıkması için zarîf oymalı delikler vardır.

Her devirde çok değişik örnek ve biçimlerde gözü okşayacak şekilde yapılan buhurdanlar ateşlik ve külah olmak üzere iki kısımdır. Buhurdanların altlarına konan tabloya da buhurdan tablası denirdi. Bunların üzeri kıvrık dal motifleri ile süslenirdi.

Altın, gümüş, bakır, pirinç, porselen, fayans ve topraktan çeşitli şekillerde yapılırdı. İstanbul’da daha çok mâdenî olanları yapılır ve adına da "tombak" denirdi. Şam ve Yemen’de yapılanları daha meşhurdur. Arap buhurdanları daha büyük ve daha süslü olup, bunlar hem kandil gibi asılabilir hem de yere koyulabilirdi.

Toprak ve gümüş üstüne kurşunla, nakış işleme tekniğiyle yapılan ve herbirinin ayrı bir hikâyesi olan, üzerinde çok değerli taşlar bulunan, Türk buhurdanlarının en güzel örnekleri, Topkapı Sarayındadır.

Buhur olarak öd ağacı, amber, günlük, sandal ağacı gibi yandığı zaman güzel koku veren şeyler kullanılırdı. Öd ağacı bâzan dal hâlinde, bâzan da tozu gülsuyu ile hamur yapılarak kalem veya levha şeklinde kurutulur; câmi, mescid, tekke ve evlerde, mevlid, cenâze ve benzeri dînî toplantılarda yakılırdı.

BUJİ

Alm. Zündkerze (f), Fr. Bougie (f), İng. Spark plug. İçten yanmalı motorların, genellikle hepsinde (dizel motorları hâriç) yanma odasındaki yakıt-hava karışımını ateşlemek için kullanılan devre elemanı.

Bilindiği gibi içten yanmalı motorlarda piston, yakıt-hava karışımını sıkıştırmak için yukarıya doğru çıkar. Bu sıkıştırma işi bittiği an yakıtın tutuşması lâzımdır. İşte bu anda ortam içinde bulunan bujinin merkez elektrodu ile silindir bloğuna bağlı olan şase elektrodu arasında bir kıvılcım meydana gelir. Bu iki elektrot arasında yaklaşık 0,75 milimetrelik bir hava boşluğu vardır. Bu kıvılcım yakıtı ateşler ve âni genişleme sonucu piston geriye itilir.

Bujinin çalışma sıcaklığına göre çeşitli tipleri vardır. Genellikle 400-850°C arasında iyi sonuç verirler. Sıcaklığın yüksek olması elektrot ucuna biriken karbonun yanması içindir. 850°C altında olması ise kendiliğinden ark yapmaması içindir. Bujinin yapısında elektrot ve bunun etrafında yalıtkan olarak porselen vardır. Ayrıca ateşleme elektrodu tarafı motor gövdesine vidalanabilmesi için dişli yapılmıştır, şase buraya bağlanır. Bujinin çalışması 6~12 V’luk akü geriliminin 15.000-25.000 V’a çıkarılmasıyla sağlanır. Bu işi endüksiyon bobini yapar.

BUKALEMUN (Chamaeleon)

Alm. Chamaleon (n), Fr. Cameleon (m), İng. Chameleon. Familyası: Bukalemungiller (Chamaeleontidae). Yaşadığı yerler: Güney İspanya, Kuzey Afrika ve Güney illerimizde boldur. Özellikleri: Renk değiştirerek çevreye en iyi şekilde uyum sağlar. Çeşitleri: Âdî, Sudan, Dağ ve Pars bukalemunu en çok bilinenidir.

Pullu sürüngenlerden renk değiştirebilme özelliğine sâhip, yavaş hareketli bir hayvan. 85 kadar türü bilinmektedir. Vücûdu yandan basıktır. Ağaç dallarında yaşar. Ayak ve kuyruğu ile ağaç dallarını kavrar. Çoğu 20-30 cm boyundadır. Derisinin içinde yer alan "kromotofor" denen renk hücreleri sâyesinde rahatlıkla renk değiştirerek yılan ve yırtıcı kuş gibi düşmanlarından kendini korur. Başının tepesi miğferlidir. Bâzılarında boynuz gibi çıkıntı bulunur. Beş parmaklı ayaklarının iki parmağı bir yanda, üçü karşı tarafta olduğundan ağaç dallarını kerpeten gibi kavrar. Avına çok yavaş yaklaşır. Boyuna yakın uzunluktaki ucu yapışkan dilini, hızla böceklere fırlatarak avlanır. Zehirli değildir, insana saldırmaz. Bukalemunun şaşılacak özelliklerinden birisi de, birbirinden bağımsız hareket eden gözleridir. Bir gözü ile önde avını görürken, diğer gözüyle yan ve arka kısmını gözleyebilir. Doğu Afrika ve Madagaskar’da bir metreye yakın bukalemunlar vardır. Uzun, yapışkan ve vantuzlu dilleriyle küçük memeli ve kuşları avlayabilirler.  Bukalemunlar yaz sonunda toprağa kazdıkları çukurlara birkaç düzine yumurta yumurtlayarak toprakla örterler. 3-4 ay içinde yavrular yumurtadan çıkarak hemen avlanmaya başlarlar. Bukalemunlar toprak yüzeyinde yürüme ve çukur açmada büyük zorluk çekerler. Bir kısım bukalemunlar ovovivipardır, yâni yumurtalar ana karnında açılarak yavrular doğar. Bâzı ilkel toplumlar tarafından bukalemun uğurlu sayılmış ve korunmuştur. Böcek avladığından faydalı bir hayvandır.