BRONŞİT

Alm. Bronchitis, Fr. Bronchite, İng. Bronchitis. Akciğer içinde havanın dolaştığı boruların iltihaplanması. Bronşite, stafilokok, streptokok, pnömomok influenza basili gibi iltihap yapıcı mikroplar sebeb olur. Vücut direncini kıran rüzgarlı ve rutubetli yerlerde yaşama, âni üşütme bronşite sebeptir. Bronşite kolayca yakalanmanın bir sebebi de irsî (kalıtım) ve vücut istidadından olabilir.

Bronşit, had (akut) ve müzmin (kronik) olmak üzere iki çeşittir.

Akut bronşit: Yukarı solunum yollarından bronşcuklara kadar uzanan hava yollarının âni başlayan iltihaplanması demektir. Sebepleri bakteri veya virüs olabilir. Bir soğuk algınlığından sonra görülebilir. Bronşit doğrudan doğruya çıkabildiği gibi grip, larenjit, kızamık vb. başka hastalıkların da ardından ortaya çıkabilir.Yâni bir hastalığın ihtilatı (komplikasyonu) da olabilir. Bâzı kimyevî madde ve zehirli gazların tahrişi ile de bronşitler ortaya çıkabilir. Kuru ve soğuk hava da solunum yollarının direncini düşürdüğü için, akut bronşite sebeb olabilir. Burada bronşiti yapan yine mikroplardır. Ancak sebeb, bunlara karşı vücudu zayıf düşüren soğuk ve kuru havadır.

Bir soğuk algınlığından sonra ortaya çıkan tipik bir bronşit de göğüste sıkışma hissi akşam üzeri başlayan ateş, hafif baş ağrısı, ürperti, halsizlik, hışırtılı solunum, öksürük bulunur. Öksürük başta kurudur. Ancak iltihabın ilerlemesi ile balgam da çıkmaya başlar. Bâzı virüslerin sebeb olduğu bronşitlerde yüksek ateşle birlikte bel ağrısı, kırıklık, ishal de bulunabilmektedir.

Hastayı, soğuktan korumak ve oda havasını devamlı nemli tutmak gereklidir. Ateş düşürücü ve öksürük kesici ilaçlar mutlaka bir doktor nezâretinde ve antibiyotikler antibiyogram yaptırarak alınmalıdır. Bu tip ilaçları şuursuz kullanmamalıdır, teşhis hatalara sebeb olabilmektedir. Yatak istirahatı gereklidir. Sıcak ıhlamur, açık çay, süt ve çorbadan meydana gelen bir beslenme uygulanır. Süte bal karıştırıp içmek öksürüğe çok iyidir. Sırta 4-5 kuru vantuz (şişe) tatbikatı yapılır. İlk önce yatıştırıcı öksürük şurubu, balgam çıkarmaya başladığı zaman balgam söktürücü öksürük şurupları kullanılır. C vitamini bakımından zengin olan meyveler yenir. Ayrıca C vitamini almak faydalıdır. Hatmi çiçeği çayına devam edilirse tedavi eder. Süt otunun demi, balgamı söktürür. Gelincik çayı öksürüğü giderir. % 1-3 (% 1)lük ebegümeci infüzyonunun (demi), solunum, yolları iltihabına karşı koruyucu özelliği vardır. Göğüs hastalıklarında antiseptik (mikrop öldürücü) özelliği olan mersin yaprağının % 3’lük demi içilirse bronşite şifâ olur.

Müzmin kronik bronşit: Uzun süreden beri devam eden öksürük ve fazla miktarda balgam çıkarmakla ortaya çıkar. Bir bronşiti kronik olarak adlandırmak için, öksürük ve balgamın en az iki seneden beri devam etmesi ve her sene en az üç ay sürmüş olması gereklidir. Balgamın ekseriya sabahları çıkması gerekmektedir. Genel olarak ateş yoktur.

Nefes darlığı bilhassa geceleri daha sık görülür. Zamanla hastanın nefes darlığı artar. Parmak uçları ve dudaklarda morarma olabilir.

Sebepleri: Oldukça farklı ve fazladır. En çok rutubetli iklim şartları, tozlar, sigara dumanı, tekrarlayan bakteri ve virüs bronşitleri, nihayet allerjik reaksiyonlar sayılabilir. Bu sebepler içinde sigara en önemli yeri işgal etmektedir. Sigara içenlerin çoğunda özellikle günde bir paketten fazla içenlerde ileri yaşlarda kronik bronşit başlamaktadır. Sabahları çok olan öksürük, çok kere kuru, bâzan da balgamlıdır. Hastaların bir kısmı bu öksürüğe önem vermezler. Bir kısmı da bunun önemini bilmekle beraber sigarayı terk edecek iradeden yoksundur. Bâzı kimselerin akciğer savunma mekanizmaları zayıftır ve bunlarda kronik bronşit için müsait bir zemin vardır. Kronik bronşit, kadınlarda erkeklerden daha azdır.

Tedâvisinde en önce yapılacak şey, bronşları tahriş edici ortamdan tecrit etmektir. Bakteriyel bir enfeksiyonsa antibiyotikler; mantar iltihabı ise mantar ilâçları kullanılmalıdır. Böyle durumlarda bronşları genişletici ve balgam söktürücü ilâçlar verilir. Sigarayı mutlaka bırakmalıdır. Akut bronşite uygulanan tıbbî bitkilerin tedâvisi kronik bronşite de uygulanır. 1000 gram suya 20 gram sığırkuyruğu çiçeği, 10 gram ebegümeci çiçeği ve 10 gram gelincik çiçeği konularak elde edilecek dem iyi bir balgam sökücü ve öksürük kesicidir. Yine hatmi çiçeği bu hastalık için de çok güzel devâdır.

BRONŞLAR

Alm. Bronchien (f-pl.), Fr. Bronches (f. pl.), İng. Bronchia. Soluk borusunun ikiye ayrıldığı yerden başlayıp, çapları bir milimetre oluncaya kadar dallanarak devam eden, çeşitli çap ve uzunluktaki nefes boruları.

Trakeas denilen soluk borusu 10-12 cm uzunluğunda olup, gırtlak ile ana bronşlar arasındadır. Soluk borusunun ikiye ayrıldığı yere tıp dilinde "Bifurcatio trachea", yâni çatallanma soluk borusu yeri adı verilir. Bu çatallanma yeri yaklaşık olarak beşinci boyun omuru hizâsında bulunmaktadır. Burada ana bronşlar 50-100 derece arasında değişen bir açı ile birbirlerinden ayrılırlar. Sağ ana bronş, soluk borusundan az bir açı farkla devâm ederken; sol ana bronş, soluk borusu doğrultusundan oldukça büyük bir açı ile ayrılır. Bu sebeple soluk borusuna kaçan maddeler genellikle sağ ana bronşu tıkarlar. Sağ ana bronş 3, sol ana bronş ise 4 cm çapındadır.

Her ana bronş, lop bronşlarına ayrılır.Sağda üç, solda iki tâne lob bronşu bulunmaktadır. Sağdaki lob bronşlarına ayrılma yeri çatallanma yerinden 2,5 cm kadar uzaklıkta, soldaki ise 5 cm uzaklıktadır.

Lob bronşlarından da akciğerin segmentlerine göre, segment (parça) bronşları ayrılır.Sağ akciğerde 10, sol akciğerde 8 olmak üzere akciğerlerde toplam 18 segment bulunmaktadır. Segment bronşları çapları bir milimetre oluncaya kadar devâm eder. Bundan sonra bronşçuklar başlar. Bronşçukların duvarları bronşların duvarlarından farklıdır ve aralarındaki temel yapı farkı; bronş duvarlarında bulunan kıkırdak dokusunun bronşçuklarda bulunmasıdır. Terminal bronşçuklardan ufak solunum bronşçukları çıkar. Bu bronşçuklar 1-3,5 mm uzunluğunda ve 0,4 mm genişliğinde olup, akciğer keseciği kanalı ile devam ederler. Akciğer kesecikleri hem ufak solunum bronşçuklarına ve hem de akciğer keseceği kanalına açılırlar. Akciğer keseciklerinin bir diğer adı da alveoldür. Gaz alışverişi, alveol ile alveol kapilleri arasında cereyân eder.

Akciğer kesecikleri (alveoller), 0,06 mm ile 0,2 mm arasında değişen çaplara sâhip olup, bunların yaklaşık 200 tânesi bir terminal bronşa bağlanmaktadır. Akciğerimizde yaklaşık 300 milyon kesecik bulunmaktadır. Alveollerin yüzeyleri toplamı ortalama 55 metrekarelik bir alanı bulmaktadır. İnsan vücudunun mükemmel yaradılışı, basit görülen bronşlarda bile açıkça görülmektedir.

Bronşların içi, tüylü epitel hücreleri ve bronş ifrâzâtının kaynağı olan kadehçik hücreleri ile örtülüdür. Bu hücrelerin ve diğer salgı bezlerinin salgıladığı ifrâzâtı, tüylü epitel hücreleri gırtlağa doğru hareket ettirir. Bu ifrâzât, balgam olarak dışarı atılır. Hava yollarına kaçan toz, kurum vb. bu yolla birkaç saatte dışarı atılır.

Tütün kullananlarda tüylü epitel hücrelerinin kılcıklarının hareket kâbiliyetleri zayıflamaktadır. Böylece hem sigaranın tahriş edici etkisi ve hem de diğer zararlı maddelere karşı bronş korunma mekanizmasının işlemesinin aksaması bir araya gelerek akciğer yapı ve işleyişi bozulmaktadır. Bunun sonucu olarak arabaların eksoz dumanlarında ve sigara dumanında bulunan kanser yapıcı (kanserojen) maddeler akciğerde birikerek ilerde meydana gelecek bir akciğer kanserine zemin hazırlayabilirler.

Bronşların duvarlarının yapısı ayrıca düz kas, kıkırdak ve esnek katılgan dokudan meydana gelmiştir. Bronşların düz kaslarının kasılmasıyla daralma meydana gelir ve hava alma zorlaşır; bu da astım hastalığının husûle gelmesine sebeb olur. Bu bronş daralması, çeşitli allerjik ve bünyevî özelliklerden olur.

BRONZ

Alm. Bronze, Fr. Bronze, İng. Bronze. Bakırın önemli bir alaşımı. Önceleri bakır ve kalaydan meydana gelen bakır alaşımlarına bronz denilmekteydi. Bununla birlikte bronz terimi modern kullanımda bakırın bakır-nikel, bakır-berilyum ve bakır-çinko (pirinç) alaşımı dışındaki bütün alaşımları için kullanılmaktadır. Pirinç bakırın çinkoyla yaptığı alaşımdır. % 10 çinko ihtivâ eden pirince ticârî bronz da denilmektedir.  Bronz târihî bir öneme sâhiptir. Bilinen en eski alaşımlardandır. Eldeki tarihi bilgilere göre ilk defâ M.Ö. 3500 yıllarında Ortadoğuda îmal edilmiştir. Ancak yaygın bir şekilde kullanımı M.Ö. 1000 yıllarında başlar. Bu devirlerde bronz, silah ve âlet yapımında (özellikle bıçaklar, makaslar, çekiçler vs.), bunun yanında sanat eserlerinde ve süslemelerde kullanılmıştır.

Bronz bakırdan daha serttir, daha kolay erir ve kalıba daha kolay dökülür. Bâzı bronzlar demirden de serttir. Bu tür bronzlar silâh namlusu ve makina yataklarının îmâlinde kullanılır. Âlet ve silâhlarda demir alaşımlarının daha çok kullanılmakta olması, demirin bakır ve kalaya oranla daha bol bulunmasındandır. Bakırın içinde bâzı metallerin çözünebilme sınırları vardır. Meselâ berilyum % 2, silisyum % 5, kalay  % 15 ve çinko % 38 nispetinde çözünebilir. Bir metalin miktarı çözünme sınırının üzerinde olduğu zaman alaşım homojen olmaz. Bunun yanında nikel ve alüminyum gibi sınırsız olarak bakırla karışabilen metaller de vardır.

Silisyum, alüminyum ve kalay bronzda en fazla bulunan elementlerdir. Bu metallerin nispeti arttıkça alaşımın sertlik ve direnci artar. Ancak parlaklığı azalır. Bronzda az bir miktarda bulunabilen diğer mühim elementler de mangan, demir, kurşun ve fosfordur. Fosfor bronzu, pompaların, vanaların ve burçların yapımında kullanılır. Bronzun çok kullanıldığı alanlardan biri de metal para îmâlidir.

BRUNEİ

DEVLETİN ADI

Brunei Sultanlığı

BAŞŞEHRİ

Bandar Seri Begawan

NÜFÛSU

264.000

YÜZÖLÇÜMÜ

5.765 km2

RESMÎ DİLİ

Malaysia dili, İngilizce

DÎNİ

İslâm

PARA BİRİMİ

Brunei doları

Asya kıtasının güney-doğusundaki Borneo Adasının kuzeydoğusunda bulunan, Güney Çin Denizine kıyısı bulunan, komşusu Savarak Devletinin topraklarının Güney Çin Denizine doğru bir koridor gibi uzanması sebebiyle iki parçaya ayrılmış küçük bir devlet. İngilizlerin koruması altındadırlar.

Târihi

Brunei’nin 15. asra kadar olan târihi hakkında pek fazla mâlumât bulunmamaktadır. İslâmiyetin buralarda yayılmasından sonraki târihi kesin olarak bilinmektedir. İslâmiyetin kabûlünden sonra dînin îcâbı olarak birlik, berâberlik içerisinde hareket ederek, bölgenin en güçlü devleti olan Brunei- Borneo Adasının tamâmına yakın bir kısmını idâresi altında bulunduruyordu. İslâmiyetin düşmanları, dolayısıyla da Brunei Devletinin düşmanları ülkeyi dâimâ zayıflatmaya çalışmışlardır. On dokuzuncu asrın sonunda iyice zayıflatılan ülkede 1888 senesinde İngiltere hâkimiyetini tesis etmiştir. 1959 senesinde kabul edilen bir anayasa gereğince, Brunei Sultanlığı yarı demokratik bir sistemle iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde İngiltere’nin himâyesinde olan bir devlet olarak son şeklini almıştır.

Fizîki Yapı

Güney Çin Denizine kıyısı olan iki parçalı toprak üzerinde kurulmuş olan ülkenin yüzey şekilleri fazla farklılık göstermez. Batı kesimleri alçak ovalar ve bataklıklarla kaplı olan ülkenin, doğu kesimleri ise pek fazla yüksek olmayan dağlarla kaplıdır. En yüksek noktası Labi Hılls Tepesi olup, 396 m yüksekliğindedir. Önem arz eden akarsuları, Belait ve Tutong’dır. Gölleri mevcut değildir.

İklim

Ekvator bölgesine yakın olduğu için Brunei’de bütün sene boyunca bol yağışlı, nemli ve sıcak bir iklim hüküm sürer. Senelik ortalama yağış miktarı sâhil kesimlerinde 2500 mm civârında, iç kesimlerde de 3800 mm olan ülkenin, senelik sıcaklık ortalaması ise, 27°C civârındadır.

Tabiî Kaynakları

Gür ormanlarla kaplı olan ülke, petrol, tabiî gaz gibi yeraltı mâdenleri bakımından da çok zengindir. Ormanlardan elde edilen kauçuk gibi pekçok ürün Brunei’nin tabii zenginliklerini teşkil etmektedir.

Nüfus ve Sosyal Hayat

264.000 civârında olan nüfûsunun, yarısından fazlasını Malezyalılar, dörtte birini Çinliler, az bir kısmını ise yerli Dayak kabîlesi teşkil eder. Halkın büyük bir çoğunluğu Müslüman olup, çok az miktarda ise Budist ve Putperest bulunmaktadır. Genellikle köylerde dörtgen biçiminde yapılmış ahşap evlerde yaşayan halkın başlıca gıdâ maddeleri arasında pirinç ve balık gelmektedir. Resmî dili Malaysia dili olmasına rağmen, İngilizce ve Çince de yayın olarak kullanılan lisanlardandır. Başlıca şehirleri başkenti olan Bandar Seri Begawan, Burnei kasabası, petrol merkezi olan Kuala Belait ve Seria şehirleridir.

Siyâsî Hayat

Sultanlıkla idâre edilen ülke, iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde ise İngiltere’nin himâyesi altındadır. 1959 senesinde kabul edilen bir anayasa ile idâre edilir. Bir yürütme ve bir yasama meclisinin bulunduğu Brunei’de yürütme kurulu Sultanın başkanlığında bir bakanlar kurulu hâlindedir. Ülkedeki yasama meclisi 21 kişiden meydana gelmektedir. Bunun 10 kişisi seçimle iş başına gelirken, 11 kişisi ise Sultânın tâyini ile işbaşına gelmektedir.

Ekonomi

Petrol zengini bir ülke olan Brunei, ürettiği petrolün büyük bir kısmını kendisi işleyip satar. Bir kısmını ise ham petrol olarak ihraç etmektedir. Alçak ovalarla, sulanabilir arâzilerde tarım yapılmaktadır. Ülkede yapılan tarım kendi ihtiyacını karşılayacak kapasitededir. Bir kısım tarım ürünlerini ve ormanlardan elde ettiği bâzı orman ürünlerini de ihraç etmektedir. İhraç ettiği mallar arasında petrol, tabiî gaz, baharat, Hindistan cevizi, kauçuk ve sagu denilen ekmek ağacından elde edilen bir madde en başta gelenleridir. İthal ettiği malların başında ise makina, araç, metal ürünleri, çimento ve tekstil ürünleri gelir. Dış ticâret yaptığı ülkelerin başında Japonya, ABD, Singapur, Tayvan ve Malezya gelir.

Ulaşım

Karayollarının gelişmemiş olduğu Brunei’de başlıca ulaşım yolu akarsulardır. En önemli karayolu Muara’yı başşehir üzerinden petrol şehirleri olan Seria ve Kuola Belait’e bağlayan yoldur. Hava ulaşımı Kraliyet Havayolları ile sağlanır.

BRUSELLOZ

(Bkz. Malta Humması)

BRÜKSEL

Belçika’nın başşehri. Zenne Irmağı kıyısında kuruludur. Şehrin nüfûsu 140.000 civârında olup, Büyük Brüksel denilen ve 19 özerk komünden meydana gelen metropolitanın nüfûsu ise bir milyon civârındadır. Brüksel ülkenin en büyük yerleşim alanı ve kültür merkezidir. Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (ECSC), Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (Euratom) ve Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilâtı (NATO) gibi kuruluşların merkezleri Brüksel’dedir. Bu özelliği ile ekonomik ve siyâsal bakımdan dünyâca önem taşır. Resmî dilleri Flamanca ve Fransızca olup daha ziyâde Fransızca konuşulur.

Belçika’nın 1830’da bağımsız bir krallık hâline gelmesinden sonra gerek eski Brüksel ve gerekse bağlı bucakları ile Büyük Brüksel çok hızlı genişlemeye başlamıştır. Zenne Irmağı Vâdisi boyunca ve ırmağın kolları arasındaki platolar üzerinde giderek binâlar yapılmıştır. Bölgedeki göller doldurulmuş, akarsuların da üstü kapatılarak boşaltım kanallarına dönüştürülmüştür.

Brüksel, kamu kuruluşlarının, devlet dâirelerinin ve konut semtlerinin yer aldığı yukarı kesim ile ticârî üretim etkinliklerinin ve milletlerarası kuruluşların yer aldığı aşağı kesim şeklinde ikiye bölünmüştür.

Brüksel’de mâdencilik, metalürji, kimyâ, kâğıt, seramik ve besin sanâyii gelişmiştir. Bunların yanısıra geleneksel el sanatları da yaygındır. Brüksel’deki en önemli eğitim kurumları arasında Brüksel Bağımsız Üniversitesi başta olmak üzere, Saint Louis Enstitüsüne bağlı Katolik yüksek okulları, fen bilimleri, tıp, Fransız dili ve edebiyatı, Flaman dili ve edebiyatı konularında eğitim veren kraliyet akademileri ve bir de yüksek askerî okul sayılabilir. Kültürel alanda da müzik, tiyatro, sinema ve televizyon çok ilgi ve destek gören alanlardır.

BRÜTÜS

Roma İmparatoru Caesar’ı (Sezar’ı) katledenlerden biri. Asıl adı Marcus Junus Brütüs’tür. Romalı bir politikacı idi. Asil bir âilenin çocuğudur. Babasını küçük yaşta kaybeden Brütüs, amcası Caton tarafından yetiştirilmiştir. Bu sebeple amcasının etkisinde olarak senatorlar partisinin tam bir destekleyicisi olmuştur. Muhâfazakâr ve cumhuriyetçidir. Atina’da felsefe ile edebiyât öğrenimi yapmış ve çağdaşları arasında ateizmin en aşırı temsilcilerinden sayılmıştır. Cumhûriyet ilkelerinin harâretli bir savunucusu olan Brütüs, Caesar (Sezar) ile Pompeus arasındaki iç savaşta Pompeus’un tarafını tutmuştur (M.Ö. 46). Buna rağmen Caesar tarafından çok sevilip korunmuştur.

Tam bir diktatör olan Caesar’a karşı sonuna kadar düşman kalmış, ancak bu düşmanlığını belli etmemiştir. Cassius’la birlikte Caesar aleyhine tertiplenen bir sûikasta katılarak ünlü diktatörü katledenler arasında yer almıştır. İlk bıçağı çok sevdiği Brütüs’ten yiyen Caesar, büyük bir şaşkınlık içinde "Sen de mi Brütüs?" demiş ve bu sözü târihe geçmiştir. Halkın gösterdiği tepki yüzünden Roma’dan kaçmak zorunda kalan Brütüs, Cassius ile berâber doğuda ikinci Triumvira’ya karşı mücâdele içine girmiştir. Filippide Antonius ve Octavianus lejyonları ile karşılaştığı zaman yenilgiye uğrayan Brütüs, hayâtına son vermiştir.

BUCAŞ ANTLAŞMASI

18 Ekim 1672’de Osmanlı Devleti ile Lehistan arasında imzalanan antlaşma. Ukrayna’da yaşayan Sarıkamış Kazakları Lehlilere karşı Osmanlı himayesini kabul etmişlerdi. Osmanlı Devleti de Kazakların Hatmanı Doreşenko’ya sancak beyliği pâyesi vermişti. Kazakların Osmanlı hakimiyeti altına girmesini istemeyen Lehistan kralı, Doreşenko üzerine yürüyüp birkaç palangasını aldı. Osmanlı Devleti, himayesine geçmiş bulunan Kazak hatmanına, taarruzdan el çekmesi ve dinlemezse sulha aykırı hareket etmiş olacağını Lehistan kralına bildirdi. Ancak Lehistan kralı, pâdişâhın nâmesine muvâfık (uygun) cevap vermediğinden, 1672’de Lehlilere karşı harp îlân edildi. Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu süratle Lehistan’a girdi ve Podolya’nın merkezi Kamaniçe’yi aldı (27 Ağustos 1672). Sultan Dördüncü Mehmed’in de katıldığı Osmanlı ordusu, Galiçya’da Lemberg ve Lublin kalelerini zaptetti. Osmanlı ordularının bu ilerlemeleri karşısında Lehistan barış istemek zorunda kaldı.  Galiçya Ukraynasında yer alan Bucaş’ta başlayan görüşmeler dört gün sürdü. 17 Ekim 1672’de imzalanan antlaşmanın önemli maddeleri şunlardır: 1. Leh kralı her sene, kasımdan kasıma Osmanlı hazinesine 22.000 altın verecek.  2. Podolya ülkesi eski hududuyla ve kalelerindeki cephane ve mühimmatıyla Osmanlılara teslim edilerek Leh kuvvetleri tarafından tahliye olunacak.  3. Ukrayna memleketi eski hududuyla Kazak Hatmanı Doreşenko’ya verilecek ve bu mıntıkadaki Leh kuvvetleri tamamiyle Ukrayna’yı terk edecek.  4. Podolya eyâletinde zaptedilen ve edilmeyen kırk sekiz palanga Osmanlılara teslim edilecek.  5. Osmanlı Devleti, Avrupa kıtasında herhangi bir devletle muhârebe ettiği sırada Leh Devleti, Osmanlılarla savaş yapan devlete herhangi bir vesileyle yardımda bulunmayacak.

BUDAMA

Alm. Ausholzen, Ausästen, Beschneiden (n.), Fr. Taille (f.), emendage (m.), İng. Pruning, lopping, trimming. Ağaçların düzenli ve kuvvetli bir taç (dal ve yaprak) meydana getirebilmeleri, verim çağlarında daha uzun zaman kalabilmeleri, kuvvetten düşmeye başlamış ağaçların yeniden kuvvetlenebilmeleri ve yüksek kaliteli ürün verebilmeleri gâyesiyle yapılan iş.

Odunlaşmış bitkilerde kırık, ezik, hastalık, sık ve eğri büyümekte olan dallar budanarak ağaçlara düzgün şekiller verilir. Meyve ağaçlarında kaliteli çiçek açmasını ve meyve alınmasını etkiler. Bahçelerdeki süs ağaç ve çalılarının budama ile şekilleri ve güzellikleri muhâfaza edilir.

Genç meyve ağaçları, taçsız olarak düz bir fidan hâlinde dikilir. İlk yıllar, gövdeden çıkan yan dallara dokunulmaz. Sâdece, kök boğazından çıkan sürgünler temizlenir. Ağaç çeşidine göre; şeftali ve kayısılarda ikinci, elma ve armutlarda ise üçüncü yıl şekil verme budaması yapılır. Meyve ağaçlarının alçak boylu ve kısa dallı olmaları erken ve bol meyve verimini etkiler. Dallar enliliğine büyümeli (uzayıp gitmemeli)dir. Alçak boylu meyve ağaçlarında bakım ve meyve toplama kolay olur. Budama ile terbiye edilmiş meyve ağaçları; alçak yapılı, 3-5 ana dallı, tacın alt tarafı bol yapraklı ve meyve dallı olur.

Gençleştirme budaması, ağaçlarda yeniden kuvvetle sürgünler meydana getirerek yeni bir taç teşkil edilmesi için yapılır. Böylece, ağaçta verim yeniden arttırılacağı gibi, meyvelerin de kaliteleri yükseltilmiş olur. İhtiyarlamış ve ölmeye yüz tutmuş ağaçlarda gençleştirme budaması yapılmaz. Gençleştirmede meyve türlerinin budamaya karşı dayanma dereceleri de göz önünde bulundurulur. Zeytin ağacı budamaya karşı en fazla dayanıklı olandır. Bunu dayanma derecelerine göre; armut, erik, elma, şeftali, kayısı, dut ve kiraz ağaçları sırayla takip eder.

Gençleştirme budamasında, ilk olarak kurumuş, sıklaşmış ve birbirine binmiş dallar kesilir. Geri kalan dallarda, kısaltma budaması yapılarak, ağacın tacı küçültülmüş ve yeniden kuvvetli sürgünlerin teşekkülü temin edilmiş olur. Bâzı ağaçlarda, budama yapılması netîcesi olarak, çift katlı bir taç teşekkül eder. Böyle ağaçlarda, üst taç atıldıktan sonra, zayıflamış olan alt taç dallarında da kısa budama yapılarak, ağaçta kuvvetli ve dengeli bir taç meydana getirilir.

Düzgün bir taç budaması yapıldıktan sonra, iyi bir toprak işlemesi, sulama ve gübreleme ile yeter miktarda meyve dal ve dalcıklarının meydana gelmesine yardımcı olunmalıdır.

Ağaçlarda genç dallar, budama makası veya serpet (bağ bıçağı) ile budanır. Genç dallar kesilirken, bir odun gözün tam üstünden, tırnak bırakmayacak ve düz bir şekilde kesilir. Budamada tırnak bırakmamak esastır. Tırnak bırakılırsa bu zamanla kurur. Yaşlı dallar, dalın alt tarafından yarılmamasına dikkat ederek, mutlaka testere ile kesilmelidir. Testere ile kesim bittikten sonra, yara yeri keskin bir serpetle perdahlanır. Perdahlanan yaralar aşı mâcunu ile sıvanır. Perdahlanan ve aşı mâcunu ile sıvanan yaralar çabuk kapanır.

Budamanın kış ve yaz budaması olmak üzere iki zamânı vardır:  Kış budaması: Ağaçların dinlenme devresinde yapılan budamadır. Soğuk yapmayan yerlerde kış budamasına bütün kış devâm edilebilir.Kışları sert geçen yerlerde, şiddetli soğukların geçmesi beklenmelidir. Böyle yerlerde, gözler uyanmadan evvel, şubat sonları ile mart başlarında yapılabilir.

Yaz budaması: Kış budamasından sonra, ağaçların yaşlı kısımlarında budanan yerlerin kenarlarından, lüzumsuz sürgünler çıkabilir. Yaz başlarında bu lüzumsuz sürgünleri kesmek veya kısaltmak îcâb eder. Bu sûretle ağaçlarda kuvvet israfı önlenmiş olur.

Şeftâli ve asmalarda, gözler uyanmadan önce ilkbahar başlangıcında budama yapılır.

BUDAPEŞTE

Macaristan’ın başşehri. Berlin’den sonra Orta Avrupa’nın en büyük ikinci şehri olup, Macaristan nüfusunun beşte biri de burada yaşamaktadır. Nüfusu 2 milyonun üzerindedir. Orta Macaristan’ın kuzeyinde, Tuna Irmağı üzerindedir. Irmağın batı (sağ) kıyısındaki Buda, doğu (sol) kıyısındaki Peşte ve Buda’nın kuzeyindeki Obuda şehirlerinin 1873’te birleşmesiyle Budapeşte ismini almıştır.

Kânûnî Sultan Süleymân tarafından ilk olarak 1526’da fethedilen Budin ve Peşte, bir buçuk asırlık bir Türk hâkimiyetinden sonra 1686’da elden çıkmıştı. Türk idâresi sırasında, Karadeniz üzerinden Tuna yoluyla İstanbul’dan nispeten kolay ulaşılan bir beylerbeyilik merkezi olduğundan kolayca Türkleşmişti. Ticâret yollarının birleştiği bir yerde bulunan Budin ve Peşte, bir taraftan zengin bir ticâret şehri görünümü alırken, burada kurulan çeşitli vakıflar bu Orta Avrupa şehrine bir Osmanlı yerleşim merkezi manzarası vermişti. 1662 yılında burayı ziyâret eden Evliyâ Çelebi’nin Seyahatnâmesi’nde Budin ve Peşte’nin etraflı bir tasviri bulunmaktadır.

Evliyâ Çelebi, Buda’da 25 câmi, 47 mescit, 12 medrese, 16 mektep, 2 hamam, 8 kaplıca, 9 han, 1 saat kulesi ve 1 bedesten bulunduğunu bildirmektedir. Bunların çoğu bugün ayakta değildir.Sokullu Mustafa Paşanın yaptırdığı Mustafa Paşa Câmii ve Türbesinin Mîmar Sinan’ın eseri olduğu bilinmektedir.

Budapeşte, Macaristan’ın siyaset, fikir ve iktisat merkezidir. Tuna kıyısında büyük bir liman ve Avrupa’nın kavşak noktalarından biri olmuştur. Târihî gelişimin verdiği birikim sonucu nüfusun yarısı hizmetler sektöründe diğer kesimi de sermaye ve sanâyi alanındadır.

Budapeşte coğrafî konumu, târihî eserleri ve diğer çekicilikleri ile Avrupa’nın en güzel şehirlerinden biridir. Şehir Tuna’nın sağ (Buda) ve sol (Peşte) kıyısı şeklinde iki bölüme ayrılmıştır. Tuna’nın sol kıyısında Buda şatosunun çevresinde, parklarla süslü modern caddeler ve târihî semtler uzanır. Şehrin beyni ve büyük semtler ise Tuna’nın sağ kıyısındaki ovadadır.

Eskiden ekonominin merkezi Buda iken 19. yüzyıldan sonra ticâret etkinlikleri Peşte’ye kaymıştır. Büyük bankalar, ülkedeki yabancı şirketlerin çoğu ve en güzel mağazalar Peşte’nin Belvaros semtindedir.

Budapeşte temel sanâyi (termik santral, çelik ve boru fabrikaları, petrokimya, yapı sanâyileri) ve tüketim sanâyisi (un fabrikaları, hazır giyim, kereste, kâğıt, matbaacılık, ilaç, kozmetik sanâyileri) merkezidir. Ayrıca Comecon çerçevesi içinde, makinalar ve elektrikli makinalar (takım tezgâhları, kamyonlar, demiryolu gereçleri, telefon santralleri, elektronik cihazlar) yapımı da önemli seviyelere ulaşmıştır.

İkinci Dünya Savaşında Budapeşte büyük bir hasar görmüştü. Fabrikaların ve meskenlerin neredeyse tamamı ya yıkıldı veya hasar gördü. Bütün köprüler yıkıldığı için ulaşım da durmuştu. 1945’te Sovyet orduları Budapeşte’ye girdiğinde nüfus dörtte biri kadar azalmıştı. Şehrin inşâsı yıllar sürdü. 1950’de çevredeki köy ve ilçelerin katılmasıyla genişletildi. Sanâyileşme tekrar başladı ancak çevre il ve ilçelere yayılması için de tedbirler alındı.  Şehrin Tuna üzerinde her zaman önemli bir kavşak noktası olması, sanâyileşme öncesinde yapılan merkezî demiryolları ve Macaristan’a dağılan yolların merkezinde bulunması Budapeşte’nin gelişmesinde önemli katkılarda bulunmuştur. 1970’lerde şehiriçi trafiğinin rahatlatılmasında önemli rol oynayan metro sistemi kuruldu. Temizliği, hızlı ve ucuz olmasıyla Budapeşte metrosu şehrin özelliklerindendir. Macaristan’ın en iyi okulları, Macar Bilimler Akademisi ve araştırma enstitüleri Budapeşte’dedir.

Budapeşte’de Büyük Macaristan Ovasının sert kara iklimi ile Transtuna’nın bol yağışlı iklimi arasında bir geçiş iklimi hüküm sürer. Hava sıcaklığı en sıcak ay olan Temmuz’da ortalama 22°C ve en soğuk ay olan Ocak’ta ise ortalama -1°C’dir.

BUDİZM

Alm. Buddismus (m.), Fr. Bouddisme (m.), İng. Buddism. Buda’nın felsefî düşüncelerini kabûl edip yolunda yürüme. Brahma inanışının değiştirilmiş bir şeklidir.

Buda, mîlâttan tahmînen 560 sene evvel, Hindistân’da Benares şehrinin 160 km kuzeyinde Kapilavastu (Lumbini) köyünde doğmuştur. Asıl adı, Guatama veyâ Gotama’dır. Buda ismi, ona sonradan verilmiş lakab olup, münevver (aydın), ilhâma kavuşan demektir. Buda bir insan, babası ise bir beyliğin hâkimi idi. Rivâyete göre annesi çeşitli rüyâlar görmüş, bunları babasına anlatmıştır. Babası onun bir hükümdâr veyâ ilhâma kavuşan bir kimse olmasını istemediği için sarayında muhâfaza etmiş, fakat Buda 29 yaşında babasının sarayından kaçmış ve bir ormanda inzivâya çekilerek şiddetli bir riyâzet (açlık) çekmiştir. Riyâzet ile bir şey halledilemeyeceğini anlayarak, normal hayâta dönmüş ve tefekküre (düşünceye) dalmıştır. Nihâyet 35 yaşında, Nerancara Nehri kenârında bir incir (bo) ağacı altında oturup düşünürken, zihni aydınlanmış, ilhâma kavuşmuştur. Böylece Guatama Buda olmuş, 80 yaşında ölünceye kadar fikir ve düşüncelerini yaymağa çalışmıştır.  Buda, Brahma îtikâdının (inanışının) bozulduğunu, puta tapmanın yanlış olduğunu söylemiş ve putların kırılmasını emretmiştir. Onu dinleyenler, bu yeni düşüncelere hayrân oldular ve arkasından gittiler. Böylelikle Budistlik ismi verilen yeni bir din meydâna geldi. Buda, kendisinin ancak bir insan olduğunu söylüyor ve hiçbir zaman ilahlık iddiâ etmiyordu. Fakat öldükten sonra, talebeleri onu tanrılaştırarak nâmına mâbetler (tapınaklar) kurmuşlar; heykellerini yaparak, tapmaya başlamışlardır. Böylece, Budizmi putperestlik şekline sokmuşlardır. Budistlikte, yâni budizmde, tanrı yoktur. Buda, bir nevî tanrı yerine konulmaktadır. Bu tanrılaştırma yüzünden, geçen yüzyılın sonuna kadar Buda, budistlerce tanrı zannediliyor ve dünyâ yüzünde yaşamadığına inanılıyordu. Ancak, geçen asrın sonunda, onun doğduğu ve yaşadığı yerler bulunduktan ve hayâtı hakkında esâslı bilgiler elde edildikten sonra, bir insan olduğu meydâna çıktı.

Budizmde dört esas vardır: 1.Hayât, ıstırap ile doludur. Zevk ve safâ, bir hayâl, bir aldatıcı rüyâdır. Doğum, ihtiyârlık,hastalık ve ölüm de acı bir ıstıraptır.

2. Bu ıstıraplardan kurtuluşa mâni olan şey, bilgisizlik yüzünden kapıldığımız hevesler ve ne olursa olsun, muhakkak yaşamak arzûmuzdur.

3. Istırabı yenmek için, bütün geçici heveslerle birlikte muhakkak yaşamak arzusunu da terk etmek gerekir.

4. Yaşama hevesinin sönmesi ile, insan râhata kavuşur. Bu hâle "Nirvana" ismi verilmektedir. Nirvana, hiçbir hevesi ve ihtirâsı olmayan bir insanın, dünyâ zevklerinden elini çekerek kutsal istirâhata kavuşması demektir.

Buda, insanların saâdete kavuşması için, 8 yol tavsiye etmektedir. Bunlar; doğru îtikât, doğru karar, doğru söz, doğru hareket, doğru hayât, doğru çalışma, doğru tefekkür (düşünce), doğru muhâkemedir.

Buda, Brahma inanışındaki bütün sınıfları reddeder. Brahman sınıfının otoritesini tanımaz ve onlara ayrı bir üstünlük vermez. Bütün insanları eşit sayar ve onlara aynı hakları verir. Brahmanlardaki paryaları bağrına basar. İnsanları kutsal varlık olarak kabul etmez. Aksine, insanların çok kusurları olduğunu ve ancak aza kanâat ederek, kimseye fenâlık yapmayarak, oruç tutarak, bu günâhlardan kurtulacaklarını telkin eder.

Budistlerde böyle basit şartlar altında uzun zaman, oruç tutarak yaşayanlar arasında nefisleri ayna gibi olarak, çeşitli hislerin meydana çıktığı ve bunların insanı hayrete düşüren mârifetler gösterdikleri, bir hakîkattir. Fakat, bu mârifetlerin Hak din ile, Allahü teâlânın rızâsı ile hiçbir alâkası yoktur. Budistler, eğer Buda’nın felsefesine göre yaşarlarsa, ahlâklı olurlar. Fakat, bunların rûhları bomboştur. Çünkü, Budizmde "Allah" akîdesi (inancı) bulunmamakdadır.

Başta Allah inancının olmayışı sebebiyle Budizm bir din veya inanç sistemi olmaktan ziyâde, bu dünyâ hayâtında insanın ulaşması gereken anlayış olgunluklarını belli bir sistem dâhilinde sunan bir felsefe akımıdır. Nitekim, semâvî dinlerin hepsinde mevcut olan temel unsurlar (Peygamber, kitap, âhiret hayâtı, mükâfat ve mücâzât gibi) da yoktur. Buda’nın söylediği "dört esas" ve saâdete kavuşmak için tavsiye ettiği "8 yol", insanı beden, zihin ve sinir sistemi olarak belli ölçüler içine getirerek o noktada bırakmakta, bedenen, zihnen ve hele hele bir dinden asıl beklenen rûhen "ilerleyişi" sağlayamamaktadır. Buda’nın yolunda olan bâzı Budist râhiplerinin muhtelif hislere sâhib olmaları ve diğer sıradan insanlarda bulunmayan mârifetler göstermeleri son derece basit ve sistemli bir hayâtın uzun süre titizlikle yaşanmasındandır. Ayrıca Buda’nın direktifleri ileri ve yüksek seviyeli bir cemiyet hayâtı için gereken muharrik telkinlerden fert ve cemiyetin karşılaşabileceği meseleleri hâlledici teklif ve çözümlerden mahrûmdur.

Buda’nın fikirleri arasında yer alan kıymetli sözler ve bilgiler, Hindistan’da çok eskiden yaşamış peygamberlerin dinlerinden kalmıştır. Çinliler Budistlere Fo, Japonlar Lama, Sibiryalılar Şama derler. Budistlerce Buda’nın vekili kabul edilen ve Dalaylama dedikleri en büyük rûhânî reisleri Tibet’te yaşamaktadır.

BUĞDAY (Triticum)

Alm. Weizen (m.), Fr. Ble, froment (m.), İng. Wheat. Familyası: Buğdaygiller (Graminae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu ve Trakya.

İlk insan hazret-i Âdem’in yaratılmasından beri yetiştirilmekte olan bir tahıl bitkisi. Buğday, hemen hemen her devirde insanların en önemli gıdâ maddesini teşkil etmiştir. Beslenme için lüzumlu olan nişasta ve proteinli maddeleri oldukça uygun bir oranda (1/6) ihtivâ etmesi, bu bitkinin zirâatte en başta yer almasına sebeb olmuştur.Yeryüzünde zirâate tahsis edilen arâzinin yarısından fazlası (% 55) tahıl bitkilerine ayrılmış bulunmaktadır.

Buğdaygiller familyasının çiçek ve tohum yapıları çok karakteristiktir. Çiçekleri genellikle erdişidir. Nâdiren mısır (zea mays) da olduğu gibi tek eşeylidir. Tozlaşmaları rüzgâr vâsıtasıyle olur. Bu yüzden çiçek örtü yapraklarında körelme görülür. Erkek organları (stamen) genellikle 3’tür. Nâdiren pirinçte olduğu gibi altıdır. Yumurtalık (ovaryum), 1 karpele (meyve kabuğu) indirgenmiştir. Stigma (kabul organı) iki kollu ve tüylüdür. Çiçekler, küçük başakçıklardan (spikula) meydana gelmiş bileşik başak (spika) veya panikula (bileşik salkım) teşkil ederler. Başakçıkların dibinde Glume denilen hemen hemen karşılıklı iki brakte (taşıyıcı yaprak) bulunur. Başakçık 2-5 çiçek taşır.Her çiçek bir brakterinin koltuğundan çıkar. Buna alt kavuz (Palea inferior) denir. Üstte bir kavuz daha vardır. Bu üst kavuz (palea superior)dur. Üst kavuz ile erkek organlar arasında iki küçük yaprakçık daha görülür. Bunlara lodikula (şişme cisimleri) denir. Bunu, filamentleri (sapçık) uzun ve sarkık üç stamen (erkek organı) tâkip eder. Ovaryum (yumurtalık) bir gözlü ve üst durumludur. Çiçek yapısı şu şekilde îzâh edilmektedir. Üst kavuzu birbirine yapışmış iki dış petal (çanak yaprak) temsil etmektedir. Üçüncü dış petal körelmiştir. Şişme cisimleri de iç petal halkasına tekâbül eder. Burada da üçüncü petal körleşmiştir. İki satmen halkasından içteki dumura uğramıştır. Karpel sayısı da 3’ten 2 veya bire inmiştir.

Buğday tâneleri tohuma benzemekle berâber hakikatte birer meyvedir. Meyve kabuğu (perikarp) tohum kabuğu (testa) ile yapışmış durumdadır. Bu tip meyvelere Karyops denir. Tohum kabuğu altında 1-2 sıralı protein tabakası bulunur. Bunu nişastaca zengin olan endosperma (besi doku) tâkib eder. Besi dokunun bir ucunda yağ ve protein ihtivâ eden embriyo bulunur. Buğdayın bin tânesinin ağırlığı 30-50 gr arasındadır.

Buğday tâneleri renk bakımından sarı kırmızı ve beyaza yakın renktedir.

Buğday (triticum) cinsi 8-10 türe ayrılmakla berâber, bu türlerin pekçok çeşitleri vardır.Morfolojik ve fizyolojik vasıflar dikkate alınarak yeryüzünde topyekün 3000 buğday çeşidi tespit edilmiştir. Yalnız Türkiye’de bulunan çeşitlerin sayısı 500’den fazladır.

Buğday türleri kromozom sayıları bakımından üç grupta toplanır: Kaplıca serisi (Diploid formlar: Kromozom sayısı=14); gernik serisi (Tetraploid formlar: Kromozom sayısı=28);yumuşak buğday serisi (Hexaploid formlar: Kromozom sayısı=42).

1. Kaplıca serisi: Bu serinin mümessilleri yabânî kaplıca (Triticum aegilopoides) ve kültür kaplıcası (T. monococcum)dır. Kaplıca buğdaylarının morfolojik husûsiyeti başakçıklarının tek tâneli oluşudur. Başaklarının az tâneli olması, saplarının kolayca kırılır olması dolayısıyle zirâî değeri azdır. Ekim sahaları da gittikçe azalmaktadır. Kaplıca serisinin anavatanı Anadolu ve civar bölgelerdir.

2. Gernik serisi: Bu seriye yabânî gernik (Triticum dicoccoides) ve kültür gerniğinden (T. dicoccum) başka, birçok önemli buğday türleri dâhildir. Meselâ sert buğday (T durum), İngiliz buğdayı (T. turgidum), Polonya buğdayı (T. polnicum) bu türlerden en önemlileridir.

Gernik serisinde başakçıklar iki tânelidir. Tâneler kavuz içinde kapalı kalırlar. Başak ekseni zayıf ve gevrektir. Zirâî değeri azdır. Memleketimizde Kastamonu ve Sinop bölgelerinde yetiştirilmektedir. Yabânî gernik Anadolu, Suriye ve Filistin’de bulunmuştur. Gernik serisine dâhil olan sert buğday, İngiliz buğdayı, Polonya buğdayı çıplak buğday tipine dâhildir. Yâni bunlarda kavuz, tâneye yapışık değildir.

Memleketimizde iç bölgeleri sert buğday çeşitleri için uygundur. Trakya ve Orta Anadolu’da yetiştirilmektedir. Sert buğdayda başakçıklar 3-4 tâneli, başak ekseni dayanıklıdır. Verimi arttıran vasıfları sâyesinde sert buğdayın zirâî değeri üstündür. İngiliz ve Polonya buğdayları ancak Marmara ve Karadeniz bölgelerinin bâzı yerlerinde ekilmektedir. Tarım değeri daha azdır.

3. Yumuşak buğday serisi: Kromozom sayısı en yüksek buğday türlerini ihtivâ eder. Yumuşak denilmesinin sebebi, besi dokusunun unsu bir halde olmasıdır. Sert buğdayda ise endosprema (besi doku) camsı bir karaktere sâhiptir.Yumuşak buğday serisine âdi yumuşak buğday (T. vulgare), cüce yumuşak buğday (T. compactum), kızıl buğday (T. spelta) türleri dâhildir. Bu grupta kavuzlu ve çıplak tâneli tipler vardır. Kızıl buğday kavuzlu, diğer ikisi çıplaktır. Yumuşak buğday en çok ekilen çeşittir. Çünkü bunlar sert buğday gibi fazla yaz sıcağına ihtiyaç göstermez. Bu sebepten ekim sahası Akdeniz bölgesinden Kuzey Avrupa’ya kadar uzanır. Memleketimizde en çok Orta ve Doğu Anadolu’da ekilir.

Buğdayların bâzı tiplerinde dış kavuz kılçıklıdır. Başakların kılçıklı veya kılçıksız olması tür tâyininde rol oynamaz. Ancak çeşitlerin ayırt edilmesinde faydalanılmaktadır.

Buğdayın yetiştirilmesi: Buğday nisbeten sıcak ve orta iklimleri sever. Fakat buğdayın bol çeşitlerinin bulunması, ona geniş bir yetişme alanı sağlamıştır. Buğday, çimlenmesi için 3-4 derece ısı ister. Toprak ısısı 12-15 derece olduğunda, ekilen buğday 7-10 günde toprağın yüzüne çıkar ve bu ısı altında büyüyerek kardeşlenir. Genel olarak buğdayın kışa dayanması fazladır. Birçok buğday çeşitleri eksi 15-20 derece soğuklara dayanabilir. Kamışlanma zamanında yağan yağmurlar buğdayın verimini artırır. Kireçli-tınlı, kireçli, killi ve humuslu olan tınlı topraklar yetişmesine en uygun topraklardır. Buğday, hafif ve kumsal topraklarda iyi yetişmez. Buğday ekilen tarlalarda, (çapa bitkileri-buğday), (baklagil bitkileri-buğday) veya (nadas-buğday) sırasına göre ekmek en verimli şekildir. Buğdaydan sonra da nadasa bırakmadan tekrar buğday ekilirse verim düşer. Buğday tarlalarına çürümüş çiftlik gübresi verilir. Gübrenin yakma tehlikesini dikkate almalı, onun için çiftlik gübresini çok vermemelidir. Çiftlik gübresi bulunduğu yerlerde, fennî gübrelerden amonyum sülfat vermek gerekir. Yalnız azotlu gübrelerden beklenen netîcenin alınabilmesi için yeter miktarda da potaslı ve fosforlu sun’î gübrelerin de verilmesi lâzımdır. Toprağın durumuna göre, dönüme 3-10 kilo azotlu, 4-5 kilo potaslı ve 4-5 kilo kadar da fosforlu sun’î gübrelerden verilir.

Buğdayın ekimi: Tohumluk olarak, çimlenme gücü yüksek, iri, dolgun ve temiz tohumların seçilmesi ve bunların ekimden önce ilâçlanması önemlidir. Sürülerek hazırlanmış tarlaya, ekme ya serpme veya tohum ekme makinalarıyla yapılır. Makina ile ekmede sıralar arasında 18-20 cm kadar aralık bırakılır. Ekilen topraklar toprakla kapatılır. Buğday tohumları çimlendikten sonra, gerekli zamanlarda ihtiyâca göre sulama yapılır.Yabancı otlardan temizlenir. Buğday için biçim zamânı "sarı erme" zamânıdır. Yâni son yeşillik izleri kaybolduğu zaman biçilir.

Kullanıldığı yerler: Buğday ekmek ve birçok hamurlu yiyecekler için en iyi un veren bir tahıldır. Buğday tânesinde ortalama % 13 su, % 51 nişasta, % 9 protein, % 2 yağ, % 1,8 mineraller bulunur. Buğday nişasta îmâline çok elverişlidir.

Ülkemizin yıllık buğday üretimi: Yıldan yıla değişmekle birlikte ortalama yıllık buğday istihsali 20.500.000 ton kadardır. Ülkemizde birkaç il hâricinde her yerde yetiştirilmektedir. En çok orta ve Güney-doğu Anadolu bölgelerinde buğday zirâati yapılmakta ve Türkiye’nin buğday üretiminin % 60’ı bu iki bölgeden sağlanmaktadır.

Dünyâ üretimi: Dünya buğday üretiminin en büyük kısmını, Birleşik Devletler Topluluğu, ABDve Çin sağlamaktadır. Başlıca buğday ihrâcâtçı ülkeler ise Arjantin, Avustralya, Kanada ve ABD’dir. 1990 senesinde dünyâda toplam buğday üretimi 598.596.000 tona ulaşmıştı Dünyâ buğday ticâreti milletlerarası konferanslarla (1949 ve 1953 Washington Antlaşmaları) buğday fiyatları ayarlanarak pazarları bölüşülmüştür. Dünyâ nüfûsunun hızla artması, Güney Yarımküre ülkelerinde ve Hindistan’da, ürün alınmasının düzensizliği sebebiyle kolayca çözülemeyen bir beslenme problemi ortaya koymaktadır. 

Dünya’da 1990 Yılı Buğday Üretimi

Ülke

Üretim (ton)

Çin

96.000.000

ABD

74.670.000

Birleşik Devletler Topluluğu

108.000.000

Hindistan

54.000.000

Fransa

33.580.000

Kanada

31.009.000

Türkiye

20.000.000

Birleşik Almanya

15.559.000

Avustralya

14.670.000

Pakistan

14.628.000

İngiltere

14.075.000

Arjantin

12.000.000

Polonya

8.200.000

Romanya

8.000.000

İtalya

7.800.000

İran

7.000.000

Çekoslavakya

6.390.000

Yugoslavya

6.348.000

Macaristan

6.159.000

İspanya

4.663.000

Mısır

4.000.000

Brezilya

3.800.000

Meksika

3.759.000

Güney Afrika

2.360.000

Avusturya

1.370.000

Bangladeş

1.100.000

Japonya

1.000.000