BOZKIR

Alm. Steppe (f), Fr. Steppe (f), İng. Steppe and Grassland. Otsu bitkiler veya bodur ağaçlardan meydana gelen yerler. İlkbaharda havaların ısınması, karların erimesi veya yağmurların yağmasıyla otlar çabucak gelişir. Toprağın kalın, nemin yeterli olduğu yerlerde bozkırı meydana getiren otlar büyür, fakat bu görünüş çok sürmez. Sıcağın birden artması, yağışların kesilmesi ve toprakta nem kalmaması yüzünden otlar kurur ve bozkır, aylarca süren boz bir renge bürünür. Sonbaharda otsu bitkiler yeniden yeşermeye başlarsa da gelişemezler. Hayvancılık ve aşırı otlatma yüzünden bozkırın zenginliği kaybolur. İç Anadolu bozkırları bu duruma misal teşkil ederler. Bozkırlarda otların boyu bir metreye kadar çıkar. Hatta bazan bir metreyi de geçer. İç Anadolu'da bozkırlar çıplak görünüşlüdür, çok büyümez. Hatta bu çıplak görünüşünden dolayı buralara “dazkır” da denir.

Dünyada en büyük bozkır alanları Rusya, Kuzey Afrika, Orta Asya, Avustralya ve Arjantin'de vardır. Buralarda bazı bozkır yerleri, buğday ekim alanları  haline getirilmiştir.

BOZKURT

Alm. Grauer Wolf (m), Fr. Loup gris (m), İng. Grey wolf. Dağlarda yaşayan vahşi hayvanlardan bir kurt cinsi (Bkz. Kurt). Türklerin Müslüman olmadan önceki Orta Asya devirlerinde yol gösterici ve tecrübeli rehberi olan milli sembolleri.

Bozkurt, Orta Asya Türk tarihinde ve İslamiyetten önce Türk destanlarında adına çok rastlanan milli bir destan unsuru, motifidir. Destanlarda, Türklerin hayat ve savaş gücünü temsil eder. Türkiye Türklerinde orduyu temsilen kullanılan “Mehmetçik” yerine İslamiyetten önce Orta Asya'da yaşayan Türkler, “Bozkurt” u kullanmışlardır.

Her bakımdan Türk hayatında totemciliğin zıddına bir durum görülmesine rağmen Türklerde totem olarak kurdu göstermeleri yanlış bir husustur. Her şeyden önce klanlar totemlerine taptıkları halde, Türkler kurda tapmamışlardır. Zaten Şamanizmle bile ilgisi olmayan eski Türk dini İbrahim aleyhisselamla muasır olan Zülkarneyn aleyhisselam ve daha öncelerde görüldüğü gibi her zaman ilahi olmuş ve tek Allah'ı kabul etmiştir. Eski Türklerde Kurt-atanın (Tecrübeli insan) yaşadığı kabul edilen mağarada belirli törenler yapmak, kurdun vücudu ile değil, mazisi ile karanlıklara karışmış eski hatıraların canlanması ile ilgilidir. Gerçekte göçebe olan Türklüğün o devirlerde kurdu, çeviklik ve savaş yönünden sembol kabul etmesi şaşılacak bir durum değildir. Bu bir bakıma Çin gibi komşu kavimlerin Türkleri kurda benzetmelerinden ileri gelmiş olabilir. Zaten Göktürk hakanlığını hassa ordusu mensuplarına Çinliler Fu-li, yani kurt (böri) diyorlardı.

Oğuz destanında Oğuz Han halkına “Bozkurt sesi savaş parolamız olsun” der. Gerçekten Türklerin İslamiyetten önce harplerde düşmanlarına bozkurt seslerini takliden haykırarak saldırdıkları bir vakıadır. Bu hususa bazı Arap şairlerinin şiirlerinde de işaret edilir. Müslüman olduktan sonra bunun yerini "Allah! Allah!" nidaları almış ve günümüze kadar gelmiştir.

Göktürk destanlarında “Asena” isimli bir dişi kurttan bahsedildiği gibi, Ergenekon'dan çıkış destanında da orduya bir bozkurtun yol gösterdiği ve ordunun başındaki hükümdarın adının Börte Çene, yani Bozkurt olduğundan söz edilir. Uygurların, türeyiş destanında da ön planda yer alan bozkurt, hem bir milli destan motifi, hem de eski Türklerin bazı kahramanlarının adı olarak kabul edilmektedir.

BÖBREK

Alm. Niere (f), Fr. Rein (m.) İng.Kidney. Karında bel omurlarının iki yanında bulunan ve başlıca görevi; kanı, vücuttan atılacak maddelerden temizlemek olan organ. Her iki böbreğin uzunlukları 11-12, genişlikleri 6, kalınlıkları ise 3 cm kadardır. Yarıdan fazla kişide sağ böbrek  sol böbrekten daha aşağıda bulunur. Erişkin bir kimsenin böbreğinin ağırlığı 120-300 gr arasında değişir.

Böbreğin dış kenarları dışbükey, iç kenarları da içbükeydir. Bu görünüşleriyle iri birer fasulye tanesini hatırlatırlar. Böbreğin dışında böbrek zarı bulunur. Ayrıca çevresinde de yağ toplantısı mevcuttur. Çevresindeki yağ dokusu, böbreğin, karın içindeki konumunu muhafaza etmesini sağlar.

Böbreklerin iç yüzlerinde böbrek hilusu denilen oyuk bir kısım vardır. Burada böbreğe giren çıkan damar ve sinirler, böbrek pelevisi (havuzu) ve bunların arasını dolduran yağ dokusu bulunur. Böbrek hilusundan, böbreğin içinde bulunan ve böbrek sinüsü denilen boşluğa girilir. Böbrek sinüsü şekil bakımından böbreğin dış görünüşüne benzer ve böbrek dokusu kalın bir kabuk şeklinde böbrek hilusundan başka bu boşluğun her tarafını sarmıştır. Bu boşlukta; böbreğe giren ve çıkan damarların devamı, böbrek havuzu ve kesecikleri ile bunların aralarını dolduran yağ dokusu bulunur. Böbrek boyuna kesildiğinde kapsülü altında yaklaşık 1 cm kalınlığındaki kabuk (korteks) kısmı yer alır. Bunun da altında daha açık renkte olan medulla (ilik) kısmı bulunur. Medulla, huni şeklindeki böbrek piramitleri denilen doku kümelerinden meydana gelmiştir. Piramitlerin iç kısımları böbrek havuzuna bakar.

Böbrekler idrarın meydana geldiği “nefron” denilen fonksiyonel ünitelerden meydana gelmişlerdir. Nefron, glomerül denilen bir damar yumağı ve borucuklardan meydana gelmiştir. Her böbrekte yaklaşık bir milyon nefron bulunur. Glomerüllerin çapı yaklaşık 0,2 mm olup "Bowmann kapsülü” denilen bir kesecik tarafından sarılmıştır. Kandan birinci (ilk) idrarın meydana gelmesi glomerüllerde olur. Birinci idranın yaklaşık % 99'u, nefronun borucuklarından geçerken geri emilir.

Kalbin her atımında vücuda yolladığı kanın yaklaşık beşte biri böbreklere gelir. Bu kan süzülerek, glomerülde birinci idrar meydana gelir. Meydana gelen birinci idrarda, proteinler dışındaki maddelerin hemen hepsi kandaki miktarları ile aynı oranda bulunurlar. Daha sonra nefronun borucukları boyunca bu maddelerden bir çoğu geri emilir. Emilen bu maddelerle birlikte vücutta su da tutularak organizmanın su dengesi sağlanır. Nefron borucuklarından sodyum ve potasyum iyonlarının geri emilmesi hormonlar etkisiyle olur. Bu hormonlara, mineralokortikoit hormonlar denilir ve böbrek üstü bezlerinden salgılanır.

Böbrekte borucuklar boyunca olan geri emilme olayı iki şekilde olur.

Pasif geri emilme (Pasif reabsorbsiyon): Bu tip geri emilmede enerjiye ihtiyaç  yoktur. Maddeler iki taraftaki (damar ve ultrafiltrattaki) yoğunlukların  farkına göre geri emilirler. Bunda ilk önce sodyum iyonu geri emilir, bunun  yanında su da emilmiş olur. Üre de pasif olarak geri emilen  maddelerdendir.

Aktif geri emilme (Aktif reabsorbsiyon): Burada glikoz gibi maddeler belli bir elektrokimyasal güce karşı enerji harcanarak geri emilirler. Glikozdan başka sodyumun bir kısmı da aktif reabsorbsiyon ile taşınır.

Bazı maddelerin vücuttan acil olarak uzaklaştırılmaları ve kandaki oranlarının belli bir seviyenin altında tutulmaları gerekir. Bu maddeler, böbrek borucukları boyunca hücrelerden salınarak idrara verilirler. Bu olaya da "sekresyon” denilmektedir. Sekresyonla idrara salınan maddeler; ilaçlar gibi yabancı maddeler, üre, hidrojen iyonlarıdır.

Böbrekler, kapasitelerinin çok altında çalışır. Bir böbreğimiz çıkarıldığında diğeri rahatça çıkarılan böbreğin vazifelerini üstlenebilmektedir. Böbreği çıkarılan kimselerde diğer böbrek, hacminin iki katına yakın büyür. Hiçbir zaman böbrekler tam kapasite ile çalışmazlar. Normal bir insanda her böbreğin 1/3'ü çalışsa veya tek böbreği olan bir kişinin böbreğinin 2/3'ü çalışsa normal olarak hayatına devam eder. Gene 1/3'ü yedekte kalır.

Böbrek hastalıkları vücut için oldukça ciddi problemler getirir. Böbrekte nefron parçasının iltihabına “nefritis” denilir. Nefritlerden en sık görüleni boğazdaki anjinlerden sonra olanıdır. Bundan başka kanda dolaşan mikroplar da böbrekte iltihap meydana getirebilir. Böbrek iltihaplarının tehlikeli olmasının sebebi, bazı bölgelerin iş göremez hale gelerek ileride böbrek yetersizliği yapabilmesindendir. Kronik (müzmin) böbrek hastalıklarında tehlikeli olabilen bir hadise de, bu hastalıkların devamlı yüksek tansiyona sebeb olabilmeleridir.

Sun'i böbrek:Böbreğin görevi genel manada kanı filtrelemek ve biriktiği zaman zehirleyici olarak kanı bozan maddeleri ortadan kaldırmaktır. Böbrekler bu işi iki kademede yapar: 1) Glomerül denilen kaba filtreleme mekanizmasını kullanarak kanın süzülmesi, 2) İdrara karışmış gerekli maddelerin tüpcüklerde tekrar geri emilmesi. Bunlara, zararlı maddelerin tüpcüklere ifraz edilmesi de eklenebilir.

Sun'i böbrek makinası, glomerülün bir kopyasıdır. Ancak tüpçüklerin yaptığı görevleri yapamaz. Böbrek makinasının çalışma prensibi yoğunluk farkına bağlı olarak meydana gelen bir "dializ" (geçişme) olayıdır. Kan ve dializ sıvısı denen bir sıvı arasına yerleştirilmiş bir zar bulunur. Saflığı bozan maddeler kanda yoğun, dializ sıvısında ise azdır. Bu yoğunluk farkı, süzülecek maddelerin kandan dializ sıvısına geçmesini sağlar.  Zarın deliklerinin büyüklüğü ve yoğunluk farkı süzülen maddelerin büyüklüğüne tesir eder. Önce küçük moleküller geçer, büyük moleküllü proteinler ise hiç geçemez.

Eskiden böbrek makinalarında düz yüzey halinde, zarlar kullanılırdı. Kan ve sıvı, zarın iki yüzüne pompalanırdı. Kil levhası adıyla bilinen bu zarlar günümüzde az yer kaplayacak ve dolayısıyla hastanın evinde kendi kendine kullanılabilecek boyutlara indirilmek üzere düzenlenmiştir. Daha önceleri kullanılan zarlar zaman zaman temizlenirdi. Günümüzde halka halindeki zarı kolayca değiştirmek, yenilemek ve böylece iltihapları önlemek imkanı vardır.

Moleküllerin büyüklüğü kadar zardan geçiş hızları da önemlidir.  Bu ikisini iyi ayarlayabilmek için makineye verilecek kanın yeterli miktarda olması lazımdır. Bunun için iki yol takip edilebilir. Bunlardan biri “fıstula” diğeri “shunt” tekniğidir. Shunt, koldaki atardamarlardan birine yerleştirilen bir parça olup, kan buradan alınır. Fistula tekniğinde ise atardamar yüzeye yakın bir damara bağlanır. Bu da altı hafta içinde kalınlaşarak şırınga (iğne) ile rahat girilip çıkılan bir bölge meydana getirir. Diyaliz (süzme) sırasında makina içindeki kanın pıhtılaşmaması için heparin denilen madde (liquemin) kullanılır.

Damara kanın geri verilmesiyle içinde hava bulunmaması hayati önem taşır. Bu maksatla özel bir hava redektörü kullanılır. Böbrek makinasında ayrıca kanı dolaştıracak bir pompa ile vücut ısısına kadar getirecek bir ısıtıcı bulunur.

Dializ, böbrek naklinin mümkün olmadığı hallerde eldeki tek çözümdür. Ekseriya, verilecek uygun bir böbrek bulununcaya kadar böbrek makinası kullanılır.

BÖBREK NAKLİ

(Bkz. Organ Nakli)

BÖBREK TAŞLARI

Çok çeşitli sebeplere bağlı olarak idrar yollarında meydana gelen, muhtevaları farklı taşlar. Böbrek ve idrar yollarındaki taşlar, idrar yollarının tıkanmasına bağlı olarak gelişen, böbrek hastalıklarının en sık görülen sebebidir. En sık 20-40 yaşları arasında görülür.

İdrar yolu taşları, genellikle vücuttaki hassas bir dengenin bozulması sonunda meydana gelir. Böbrekler, vücuttaki suyu korurken, çözünürlüğü az olan bir takım maddeleri de atmak zorundadır. Bu iki zıt durum arasında diyet, iklim ve aktiviteye uyumun sağlandığı bir denge kurulmalıdır. İdrarda, kalsiyum kristallerinden zerrecikler meydana gelmesini önleyen ve çözünen maddelerdeki kalsiyumu bağlayan maddeler mevcuttur. Atılma miktarının artması veya aşırı su tutulması sebebiyle idrar, çözünmeyen maddelere doyunca, kristal zerrecikler hasıl olur, büyür ve taş meydana getirmek üzere çökmeye başlar. Kalsiyum oksalat ve fosfat kendi aralarında birçok taş kompleksleri meydana getirebilir. Kalsiyum oksalat, fosfat, ürik asit ve sistinin idrarla fazla atılması veya fazla su kaybı, idrarın yoğunlaşıp, çözünmüş madde miktarının artmasına sebeb olabilir. İdrar iyonlara doyunca kümeleşmeler olur. Bu kümeler sabitleşince, çekirdek meydana gelir ve çekirdek bir taş meydana getirmek üzere büyür.

Kalsiyum, ürik asit, sistin ve struvit (magnezyum, amonyum fosfat) taşları hemen hemen böbrek taşlarının hepsini meydana getirirler. Kalsiyum oksalat ve fosfat taşları bütün taşların % 75 ila 85'ini yaparlar.

Kalsiyum taşları genellikle 30 yaş üstündeki erkeklerde görülür. Taş oluştuktan sonra yeni taşların oluşma süresi hızlanabilir. Her 2-3 senede bir tekrarlayabilir. Kalsiyum taşı hastalığı, büyük ölçüde irsidir. Uzun süre yatalak olan hastalarda, bazı kemik hastalıklarında, paratiroid bezi hastalıklarında, böbrek hastalıklarında, aşırı D vitamini alanlarda görülebilir. Kalsiyum oksalat taşları iltihap sonucunda da olabilir.

Ürik asittaşları direkt (düz) filmde görülmez (diğer taşlar görülür). Ancak ilaçlı filmde (İ.V.P) görülebilir. Umumiyetle erkeklerde görülür. Ürik asit taşı gelişen hastaların bir kısmında gut hastalığı da mevcut olup, irsidir. Fazla et yiyenlerde, uzun süren yüksek ateşli hastalıklarda, kan kanserinde,  kanser tedavisi esnasında görülebilir.

"Sistin" taşları çok nadirdir, irsidir.

"Struvit" taşları sık görülür ve tehlikelidir. Genellikle kadınlarda rastlanan bu taşlar, bakterilerin sebep olduğu idrar yolu iltihapları sonucunda meydana gelir. Bu taşlar büyük ebatlara erişip, böbrekten çıkan idrar yolundaki böbrek havuzunu doldurabilir.

Taşların belirtileri:İdrar yolu yüzeyini kaplayan taşlar belirti vermeyebilirler. Herhangi bir sebeple çekilen karın filminde idrar yolu taşı tesbit edilebilir. Bazen de idrarda gözle görülebilen veya mikroskobik kanamalar olabilir. Umumiyetle taş parçalanıp yerinden oynar ve idrar yoluna girip tıkar, ağrıya sebep olur. Taş, üreterden (böbrek ve mesane arasındaki idrar yolu) belirti vermeden geçebilir, fakat çoğu zaman bu geçiş ağrı ve kanama yapar. Böğürde giderek artan bir ağrı başlar. 20-60 dakikada ağrı şiddetlenir, bu durumda ağrı kesiciler gerekir. Ağrı böğürde kalabildiği gibi alt kısımlara da yayılabilir. Ağrının aşağıya kayması, taşın üreterin alt ucuna hareket ettiğini gösterir. Üreterin mesaneye girdiği bölgede olan taş; sık idrara çıkma, ağrılı idrar yapma gibi belirtilere sebep olur ve idrar yolu iltihapları ile karışabilir. Hareket halindeki taş kanama yapar. Taş bulunan hastada, idrar yolu iltihabı sık görülür. Bu iki hastalık birbirinin ilerlemesini arttırır.

İdrarla, üreterleri tıkayacak miktarda ürik asit veya sistin atılabilir. Kalsiyum oksalat kristalleri tıkanma yapmaz, kum şeklinde atılabilir. Kalsiyum fosfat kristalleri idrarı süt kıvamına sokabilir, tıkanma yapmaz.

Taş hastalığında ayrıca; bulantı, kusma, bel ağrısı, karında şişkinlik ve ishal gibi belirtiler olabilir.

Böbrek taşı olan hastaların tedavi ve değerlendirilmesi: Böbrek taşlarının oluşumlarının ve böyümelerinin önlenmesi için taşın cinsi ve sebebi araştırılmalıdır. Hastalığın mühim bir kısmında, taşa sebeb olan ve serum ve idrarın kimyasal analizi ile ortaya çıkarılabilen metabolik hastalıklar mevcuttur. Serum ve idrarda gerekli tahliller yapılır. Mümkünse böbrek taşının muhtevası incelenerek buna göre perhiz ve tedavi planlanır. Bozukluk ne olursa olsun her hasta susuz kalmaktan kaçınmalı ve günde 6-8 bardak su içmelidir.

Böbrek ve idrar yollarında mevcut taşların tedavisi için tıbbi ve cerrahi yönden yaklaşmak gereklidir. Tedavi; taşın yerleştiği yere, yaptığı tıkanıklığın durumuna, böbreklerin çalışmasına, iltihabın olup olmamasına, ameliyat riskine, hastanın durumuna göre değişir. Genel olarak; şiddetli tıkanma, iltihap, dayanılmaz ağrı, çok şiddetli kanama varsa taşın cerrahi metodlarla veya mesaneden sistoskopla girerek alınması (basket metodu) yoluna gidilebilir.

Son yirmi beş senedir, böbrek taşlarının tıbbi tedavisinde mühim gelişmeler olmuştur. Kalsiyum oksalat taşlarının tedavisinde hasta bol sıvı almalıdır. Sıvı; oksalat muhtevası yüksek çay, kahve veya meyve suları yerine tercihen su şeklinde alınmalıdır. Hastanın diyetindeki kalsiyum ve oksalat kısıtlanmalıdır. İdrarla oksalat itrahını arttıracağından, aşırı C-vitamini alınmamalıdır. Oksalat kumu çok sebze yiyenlerde meydana gelir. Oksalat bulunan sebzeler yenmemelidir. Kuzu kulağı, ıspanak, beyaz fasulye, semizotu, elma, armut, kiraz, vişne, çilek ve incir yasaktır. Biber, çikolata, kakao yasaktır. Kepeksiz beyaz ekmek yemelidir. Böbrek taşına karşı en iyi ilaç terementidir. Terementiden ceviz kadarını şekerle veye menekşe şerbeti ile içmek çok faydalıdır. Terementinin taş düşürdüğü, Fransızca tıb kitaplarında yazılıdır. Nieron adındaki mayi (sıvı) da, böbrek taşlarını parçalamakta, bunları ve kumları dökmektedir. Bu ilaç, günde üç defa yemeklerde otuzar damla alınmalıdır. Perhizler, başarısız kalırsa tiazit grubu idrar söktürücü ilaçlarla tedavinin uygulanmasına başlanabilir. Kalsiyum oksalat taşlarının tıbbi tedavi ile erimesi mümkün değildir. Tedavinin gayesi yeni taş teşekkülünü önlemektir.

Ürik asit taşlarının mühim bir kısmı, et, balık ve kümes hayvanı etlerinin aşırı alınmasına bağlıdır. Diyeti değiştirmek ideal bir tedavi olur. En çok ürik asit yapan genç hayvan etleri, jelatinli etler (baş, ayak, deri), beyin, karaciğer, böbrek ve işkembedir. Ekmek ve et de oldukça ürik asit yapar. Kahve, gazoz yasaktır. Hergün iki üç litre bol su içmelidir. Limon suyu ve mide sodası vererek idrarın asitliği azaltılmalıdır. Bu sayede ürik asit taşlarının husulünü önlemek mümkündür. Ürik asidi atmak için gerekirse allopurinol tedaviye eklenir.

İdrar yolu taşlarının, bir cerrahi müdahaleye gerek kalmadan tedavisi, asırlardır taş hastalarının ve doktorların en büyük hayali olmuştur. Tamamen vücut dışından tatbik edilen “şok dalgaları” ile böbrek taşlarını parçalayarak tedavi konusunda 1976 yılından beri çalışmalar yapılmaktadır. Bu metod, 1980'den bu yana insanlar üzerinde de uygulanmaya başlanmıştır. Şok dalgalarıyla böbrek taşlarının tedavisi, taşların bir milimetreden küçük parçalara ayrılması ve bunların üreter yoluyla aniden atılması esasına dayanır. Taşın üreterden geçişi esnasında ağrılara mani olmak için ağrı kesiciler uygulanır. Hastanın ağrıları kesilip, taş kırıntıları tamamen atıldığında, hasta evine gönderilebilir. Henüz sınırlı olarak kullanılan bu metodla % 90 başarı sağlanıyor. Hastahanede kalma süresinin kısa olması, hastanın kısa sürede işine dönebilmesi yanında, hastanın ameliyat korkusunu kaldırması gibi avantajları vardır. Cihaz oldukça pahalı olmakla beraber, metod gittikçe yaygınlaşan bir tedavi şekli olarak görülmektedir.

BÖBREK YETMEZLİĞİ

(Bkz. Üremi)

BÖBREKÜSTÜ BEZİ

Alm. Nebennire (f), Fr. Glande surrénale, glande adrénale (f), İng. Suprarenal gland. Her iki böbreğin üst ucunda, yarım ay şeklinde, yassı, yaklaşık 12 gr ağırlığındaki bir bez. Böbreküstü bezlerini hem fonksiyon, hem de yapı bakımından iki kısma ayırmak mümkündür. Bunlar; böbreküstü bezi kabuğu (Korteksi) ve iç bölümü (Medulla)dür. Bu iki kısım, hayati önemi olan hormonları yaparak kana verirler. Böbreküstü bezlerinin de, böbrek gibi damarlarının girip çıktığı bir kısmı vardır ve buraya "hilus" denilir. Burası oluk şeklinde olup ön yüzlerinde bulunur.

Böbreküstü bezi iç bölümünde salgılanan “Adrenalin” hormonunun vücutta çok çeşitli yerlerde çok önemli tesiri vardır. Bu hormonun; damarları büzerek tansiyonu yükseltici, kan şekerini arttırıcı, vücuda canlılık ve streslere dayanıklılık sağlayıcı ve kalbi hızlandırıcı tesiri vardır. Yine, adrenalin gibi, böbreküstü bezi iç kısmından salgılanan noradrenalin hormonu da, bazı farklılıklar dışında aynı benzer tesiri yapar. Adrenalin 1901'de keşfedilmiş olup, ilk keşfedilen hormondur.

Şimdilik altı tanesinin fonksiyonları açıklığa kavuşmuş olan böbreküstü hormonları hakkında çalışmalar devam etmektedir. Böbreküstü bezinin kabuğundan salgılanan hormonları, kadın ve erkek cinsel bezleri hormonları ile yapı bakımından benzerlik gösterirler.

Salgılanan hormonlardan noradrenalin ve adrenalin böbreküstü bezi iç bölümünde kortisol, kortikosteron, aldosteron ve androjenler kabukta sentez edilirler. Bütün bu hormonların salgılanmasının frenlenmesi veya hızlanmısı hipofiz bezi ön lobundan salgılanan ACTH (adrenokortiko tropik hormon) ile kontrol altında tutulur. (Bkz. ACTH)

Aldosteronun en önemli etkisi; hücreler arası vücut sıvılarında ve kanda Na+, K+ ve CI- iyonlarının konsantrasyonlarını değiştirebilmesidir. Bu iyonların böbrekten atılmasına da tesir eden aldosteron, bu yolla idrar miktarı üzerinde de tesirlidir. Yine bu bölgeden salgılanan hormonlardan kortizol, vücutta yağ, karbonhidrat ve protein metabolizması (yapım-yıkım olayları) üzerinde etkili olup, bunlardan en fazla yağ metabolizması üzerinde tesirlidir. Bu kısmın bir diğer hormon grubu olan cinsiyet hormonları az miktarlarda salgılandıklarından, önemleri diğerlerine göre daha azdır.

Hastalıkları: Daha ziyade tüberküloz sonucu meydana gelen “kabuk kısmının yetmezliği” (Addison hastalığı), zayıflama, iştahsızlık, bulantı, karın ağrıları, tansiyon düşüklüğü, deride koyulaşma ve kahverengi çillenme ile seyreder. Küçük çocuklarda menenjit mikrobunun bazı zehirlemesiyle, had böbreküstü bezi kabuğu yetmezliği meydana gelebilir. Çok tehlikelidir.

Kabuğun aşırı faaliyeti de bir hastalık tablosu ortaya çıkarır (Cushing Sendromu). Hipofiz bezinin veya bizzat kabuğu tümörleri, bu aşırı faaliyetin en sık görülen sebebidir. Yüz, dolunaya benzer, yüzde kıllanma artışı, sivilceler, adet  kesilmesi, kemiklerin ve kasların zayıflaması, tansiyon yükselmesi olur. Sari hastalıklara karşı mukavemet azalır. Göbek ve sırtta yağlanma meydana gelir.

İç kısmının tümörlerinde ise, “feokromagitoma” denilen tablo meydana gelir. Aşırı adrenalin imaline bağlı olarak zaman zaman tansiyon yükselmesi, çarpıntı, sıcağa tahammülsüzlük ve aşırı terleme olur. Eller ve ayaklar soğuktur.

BÖCEKÇİLLER (Insectivora)

Alm. Insektenfresser. Fr. Insectivores, İng. Insect-eaters. Familyası: Soreksgiller,Köstebekgiller, Kirpigiller vs. Yaşadığı yerler: Çoğu eski dünya kıtalarında, azı Amerika'da yaşar.Toprak altı tünellerinde, kayalar arasında ve ağaçlarda barınırlar. Özellikleri: Ayakları 5 parmaklı ve çengel tırnaklıdır. Tabanlarına basarak yürür. Böcek, kurtçuk vs. yer. Çoğu gece avlanır. Ömrü: Genellikle kısa. Soreks 1,5 yıl, kirpi 18 yıl kadar yaşar. Çeşitleri: Fil faresi, kum sıçanı, sivri burunlu sincapçık, köstebek, soreks, kirpi en çok bilinenleridir.

Omurgalı hayvanların memeliler sınıfının bir takımı. Zayıf ve küçük cüsseli, çoğu gececi ve bazıları kış uykusuna yatar. Çoğu, yuvalarını tünellere yapar. Bütün tabanlarına basarak dört ayak üzerinde yürürler. Tabanları çıplak, ayakları 5 parmaklı ve kanca tırnaklıdır. Dış görünüşleriyle kemiricileri andırırlar. Ufak keskin dişli ve uzun burunludurlar. Genellikle gece faal olduklarından renkleri koyudur. Boyları çeşitlerine göre değişir, Cüce soreks 5 cm, köstebek 15 cm, kirpi 25-30 cm boyundadır. Böcek ve kurtçukla beslendikleri gibi bitki yiyenleri de vardır.

BÖCEKLER (İnsecta)

Alm. Insekten (pl.), Fr. Insectes (pl.), İng. Insects. Eklembacaklılar (Arthropoda) şubesinin bir sınıfı (İnsecta). Böceklerin dış yapısını, anatomisini, fizyolojisini, çevre ile olan ilişkilerini, üreme ve gelişmelerini ve bunlara karşı mücadele metodunu inceleyen ilme Entomoloji denir. Yeryüzünde bulunan hayvan türlerinin yaklaşık olarak dörtte üçünü (700.000 tür) böcekler teşkil eder. Çeşitli kültür bitkilerine yaptıkları zararlar dolayısıyla ekonomik önem taşırlar.

Ancak böceklere sadece zararlı gözüyle bakmak yanlıştır. Evet böcekler insan gıdası olan bitkilere ve depolanmış yiyeceklere, giyeceklere zarar vermekte, insanlara faydalı hayvanlarda asalak olarak bulunmakta ve tehlikeli hastalıkları taşımakta ise de, gıdalarımızın en kıymetlisi balı ve giyeceklerimizin en pahalısı olan ipeği bize sunmaktadırlar. Severek yediğimiz meyve ve sebzelerimizin meydana gelmesi için çiçekleri tozlaştıran böceklerdir. İncir arıcığı olmasa incir yiyemeyiz. Yabancı otların aşırı derecede çoğalmasını önleyen böceklerdir. Cila maddesi gomalakını böceklere borçluyuz. Artık maddeleri yiyerek, çevreyi sessizce temizleyen yine böceklerdir. Ayrıca zararlı böcekleri yiyerek veya parazitleyerek aşırı derecede çoğalmasını önleyen yine böceklerdir. İlgi çekici hareketleri ile bizleri adeta büyüleyen böcekleri sevmemiz için bu kadarını bilmek kafidir.

Böceklerin vücut yapısı;baş (caput), göğüs (thorax) ve karın (abdomen) olmak üzere üç bölümden meydana gelmiştir. Başta anten, ağız parçaları ve gözler bulunur. Göğüste üç çift bacak ile genellikle iki çift kanat vardır. Karın kısmında ise cinsiyet organları yer almıştır.

Böceklerin boyları bir milimetrenin onda birinden 30 santimetreye kadar değişir.

Böcek vücudunun dış tarafı kitinsel levhacıklar ve bunlar arasında bulunan deri tarafından kaplanmıştır. Bu dış iskelet böcek vücudunu dışardan gelecek zararlı etkilerden korur ve vücuttan su kaybını önler.

Baş (Caput): Böceklerde baş büyüklük ve şekil olarak çok değişiklik gösterir. Bazı türlerde baş ekseni vücut eksenine dik, bazı türlerde de baş ekseni vücut ekseninde aynı doğrultudadır. Yine bazı türlerde ise böceğin başı ileriye doğru hortum şeklinde uzamıştır.

Antenler genel olarak gözler arasından çıkar. Böceğin dokunma ve koku alma görevlerini yaparlar. Böcek türlerine göre çeşitli anten tipleri vardır.

Böceklerde ağız, besinin sıvı, katı veya hayvansal ve bitkisel doku içinde bulunması sebebiyle çeşitli tiplerde olmaktadır. Çiğneyici, emici, yalayıcı-emici, sokucu-emici gibi çeşitli ağız tipleri mevcuttur.

Böceklerde nokta ve bileşik (petek) gözler vardır. Bunun yanında ışığa duyarlı deri ışık alıcıları da bulunabilir. Nokta gözler başın tepe kısmında bulunacağı gibi, yanlarda da bulunur. Sayıları değişiktir. Nokta gözler, osel veya sade göz olarak da bilinirler. Nokta gözlerde birer faset bulunur. Böcek gözünün saydam kat bölgesine faset denir. Bileşik gözler bir çift olup, başın yanlarında bulunur. Sayıları türlere göre değişik olan fasetlerden meydana gelmiştir. İşçi karıncalarda her petek gözde 100-600, Lepidopteralarda 12.000-17.000 faset mevcuttur.

Göğüs (Thorax): Böceklerin baştan sonra ikinci bölümünü meydana getiren göğüs, üç halkadan meydana gelmiştir. Bazı türlerde çok bariz olarak belirli olan göğüs kısmı, bazı türlerde başla birleşerek belirsiz bir hal almıştır. Göğüs üzerinde bacak ve kanatlar bulunmaktadır.

Böceklerde üç çift bacak bulunur. Göğsün üç halkasının her birinden birer çift çıkar. Bir bacak 5 bölümden meydana gelmiştir. Bunlar Coxa, Trochanter, Femur, Tibia ve Tarsus'tur.

Bacaklar gördükleri vazifelere göre değişik şekiller arz ederler. Birinci çift bacaklar; kazıcı, yakalayıcı, çengelli, temizleyici, sıçrayıcı ve yüzücü bacak gibi çeşitli tiplerde olabilirler.

Kanatlar böceklerde genellikle iki çifttir. Bazı türlerde ise bir çift olarak görülür. Kanatlar göğsün ikinci ve üçüncü halkalarından çıkar. Kanatlar üzerinde damarlar uzanmıştır. Damarlar içerisinde solunum borucukları (trake) boşluğu, vücut sıvısı ve sinir kolları bulunur. Kanatların gerginliğini de bu damarlar sağlarlar.

Kanatlar üzerinde bulunan damarlar enine ve boyuna olmak üzere iki kısımdır. Bunların sayısı ve durumları böcek gruplarına göre değişmektedir. Kanatların yapısı böcek takımlarının adlandırılmasında çok önemlidir.

Böcek, kanatlarının iki çiftini birden hareket ettirir. Kanatlar, göğüs halkalarında bulunan dikine ve boyuna kasların kasılma ve uzamaları sonucu aşağı yukarı hareket eder, uçuş sırasında kanatlar havada bir sekiz (8) şekli çizer. Böceğin uçuş kuvveti ve hızı, kanatların büyüklüğüne ve kanat hareketinin sür'atine bağlıdır.

Karın (Abdomen):Böceklerin üçüncü bölümünü meydana getiren abdomen genellikle 10 halkadan meydana gelmiştir. Böceğin en büyük kısmını teşkil eder. Yanlarında solunum gözenekleri (stigma), üzerinde ise böceğin cinsel organları ve çeşitli uzantılar bulunur. Bu uzantılar antene benzediği gibi bazan kıskaç şeklinde de olabilir.

Böceklerde Anatomi ve Fizyoloji

Böcek kasları genel olarak enine çizgilidir. Sayıları yüzlerceden birkaç bine kadar değişir. Dış iskelete içten yapışmış durumdadır ve gayet kuvvetlidir, birçok böcek kendi ağırlığının 20 misli bir yükü kaldırabilir.

Kaslar aynı zamanda vücut halkalarının birbirine bağlanmasını sağlar. Her halkadaki kaslar o halkada bulunan ayrı parçaların ve bacak gibi organların hareketini sağlar. Ayrıca iç organların hareketini sağlayan özel kaslar da bulunmaktadır.

Böceklerde sindirim sistemi; ön, orta ve art barsak olmak üzere üç bölümden meydana gelmiştir. Barsak kanalının boyu, böceğin besin durumuna göre kısa veya uzun olabilir. Ön barsak, yutak (pharynx), yemek borusu (oesophagus), kursak (crop) ve ön veya çiğneyici mide (proventriculus)den ibarettir.

Böceklerde boşaltım, orta barsak ile art barsak arasında bulunan malpighi borucukları vasıtasıyla olur.

Dolaşım sistemi, böceğin sırt tarafına yerleşmiş arka kısmı kapalı bir damardan ibarettir. Kalp adını alır ve 8-11 kadar bölmelerden meydana gelmiştir. Bu bölmelerin yanlarında bulunan kapakçıklı yarıklardan kan içeri girer. Kalp gibi çalışan bu damarın kasılmasıyla kan, arkadan öne doğru bölmeden bölmeye geçer. Önde bulunan kısım ise uzun bir boru olup, aort adını alır. Uç tarafı açıktır. Arkadan gelen kan, bu açıklıktan vücut boşluğuna dökülür. Vücut organları arasında dolaşan kan tekrar yarıklardan (ostia) içeri girer.

Böceklerin kanı soluk kirli-sarı veya yeşilimsidir. Oksijen ve karbondioksit taşıma görevi yoktur.

Böceklerde solunum, trake (tracheae) sistemi ile yapılmaktadır. Bu sistem vücut içine yayılmış ince borucuklardan meydana gelmiştir. Bu borular stigma denilen deliklerle dışarı açılır.Stigmalardan içeri giren hava veya oksijen,  solunum borusu (tracheae) ile bunların uçlarında bulunan daha cüce borucuklara (tracheole) gelir.Meydana gelen karbondioksidin de dışarı atılması bunun tam tersidir.

Böceklerde sinir sistemi, beyin (cerebrum), suboesophagal ganglion ve sinir kordonundan meydana gelmiştir. Beyin üç gangliondan yapılmıştır. Sinir kordonu ise, genel olarak her vücut halkasında bir çift olmak üzere ganglionlardan meydana gelmiştir. Beyinden çıkan sinirler göz, anten ve üst dudağa; suboesophagol ganliondan çıkan sinirler, ağız parçalarına; göğüsten çıkan sinirler, bacak ve kanatlara; abdomen (karın) halkalarından çıkan sinirler ise, muhtelif organlara gider.

Duyu Organları

Böcekler çeşitli etkileri alan ve bu etkilere tepkiler meydana getiren bir takım duygu organlarına sahiptir.

Mekaniksel duyu organları:Alıcının herhangi bir kısmında şekille ilgili olan uyarmaları alır. Mesela bir kısmın bir cisme dokunması veya hava akımının buraya gelmesi gibi.

İşitme duyu organları:Bunlar işitme kılları, Johnston organı ve Timpanal organdır. Bazı böcekler, saniyede 90.000 titreşime kadar olan seslere duyarlıdırlar.

Kimyasal duyu organları:Bunlar tat ve koku organlarıdır. Genel olarak tat alma organları ağız parçalarında, koku alma organları ise antenlerde bulunmaktadır.

Nem ve sıcaklık duyu organları: Böceklerin nem ve sıcaklık gibi iki çevre etkenine duyarlı olan organlarıdır. Böcekler genel olarak 26°C'de optimal gelişme gösterirler. 46°C'de ölürler ve -42°C'de sürekli uyuşuk kalırlar, sonunda ölürler.

Ses çıkarma organları:Böceklerde bir takım ses çıkartma organları vardır.Ses çıkartılmasının gayesi cinsel çağrı, korunma ve birbirlerini tanımadır. Vücudun bir kısmını bazı cisimlere vurarak, vücudun bir parçasını diğer birine sürterek, kanatları titreterek ve diğer titreşimler ile ses çıkarırlar.

Işık organları: Bazı böcekler, özel ışık çıkarma organlarına sahiptir. Bazıları da ışık meydana getiren bakterilerle veya ışık yayıcı besinlerle ışık çıkarırlar.

Salgı organları:Böcekler vücut içinde kullanılan veya dışarı akıtılan maddeleri meydana getiren iç ve dış salgı bezlerine sahiptir. Mesela ipek böceğinde ipek maddesi bu bezler tarafından salgılanır.

Böceklerde Üreme

Böcekler yumurta ile ürerler. Bu durum da iki ayrı şekilde olur. Birincisi döllenmiş yumurtayla (Amphygonie), diğeri de döllenmemiş yumurtayla üreme (Parthenogenetik)dir. Döllenmiş yumurta veya cinsel üremede çiftleşme olayı meydana gelir. Böceklerde üreme genellikle bu şekilde olmaktadır.

Döllenmemiş yumurta ile üreme de bir kısım böceklerde görülür. Bu durumda döllenmemiş yumurtadan ya sadece erkekler veya sadece dişiler veyahut hem erkek hem de dişi yavrular meydana gelir.

Bunların dışında diğer bazı üreme şekilleri de vardır.Mesela yaprak bitlerinde olduğu gibi dişi böcek yumurta yerine doğrudan doğruya yavru meydana getirir (Viviparite).

Böceklerde Başkalaşım

Böceklerin ergin olmak için geçirdikleri değişikliğe başkalaşım (metamarphosis) denir. Böcekler yumurta döneminden sonra larva dönemine geçer. Gelişmesini tamamlayan larva, iç organların kaynaşarak ergine has şekillerini aldıkları pupa dönemine girer. Bu dönemden sonra böcek ergin hale gelir.

Böceklerin Ömrü

Ergin hale gelen böceğin yaşama süresi o böceğin ömrünü verir. Bu süre muhtelif böceklerde değişik olur. Bazılarında bir gün, bazılarında bir mevsim olmasına rağmen, mesela bal arısı kraliçesi 5, karınca kraliçesi 12 ve termit kraliçeleri 15 yıl yaşar.

Böcekler sınıfını ilmi olarak incelemek için takım ve familyalara ayırmışlardır. Böceklerde sınıflandırma yapılırken kanat yapıları dikkate alınmaktadır. Kanat durumlarına göre iki alt sınıfta toplanırlar:

I- Kanatsız böcekler (Apterigota): Kanatları bulunmaz. Başkalaşım yok gibidir. Yani yavru ergine benzer. Kanatsız böceklerin yeryüzünde 2500 türü bilinmektedir. Ağız parçaları ısırıcı çiğneyicidir. Bu böcekler iki takımda toplanır:

1.Kuyrukla sıçrayanlar takımı (Collembola):Karnın sonunda bulunan ve sıçrama görevini yapan furcula denilen bir organın bulunması sebebiyle bu isim verilmiştir. Boyları 1-2 mm kadar olan bu böcekler, nemli yerlerde yaşarlar. Çürüyen bitkisel otlar altında bolca bulunurlar. Bitkilerin epidermis tabakalarını kemirerek zararlı olurlar.

2.Kıl kuyruklular takımı (Thysonura): Yassı vücutlu üzeri grimsi renkte pullarla kaplı böceklerdir. Uzun antenleriyle karnın ucundan çıkan 2-3 adet kıl şeklindeki uzantılar dikkati çeker. Genellikle hızlı kaçmaları ve vücutlarının kaygan olması sebebiyle gümüşbalıkçıkları ismini alırlar. Çürüyen bitkisel maddelerle beslenirler. Bazan da unlu ve nişastalı maddeleri yediklerinden, evlerde kitap ve kolalı dantellerde zararlı olurlar. Gündüz saklanarak geceleri faaliyet gösterirler.

II- Kanatlı böcekler (Pterigota): Kanatlara sahip böceklerdir. Bunlar, yarı ve tam başkalaşım gösterenler olarak iki gruba ayrılırlar:

A) Yarı başkalaşım gösterenler: Bunlarda yumurtadan ergine benzeyen nimfler çıkar.

1. Su perileri takımı (Odonata): Su kenarlarında zarif uçuşları ile dikkati çeken güzel renkli böceklerdir. Vücut ince ve uzundur. Şeffaf damarlı kanatları büyüktür. Gözleri iyi gelişmiştir. Bu böcekler iyi avcıdırlar.

2. Kulağa kaçanlar takımı (Dermaptera): Ön kanatları deri gibi olup çok kısadır. Arka kanatları şeffaf olup uçuşa geçmedikleri zaman, yelpaze şeklinde kıvrılmış olarak bulunur. Karın ucunda bulunan iri bir kıskaç dikkati çeker. Geceleri faaliyet gösterirler. Daha ziyade kurumuş ve çürümekte olan bitkisel otlarla beslenirler.

3. Beyaz karıncalar takımı (Isoptera): Cemiyet halinde yaşayan böceklerdir. Cemiyet; kraliçe, kral, işçi ve askerlerden teşekkül eder. Daha ziyade tropik bölgelerde yaşarlar. Büyük toprak yığınları yaparak koloni teşkil ederler. Kurumuş ağaç ve odunları içten kemirerek zararlı olurlar.

4. Düz kanatlılar takımı (Orthoptera): 30.000'den fazla türü bulunan bu takım, ziraate zararlı olmaları bakımından önemlidir. Deri şeklindeki ön kanatların altında zar şeklindeki arka kanatlar yelpaze şeklinde kıvrılmış olarak bulunur. Ancak uçacağı zaman açılırlar. Karın ucunda yumurta koyma boruları (ovipozitör) bulunur.Hamamböceği, çekirgeler ve danaburnu bu takıma bağlıdır.

5. Kirpik kanatlılar takımı (Thysanoptera): Kirpik şeklinde kıllarla örtülü kanatlara sahip böceklerdir. Uzunlukları 0,5-5 mm arasında değişir. Bitkilerin genellikle çiçeklerini ve yapraklarını delerek özsularını içerler.

6. Yarım kanatlılar takımı (Hemiptera): Ön kanatlarının yarısı başka, diğer yarısı başka yapıdadır.Kaideye yakın kısmı kitini, diğer kısmı zar şeklindedir. Alt kanatlar ise tamamen zar şeklindedir. Ziraate zararlı pekçok türü mevcuttur. Memleketimizde,hububat tarlalarında önemli zarar yapan süne, bu takıma aittir.

7. Homojen kanatlılar (Homoptera): Ön ve arka kanatlar şeffaf ve yeknesaktır. Dinlenme esnasında çatı şeklini alır. Bitkilerin özsularını içerek zarar yaparlar. Ağustosböcekleri, yaprak böcekleri ve kabuklu bitler bu takımdan olup, ziraate önemli zararlar yaparlar.

B) Tam başkalaşım gösterenler: Bunlarda larva, ergine hiç benzemez. Larva, pupa olarak yeni bir kalıba girerek ergin hale geçer.

1. Sinir kanatlılar(Neuroptera): Bunlarda da kanatlar vücudu çatı gibi örter. Fakat kanat damarları sinir şeklindedir. Bunlar genellikle küçük böcekleri yediklerinden faydalıdırlar.

2. Kın kanatlılar (Coleoptera): Böcek takımları içinde tür bakımından en zenginidirler. Üst kanatlar sert kitini yapıda olur. Alt kanatlar, zar şeklinde olup, dinlenme halinde diğerlerinin altında katlı olarak bulunurlar. Önemli zararlar yapan türleri varsa da bazı türleri faydalıdır.

3. Pul kanatlılar (Lepidoptera): Kanatlar ve vücudu, kiremit şeklinde renkli pullarla kaplanmıştır. Bu takım bütün kelebekleri ihtiva eder. Kın kanatlılardan sonra en zengin takımdır. Erginin ağız parçaları hortum şeklindedir. Larvalarına tırtıl adı verilir.Tırtıl, pupa olduktan sonra ergin hale gelir. Erginler balözü ile beslendiklerinden zararsızdırlar. Fakat larvalar bitkilerde önemli zararlar yaparlar.

4. İki kanatlılar (Diptera): Diğer böcek takımlarından iki kanatlı olmaları ile ayrılırlar. Ancak ikinci çift kanatlar halter şeklini almıştır. Halterler böceğin uçuş esnasında yön değiştirmesini sağlar. Karasinek bu takımdandır.

5. Zar kanatlılar (Hymenoptera): Arıların dahil olduğu, bütün kanatları zar şeklinde olan böceklerdir. Bazı türlerin dişilerinde yumurta koyma borusu testere şeklindedir. Bazı türleri ziraate zararlı ise de bal arısı en faydalı böcektir.

BÖĞÜRTLEN (Rubus Fruticosus)

Alm. (Brombeerstrauch (m), Brombeere (f), Fr. Mure sauvage (f.), muron (m.), İng. Bramble, blackberry. Familyası: Gülgiller (Rosaceae). Türkiye'de yetiştiği yerler: Marmara bölgesi-Batı Anadolu ve Doğu Karadeniz.

Haziran-eylül ayları arasında, beyazımsı veya pembemsi renkli çiçekler açan, yüksek boylu, çok senelik, dikenli ve çalı görünümünde bir bitki. Ekilmemiş yerlerde, çit, yol ve hendek kenarlarında çok bulunur.

Gövdeleri silindir şekilli, içi dolu, odunlu ve dikenli dallar, önce dik, sonra aşağı doğru kıvrık. Yapraklar saplı, kenarları dişli, alt yüzeyleri tüylüdür. Yaprak sapında, uçları geriye doğru kıvrık dikenler bulunur. Çiçekler dalların ucunda toplanmıştır. Meyve; birçok kısmı, meyvelerin biraraya gelmesiyle meydana gelmiş küre biçiminde bir birleşik meyvedir. Rengi önce yeşil, sonra kırmızı ve daha sonra olgunlukta siyahımtraktır.

Kullanıldığı yerler: Kullanılan kısımları yaprakları ve çiçek tomurcuklarıdır. Yapraklar bitki çiçek açmadan toplanır ve gölgede kurutulur. Yapraklarda tanen ve organik asitler ihtiva eder. Hafif kabız edici özelliği olmakla beraber; diş etleri, bademcik ve boğaz iltihaplarında, ishal ve basurda kullanılmaktadır. Böğürtlenin 70 kadar türü vardır. Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde yetişen türlerine Rubus tomentosus, R. discolor misal verilebilir.

BÖLGE İDARE MAHKEMELERİ

Alm. Regionales Verwattungsgericht, Fr. Tribunal administratif régional, İng. Regional administrative court. İdari yargı sistemi içinde yer alan bağımsız mahkeme. Türkiye'de ilk olarak 6 Ocak 1982 tarih ve 2576 sayılı kanunla kurulması öngörülen Bölge İdare Mahkemeleri İçişleri Bakanlığı ile Maliye ve Gümrük Bakanlığının görüşleri alınarak bölgelerin coğrafi durumları ve iş hacmi gözönünde tutularak kurulur. Kaldırılmalarına ve yerlerinin değiştirilmesine aynı bakanlıkların görüşü alınarak Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar verilir.

Bölge İdare Mahkemeleri bir başkan ve iki üyeden meydana gelir. Üyeler Bölge İdare Mahkemesinin bulunduğu yerdeki idare ve vergi mahkemelerinin başkanlarıdır. Mahkeme tam sayı ile toplanır ve oy çokluğuyla karar verir.

Mahkemenin vazifesi: Yargı çevresindeki idare ve vergi mahkemelerinde tam yargı davalarında tek yargıcın verdiği kararları; kazançları götürü usulde tesbit edilen mükelleflerin sınıf ve derecelerinin tesbitiyle alakalı işlemlere karşı ve her türlü resim, harç ve benzeri mali hükümleri ve bunların zam ve cezalarına karşı açılan davalarda tek yargıcın verdiği kararları itiraz üzerine incelemek ve kesin hükme bağlamak, ayrıca yargı çevresindeki idare ve vergi mahkemeleri arasında çıkan görev ve yetki uyuşmazlıklarını çözmektir.

Türkiye'de çeşitli il merkezlerinde Bölge İdare Mahkemesi kurulmuştur.

BÖLME

Alm. Division, Teilung (f.), Fr.Division (f.), İng.Division, Aritmetikte bir kemiyetin (büyüklüğün), belirli sayıda eşit parçalara ayrıldığı işlem.

Matematiksel bölme:Tamsayılarda bölme, bölünen adı verilen bir sayıyı, bölen denilen öteki sayıda bulunan birimler kadar eşit parçalara ayırmayı gaye edinen bir işlemdir. İşlemin sonucuna bölüm denir. Bölünen, bölenin tam katıysa; bölünen, bölen ile bölümün çarpımı şeklinde yazılır ve bu çarpanlardan biri verildiğine göre öteki çarpan kolayca bulunur. Bu durumda bölme tam olarak yapılıyor denir. Bölünenin, böleni tam olarak ihtiva etmediği de olur.

Mesela, 45 bölüneni 7 bölenini altı defa ihtiva eder ve 3 birim bölünemez olarak kalır. İşlemde bölünemeyen birim sayısına kalan denir. Bölme tarifinden de anlaşılacağı gibi kalan, bölenden daha küçüktür. Yapılacak bir bölme, (:) işaretiyle gösterilir. (45:7), 45'in 7 ile bölünmesini gösterir. Aynı işlem 45/7 şeklinde de gösterilir.

İki tam sayının bölümünü bulmaya yarayan kaide şudur: İki tam sayıyı bölmek için, bölünenin solundan bölene en az bir, en fazla 9 ihtiva eden gerektiği kadar fazla rakam ayırarak başlanır. Böylece ayrılan sayı bölümün ilk rakamını verir. Bölümün ilk rakamıyla bölenin çarpımı yapılır, bulunan sayı bölünenden çıkarılır. Elde edilen farkın sağına bölünende ayrılmış olan sayıyı takip eden ilk rakam indirilir. Ve böylece ikinci kısım bölünen teşkil edilir. Şayet bu kısım bölenin tam katı değilse bölümün sağına bir sıfır yazılır ve bölünen sayıdan bir rakam daha indirilerek bölme işlemine devam edilir.

Cebirsel bölme: Cebirde, birine bölünen, diğerine bölen denilen iki cebirsel ifade (Polinom) verildiğinde bölenle çarpımları bölünene eşit olan bir üçüncü polinomu bulmaya yarayan bir işleme verilen addır. P(x) ve Q(x), P'nin derecesi Q'nun derecesinden büyük olmak üzere x değişkeninin azalan kuvvetlerine göre sıralanmış iki polinom olsun. P'yi Q'ya bölmek, R'nin derecesi Q'dan küçük olmak üzere P(x)=D(x).Q(x)+R(x) özdeşliğini sağlayan R ve D gibi iki polinom bulmaktır. D'ye bölüm, R'ye kalan adı verilir. Bu bölme işlemi tek olarak belirlidir. R kalanı özdeş olarak sıfırsa, P polinomu Q polinomu ile tam olarak bölünebilir denir. D(x) polinomu değişkenin azalan kuvvetlerine göre sıralanmışsa, ilk terimi, P'nin ilk terimini Q'nun ilk terimine bölmekle elde edilir. Bölümün ilk terimi bu şekilde elde edildikten sonra diğer terimleri bulmak için şu şekilde işlem yapılır: Q polinomu bölümün ilk terimiyle çarpılır ve P'den çıkarılır. Ve elde edilen ifade tekrar Q'nun ilk terimine bölünür. Ve önceki gibi işlem yapılır. Q'dan küçük dereceli bir kalan elde edilinceye veya özdeş olarak sıfır olan bir kalan bulununcaya kadar benzer şekilde devam edilir.